Alevi, Bektaşi, Bedreddini inancı ve felsefesinin önderlerinden Şeyh Bedreddin, idamının 589. yıl dönümünde mezarı başında anıldı.
Alevi Bektaşi Federasyonu tarafından düzenlenen anma töreninde, Şeyh Bedreddin’in Sultan II. Mahmut Türbesi haziresinde bulunan kabrine karanfil bırakılarak saygı duruşunda bulunuldu.
Burada konuşan Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu, Şeyh Bedreddin’in mezarının İstanbul’dan Hacıbektaş ilçesine taşınması için Kültür Bakanlığı’na dilekçe verildiğini, ancak federasyon olarak Bedreddinliler grubunun görüşü alınmadan böyle bir dilekçe verilmesini doğru bulmadıklarını söyledi.
Şeyh Bedreddin’in mevcut mezarının çok sıradan olduğunu, burada bir anıt mezar yapılması için proje hazırlandığını belirten Kenanoğlu, ancak maddi sorunlar nedeniyle projeyi Anıtlar Kurulu’na sunamadıklarını kaydetti Kenanoğlu, Şeyh Bedreddin’e düşünsel ve inançsal olarak sahip çıkmak için anma törenlerini her yıl yaparak geleneksel hale getireceklerini söyledi.
Şeyh Bedreddin Kimdir?
Büyük Bilgin, Hukukçu ve Devrimci Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Mahmud
İsmail Kaygusuz
Büyük Bilgin, Hukukçu ve Devrimci Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Mahmud: Yaşamı, Görüşleri ve Savaşimı
1. Şeyh Bedreddin’in Yaşamı
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Mahmud’un yaşamına ilişkin en geniş bilgi, torunu Hafız Ali’nin yazmış olduğu manzum Menakıbname-i Şeyh Bedreddin de bulunmaktadır. Ancak bu tür bilgilerin diğer menakıbnamelerde olduğu gibi masalsı yönleri ağır basmakta, ermiş bir veli olarak olağanüstülükler sarmalı içinde verilmektedir.
Çagdasi İbni Arabşah ve Aşikpaşazade dahil, tanınmış Osmanlı resmi tarihyazıcılarından Şeyh Bedreddin hakkında konuşmayan yok gibidir. Ne var ki, hepsinde anlatılanlar birbirinin aynısıdır.
Bedreddin’in Abdulaziz adındaki dedesi Selçuklu sultanları soyundanmış ve Hafız Ali’nin anlattığına güre Osmanlılar Rumeli’yi istilaya başladıklarında katıldığıDimetoka Savaşi’nda şehit düşmüş. Abdulaziz’in oğlu İsrail, Dimetoka Rum beyinin kızıyla evlenmiş ve 1357-1359 yılları arasında, Melek adı verilen bu kadından Bedreddin dünyaya gelmiştir.
Bedreddin Mahmud’un doğum yeri, Edirne yakınlarında bugün Yunanistan’da bulunan Karaağaç-Dimetoka arasında bulunan Simavna (Samona) kalesidir. Babası burada kadılık gürevinde bulunduğundan, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin adıyla tanınmıştır.
Daha ufak yaşta iken Semerkand’a gidip ögretim gürmüş olduğu söylenen Kadı İsrail, oğlunun ilk hocası olmuş ve zamanının koşulları içinde en iyi ügretimi görmesi için elinden geleni yapmıştır. Bedreddin’in şeriat kurallarına uygun yetiştiği ve fıkıh, hadis, kelam, belagat, sarf-nahiv, tefsir gibi Kuran’a ve Arap diline dayalı ögretim gürdüğü muhakkaktır.
Doğduğu yerdeki ögretimin ardından Bedreddin’in önce Bursa’ya gittiği, bir süre Konya’da kalıp, okuduğu bilinir. Yüksek ögretimi, Kahire’de dönemin bilginlerinden ders alarak tamamlamıştır. Bunlar arasında Mübarekşah Mantıki ve Muhammed bin Mahmud Ekmeleddün en tanınmışlarıdır.
Bedreddin’in Mısır’daki arkadaşları arasında Seyyid Şerif Gürcani, tıp bilgini Aydınlı Hacı Paşa, şair Ahmedi, Molla şemseddin Fenari gibi Osmanlı uygarlığının, o çagda, önemli aydınları vardı. İ. Hakkı Uzunçarşilı, Bedreddin ve arkadaşlarını “Razi Ekolüne bağlı bilginler” olarak değerlendirir.
Bedreddin, Şeyh Hüseyin Ahlati’den tasavvuf ögrenmis,1 hatta kırk günlük sürelerle iki kez içekapanışa (çileye) girmiştir. Bedreddin, Memluk Sultanı Melik Zahir’in verdiği Maria adlı cariye ile evlenerek, şeyhiyle bacanak da olmuştur. Geleceğin sultanı Ferec’e bir süre hocalık yapmıştır. Fıkıha dair yapıtlarını bu sırada yazmaya başlamıştır.
Şeyhinin önerisi üzerine Kahire’den Tebriz’e giden, orada tasavvuf alanındaki bilgilerini geliştirip, genişleten Bedreddin’in çagin ünlü tasavvuf erlerinden sayılan Abdurrahman-i Bistami ve arkadaşlarından bilgiler edindiği söylenir. Bu arada Timur’un çevresinde toplanan bilginlerle de tanışıp tartışmıştır.
Yeniden Kahire’ye döndüğünde, 1397’de şeyhinin ölümü üzerine bir süre onun yerine geçmişse de, daha sonra Anadolu’ya gelmiş ve uzun süre Karaman, Germiyan, Aydın illerinde ve Tire’de dolaşmıştır. İ. Hakkı Uzunçarşilı Bedreddin’in bu gezilerini en doğru bir biçimde şöyle değerlendirmektedir:
“Şeyh Bedreddin Anadolu’da dolaştığısırada tasavvufi daha doğrusu Batıni ilkelerini yaymaya başlamış ve gezdiği yerlerde hep Alevi Türkmenlerle temas ederek onların maksadına göre hazırlamak istemiştir; daha sonra şeyh Bedreddin Rumeli’ye geçip Edirne’ye yerleşmiş ve kendisini ziyarete gelenlerle gürüşerek yavaş yavaş etkinliğini artırmıştır.” (İ. Hakkı Uzunçarşilı: Osmanlı Tarihi I, 2.baskı, İstanbul 1982: 362)
Şakayık-i Numaniye’de Bedreddin’in Sakız (Khios) adasına da gittiği kaydedilmektedir. Şeyh Bedreddin, 1410-1413 yılları arasında, Edirne’de padişahlık yapmış olan Musa Çelebi’nin kazaskerliğini (Ordu-yu hümayun kadısı) yaptı. Bedreddin Varidat’ı1407’de yazdığına güre, Musa Çelebi mutlaka onun düşünce ve inançlarını paylaşmaktadır. Yoksa, yine Uzunçarşilı’nın dediği gibi yalnızca, “Bedreddin’i kazasker tayin etmek suretiyle onun nüfuzunun yayılmasına yardım etmiş” olamaz. Nejat Birdoğan doğru bir saptamayla, “1412’de Bedreddin’in düşünceleri doğrultusunda Musa Çelebi’nin toprağın kullanma hakkını halkın emeğine bıraktığını” yazmaktadır. (Kavga, Sayı 14, Nisan 1992)
Bedreddin’in asıl ünlendigi dönem, Çelebi Mehmet’in kardeşini yenip ortadan kaldırdıktan sonra Şeyh’i İznik’e sürmesiyle başladı. Yaydığı düşünce ve inançları dolayısıyla geniş etki yaratan ve çok yandaş toplayan Şeyh Bedreddin, bu dönemde eski kethudasıBörklüce Mustafa ve Torlak Hu Kemal’in etkinlikleriyle güçlendi. Bedreddin erleri, başlattıkları kavgada hayli başarı kazandılarsa da sonunda yenik düştüler. Şeyh Bedreddin yakalanarak Serez’e gütürüldü.
Mevlana Haydar Acemi’nin verdiği fetva ile 1420-21’de asıldı. (Çesitli kaynaklar şeyh Bedreddin’in öldürüldügü zaman için 1414, 1415, 1417 ve 1418 gibi farklı tarihler vermektedirler.)
www.alewiyol.com, 13.5.2003
1 Şeyh Bedreddin’in Mısır’da Kaygusuz Abdal ile karşilaşmış ve onun tassavvufi sohbetlerinden
yararlanmış olduğunu düşünüyoruz. Olasıdır ki, ilk batıni Alevilik inancını Kaygusuz Abdal ile ilişkilerinden tanımıştı. Kaygusuz Abdal Sultan incelememizde Şeyh Bedreddin ile olası ilişkiler üzerinde yorumlarımızı vermiş bulunuyoruz.
2. İslam Fıkıhçısı Şeyh Bedreddin Mahmud
Günümüze kalan yapıtlarından anlaşildığına göre almış olduğu eğitim Şeyh Bedreddin’i çaginin önemli bir şeriat bilgini yapmıştır. En önemli yapıtı Camiü’l-Fusuleyn İslam hukuku üzerinedir. Nejat Birdoğan bu yapıttan şöyle bir alıntı veriyor:
“Dünyada kutsallık yoktur. Kutsallık sadece Tanrı’dadır. Onun yarattığı herşey, her nimet insan içindir. Toprağın tek ıssı Tanrı’dır. Rumeli’nde bol bol görülen malikane ısları yüzünden insanlar bu nimetten mahrum bırakılamaz.” (Kavga, Sayı14)
Bedreddin, Kuran’ın öngürdügü, ama hiçbir zaman şer’i yorumlarla uygulanmamış bu ölü ilkelerin yaşama geçirilmesinin insana mutluluk vereceğini ve bunun da birkaç beyin elinde bulunan Rumeli topraklarının halkın eline geçmesiyle mümkün olacağını vurgulamaktadır.
Bedreddin’in, Edirne’de Kazaskerliğe (Kadıasker) atandıktan sonra ilk olarak, bir çesit Medeni Kanun sayılan, Camiü’l Fusuleyn’i hazırlamış olduğu görülmektedir. 1413 yılında on ay içinde tamamladığı bu eseri, bu yüksek görevi sırasında kullanmak ve zamanın yargıçlarına bir kolaylık olmak üzere hazırlamıştır. Özellikle birinci bölümünde, zamanın yargıçlarına hitabettiği kısmı Türk Hukuk Felsefesi yönünden büyük önem taşimaktadır. Burada ortaya koyduğu hukuk ilkeleri, kendisinden dörtyüz yıl sonra hazırlanmış (1869-1876), “Mecelle-i Ahkam-ı Adliye”den çok ileridedir. (Necdet Kurdakul: Bütün Yönleriyle Bedreddin. İstanbul 1977: 146-147)
Camiü’l Fusuleyn’de Bedreddin, yargıcı, iskolastik hukuk çikmazindan kurtararak aydın bir dünyayı işaret etmiş ve şöyle demiştir:
“Mademki, bir yargıç kendi reyinin, başkalarının fikir ve içtihadına değil gerçeğe uygun olduğuna kanidir; ona kendi reyiyle hükmetmek vacip olur. Gayrının reyiyle hüküm vermek nasıl helal olur ki…”
Görülüyor ki, bu noktada Bedreddin yargıcı, ne Kadıasker’in ve ne de Sultan’ın buyruğuna bağlı kılmıştır. Onu kendi görüşü ve ferasetiyle başbaşa bırakmıştır. Bedreddin’in bu hukukta bağımsızlık ve özgürlük ilkesini çagimizda dahi gözlemek olanağına sahip değiliz. (Necdet Kurdakul: Bütün Yönleriyle Bedreddin, s.149-150)
Kendisi iyi tanıyan İbni Arabşah’ın “bilimsel yeteneğini deniz gibi sonsuz buldum, üzellikle fıkıhta…” dediği Bedreddin’in fıkıh konularını işlediği iki yapıtı daha vardır: Letaifü’l İşarat ve Kitabü’l-Teshil.
Bunlardan Teshil her iki hukuk kitabının açıklaması ve yorumu durumundadır. Nuru’l Kulub ise Bedreddin’in Kuran tefsiri alanında yazdığı tek kitaptır. Ukudü’l- Cevahir ve Çeragü’l- Fütuh adlı yapıtları Arab dili kuralları ve sözdizimi üzerinde yazılmış medrese ders (sarf-nahiv) kitaplarıdır.
Menakıbname-i şeyh Bedreddin’de verilen sıraya göre Letaif-ül-İşarat, Ukudü’l- Cevahir’den sonra, Bedreddin tarafından ikinci eser olarak hazırlanmıştır. Kitabın kendisi günümüze ulaşmamış, ancak Teshil’in önsözünde verilen bilgiden anlaşildığı üzere, Cami’ül- Fusuleyn gibi bir yasa kitabı değil, hukuk bilimiyle ilgilidir. Yani Fıkıh’ın (İslam Hukuku) hem ahirete ilişkin hükümlerini hem de dünya işlerine ait kuralları konu olarak almıştır. Şeyh Bedreddin özellikle Teshil’i, başinda söylediği gibi, Letaif ül-işarat adlı hukuk kitabını anlamak okuyanlara güç geldiği için, bir yorum ve açıklama kitabı olarak yazmıştır. İçerisinde bine yakın hukuksal sorunlar zikretmiş ve açıklamasına girişmiştir. (Necdet Kurdakul, agy, s.150-152)
Bu yapıtlarından Teshil ile Nuru’l Kulub’u İznik sürgününde yazmıştır. İ. Zeki Eyüboğlu bu durumu şaşirtıcı buluyor ve Şeyh Bedreddin ve Varidat adlı kitabında şöyle diyor:
“Kendini tasavvufa verdiği, yeni inancıyla bütün şeriat ilkelerine karşiçiktığıbir dünemde, gürüşlerine karşit konularda çalismalara koyulmasıve kendine `bilgin’ olarak büyük ün kazandıran yapıtlar ortaya koyması biraz çeliskilidir.” (İ. Z. Eyüboğlu: Bütün Yönleriyle Şeyh Bedreddin ve Varidat. İstanbul 1977: 155)
Öte yandan, Osmanlı resmi tarihyazıcıları da,
“Sultan Çelebi Mehmed, ilmine ve fazlına çok hürmet ettiği Simavna Kadısıoğlu Bedreddin’i, İznik’de ailesiyle birlikte 1000 akça aylıkla meskene tabi kıldı” diye
yazmaktadırlar. Bu yorumlara katılmıyoruz.
Bir düşünelim: Mehmet Çelebi Bizans İmparatoru Manuel’e bazı eski topraklarını geri vererek kardeşine karşi anlaşmış, Bizans gemileriyle Rumeli’ye geçip Musa Çelebi ile üç kez savaş yapmış ve ikisinde yenilerek Bizans’a sığınıp canını zor kurtarmış. Ve ancak 1313’de bazı Tımarlı sipahilerin, büyük toprak sahibi beylerin Musa Çelebi’yi terketmesiyle üstün gelip kardeşini öldürtmüs. (İ. H. Uzunçarşilı: OsmanlıTarihi I, s.342-345) Mehmet Çelebi’nin, düşmanı olan kardeşinin akıl hocası Şeyh Bedreddin’i, hem de günde 30 akçanın üstünde gündelikle (130 yıl sonrasında devletin en büyük memuriyet makamı olan Şeyhülislam’ın gündeliğinin üçte biri) ödüllendirmesi düşünülemez.
Bizim kanaatımız odur ki, Şeyh Bedreddin bu kitapları yazmaya mecbur edildi. Çelebi Sultan’ın çevresindeki din bilginleri Bedreddin’in yeteneklerini çok iyi biliyorlardı. Ayrıca, ikinci kuruluş ve toparlanma döneminde devlet kurumlarının güçlenmesi gerekliydi. Belki de bu yüzden canını bağışlayıp gözaltında tuttular. Yazdıkları bir çesit tövbe sayılacaktı. Önce Edirne’de tutukluyken – belki artık güven verdiği için – İznik’e getirildi. Bedreddin’in Teshil’in yazılışını anlatışı anlamlıdır:
“816 (1414) yılında bu şerhimi yazmaya başladım. Buradan ayrıldıktan sonra 818’de (3 Eylül 1415) tamamladım. Hapis ve gurbetin verdiği acılar ve sürekli üzüntü içinde sürüklenmekteyim. Kalbimin içindeki ateş tutuşmuş, günden güne artıyor. Öyle ki kalbim demir bile olsa dayanıklılığına karşin eriyip gidecek. Ey gizli lütuflar ıssı? Korktuklarımızdan bizi kurtar!”
www.alewiyol.com, 13.5.2003
3. Aynı Zamanda Çagini Aşmış Bir Batıni-Alevidir, Bedreddin Mahmud
Elimizde tasavvuf konularında, Şeyh Bedreddin’in olduğu kesinlikle bilinen yapıtlar vardır. Bu yapıtlarda adınıanmış olduğu mutasavvıfları tanıyoruz.
İ. Zeki Eyüboğlu Bedreddin’in ilk el aldığı Seyyid Hüseyin Ahlati’den pek etkilenmiş olduğunu kabul etmezken, Abdülbaki Gülpınarlı, “Ahlati’nin kimya ve hekimlikle uğraştığı bilindiğinden, Varidat’ın akla dayalı bir yapıt olmasında büyük etkisi olduğunu söyleyebiliriz” demektedir. (A. Gölpınarlı: Simavna Kadısıoğlu şeyh Bedreddin. İstanbul l966: 4-5)
Eyüboğlu, Bedreddin’in tasavvufi gürüşleri üzerinde Gazali ve Muhyiddin-i Arabi’nin etkilerinden söz etmektedir. Gazali’de düşünce düzeninin odak noktası haline gelen sezgi (keşf) ve gönül, Şeyh Bedreddin için de gerçeğe varmanın iki yoludur. Gazali ile us konusundaki gürüşleri birse de yaratılış, yaratan ve evren konusunda farklıdırlar. Bedreddin’in onun İhya-yıUlum ve Kimya-yı Saadet kitaplarını eleştirdiği görülür.
Muhyiddin-i Arabi’de tek gerçek varlık Tanrıdır, yaratılış ve yoktan varoluş yoktur. Tanrıda özünden ortaya çikis (zuhur, südur) vardır. Tanrının görünüm alanına çikmasi evreni ve onu dolduran varlıkları oluşturur. İnsanla Tanrı özdestir. Sezgi, bir içe doğuş ve tanrısal gürünüştür. Ölüm ruhun gövdeden ayrılmasıdır, ama yok olması değildir. Herşey Tanrı görünüşü olduğundan yok oluş düşünülemez.
Muhyiddin-i Arabi’nin bu düşünceleri genelde “tanrı-insan-evren” üçlüsü üzerinde yoğunlaşir. Şeyh Bedreddin, daha somut ve kesin olması dışında tasavvufta Muhyiddin-i Arabi ile eş düşünce ortamındadır. Muhyiddin-i Arabi’nin Fususü’l-Hikem’ine yazdığı yorum, bir bakıma tasavvuf çizgisindeki aşamaları gösterir. Ama gerçekte Bedreddin, bu çizgisini Halep, Tebriz, Tokat, Karaman, Aydın, Tire, Ege adaları, Edirne ve Balkanlara kadar uzatıp Batınilik-Alevilik
somutunda son aşamaya ulaştırmıştır.
İbni Arabşah’ın onun için, “bilimler alanında bütün arkadaşlarından üstün olarak yurduna döndükten sonra sufi oldu” demesi, onun batıni yönünün eleştirisiydi. Bedreddin, zamanında Konya’da çok büyük ünü olan Mevlana’dan, hiçbir yazısında ve tek bir sözcük etmemiştir.2 Buna karşilık Bedreddin’in Yunus Emre’nin şiirlerini okuduğu, derin bir sezişle dinleyip duygulandığı biliniyor.
Şeyh Bedreddin’in 1407 yılında yazmış olduğu Varidat (malvarlığı, zenginlik değil; akla gelen şeyler ya da içe doğuşlar anlamına gelir), kimilerine göre yüce bir din kitabı ve kimilerine göre ise bir dinsizlik kitabıdır. Üç çarpici örnekle Osmanlı din adamlarının Varidat’a ve yazarına nasıl baktıklarını görelim:
İskilipli Halveti Muhyiddin Muhammed (ölm. 1516) Hakıykat ül Hakayik adını vermiş olduğu, Varidat’ın açıklamasını (şerh-i Varidat) yaptığı kitabının başinda özetle şunları söylemektedir:
“Bu risaleyi Peygamber şeriatının güneşi, Mustafa yolunun Bedr’i (ayı)… Hakkı bilen, gerçeği gerçekleştirmiş erenlerin seçkini, olgunluğa irmişlerin en olgunlarının en olgunu… Allaha mensup bilginlerin tam inanç gerçeğine varanların sultanı, hak, şeriat ve takva ve dinin Bedr’i yazmıştır. Allah aziz sırrını kutlasın.” (Abdülbaki Gölpınarlı: Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, s.42)
Osmanlı Şeyhülislamlık makamını Kanuni, II. Selim ve III. Murad zamanlarında tam 28 yıl işgal etmiş, Kızılbaş kanına doymayan Ebusuud Efendi -ki Muhyiddin Muhammed’in oğludur- 1548 yılındaki fetvalarında ise, babasının yüzde yüz karşitı bir görüş içinde Bedreddin ve yapıtını mahkum etmektedir:
– “Soru: Şeyh Bedreddin Simavi ki Varidat yazarıdır; Bedreddin yandaşlarına küfür ve lanet etmeyen kafirdir, diyen birine ne yapmak gerekir?”
– “Cevap: Aslında, Bedreddin yandaşi olanlar kafirdir, demek doğrudur. Ama, diğer kafirlerin olduğu gibi bunların da adını anmayıp, lanet etmeyen kendi halindeki Müslümanlar kafir olamaz.”
– “Soru: Bedreddin yandaşlarından, yani Simavilerden bir bölük insan şarap içip, izinle birbirlerinin karılarını kullansalar, bunlara ne yapmak gerekir?”
– “Cevap: Derhal öldürülmeleri gerekir.”
– “Soru: Bir kişi; ‘kim Şeyh Bedreddin dervişlerini evinde konuk ederse onu cezalandırıp, ayrıca cürüm parası almak gerek’ dese bu uygulama dine uyar mı?”
– “Cevap: Konuk olan kötü Simavi yandaşiysa uyar.” (Rıza Zelyut: Osmanlı’da KarşiDüşünce ve İdam Edilenler, s.40-41)
Kısas-ıEnbiya yazarı Cevdet Paşa, 1850’lerde Osmanlı Şeyhülislamı Arif Hikmet Bey’in, Varidat’ı nerede bulursa ucuz-pahalı satın alıp yaktığını anlatmaktadır. (Aldülbaki Gülpınarlı, agy, s.50) Öyle ki, gözüm açık yazıcılar Arif Hikmet beye satmak üzere uyduruk Varidat’lar yazmışlar.
Varidat’da, Bedreddin’in savunduğu adına uygun ileri sürülen nitelikte bir toplum düzeninden söz edilmez. Bugüne ulaşan yapıtlarında malda, toprakta mülkiyetin kaldırılıp, ortaklaşa kullanılmasını açıkça belirleyen cümleler yoktur. Ama öte yandan Şeyh Bedreddin’in komünistik düşünceler doğrultusunda vaazlar verdiğini, mal konusunda ortaklığı benimsediğini, ona bağlananların ve özellikle Börklüce Mustafa’nın olduğu söylenen konuşmalardan çikaran kaynaklarda, bu konuda tam birlik vardır. Çagdas Bizans tarihçisi Dukas’tan, Ebusuud Efendi’ye değin birçok kimse, Şeyh Bedreddin’in ve yandaşlarının ortakçılığı önerdiklerini açık açık yazar.
Varidat’da sistematik bir anlatım düzeni bulunmamaktadır. Kitap, sohbet toplantılarında yapılan konuşma ve açıklamaların, o anda akla gelmiş gözlemlerin, nakillerin derlenip yazılmasından oluşur ve Arapça’dır.
Varidat (İçe Doğuşlar), yazarının çagini aşan, yeni ve şeriata aykırı sayılan düşünceleri içermektedir. Yapıtta yaratılış, insan, tanrı, evren, diriliş ve yargıgünü, cennet, cehennem, ölüm ve ölümsüzlük, düş, cinler ve melekler vb. soyut konular işlenmiş, karşilıklar aranmış ve onlarla ilgili düşünce ve yorumlar ortaya konmuştur. Sorunlar üzerinde dururken İslam dininin uygun görmediği bir bakış açısı benimsenmiştir.
R.Yürükoğlu bunun açıklamasını şöyle anlatıyor:
“Varidat’da öne sürülen düşünceler, Babai-Bektaşi düşüncesinin, kendi mantığı içerisinde ilerletilmesidir. Bedreddin’e göre insan Tanrıya en yakın varlıktır. Tanrı, insanın özündedir. Bu nedenle insan Tanrı, Tanrı insandır. İnsanla, doğayla Allah arasında hiç fark gözetmeyen bu düşünce, panteizmin en gelişmiş, ateizmle buluşmuş biçimidir.”
“Tanrı yaratıcılığı, ‘yoktan var ediş’ değil, Tanrı özünden dışa taşmadır… Tüm nesneler, türlerine, niteliklerine göre sıralandıkları evrende bir bütün oluştururlar. Bu bütün Tanrıdır.”
“Bir nesnenin yapısında olmayanı Tanrının istemeye yetkisi yoktur..”.
“Bedreddin’e göre ölümden sonra dirilme yoktur. Çünkü tüm aşamalar cisimler aleminde toplanmıştır. ‘Cisim ortadan kalkarsa ne ruhlardan, ne de soyut varlıklardan iz kalır’ der.
Bu anlayışa göre doğuş başlangıç, ölüm sona eriştir. (Burada M. Arabi’den tamamıyla ayrılır-İ.K.) Cennet ve cehennem, bu dünyadaki iyi ve kötü davranışların, ruhlardaki acıya da tatlı etkileridir.” (R.Yürükoğlu: Okunacak En Büyük Kitap İnsandır. 4.basım, İstanbul 1994: 245)
www.alewiyol.com, 13.5.2003
2 Radi Fiş’in “Ben de Halimce Bedreddinem” adlı romanında, Şeyh Bedreddin’in ağzından sık sık Mevlana Celaleddin’in sözlerini konuşturması, yalnızca yazarın Mevlana hayranlığından kaynaklanmaktadır.