Abdal Musa Dergahı’nda Kaygusuz Abdal Erkanı Sürülüyor!..

Abdal Musa Dergahı’nda Kaygusuz Abdal Erkanı Sürülüyor!..

Ayhan Aydın

abdal_musa_tekkesi.jpgHoy kentinden gelmiş, Pir Hacı Bektaş Veli’nin yolundan gitmişti.
Bir alp eren olarak Batı Anadolu’nun, Bursa’nın alınmasına, Ehlibeyt sevgisinin gönüllere girmesine, Rum diyarının Türkleşmesinde önemli roller üstlenmiş Bektaşiliğin temellerini atmıştı. Tüm Batı Anadolu ta Marmara’dan, Akdeniz’e kadar Ege Denizi’ne kadar Türkmenler onun ismini anmış, dillerde, gönüllerde yaşatmış, adına cemler yapılmış, nice koçlar onun adına kurban edilmişti. Anadolu’da Rumeli’de gönülleri fetheden Rum ve Horasan Erenlerinin en çok bilineni, Anadolu toprağındaki en önemli Alevi-Bektaşi İnanç merkezinin güneşi olarak her tarafı aydınlatmıştı. İmamların soyundan geliyordu, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Dergahı’nda pişmişti, yürüyü yürüyü dağlar aşmıştı, diyardan diyara göçmüş sonunda ala karlı dağlar eteğinde büyük bir ovaya kurmuştu dergahı ve insanların gönül köşklerine oturmuştu sonsuza kadar. Yüzlerce dervişiyle, muhibiyle, talibiyle mihmanların gönül kıblegahlarından birisi olmuştu.
Evet bir büyük Alevi-Bektaşi ulusudur Abdal Musa Sultan…
İnsanı kutsal bilmiş, toprağı kutsal bilmiş Ehlibeyt’in damarlarından sevgi tohumları ekmişti Anadolu’ya…
Kurmuş olduğu dergaha Çin’den Maçin’den ziyaretçileri gelmiş, gönüller durağı olan Tekkesi’nde nice ilim irfan sahibi inanç önderleri, ozanlar yetişmişti. Gönülleri teklemiş, ikiliklerden birliğe ulaşmış, sevgiyle, Hüseyin aşkıyla dağları yürütmüş, döndüğü semahlarla nadanların ateşlerini söndürmüş, gönlündeki ışıkla ağulu ağızları bal, düşmanı dost, ceylanı insan etmiş, küleklerden yağlar taşırmış, bolluk ve bereket getiren, Zülfikar’ı kuşanmış, Düldül’e binmiş bir Hz. Ali gibi, eren gibi, veli gibi, ata gibi, dilimizi, inancımızı, kültürümüzü yaşatmış, hastaların iyi olduğu bir şifa merkezi olmuştur Pir Abdal Musa…
Ve de bu ulu dergahtan yetişen özünü, varlığını, ruhunu Alevi Bektaşi İslam Yolu’na teslim edip, varlığından geçip, tüm kaygılarından kurtulan Kaygusuz Abdal gibi bir büyük Ozan çıkmıştır bu topraklardan…
Abdal Musa’dan, bu dergahtan yetişen gönüllerde ölümsüz bir bayrak gibi yaşayan Kaygusuz Abdal’ımız da vardır. Yazdığı eserler, söylediği şiirler Mısır’dan Balkanlar’a halkın gönlüne girmiş, dertlerine, dileklerine tercüman olmuştur. Sözünü çekinmeden söyleyen, doğru bildiği yoldan yılmadan yürüyen, bu büyük Derviş, bir inanç önderi, bir halife, bir abdaldır. Ama o büyük bir ozandır. Ulu ozanlardan bir ulu ozan, ulu gönül erlerinden bir er olarak çağlar boyunca çağıl çağıl akarak bugünlere ulaşmış, gönlümüzün değirmeninden aşk, sevgi, muhabbet türküleri söyler olagelmiştir.

Değerli dostlar; on – on beş kez ziyaret ettiğim Abdal Musa Türbesi’ne yani Antalya, Elmalı İlçesi Tekke Köyü’ne bu sefer gidişim bir başka gidişti. Törenlerin veya günübirlik koşuşturmaların dışındaki bir ziyaretti bu seferki. Bu sefer genç yaşında yolun haliyle hallenmiş, yoğrulmuş bir genç dervişimiz Hüseyin Durak ve Nesimi’nin rengine boyanmaya and içmiş Nesimi Doğan ve aynı özelliklerdeki eşi gönlümde açan Yasemin Doğan’la düştük yollara… Dağlarında kar, dağ eteklerinde çiçekler, yeşile batmış bir büyük ovada şavkı ve şulesi gözlerimizi kamaştıran türbesindeki Pir Abdal Musa’ya, Kaygusuz Abdal’a, Budala Sultan’a, Mestan Dede, ve Dervişanlara burada nice hizmetler görmüş dervişlerin, babaların yanına gitmek için yol almıştık.
Ve vardık… Sarmaş dolaş olduk… Yorgunluklarımız gitti… Ağrılarımız çekip gitti bedenlerimizden… Gönlümüz huzur buldu…  Mihman olduk bir haneye… Yolu yaşatanların, var edenlerin, Anadolu’nun gerçek sahipleri olan, sevgi, barış, dostluk, misafirperverlik, kardeşlik, paylaşım, içtenlik kavramlarının yerli yerine oturduğu Sarıkaya ailesine mihman olduk… Kurulduk sanki kırk yıldır bizim evimizmiş gibi rahat ettiğimiz evin ortasına…
Dikme Baba, Derviş, Hüseyin Sarıkaya bu yolun haliyle hallenmiş bir dost gülüşüyle bizi karşıladı, sevgili eşiyle birlikte, annesiyle, çocukları hısım ve akrabalarıyla birlikte.
Bu altı gün boyunca iliklerimde hissettiğim gibi insanlık yaşıyordu bu topraklarda. Ulu sultanlarıma bin şükür ki, inancımız, kültürümüz, adetlerimiz, törelerimiz buralarda halen yaşıyor, yaşatılıyordu. Şükür, bin şükür, Tanrım, bin şükür… On beş yıldır Anadolu ve Balkanlar’daki, Suriye’deki her ziyaretimde olduğu gibi her birisi birer anam, her birisi birer babam, kardeşim, bacım olan canlarla birlikteyim yine, bin şükür.
Hava yağmurlu, serin. Dağ başları halen karlı… Dumanlar zaman zaman dağları örtüyor. Tekke Köyü yeşile batmış bir masal kenti gibi.  Sobalar yanıyor, ördekler su birikintilerinde nasiplerini arıyorlar, çiftciler tarlalarda, binlerce elma ağacının, domates, biber fidanlarının altında yaşam kavgasındalar, yollarda traktörler… Önlükleriyle çocuklar el ediyorlar, asırlık çınar ağacı yerli yerinde… Susamlar, (irisler) dört bir yanı sarmış… Soluğu ulu dergahta alıyoruz… Diz boyu otlar içinden geçip dualarımızı yapıyoruz, ulu pire… Fırsat bu fırsat, hazır kimsecikler yokken birçok kez onlarca karelik fotoğrafla belgeliyorum bu emsalsiz güzellikleri…
Derken ara sokaklar ve en çok sevdiğim ve Anadolu Rumeli diyarlarında özlediğim mis gibi tezek kokusunu solumak istiyorum, taze çayır kokularına, ayva, elma, erik çiçeklerinin kokularına karışan, tezek kokuları genzimi yakıyor. Çok şükür diyorum, hayli inek var demek ki, horozların ötüşüne o kadar mutlu oluyorum ki, burası bir köy diyorum, Yarabbi sana bin şükür hala yok edemediler köyü, köyümüzü, köylümüzü, bin şükür sana Tanrım!
Suyunu içiyorum kana kana, özlemle çayını içiyorum korkusuz…
İşte kirden, pislikten, irinden, kötülükten arınmış bir hayat kaynağı olan su ve su aydınlığında, berraklığında Tekke Köyü’nün canları…
Eyvallah diyorum yine eyvallah!…
Yaşam tüm zorluklarına, hastalıklarına, zorbalıklarına rağmen ne güzel. Ne güzel, ne güzel yaşamak ne güzel. Doğaya, tarihe, inanca, insana dair bir beldeye gelmek, yolu sürenlerle birlik olmak ne güzel, diyorum. Şükrediyorum. Yanlış anlamayın dostlar, “Çok Şükür”cü birisi değilim ama öyle mutluyum ki bu anları yaşamaktan, beni buraya getirenlerin Hakk ömürlerine ömür katsın!
Evet dostlar; Nesimi ve Yasemin’in İkrar Verme (Nasip Alma) Cemi vardı Abdal Musa Dergahı’nda… Kurban alınıp, abdest aldırıldıktan sonra tığlandı… Getirilip köyün ortak kullanılan cemevinde dinlenmeye bırakıldı. Lokma için gençler alış-veriş için Elmalı’ya gittiler… Lokma etmek için bir güzel yemekler hazırlandı. Yani Kurbancı görevini yerine getirirken (peyik-pervane) te muhip canları akşamki ceme davet etmeye çıktı. İmece usulü lokmalar bir güzel hazırlandı… Muhipler cemevindeki yerlerini almaya başladılar. Tam bu sırada sadece bıçak kullanılarak etler etlerden ayrıldı iki ayrı kazana konuldu. Çiğerler, et parçaları bir büyük tencereye, kemikli etler bir başka kazana konuldu. Kurban cemin başlamasıyla ateşe verilmiş oldu. İşte o kurban eti cemin sonunda lokma edilecekti!
İlk önce Halife Baba Hüseyin Eriş halife postuna oturdu. Sonra Mürşit postuna Ali Koca Baba onun yanına da Dikme Baba Hüseyin Sarıkaya Derviş gelip oturdu. Derviş Hüseyin Durak ve tüm hizmet sahipleri yerlerini aldılar. Tahtı muhammediye’de on iki çerağ dualarla yakıldı… Gözcü Gözcü Postu’ndaki yerine geçip oturdu, Rehber kendi postuna oturdu..
Olanı Hüseyin Derviş’ten (Durak)’tan aktaralım:

Kişi meydan evine girdiği zaman ilk önce Pervane Postuna varır. Bu Kaygusuz Abdal Postu’dur. Pervanenin diğer manası da peyiktir. Yani cemin olacağını muhiplere haber verir.
Aşçı Postuna ve Ayakçı Postu’na niyaz ederiz.
Aşçı Postu’nun piri Kızıldeli Sultan’dır.
Ayakçı Postu’nun piri Abdal Musa Sultan’dır.
Sonra eşik tercümanını okuyarak meydana gireriz.”…Bismi şah Allah, Allah! Eşik özüm, meydan yüzüm, çırak gözüm” deyip eşiği niyazlayıp içeri gireriz.
Girdikten sonra İznikçi Postu’na niyaz ederiz. İznikçi Gözcü yardımcısıdır. Ordan Gözcü Postu’na gideriz. Gözcü postunun piri Karacaahmet Sultan’dır.
Oradan Baba Postuna’na gideriz. Baba Postu’nun piri Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir.
Sonra Dikme Baba’yı niyazlarız. Sonra Tahtı Muhammediye’ye niyaz ederiz. Ordan Güvende Postu’na niyaz ederiz. Sonra Meydancı Postuna gideriz. Piri Sarı İsmail Sultan’dır.  
Güvende Postu’nda birçok sürekte İmam Zeynel Abidin olarak geçmesine rağmen bizde İmam Muhammed Bakır olarak geçmektedir. Sonra üçlü Hakk Muhammed Ali Çerağı’na niyaz ederiz. Sonra meydana gelir Cümleden cümleye deyip, cümlesini niyazlarız. Burada on iki niyaz yapılmış oluyor.
Bunların haricinde; kurbancı Halil İbrahim Postu, namı diğer kasabı Cömert’tir.
Selman Postu, tezekar yani (el yıkatan)dır.
Süpürgeci yani Seyyid Farraş olarak hizmet devamlılığını sürdürür. Sofracı Kamber Ali Sultan, Saki İmam Hüseyin’dir.

Bugün 13 Mayıs Cuma…
Bugün bir cem var, bir bayram var bugün… Hakk Muhammed Ali Yolunda, süreğinde Alevi-Bektaşi yolunda, Abdal Musa’nın, Kaygusuz Abdal’ın izinde Babagan Bektaşilik düsturunda bir cem var bugün… Bir bayramlık gün bugün… Rahmet gökten yere yağıyor… Bulutlar karlı dağların üzerinden çekiliyor, bir ay ışığı ortalığı sarıyor, bir yeni gün doğuyor, yeni bir başlangıç oluyor bugün… Bu gece her geceden farklı bir gece bir cift can ulu bir yola gönül rızalıklarıyla girip Alevi Bektaşi İslam Yolu’nda menzil alacaklar… İki kurbanlık can, Hz. Hüseyin’in sancağı altında toplananlara katılmak isteyen Nesimi ve Yasemin Doğan ilk önce şeriat abdestini aldılar, kendilerine kefil olan yol anası ve babasının eşliğinde eşikten içeri niyaz ederek geldiler. Duaları yapıldı. Dara durdular, mürşit muhip canlara meydanda olan aşıkları tanıttı. Onların yola girmek istediklerini, kendileri gibi birer muhip olmak istediklerini, bu konuda kararın kendilerinin olduğunu, bunu onaylayıp onaylamadıklarını sordu. Her birinin onayını, rızalığını aldı.
Nesimi ve Yasemin canlar tüm hizmetleri öyle bir aşk ile yaptılar, duaları öyle içten, yürekten söylediler, öyle tatlı bir heyecan içindeydiler ki, bu gerçekten de yeni bir doğumdu, yeni bir başlangıç… Artık geçmiş bir tarafta kalmıştı. Önlerine yepyeni bir sayfa açılmıştı. Özlerini dara çektiler, yolun ululuğunda aşk harmanına girdiler, kazanda pişip kavruldular. Kendileri de niyazlarını yaptıktan sonra yerlerine oturduktan sonra her bir hizmet yerine getirildi.
Evet dostlar; Abdal Musa Sultan yolunda Babagan Erkanı’nda on iki postun, on iki hizmeti de eksiksiz yerine getirildi.
Yaklaşık altı saat süren bu ibadette tüm hizmet sahiplerinin, muhiplerinin kendi görevlerini bildiklerini ve büyük bir aşkla yerine getirdiklerine tanık olmaktan yüreğimin yağı eridi. Gönlüm aşk okyanuslarında savrulan bir gemi gibi hafifledi, hafifledi savruldu bilinmez diyarlara…
Allah, Allah! Nidaları göğe yükseldi.
Nefesler söylendi, aşk badesinden içildi, semahlar dönüldü…
Böyle bir aşk, böyle bir sevgi, muhabbet…
Yaşanmadan anlaşılmaz can dostlar, yaşanmadan anlaşılmaz.
Böyle inançlı, itikatli, kararlı, sevgi dolu, yolun kurallarıyla donanmış gençlerin yola girmeleri Bektaşi Yolu’nu sürmeleri beni çok duygulandırdı hem de umutlandırdı.
Bin şükür Hakk’ıma, Bin şükür Tanrı’ma, Bin Şükür Allah’ıma!…
Yollar sürüyor, erkanlar yürüyor…
Abdal Musa’nın ulu Dergahın’da, Kaygusuz Abdal Süreğinde cemler yürüyor.
Bin şükür, bin şükür, bin şükür…
Aynı aşkı, aynı heyecanı canım, gönlümün gülü, genç yol önderimiz Hüseyin Durak Derviş’in 15 Mayıs’taki ceminde de yaşadım…
Gaip, zahir ulu pirlerin yolundan giden, yolağını süren, sonsuza kadar bu çerakları yakacaklara bin şükür…

Söyleşiler…
Ali Koca Baba
Hüseyin Sarıkaya Derviş (Dikme Baba)
Hüseyin Durak Derviş

Hakkında kitaplar yazılan, araştırmalar yapılan, etkisi yüzyıllar boyunca sürüp günümüze gelen Pir Abdal Musa hakkında neler söylersiniz?

Ali Koca Baba: Pir Abdal Musa Sultan, İmam Rıza torunlarından gelir. Abdal Musa’nın babası Hacı bektaş Veli’nin amcası olan Hasan Gazi’dir. Abdal Musa Hacı Bektaş’la amca çocukları olduğu bilinmektedir. Bursa’nın fethine katılıyor, sonra Elmalı Tekke Köyü’ne gelip yerleşiyor. Yerleştiğinin nedenini kendi nefesinde şöyle anlatır; “Bir zaman arslan idim – Fethedip küffarı kıraldan beri (kırmak) – Şimdi Abdal Musa oldum geldim cihana – Elmalı’ya mekan kuraldan beri.” Bu kendi sözüdür, buna çok güzel inanırız. Bu tarafı tümüyle İslamiyet donuna kattı. (Bektaşiliği insanlara anlattı.) Kaygusuz’la beraber güzel çalışmalar yaptı. Bugüne kadar bu yol geldi. O zaman dört yüz kusur talebesi vardı, Abdal Musa Sultan’ın. Batı’ya Romanya’ya kadar Otman Baba kadar bunlara bütün Abdal Musa Dergahı’na tayin olma, Yunanistan Kızıldeli Dergahı’na kadar Abdal Musa Dergahı’ndan tayin olmadır, Abdal Musa’nın Okulundan tayin olmadır. Bektaşilik tarikatını güzelce on iki post üzerine sürdürüyor.

Bektaşilik Tarikatı dediniz, nedir Bektaşilik?

Baba İlyas savaşırken bir tek kendi vardı, Hacı Bektaş ziyaretine gitti; Bektaş ben bittim isminle tarikatını yürüt, dedi. Ve de Bektaşilik ismini aldık.  O zamandan beni yana Hacı Bektaş ve Abdal Musa Sultan Elif Taç (resimlerde Hünkar’ın başındaki Arapça Elif Harfini sembolize eden ve dostdoğru olmak anlamına gelen tacın adı) giydi. Fakat Kaygusuz Abdal Sultan On İki Terekli, Hüseyni Taç giydi. (On iki dilim: Oniki İmamı temsil ediyor ama aynı zamanda on iki kötü huydan arınmayı da temsil ediyor. Ve bir gül vardır o tereklerin birleştiği tepe noktada ona da herşeyin vahdet olduğu “CEM” Noktası diyoruz.)
Bektaşiliğin esas simgesi bu Hüseyni Taç’dır, on iki simgelidir. Başka tarikatlarda, yollarda, Alevilik’te bu on iki dilimli tacı göremeyiz. Sarık (özellikle tahtacıların kullandığı ceme onsuz ceme girilmeyen “poşudur”) kullanırlar. Dünya Bektaşileri de baş okuturken “Kaygusuz’dan Giydik Tacı” diye tercümanını okuturlar.

Bismi şah Allah, Allah!
Erenler ceminde kemter kemine
Özümü Hakk eyledim
Ruhi zemine
Giyip Kaygusuz’dan tacı izzeti
Hü diyelim gerçeklerin demine
Bercemal.

O zamandan bu zamana erkanlarımız sürüyor. Abdal Musa Dergahı’nı 1943’e kadar (Şefik Baba’ya) kadar Mücerret babalar yönetti. Mücerret Mürşitler yönetti. Bu tarihten sonra, Şefik Baba’dan sonra,  mücerret olmadığı için mütehille dönüldü. Bizler de mütehil olaraktan dedeliğini, babalığı yapıyoruz, Bektaşi tarikatını yürütmeye çalışıyoruz.

Sizin öykünüzü biraz dinleyelim, hangi babadan nasip aldınız?

Benim öyküm şu: 1941 doğumluyum. Aydın’da Yunus Ölmez diye bir babaya, 1963’de ikrar verdim. O mürşidimdir. Burada onun ilk evladı benimdir, bir gecede on kişi ikrar verdi, onu mürşit olarak getirdik, ama o zamanda Mücerret Baba aramıştık. Ta Mersin’e Cafer Sadık Bektaş Baba’ya kadar gittik. Kendisi mücerretti. Sadık Baba da, çocuklar mücerret kalmadı, bir ben varım, benim de gitmeme imkan yok ihtiyarım, dedi. Size Yunus Ölmez’i tavsiye edeceğim, ondan başkası sizi kurtaramaz, dedi. Onu getirdik, 1963’de nasiplendim, ikrar verdim.
1975-1980 arasında Dikme Baba’lığı yaptım. On iki hizmetin altı tanesini yaptım. Dikme Baba’lıktan sonra 1997’de Hasan Asuman Halifebaba’dan Dervişlik kisveti giydim. (Hakk şifa versin, şu anda çok hasta, İzmir’de yaşıyor.) 1999’da da Mustafa Eke Baba’dan da babalığı aldım. İcazetli baba oldum. Şu anda da bunu yürütüyoruz. (O nedenle Ali Koca’ya da mürşit denmektedir. Dergahın mürşidi konumundadır.)
On iki post üzerine gider.
Şimdi aslında Bektaşilik dört çeşittir. Balım Sultan Bektaşiği, Kaygusuz Bektaşiği, Kızıldeli Bektaşiği ve Kerbela Bektaşiği’dir.  (bu da yine tarihi kaynakları incelediğimizde Balım Sultan Erkanıdır. İncelediğimizde orada atanmış babalar olduğunu görüyoruz. Kerbela Bektaşiği denmesinin sebebi de Dergahın Kerbala’da olmasıdır.  (Hüseyin Durak))
Balım Sultan, Kaygusuz ve Kızıldeli Bektaşiliği’nin üçüne de girdim, cemlerine girdim, saz çaldık, söyleştik, muhabbet ettik.
Buradaki bir fark Balım Sultan Bektaşiği’nde tek alınır (menzil alınır; kişiler, aşıklar (yola girmek isteyenler, meyil duyanlar) teker teker yola girerler. Teker teker ikrar verirler (babanın huzurunda (mürşit) tarikatın bir üyesi olurlar. Gerekli dualar ve erkanlar teker teker uygulanır. Balım Sultan Bektaşiliğinde bir kural daha vardır. Kişiler evliyse ve tek eş yola girmek istiyorsa, bu da mümkündür, diğer eşin rızası alındıktan sonra eşlerden birisi yola girebilir. (Hüseyin Durak Derviş)
Kızıldeli ve Kaygusuz Abdal Sultan Bektaşiği çift menzillidir. ((genellikle) eşlidir. Tek alanlar da vardır.)
Biz Balım Sultan Bektaşiliği’nden önceki yolu erkanı  sürdürüyoruz, Abdal Musa Kaygusuz Abdal Sultan Süreği olarak. Balım Sultan Erkanı’nda semah zorunluluğu olmamasına rağmen bizlerde semah zorunludur. Balım Sultan Bektaşiği’nde On İki Erkan, On İki Hizmet yoktur; Bizler de On İki Erkan, On İki Hizmet zorunludur.

Hüseyin Sarıkaya Derviş (Dikme Baba): 1967 doğumluyum. Nasibimi 1997’de Abdal Musa Dergahı’nın son postnişini Hüsni E(İ)htiyar’dan nasip aldım. 2001 yılında yine Ali Koca Baba’dan Dervişlik kısvetini giydik. 2007 yılında da Dikme Baba olarak göreve başladım.
Bektaşilik bizce; Hacı Bektaş’ın izini sürenlerce onun adına kurulmuş bir tarikattır. Temelde insan sevgisi, özdeşlik, sevgi, saygı vardır.
Tacımız da Kaygusuz’dan kalmadır. Onun himmetleriyle tacımızı giydik erenler.

Genç diyeceğim, bu yolda gençlik farklı anlamları var. Ama gerçekten de yaşı genç, yola giriş yaşı genç olan bir ümidimiz olan, aynı zamanda sanatçı kimliği olan, çok değerli bir kardeşimiz, bir genç dervişimiz var yanımızda. Hüseyin Durak var. Kendisi Ali Koca Mürşitten nasip almış bir can. Kendisini bize tanıtsın, yine aynı şekilde Abdal Musa, Kaygusuz Sultan, Bektaşilik üzerinde görüşlerini açıklasın, diyorum.

Hüseyin Durak Derviş: 2009 yılında Ali Koca Baba’dan nasip alarak, Kaygusuz-Abdal Musa Erkanı’na dahil oldum. 2010 yılında da yine Ali Koca Baba’dan dervişlik hırkasını giydik ve yola hizmet ediyoruz.
Bektaşilik Ehlibeyt ve On İki İmamların yolunu ilke edinip, Kırklar Cemi’ni baz alıp, Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa ve tüm Anadolu ve Rumeli Erenlerini benimseyerek sürülen Ehlibeyt Tarikatı’dır.
Abdal Musa Sultan Bektaşiliğin temelini, biraz önce Ali Koca Baba’nın söylediği Kızıldeli Bektaşiliği, Balım Sultan Bektaşiği… Bunların temelini Abdal Musa’yla Kaygusuz Abdal kurmuştur. Balım Sultan o temelin üzerine kendi binasını inşa etmiştir. Bunun temelinde Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal Sultan vardır. Kaygusuz Abdal’ın tekke edebiyatındaki, dergah edebiyatındaki rolü çok büyük. O yüzden bunlar tercümanlara, gülbenklere de yansımış, Balım Sultan Bektaşilik’te Piri Sani olmasına rağmen; çoğu Alevi Ocakları dahi diğer Bektaşi kollarının bir kısmı da Abdal Musa Sultan’ı Piri Sani olarak benimsemektedirler. Abdal Musa Sultan’ı üç boyutuyla incelemek mümkündür: Bir, Alevi-Bektaşi inanç önderi olarak; İki, keremetkani olarak yani büyük mücizatlarla halki irşat etmesi o menkibelerdeki anlamların dahi çözülmesi büyük gelişmeler sağlıyor, kişinin kamilleşmesinde. Üçüncü olarak Abdal Musa’nın sosyolojik olarak bir toplumbilimci, birlikçi bir bilinç yaratmış olması  bizim için çok önemlidir. Abdal Musa bu şekilde karşımıza çıkıyor.
Abdal Musa Sultan adına cem yapılan tek Pirdir, Abdal Musa Birlik Cemleri vardır.

Tabii Kaygusuz Abdal çok önemli?

Elbette Kaygusuz  Abdal çok önemli. Abdal Musa’nın elinden yetişmiş, o büyük pirin elinden yetişmiş, Ehlibeyt’in çok önemli temsilcilerinden bir tanesi. Çok eseri var. Kendisi hem zahiri yönden, hem batini yönden çok donanımlı bir pir. Tekke Edebiyatı’nda çok çok önemli. Batini kitapları, eserleri var. Bunlar yola, tarikata, Bektaşiğe girenler için çok önemli eserler. Çünkü irşat olmaktır Bektaşilik’teki amaç, kamil olabilmektir. Bu eserlerde de, kişinin kendindeki cevheri farkedebilmesi adına mistik anlatımlar yapılır. Kişi ilk önce bu anlatımları kavrayamayabilir. Ama daha sonra irşat olmayı ilke edindikce, onu daha çok sahiplendikçe bu manaların anlamlarını çıkarmaya başlar. Ve kaygı duyduğu şeyler anlamlanarak muhibe yeni kapılar açar. Bu devrede Kaygusuz’u kişileri de ikilik kaygısından arındıran çok önemli bir ulu yanının olduğunu görüyoruz.
Kaygusuz tam bu devrede yani kaygılarından arındığı zamanda Mısır’a tayin ediliyor, Hz. Pir tarafından yani Abdal Musa tarafından. Ve kendisine bir icazetname yazılıyor. Kendisin bu icazetnameyi yırtıyor, içtiği ayranın içine koyup onu bir güzel içiyor. Abdal Musa Sultan ona “ne yaptın Kaygusuzum” deyince, o da diyor ki, “ben bunu içimden başka saklayacak yer bulamadım, onun tam manasıyla bir gezginci, irşad yeteneğinin olması yoluna ve pirine duyduğu bu aşktan ileri geliyor. Ve Mısır’a kırk dervişiyle birlikte gidiyor. Kaygusuz’un hemen hemen bütün menkıbelerinde ikilikten birliğe geçiş söz konusudur. Örneğin; Mısır’a giderken önce kendi seçtiği kırk dervişi götürüyor. Ama sonra hata yaptığını anlayıp, Pir’in ona rehber yaptığı kırk dervişle gidiyor. Bir başka örnek; Abdal Musa’nın onu çok sevmesine rağmen başka dervişlerini kendi yayına almasına rağmen onu dağa odun kesmeye göndermesi, bunun sonucunda Kaygusuz’un duyduğu büyük hüzün onu üzüyor. Ama sonra kendisinin o ikilikten çıkıp Pir’in eşiğine yatmasıyla Abdal Musa’dan nasibini alıyor.

Rumeli’ye gittiğini biliyoruz?

Edirne dolaylarına gittiğini biliyoruz. Rumeli’de gördüğü bazı olumsuz olaylar karşısında, oranın ağalarına, beylerine, ayanlarına, hanfendilerine kaygısızca nefesler yazdığını, onları hiçbir şeyden çekinmeden eleştirdiğini biliyoruz.
Kaygusuz’un ünlü Dilguşa, Dolapname, Sarayname isimli eserleri vardır.

Bu söyleşide sizlerden daha çok On İki Postu, On İki Hizmeti, yol ve erkanı öğrenmek istiyorum. Abdal Musa nasıl bir erkan sürmüştü ve bugün Tekke Köyü’nde veya başka yörelerde bulunan baba olarak nitelendirdiğimiz, derviş olarak nitelendirdiğimiz bu canlar, inanç önderleri ve muhipler onun yolundan gittiğine inanıyorlar. Peki Abdal Musa Sultan’ın süreğinin, yolunun, inancının boyutlarının  özellikleri nelerdir?Abdal Musa Yolu’nda örneğin bir mevsim var mı cemler için, cemler ne zaman başlar, en önemli günler hangileridir?Cemlerin özellikleri nelerdir ve Abdal Musa’dan bu yana aynı erkan mı uygulanıyor?

Aynı erkandır. Hüseyni Taç ile birlikte Abdal Musa Sultan, erkanın desturunu Kaygusuz Abdal’a vermiştir. Kaygusuz’la birlikte on iki post üzerine erkanlar bugünü kadar değişmeden devam etmiştir. Hiç kimse kimsenin vazifesine karışmaz, herkes kendi hizmetini yapar. Herkes sırası gelince post vazifesini yapar. Ayhan  Aydın Bey de gelip gördüler bunu.
Abdal Musa’nın erkanı kurmasındaki dava şu; Hakk’a yaklaşmanın en güzel yolu budur diyeböyle devam ediyor.
Cem demek toplanıp, Hakk’a ibadet yapmak demektir. Muhabbet, sohbet etmek demektir. Şimdi bizim ayni cemler üçe ayrılır; birinci bölüm ibadet diye geçer; ikinci bölüm muhabbet; üçüncü bölüm hizmet ve kurban- lokma olarak geçer. Birinci bölüm ibadet bölümünde; niyazlar, namazlar, ibadetler vardır. İkincide muhabbet; sohbet söyleşi bölümü, anlatmalar, muhipler sorular sorarlar, halife baba, mürşit baba yanıtlarlar, nefesler, semahlar olur. Kırklar Semahı dönülür. En az üç kez semah olmak zorundadır. On iki’ye kadar semahlar dönülebilir.
Cemler Hıdırellez’de kesilir. Ekime kadar cem yapamayız. Köylüyüz, iş işliyoruz cem yapamayız. (Ekimde her baba Abdal Musa Cemi’yle cemlerini açarlar. Herkes kendi gurubuyla kurban kesip, Abdal Musa’nın Kilidini Açtık, diyerekten cemler başlar. Hüseyin Durak Derviş.)
Şah Hatayi’nin güzel bir sözü vardır; Yılda bir kurban talibin borcu… diye bir nefesi vardır. Bizde tüm canlar kurban kesip cem yapıp meydan açmak mecburiyetindedirler. Tüm ikrarlı muhipler her sene teker teker kurban kesmek zorundadırlar.

Bu ekim ayından Hıdırellez’e kadar yapılan cemlerin tümü aynı cem midir? Katılanlar, hizmetler, şekil bakımından tümüyle aynı mıdır?

Aynı cemdir. Fakat nasip verme erkanı, derviş erkanında bazı değişiklikler vardır; onların  tercümanları daha uzundur. Mesala, çırak uyarırken normal cemlerdeki tercüman daha kısa derviş erkanı’ndaki çırak uyandırma erkanı ve okunan tercümanlar daha uzundur.

On İki Post diyoruz, bu on iki postun manası nedir?

Şimdi bir söz vardır, dört yüz talebeden bir veya iki profesör çıkar, diye. Erenlerin dergahında da güzel yeşiten kimseler, tam manasıyla kavrayan kimseye post verilmiştir. Kızıldeli Sultan ayaklarını uzatıp kazan kaynatmıştır; Kızıldeli ismini almıştır vede Aşçı Postu’nu almıştır.
Gözcü Postu; seyredin tüm dünyayı çiftleştirin o gözcü postunu almıştır.  (Hünkar Sulucakarahöyük’e gelince erenler Karacaahmet’e hele bir bak dünyaya tekleştir, ciftleştir, dünyada yalnız başına olan bir nesne var mı, bak deyince, o da bakıyor bir güvercin donunda yalnız bir er görüyor. O manada.)

Bu on iki hizmetin manaları nelerdir?

Hüseyin Derviş (Durak): Bu hizmetleri yapmaktaki amaç kişinin hizmet ederek kendi nefsini terbiye etmesidir. Mesela süpürge çalındığı zaman çalan kişi hem kendini arındırdığını, hem de oradaki cemdeki kişilerin kendilerini arındırmaları gerektiğini bize anlatmış oluyor.
Kurbancı bize Hz. Hüseyin gibi teslim olmayı, ya da meydancı hizmetini yaparak; hem kendindeki hem ayni cemdeki muhiplere gönlünüzdeki ve aklınızdaki sevgi, hoşgörü, erenler ışığını fark ederek insanlığa ışık saçıp nefsimizi mum gibi eritmeyi söylemek istiyor. Bu hizmetlerden geçin muhiplerse bir meydan terbiyesi alarak kendi insani vasıflarının farkına varıyor. Böylece sevgi, saygı, hoşgörü bir topluma yayılmış oluyor. Kişi hizmetinde ne kadar doğru, dürüst olursa ve onu teslim kılarak (kendini) yaparsa, erenlerin ve Hakk’ın himmetine nail olur. Hizmetler erenler okulundaki öğrencilerin yapması gereken ödevlerdir.

On İki Hizmet var?

On iki Posta oturup o pirin hizmetini yapana hizmet sahibi denilir ve bunlar on iki hizmeti oluştururlar.

On İki İmamlar’la bir ilgisi var mı?

Bir bağlantısı vardır.

Bir de niyazlara çok dikkat ettim. Gerçi tüm Bektaşi kollarında bu önemlidir. Sizce niyazın anlamı nedir, niçin bu kadar önemlidir cem içinde?

Niyaz namazın bütün bir parçasıdır. Niyaz içinde hem kıyam, hem rüku, hem secde var. Ve Hakk’ın Taha Suresi’ Ayet 116’da emrettiği gibi ademe secde kılarak niyazımızı gerçekleştiririz. Bu ayet şöyle diyor; “Bismi Şah Allah Allah!, Hani biz meleklere secde edin demiştik de iblis hariç bütün melekler secde etti. Ama iblis secde kılanlardan olmadı.” Biz Bektaşiler on sekiz bin aleme sığmayan Hakk’ın kamil insanın gönlüne sığdığını düşündüğümüz için ve erenler yoluna baş eğenleri o meydanda hizmet edenleri tertemiz pak gördüğümüz için cemal cemale niyaz yapar, secde kılarız. Niyazda önce turaba (toprak) secdeyle başlar, çar ana sırdan bir tanesidir (Hava-su-toprak-ateş). Ayrıca özü benlikten çıkarıp turabı indirgemeyi simgeler. Sonra mürşidin (babanın) sağ ve sol dizine niyaz ederiz ki, ayak hizmeti temsil eder. Sağdan sola bütün hizmet erleri ve mürşidi kamillerin selamlayıp onların gönül kabesini secde kılarız. Sonra gönlüne varır, (gönlüne niyaz eder) ve gönlü Hakk’ın evi olduğunu bilip cemalimizi gönle tutarak onu kendimize ayna yaparız. Hakk’ın gönülde olduğuyla bir kez daha yüzleşmiş oluruz. Sonra cemale döneriz. Cemali niyazlarız. Hepimizin bildiği gibi mürşid-i kamil’in cemalinde yedi ayet yazılıdır; Fatiha Suresi’nin ayetleridir. Böyle Hakk’ın didarına nail oluruz. Sonra avcunun için niyazlarız.Elin dışı zahir alem, içi ise batın yani mana alemidir. İç alemimizi niyazlayarak onların hakikatine nail olmayı murat ederiz. Sonra yine turaba (toprağa) secde eder, topraktan gelip toprağa geri döndüğümüzü hatırlarız.
Bu niyazla tasavvufun üç safhası gerçekleşmiş olur: La mabude illahlah. Bir diğeri; La maksuda illallah ve sonuncu la mevcuda illallah. Niyazi yapan kişi mabuda (Yaradanın barındığı mekana, gönüle yönlenir) gelir, onu maksut (arzu) ettiği için niyaza gelmiştir. Ve niyaz gerçekleştiğinde secde kıldığında ve kendinde mevcut oluduğunu görmüştür. Böylece niyaz hakikatini ortaya koyar.

Kendisini cemlerde hizmetleriyle birlikte gördüğümüz Hüseyin Sarıkaya Derviş’e dönmek istiyorum. Derviş deyince, baba deyince kendisi neler söyler?

Hüseyin Sarıkaya Derviş: Erenlerim dervişlik bilindiği gibi doğru yol, dürüstlük anlamlarına gelir. Hacı Bektaş Veli’nin, Abdal Musa’nın, Kaygusuz Abdal’ın süreğini süren, yolundan gitmeye dervişlik, babalık denir. Bizler de bu sürekteyiz. Bu yoldan yürüyoruz, devam ettiriyoruz inancımızı. Derviş kendisini hizmet eri olarak görüyor. Derviş yolun hizmetinde, babaların hizmetinde olan kimsedir.

Dervişlik sadece cemde olmuyor. Sokaktada derviş, dervişliği sürdürecek?

Evet aynen katılıyorum. Derviş her yerde derviştir, dervişliği sürdürecektir. Bizler her koşulda Abdal Musa’ya hizmet eriyiz.

Acaba Abdal Musa Süreğiyle, Kaygusuz Abdal Süreği arasında bir fark var mı?

Hüseyin Durak Derviş: Kaygusuz Abdal Abdal Musa eğitiminden geçtiği için onları birbirinden kesinlikle ayıramayız. Çünkü Abdal Musa demek Kaygusuz Abdal demek, Kaygusuz Abdal demek Abdal Musa demektir. Onları birbirinden ayıramayız. Demin Ali Baba söyledi; Abdal Musa Sultan Dergah’ın işleriyle uğraşırken, o dış işleriyle uğraşırken, iç işleriyle uğraşma görevini de Kaygusuz Abdal’a veriyor. Ki onu Mısır’a vekil tayin etmiştir. Kaygusuz Abdal Mısır’dan döndüğü zaman Abdal Musa’nın postuna oturmuştur. Bu nedenle söylüyor: “Bir isteğim vardır, gani kerimden-Münkir bilmez evliyanın sırrından- Kaygusuzam ayrı düşdüm pirimden-Ağlar gelir şahım Abdal Musa’ya”
Buraya döndükten sonra Abdal Musa’nın postuna oturmuş, onun on iki hizmetini yürütmüştür. Kaygusuz’un koyduğu on iki hizmet, Ehlibeyt temelli, On İki İmam temelli, İmam Cafer’i Sadık temellidir. Bu hizmetlerin hepsinde Kaygusuz insanlara derviş gibi yaşamayı aşina etmeye çalışmıştır, aşılamaya çalışmıştır. Bu on iki hizmetin on iki postun hepsinde kişi kendini hem dış olarak, hem iç mana olarak eğitmeye çalışır.

Kaygusuz Abdal,  Abdal Musa Dergahı’nda hizmet yürütüyor ama birçok derviş gibi bir “Gezgin Derviş” aynı zamanda? Kendisi hem geziyor, aynı zamanda kendi adına bir dergah kuran bir derviş, abdal?

Çünkü kendisi tam anlamıyla bir “Derviş”tir. Dervişliği çok iyi kavramasından ileri gelir. Onu pir gözetiminde büyük hizmetler yapmasına vesile olan, onu Mısır’a gönderen, onu gezginci yapan, onun bu hizmetlerde olmasını sağlayan bizzat kendisinin derviş özelliğini kavramasından ileri geliyordu. Çünkü derviş dediğimiz zaman; dervişin “d” si dünyayı terk etmek, “r”si riyayı terk etmek, “v”si vuslatı arzulamak, “ş”si şehveti terk etmektir… Bunları terk eden birisi için zaten dünya zahir gözüyle önemsizdir.
Kaygusuz Abdal’ın Bektaşi öğretisini ne kadar iyi özümsediğini bir menkıbeden anlayabiliriz.
Kaygusuz Abdal Mısır’a gidiyor. Kırk dervişiyle birlikte Mısır Sultan’ın huzuruna varıyorlar. Mısır Sultan’ı bir sofra açıyor. O sofraya Mısır’daki sofuları da davet ediyor. Sultan sofralara birer metre uzunluğunda kaşık indiriyor ve bunlarla yiyeceksiniz, diye talimat veriyor. Kimse üstüne başına dökmeyecek, diye bir koşul koyuyor. Önce sofular oturuyorlar. Birer metrelik kaşıklarla yemek yemeğe çalışırlarken, ya üstlerine döküyorlar ya da sağındakinin solundakinin gözüne batırıyorlar, kaşıkları. Sonra Kaygusuz Abdal ve Kırk dervişi oturuyor sofraya. Her biri cemalinin önüdekine uzatıyor kaşığı. Böylece herkes karnı tok, birbirine zarar vermeden kalkıyor.
Kaygusuz’un aldığı eğitim, paylaşımcı ahlak, onu “Kaygusuz” kıldı zaten.

O büyük bir ozan aynı zamanda, eserleri var, bin beyitlik eseri var mesala. Ama onun ozanlar için de ayrı bir yeri var. Onun bir de kendi adıyla anılan bir süreği var. Siz bu süreğe nasıl dahil oldunuz? Kaygusuz sizi hangi yönüyle etkiledi? Kaygusuz ömrünü, bir gününü nasıl geçiriyordu? Siz bir sanatçısınız, üniversite eğitimi almışsınız, bir dünya görüşünüz var. Ne mutlu ki, bu yola, bu süreğe girmişsiniz. Bu süreç nasıl oldu?

Bu soruya cevap vermek aslında çok zor. Kişi dikkate aldığı zaman Kaygusuz Abdal her yönüyle cezbeder. Kaygusuz Sultan’ın dik duruşu, doğru bildiği şeyi sonuna kadar savunuşu, yeri geldiğinde Tanrı’yla bile o özel çekişmesinden doğan o güzellik herhalde bu bilince aşina olan herkesi mest eder diye düşünüyorum. Çünkü isminin özelliğini bile incelediğimiz zaman bile piri Abdal Musa diyor ki, ona, Kaygılarından arındın, Kaygılarından reha buldun dahi şimdi Kaygusuz oldun. Yani bir insanın hiçbir “kaygısının” kalmadığını düşünün Hakk ile Hakk olmaktan başka.

Abdal Musa’nın, Kaygısız Sultan’ın namı dört bir tarafa yayılmış. Özellikle Batı Anadolu’da onlar çok büyük bir sevgiyle anılmaktadır. Mısır’dan, Balkanlar’a uzanmış olarak etkisi yaşamıştır, yaşıyor. Peki somut olarak bu köyün dışında, siz çok cemlere giden, muhabbetlere çağrılan bir kişisiniz, sazıyla, sözüyle, sohbetiyle çok sevilen bir kişisiniz. Abdal Musa’nın Kaygusuz Abdal’ın insanlar üzerindeki etkilerini nasıl görüyorsunuz? İnsanlar Abdal Musa’yı, Kaygusuz  Abdal Sultan’ı nasıl yaşatıyorlar?

Ali Koca Baba: Bunlar ozanlığı şurdan kazanıyor: Hakk’tan alıp halka veren kişiye ozan derler. Hakk sözüyle halkı irşat eden kişilere ozan derler. Sadece şiir yazmakla ozan olunmaz. Sen kendinin nereden geldiğini bilmezsen, nereye gittiğini bilmezsen ozan olamazsın. İşte onlar bunu bildikleri için ozan ismini aldılar, gerçekci birer kişi oldukları için ozan denmiştir bunlara. Edebiyatta bunların büyük yerleri vardır. Fuzuli’nin, Nesimi’nin, Virani’nin, Kaygusuz Abdal’ın edebiyatta çok büyük yerleri vardır.
Kaygusuz Abdal Mısır’a Bektaşi Halifesi olarak gitmiştir. İkrarlarda söylediğim gibi Hakk’tan al, halka ver, yalan söyleme, haram yeme, zina yapma, demiştir.

Onların ismini anan, onların ismiyle yapılan etkinliklere gelen onbinlerce insan var. Onları görebiliyoruz. Siz bir inanç önderi olarak bu insanlarımızın halini nasıl yorumluyorsunuz? Gerçekten bu inancı itikati, felsefeyi, yaşatabiliyor mı, inancını yaşatabiliyor mu?

Bir karınca varmış, Hacca gidiyormuş. Demişler ki sen nasıl hacca gideceksin? O da demiş ki varamazsam da yolunda ölemez miyim?, demiş. Şimdiki insanlarımız inançları güzel, hizmetleri güzel ama okuma zayıflığı var. İkra Suresi buyurur ilk ayet; “Oku” der. Okumadan olmaz. Bir derviş olsun, talip olsun hizmeti verdiğimiz zaman çok güzel yapıyorlar. On İki Post’tan (Hizmet) hangisini versek güzel yapıyorlar. Fakat derine dalmalarına imkan yok, herkes dalamıyor. İste Kaygusuzların o yoldan gittikleri için o isimleri öyle almışlardır.

Söyleşi: 16 Mayıs 2011, Pazartesi Günü, Tekke  Köy, Elmalı, Antalya

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*