BEKTAŞİ GELENEKLERİNDE AVRUPA’YA İKİNCİ GEÇİŞ

SEYYİD Ali SULTAN (KIZILDELİ) SÖYLENCESİ

Doç. Dr. Belkıs Temren

Dil v Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi
Hıristiyan Avrupalıların Müslüman Türkleri bulundukları topraklarda kabul edebilmelerinde ve uzun süre bir arada barış içinde yaşayabilmelerinde, İslam dini ile tanışmalarının Batıni bir yol olan Bektaşilik aracılığıyla olmasının büyük payı vardır. Bektaşiliğin hümanist dünya görüşü, insana verdiği değer ve semavi dinlerin kutsal günlerinin hemen tümüne ilişkin sahip olduğu zengin ritüel onun evrensel boyutta kolayca kabul görmesini sağlamıştır. Ayrıca, iyi bir Bektaşi, Müslüman olanla olmayan arasında fark gözetmez. İnsana verdiği değer, hoşgörülü dünya görüşü onu din ayırımı yaparak insanları birbirine düşman görmekten alıkoyar. Diğer bir deyişle, Bektaşiliğe Müslüman olmayan da alınabilir. Zaten, Avrupa’daki Hıristiyan halkın Müslümanlaşmasında oynadığı büyük rol, bu özelliği nedeniyledir. Bektaşiliğe giren kişi, Bektaşi olduğu için, Batıni İslam öğretisiyle de tanışır ve bu nedenle, müslümandır. Osmanlı ordusu Avrupa topraklarında fetih amacıyla ilerlerken pek çok yeri kısa süre içinde alır.(1) Bu da, yöre halkından büyük bir direniş gelmediğinin göstergesidir. Bektaşi babalarının, dervişlerinin, öncü kuvvetlerinin manevi fetihlerinin zaferidir bu. Ortam, önceden hazırlanmıştır. Ağır vergiler altında ezilen ve yönetimden memnun olmayan Hıristiyan halk Batıni öğretisiyle, hümanist görüşüyle sempati duyduğu Bektaşi dostlarının ordusuna da büyük direnme göstermemiştir.
Bektaşilerin ilk Avrupa’ya geçişleri Sarı Saltuk aracılığıyla olmuş ve bunu ikinci geçiş olarak Seyyid Ali Sultan öncülüğündeki Alp-Erenler gurubu takip etmiştir.
Bektaşilerin Avrupa’ya geçiş istekleri ve deneyimleri nefeslerinde de yer almıştır. Bektaşi sofralarında sıkça anılan Mahremoğlu’nun “Ey Benim Sevdiğim” olarak tanınan nefesi(2) buna güzel bir örnektir:
Ey benim sevdiğim hem iki gözüm
Salın bizi erenlere gidelim. (Hü)
Cümlenizden budur naz ü niyazım
Salın bizi erenlere gidelim. (Hü)
Akdenizi seyredelim yalıdan
Tanrıdağ kurbünden, Gelibolu’dan.
Otman Baba üstü Kızıl Deli’den
Salın bizi erenlere gidelim.
6-106
 
Kızıl Deli erenlerin yolu ya
Oradan uğradık Gelibolu ya.
Erenler serveri Bektaş Veliye
Salın bizi erenlere gidelim.
Destur aldım ben Mustafa Baba’dan
Emir geldi bana sırrı Hüda’dan.
Aşk göründü ‘Mahremoğlu “ geda ‘dan
Salın bizi erenlere gidelim.
Seyyid Ali Sultan Bektaşi geleneğinde Kızıl Deli olarak tanınır ve Türk geleneklerinde Pehlivanlığın Piri olarak yerini alır. Horasan erlerinden Hüseyin Ataoğlu olduğu bilinir. Lakaplarından biri de “Hızır Lala” veya “Hızır Lale”dir. M. 1310- 1402 yılları arasında yaşamıştır. 1397’de Bektaşilerin en önemli dergahlarından biri olan Dimetoka dergahını yaptırmış burada eğitim düzeni kurmuştur. Dergah 1826’da yıkılmıştır. Dimetoka yöresinin Demirviran köyündedir. Seyyid Ali Sul tan’ın esas mezarı buradadır. Mücerret Hilafet Dergahı olarak uzun yıllar hizmet vermiştir.(3) Dergah Kızıl Deli diye tanınan ırmağın kenarın da olduğu için yöre halkı dergahı betimlemek üzere bu ismi sıkça kullanmış ve bu isim, Seyyid Ali Sultan’ın lakabı olarak kullanılmıştır. Bektaşilerin ikinci Pir olarak tanıdığı Balım Sultan’ın babası Mürsel Baba ile yakın dostluğu vardır. Mürsel Baba da Dimetoka’da Seyyid Ali Sultan dergahına yakın bir yerde kendi dergahını açmıştır.
Seyyid Ali Sultan, Bektaşi geleneğine göre, düşünde Hz. Muhammed’den talimat alarak Hacı Bektaş Veli’ye gelen 40 dervişten biridir. Hacı Bektaş Veli tarafından Orhan Han’a Rumeli’nin fethinde hizmet vermek üzere yollanırlar. Bektaşi tercümanlarında ve gübanklarında Rumeli’nin gözcüsü olarak yer alan Seyyid Ali Sultan’ın adına Seyyid Gazi (Gazi Rüstem Baba Sultan) tara fından yazılmış bir de velayetname bulunmakta dır. Söylenceye göre, aralarında Seyyid Ali Sul tan’ın da bulunduğu ve kendi mekanlarında, Horasan’da bulunan 40 Er düşlerinde Hz. Mu hammed’den aldıkları talimatla Rumelinin fethin de bulunmak üzere Hacı Bektaş’a gelirler. Kırk, simgesel olarak Bektaşi literatüründe yerine göre çokluğu (kesret) yerine göre de tevhidi simgeler. Hacı Bektaş onlara hizmet gösterir üç gün için de hizmet tamamlanır ve Seyyid Ali Sultan’ı kırkların başına getirir. Emir Sultan’ı sancaktar, Seyyit Rüstem Gazi’yi kadıasker, Abdüssamed Fakı’yı imam, Seyyid Zali’yi saka, Seyyid Ahmedi’yi kıla vuz tayin eder. Kırklar yola çıkarlar.
Çanakkale ilinde Çardak mevkine geldiklerinde sallarla karşıya geçmek isterler. Ancak denizin azgınlığını gören Rum salcılar kaçar. Bunun üzerine Seyyid Ali Sultan denize biraz kum saçar. Denizin bir kısmı kumluk olur. Kırklardan biri (Rüstem Gazi ) tepeciklerin üzerinde yürümeye başlar. Bunu gören denizciler döner ve Kırklar’ın sallarla karşıya geçmelerine yardımcı olur. Yörenin adı daha sonraları Kumbaba olarak anılır (Çardak koyu). Burayı ziyaret edenler hala burada kumluğun bulunduğunu belirtirler.
Kırklar Gelibolu’ya ulaşır. Bu güçlü kuvvetli insanların gelişini görenler ürker, çoğu kaçışır, ki mi de mücadele eder. Bu arada bazı kişiler tutsak alınır. Bu tutsaklardan bazılarını devşirme olarak yeniçeri ocağına almak üzere seçerler. Yerel halktan bir kadın ağlayarak gelir ve oğlunu tutsaklıktan az etmesini rica eder. Seyyid Ali Sultan “Oğlun kimdir?” diye sorar. Kadın “Dimitri” diye yanıt verir. Kendisine devşirmelerin artık isimlerinin değiştiğini bu şekilde bulamayacaklarını söyler ve peki bunların içinde hangisi senin
6-107
 
 
oğlunsa, “bul, ayır” der. Yörenin adı daha sonra BOLAYIR olarak anılır. Keşan civarına varırlar. Domuz deresi diye bilinen yöreden geçerler. Bu yöre hakkında bugünlere gelebilen bilgiler arasında zamanında, yörede bulunan bir tekkede bir baba ve dört dervişin hizmet etmekte olduğu bilgisi vardır(4) (Hasluck, 1991:20). Daha sonra, kuzeye doğru ilerlerler. Karşılarına bir nehir çıkar. Nehirde biribirlerine tutunabilmeleri ve kaybolmamaları için karşı tarafa ip salarlar. İşte bu bölgenin adı da İPSALA olur. Yorgun düşen Kırk- lar dinlenmek üzere mola verirler. Ancak, acıkmışlardır da! Nereden erzak bulabileceklerini sorarlar ve kendilerine tarif edilen yöne doğru ilerlerler. Onların yiyecek almaya geleceklerini öğrenen halk, bu arada, etleri zehirler. Etlerin zehirlendiğinin farkına varan Kırklar, bunları almaktan yazgeçer. Dervişin biri, “burada mal kara” diyerek durumu gruba haber verir. Bunun üzerine yörenin adı MALKARA olarak kalır. Başka bir yöreden yiyeceklerini alıp yola devam ederler. Grup bu sefer susamıştır. Susuzluklarını gidermek için Mehmet Gazi’ye başvururlar. Mehmet Gazi hayırlı bir keramet gösterir ve bastığı yerden su çıkarır. Su son derece boldur. Mehmet Gazi hayırı buldu diye yöreye HAYRABOLU adı verilir. Meriç kıyısına gelirler. Burada güneşin doğuşuna hayran katırlar. Yörenin adı GÜNDOĞAN olur (Şimdiki Meriç). Yola devam ederken, Seyyid Ali Sultan’ın boynundaki örtü yere düşer. Bunu çocuklar alır ve karşı tarafın saflarına götürürler. Düşman saflarından örtüsünün alınmasını isteyen Sultan at üstünde ilerlemekte olan beraberindekilere “in ve ez” komutunu verir. Bunun üzerine attan inerler ve örtüyü almak üzere karşı safın üstüne giderler. Burası ENEZ olarak bilinir. Orada görürler ki karşılarında düşman değil örtülere bürünmüş kadınlar durmaktadır. Bu ka dınlar feracelere bürünmüştür, Bu yörenin adı FERECIK olur. Bugün bu yöre hala Bektaşi kültürünün derin izlerini taşımaktadır. Hasluck’a göre köyün yukarısındaki bir tepede tekke kalıntıları ve beş dervişin mezarları ve bir de türbe bulunmaktadır. Tekke’nin başkanlığının Bektaşi tarikatından İbrahim Baba tarafindan yapıldığı, buranın hemen 5 mil ilerisinde Nefes Baba adlı bir Bektaşi azizinin türbesinin bulunduğu ve yine aynı yörede birkaç mil içinde Rüstem Baba’nın tekyesinin bulunduğu saptanmıştır (Hasluck,1991:20), Söylencemize geri dönersek, Kırklar örtüyü alıp yollarına devam ederler. Yolda serinledikleri bir yerde Sultan bir çınar ağacı diker. Sonraları bu ağaç, ulu bir çınar olur. Yöre halkı da buraya DEDEAĞAÇ der, dedenin diktiği ağaç anlamında. Burası şimdi Yunanistan topraklarındadır ve adı Alexandroupolis’tir. Kırklar yollanına devam eder ve bir kaleye varırlar. Kaleyi fethedeceklerdir ancak, arazi yumuşaktır, ilerlemekte zorlanırlar. Seyyid Ali Sultan’a sorarlar “ne yapalım?” diye. 0 da, “gömülün içine toprağın” der. Toprağın içine gömülerek ilerlerler. Buranın adı GÜMÜLCİNE kalır. Kırklar, yaklaşık üç yıl içinde geniş bir bölgeyi ele geçirirler ve geçtikleri bölgeler onlardan kalan anılarla isimlendirilir.(5) Sonuçta Edirne’ye gelirler ve Edirne’nin kırlarında rahatlayıp, biraz dinlenmek isterler. Bu ara da erler zindeliklerini de korumak için güreş tutmaya başlar. Amaçları, sabaha dek güreş tutmaktır. Ancak tam bu niyetle güreşe yeni başlamışken düşman kuvvetlerinin üzerlerine gelmekte olduğunun haberini alırlar. Hemen toparlanma kararı çıkar, ne var ki, güreş tutan erlere bir türlü güreşi bıraktıramazlar. Bu arada, Seyyid Ali Sultan : “ne zaman bırakırlar güreşi diye düşü
6-108
 
nürken tamam der “sabaha kadar dediğimize göre horozlar ötene dek onlar güreşi bırakmaz, ötün ya mübarekler !” diyerek talimat verir. Bunun üzerine çevredeki horozlar hepbir ağızdan öter. Kırkağaç bölgesinde günümüzde de horozlar sabah henüz olmadan, saat üç gibi öter diye inanılmaktadır. Kırklara dönersek, horozların öttüğünü duyunca, sabah oldu diye düşünerek güreşi bırakırlar, ama kimin galip kimin yenik olduğunu bilemezler. Hepsi güreşe devam edebilecek durumdadır. Bu durumda, sorunu çözmesi için Seyyid Ali Sultan’a başvurulur. 0 da, “sırtında kum taneleri olan mağlup demektir” şeklinde görüş bildirir. Böylece güreşen erlerin sırtlarını yoklarlar, kimin sırtında kum varsa, onun sırtı yere gelmiştir, o yeniktir diye düşünerek galipleri ilan ederler. Türk geleneklerinde pehlivanların sırtının yere gelerek yenik ilan edilmeleri geleneğinin başlangıcı da böylece Seyyid Ali Sultan söylencesine bağlanır. Bunu, 1825 öncesi güreşlerde “pir” olarak Seyyid Ali Sultan’ın gösterilmesi de doğrulamaktadır. Söylencenin sonunda, uzun süren güreş sonrasında erler yorulmuştur, Düşman üstlerine gelince yorgun yakalanan erler, bulundukları yerde şehit düşerler. Kırk erin de şehit düştüğü yerden birer pınar fışkırır. Böylece yörenin adı KIRKPINAR diye anılır. Bundan sonra yapılan güreşler de bu söylence anısına KIRKPINAR GÜREŞLERI diye anılır.
Seyyid Ali Sultan’ın önderliğinde gerçekleşen Kırklara ilişkin bu söylence, Türklerin, Avru pa’da fethettikleri yöreleri Türkleştirmelerinin hikayesini ele almaktadır. Kırklar olarak bilinen Alp-Erenler gurubunun başlarından geçenler ve onlara yönelik hikayeler çerçevesinde isimlendirilen yöreler, tıpkı yeniçeri ocağına alınan hıristiyan kökenli delikanlılara verilen yeni adlarla ve benimsedikleri Bektaşi gelenekleriyle yeni bir hayata ve kimliğe kavuşturulmaları olgusu gibi yoğun bir kültür değişmesi olgusunun mesajlarını taşımaktadır.
Kaynaklar:
Hasluck, Von. Bektaşiliğin Coğrafi Dağılımı. Çeviri ve düzenleme:Turgut Koca,
A. Nezihi Erginsoy, 1991, İstanbul.
Noyan, Bedri. Bektaşilik, Alevilik Nedir.1987, Ankara. Noyan, Bedri. Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi. Ankara. Temren, Belkıs. Adni Baba ve Hayderi Sultan kayıtları (basılmamıştır).
1    Örneğin, Şumnu’yu 3 gün içinde, 7 gün içinde Rusçak’u, 2
gün içinde Yerköy’ü, 7 gün içinde Silistre’yi alırlar.
2    Bektaşilerde nefes kelimesi ayni zamanda “hayat, canlılık, dirilik, ruh” anlamlamını da içerir. Bestelenmiş nutuklara verilen genel isimdir. “Nefes söylemek” şeklinde kullanılır. Bektaşi sohbetlerinin sürdürüldüğü “sofra”larda genellikle sofranın sonlarına doğru sohbet sonrasında söylenir. Her zaman insan sesi ön plandadır. Çoğu zaman saz eşliğinde de söylenir. Kırsal kesimde genellikle geleneksel Türk sazı ve bağlama kullanılır. Şehirlerde olanaklar daha fazla seçenek sunduğu için kullanılan enstürmanlar daha fazladır. Bu durumda kullanılan sazlar şunlardan biri veya birkaçı olur:
Ney, bendir, tanbur, rebab, ud, kanun, kudüm, bendir veya mazdar. Bektaşi nefesleri çoğunlukla düyek, sofyan, devrihindi, cıjrcuna, aksak. ağır düyek, raks, Bektaşi raksı, raksan, katıkofti, yürük semai usulündedir. Ağır ritimler kullanilmaz Topluluk çoğunlukla hep beraber söyler. Nutuk ise bu şiirsel anlatıların müzik eşliği olmaksızın yazılı metin veya şiir şeklindeki haline denir. Konulan aşk, cemal, didar, saki bad azizlerin menkabeleri , yol kuralları, erkan ve söylencelerdir. Bir nutkun kime ait olduğu o nutkun şah beytindeki mahlastan kolaylıkla anlaşılır. (Temren,1998:220)
3    Ayrıca Kırcaalı yoresinde de Seyid Ali Sultan için bir ziyaretgah vardır. Ancak gerçek mezarı burada değildir.Kırcaali sadece bir makamdır,   
 
4    Hasluck’un verdiği bilgiye göre, eskiden burada Aya Yorgi adında küçük bir Rum manastırı varmış. Salgın bir hastalık sonucunda, yörenin Hıristiyan halıkından kimsecikler kalmayınca Bektaşiler buraya yerleşmişler. Hasluck bu olayın 1836-1839 yılları civarında olduğunu belirtir. Yöre halkı bu salgının anılarını hala anımsamaktadır.  Günümüzde de Aya
6-109
 
Yorgi yortusunun (Müslüman kültürde Hıdırellez’in) Müslümanlar ve Hıristiyanlarca sosyal amaçlı şenlikler ile Domuzdere’de kullandığını bildirir. Aya Yorgi manastırında tahribat yapılmamış, bütün bölümler olduğu gibi korunmuştur. Derviş ve Şeyhin oturma odaları ve ibadet meydanı ile Hıristiyanlar için de ibadet meydanlarına dokunulmamış, iki yanında kandil yanan Aya Yorginin tasviri ile korunmuştur. (Hasluck,1991:21)
 
5 Söylencenin gerçeğe uygunluğu tartışılabilir. Olaylar tamamen böyle gerçekleşmemiş, bir kısmı yakıştırılmış olabilir. Ya da farklılaşan yönleri olabilir. Ancak önemli olan söylence haline getirilen bu fetih macerasının taşıdığı mesajlardır. Simgelerin altına gizlenen öğretinin temel taşlarını yüzyıllardan bu yana taşıyıp gelmesidir. Bu yüzden söylencenin Bektaşi sofrasındaki ya da sohbetindeki şekli ve yeri gerçeğe uygunluğundan çok daha önemlidir.
 
 
İnsana bin dost az, bir düşman çoktur.
İlim ve tecrübenin asıl merkezi akıldır.”
Hz. Ali
(Hz. Ali Divanı’ndan)
6-110

Kaynak: www.zulcenah.net

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*