Hacı Bektaş Veli’yi Doğru Tanıyor muyuz?

Serçeme Hacı Bektaş Veli ve Hünkar Dergâhı
İsmail Kaygusuz

Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin yaşamı boyunca toplum için yaptığı onca güzel iler;
kendisi egemen Sünni yönetimlerin inancına aykırı dütüğünden, ancak birer keramet
yumağı olarak günümüze taınabilmitir. Halk bilinci onu gönüllerine, iç dünyalarına
sultan yapmı; yürüdüğü dağı taı, dokunduğu toprağıağacı ve oturuunu kalkıını, el
veriini, gözaçıp kapatıını kutsamış ve olağanüstü ögelerle bezemi. 15.yüzyıılın
sonlarında ilk kez yazıya geçirilmiş olan iirsel ve düzyazı biçiminde günümüze
ulaan Hacı Bektaş Vilayetnamesi bu özellikleri taır. Kendisinin yazdığı ya da
yazdırdığı yapıtlardan ise, atiyye’leri ve Fevaid (Yararlı sözler)dıından sadece tam
olarak Sadeddin Molla'nın türkçeletirdiği Makalat (Sözler) elimizde bulunmaktadır.
İçerikleri eriat ögeleriyle donatılmış ve hiç ilikisi olmadığı kiilerin adları bulunan
“Besmele’nin erhi ve “Makalat’ı Gaybiyye Kelimat-ı Ayniyye”(Gizli sözler, açık
sözcükler) isimli kitaplar Hacı Bektaş Veli’ye ait olması olasılık dııdır, yazıcımüstensih tarafından kasıtlı olarak onun adı kullanılmış ve Makalat tahrif edilmitir.

Hiçbir tarihsel kiilik, Hacı Bektaş Veli kadar, kiiliğine ve konumuna ters
değerlendirilip, kendisine yabancılatırılmamış ve üstüne aykırı giysiler
giydirilmemitir. Kabaca bir sıralarsak:
1) Hacı Bektaş amazında orucunda bir zahid, yani aırı ibadet dükünü eriatçı bir
Sünni müslüman.
2) Ahmet Yesevi tarafından Anadolu’da Türklüğü ve Türkçeyi yaymak için
gönderilmiş bir Türk eyhi.
3) Anadolu’yu türkletiren ve islamlatıran alp erenlerin baı, bir fetihçi.
4) 1240’da doğup 1337-8’de dünyadan göçen Hacı Bektaş beylerle sultanlarla iyi
uzlamış ve Osmanlı ibirlikçisi bir Hanefi tarikat kurucusu.
5) Dünyadan elini eteğini çekmi, tekbaına inziva hücresinde “riyazat ve ibadetle
itigal edip” kerametler göstermiş bir ermi.

6) Babai halk ayaklanmasında gizlenmi, ayaklanma bastırılınca birden ortaya çıkmış
‘meczup’ ve korkak bir dervi.
Kukusuz Hacı Bektaş Veli bu kiiliklerin hiçbiri değildir ve olamaz! 1 Öyleyse
kimdir bu tarihsel kiilik?
Biz Hacı Bektaş Veli’nin Alamut Nizari İsmailileriyle çok yakın bağı bulunan bir
Batıni Dai’si olduğuna inanıyoruz. Burada öce bu ilkileri ortaya koymaya çalıacağız:

Hacı Bektaş Veli Bir Batıni Dai’siydi
Hacı Bekta’ın Ahmet Yesevi’nin ölümünden en az 40 yıl sonra doğmasına rağmen, onun tarafından Anadolu’yu “Türkletirmek” ve Türkçeyi yaymak, Anadolu’yu islamlatırmak için gönderildiğini hala ciddi ciddi ileri süren, yazıp çizenler var. Yıllar önce bu anlayıa Abdülbaki Gölpınarlı haklı olarak u yanıtı vermiti:

Yazarın 1-2 Aralık 2006’da Almaya/Heidelberg Üniversitesi’nde yapılan “Uluslararası Alevilik Sempozyum”unda yaptığı konumanın tam metni.
1 İsmail Kaygusuz, Hünkar Hacı Bektaş Veli, Alev Yayınları, Istanbul, 1998, s.6-9
“Hacı Bekta’ın, Mevlana’ya karı Türk harsını koruduğu, hatta onun bir Türkçü olduğu ve baında Ahmet Yesevi’nin bulunduğu bir tekilat tarafından bu maksatla Anadolu’ya gönderildiği gibi, kargaları bile güldürecek hükümler verenler çıktı…” 2
Elbette ki, Hacı Bekta’ın soyunun İmam Musa Kazım’a (ö.799) kadar çıkması, onun Türk-Türkmen olmasına da engel değildir. Yedinci İmam Musa Kazım’ın ölümüyle
11. kuaktan Hacı Bekta’ın doğumu arasında tam dörtyüz yıl var. Sadece adı geçen İmam’ın halefi İmam Rıza ve diğer oğullarının değil, 8.yüzyılın balarından beri Hasan ve Hüseyin soylular zaten İran, Horasan, Daylam, Tabaristan, Afganistan ve Türkistan’a yayılmış ve evlilik ilikileri kurmuş bulunuyorlardı. Onlar da bölgelerindeki etnik gruplar ve kültürleriyle iç içe karııp kaynamılardı.
Hacı Bektaş Veli, Yesevi yolunun yolcusu olduğunu söylemenin bilimsel tutarlılığı yoktur. Tarihsel olarak Niabur’da geçen olaylar ve Horasan bölgesindeki Moğol saldırıları gözönünde tutulacak olursa gerçeğin çok farklı olduğu görülecektir. Hacı Bektaş 1200’ün ilk on yılı içinde doğmuş olduğuna göre, Lokman Perende’den olsa olsa okuma yazma öğrenmiş ve ilk dinsel bilgilerini almış olmalıdır. Lokman Perende, Ahmet Yesevi’nin halifesi olmuş olsa bile, ondan çocuk yalarda ders alan Hacı Bekta’ın Yeseviliğiöğrenip, ona bağlanması olası görülmüyor. Abdülbaki Gölpınarlı bu konuda, “hasılı bizce, Ahmet-i Yesevi nasıl öhreti yüzünden Bektai geleneğine sokulmusa, Lokman da bu geleneğe sokulmuş ve bu zata Hacı Bekta’a hocalık ettirilmitir” diyor. 3 Kukusuz bu kiiler sadece “öhretleri” yüzünden değil, Hacı Bekta’ın “menkıbe”lerinin yazıya geçirildiği dönemin (1480’li yıllar) Osmanlı siyasetinin gereği olarak Vilayetname’ye sokulmutur. Gölpınarlı’nın asıl Mevlana Celaleddin adlı yapıtında, Hacı Bektaş Veli hakkındaki aağıdaki saptaması çok yerindedir:
“Hacı Bekta, bütün manasıyla batıni inanıların mürevvici (yayıcısı, propagandasını yapan) bir batıni dai’siydi. Bunu ‘Makalat’ açıkça gösterdiği gibi en eski kaynakların Bektailik hakkında verdikleri malumat da teyid eder…” 4
Hacı Bektaş Veli ailesi ve Niabur Kenti
Hacı Bektaş ailesiyle birlikte, doğduğu kent olan Niabur’dan en geç 1221’in Mart – daha erken de olabilir-ayında ayrılmak zorunda kalmıtır. Çünkü kent Nisan ayının ikinci haftasında Moğol ordusu tarafından kuatıldı. Kedisi henüz 11-14 yaları arasındadır. Belki de Vilayetname’de anlatıldığı gibi, babası “İbrahim el-Sani, Tanrının rahmetine varmıtı.” Ayrıca aynı paragrafta, “padiahlığı Hacı Bektaş Veli’ye arzettiler, kabul etmedi. Padiahlığı, amcazadelerinden olan ve Musa-el Sani evladından Seyyid Hasan’a verdiler” denilmektedir.
Bu gerçek Niabur padiahlığı değil, gönül padiahlığıdır. Belli ki, Hacı Bekta’ın henüz çocuk olması dolayısıyla, babasının yerine Seyyid Hasan seçilmitir. Bu kii kaynaklara göre Abdal Musa’nın dedesidir. Eğer İbrahim el-Sani Niabur’da ölmüse,
2 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, 4.Basım, İstanbul-1985, s.237. 3 Vilayetname, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul, 1990, s.103. 4 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, 4.Basım, İstanbul-1985, s.239-40.
aile ve aileye bağlı olanlar Seyyid Hasan’ın önderliğinde Niabur’dan çıkıp yollara dümütür.
Burada biraz Niabur’dan sözetmek gerekecek: Sünni Selçuklu önderi Tuğrul bey 1038’de Niabur’u alıp, kendisini bu kentte sultan ilan etmiti. Niabur 1142’de, İsmaililiğeeğilim duyan Selçuklu prensi Atsız tarafından ele geçirilmiş ve ancak bir süre sonra Niabur’la birlikte Sencer tüm Horasan’a yeniden egemen olmutur. Önemli İranlı bilge ve ozan, “Doğu’nun büyük aklı” diye nitelenen Nasır Husrev, 1052 yılında Horasan hücceti, yani Fatımi İsmaili baş dai’si olarak karargahını Belh’de kurmu; oradan Niabur ve Horasan’ın diğer kentlerine İsmaili propagandasını yönetiyordu. Hasan Sabbah’ın Alamut Nizari devletini kurmasından ölümüne kadar (1090-1124) ve ölümünden sonraki Alamut eflerinin, Melikah (1063-1092) ve oğullarıyla mücadeleleri boyunca İsmaili dai’leri İsfahan’da Belh ve Niabur’da çok geniş propagandaya girimiler ve Onikimamcı iilerden kendilerine büyük katılımlar olmutu. Bunlar Sünni Selçuk oğullarının baskılarından ötürü akın akın Hasan Sabbah’ın kalelerine (darül hicralara) gidip yerleiyorlardı. Kentlerde kalanlar da gizli ilikiler içerisindeydiler.5 Hacı Bektaş Veli’nin babasının ve dedesinin bu olaylarla ilikileri olmadıkları söylenemez.
Kısacası bu kent, bölgedeki Harezmahlar, Karahitaylı ve Selçuklular arasındaki
çekimeler arasında birinden diğerine sıkça el değitiriyordu. Son olarak; “10 Nisan 1221, Cumartesi günü Moğolların eline geçen Niabur ehrinin sonu (Merv’den) daha acıklı oldu. Halkı katledilerek tamamıyla tahrip edilen kent tarla haline getirilip üzerinde çift sürüldü. Gizlenerek sağ kalanları da imha etmek için bir Mogol komutanı bu 400 kii ile harabeler arasına bırakıldı.” 6
Kukusuz Hacı Bektaş ailesi ve yandalarının, yerle bir edilmi, tarla gibi sürülmüş Niabur’a bir daha geri gelmiş olmaları düünülemezdi. O zaman bu aile nereye yerlemiş ve ergenlik çağına yeni girmiş bulunan Hacı Bektaş eğitimini nerede görmütü? Farid Daftary, Moğolların Horasanı istila ettikleri yıllar ve Horasan’ın batıdan sınır komusu Kuhistan bölgesindeki Nizari kalelerinin durumu hakkında u bilgileri veriyor:
“Alamut İmamı Alaaddin Muhammed III’ün (1221-1255) ilk yıllarıydı. Sünni ulema dahil, Mogolların önünden kaçan çok sayıda Horasanlı göçmenler gelerek Kuhistan bölgesindeki Nizari İsmaili kalelerine sığındılar. İsmaililer aralarına katılmış olan sığınmacılarla hereylerini paylatılar. Doğrusu, Kuhistan Nizarilerinin bilgin önderi ihabeddin mültecilere öylesine iyi ve cömert davrandı ki bu, Nizari bölgesinden Alamut’a ikayetler bile oldu; hazinenin kaynakları üzerinde olumsuz etkilenmelerden yakınılıyordu. Alamut’tan onun yerine atanmış olan yeni muhteim emseddin Muhammed de mültecilerde eit derecede saygı ve hayranlık uyandırdı. Bu olayları, 12241226 arasında üç kez Kuhistan’ı ziyaret etmiş bulunan Sünni kadı Osman bin Sirac al-Din al Cuzcani anlatmaktadır. Hatta emseddin ile savamakta olan Sünni Sistanlılar adına diplomatik görümeler yapmıtı.”
5 Farhad Daftary, İsmailis, their history and doctrines, s.204-216.
6 V.V. Barthold, Çeviri: Prof.Dr. Dursun Yıldız, Türkistan, TTK Yayınları, Ankara, 1991, s. 472, 558,560;
dpnt.385.

Hacı Bektaş ve emseddin Muhammed Tebrizi
Demek ki, Hacı Bekta’ın aile çevresi ve yandaları da en geç 1221 yılı ortalarında, Kuhistan’daki İsmaili kalelerinden birine sığınmılardı. Büyük olasılıkla bu kale, Nizari valisinin oturduğu ahdiz kalesiydi. Hacı Bekta’ın, daha sonra 1223 yılı sonunda Alamut tarafından Kuhistan yöneticisi olarak atanan yeni İmamın büyük üvey kardei emseddin Muhammed bin Hasan İhtiyar (çok sonraları emseddin Tebrizi adıyla tanınacaktır) ile kurduğu iliki yaamlarının son dönemlerine kadar sürecektir. Genç Hacı Bekta’ın emseddin Muhammed gibi birinin koruması altına girmiş olmasıyla batıni eğitimini, Nizari İsmaililerden, almış olabileceği bir gerçeklik olarak karımıza çıkıyor.
Hacı Bekta, ahdiz ya da Alamut Nizari Medresesi ve kitaplığında tüm dai’lerin okuduğu, Kur’an ve hadislerin batıni yorumlarıyla birlikte İmam Cafer’e atfedilen risaleler ve onun batıni yorumcularının yapıtlarından olan Ummu’l kitab, Mansur el-Yamani’nin Risalat el-alim ve’l Ghulam, ve asıl İhvan-ı Safa Risaleleri, Nasır Husrev’in tüm yapıtları (Vechi Din, Sefername ve diğerleri), Hasan Sabbah’ın Dört Faslı ve Sergüzet’ini, ve özellikle 1164’de Büyük Kıyamet Çağrısı’nı ilan eden Alamut İmamı Zikri Selam Hasan II’nin ve Hasan Sabbah’ın düünceleri çerçevesinde, İsmaililiğin yeniden düzenlenip açıklığa kavuturulmuş ilke ve buyruklarını içeren Haft bab-i Baba Sayyidina vb. yapıtlarını okuyup yetimiş bir İsmaili dai’siydi. Makalat’ında da bu kitaplardan yansımaları rahatlıkla görebiliriz.
Anlaılıyor ki, babasının amcası oğlu Seyyid Hasan ailesi ve bazı yandalarıyla Azerbaycan’da Hoy kentine yerletiklerinde, Hacı Bektaş ve kardei Mente, birlikte Nizari İsmaili eğitim kamplarında, medreselerinde eğitim ve öğretimlerini sürdürüyorlardı. Hacı Bekta, İsmaililer arasında 10 yıldan fazla kalmış olmalıdır. 1230’lu yılların içinde bir İsmaili dai’si olarak dava misyonu yüklenip seyahatlara çıkmıtır. Bu görevleri de yetitiricisi, öğretmeni emseddin’nin önerisi ve Alamut İmamı Alaeddin Muhammed III’nin (1221-1255) onayıyla yüklenmitir. Dai’ler listesinin çıkartılması ve görevlerin onaylanıp icazet verilmesi, Fatımi İsmailileri zamanından beri geleneksellemi-resmilemiti. 7Kukusuz Alamut’taki dai’ler listesi, büyük kitaplık ve arivlerinin 1257’da toptan yakılıp yok edilmesi dolayısıyla ele geçmemiş bulunmaktadır.
Hacı Bektaş bir batıni İsmaili Dai’si olarak önce Hindistan’a gitmiş olabilir. Bu dava gezisi, emseddin Muhammed Tebrizi’nin Multan, Pencap ve Gucerat’ta İsmaililiği yaydığı döneme rastlar. Onun Hindistan’ı gezmiş olabileceği, Vilayetname’deki Güvenç Abdal söylencesinden anlaılmaktadır. Söylencede Hacı Bektaş Veli, Güvenç Abdal’ı Delhi’deki kuyumcu müridinden 1000 altın neziri (adağı) almaya göndermitir.
Otuz yalarındaki genç İsmaili dai’si olarak batıni dervii Hacı Bekta’ın son durağı Rum diyarı, yani Anadolu olmutur. Görüldüğü gibi onu Anadolu’ya gönderen Ahmet
7 Burada Fatımiler döneminden bir örneği, bizi yakından ilgilendirmesi dolayısıyla vermekte yarar var: 10.yy.ın balarında, Rey kenti bakadısı olan Abul Cabbar Hamdani (936-1025), “Tathbit Dala’ il Nubuwwat, s.180” kitabında Kahire’yi ziyaret eden dai’ler listesinde Abul Vefa al-Daylami adı geçmektedir. Bu kii daha sonra Abul Vefa Bagdadi adıyla tanıdığımız (1100 lerde öldüğü bilinen, Mineyikli soyağacına göre Zeyd soylu (annesi Kürt) olan Abul Vefa olamaz mı?
Yesevi değil, bağlı bulunduğu İsmaili Hüccet’i emseddin Muhammed el-Tebrizi ve Alamut İmamı Alaeddin Muhammed III (1221-1255) olmutur. Alamut’tan Horasanlı Baba İlyas’a yeni bilgiler, belki buyruk getirmiş ve onun hizmetine girmitir.
Hacı Bekta’ın baından beri içinde ve stratejik katkılarda bulunduğu Baba İlyas ve Baba İshak’ın yönettiği Babai Halk hareketinden Alamut’un habersiz olduğu zaten düünülemez. Yönetim düzeyinde, Celaleddin Hasan III zamanında (1210-1221) bile Anadolu’da Alamut’un büyük bir otoritesi olduğunu gösteren bazı tarihsel belgeler sözkonusu8 olması dıında, en büyük Selçuklu Sultanı Alaaddin bile her yıl Alamut’a vergi veriyordu. 9
Baba İlyas’ın piri olan Dede Garkın’ın Abu’l Vefa yolağından olduğunu ve dolayısıyla Baba İlyas ile Baba İshak’ın Abu’l Vefa’ya bağlı bulunduklarını Osmanlı tarihçileri ve menakıbname yazarları da söylemektedirler. Dipnot 7’de değindiğimiz Fatımi İsmaililerin 10.yüzyılı balarındaki listede Abu’l Vefa, Daylam baş dai’si olarak geçiyor. Olasıdır ki, yaamının son zamanlarında ise Irak’ta Bağdad baş dai’si görevinde bulunmuş olup, Abu’l Vefa Bağdadi adıyla anılmaktadır. Ayrıca anımsatalım; İsmaililer kendi aralarında Alamut önderlerine “Baba Seyyidina”, yani ‘Baba Efendimiz’ diye çağrılıyordu.Oysa Vilayetname’de Hacı Bekta’ı ziyarete gelmiş olduklarından sözedilen Horasanlı Kalenderiler, Haydariler bu kılıkta dolaan İsmaililerden bakası değildir.
Sonuç olarak
Hacı Bektaş Veli, 1257’de Alamut’un Moğollar tarafından yerle bir edilmesi sonucu İsmaililerle ilikisini kesmiş midir? Bilemiyoruz, ama batıni inancın doruğunda; zamanın kurtarıcı imamı gibi ortaya çıkıp, Alamut İmamlarının temsil ettiği Ali’nin donuna bürünmütür. Haft bab-ı Baba Seyyidina’ya göre zamanın İmamı Ali’yi temsil ediyor, bütün İsmaili inançlıların her biri de Salman’nın makamında bulunuyordu, yani birer Salman idiler. Aynı ekilde bunu bir çok Alevi-Bektai ozanı ilemitir. Örneğin 15.yüzyıldan Hasan Dede (ö.1469) bir nefesinde,
Yerlerin göklerin binasın düzen Ak üstünde kara yazılar yazan Engür erbetini Kırklara ezen Hünkar Hacı Bektaş Ali kendidir
Kul Hasan'ım var mı sözümde yalan Münkirin gönlünü gümana salan Doksan günlük yolu kulukta alan Hünkar Hacı Bektaş Veli kendidir
derken, ah İsmail Hatayi (ö.1524) yedi kıtalık bir düvazimamıyla muhiplerini “Ali’ye Salman olmaya çağırıyor”:
Muhammed’e gönül kat ki Cahd edip rehbere yet ki Bir Gerçek’ten etek tut ki Ali’ye Salman olasın
8 Osman Turan, Türkiye Selçukluları Resmi Vesikalar, Ankara, 1988, s. 106-108) 9 Al Hamawi, al-Tarikh-i al-Mansuri, s.340’dan aktaran Farhad Daftary, İsmailis. s.420
Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ı da Onun Batıniliğinin Önemli
Kanıtıdır

Hacı Bektaş Veli Makalat’ında, insan olmak, kendini tanımak için sadece eriatın yetmediğini, inancı tamamlamak ve “Hak ile hak olmak, onunla birlemek için” tarikat, marifet ve hakikat kapılarını da geçmek gerektiğini anlatmıtır: “İnsandan ulusu yoktur… Arifler marifet tahtı üzerinde oturur. Tanrıyla söyleirler, konuurlar. Ali’ye sordular, ‘Tanrı’ya, görürmüsün ki taparsın?’ Ali eder: ‘Görmesem tapmaz idim” diyor. Bu anlayış Sünniliğe sığar mı? eriatta bu sözleri söyleyen kafirdir.
“…Akıldan yararlanmasını bilen için gizli birey yoktur. Bilim evrenin tüm değerlerinin üzerindedir. Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır..”
Akıl ve bilim hakkında söylediği bu türden sözlerin eriat dogmalarıyla hiçbir ilgisi yoktur ? Ayrıca “Makalat”ta Hacı Bektaş kendisine bağlı olanların ibadetlerini de gösteriyor, sonunu da “…Ve insanoğlu için en önemli ibadet; doğruluk ve insan sevgisidir”10 diye bağlıyor.
Gönlü Kabe’ye benzeten Hacı Bektaş Veli, “Kabe’de ihram giymek demek, hakkı batıldan seçmektir. Ve hem yoldan taş arıtmak, Kabe’de Arafatta taş atmaya, kendi nefsini (kötü) heveslerini depelemek ise Kabe’de kurban kesmeğe benzer”diyor. 11 Bu ifadeler, Sünni İslamın Hac artını yoksaymaktır, reddidir. Arafatta eytan talayacağına, yoldaki taları temizle; hem sen hem bakaları rahat yürürsünüz., anlamına gelir. Hacı Bekta’ın önderliğini yaptığı, kendi fadesiyle “Marifet ve Hakikat makamlarının” ehli olan “arifler ve muhibler zümresidir”, yani batıni Alevi inançlılardır. Onlar için 8 Ağustos 1164 yılında Alamut’ta ilan edilen “Büyük Kıyamet Çağrısı” ilkeleriyle “tatil-i eriat” dönemi balamıtır; eriat tam 842 yıldır tatilden dönemedi. 12
Hacı Bekta’ın Hristiyanlarla İlikileri Üzerinde Birkaç Söz
Hacı Bektaş Veli, (halife ve dervileri dahil) içiçe yaamakta oldukları Hristiyan halk ve manastır keileriyle dostluk, yakınlık ilikileri sürdürdüğü gibi, sürgün Bizans İmparatorluğunun bakenti ve aynı zamanda bilim ve kültür merkezi İznik’den de haberliydi; gelimeleri izliyor olmalıydı.
Özellikle Hacı Bektaş ile yaıt ve aynı yıllarda ölmüş bulunan Nikephoros Blemmydes (1197-1272), kendi manastırında verdiği felsefe derslerinde evrensel sorunlarla ilgilenmekteydi: Burada, aağıdaki varlıklar tarafından ekillendirilmeden önce, ırk ve türlerin her cinsinin Tanrı’nın düüncesinde yeraldığını farzeden nominalizim ile realizmi uzlatırma yollarını aratırıyor. Aynı zamanda “herkese, hereye yeryüzünde gerçek tanrı olacak” ideal bir filozof-kral portresi çiziyordu. Hacı Bekta’ın günümüze ulamış yapıtlarında akıl, bilim, evren ve dünya üzerine sözlerinde gününün felsefesinin izlerini görmemek olanaksızdır.
Hacı Bektaş Veli Dergahı herkese ve hangi din ve inanca mensub olursa olsun her insana açıktır. Onun Horasan’dan kalkıp ziyaretine gelen ve -gerçekte İsmaililer olan-Kalenderi, Haydari konukları da vardır; her yıl düzenli olarak Dergaha gelip kurbanlarını keserek, Cem-cemaata katılan ve lokma yiyen Hristiyan köylülerinden müridleri de…Hacı Bekta’ı Kapadokyalı Aziz Kharalambos’la aynılatırıp, din
10 Hacı Bektaş Veli, Makalat, Hazırlan: Sefer Aytekin, Akara, 1961, s.32, 36, 73).
11 Makalat, s.75.
12 Bu büyük gün için bkz. İsmail Kaygusuz, Nizari İsmaili Devletini Kurucusu Hasan Sabbah ve Alamut (Öğretisi,
Tarihi, Felsefesi), Su Yayınları, İstanbul, 2004, s.85-89.

değitirmeden onun hogörüsüne sığınmış köylülere karı, kentli Hristiyanlar ve manastır keileri gizli gizli haberleerek duasıyla birlikte yardımlarını da alıyorlardı. Çünkü Hünkar’ın Bizanslı Hristiyanlara yaklaımı insancıldır; tüm insanlara karı eitlik ve sevgi yüklüdür davranıları. O İsa’yı da, Muhammed’den aağı görmemektedir. Hacı Bektaş Fevaid adlı yapıtında İsa peygamberden u sözleri nakleder: “…Ve dört eydir ki insanı Hakk’a eritirir: Büyüklerle oturmak, akıllı kiilere danımak, kısmetsiz kiilerden (çalımayan, kendine bile yararı olmayanlardan İ.K.) sakınmak, münzevilerden (köesine çekilmiş sadece ibadetle uğraanlar İ.K.) yardım istemek.” 13
Hacı Bekta, Vilayetname’deki söylencelerden anlaıldığı üzere, gerçekten bu dört ilkeyi aynısıyla uygulamıtır Hristiyanlarla ilikilerinde: Büyükleriyle oturup sohbet etmi. Akıllılarına danımı; düünce alıveriinde bulunmu. Kendine yararı olmayan, yani çalııp da kısmetini ele geçiremiyenlerinden, tembellerinden uzaklamı. Ama asıl yoksul Hristiyan halkla karılıklı yardımlamalarını sürdürmütür.
Serçeme Hacı Bektaş Veli ve Hünkar Dergâhı
Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu Dergah, Sünniliğin medreseleri karısında, günün bilimlerinin ıığı altında ve çağını aarak, Batıni-Alevi öğretisinin kurallarının öğretilip uygulandığı Halk Üniversitesi konumu kazanmıtır. Eğitim ve öğretiminde Anadolu’da çoğunluğu oluturan Türkmen halkların dilini, öz Türkçeyi kullanmıtır. Kukusuzdur ki, bata Bereket Hacı ve çevresi olmak üzere, Malya yenilgisinden sonra yapılan Babai kırımından kurtulmuş bulunan Baba İlyas halifelerinin ve Bacıyani Rum örgütünün büyük katkıları vardı. Ama asıl Hacı Bekta’ı kucaklayıp bağrına basan Sulucakarahöyük’te yerlemiş Çepni Türkmen topluluğunun el ve gönül birliğini, bu yerleim biriminde yeni toplumsal yapılanmanın olumasında en ön sıraya almak gerektir. Buna karılık Vilayetame’de olsun, Baba İlyas Menakıbamesi’nde olsun Hacı Bektaş Veli ile ilikisi olan (Hünkari, Çepni, Hacı Bereket, İbrahim Hacı gibi) topluluklar ve kurucularının adları geçtiği halde, kendisinin mensup olduğu söylenen “Bektaş ya da Bektalu” topluluğundan tek söz edilmiyor, tuhaf değil mi? Hayır tuhaf değil, çünkü sadece bir isim bezerliğinin ötesinde bir ilgisi yok. Bekta, Bektalu-Bektalı, Bektaoğulları adlarıyla anılan bu topluluk Rivan Ekrad Taifesi’ne bağlıdır, yani bir Kürd topluluğudur. Rivan Kürd airetinden bir kiinin, bir önderin adını taımaktadır. Osmalı Belgelerinde “iskan edilen yerlerden kaçan, yol kesip yolcuları soyan, konar-göçer Türkman Ekradı Taifesi’nden Bektalı Cemaatı öteden beri ekaavet üzere idi, ekıyalık yapyordu” diye geçiyor.(Bkz. Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda OYMAK, AİRET ve CEMAATLAR, Istabul-1979, s.239-40.) Hacı Bekta’ın bu topluluğa mensup olduğu iddiası bize, eski Nakibedi eyhi Prof. Dr. Esat Coan’ın bir makalesideki u cümleyi anımsatıyor: “…mademki Hacı Bektaş Makalat’ı Arapça yazmı, demek kendisi de Arapmı…”
13 Hacı Bekta, Fevaid, Hazırlayan: Mehmet Yaman, Ankara-Tarihsiz, s.51
Bütün bu emeksel katkılarla Sulucakarahöyük’te yapılan üretime dönük çalımalar, bölgenin koullarına uygun yeni uygulamalar Dergah’ın ekonomik düzeyini yükseltirken, inançsal, eğitimsel ve kültürel etkinlikleri de o derece artırıyordu. Hacı Bektaş Veli, bağlı baş dai ya da Hüccet olarak buluduğu emseddin Muhammed ile, 1243’te Anadolu’ya geliine kadar da gizli iliki içindeydi. Velayetame’de farklı biçimde de anlatılmış olsa, zaten Mevlana’ya gitmeden önce Hacı Bekta’la bulutuğu bilinmektedir. 14
Yedinci İmam Musa Kazım’ın soyundan Seyyid İbrahim-i Sani oğlu Seyyid Muhammed Bekta’ın, Sulucakarahöyük’te kurduğu Hacı Bektaş Veli Seyyid Ocağı en fazla 20 yıl içerisinde Hünkar Dergahı’na, sözcük anlamıyla “Ulu Padiah Kapısı”na dönütü. Alevi-Bektai inançsal birliğinin merkezi oldu.Vilayetname’ye göre bu dönem içinde 360 halife ve 36 000 derviş yetimi. Bunlar siyasal dağılmılık içindeki Anadolu’nun çok sayıda beylik topraklarına yayılarak yerleerek çerağ uyandırıp cemlerini-cemaatlarını yönetmektedirler. Çok daha önceden gelmiş Anadolu’nun çeitli bölgelerinde yaamakta olan Seyyid Ocakları’nın pirleri de Hünkar Hacı Bekta’ı büyük Mürid ve Serçeme olarak tanıyıp, Hünkar Dergahı’na bağlanmılardı. Bu Dergah, olasılıkla İsmaililer arasındayken Hacı Bekta’ın kendisinin de eğitim görmüş olduğu, 11.yy.ın son çeyreğinde, Hasan Sabbah’ın öğretmeni baş dai Abdülmalik Ata’ın ahdiz Daru’l Hicra kalesinde kurduğu İsmaili eğitim merkezi-medresesinin ilevini görmütür: Orada da 10 yıl içinde çoğunluğu İsfahanlı 30 000 kii İsmaili inanç eğitimi almış birer dai olarak batıni inancını yaymakla görevlendirmitir.
Hünkar Hacı Bektaş Veli “bir olalım” diyerek, inançsal, toplumsal birliğin yanısıra; ezici çoğunluktaki Türkmen boy ve oymaklarını yönlendiren inançsal önderleri yetitiren Seyyid Ocakları örgütlenmelerini de birletirerek merkeziletirip, dağınıklığı ve bireysel (çıkarları)liği geri plana çektirince “diri olmayı”, canlı ve sağlıklı kalmayı gerçekletirmi. Öbür yandan yerletiği bölgede tarımda, zanaatta ortaklaa üretime/bölüüme, sosyal dayanıma ve ticarete ağırlık kazandırarak üçüncü ilkesi “iri olmayı”, yani ekonomisini güçlendirerek büyümeyi de sağlamıtır. Öyle ki, Hakka yürümesinin ardından onun adına bin koyun, yüz sığır kesilip halka ölen veriliyor. Yedinci ve kırkıncı gününde ise o ana kadar beslenen konuklara helva dağıtılıyor. Bunlar gösteriyor ki Dergah bir anda 25-30 bin kiiye yemek verecek, doyuracak durumdadır.
Hünkar Hacı Bektaş siyasetini, döneminin öznel ve nesnel koulları içerisinde, Mogol istilasıyla yıkılan yokolan kurumların restorasyonunda birlik sağlama üzerinde denedi. Baba Bekta, geldiği Babai ihtilalci geleneğini, varolan koullar içinde uygulamaya gitmemitir, yani bu kendisine bağlı geniş Alevi Türkmen halk kitlesini bir iç isyana yöneltmedi. Çünkü önce dış düman tehlikesinden kurtulmak gerekiyordu. Kısacası, istilacılardan memleketin kurtarılmasını öne almak amacı güdülmütür. Bu nedenle bağımsızlık siyaset güden Selçuklu prensi İzzeddin II. Keykavus’u, Mogol korumalığındaki ibirlikçi yönetime kentleri köyleri yakıp yıkan, ezeli düman Mogollara karı savamaya yönlendirerek onun yanında yer aldılar.
Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin ölümünün ardından Bacıyan-i Rum kadınlar örgütlemesinin (eski) bakanı ve ei Kadıncık Ana adıyla tanınan Kutlu Melek(Fatma
14 Hacı Bektaş ve emsi Tebrizi ilkileri konusunda geniş bilgi için bkz. İsmail Kaygusuz, “emseddin Muhammed Tebrizi (1183/4-1247/8)-ems’in Tarihsel, İnançsal ve Siyasal Sorunsalının Çözümü Üzerine Bir Deneme”, Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul, 2005, 1.Bölüm.
Nuriye) bir süre posta oturarak Hünkar Dergahı’nı yönettiği bilinir. Yine Aık Paa’dan gelen bilgilere ve Abdal Musa Velayetnamesi’ne göre Kadıncık Ana emaneti, yani Dergah yönetimini Abdal Musa Sultan’a devrettiğini biliyoruz. Abdal Musa’nın kendisine ardıl olarak Seyid Ali Sultan’ı (1310-1402) gösterdiği üzerinde kanıtlar vardır Kızıl Deli Sultan ile torunu, yani Mürsel Bali oğlu Balım Sultan (ö.1518) farklı konumlarda tarih sahnesinde yerlerii aldılar. Serçeme Hacı Bektaş Veli’nin soyundan gelenlerin Dergah’ta postniin ya da tekkein adıyla, Osmanlı’ya ya tamamıyla karı, yahut uzlaarak toplumsal-inançsal önderliklerini sürdürdüklerini biliyoruz.
1509-1511 ah Kulu, 1512-13 Nur Halife, 1525 Baba Zünnun 1527-8 Kalender ah(Çelebi) Osmanlı zulmüne karı, Kızılbaş bakaldırı hareketleri Dergah çevresinde oluan siyasal birlikten kaynaklanmıtı. Osmanlı yönetimi hem bunlardan hem de Kızılbaş Safevilerle sıkı ilikilerden dolayı Dergahı kapattı. Hacı Bektaş soyundan gelen Seyyid ailelerin önderleri öldürüldü, kalanları dağıtıldı. Anadolu’daki nüfusun büyük çoğunluğunu oluturan geniş bir kitlenin bulunduğu kutsal yerin kapatılmış olmasının daha büyük bakaldırılara neden olacağı endiesiyle, Osmanlı üç yüzyıl önce yaamış olan Hacı Bektaş Veli’yi hadım edip(!) çocuksuz olduğuna ferman buyurarak, 1551’de Paa unvanlı Sersem Ali Baba’yı (ö.1559) Dergah’ın baına atadı ve kendisine bağlı yeni bir Bektai kolu (Babagan) yarattı. Dergah Hacı Bektaş evlatlarının elinden alındı. Ama çok değil 20 yıl sonra Osmanlının bu kuatmasına, Hünkar Dergahı’na elkoymasına karı çok geniş bir protesto hareketi görüyoruz. ah İsmail adıyla ortaya çıkan bir Alevi halk önderi, 50 bin kiinin baında Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyaret ederek, kurbanlar kesip kazan kaynatarak toplu Hac tapınması ve büyük Görgü Cem gerçekletirmitir. Bizce, Lala Mustafa Paa tarafından 1578’de ezilmiş Düzmece ah İsmail hareketinin asıl bu bağlamda özel bir önemi vardır. Sürgün edilen, dağıtılan ya da kaçma durumunda kalmış olan Hacı Bektaş Veli evlatlarının Bağdad, Kerbela ve Necef’te Hacı Bektaş Tekke’leri kurdular. Buralarda Dede Garkınlı ve ah İbrahimli Dede’lere “icazetnameleler” verdikleri ve mektuplar yazdıklarını görüyoruz.
Aynı yüzyıl içerisinde Osmanlı yönetimi, Hacı Bektaş Dergahı’nı bağı-bahçesi, köyleri ve arazileriyle birlikte, aileden birinin bakanlığında bir çeit ayrıcalıklı vakıf tımarı biçiminde kurumlatırıp, tümüyle denetimi altına aldı. Bu kere ikili dergah postniinliği sürdürürken fermanlarda Çelebi ailesinden olanlar da “El eyh….evlad-ı Hacı Bekta-i Veli” sıfatıyla tanınıp Hacı Bektaş soyundan geldiklerini onaylanmış oluyordu. Artık Osmanlı çıkarları gereği, Hacı Bektaş Veli’nin çocuksuzluğu siyasetinden vazgeçmiş görünüyor. Yaratılan ılımlı (Babağan) Bektailiğe sokuturulmueriat ögelerini kabula zorlanarak, yolu sürdürmeye yetkin dedelere verdiklere “İcazetname”lere “ günde beş vakit namaz ve Ramazan’da teravih kıldırma” koulları bile koydurulmutu. Hacı Bektaş Seyyid Ocağı, soyun yaaması yokolmaması adına “takiye”ye sığınarak 1826 yılına kadar bu ikilem içinde Hünkar Dergah’ının önderliğini sürdürmeye çalıtı.
Hak Muhammed-Ali’den sonra adını gülbenklerinde, dillerinde zikredip, gönüllerinde sakladıkları Hacı Bektaş Veli’nin evlatlarından postta oturan zata, her durumda geniş Alevi kitlesi tarafından “el ele el Hakka” ilkesi çerçevesinde Mürid olarak kabul edilerek saygıda kusur edilmemitir.
Bununla birlikte izleyen yaklaık yüz elli yıl içinde, Hünkar Dergahı’nda birlik tamamıyla bozulmutur; hem Osmanlı’nın tevik ve yardımlarıyla, hem de bu dönemdeki İran Safevi ah’larının iki yüzlü siyasetiyle Seyyid Ocakları teker teker Dergah’tan kopmaya ve bağımsız hareket etmeye baladılar, yol ve erkanlar denetimsiz kaldı. Osmanlı yönetimi, Nakıb-ül Eraflık kurumunun Kerbela ve Necef kolları bolkeseden Evlad-ı Resul ecereleri, Seyyidlik beratları dağıtması ve yenilemesini kolaylatırdı. Seyyidlere tanınan ufak-tefek ayrıcalıklar Ocaklara bağlı aileleri cezbediyor ve bir yandan da ecere yeniletene talip içine öncelikle gitme Cemcemaat yapma hakkı doğduğu için rekabet ve rüvet alıp yürümütür. Aynı belgelerin Erdebil tarafından verilmesine de dönemin ah’ları gözyummaktaydı. I.ah Abbas, ah Safi ve II.ah Abbas dönemlerinde Anadolu’ya gelen Buyruk metinlerinde Kızılbaş edep-erkanları içine sokuturulmuş tüm ii eriatı ögelerini görmekteyiz. Ama öbür yandan, adı geçen ah’ların her fırsatta batıni anlamda Ali-Fatima soyundan ve zamanın İmamı, Müridi Kamil nitelemeleriyle övgüleri yapılmakta. Oysa İran’da Ortodoks Caferilik resmi din olmuş ve Kızılbalık yasaklanmı, önderleri yönetimden uzaklatırılmı, çoğu katledilmiti; Kızılbaş Türkmen kitlesi koğuturmaya uğramakta ya kaçarak Anadolu’ya sığınmakta ya da ii ve Nimatullahi sufilerinin, Noktavilerin kılığına girerek korunmaktadır. Anadolu Alevi-Kızılbaları bunlardan habersiz, sahte halifeler tarafından isninsah edilen (çoğaltılan)Buyruk’lar ve ii kitaplarıyla aralarında dolaıyor ahların övgülerini yapıyor, ayrıca Seyyid Ocaklarından kendilerine bazı yandalar ediniyorlardı. Ocaklar öylesini kaptırmıtır ki kendilerini bu ecere yenileme, berat alma olayına; aynı Ocak’tan bir aile Hacı Bektaş evlatlarından İcazetname alırken, öbürü Erdebil Dergahı’ndan alarak talip bölüüme ve çıkar rekabetine dönüüyor.
Bu bölünme ve ayrılmalar daha kendi zamanında balamış olmalı ki, Safevi soylu olmasına rağmen Hünkar Dergahı’na bağlı ve Pir Sultan Abdal’ın talibi büyük Kızılbaş ozanı Dede Kul Himmet (ö.17.yy.ilk yarısı) bir nefesinde öyle söylemektedir:
Bekta-i Veli'nin yolun bilmeyen Gündüzü karanlık gece sayılır …… Evladı Mürsel'dir, tutmazsa damen Anlardan ıraktır din ile iman Her kim Ali evlada ederse güman Yüz bin emek çekse hiçe sayılır …… Kul Himmet'im bu manaya erenler Zamanının İmamını bulanlar Hazret-i Hünkâr'ı mürit bilenler Bir niyazı yüz bin hoca sayılır
Ayrıca Medrese eğitimi alarak eriat eğilimlerini güçlendirmi, Dersaadet İstanbul ile iyi ilikiler kurmuş Ocaklı Seyyidlerin de bulunduğu bilgi dıı değildir. İmam Zeynelabidin oğlu Zeyd soyundan Ağuçanlı ve Mineyikli Seyyid Ocaklarıyla akraba olan Senirkentli Veli Baba bunun tipik örneğidir. Onun soyundan gelen Veli Baba Tekkesinin postniinleri İstanbul medreselerinde yetimiş olduklarını öğreniyoruz. Öyle ki, Veli Baba’nın İstanbul sarayı ile yakın ilikisi yaamına maloldu; Katırcıoğlu bakaldırı harekti önderleriden (enitesi) Kara Haydar’ın oğlu (yeğeni) Mehmet tarafından öldürüldü. Osmanlı yönetimi korkunç baskı-zulüm ve dümanca siyasetiyle birliği parçalama ve Seyyid Ocaklarını birbirini düürmekle de yetinmedi. 1826’da yeniçeri kırımıyla bilinen tüm Alevi-Bektai tekkelerini, dergahlarını kapattı.
Yeniçeri kırımının arkasından Hacı Bektaş Veli Dergah’ı yine Hacı Bektaş evlatlarının elinden alınıp, Nakibendi’lere verilerek asıl hedef olan Sünniletirmeğe gidilmi. Son postniin Seyyid Hamdullah Çelebi (1767-1836) Amasya’ya sürgün edilmitir. O yaamının son yıllarını sürgünde geçirirken, Alevi-Bektai toplumu olaya seyirci kalmamış dönemin koullarına uygun biçimde davranarak Anadolu’nun her köesinden, bağlı bulundukları Dergah postniini Müridlerinin sürgün cezasının kaldırılıp, yeniden postuna-makamına oturtulmasını; Hacı Bektaş Dergahının Hacı Bektaş Veli evlatlarına geri verilmesini talebeden ve her biri yüzlerce imzalı mektuplar göndermilerdir Padiah’a. Bu eylem, olay gerçekleinceye dek sürmütür. Buna karı Hacı Bektaş evlatlarını eletiren ve Dergah’ı yadsıyan Ocak Dede’lerinden bu duruma sevinenler, bu eylemlere yardımcı olmayanlar da fazlaca bulunuyor olmalıydı ki, kendisi Hasireti mahlasıyla yazdığıaağıdaki nefesinde kırgınlığı ve kızgınlığını ilenerek çıkarmaktadır sanki:
Hünkar Hacı Bektaş nesl-i Ali’den Hünkar evladını inkar edene İkrar almayanda iman mı vardır Maher kapısında rıdvan mı vardır Vahid-ullah deyip teslim olmadan … Gayri bir kimseden yaran mı vardır Hasireti’m ikrar iman Ali’ye …. Sırr-ı settar Hacı Bektaş Veli’ye Lanet olsun batıl yola gidene Ona ek getiren Mervan kulu ya Münafık ilmine amel edene Ehlibeyt’ten gayri daman mı vardır
Hala umudumu koruyarak sözlerimi öyle bağlıyacağım: Türkiye nüfusunun üçte birini oluturan Alevi-Bektai inanç toplumunun birliğinin inançsal temelde sağlanması dernekler ve vakıflar, diğer kitlesel örgütler aracılığıyla olmayacağı artık iyice anlaılmış durumdadır. Bu birliğin, Hacı Bektaş Veli Dergahının çevresinde toplanarak sağlanması kaçınılmazdır. Ulu Hünkar Dergahı’na toplum olarak sahip çıkıp, oranın tarihsel ilevine kavuturulması gerekir. Ancak bu inançsal hiyerarik yapının (Dede-Baba, Pir,Mürid) -simgesel de olsa-iletilmesi, Alevi-Bektai topluluklarının yaadığı bölge ve ülkelerden gelecek olan seyyid ocakları temsilcileri dedeler ve babalar arasından bir Dergah Yüksek Kurulu’nun seçilmesiyle gerçekleebilir. Bu kurulun Dergah Postniinin bakanlığında çağdaş demokrasi kuralları çerçevesinde çalıması sağlanmalıdır. Dede yetitirilmesi, erkanlarımızın günümüz koulları çerçevesinde yürütülmesi, bunları yürütecek Dedelere icazetname verilmesi ve hatta Hacı Bektaş Ocağından postniin seçilmesinden ve de inanç toplumu olarak sorunlarımızın-müküllerimizin çözülmesinden bu kurul sorumlu olmalıdır.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*