Öz İçinde Özdür Aşk

Ali Kaykı

Günümüzde her şeyi öylesine karıştırdık ki, çoğu konuyu ayrıştıramayıp saflığına indirgeyemediğimiz gibi o saflığın sıcaklığını da hissedemez olduk. Böylece bakırı altın, gümüşü demir olarak tanımlamaya başladık. Bu durumun ya farkında değiliz, ya da birileri bizlere böyle öğretiyor!
Hislerimiz karışmış, bir yerde alabora olmuşlar. Son ile başı ayrıştıramaz olmuşuz. Hoşlandığımız bir nesneye sevdalandığımızı, hatta aşık olduğumuzu söylüyoruz. Oysa, bu kadar basite indirgediğimiz kelimenin kavram olarak ne kadar yüce bir değere sahip olduğunun bilincinde değiliz. İçinde evreni barındıran bu yüce duyguya erişmenin ne denli zor olduğundan da habersiz, bir bakışta hoşlandığımız varlığa ya da olaya bağıra çağıra yakıştırabiliyoruz. Adını da koymuşuz: "Yıldırım aşkı".
Oysa çok kere aşk olarak yorumladığımız bu duygumuzu bir öfkeye, bir anlık kızgınlığa feda edip unutabiliyor, başka gönül eğlencelerinin arayışına geçebiliyoruz. Gururumuza dokunan bir söz, ortada ne aşk bırakıyor ne de meşk. Gerçek anlamda en fazla sevgi ile sınırlayabileceğimiz bu duygumuzu, sevdanın da ötesinde içinde sonsuzluğu barındıran bir yücelik ile tanımlıyoruz. Bu halimiz, egomuzun güçlülüğünün ve bilinçsizliğimizin göstergesidir.
İnsanlar hoşlandığı, beğendiği veya sevdiği bir varlığı uyum sağlayamadığı zaman vazgeçip, sevgisinden geri dönüş yapabilir. Buraya kadar hala özgür iradesi hakimdir. Çünkü, hoşlanma ya da sevme sadece görsel beğeni sonucu kontrollü, yoğunlaştırılmış duygudur. İnsan bir varlığı ya da bir olguyu sevmeye başladığı zaman, kendisi ile uyum oranına bakar. İçsel olan bu uyum, kişiyi ya da olguyu kendinden daha cazip hale getirip fedakarlık yaptırır. İşte en büyük benlik duygusu burada başlar. Yani sahip olmak! Bu isteğin başladığı an, kişinin sevgisinin dönüm noktasıdır. İnsan sahip olmak istediği birşey için, sevgisi oranında imkanlarını kullanarak onu elde etmeye çalışır. Sahip olunan ne olursa olsun, sahip olunduktan sonra değeri kaybolmaya, sevgisi azalmaya başlar. Bu, sevginin geriye dönüşünün, bitişinin başlangıcıdır…
Sevilenin ulaşılmazlığı veya ulaşmadaki zorluklar, kişiyi kendi iç ve dış dünyasında amansız bir meydan okumaya, mücadeleye çağırır. Çaresizliklerde, iç dünyadaki yangınlar artar ve bu sevda vazgeçilmez bir tutku halini alır. İnsan mum gibi olur. Öz yanar vücut erir. Bakan göz her yerde sevdasının kaynağını arar. Düşünceleri hep onunladır.
Ulaşılamayan sevdalardaki yangın, insanı tekilden çoğula götürüp var olan her nesneye ilgisini artırır. İlgi hoşnutluğa, hoşlanma sevgiye, sevgi sevdaya dönüşür. Bu bir yanar döngüdür! İnsan var olandan kendi iç dünyasına, kendi iç dünyasından, dış dünyada var olan her nesne ile bütünleşmeye başlar. Tasavvuf deyimi ile, bir batın alemin deryasına, bir zahir alemin deryasına dalar çıkar. Doğa ile bütünleşmiş olan bu kimse,artık varlık alemine farklı bir gözle bakarak, doğadaki her şeyi sevgili olarak görür. Canlı cansız her nesne ile konuşmaya, onları algılamaya anlamaya çalışır ve kin, nefret, kibir gurur gibi insanlığa yakışmayan olumsuzlukları terk edip yerini sevgi ile doldurur.Bu durumu anlayamayan insanlar, o güzel insanı delilik ile, aptallık ile nitelendirirler, dikkate almazlar. Hatta kendisi ile alay ederler. O ise bu insanların zavallılığına acır ve güler geçer! Çünkü o, kendisi ile alay eden bu insanların çoğunun, kendisinin sahip olduğu bu güzelliğe belki de hiç bir zaman ulaşamayacaklarını bilir. Bunlar, doğayı anlayamadıkları gibi, kendi iç dünyalarının güzelliğinden de oldukça uzaktırlar. Buna rağmen o, arındıkça arıtmakta, arı olmaktadır. Arınma iç aydınlığıdır. İnsandaki iç aydınlığı geliştikçe, duygular ve hisler ile iletişim olan gönül gözü açılır. Gerçek ile bütünleşme artar. Yani öz varlığa, gerçeğe o oranda yaklaşılır. Yaklaşılan oranda da, insanda ki yanılgılar azalır. Kişi artık sonsuzluğun başlangıcındadır. Bu durumu Yunus Emre:
Ben giderim yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne akılem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
dizeleri ile ne de güzel anlatmıştır.
Artık öyle bir yar sevilmektedirki, kimisi onu ayın ondördüne benzetmiş, kimisi ela göz, selvi boy, ince bel, lüle saç, kalem kaş, inci diş gibi ancak mükemmel insanlarda olabilecek en güzel sıfatlar ile anlatmaya çalışmışlar, onun tutkunu olmuşlardır. Aşık olunan sevgili, bütün güzellikleri kendinde toplamış ve bu güzelliğinden bütün güzelleri yaratmıştır. Kendini bölmüş, parçalamış, var olan her nesnenin en küçük parçasında en küçük ve en güzel olarak gizlenmiştir.
Bir elma çekirdeğinin özünde, binlerce elmaları olan elma ağacını, bir balığın karnındaki binlerce yumurtanın birinde, karnında binlerce yumurta bulunduran balığı gizlediği gibi bir damla suda da okyanusu gizlemiştir…
Canlıya şah damarından yakın olmuş, can içinde can olmuş. Var olan her nesnede, o nesnenin özü olmuştur.
Aslında bal demekle ağız tatlılanmıyor. Balı bin cilt kitap ile anlatmaya kalksak, ağıza konulan bir kaşık bal kadar dahi anlatamayız…
Sizleri, sevginiz sevdaya; sevdanız aşka erdirsin…

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*