ALEVİLER NE İSTİYORLAR?

ALEVİLER NE İSTİYORLAR?

Dr.A.Yılmaz Soyyer
Türk Aleviliği, ya da Hacı Bektaş Veli merkezli Alevilik olarak isimlendirilebilecek olan inanç temelli kitle, 21. yüzyılda felsefi temel ve dayanakları olan yeni bir yapılanma içerisine girmiş bulunmaktadırlar. Son yılların, Bektaşi Aleviliği (Hacı Bektaş Veli merkezli Aleviliği bu şekilde tanımlamayı uygun görmekteyim) üzerine getirdiği en olumlu yenilik kendilerini başkaları (Sünniler, dinsizler, gayrimüslimler) karşısında tanımlamaktan vazgeçmiş olmalarıdır. Bektaşi Aleviliği, bu gün artık kendisinin ne olduğunu anlamanın peşine düşmüştür. Bunda, bir reaksiyon biçiminde varlıklarını gelecek yıllara taşıyamayacaklarını algılamalarının da rolü vardır.

Bu bağlamda Bektaşi Aleviliği kendisini İslam dini içerisinde görmektedir. Tanımın devamında ise bir başka oluşuma göre tanımlama yine kendini göstermektedir. Çünkü onlar Sünnilerin aksine Kur’an’ı “Batıni” biçimde yorumladıklarını belirtmektedirler. Bu tarz, Bektaşi Aleviliğinin kendilerini ateist ve Marksist oluşumların dışında ifade etmeleri sonucunu doğurmuştur. Ancak bu durum, cami merkezli tasavvuf ya da -Bektaşi Aleviliğinin tanımlamasıyla- “Sünni tasavvuf”la aynı Batıni öze sahip olmalarına karşılık farklı kulvarda yer almalarını sağlamaktadır. Tasavvuf tarihi incelendiğinde Bektaşi Aleviliğinin söylemi olan “vahdet-i vücut” yani her şeyin Tanrı’nın tecellisinden ibaret olduğu anlayışı diğer tasavvufi ekollerle ortaktır. Felsefi platform derinliğine incelenirse farklılık olarak belki, Kerbela’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesine bir inanç temeli olarak yapılan vurgunun dozu ve Hz. Ali dışındaki üç halifeye karşı takınılan tutumun biçimi ön plana çıkabilir. Bunun dışında Hacı Bektaş Veli’den Giritli Ali Resmi Baba’ya, Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’ya kadar bütün Bektaşi düşüncesi, gerek Mevlana Celaleddin Rumi, gerekse İbn Arabi’nin inanç sistemleriyle ile büyük paralellikler taşımaktadır.

Cumhuriyet döneminde Türkiye sınırları içerisinde bir Bektaşi Aleviliğinin varlığı inkar edilemeyecek ve ihmal edilemeyecek boyutlardadır. Kendilerini ülkenin daha kalabalık olan Sünni kesiminden farklı olarak ifade eden bu topluluğun sayısı konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Zaman zaman bizzat Bektaşi Aleviliğine mensup insanlar tarafından 30 milyona kadar çıkarılan mensup sayısının gerçekte ne kadar olduğu ancak bir nüfus sayımında “kendinizi inanç bakımından ne hissediyorsunuz?” şeklinde bir sorunun sorulmasıyla anlaşılabilecektir. Bu soru kendisini “demokrat ve laik” olarak gören her hükümetin doğal olarak sorması gereken bir sorudur. Bu sorunun cevabı alınmadan Alevilerle ilgili olarak girişilecek her türlü faaliyet akamete uğramaya mahkumdur. Nasıl ki ülkenin bütününü aynı inanç sistemi içerisinde sayma yaklaşımı yanlışsa, böyle bir sayım dolayısıyla sayı belirlenmesi yapılmadan başlanacak girişimler devlet açısından sonuçsuz kalmaya mahkum olacaktır. Alevilerin inanç temelli isteklerini ciddiye alma niyetinde olan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri ilk olarak bu sayı belirleme işini yapmalıdırlar.

Sayıları kaç olursa olsun kendilerini farklı gören inanç temelli toplulukların istekleri dikkate alınmalıdır. Bektaşi Alevileri bir inanç temelli topluluktur ve devletten kendileriyle ilgili talepleri bulunmaktadır. Aleviler, bu konuda çok büyük bir oranda birleşerek müşterek bir taleple ortaya çıkmayı başaramamaktadırlar. Bu hususta, devletin “Diyanet İşleri Başkanlığı” bünyesinde Alevilere de kendilerini temsil imkanı vermesi görüşü oldukça yaygındır. Bu görüşün sahipleri, Alevi din adamlarının da tıpkı Sünni din adamları gibi devletten maaş almasını, devletin Alevi teologları yetiştirecek fakülteleri açmasını istemektedirler. İkinci anlayış ise Türkiye Cumhuriyeti’nin eğer laik ve demokrat bir devletse D.İ.B ve benzeri her türlü teşekkülü kaldırmasını savunmaktadırlar. İnanç temelli gruplar, kendi mensuplarının yardımları ve devlete ödedikleri verginin belli bir oranına sahip olarak bu tür işleri yapmalıdırlar.

Bektaşi Aleviliği inanç eğitimi konusunda çok önemli problemlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bünyesinde Çelebi Bektaşileri, Babagan Bektaşileri, Ocakzadeler, Tahtacılar, Amucalar, Çepniler gibi birçok -teferruatta da olsa farklılar taşıyan- grubu barındırmaktadır. Üstelik hiçbir dini değer taşımayarak ateist ya da Marksist olan bazı insanlar da sırf bir Ocağa mensup olmalarından dolayı kendilerini Alevi olarak isimlendirmekte ve bu konuda kendilerini söz söylemekte yetkili hissetmektedirler. Bu yetkili hissediş hiç de bir bilim adamı titizliğiyle olmamaktadır. Bu tür kişiler kendi ideolojik düşüncelerini “Alevilik” olarak ileri sürmektedirler. Piyasada “Alisiz Alevilik” kitapları dolaşmaktadır. Bektaşi Aleviliği bu gün teolojik-tarihi arkaplanını büyük oranda yeniden keşfetmek, tanımak ve günümüze taşımak zorundadır. Bu keşfetme ve tanıma işinin yanı sıra en zor olan şey ise sistemi günümüze taşımaktır. Bu iş çok zordur çünkü dünya artık ne 13. yüzyılların ne de 19. yüzyılların dünyasıdır. Bir zamanlar Mevlana, Hacı Bektaş Veli, İbn Arabi gibi zamanının devleri tarafından sistemleştirilen vahdet-i vücut bu gün bilimsel keşif ve icatların çerçevesinde yeniden izah ve yorumlara ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Kırklar Cemi, 21. yüzyılın talibine yeniden yorumlanarak anlatılma ihtiyacındadır.

Bektaşi Aleviliği tarihi arkaplanından dolayı bu günümüze taşıma eyleminde iki ekolün kapsamında kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunlardan ilki bütün bir Safefi tasavvufunu bünyesinde eriten İmamiye Şiası (Caferilik), diğeri Sünnilik denilen büyük uzlaşının içerisinde yer alan fanatik ögelerdir. Ben bu konuda Türkiye’deki ılımlı Sünniliğin (Maturidilik) Bektaşi Aleviliği için ciddi bir tehlike olmadığını düşünenlerdenim. Aksine bu iki ekolün birbirlerinden öğrenecekleri çok şey olduğu kanaatindeyim. Bu alışverişin 13 yüzyılda Anadolu’ da gerçekleştiğini düşünmekteyim. Garipname, Muhammediye ve Hutbetü’l-Beyanın birbirlerine çok benzer inanç ögeleri taşıdıkları bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Ancak bu birbirini tanıyıp alış verişte bulunmayı, bir hegemonyaya alış olarak arzu etmemekteyim. Ne Sünnileştirmekten ne de Alevileştirmekten yanayım. Birlikte bir coğrafyayı paylaşmanın olumlu yapıcılığı bütün ekollerin işine yarayabilir. Bunun için herkesin sihirli bir kelimeye ihtiyacı bulunmaktadır: samimiyet…

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*