Maraş Katliamı’nda Neler Yaşandı?

31. Yıl Dönümü Yaklaşan Maraş Katliamı’nda Neler Yaşandı?
Katliamı Kimler, Neden Tezgahladı?

“… ellerinde Alman tüfeği, mavzer, makineli tüfekler vardı. Kadınlarımızın memeleri kesildi. Altı aylık çocuğumuza kurşun sıkıldı. Kolları kesildi, kafaları ezildi. Kadınlarımızın hem ölüsüne hakaret ettiler, hem dirisine. Kocasının yanında yaptılar. Gözlerine şiş soktular insanların. Seyrantepe’de Kaşanlı (…)ün karısının ırzına geçip, kurşuna dizdiler. Daha sonra külotunu çıkarıp sokağa attılar. Kalaycı Şah İsmail’e de baltayla vurup beynini parçaladılar…”

Katliamın gelişimi

12 Eylül askeri darbesine giden yolda, MİT, MHP, Genelkurmay tarafından tezgahlanan oyun, 19 Aralık 1978 tarihinde başlar. Perde; MHP’li faşistlerin, “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli filmi kente getirmesiyle açılır. Filmin gösterildiği Güneş sinemasında patlama meydana gelir. Patlama yaşanır yaşanmaz, “Bunu solcular attı” sözü yayılır. Ancak kısa sürede, patlamanın arkasındaki kişinin, soyismi bugün Şendiller olan ülkücü Ökkeş Kenger olduğu açığa çıkar. Patlamanın ardından sinemadan çıkanlar PTT ve CHP binalarına yönlendirilir, binalara saldırılar düzenlenir.

Ertesi gün, Alevilerin yoğun yaşadığı Yeni Mahallede bulunan Akın Kıraathanesi’ne bombalı saldırı düzenlenir. 21 Aralık’ta Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki solcu öğretmen, okul çıkışında katledilir.

Sokakta Taradılar
Çolak ve Yüzbaşıoğlu’nun yakın dostu, emekli öğretmen İhsan Çal, olayı gazetemize şöyle anlattı: “Hacı Çolak tehdit alıyordu. Mustafa Yüzbaşıoğlu da Çolak’ı yalnız bırakmamak için okuldan birlikte çıkıyorlar ve otomatik silahlarla sokakta taranıyorlar.”

İki solcu öğretmenin cenaze töreni de yine faşistlerin kışkırtma malzemesi yapılır. Maraş Müftüsünün, resmi araçla kent sokaklarında dolaşarak yaptığı çağrıyla ve ülkücülerin “Aleviler camilere saldıracak” yalanıyla çevre ilçe ve köylerden kamyonla getirdiği adamlarla iki öğretmenin cenazesine saldırılır. Gazetemize konuşan TÖB DER Şube Başkanı olan Cuma Sağanak, o günü şöyle anlatıyor: “İki öğretmen de TÖB DER üyesiydi. Biz de cenaze töreni yapmak istedik. Cenazeyi kortejle götürürken, ülkücüler engel olmak istedi. Camiye sokmadılar cenazemizi. Sonra mahalleye dönmek istedik, saldırdılar. Tabutlar saçıldı, ortada kaldı.”

Katliam büyüyor

Faşistler bununla yetinmez ve Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere doğru ilerler. Belediye araçlarıyla mahallelere silah taşınırken, faşistler de önlerine çıkanları döver, ev ve iş yerlerini tahrip ederler. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binalarını yakıp yıkar. Tüfek dükkanlarını talan ederler.

Sokaklar kan gölüne dönerken, Maraş’a zoraki giden bakan ve milletvekilleri, Hükümet Binası’ndan çıkmıyordu. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını anlatırken, Türkeş’i ziyaret edip, alınacak önlemleri konuşuyordu. Türkeş de “Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır?” diyordu. 4 gün boyunca da oluk oluk kan dökülen Maraş’ta, güvenlikten sorumlu en yetkili kişi ise Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu’ydu.

Maraş tanığı İhsan Çal, ilk üç gün jandarmanın olayları bastırmak için küçük bir çaba bile sarfetmediğini anlatıyor ve saldıranların adeta korunduğunu söylüyor.

En kanlı gün, 24 Aralık’ta yaşanır. Alevilerin yaşadığı mahallelerde halka otomatik silahlarla saldırılar başlar, işaretlenen evlerde kadın ve çocuklar kurşuna dizilir, tecavüz edilir, boğazları kesilir, daha sonra ölülere gaz dökülerek evler ateşe verilir.

İhsan Çal, tanıklıklarını şöyle anlatıyor: “Daha önce Alevilerin evleri işaretlenmişti. Bizzat gözlerimle gördüm. O gece işaretlenen evler basılıyor. Kurtulan çok az oluyor. Yörük Selim Mahallesinde insanlar savunmaya geçiyor. Ama diğer mahallelerdeki Alevilerin büyük kısmı katlediliyor. Caminin imamı önde, mahalle güruhu arkada, ellerinde sopalarla “4 Aleviyi öldüren cennete gider”, “Sağ elinizle vurmayın, sol elinizle öldürün” gibi sözlerle oradan geçen bir genci yakalıyorlar. Kafasını taşla eze eze öldürüyorlar. Bazıları gazla yakılıyor. Evler talan ediliyor. Benim evim de talan edildi, eşyalarım camiden çıktı. Bir Alevi aile vardı. Evine cephanelik var diye asker tarafından ateş açıldı. Duvarlar delik deşikti. Musa Sıla ve ailesinden 5 kişiyi öldürdüler. Gelini hamileydi. Ünler ailesinden 4 kişi, kapıları kırılamadığı için duvarı yıkıp içeri girdiler ve katledildiler.”

Aziz Tunç ise bir katliamda yaşanacak herşeyin Maraş’ta yaşandığı söylüyor: “Bir katliamda neler olur? Önüne gelen insan öldürülür, yakılır, 70 yaşındaki kadın gözleri oyularak çukura atılır, hamile kadınlar öldürülür, tecavüz edilir, dağda kaçarken zevkine öldürülür insanlar. sünnetli olup olmadığını tespit etmek için soyulur, sünnetli olduğu halde öldürülür.”

Resmi Raporlarda Yer Alan Tanıklıklardan Bazıları:

“.. Gazipaşa semtinde, iki kişi saldırganların elinden kurtularak, yakınında bulunan askeri birliğe sığınmış. Saldırganlar, bu iki kişiyi, askerlerin elinden alarak kurşuna dizdiler. Sağlık ocağında görevli iki yaralıyı da zorla dışarı çıkararak kurşuna dizdiler…”

“…kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu…”

“…Mahalleye geldiğimde oğlum Ali’nin cesedini, Dilber Yılmaz’ın evinin bodrum katında bulunan bir kazan içinde yakılmış bir vaziyette buldum.”

Saldırılar, Ecevit hükümetinin sıkıyönetim ilan etmesiyle sona erer. Ancak geride 500’e yakın ölü kalmıştır. Ölü sayısı resmi makamlarca 111 olarak açıklanır. Katliamın ardından, Alevilerin yüzde 8o’i evini barkını terketmek zorunda kalır. Maraş’ta ilan edilen sıkıyönetim, 14 ilde daha uygulamaya konulur ve böylece 12 Eylül darbesine giden yol açılmış olur.

İçişleri Bakanı’nın raporu

Maraş katliamının ardından istifa eden İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, katliamla ilgili hazırladığı raporda, vahşetin planlayıcıları için “26 seyyar piyango bayisi görünümünde şehre geldikleri saptanmıştır” diyor ve bu kişilerin ülkücü militanlar oldukları kanısı uyandığını anlatıyor. Yıllar sonra adı Susurluk skandalıyla anılacak olan Ünal Osmanağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli gibi faşist militanların, katliamın yaşandığı günlerde Maraş’ta oldukları yine aynı raporda yer alıyordu. Rapora göre, sinemaya dinamit atılması emrini veren Ülkücü Gençlik Derneği Maraş şubesi 2. başkanı Mustafa Kanlıdere, dinamiti atanlar ise Ökkeş Kenger (Şendiller) ve 3. başkan Mustafa Tecirli idi.

Raporda, bombayı atan kişiyi gördüğünü belirterek karakola giden Cuma Avcı’ya, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın, sokaktan rastgele bulunup getirilen birini teşhis ettirdiği belirtiliyordu. Rapordaki ilginç tespitlerden biri de katliamın bir gün öncesi ile son gününe kadar Maraş’taki otellerde kalanların, her seferinde mesleklerini farklı bildirmeleriydi. Raporda bazı telefon görüşmelerine de yer veriliyordu. Adana’dan bir şahsın, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla arayarak, “Maraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun” dediği, Turgut’un da “Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim” karşılığını verdiği belirtiliyordu.

Dava

Katliam sonrası sıkıyönetim mahkemelerinde 804 kişi hakkında dava açıldı, çeşitli cezalar verildi. Dava 1991’e kadar sürdü. Dosya, Yargıtay’ın bozma kararının ardından, 1991’de yeni çıkarılan TMY’ye dayanarak kapatıldı. Katliamın tertipçileri ve failleri, böylece cezasız bırakıldı. Davanın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger (Şendiller) beraat ettirildi, daha sonra Meclis’e girerek milletvekili oldu.

MİT, MHP, Genelkurmay

Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in ölümünün ardından özel arşivinden çıkan 3 Ocak 1979 tarihli bir raporda, Maraş katliamının MİT tarafından organize edildiği belirtildi, katliamı örgütleyen dört MİT şefinin isimleri açıkça ifade edildi. Ancak bu dört isim, belgeyi açığa çıkaran gazeteciler Rıdvan Akar ve Can Dündar tarafından kamuoyundan gizleniyor. Bu raporda, katliamda MHP ve lideri Alparslan Türkeş’in sorumluluğu da açıkça belirtiliyor.

Maraş katliamı tanıkları, katliamı devletin gerçekleştirdiğine işaret ediyor…

Aziz Tunç: “Bu katliam doğrudan egemen sistem tarafından uygulanan bir katliamdır. Yükselen toplumsal muhalefetin önünü kesmek için, devletin içindeki derin güçler falan değil, devletin kendisi yaptı. Uluslararası ilişkiler üzerinden, emperyalist güçlerle birlikte planlandı, örgütlendi ve uygulandı. Sonucunda da sıkıyönetim uygulaması yapıldı, arakasından 12 Eylül darbesi yaşandı. O gün toplumsal muhalefete ciddi anlamda destek sunan bir Alevi kitlesi vardı. Bu katliam, Alevi-Sünni farklılığından dolayı, Aleviler üzerinde, toplumsal muhalefet ve devrimci güçlere karşı planlandı ve uygulandı. Bu oyunun oynanması amacıyla da figüranlar bulunmuştu. Ökkeş Kenger bu sürecin 3., 5. sınıf bir figüranıydı.

Herşey sistematik bir şekilde yapıldı. Sistemin bütün kurumları katıldı katliama. MİT’in özel bir yeri vardı. Biz bunu biliyorduk. Zaten Ecevit’in arşivinden de çıktı.

Maraş’tan İstanbul’a Aynı Tezgah

Maraş katliamı bu ülkede son derece önemli bir süreci anlatan çok önemli bir derstir. Türkiye devrimci hareketi bu süreçten ders çıkarmalı. Bu katliamcı sistem, bugün İstanbul’da ve ülkenin birçok yerinde, katliamcılığını Kürtlere karşı uygulanmaya çalışılıyor. İşte 2–3 gün önce üç faşist, Kürtlere silah çekti. O silahlar ciddi tahribat yaratmış olsaydı, o insanların yaptığı, Ökkeş Şendiller’in yaptığının aynısı olacaktı ve benzer bir katliam yaşanacaktı. Devrimcilerin, ilericilerin yapması gereken; liberal rüzgârlara bakarak Türkiye’ye demokrasi gelecek varsayımından vazgeçmek, bu egemen katliamcı sisteme karşı, cepheden, ezilenlerin örgütlü mücadelesini geliştirmek olmalıdır.”

İhsan Çal: Olayların tezgah olduğu biliniyordu. Ülkemiz bu tür olaylarla dolu, Sivas, Çorum… Halk galeyana getirildi. Ben Maraş’ta büyüdüm. Buranın yapısını biliyorum. İki öğretmenin cenazesi kaldırılırken insanlar örgütlü olarak toplanmış. Çiçek sinemasına bomba atılması da tezgahtı. Maraş’taki zihniyet “Ermenileri yaktık, Alevileri de bitireceğiz” idi. Böyle söylüyorlardı. Genel düşünce Alevileri yok etme üzerineydi. Bu zihniyet belirli karanlık güçler tarafından gerçekleştirildi. Amaç halkın yükselen mücadelesini bastırmaktı.

O dönemde Ülkü Ocakları başkanı ve başkan yardımcısı da yargılandı. Ökkeş Şendiller en bilinen isim. Olaylar Devrimci Savaş Örgütü’nün üstüne yıkıldı. Onlardan birisi cezaevindeymiş o zaman. Sağcı sanıkların hepsi serbest bırakıldı. Solcular cezalandırıldı.”

Yaşayanların Ağzından Katliam

Şeyho Demir: ‘O günkü Maraş Emniyet Müdürü geçen dönem AKP hükümetinin İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu’ydu. Katliamı MİT, MHP ve şeriatçılar el birliğiyle gerçekleştirdiler. Ben olaylar olduğunda İstanbul’daydım. Katliamı duyunca hemen Maraş’a gittim. 24 Aralık gecesi vardım Maraş’a. Sabahleyin Maraş Devlet Hastanesi’ne gittim. Orada Antep’ten tanıdığım bir hemşire ile karşılaştım. Beni görünce şaşırdı, ‘Aman Şeyho abi sen nereden geldin. Burada herkesi öldürüyorlar. Hastaneye hafif yaralı olarak gelen en az 10 kişiyi aşağı indirip öldürdüler’ dedi. Maraş Devlet Hastanesi Başhekimi’nin gözetiminde yapıldı bunlar. Bütün herkes biliyor ki, böylesine büyük bir katliam devletin eli olmadan yapılamaz. Yörükselim Mahallesi’nde hamile bir kadının karnını süngü ile yarıyorlar. Annesinin karnından çıkardıkları 8 aylık bebeği ‘allah allah’ bağırtıları arasında çengelle elektrik direğine asıyorlar. Bu vahşetin resimleri o günkü gazetelerde yayınlanmıştı. Maraş katliamı davasını avukat olarak Halil Güllüoğlu takip ediyordu. Güllüoğlu’ndaki dosyalar hiçbir zaman açıklanmadı. Zaten onu da davayı takip ettiği için öldürdüler. O dosyaları açığa çıkarsınlar, katliamdaki devletin rolü net olarak açığa çıkar.’

Meryem Polat:
“Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.

Kamil Berk: "23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,… sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”

Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor?’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”

Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim?’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun?’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.
“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan… Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım…”

Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi), şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi), Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,

“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,

”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra), iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*