7. İMAM Hz. İMAM MUSA-İ KAZIM

Kazım Balaban

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, Hicret’in 128. yılında Safer ayının 28. gününde Mekke ile Medine arasında Ebvâ denilen yerde dünyaya gelmiştir. Babası Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık, annesi Hamide-i Berberiyye’dir.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın künyeleri; "Ebû’l-Hasan, Ebû İbrahim"dir. Lâkapları; "Kâzım, Âlim, El Abd’üs-Salih, Zeynel-Müteheccidin"dir.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın, 18 erkek 19 kız olmak üzere 37 evlâtları olmuştur. 20 yıl babasıla yaşamış, ömrünün kalan kısmını; Mansur, Mansur’un oğulları Mehdî ve Mûsâ ile Mehdî’nin oğlu Hârun’ür-Reşid’in hükümdarlıkları devrelerinde geçirmiştir.

Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık, çeşitli münasebetlerle kendisinden sonra Hz.İmâm Mûsâ’i Kâzım’ın, imâmet makamına geçeceğini bildirmiştir. Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’ın bütün ashâbı ve oğulları kendisinden sonra Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın imâmetinde, ittifak etmiştir.

Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’ın oğullarından Ali buyurur ki;
"Babam Ca’fer bin Muhammed; «Oğlum Mûsâ’ya saygı gösterin; O evlâdımın en üstünüdür, en bilginidir; yerime geçecek olan ve Âdem evlâdı içinde, Allah hücceti bulunan o’dur buyururlardı.»" Ali, Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’dan rivâyetlerde de bulunmuştur. İmâmiyye fıkhının birçok meselesi, onun rivâyetlerine dayanır.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım münâcaatlarında;
"Ölüm anında rahat, hesap anında af ve mağfiret" dilerler; "Kulundan suçlar, günahlar çoğaldı; ama katından da bağışlamak pek güzel bir lûtuf ve ihsân var" buyururlardı.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, ataları Hz.Ali’nin ve kendilerinden önceki imâmların yolunda yürümüştür. Geceleri içi ekmek, et ve para dolu zembili sırtına vurup, yoksulların, kimsesizlerin, yetimlerin evlerini tek tek dolaşır, kendini tanıtmadan onların ihtiyaçlarını giderir, yine gizlice evine dönerdi.

Hz.İmâm’ın Medine’de, devamlı aleyhinde bulunan bir kişi vardı; bu işte pek ileri gitmişti. Hatta Hz.İmâm’ın ashâbından, onu öldürmek için izin isteyenler bile olmuştu. Yine birkaç zât bu istekte bulundukları bir gün;

Hz.İmâm:
"Durun" dedi; "Şimdi ben onu uyarırım."
Ve katırına binip hayvanı, o adamın tarlasına sürdü. Adam bunu görünce şiddetle bağırıp çağırmaya koyuldu. Hz.İmâm hiç aldırış etmeden o adamın yanına varıp selâm verdi ve güler bir yüzle;
"Bu hareketim sana kaça mal oldu?" dedi.
Adam:
"Yüz altına" dedi.
Hz.İmâm:
"Bu tarladan ne kazanacaksın, ne umuyorsun?" diye sordu.
Adam:
"Ben gaybi ne bileyim" dedi.
Hz.İmâm:
"Sözüme dikkat et; ben de gaybi bilmem, ne umuyorsun diyorum" dedi.
Adam, biraz düşünüp;
"İkiyüz altın" dedi.
Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, koltuklarındaki keseyi çıkarıp içindeki üçyüz altını adamın ayaklarının dibine döktü ve dedi ki:
"Bu, zararının ve ümidinin karşılığı; tarlan da senin, ne kazanırsan kazanırsın; Allah umduğunu nasib etsin."

Adam, bu hareket karşısında şaşırdı; birden Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın ayaklarına kapanmak istedi, Hz.İmâm ise katırına binip döndü. Bundan sonra o kişi sesini kesti. Aynı adam bir gün Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ı Resûlullah’ın mescidinde görünce, Kurân-ı Kerîm’in şu âyet-i kerîmesini okuyup; «Peygamberliğini kime vereceğini Allah, daha iyi bilir.» (En’am 124. Âyet) Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın Şecere-i Nübüvvet’e mensûb bulunduğunu tasdik etti.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın bilgisinin sınırı yoktu. Hz.İmâm’ın zamanında, yoksullara ihsân buyurduğu keseler, Hicazlılarca dillerde söylenir olmuştu. İhsân da bulunduğu keselerdeki para miktarı, iki yüzle üçyüz altın arasındaydı.

Abbas oğullarından Mansûr, "Seffâh-Kan dökücü" lâkabıyla anılan kardeşi Abdullah’tan, çok daha zâlim bir kişiydi. Hele Hz.İmâm Hasan evlâdının kıyâmları dolayısıyla, onlara pek çok zulümlerde bulundu, pek çoğunu şehit ettirdi. Mansûr; Abbas oğulları devletinin kurucusu olan ve kendisi tarafından "Ebû Mücrim" diye anılan Ebû Müslim’i öldürttü; amcası Abdullah bin Ali, Abbas’ı feci bir surette katlettirdi ve kendisi de Hicri 158. yılında öldü.

Mansûr ölünce, yerine oğlu Mehdî Halîfe oldu. Mehdî’nin ölümünden sonra, yerine oğlu Mûsâ’l Hâdi geçti. Mûsâ’l Hâdi’nin saltanatı da pek az sürdü ve Hicri 170. yılında o da öldü.

Daha sonra halîfelik makamına Hicri 170. yılında, "Reşid" lâkabıyla tanınan kardeşi Hârun’ür-Reşid geçti. Hârun’ür-Reşid, saraya içkiyi, müziği ve raksı ilk olarak sokan Abbasi halîfesidir.

Hârun’ür-Reşid’in devri; edebiyat, ilim ve fen bakımından Abbas oğullarının en muhteşem devridir. Hârun’ür-Reşid imparatorluk sınırlarını genişletmiş, çağının tek kudretli hakimiyetini kurmuştu; fakat saraya mensûb olanlardan, saltanat erkânına dayananlardan başka, halk alabildiğine sefâlet içindeydi. Çâresizlerin feryâdlarını, iniltilerini sefâhat nâraları ve saz sesleri, duyurmamaktaydı.

Hârun’ür-Reşid, bütün debdebesine, saltanatına rağmen bu sefâhata karşı durabilecek kudret sahiplerinden, her an korkmaktaydı; bunların başında da zamanın imâmı, Allah’ın hücceti Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım vardı.

Hârun’ür-Reşid, Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın üstünlüğünü bilmez değildi. Hârun, Hicri 179. yılında Medine-i Münevvere’ye gittiği zaman, Ravza-i Mutahhara’yı ziyâret ederken, Resûlullah’a; "Selâm sana Yâ Resûlullah, Ey amcamın oğlu" diye selâm vermişti. Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın selâmlarıysa; "Selâm sana Yâ Resûlullah, selâm Ey babam" tarzındaydı. Hârûn’un içini burkutmuştu bu selâm; ama yine de Hz.İmâm’a dönüp; "Evet" demişti; "Doğru söyledin Ey Eba’l Hasan, bu övünç size düşer."

Hârun’ür-Reşid, Mekke-i Mükerreme’de, Hz.İmâm Mûsâ-i Kazım’a büyük bir saygı göstermiş, sonradan henüz Hz.İmâm’ı tanımayan Me’mun’a;
"Bu" demişti; "İnsanların imâmıdır, Allah’ın, halka hüccetidir."
Ve bir müddet sustuktan sonra;
"Ama" demişti; "Aleyhime küçücük bir hareketini duyarsam, anlarsam, bugün öptüğüm o başı kılıçla bedeninden ayırırım; çünkü saltanat kısırdır."

Hârun’ür-Reşid, Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın devlet ve iktidar aleyhine kıyâm etmeyeceğini biliyordu; fakat yine de şüphe içindeydi.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, hayatta oldukça Hârun’ür-Reşid bir türlü rahat edemiyordu. Nihayet Hz.İmâm’ı tutturup zincire vurdurdu. İki mahâfil tertip ettirdi, katıra yükletti. Mahâfillerin üstleri, yanları örtülüydü. Birini Basra’ya, öbürünü Kûfe’ye yolladı. Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, Basra’ya yollanan mahâfildeydi. Hârun’ür-Reşid, bu tertiple Hz.İmâm’ın nereye gönderildiğini halktan gizlemek istiyordu. Hz.İmâm, Basra’da Mansur oğlu Cafer’in oğlu İsâ’nın murâkabesi altına verilerek hapsettirilmişti.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ı şehit etmesini emreden Hârun’ür-Reşid’e, İsâ:
"Bunca zamandır hapsimde; gözcülerim boyuna onu gözlüyorlar, ibâdetten başka birşeyini görmediler; hatta ne sana, ne bana, ne de başka birine ileniyor, onu öldürmem şöyle dursun, hapsedilmesine bile râzı değilim, ne yaptıracaksan başka birine yaptır, yoksa ben onu bırakmayı kuruyorum" meâlinde bir mektup gönderdi.

Bunun üzerine Hârun’ür-Reşid, Hz.İmâm’ı Bağdat’a getirtti. Bağdat’da Hz.İmâm’ı, önce Rabî oğlu Fazl’a, ondan sonra Yahyâ Bermekî’nin oğluna teslim etti. Onlar da Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’a sûikastta bulunmaktan çekindiler. Sonunda Hz.İmâm Sindî bin Şâhik adlı birisine teslim edildi.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, Bağdat’da 3 yıl yaşadı, bu müddetin çoğunu hapiste geçirdi. Sonunda Hârun’ür-Reşid’in emriyle, Sindî adındaki kişi tarafından, kendisine zorla zehirli hurma yedirilerek, zehirlettirildi.

Rivâyete göre; üç gün önce Sindî bin Şâhik, Hz.İmâm’ı tanıyan ve sayan birçok kişiyi evine çağırmış, Hz.İmâm’ı onlara gösterip hiçbir sûretle kendilerine kötülükte bulunulmadığını, haklarında saygıdan başka bir şey gösterilmediğini, cebir, şiddet ve işkence yapılmadığını, aç ve susuz tutulmadığını söylemiş, hattâ evvelce yazılıp hazırlanmış olan ve bunları ihtivâ eden bir kâğıdı da gelenlere imzalatmıştır. Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım ise bu sözlere, bu harekete karşı, dokuz zehirli hurma ile zehirlendiğini, iki-üç gün sonra vefât edeceğini bildirmişti.

Şehâdeti, Hicri 183. yılı (Milâdi 799), Recep ayının 25. günüdür, 55 yıl, 5 ay, 18 gün yaşamıştır. Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’ın cenâzesi teşyi edilirken de, birkaç yerde ve Bağdat köprüsünde, halka; "Bu Mûsâ bin Cafer’dir; eceliyle vefât etmiştir; gelin, bakın, görün" diye münâdiler seslenmişler ve kefenleri açılıp halka gösterilmişti. Bu sûretle, tabiî ölümle yaşamını yitirdiği hakkında, halkta umûmi bir kanâat elde edilmeye çalışılmıştır.
Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım, Bağdat’ta "Kureyş Makberesi"denen yere defnedilmiştir. Sonradan Hz.İmâm Muhammed’üt-Takiy’de yanlarına defnedildikleri için, iki kubbeli türbesine ve türbenin bulunduğu yere "Kâzımiyye" denilmektedir.

Kendisinden sonra imâmet, oğlu Hz.İmâm Aliyy’ür Rızâ’ya intikal etmiştir.
En doğrusunu Hakk bilir.

Sözlerinden bazıları:
Allah’ın insanlara bir açık, fakat bir de kapalı delili vardır. O’nun açık gözle görülür delilleri; Peygamberler’dir, İmâmlar’dır. Gizli delili ise akıllarıdır. Akıllı olan helâle şükreder, harama da sabır gösterir, ona yaklaşmaz.

Allah’tan sakın da bâtılı, yalanı bırak. Kurtuluşun onda bile olsa, bâtıla yaklaşma. Çünkü helâkın ondadır.

Allah’tan sakın da doğru söyle! Hatta helâk olacağını bilsen de doğruluktan ayrılma! Kurtuluşun burdadır.

Biri gelir de sağ kulağınıza kötü bir söz söyler, sonra da sol kulağınıza eğilir, bu davranışından dolayı özür dilerse, onun bu özürünü kabul edin. Hiçbir şey söylemedin ki deyin!

Elinde bir ceviz olsa, halk ise elinde inci olduğunu iddia etse; ne zararı var. Avucundaki inci olsa da halk ceviz var dese, ne faydası var.

Hiçbir insan yoktur ki, gönlü alçak olsun da yükselmesin! Hiçbir insan yoktur ki, kendini yüksek görsün de alçalmasın!

İnsanlığı olmayanın dîni yoktur. Aklı olmayanın insanlığı yoktur.

Akıllı olan, yalan olduğu meydana çıkacak sözü söylemez. Verilemeyecek şeyi birinden istemez. Gücü yetmeyecek şeyi yapmağa kalkışmaz. Reddedileceğini tahmin ettiği şeyi ummaz. Başaramayacağı işe koyulmaz.

İyi komşuluk; eziyetten kaçmak değil, ona sabır göstermektir.

İyi nasîhat veren akıllı kişi ile düş kalk ki, bu doğru yolu bulmak, berekete kavuşmaktır. Başarıya ulaşmaktır. Selâmete ermektir.

Akıllı kişi sana bir şey söyledi mi, onu hemen yapmalı, isteğini yerine getirmelisin! Akıllı kişinin sana söylediğinin tersini yapacak olursan, bunun karşılığında eziyet görürsün.

Akıllı olmayanla, emanete hıyânet edenle, hiçbir şekilde düşüp kalkmamalısın! Bu gibi insanlardan, tıpkı yırtıcı hayvanlardan korktuğun gibi korkmalısın!

Kötü insanlara, ona lâyık olmayanlara hikmeti vermeyin. Hikmete zulüm etmiş olursunuz. Onu ehline vermekten de kaçınmayın. Ehline zulüm etmiş olursunuz.

Öfke, şerrin anahtarıdır. Müminlerin en olgun olanı en güzel hûylu olanıdır.

Halkla karıştın mı, iyilik edebileceğin kimselerle düşüp kalk! Hilim sahibi ol! Hilim sahibi olmak büyüklüktür, iyiliktir. Sertlik ise kötülüktür. Hilim sahibi olmak, iyilik, iyi hûy bir ülkeyi mamûr eder. Rızkı çoğaltır.

İhsânın karşılığı, ihsândır. İyilikte bulunana iyilik et! Ancak iyilik edene iyilikle karşılık vermek, o iyiliğin tam karşılığı değildir. Üstelik, ilk iyilik edende kalır. Bir karşılık beklemeden önce sen iyilik et ki, üstünlük sende kalsın!

Tama’dan çekin! Tamahkâr olma! Başkasının elindekinde gözün olmasın! Tamahkârlık aşağılık olmanın anahtarıdır. Aklı bozar, insanlığı giderir. Şerefi kirletir. Bilgiyi yok eder.

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*