Aleviliğin Büyük Bilge Ozanı Yunus Emre (1240-1320)

İsmail Kaygusuz

1. Yunus’un Kıblesi Dost Yüzü, Secdesi Dostadır
Yunus Emre’den, bizim Yunus’tan, onun evreni kucaklayan hoşgörülü ulu gönlünden dostlara binlerce merhaba diyerek, bir şiiriyle giriş yapalım.
Aşk imandır bize gönül selamet
Kıblemiz dost yüzü daimdir salat
Dost yüzün göricek şirk yağmalandı
Anın çün kapıda kaldı şeriat
Gönül secde eder dost mihrabına
Yüzün yere koyup kılar münacat
Münacât için vakt olmaz arda
Kim ola dost ile bu demde halvet
Derildi beşimiz bir vakte geldi
Din tamam olıcak değer muhabbet
Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilahi devlet
Yunus o kapıda keminde kuldur
Ezelden ebede dektir bu izzet
Yunus Emre’mizden konuşurken onun önüne geçilmez. İlk o söyler sonra bizler. “İnancımız sevgi” diyor Yunus,
“kıblemiz dost yüzü, namazımız niyazımız onadır. Dostun yüzünü görünce şeriatı kapıda koyduk. Dostun yüzü, insanın kendisidir, bizim mihrabımız ve secdemiz onadır. İbadet için vakit mi olurmuş? İbadet sevgi-muhabbettir, hiç vakitle kısıtlanır mı? Derip devşirip bire indirdik biz o beş vakti! Bu bir vakit sınırsızlığında din sevmekle tamamlanır…”
Şeriatı kapıda bırakıp gönül evine, hakikat evine girmiş olan Yunus Emre’mizi devlet, şeriatçılar sahiplenmeye kalkıyor. Kapısının önünde yığılmışlar, basın-yayın araçlarıyla, burjuva ve dinci yazarlarıyla, bilim adamlarıyla Yunus’u gönül evinden çikarmak, Sünnileştirmek istiyorlar. Oysa Yunus, şeriata ve onun ilkelerine, bu ilkelerle yönetilen beyliklere ve devlete karşi muhalefetin bayrağını şiirlerinde dalgalandırıyordu.
Yunus, Anadolu Aleviliğinin ilk büyük ulularındandır. O, şeriatı, şeriat inançlı devleti yadsımış, zararlı bulmuş ve başkaldırmıştır. Şeriat ilkeleriyle birlikte zamanın yönetimlerini, hanlarını ve beylerini hep eleştirmiştir. Bakınız ne diyor Yunus:
Danişmand okur tutmaz derviş yolun gözetmez
Bu halk ögüt işitmez ne sarp zaman olığsar
Gitti begler mürveti binmişler birer atı
Yedigi yoksul eti içtiği kan olığsar
(…)
Müsülmanlar zamana yatlu oldu
Halal yenmez haram kıymatlı oldu
Haram-i hamir tuttu cihanı
Fesat işler eden hürmetli oldu
Şakird ustat ile arbede kılur
Oğul atayıla izzetlü oldu
Fakır miskinlikten çekti elini
Gönüller yıkuben heybetlu oldu
Peygamber yerine geçen hocalar
Bu halkın başina zahmetli oldu
Yunus Emre’nin bu dizelerini Sünni yorumcuların dediğince, “bir zahidin, yani dindar bir kimsenin zamanından şikayeti” olarak değerlendirmek tamamen yanlıştır.
www.alewiten.com, 27.01.2004

2. Yunus, Düzene ve Şeriata Başkaldırmıştır
Yunus döneminin düzenine ve yönetimlerine karşidır. Düzenin temelden bozukluğuna, zalimliğine ve kandökücülüğüne başkaldırmıştır. Şiirlerinde “öğüt işitmez halka” durup dinlenmeden bunu anlatmaktadır. Feodal beyler yoksul halkı iliklerine değin sömürmektedir ve onlar için öldürmek zevktir. Haram-i hamir, yani mayası bozuklar cihanı doldurmuştur, onca fesat ve namussuzluklarına rağmen saygı görürler.
Düzenin getirdiği ahlak bozukluklarına da dikkat çeken Yunus, dervişlerin yol göstericilik görevlerini yerine getirmediklerinden de yakınıyor. Konyalı dervişlerle birlikte, kendi batıni-Alevi çevresinden bazı gezginci dervişleri de kıyasıya eleştirmektedir. Bunların halkı aydınlatma-eğitme görevini bırakıp, bey olarak çevreye korku ve heybet saldıklarını, düzenle kaynaştıklarını kapalı da olsa söylüyor.
Yunus Emre ve onun mensup olduğu çevrenin dervişleri, yol gösterici ve aydınlatıcı, inanç ve düşüncelerinin propagandacısıdırlar. Yunus şiirlerinden birinde;
Vardığımız illere şol sefa gönüllere
Halka Taptuk ma’nisin saçtık elhamdülillah
diyerek, piri Tapduk Emre’nin düşüncelerinin yayıcısı olduklarını açıkça söylüyor. Biraz önce verdiğimiz alıntıdaki son beyite dikkat edelim. Hocaları halkın başinın belası gören Yunus, benzetme-kıyas yöntemiyle peygambere de taş atmaktan çekinmiyor.
Yunus, tanrıyı kendi sıfatında görmüştür, bundan hiç kuşkusu-gümanı yoktur. Oruç, namaz, zekat hac, yani şeri tapınmalar onun için bir cinayettir. O, kendinde gördüğü tanrıyla birleşmiş ve Hak ile Hak olmuştur.
Şeriat ve ilkeleri, ibadetler hakkındaki bu düşüncelerinin ayrıntılarını Yunus’un kendi dilinden izleyelim:
Can olgıl can içinde kalma güman içinde
İstediğin bulasın yakın zaman içinde
Rüku sücuda kalma ameline dayanma
İlm ü amel garkolur naz ü niyaz içinde
Oruç namaz zekat hac cürm ü cinayettürür
Fakir bundan azattır has-ül havas içinde
Ayn-el yakın görüptür Yunus mecnun olupdur
Bir ile bir olupdur Hakk-al yakın içinde
Yunus çok çalismis, çabalamis, çok çileler çekmistir bu olgunluğa erişmek için. Nefsine kılıç çalmistir. O şimdi “herkestir”. Kuran okuyan da, Kuran’ın içindeki de kendisidir. Üstelik meydana çikmis, bunun siyasetini yapmaktadır:
Siyaset meydanında galebeden çikan o
Siyaset kendi olmuş girmiş meydan içinde
Tartmış kudret kılıcın çalmis nefsin boynuna
Nefsini tepelemiş elleri kan içinde
Sayrı olmuş iniler Kur’an ününü dinler
Kur’an okuyan kendi kendi Kur’an içinde
(…)
Baştan ayağa değin Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır kalma güman içinde
Oruç namaz gusül hac hicaptır âsiklara
Âsik andan münezzeh halis heves içinde
Girdim gönül şehrine daldım onun bahrine
Aşk ile gideriken iz buldum can içinde
Yunus senin sözlerin ma’nidir bilenlere
Söyleniser sözlerin devr-i zaman içinde
Seksen yılı aşkın yaşamı boyunca bir kez bile hacca gitmemiş olan Yunus, er-evliyayı ziyaret edip erin eşiğine yüz sürmekle Kabe’yi tavaf kılıyor. O, Hakk’ı er yüzünde görmektedir. Yunus için bir gönüle girmek, binlerce kez Kabe’ye gitmekten yeğdir:
Âsik oldum erene ermek ile
Hakkı gördüm er yüzün görmek ile
Her nere baktım ise er oturur
Gönlün aldım yüz yere sürmek ile
Haktan erer türlü nasip erlere
Olmaz imiş Kabe’ye varmak ile
Kabe senin eşiğindir bilmiş ol
Bulamazsın yol çekib aramag ile
(…)
Ey erenler ey kardeşler görün beni nittim ahi
Ere erdim eri buldum er eteğin tuttum ahi
Canım bir gözsüz bir can idi içi dolu sen-ben idi
Tuttum miskinlik etegin ben menzile yettim ahi
Yunus Emre için cümle yaratıklar birdir, ayrısı gayrısı yok, eşittir. Cümle varlığa tek bir gözle bakmayan, şeriatın evliyası da olsa hakikatte asidir. Hakikat bir denizdir, şeriat bir gemi. Tahtaları ne denli sağlam olursa olsun gemiye güvenilmez, dalga biraz arttı mı tahtalar kırılıverir. Öyleyse o gemiden çikip hakikatın kucağına atılmalıdır. Kurtuluş buradadır. Hakikatın kafiri şeriatın evliyasıyla eşdüzeydedir. Şeriat oğlanları ortalıkta “şeriat da şeriat” diye çiglik atıyorlar. Girip de Hakikat kapısından şöyle bir baksınlar, bakalım bir daha geri dönebilecekler mi?
www.alewiten.com, 27.01.20043. Yunus “Biz İlimin Talibiyiz, Aşk Kitabını Okuruz” Diyor
Bizler bilimin talipleriyiz ve aşk kitabı okuruz, diyor Yunus. Ögretmenimiz Çalap’ın kendisidir. Gittiğimiz yola gelmek istersen, dört kitabı yüzeyden şerhedenleri dinleyerek değil, içanlamlarını, yorumlarını ögrenmelisin. Ben’likten çikip, adını değiştirip öyle geleceksin. Çünkü bizim inancımızın temel ilke ve buyrukları hiçbir dinde bulunmaz.
Yunus, “sözün hülasasını” kendi coşkun diliyle şöyle dile getiriyor: Söylememek harcısı söylemegin hasıdır
Söylemegin harcısı gönüllerin pasıdır
Gönüllerin pasını ger sileyim derisen
Şol sözü söylegil kim sözün hülasasıdır
Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan
Şer’in evliyasıysa hakikatta asidir
Şeriatın haberin şerh ile aydam işit
Şeriat bir gemidir hakikat deryasıdır
Ol geminin tahtası her nice muhkem ise
Deniz merci kat’olsa tahta uşanasıdır
Bundan içeri habar işit aydeyim ey yar
Hakikatın kafiri Şer’in evliyasıdır
Biz talibi ilimleriz aşk kitabın okuruz
Çalap müderris bize aşk hod medresemizdir
(…)
Hakikatın ma’nisin şerh ile bilmelidir
Erenler bu dirliğe riya dirilmelidir
Hakikat bir denizdir şeriattır gemisi
Çoklar gemiden çikip içine dalmadılar
Bunlar geldi tapıya şeriat tuttudurur
İçeri giribeni ne varın bilmediler
Dört kitabı şerheden asidir hakikate
Zira tefsir okuyup ma’nisin bilmediler
Şeriat oğlanları bahsedüp da’vi kılur
Hakikat erenleri da’viye kalmadılar
Yunus adın Sadık’tır bu yola geldin ise
Adın değiştirmeyenler bu yola gelmediler
(…)
Severem ben seni candan içeri
Yolun ütmez bu erkândan içeri
Şeriat tarikat yoldur varana
Hakikat marifet andan içeri
(…)
Gayridür her milletten bizim milletimiz
Hiç dinde bulunmadı din ü diyanetimiz
Bu din ü diyanette yetmiş iki millette
Bu dünya ol ahrette ayrıdur ayatımız
Zahir suya banmadan el ayak deprenmeden
Baş sücuda varmadan kılunur taatımız
Ne Kabe vü ne mescid ne rüku ne sücud
Hak ile daim becid olur münacatımız
Gerek Kabeye varalım gerek meclise girelim
Gerek suyla yunalım çün bile illetimiz
Yunus canın yenile kim dostluğun anıla
Aşk ile dinlerisen bilesin kudretimiz
Yunus’un okuduğu kitabı kalem yazmamıştır, yazabilmesi için yedi deniz dolusu mürekkep olmalıdır. Yunus, oruç namaz için içki içer, sarhoş olur. Seccade üzerinde ise altı telli saz ya da kopuz dinlemeyi tercih eder:
Ben bir kitap okudum kalem yazmadı onu
Mürekkep eyler isem yetmeye yedi deniz
Ben oruç namaz için suci içtim esridim
Tesbihü seccadeyçün dinledim çeste kopuz
Açıktır ki, Yunus’tan verdiğimiz bu birkaç örnekte bile şeriatı, Sünniliği öven tek bir sözcük yoktur. Zamanının bey ve yöneticilerinin yanında olduğunu belirleyen bir dolaylı söylem de yok.
www.alewiten.com, 27.01.2004

4. Yunus Emre, Sadece Aleviliğin Siyasetini Yapmıştır
Her fırsatta Osmanlı’nın kanlı geçmişiyle övünen Türkiye Cumhuriyeti devleti, Yunus’u neredeyse “devlet sanatçısı” yapıyor.
O Osmanlı ki, Alevi kanı içmekten doymayan şeyhülislamı Ebu Suud Efendi, ölümünden ikiyüz yıl sonra Yunus için “katli vaciptir” diye fetva yazıyordu.
Yazarları, çizerleri, tüm basın-yayın araçlarıyla Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre’yi Türk-İslam sentezi içerisinde eritme ve Sünnileştirme çabalari boşunadır. Tarihsel gerçek değiştirilemez! Bu çaba yeni değil, ötedenberi vardı. Şeriatçı ve milliyetçi yazarlar bunları hep işliyorlardı. Vaktiyle doğruyu yazmaya eğilim göstermiş olanlardan bazıları da, sonradan yazdıklarını yalanlayıp yadsıyarak bu felsefenin temeline harç koydular. Bunun en önde gelen örnegi, Yunus Emre üzerine çok sayıda makaleler yazmış ve kitaplar yayınlamış olan Abdülbaki Gölpınarlı’dır.
Abdülbaki Gölpınarlı, 1961’de yayınlanan “Yunus Emre ve Tasavvuf”ta şöyle yazıyordu:
“Alevi-Bektaşi şiiri bu zümrenin inançlarından bahseder; kudret kandilindeki nuru, Ali’nin Cebrail’e hocalık ettiğini, Kırklar Meclisinde birine vurulan neşterin kırkından kan akıttığını, bir üzümün ezilerek kırk kişiye içirildiğini, Kırkların mest olup semaa girdiklerini, Mi’rac’da, bir arslanın, Muhammed’in yolunu kestiğini, Cebrail’in sözüne uyan Muhammed’in, bu arslana yüzüğünü verdiğini, ertesi sabah, Ali’nin, yüzüğü Muhammed’e teslim ettiğini, Hacı Bektaş ‘Vilayetname’sindeki menkabeleri… zaman geçtikçe Alevi-Bektaşi azizleri adına meydana gelen gelenekleri anlatır.”
“Adab ve erkândan bahsederken dört kapıdan, kırk makamdan, mürşitten, rehberden, uyanan çeragdan, tutulan elden, etekten, elin, dilin, belin bağlanmasından, eşikten, dâr-ı Mansur’dan, Sakaahum şerbetinden, demden, sema’dan bahseder.”
“Alevi-Bektaşi şiirinde dünya unutulmaz, dünya nimetleri sevilir, aşk, beşeridir, sevgi yaşayışın bir sonucudur. Sevgili Tanrı oluverir ve sevilen o’dur.” (A. Gölpınarlı: Yunus Emre ve Tasavvuf, 1961: 234)
Güzel anlatıyor, eksik ama doğru. Burada Yunus Emre için söyledikleri bizi daha çok ilgilendiriyor.
“Artık Yunus’a, Yunus’umuza dönebiliriz… Kudret kandilindeki nur, Ali’nin Cebrail’e hocalığı ve Kırklar meclisi, Üveys, bir neşterle kırkından kan akması, bir üzümün ezilerek Kırklara şerbet oluşu, dört kapı, kırk makam, dünyaya bağlılık, sevgi, sevgili, zahiri emirleri intikad (şeriat kurallarının eleştirisi-İ.K.), moral düşünce… ve kınayan, güzel güzel alay eden eda! Bütün bunlar Yunus’ta var. Yunus, bütün bunlarda ilk. Her Alevi-Bektaşi bunlardan bahseder. Yalnız kıyasıya düşmanlık, Yunus’un bütün insanları kucaklayan düşüncesinde yer bulmaz bir nesnedir.” (A.Gölpınarlı, agy, s.235)
Gölpınarlı’nın son cümleyi satırların arasına sıkıştırmasının bir nedeni var. Yunus’tan sonraki Alevi-Bektaşi ozanlarının şiirlerinde kullandıkları Teberra’yı, yani Ehlibeyt düşmanlarına, Yezid ve Muaviye’nin soyuna lanet etmeyi içine sindiremediği için, “kıyasıya düşmanlık” vurgulaması yapmış burada.
15. yüzyıldan sonra yetişen Alevi-Bektaşi ozanları, Alevi toplumunun sürekli kırımlarla kökünü kazımayı amaçlayan Osmanlı yönetimini ve şeriat mensuplarını Muaviye, Yezid ve Mervan’la eşleştirerek, Ehlibeyt ve Oniki İmam düşmanı gibi sürekli lanetlemişlerdir. Görgü cemlerinde Cem birleme, yani bitiş töreninde, toplu halde “lanet Yezid’e!” çigirisini, Osmanlı’ya karşi sürekli muhalefetin simgesi olarak değerlendirmek olasıdır.
Konuya ilişkin çok geniş bilgisi olmasına rağmen Alevileri hiç de sevmeyen Gölpınarlı, dili sürçmüş olacak ki, Alevi-Bektaşi edebiyatı ve Yunus’un şiirlerini, bu karşilaştırma sırasında şöyle bağlıyor:
“Görülüyor ki Alevi-Bektaşi zümre edebiyatının kaynağı, bitmez tükenmez Yunus’tur. (…) Kaygusuz Abdal, Yunus edasını (söyleyiş biçimini-İ.K.) şahsileştirmiş, onun istihzasını, (alaycılığını-İ.K.) kendi psikolojisiyle daha umumi bir hale getirmiştir… Alevi-Bektaşi edebiyatı,.. didaktik vadide en büyük kudretini Hatayi mahlasıyla şiirler yazan Şah İsmail-i Safavi’de bulmuştur.” (A.Gölpınarlı, agy, s.235-236)
Alevi-Bektaşi, yani Batıni inanç ve gelenekleri, Anadolu’da kesin olarak ilk kez Yunus Emre’nin şiirleriyle -onun kendi deyimiyle- “siyaset meydanına” çikmistir. Hacı Bektaş Veli’ye bağlı Tapduk Emre’den el etek tutan, nasibalan Yunus, Anadolu batıniliği olan Aleviliğin siyasetini yapmıştır.
Erler meydanından geçmiş olan Yunus canını satılığa çikarmis ve "burada yiter başlar, soran olmaz” demektedir. Alevi cemlerinde "bu meydan er meydanıdır, bu meydanda nice başlar kesilir de hiç soran olmaz” diye gülbenk çekildigini hatırlayalım.
Aşk pazarıdır bu canlar satılır
Satarım canımı kimseler almaz
Âsik bir kişidir bu dünya malın
Ahiret korkusun bir pula saymaz
Begim âsik isen var sen yoluna
Burda başlar yiter başlar sorulmaz
Erenler meydanı arştan uludur
Salarlar çavgani topu belirmez
Yunus bu tertibe garkoldu gitti
Geri gelmekliğe aklı derilmez
diyen Yunus, yukarıdan beri yaptığımız alıntı ve açıklamaların da açıkça gösterdiği gibi, Anadolu Aleviliği inanç ve felsefesinin ilk öncülerindendir.
Gölpınarlı, Alevi-Bektaşi düşün ve edebiyatında bitmez tükenmez kaynağın Yunus olduğu üzerinde ispatlayıcı açıklamalar geçtiği halde, aynı kitabın bir başka yerinde “Yunus, batıni inançları, telakkileri ve gelenekleri benimsemekle birlikte aşirı bir Alevi değildir” diyor. Bu çeliskisine kanıt olarak da, üç-dört şiirde Ebubekir, Ömer ve Osman’ın adlarının geçmesini gösteriyor.
Bir kez, bunların Yunus’a ait olup olmadığı kesin bilinmiyor. Yunus’a ait olduğu kabul edilse bile, eğer bunlar gerçekten takıyye (kendini gizleme) zorunluluğundan yazılmamış olsaydı, daha çok benzerleri bulunabilirdi.
A. Gölpınarlı Yunus’a Alevi dememek için bu dört beyite sarılıyor. Bununla da kalmamıştır. Ölmezden önce giderayak Yunus’a en büyük kötülüğü yapmış, onu Mevlana’ya bağlayıp Sünnileştirmeye çalismistir. Yukarıda sözünü ettiğimiz kitaptan on yıl sonra Altın Kitaplar Yayınevi’nden yayınlamış olduğu “Yunus Emre” kitabında, “Yunus’da biraz melametilik ve batınilik varsa da yol, erkân, yani tarikat silsilesi Mevlana’ya çikmaktadir” demektedir.
Bunu yaparken Gölpınarlı iki çürük destek kullanıyor: Birincisi Ebu’l Hayri Rumi adlı birinin yazmış olduğu Saltukname. İkincisi ise Yunus’un iki şiirinde Mevlana’nın, bir şiirinde de Konya’nın adlarının geçmesi. Öyle ama, Yunus’un en az 12 şiirinde de Tapduk Emre’nin adı geçmektedir. Onu bir server, ulu şeyh, kendisini ise kapısında bir kul görmektedir. Yunus’un aşk sultanıdır O. Yüzünü görünce esrimiş, coşmuş ve çigken pişmiştir. Bu şiirlerden bir beyitte,
Yunus’a Tapduk’tan oldu hem Barak’tan Saltuğa
Bu nasib çün cuş kıldı ben nice pinhan olam
diyerek Tapduk, Barak ve Saltuk’u, dolayısıyla Hacı Bektaş Veli’ye ulaşan yol silsilesini belirtmiştir.
www.alewiten.com, 27.01.2004

5. Yunus’un Yaşadığı Dönemde Bizans-Türk, Türkmen İlişkileri, Dinsel ve Siyasal Olaylar
Yunus ve Tapduk Emre hakkında uzunca bilgi bulunan Hacı Bektaş Velayetnamesi dahil, Otman Baba ve Hacım Sultan Velayetname’lerinde ve Mohaçname’de Sarı Saltuk Dede hakkında hemen hemen aynı bilgiler verilmektedir.
Saltuk’un Hacı Bektaş Veli’nin gözde halifelerinden biri olduğu, Hacı Bektaş’ın onu önce Gürcistan’a, sonra da Kırım ve Balkanlara gönderdiği, büyük olağanüstülükler ve keramet sarmalı içerisinde anlatılır.
Bilinen tarihsel gerçeklere göre, Alevi Türkmen halkı, Hacı Bektaş Veli’nin yönlendirmesiyle, Küçük Asya’yı (Anadolu) baştanbaşa çigneyerek Selçuklu ülkesini kendilerinin bir ili durumuna sokmuş Moğollara ve işbirlikçi vezir Pervane’ye karşi, İzzeddin Keykavus I’i desteklemiştir. Ancak İzzeddin, 1256 ve gerekse 1261 girişimlerinde üstün savaşçi Moğol güçleri tarafından yenilir. 1262 yılında 10-12 bin kişilik Türkmen gücünün başindaki Sarı Saltuk Dede ile Konstantinopol’e (İstanbul) gelip Bizans imparatoru Sekizinci Mikhael Paleologos’dan yardım isterse de, bunu elde edemez. İstanbul’u Latinlerin elinden yeni almış ve Bizans’ın restorasyonuyla uğraşmakta olan ve büyük sorunlarla yüzyüze bulunan imparator, Moğolları kendisine düşman etmek istememiştir. Oysa kendisinin Nikaia’da (İznik) imparatorluk tahtına oturuşunu, daha önce Anadolu’daki bağımsız Selçuklu sultanlarının dostluk ve yardımlarına borçluydu.
İzzeddin tek başina Kırım’a geçer. İzzeddin’in Kırım’a geçmesine aldırmayan imparator, Sarı Saltuk Dede’nin güçlerinden yararlanmak istediğinden, onu alakoyar. Bizans tarihçilerinin, 1262 yılında İmparatorun 5 bin kişilik bir Türkmen gücünü paralı asker olarak kullanmış olduğunu yazdıklarına bakılırsa, bunlar Sarı Saltuk’un Alevi Türkmenleri olmalıdır.
Velayetnamelerde Sarı Saltuk’un Kalligra kalesini fethettiği ve oradaki kerametleri uzun uzun anlatılır. Örnegin, boynuna geçirilen bir değirmen taşiyla denize atılır, sağ çikar. Ya da manastır keşişleriyle kaynayan kazanların içine girer, keşişler ölür, kendisi sağ çikar… Yunan yarımadasında kullanılan bu Türkmen güçlerinin paraları ödenmediginden, önlerine gelen kalelere, yerleşim birimlerine saldırarak talan ettikleri ve korsanlık yaptıkları bilinmektedir. Kalligra bunlardan biri olmalıdır.
13. ve 14. yüzyıllarda, Yunus’un yaşadığı dönemde Bizans mistik (Hıristiyanlık tasavvufu) akımlarından Hesykhia’nın merkezi Athos dağıydı. Buradaki manastırlarından Kutlumuş manastırının (bu manastırı 12. yüzyılın başlarında Hıristiyan olmuş bir Selçuklu prensi Kutlumuş’un kurduğuna ve manastırın bulunduğu yörenin bugün bile Kariye (Köy) adını taşidığına dikkat çekelim) arşiv belgelerinden, manastır yöneticilerine ilişkin 1313 tarihli bir akt’da “Kalligra kulesi ve manastırının, 50 yıl önce (yani 1263’de) ‘karadan ve denizden dinsiz-kafirler tarafından saldırılarak’ yıkıldığından” söz edilmektedir. Yer, tarih ve olayların benzerliğini gözönünde tutulursa, bu "kafirler” Sarı Saltuk’un erleri olmalıdır.
Bizans imparatoru aynı yıllarda, Sarı Saltuk’u, Türkmenleriyle birlikte (bugünkü Romanya’da bulunan) Dobruca bölgesine yerleştirmiştir. Nedeni var. Dobruca çevresinde Valaşlar ve Bulgarlar aasında gelişip güçlenen Bogomilizm, siyasi bir güçtü. Bizans, "dinsel sapkınlık” olarak nitelediği düalist (Manicheizm ve Hıristiyanlık mistisizmi karışımı) Bogomilizm akımını ezmek için her türlü aracı kullanmış ve kullanmayı sürdürüyordu. İmparator, Sarı Saltuk’u oraya yerleştirerek, Selçuklu sultanlarının “Türkmenleri ‘Uç’lara, yani sınırboylarına yerleştirip buraları güvenceye alma ve düşmana karşi etten kaleler kurma” siyasetini aynen uygulamıştı.
Ancak, Sarı Saltuk’un inancı da Sünni İslam açısından "sapkınlık”tı. Böylece, birbirine yakın inanç ve politik ögeler taşiyan iki akım (Alevi-Bektaşilik ve Bogomilizm) karşilıklı etkileşim içine girdi. Romen asıllı din felsefesi tarihçisi Mircea Eliade’ın tespitlerine göre, l4.yüzyıldan sonra Bogomiller kitleler halinde İslamiyete geçmişlerdir. Bu, Saltuk Dede ile başlıyor. Ve, “Balkan Bektaşilerinin ataları bunlar olmalıdır” dersek büyük bir iddia olmaz.[1] Sarı Saltuk’un, piri Hacı Bektaş Veli’yi sık sık ziyarete geldiği ve onun buyruklarına göre hareket ettiği velayetnamelerden bilinmektedir. Evliya Çelebi, Dobruca’da Babadağı’nda bulunan Sarı Saltuk türbesi ve tekkesinden ve kendisinden uzun uzun söz etmekte olup, Kanuni Süleyman’ın bölgedeki Sarı Saltuk dervişlerinin kovuşturulmasına ilişkin buyrultuları vardır.
O açıdan, Saltuk’un Hacı Bektaş halifesi olduğu gerçeğini yadsıyarak ve -Sultan Cem’in isteği üzerine ve ona yaranmak için Sünni inanç ve anlayışı içerisinde kasıtlı yazılmış olan- Saltukname’de Saltuk Dede’yi Mahmud Hayrani’nin halifesi göstererek, bu yolla Yunus’u Mevlevi ve dolayısıyla Sünni yapmak, sahtekarlıktan başka birşey değildir. Çok büyük olasılıkla bu yıllarda Yunus Emre yirmi yaşlarında ve Konya’da tahsildeydi, belki dış dünyadan da habersizdi.
www.alewiten.com, 27.01.2004

[1] Bogomil sözcüğü "evliya, yani tanrının dostu” anlamına gelir ve Ortodoks Hristiyanlığa aykırı düşen bu "sapkın” dinsel ve sosyal akım, Paulikienizm olarak Anadolu’da doğmuştur ve Anadolu kültürünün bir parçasıdır.

6. Bilge Türkmen Alevi Ozanı Yunus Emre
Yunus’un yaşamı hakkında Velayetname’deki söylencelerin ve halk arasında anlatılanların dışında fazla birşey bilinmemektedir. Bunlara göre, Yunus yoksul mu yoksuldur. Son belgelere göre ise, 1238-40’larda doğan Yunus, olasıdır ki varlıklıca bir Türkmen oymak beyinin oğluydu.
Belgelerin gösterdiği gibi bu oymak Hacı İsmail topluluğu olabilir. Sakarya-Porsuk havzasında yaşadıkları düşünülürse, demek ki Horasan’dan geldiklerinde Bizans sınırı boyuna yerleştirilmişlerdi. Belki de bu coğrafi konum nedeniyle, 1240 yılında kopan büyük Baba İlyas-Baba İshak halk ayaklanmasının bastırılmasıyla başlayan “Babai-batıni Türkmen kırımı”ndan Yunus’un oymağı zarar görmemişti.
Yunus Emre’nin kırsal kesim halkı arasında yetişmiş, doğaçlama şiir söyleyen bir “halk aşigi” olduğunu düşünmek yanlıştır. O iyi eğitim görmüş ve çaginin dil ve bilgileriyle donanmış ve bilinçli tercihini yaparak halkın arasına girmiş bir "bilge ozan”dır! Şiirlerinden büyük bölümünün ve Risalet-ül Nushiyye adlı mesnevisinin içeriği, Yunus’un çaginin tüm felsefi bilgi ve akımlarını tanıdığını göstermektedir.
Yunus Emre, Konya’da medrese eğitimi görmüş olup, Arapça ve Farsça bilmektedir. En azından, Mevlana ile tartışacak, Ferüdeddin Attar’ı okuyup tasavvufi öykülerini şiirlerinde kullanacak ve Sadi’den şiirler çevirecek kadar Farsçası vardı. Kuran’ı yorumlayacak, Hallacı Mansur’un yapıtlarını okuyup inceleyecek ve onun enelhakçılığını iyi anlayacak kadar Arapça biliyordu Yunus.
Massignon’un Fransızca tertiplemiş olduğu Hallac Divanı’ndaki bazı şiirlerden bir kaç dize Türkçeleştirmeyi deneyerek bir küçük karşilaştırma yapalım:
Yeryüzü sensiz ne denli boş hey
Herkesin başi yukarıda
Dikelmiş durduklarına bakılırsa
Seni göklerde arıyorlar
Onların sana doğru görünüşte baktıklarını biliyorsun
Oysa sen öylesine yakınsın ki
Kör olduklarından varlığını farkedemiyorlar
Artık tanrıyla benim aramda
Beni kandıracak ne bir mucize
Ne de onu bana anlatacak bir elçi yoktur
Benim varlığım, dinim imanım hepsi tanrısal birliktir
(…)
Sana sesleniyorum
Hayır, hayır, beni sende çagiran sensin
Seni nasıl bende sen diye çagirabilirdim
Eğer sen bana ‘Ben’ diye mırıldanmamış olsaydın
Ey benim varlığımın özümün özü
Ey içinde ruhum asılı olan sen
Yunus Emre de Hallac-ı Mansur kadar cesurdur. O, aradığının yeryüzünde olduğunu söylemekle yetinmiyor. Yunus yaratan ve yaratılandır. İsa ve Muhammed’le göklere ağar, Musa’ya binbir kelam eden odur! Hallacı Mansur ile birlikte “enelhak” der ve dâra asılır. Ama onun boynuna dâr urganını geçiren de kendisidir. Evvel odur, ahir odur. Kendi adını Yunus takmıştır ya, bu söylediklerine inanmayanlara kafir demekten de çekinmez:
Ben ayımı yerde gördüm ne isterim gökyüzünde
Benim yüzüm yerde gerek bana rahmet yerden yağar
(…)
Gökte peygamber ile miracı kılan benim
Ashab-ı soffa ile yalıncak kalan benim
Musa peygamber ile binbir kelamı kıldım
İsa peygamber ile göklere çikan benim
(…)
Hallacı Mansur ile dâra asılan benim
(…)
O Hallacı Mansur ile söylerdim Enelhakkı
Benim gene onun boynuna dâr urganı takan benim
Evvel benim ahir benim canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara Hızır medet olan benim
Dost ile birliğe yeten buyruğu ne ise tutan
Mülk yaratıp dünya düzen ol bahçevan heman benim
Halk içinde dirlik düzen dört kitabı doğru yazan
Ağ üstünde kara düzen ol yazılan Kuran benim
Yunus değil bunu diyen kendiliğidir söyleyen
Kafirdürür inanmayan evvel ahir heman benim
Adımı Yunus taktım sırrımı aleme çaktim
Bundan ileri dahi dilde söylenen benim
diye yazmıştı.
Anadolu Türkçesinin yazı dili olmasında öncülük eden, Türk halk edebiyatının ilk büyük ozanı Yunus Emre’nin ilk gençlik ve tahsil yılları Selçuklu başkentinde geçmiş olmalıdır. Gölpınarlı’nın “Yunus Emre’nin Konya’da medrese eğitimi görmüş olduğu” düşüncesine katılıyoruz.
Moğol korumalığındaki Selçuklu devletinin başkenti Konya, o dönemde hâlâ yüksek din, felsefe, kültür ve sanat merkeziydi. Suhreverdi, Muhiddin-i Arabi ve Sadeddin Konevi gibi mutasavvıflar bu kentte bulunmuşlarsa da, Konya’ya damgasını vuran, hiç kuşkusuz Mevlana Celaleddin Rumi’dir.
www.alewiten.com, 27.01.2004

7. Yunus Konya’daki Mevlana Meclislerinden Kaçıp Halka Yönelmiştir
Yunus, medrese eğitimi yıllarında, İran dilinin Anadolu’daki büyük ozanı ve Sünni mutasavvıfı Mevlana’ya, onun görkemine ve görkemli yaşamına hayranlığını, onunla karşilaşmasını belirleyen şiirinde dile getiriyor. Mevlana’ya büyük bir dost olarak yaklaşiyor. Bu şiirde
Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalu
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
derken, olasıdır ki, Mevlana’nın aleyhinde konuşmuş olan Geyikli Baba’yı bile kınamaktadır:
Geyiklinin ol Hasan söz ayıtmış kendinden
Kudret dilidir söyler kendinin sözü değil
Miskin ol bre miskin gide senden kibr ü kin
Rüzgardır gelip geçer pes kime ne kalasıdır
Müzik ve sazdan konuşurken, Yunus’un Mevlana’nın saz ve eğlence sohbetlerinde bulunduğuna dair bir ima varsa da, duyduklarını da söylemiş olabilir:
Ey kopuz ile çeste aslın nedir bu işte
Sana sual sorarım aydiver bana işte
Aydır ki aslım ağaç koyun kirişi birkaç
(…)
Mevlana sohbetinde saz ile işret oldu
Arif ma’niye daldı gün biledir ferişte
Yunus, bu gençlik ve tahsil yıllarında adeta şeriat dindarıdır. Öyle ki, “Müslüman kişinin şeriatın koşullarını yerine getirmesi ve beş vaktini şaşirmadan kılması gerektir, yoksa ona Müslüman denmez”, diyor. Bununla da kalmıyor, kıyamet gününde sorulacak soruları yanıtlayabilmek için Arap dilinin ögrenilmesi gereğine bile inanıyor. Demek ki Konya medreselerinde bunlar ögretiliyormus. Şu beyitler, yazımızın başlarında verdiğimiz şiirlerine taban tabana zıt. Sanki Yunus’un elinden çikmamis:
Müslümanım diyen kişi şartı nedir bilse gerek
Tangrının buyruğun tutup beş vakt namaz kılsa gerek
Tanla durup başin kaldır ellerini suya daldır
Tamudan azatlı oldur kullar azad olsa gerek
(…)
Herkim Müslüman olmadı beş vakit namaz kılmadı
Bil ki müslüman olmayan ol tamuya girse gerek
(…)
İki ferişteh ine gele karşima dura
Günahlarını yaza boynuna biti
Günahların tartalar andan sırat edeler
Zebaniler tutalar figanlar olur katı
(…)
Evvel bize vacip budur iyi hulku amel gerek
İslam adı konucağız yoldaşimız iman gerek
İsrafil surun urunca cümle mahluk uyanınca
Sorgu hesap sorulunca Arap dili bilmek gerek
Bununla birlikte Yunus giderek aşk deryasına dalıyor ve orada kendini aramaya başlıyor. Oysa, akıllı uslu biridir, herkes kendisine “çok iyisin” demektedir.
Bu kendini arayışın başkaldırısı içinde Yunus Mevlana ve çevresini terk eder. Artık onlarla zıtlaşmaya başlamıştır. Melamet yolunun ve batıniliğin açık belirtileri içerisinde, o çevrenin çok küçümsediği ve kaba bulduğu Türk diliyle şiirler yazmaktadır. Hem kendisini ve hem de Mevlana ve çevresini eleştirmeye başlamıştır. Okumaya başladığı aşk kitabını denizler dolusu mürekkebin yazamıyacağını ileri sürmekte, oruç-namaz yerine içki içmeyi ve seccade üzerinde saz dinlemeyi tercih etmektedir. Kısacası Konya minaresini “sivri uçlu bir çuvaldiz” olarak görmekte ve büyük rahatsızlık duymaktadır. İnsanların ve toplumun dertleri onu ilgilendirmeye başladığından “Konya rahatlığı”ndan nefret etmektedir.
Gölpınarlı’nın kabul etmemesine rağmen genç Yunus, yaşlı Mevlana ile tartışmış ve onu şu tek beyitle dize getirmiştir:
Et ü deri büründüm geldim size göründüm
Adem adın urundam uşde zuhura geldim
Aralarındaki tartışma sırasında Mevlana, büyük bilgeliğini göstermek için koca Mesnevi’sini ortaya koyunca, Yunus evirir çevirir, sonra yukarıdaki beyiti (ya da değişikliğe uğramış olarak, “ete kemiği büründüm / Yunus deyu göründüm” beyitini) söyleyerek Mevlana’nın kitabını iki küçük dizenin içine sığdırıverir.
Gerçekten aralarında bir tartışma olmasaydı, halkın bilincinde bu geleneksel öykü yaratılamazdı. Düşünelim, Mevlana Yunus’un şu şiirine hiç tahammül edebilir miydi?
Ey bana eyi diyen benim kamudan yavuz
Alnımı ay bilirüm bu gözlerimi yılduz
Bu vücudum şehrinde buçuk pulluk ıssım yok
Amelim mahalleri ser be ser kalmış ıssız
Hücre ne bucakta Hakka layık amel yok
Kimde derd ü firak var kimlerde eserlü söz
Halk hep ayağın durur ben seğirttim oturdum
Geçtim sedir yerine döşek kalın yerim düz
Bunun için salusluk çünkim elime girdi
Artık n’işime yarar derd ü firak ah ü sız
Ben bir kitab okudum kalem yazmadı anı
Mürekkeb eylerisem yetmeye yedi deniz
Ben oruç namaz içün suci içtim esridim
Tesbüh-ül seccadeyçün dinledim çeste kopuz
Yunus’un bu sözünden sen ma’ni anlar isen
Konya minaresinü göresün bir çuvalduz
Öyle anlaşilıyor ki, Yunus Konya’yı, Sünni İslam şeriatının tüm bilgileriyle donanmış olmakla birlikte, tasavvufun içerisine balıklamasına dalmış olarak terketmiştir.
Yunus, yaldızlı bir yaşam içinde, vezirlerle sultanlar ve sultan karılarıyla yüzyüze dizdize oturan, bir dediği iki edilmeyen, Türkler için en kaba sözcükleri kullanarak onları horlayan, daima güçlünün yanında durarak “gel, sen de gel, kim olursan ol” derken beyleri, emirleri, tekfurları ve basilleri çagiran Mevlana’nın tasavvuf anlayışına karşi çikmistir. Bir duygu denizi içerisinde tanrısı ile ülfet eden, ama günlük yaşamının cinsel ayrıntılarını bile terennüm etmekten çekinmeyen, bireyci üstünlügünün, sevilmişliğinin zevkini çikaran Mevlana ile görüş ve yaşam biçimi ayrılığına düşmüştür.
Yunus’un:
Hücre ne bucakta Hakka layık amel yok
Kimde derd ü firak var kimülerde eserli söz
Halk hep ayağın durur ben seğirttim oturdum
Geçtim sedir yerine döşek kalın yerim düz
biçimindeki söylemleri, mutlaka Mevlana’yı çileden çikartiyordu. Çünkü Mevlana için zaman öyle bir zamandır ki, istediğini söylemekte ve yapmakta, coşku içinde sema dönmektedir. Mevlevi yazar Ahmet Eflaki’nin, Mevlana’dan seksen küsur yıl sonra yazmış olduğu Ariflerin Menkıbeleri adlı kitabında, oğlu Sultan Veled’in ağzından “Mevlana için zamanın güzelliğini” vurgulaması oldukça ilginçtir.
Konya ve Kayseri surları dışında ezilmekte olan halk yığınları ve Anadolu Selçuklu devletinin Moğol imparatorluğunun bir uç ili haline dönüşmüş olması, Mevlana’yı ve oğlunu hiç ilgilendirmiyordu. Sultan Veled babasına bir sohbet anında şöyle diyor:
– “Bu zaman ne güzel bir zamandır, bütün insanlar samimidir inançlıdır. İnkarcılar varsa da güçleri yoktur!”
Mevlana, “Bahaaddin neden söylüyorsun bunu?” diye sorunca,
– “Şundan dolayı,” diye karşilık veriyor oğlu, “önceki zamanlarda, ‘Enel hak’ dediği için Hallacı Mansur’u dârağacına çektiler. Onca ulu şeyhi öldürdüler. Tanrıya hamdolsun! Zamanımızda babamız Mevlana Hüdavendigar’ın her beyitinde ‘Ben Allahım ve tesbih edilmeye, zikredilmeye layığım’ sözü vardır, ama kimse ağzını açıp da bir şey demiyor!”
Mevlana’nın buna yanıtı tam kendi şanına uygun:
– “Onların makamı âsiklar makamıydı oğlum, âsiklar belalara düşkün olurlar. Bizim makamımız ise maşukluk (sevilmeklik) makamıdır!”
Görüldüğü gibi Küçük Asya, yani Anadolu halkları için bir felaket olan dönem, Mevlana ve çevresi için mutlu bir dönemdir. Devletin, iktidar ve yöneticilerin yanında olmak budur. “Devlet sanatçısı” diye işte böylelerine denir. Ama Yunus Emre’mize bunu diyemezsiniz, o halkın ozanıdır.
Yunus, şiirlerinde “suçlandığını” söylüyor. Yetmişiki millete hoşgörü içinde ve bir gözle baktığı için ve taatı, yani şeriat tapınmalarını terk ettiği için suçlu görülmektedir. Ama o hiç üzülmüyor, çünkü Konya çevresinde ihaneti iyi tanımıştır. O artık varlıksızın, yoksulun, emeğin ve emekçinin yanındadır. “Yunus zalimlere karşi ve yetmiş iki milletin ayak türabı. Halk yığınlarının sanatçısı”dır o. Bunlar bizim yakıştırmamız değildir, şiirlerinden okuyacağız:
Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığu
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı
Süleyman zembil ördü kendi emeğin yerdi
Onun ile bildilar onlar berhudarlığı
(…)
Dürüst kazan ye yedir bir gönül ele getir
Yüz Kabeden yeğrektir bir gönül ziyareti
Uslu değil delidir Halka salusluk satan
Nefsin Müslüman etsin var ise kerameti
(…)
Biz kime âsik isek alemler ona âsik
Kime değil diyelim bir kapıdır bir tarık
Yetmiş iki millete kurban ol âsik isen
Ta âsiklar safında tamam olasın âsik
(…)
Bir çesmeden sızan su acı tatlı olmaya
Edeptir bize yermek bir lüleden sızarım
Yetmiş iki millete suçum budur hak dedim
Korku hiyanettedir ya ben niçin kızarım
(…)
Yayıldı Yunus adı suçludur kamu taatı
Padişah inayeti suçun geçüre meger
Görülüyor ki, Yunus Emre, düşünce ve inançlarından ötürü suçlanmış, kovuşturmaya uğramıştır. Padişahtan da inayet filan gelmemiştir.
www.alewiten.com, 27.01.2004

8. Yunus Emre ve Hacı Bektaş Dergâhı
Konya’dan çikis o çikistir. Yunus, Belhli feodal bey oğlu İbrahim Edhem’in gizemine ermiş:
İbrahim Edhem baktı tacı tahtı bıraktı
Hak yoluna uyaktı ol sırrı duyan benim
diyerek kırsal kesimdeki halk arasına karışmıştır. Belki daha doğrusu, muhalif Türkmen halk yığınları arasına girmiştir. Uzun gezilere çikip, kendini ararken, bu tanıma arayışı onu çekerek ulu Pir Hacı Bektaş’a getirmiştir. Tapduk Emre’nin kişiliğinde “Er”ini bulmuş ve onun rehberliğinde Hacı Bektaş’ın ulu dergâhına ulaşmıştır.
Deniliyor ki “mademki Yunus’un Hacı Bektaş’a bu bağlılığı vardı, neden şiirlerinden hiçbirinde Hacı Bektaş Veli’den sözetmez?” İki şiirinde adı geçiyor diye Mevlana’ya bağlamak daha mı mantıklı? Kaldı ki, yazımızın başlarında da sözünü ettiğimiz gibi, en az 12 şiirinde Tapduk Emre’nin adı geçiyor. Kaldı ki Yunus, girişte verdiğimiz şiirinde Hacı Bektaş’ın “doğruluk dost kapısıdır” sözünü işlemiş ve:
“Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilahi devlet
Yunus o kapıda keminde kuldur
Ezelden ebede dektir bu izzet”
demektedir. O, doğruluğu dost kapısında bekliyor; çünkü tanrısal varlığın-varsıllığın orada bulunduğundan kuşku duymuyor. Bu kapı Hacı Bektaş dergâhının kapısıdır ve Yunus burada hizmet etmeyi başlangıçtan sona kadar (ezelden ebede) bir onur saymaktadır.
Bir nokta daha var: Yunus Emre’yi çagindan günümüze değin taklit etmeyen ozan yok gibidir. En azından düşüncelerine sanat anlayışına değinilir ve adı mutlaka geçer. Bu yüzden, günümüze ulaşan şiirlerin birçoğunun onun olmadığı söylenir. Hatta Gölpınarlı, kendine özgü ölçütlerle ayıklamayı bile denemiştir.
Gerçek şudur ki, Yunus Emre, uzun yaşamı boyunca elimizdekilerden çok daha fazla şiir üretmistir. Burada asıl yanıtlanması gereken soru, Yunus’un bu şiirlerinin başina ne geldiğidir. Dünyadan göçüşünden tam ikiyüz yıl sonra Yunus’un “katlinin vacip olduğunu” ilan eden şeriat devleti anlayışının onun tüm şiirlerine hoşgörüyle baktığı düşünülebilir mi?
Yunus, Hacı Bektaş’tan, elbette Âsik Paşa döneği gibi “meczup biriydi, aptalın tekiydi” diye söz etmeyecek, onu “Ulu Pir” ve “Kutb-ül Evliya” olarak gösterecek, göklere yükseltecekti. Ancak, Baba Resul’un gözde halifesi Hacı Bektaş Veli’ye yapılan övgüler, ne Selçuklu’nun, ne Osmanlı’nın ve ne de öteki Sünni beyliklerin işine gelirdi.
Söylenen o ki, Yunus’un Divan’ını ele geçiren Molla Kasım, Yunus’un bin şiirini okuyup havaya, binini de suya atmış, “şeriata aykırı” diye. Derken şiirlerden birinde kendi adının geçtiğini ve yapmakta olduğu şiir katliamını önceden haber verdiğini görünce Yunus’un büyüklüğünü anlayıp, bin kez tövbe ederek yırtmaktan vazgeçmiş. Bize kalanlar, bu son bin şiiriymiş.
Halkın belleğinde günümüze değin taşinmış ve güldürü biçiminde öykülesmis bu olay, bize Yunus’un şiirlerinin büyük çapta yok edildiği gerçeğini yansıtıyor. Yunus’un Aleviliği hakkında kuşku yaratmaya çalisanlarin sorularını yanıtlamış oluyor.
www.alewiten.com, 27.01.2004

9. Yunus Emre Çaginin Bilgileriyle Donanmış Bir Düşünürdür
Yunus Emre, sadece ozan ve halk tasavvufçusu değil, aynı zamanda çaginin tüm bilgileriyle donanmış bir halk düşünürüdür. Çünkü, görüşlerini, halkın konuştuğu dille, basit kavramlar ve anlaşilırlık içinde halka taşimıştır. Örnegin, insan-tanrı birliğini, insan biçimli tanrıyı (anthropomorphos theos),
Baştan ayağa değin Haktır ki seni tutmuş
Haktan gayri ne vardır kalma güman içinde
diyerek ne güzel belirtmiştir. Onun aklı fikri “Enel Hak”tır ve Tanrıyı gökten indirip gönlüne yerleştirmek, onunla birleşmek!
Yunus Emre’nin “gönül gözünün açılması olgunluğuna ulaşarak tanrısal birliğe varma” düşüncesinde ve şiirlerinde kullandığı batıni kavramların ikinci kaynağı Bizans mistisizmi, yani Hıristiyan tasavvufudur.
Çok yer gezmiş olan Yunus Emre’nin Anadolu Selçuklu ülkesinin Bizans kome ve khora’ları (kwmh kai cwra / köy ve küçük kasaba) ile içiçe geçtiği bir kırsal bölgede doğup büyüdüğünü unutmayalım. Konya’ya medrese tahsilini yapmak için, ya da hangi nedenle gelmiş olursa olsun, yeniyetmelik dönemi buralarda geçmiştir.
Arapça ve Farsça ögrenmis olan Yunus’un Bizans dilini de bildiğini söylemek, büyük bir iddia olmaz. Yunus Emre’nin bir şiirinde – biraz ileride genişçe anlatacağımız- Bizans yöntemiyle tarih düşmüş olduğunu saptadık.
Çalap Adem kısmını topraktan vareyledi
Şeytan geldi Adem’e tapmaya ar eyledi
diye başlayan bu şiirin sonu
Altı bin yedi yüz yüz yıldan geçen Adem’i
Dile getirdi Yunus şimdi tekrar eyledi
beyitiyle bitmektedir. Buradaki “altıbinyediyüzyüz” sayısı boşuna yazılmamıştır.
Bizans yazarları dışında, Yunus’un çagdaslarindan hiç kimse ne şiirlerinde ne de tarih yazılarında bu yöntemi kullanmamış. Yunus’umuzun Bizans kentlerine geziler yaptığı, dillerini bildiği, dolayısıyla Bizans kültürüne yabancı olmadığı düşüncesindeyiz.
Gerek bu tarihleme yöntemini tanıması, gerekse evrenin yaratılışını konu alan şiirlerinde işlediği felsefi düşünceler bunu gösterdiği gibi, Bolu’dan Salihli’ye değin batı Anadolu’da Yunus Emre adına anlatılan söylencelerde “onun Hıristiyan keşişleriyle yaptığı keramet yarışmalarını kazanarak, düşmüş olduğu savaş tutsaklığından kurtulması” olayları bu ilişkiyi vurgulamaktadır.
Yunus’un ilk büyük temsilcilerinden olduğu Anadolu batıniliğinde, yani Aleviliğin inanç ve düşünce sisteminde Zerdüşt ve Mazdek’ten Manicheizme, eski Anadolu çoktanrici dinlerinden Neoplatonizm’e, Kabbalizm’den Sabin Hermetizmine ve Şamanizme değin her çesit izler vardır ve arandığında çok rahat bulunabilir. Hacı Bektaş Veli çevresinin, Horasan erenlerinin Bizanslı din adamları, aziz ve keşişleriyle karşilaşmaları ve ilişkileri masallaşmış, üzerlerine söylenceler oluşturulmuştur. Ama her nedense bu ilişkiler ve Aleviliğin 13-14. yüzyıllardaki Bizans mistik akımlarıyla etkileşimi gözardı edilmektedir.
Bizans imparatorluğu 1204’den 1262’ye kadar Nikaia (İzmit) sürgünü yaşadı. İznik kenti bu imparatorluğa başkentlik yaptı. Altmış yıla yakın süren bu dönemde, Selçuklu sultanlarıyla Bizans imparatorları arasında sıcak siyasi ve ekonomik ilişkiler yaşandı. Yüksek düzeydeki bu ilişkilerin, zaten içiçe yaşamakta kırsal bölge Alevi Türkmen halkına yansımamış olduğu düşünülemez!
İznik, Nikephor Blammydes, Georgos Akropolites gibi doğabilimci ve tarihyazıcıların, Theodoros Metokhites ve Nikephor Gregoras gibi hümanist, Neoplatonist ve Aristotelesçilerin evren, insan ve doğa, tanrının özü üzerinde yoğun tartışmalarına sahne olmuştur. Bu kentte okullar üniversiteler açılmış, çok sayıda kitaplar yazılmıştır. İznik’de doğup gelişen bilim, felsefe ve hümanizm daha sonra İstanbul’a taşinmıştır. Doryleion (Eskişehir) çevresinde yaşamış olan Yunus Emre, yüz küsur kilometre ötedeki Nikaia’ya (İznik) gitmemiş olabilir mi?
Yunus’un yaşadığı çagda, büyük bir mistik akım olan Hesykhasmos ya da Hesykhia (=Esucasmos-Esucia) akımı gelişimini tamamlamış ve Ortodoks Hıristiyanlığın hemen hemen dört yüzyıl boyunca tüm sistemini altüst eden, “sapkın inanç” dedikleri düalist (ikilemci) Bogomilizm son dönemlerindedir. Yunus gibi çaginin karanlığı içinde parıldayan birinin, “yetmişiki milletin ayak türabı olma” düşüncesini taşiyan bir bilgenin, tüm bunlardan haberi olmaması ve etkilenmemesi düşünülemez.
Hıristiyanlıkta “Theosis”(Qewsis), yani “tanrıyla birleşme, tanrılaşma” ögretisini sistemleştiren kişi Maximus Confessor’dur. Ortodoks mistisizmi, Theosis’e dayalı, “Sessizlik” anlamına gelen bu Hesykhia mistik akımı, Sina yarımadasında Sina dağı manastırlarında başlamış ve oradan Bizans dünyasına yayılmıştır. Bu akımı 13.yüzyılda Athos dağındaki ve diğer manastırlara taşiyan kişi, Nikephor Solidarius’dur.
Bunlara göre, “tanrı kalpte saklı bir hazinedir. Onu ancak can gözüyle görebilirsin! Derin derin soluk alıp, adını aralıksız tekrarlıyarak, yani sessiz zikirle tanrıyla birleşilir”.
Hesykhia mistisizmi, 14. yüzyılın ortalarına doğru, Gregorios Snaites ile doruk noktasına varmıştır. Bu akımın mistikleri, tanrının kendisini açıkça gördüklerini, ya da tanrıdan bir vizyon (görüntü) aldıklarını, ancak bunu beden gözüyle değil, “can gözüyle” yani “gönül gözüyle” gördüklerini iddia ediyorlardı. Aristotelesçi Barlaam ile Hesykhasmos’u savunan Gregoros Palamas’ın 1330 yılında İstanbul’da yaptıkları tartışmalar çok ünlüdür… Yunus Emre’deki tanrıyı “özünde görme”, “tanrısal birliğe” ulaşma inancını bu anlattıklarımızla rahatça karşilaştırabiliriz:
Nicekim ben beni bildim yakın bildim Hakkı buldum
Hakkı buluncadı korkum şimdi korkudan kurtuldum
Azrail gelmez canıma sorucu gelmez sinime
Bunlar beni ne sorsunlar ona sorduran ben oldum
Yunus’a Hak açtı kapı Yunus hakka kıldı tapı
Baki devlet benim imiş ben kul iken sultan oldum
www.alewiten.com, 27.01.2004

10. Yunus Emre Bir Şiirinde Bizans Yöntemiyle Tarih Düşmüştür
Yunus, “yetmişiki millete bir göz ile bakmış” ve şu dizeleriyle insanı kucaklamış, dünyayı sarmıştır:
Ben ay’ımı yerde gördüm
Ne isterim gökyüzünde
Benim yüzüm yerde gerek
Bana rahmet yerden yağar
(…)
Dervişlik baştadır, tacta değildir
Issılık oddadır, sacda değildir
Eğer bir insanın gönlün yıkarsan
Hakka eylediğin secde değildir
Yunus’umuzun şiirleri geniş araştırma ve yorumlara her zaman açık durmaktadır. Çok sayıda yerli ve yabancı bilim adamı, araştırmacı yazarlar Yunus’u değişik açılardan ele almışlardır. Halk ozanı, hümanist ve mutasavvıf olarak…
Doğudan batıya Anadolu’nun dört bir yanında mezarı olduğu söylenen Yunus Emre’nin, son zamanlarda bulunan yeni belgelere dayanarak 1238’lerde doğduğu ve 1320-1321 yıllarında öldügü kabul edilmektedir. Şiirlerinde andığı bazı mutasavvıf ve ozanların 13. yüzyılın sonları ile 14. yüzyılın başlarında yaşadıklarının bilinmesi, onun çagini belirler. Kaldı ki aruz ölçüsüyle yazmış olduğu Risalat-al Nushiyye’sinin son beyitlerinden birine tarih de düşmüştür:
Söze tarih yediyüz yidiyidi
Yunus canı bu yolda fidiyidi
(Abdülbaki Gölpınarlı: Yunus Emre: Hayatı ve Bütün Şiirleri, İstanbul 1971: 95, beyit 556)
Hicri 707’de (Miladi 1307) yazmış olduğu bu yapıtında Yunus, İslami din ve ahlak felsefesi yapmıştır. Sanki bununla, Arapça ve Farsça yazan ulemaya, güç ve karmâşik konuların kendi öz dili Türkçeyle halka nasıl taşinacağını ve nasıl anlaşilır kılınacağını göstermeyi amaçlamıştır. O halk için şiir söylüyor, çalip çigiriyordu. Oysa Arapçayı, Farsçayı da çok iyi biliyordu. Bu açıklamalardan sonra şimdi isterseniz asıl konumuza, Yunus Emre’nin bir başka şiirinin sonuna Bizans takvim sistemiyle attığı tarihe geçelim:
Yunus Emre ve şiirleri üzerinde çalismis araştırmacılardan kimsenin ilgisini çektigini göremediğimiz bu tarih, Gölpınarlı’nın kitabında “İnanca ait kıssalar” bölümüne soktuğu 169 numaralı şiirin son beyitindedir.
Yedi şiirden oluşan bu bölüme, “Yunus’un Yaratılış Destanları” başlığı konulsaydı belki daha doğru olacaktı. Bu destanlardaki;
– “evrenin özü”,
– “insanı oluşturan dört karşit nesne”,
– “evren çekirdegi (gevher),
– “son hızla dönen gevherden oluşun buğu”’,
– “buğudan oluşan gökyüzü ve yıldızlar”,
– “dönmeye başlayan gökyüzü ve ay”,
– "boşlukta duran denizler üstüne kurulan yer”
gibi, İslami inançlar dışındaki yaradılış düşünce ve varsayımlarını, Greko-Bizans bilim ve felsefi düşüncelerine dayandırarak yorumlamak olasıdır.
Çalap Adem cismini topraktan var eyledi
Şeytan geldi Adem’e tapmağa ar eyledi
Aydır ben oddan nurdan ol bir avuç topraktan
Bilmedi kim Adem’in batınına bakmadı
Zahir gördü Adem’in batınına bakmadı
Bilmedi kim Adem’i halka server eyledi
Kırk yıl kalıbı yattı adı alemi tuttu
Gör şeytanı buğzundan ne fitneler eyledi
Adem toprak yatmıştı ad’alemi tutmuştu
Fikrine bak İblis’in ya’ni hüner eyledi
Ol yürüyen atlar’ sürdü Adem üstüne
Adem’e mekreyleyip ya’ni zafer eyledi
Ademin göbeğinden Çalap yarattı atı
Vaf diye durugeldi atlar güzer eyledi
Çün gitti Adem ahdı yetti Musa’nın vakti
İblis’e işbu işler yavlak eser eyledi
Musa gönüldü Tur’a Hakka münacat ede
Gördü kim bir akar su Musa nazar eyledi
Musa aydır göreyim işbu su nerden gelir
Ger böyle akar ise zir ü zeber eyledi
İleriye vardı Musa gördü Lain’i ağlar
Gözü yaşi imiş su gözün pınar eyledi
Musa sordu Lain’e ağladığın niçindir
Nideyim ağlamadan işimi zar eyledi
Mukarreb idim ben o Hakkın dergâhında bol
Götürdü urdu yere candan bizar eyledi
Sen bilme misin Musa ben neden ayrıldığım
Şunlar önüme düşer beni efkar eyledi
Vargıl ayıtgıl Musa rahmet eylesin bana
Tövbe kıldım işime boş istiğfar eyledim
Musa erdi Hazrete başladı münacata
Unuttu emaneti söz muhtasar eyledi
Çalap’tan erdi nida hani emanet dedi
Ol nidaya canını Musa nisar eyledi
Vargıl ayıtgıl Musa rahmet edeyim ona
Secde etsin Adem’e çün istiğfar eyledi
Musa geldi Lain’e dedi Hakk’ın buyruğun
Secdeyi işitince döndü inkar eyledi
Ben ondan umar idim derdime derman kıla
Derdim dahı artırdı ya’ni tımar eyledi
Ben eger tapsa ona ol vakıt tapar idim
Şimdi hod toprak olup zir ü zeber eyledi
Adem İblis kim ola kim işi işleten Çalap
Ay u Günü yaratıp leyl ü nehar eyledi
Ma’ni nedir İblis’ten fuzullukturur bizde
Duydunsa işbu sözden sırr’âsikar eyledi
Çalap aydır şol kula inayet benden ola
Ne Şeytan azdırısar ne kimse kar eyledi
Altı bin yedi yüz (y)ü(z) yıldan geçen Adem’i
Dile getirdi Yunus şimdi tekrar eyledi
Bu 25 beyitlik şiirinde Yunus, kutsal kitaplarda geçen “Şeytan Söylencesi”ni ta Musa Peygamber zamanına indirip, onunla rastlaştırarak ilginç bir yorum getirmektedir:
Şeytan tanrısal buyruğa uymayıp, Adem’e tapmadığı gibi, ateşten atlarıyla ona karşi savaş açmıştır. Tanrı Adem’in kendi göbeğinden yarattığı atla onu korur ve şeytanı cennetten kovarak dünyaya salar. Vakit erişir Musa gelir. Şeytan Musa peygamberden, kendisini bağışlaması için tanrıya dua etmesini rica eder. Ancak Musa tanrıya yakarışı sırasında onun arzusunu unutmuştur. Tanrı anımsatır ve:
Vargıl ayıtgıl Musa, rahmet edeyim ona
Secde etsin Adam’e, çün istiğfar eyledi
diyerek eski buyruğunu yineler. Şeytan ise:
Ben eğer tapsam ona, ol vaktin tapar idim
Şimdi hod (kendisi) toprak olup Zir-ü zeber eyledi (tozu bile kalmadı)
sözleriyle karşi koyuşunu sürdürür. Yunus, “bu iblis öyküsünün anlamı, yaşamda fodulluk etmemektir, insan kendi kendisini azdırmazsa ona kimse kar eylemez” dersini çikararak, olumlu bir yargıya varır.
İşte bu şiirinin sonuna tarih düşmektedir Yunus. Ancak bu tarih, Risale’sine attığı Hicri tarih yılı değildir:
Altı bin yediyüz ü yıldan geçen Adem’i
Dile getirdi Yunus şimdi tekrar eyledi
Gölpınarlı, Yunus Emre’nin şiirlerinde geçen, “yedi, dört, onsekiz, yetmiş bin, doksan bin, yüz yirmidört bin” gibi sayılar hakkında geniş denecek açıklamalar yaptığı halde, bu rakamı görmezlikten gelmiş. Oysa bu sayı Yunus Emre’nin yaşadığı çagda, Bizans’lıların kullandığı tarih atma sisteminin, yaratılıştan o güne kadar geçen yılı gösteren tarihten başkası değildir.
Farklı el yazmalarına dayanarak, Yunus Divanı’nın çesitli yazarlar tarafından yapılan baskılarında bu beyitin ilk dizesinin “altı bin yidi yüzi yıldan…”, “altı bin yedi yüz yıldan…”, “altı bin yedi yüz yıllık…” okunuşları da mevcuttur.
Risale’deki tarih için de aynı durum söz konusudur. Karaman’daki el yazmasında bunun “sene tarih yedi yüzdeyidi” olarak geçtiğini Gölpınarlı belirtmektedir.
Bu örneklemelerden de destek alarak biz bu beyitin aslının:
Altı bin yedi yüz (y)ü(z) yıldan geçti Adem’i
Dile getirdi Yunus şimdi tekrar eyledi
olması gerektiği kanısındayız. Böylece hece sayısı 7 + 7 = 14 olduğu gibi, uyak (kafiye) uygunluğu da gerçekleşir.
Yunus Emre Adem’den kendi zamanına kadar geçen yılları açık bir sayıyla verdiğine göre, bu tarihleme sistemini biliyordu; yüz yıllık yanlışı yapmış olamaz. Yani yüz rakamı yinelenmiş ve 6700 + 100 = 6800 rakamı söz konusudur.
Yunus Emre’nin rakam ekleme yoluyla sayı basamakları oluşturduğu örnekler vardır.Birini verelim:
Yüz bin yirmi dört bin hası dört yüz kırk dört tabakası
Bu mülke bünyad olmada mülkü yaratanda idim
(Şiir 135, beyit 100)
Olasıdır ki Yunus, hece ölçüsünü tutturmak için bu tür kullanıma zaman zaman başvurmuştur.
Şu halde Yunus Emre, adı geçen şiiri, yaratılışın 6800. yılında, yani günümüzün tarihleme sistemine göre 1292 (Hicri 692) yılı içinde, 54 yaşlarında iken yazmıştır.
Erken Bizans’tan başlayarak geliştirilen ve Geç Bizans döneminde diğer bölgesel "Era” sistemlerinin (bölgelerin Roma İmparatorluğu’na katılış tarihini başlangıç olarak alan) tamamıyla terk edilmesiyle, kullanılması yaygınlaşan “yaratılış yılı”, Adem’in ya da dünyanın yaratılmasından İsa’nın doğumuna kadar 5508 yıl geçmiş olduğu hesabına dayanırdı. Yani, yaratılışın ilk günü, İsa’dan 5508 yıl önce 31 Mart Pazar olarak kabul edilir, İsa’dan sonraki yıllar bu sayıya eklenerek tarih atılırdı. (Bkz. V. Grumel: Traite d’Etudes Byzantines I, La Chrolonogie, Paris 1958: 191-192, 219-224 ve genel kronolojik tablo s.240- 264)
Yunus Emre aruz ölçüsüyle yazdığı Risale’sinde Hicri 707 (Miladi 1307) tarihini, Risale’den daha önce yazıp, Adem ile şeytan söylencesini işlediği ve hece ölçüsünü kullandığı bu şiirinde ise, Bizans yaratılış yılı (6800 – 5508 = 1292) tarihini düşmüştür. Yunus’un tek bu şiiri bile, bizce onun Greko-Bizans dünyasını yakından tanıdığının göstergesidir.
www.alewiten.com, 27.01.2004

11. Yunus’un Şiirlerinden Bir Güldeste
1.
Bir şaha kul olmak gerek hergiz mazul olmaz ola
Bir eşik yastanmak gerek kimse elden almaz ola
Bir kuş olup uçmak gerek bir kenara geçmek gerek
Bir şerbetten içmek gerek içenler ayılmaz ola
Çevik behri olmak gerek bir denize dalmak gerek
Bir gevher çikarmak gerek hiç sarraflar bilmez ola
Bir bahçeye girmek gerek hoş teferrüç kılmak gerek
Bir gülü yaylamak gerek hergiz ol gül solmaz ola
Kişi âsik olmak gerek maşukayı bulmak gerek
Işk oduna yanmak gerek ayruk oda yanmaz ola
Yunus imdi var tek otur yüzünü hazrete götür
Özün gibi bir er getir hiç cihana gelmez ola
Sözcükler:
Hergiz: asla,
Mazul: azledilmiş,
Teferrüc: açılma,ferahlama,
Işk: aşk, sevgi
2.
Doldur kadehi sungıl bize ışk şarabından ey saki
Ol badyadan gerek bize ondan içe şeyh ü fakı
Sohbetimiz ilahidir sücümüz Kevser abıdır
Şahımız şahlar şahıdır çalgimiz dost firakıdır
Her demde sohbet ola müftü müderris mat ola
Bir ilahi devlet ola ondan içen oldu baki
Hırkayıla tac yol vermez fereciyle alim olmaz
Din diyanet olmayınca neylersin bunca varakı
Okudun yedi mushafı taat gösterir ol safı
Çünkü amel eylemedin gerekse var yüzyıl oku
Bin kez vardınısa yüz yıl taat kıldınısa
Bir kez gönül sıdınısa gerekse var yüzyıl yol doku
Sorun bana aklı olan gönül mü yiğ Kabe mi yiğ
Ben aydırım gönül yiğdir gönüldedir Hak durakı
Komşuyula gönülleri ısmarladı Hak Resul’e
Mirac gecesi dost ile bu keleci oldu dakı
Yunus sana farizadir tutgıl miskinlik eteğin
Diler isen pak olasan gönüllerde olgıl baki
Sözcükler:
Fakı(h): Din hukukçusu,
Sücu: içecek, şarap,
Ferece: önü açık yenli giysi,
Sıdınmak:kırmak,
Aydırmak: demek, söylemek,
Keleci: söz, sohbet,
Fariza: farz olan şey, ödev
3.
Işk imamdır bize gönül cemaat
Dost yüzün kıbledir daimdir salat
Dost yüzün görünce şirk yağmalandı
Anınçün kapıda kaldı şeriat
Can secdeye vardı dost mihrabında
Yüz kere uruban eder münacat
Derildi beşimiz bir vakte geldi
Beş bölük oluban kim kıla taat
Münacat gibi vakt olmaz arada
Ne güzindir bize dost ile halvet
Kimse dinine biz hilaf demeziz
Din tamam olıcak doğar muhuhabbet
Yarenler der bize şartı bırakman
Şart o kişiyedir eder hıyanet
Bela kavlin dedik evelki demde
Henüz bir demdir ol vakt ü bu saat
Erenler nefesidir devletimiz
Anınla fitneden olduk selamet
Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilahi devlet
Yunus öyle esirdir ol kapıda
Diler ki olmaya ebedi azat
Sözcükler:
Taat: ibadet, tapınmalar,
Münacat: Tanrıya sessizce dua, yakarı,
Güzin: seçkin, seçilmiş
Azat: serbest, özgür
4.
Bir sualim var sana ey dervişler ecesi
Meşayih ne buyurur yol haberi nicesi
Vergil suale cevap tutalım olsun sevap
Şule kime gösterir ışk evinin bacası
Evel kapı şeriat emri nehyi bildirir
Yuya günahlarını her bir Kur’an hecesi
İkincisi tarıkat kulluğa bel bağlaya
Yolu doğru varanı yarlığaya hocası
Üçüncüsü marifet can gönül gözü açar
Bu ma’ni sarayının Arş’a değin yücesi
Dördüncüsü hakikat ere eksik bakmaya
Bayram ola gündüzü Kadir ola gecesi
Bu şeriat güç olur tarıkat yokuş olur
Marifet sarplıkdurur hakikattır yücesi
Derviş’in dört yanında dört ulu kapı gerek
Nereye bakar ise gündüz ola gecesi
Ana eren dervişe iki cihan keşfolur
Onun sıfatın öger ol Haceler Hacesi
Dört hal içinde derviş gerek siyaset çeke
Menzile ermez kalır yol eri yuvacası
Kırk kişi bir ağacı dağdan güçle indire
Ya bunca mürid muhib Sırat niçe geçesi
Küfrün atarken sakın imanın vurmayasın
Yoksa sırsın güveci sebil olur güveci
Dört kapıdır kırk makam yüzaltmış menzili var
An’erene açılır vilayet derecesi
Âsik Yunus bu sözü muhal diye söylemez
Ma’ni yüzün gösterir bu şairler kocası
Sözcükler:
Meşayih: şeyhler,
Şu’le: yalım, parlaklık,
Nehy: yasak, yasak etme,
Ma’ni: mana, anlam,
Niçe: nasıl,
Sırsın:sarsarsın,
Vilayet: velilik makamı
5.
Din ü millet sorarısan âsiklara din ne hacet
Âsik kişi harab olur âsik bilmez din diyanet
Âsiklarin gönül gözü maşuk dapa gitmiş olur
Ayrık surette en kalur kim kılısar zühd ü taat
Taat kılan Uçmak için din tutmayan Tamu için
Ol ikiden fariğ olur neye benzer bu işaret
Herkim dostu sever ise dosta doğru gitmek gerek
İşi gücü dost olıcak cümle işten olur azat
Anın için maşukanın haberini kim getirir
Cebrail ü melek sığmaz şöyle olundu işaret
Soru-hısap olmayısar dünya ahıret koyana
Münker ü Nekir ne sorar terk olucak cümle murat
Havf u reca gelmez anda varlık-yokluk bırağana
İlm ü amel sığmaz anda ne terazi var ne Sırat
Ol kıyamet bazarında her bir kula baş kayusu
Yunus sen âsiklarila hiç görmeyesin kıyamet
Sözcükler:
Dapa: yönelip, yön alarak,
Zühd: zahidlik, aşirı dindarlık,
Uçmak: cennet,
Tamu: cehennem,
Fariğ olmak: feragat etmek, vazgeçmek,
Münker ve Nekir: Ahiretteki sorgu melekleri,
Kayu: korku, gam ve keder,
İlm ü amel: bilim ve iş
6.
La şerik’ten okursun yine şerik katarsın
Bir’e iki demeyi kimden fetva tutarsın
Din ü iman bünyadı doğrulukla gerçeklik
Ol tamam olmayıcak neyile din çatarsin
Çün Kur’an gökten indi onu Allah buyurdu
Andan haber versene ha(n)’kitaptan ötersin
Okursun tasnif kitap çekersin bunca azap
Havf u reca sende yok öyle ki bir Tatar’sın
İlm okumaktan gerek kişi kendin bilmektir
Pes kendini bilmezsen bir hayvandan betersin
İlm okumak hasılı ibret almaktır ancak
Çün ibrette değilsin görmeden taş atarsın
Dört kitabin ma’nisin Mustafa cemeyledi
Anı unuttun benzer şerh ile söz atarsın
Kılarsın riya namaz yazığın çok hayrın az
Dinle neye varır söz cehennemde yatarsın
Halka fetvı verirsin ye sen niçin tutmazsın
İlmin var amelin yok günahlara batarsın
Sen fakıyhsın biz fakıyr sana tanımız yoktur
İhlas ile gelirsen bizden nesne utarsın
Bu düzülen tertibi ayrıksadı derisen
Başaramazsin hoca endişeden yitersin
Yunus miskin bu sözü ışk aleminden söyler
Deme bilmeden ona kendözünden katarsın
Sözcükler:
La-şerik: eşi ve ortağı olmayan,
Bünyad: temel,esas, öz,
İhlas: doğru ve temiz sevgi, bağlılık
7.
Acep şu yerde varm’ola şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin
Gezerim Rum’ıla Şam’ıYukarı İller’i kamu
Çok istedim bulamadım şöyle garip bencileyin
Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler olmasın şöyle garip bencileyin
Söyler dilim ağlar gözüm gariplere göynür özüm
Meğer ki gökte yıldızım şöyle garip benceleyin
Niçe bu der ile yanam ecel ere birgün ölem
Meğer ki sinimde bulam şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüs diyeler üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin
Hey Emre’m Yunus biçare bulunmaz derdime çare
Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin
Sözcükler:
Yukarı İller: Azerbaycan ve İran ülkeleri,
Şar: şehir, çarsi-pazar
8.
Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkanım yağma olsun
Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim gümanım yağma olsun
Benden benliğim gitti hep mülkümü dost tuttu
Alan veren dost oldu lisanım yağma olsun
Taalluktan üzüstüm ol dosttan yana uçtum
Işk divanına düştüm divanım yağma olsun
İkilikten usandım birlik hanına kandım
Derdi şarabın içtim dermanım yağma olsun
Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönlüm nur doldu cihanım yağma olsun
Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan
Bostanlar başin buldum bostanım yağma olsun
Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun
Sözcükler:
Taalluk: ilgi, bağlanmak,
Sağınç: Kazanç, kar
9.
Teferrüç eyleyivardım sabahın sinleri gördüm
Karılmış kara toprağa şu nazik tenleri gördüm
Kimi gamda kimi şadman yatarlar sininde pinhan
Boşanmış damar akmış kan batmış kefenleri gördüm
Yıkılmış sinleri dolmuş hep evleri harab olmuş
Kamu endişeden kalmış ne düşvar halleri gördüm
Yaylalar yaylamaz olmuş kışlalar kışlamaz olmuş
Bar tutmuş söylemez olmuş ağızda dilleri gördüm
Kimisi zevk u işrette kimi sözü beşarette
Kimi bela vü mihnette dün olmuş günleri gördüm
Soğulmuş o kara gözler belirsiz olmuş ay yüzler
Kara toprağın altında gülderer elleri gördüm
Kimisi boynunu eğmiş tenini toprağa salmış
Anasına küsüp gitmiş boynun buranları gördüm
Kimi zarı kılıp ağlar zebanile canın dağlar
Tutuşmuş sinleri oda çikan tütünleri gördüm
Yunus bunu kande gördü gelip bize haber verdi
Aklım vardı dilim şaştı netekim bunları gördüm
Sözcükler:
Sin: mezar, kabir,
Şadman: sevinçli,
Düşvar: güç
Pinhan: gizli,
İşret: zevk sefa,
Beşaret: insanlık,
Zebani: cehennemdeki kötülük melekleri
10.
Netekim ben beni bildim yakın bil ki Hakkı buldum
Korkum onu buluncaydı şimdi korkudan kurtuldum
Ben kimseden korkımazam ya bir zerre kayırmazam
Ben şimdi kimden korkayım korktuğum ile bir oldum
Azrail gelmez yanıma sorucu gelmez sinime
Bunlar bana ne sorar onu sorduran ben oldum
Ya ben onca kaçan olam anın buyruğun buyuram
O geldi gönlüme doldu ben ona bir dükkan olam
Dükkan ıssı dükkanından hali değildir evinden
Ol bu araya gelelden halka bir ulu kan oldum
Canlılar bizden el alır cansızlar eri ne bilir
Hem verirler hem alırlar ben bir ulu divan oldum
Yunus’a Hak açtı kapı Yunas Hakk’a kılar tapı
Benim işim devlet baki ben kul iken sultan oldum
Sözcükler:
Kan: maden, maden ocağı
11.
Din ü millet kodurdu ol benim canım alan
Anı duyan kişiye ne gönül kalır ne can
Duymayanlar halimi dinin kodu der bana
Neyile din beslesin cansız gönülsüz kalan
Suretimde varlığım gönül ile canıdı
Cümlesin yağmaladı bana ışk bağışlayan
Işkın serhengi beni komadı hiç nesneye
Ne İslamda ne dinde anılmaz küfr ü iman
Şart u farz olmaz anda canı ışka kalandı
Cevapsız dil söylenir nice bilsin bu lisan
Elden iş bıraktırdı niceliksiz baktırdı
Dostluk ticaretinde unuttuk assı ziyan
Beni benlikten kodu varlık defterin yudu
Havf u reca göstermez hayr u şer elden koyan
Sorman Yunus’dan haber dost kandasa andadır
Yüz bin gevherden farığ aşk denizine dalan
Sözcükler:
Serheng: Çavus,
Kandasa: neredeyse
12.
Bu gün sohbet bizim oldu bize bizim diyen gelsin
Bu ışk zehrin seve seve içibeni yutan gelsin
Kanaat hırkası içre selamet başimı çektim
Melamet gömleğin biçtim arif olup giyen gelsin
Bu ışk meydanı içinde çagirdim bir avaz ettim
Müezzinlik bizim oldu imam oldum uyan gelsin
Bu ummanda delim dürlü güher vardır elim ermez
Akar rahmet suyu çaglar gönül kirin yuyan gelsin
A dostlar işidin sözüm dün etmişim bu gündüzüm
Yavı kılmışam kendözüm bu hak yola giren gelsin
Yunus miskin anı görmüş eline bir divan almış
Alimler okuyamamış bu ma’niden duyan gelsin
Sözcükler:
Melamet: kınama, azarlama,
Ayıplama; şeriat kurallarına uymama, boşlama,
Yavı Kılmak: yitirmek, kaybetmek
13.
Evvel benim ahır benim canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara hazır meded eren benim
Bir karara tuttum karar benim sırrıma kim erer
Gözsüz beni nerde görer gönüllere giren benim
Kün deminde nazar eden bir nazarda dünya düzen
Kudretinden han döşeyip ışka bünyad uran benim
Düz döşedim bu yerleri baskı kadum bu dağları
Sayvan gerdim bu gökleri yeri sonra düren benim
Dahı acep âsiklara inkar ü din iman oldum
Halkın dahı gönlündeki küfr ü İslam güman oldum
Halk içinde dirlik düzen dört kitabı doğru yazan
Ak üstüne kara düzen ol yazdığı Kur’an benim
Dost ile birliğe yeten buyruğu neyise tutan
Mülk bezeyip dünya düzen o bahçevan hemen benim
Ben bu yere buyurucak yeryüzüne gün urucak
Ulu deniz mevc urucak Hace dahi hemen benim
Diller damaklar şaşiran ışk kazanını taşiran
Hamza’yı dağdan aşiran o ağulu yılan benim
Yunus değil bunu diyen kendiliğidir söyleyen
Mutlak kafir inanmayan evvel ahır hemen benim
Sözcükler:
Bünyad urmak: temel kurmak,
Sayvan: çardak, gölgelik,
Mevc urmak: dalgalanmak, denizde dalga yapmak
Hace: hoca, ulu, bilgin, sahib
14.
Muhammed ile bile miraca ağan benim
Ashab-ı Suffeyile yalıncak kalan benim
Sabr ile kanaatı verididim bunlara
Kırk kişi bir gömlekten başin çikaran benim
O kırkından birine neşteri çaldimidi
Kırkından kan akıtıp ibret gösteren benim
Adem peygamber ile Havva yaratılmadan
Uçmak’dan sürülüben o müflis olan benim
Musa peygamber ile binbir kelime kıldım
İsa peygamber ile göklerde kalan benim
Ömer i Hattab ile çok adl u dad işledim
Oğluyla fısk içinde anda basılan benim
İbrahim Edhem baktı tac u tahtı bıraktı
Hak yoluna uyaktı o sırrı duyan benim
Abdürrezzak o derviş yoldaş edindi beni
Hallacı Mansur ile dâra asılan benim
Adımı Yunus taktım sırrım aleme çaktim
Bundan ileri dahı dilde söylenen benim
Sözcükler:
Müflis: iflas etmiş, tükenmiş,
Yalıncak: çiril çiplak,
Ashab-ı Suffe: Kırklar,
Adl u dad: adalet ve vergi,
İbrahim Edhem: Belh sultanı ve tacını tahtını terkeden büyük İranlı mutasavvıf. ölm. 776-7,
Abdürrezzak: Şeyh-i Sanan adıyla tanınan, türbesi Tiflis çevresinde bir mutasavvıf şeyhi
15.
Çün bende buldum ben Hakkı şekk ü güman nemdir benim
O dost yüzün görmezisem bu gözlerim nemdir benim
Gelsin münacat eyleyen doksan bin hacet söyleyen
Taşra ibadet eyleyen görün o dost nemdir benim
Musa olup Tur’a çikam nur oluban gözden bakam
Söz oluban dilden çakam sur u negam nemdir benim
Musa varır Tur’a çikar orya varır nura bakar
Dosttan gayri zerre kadar bu gözlerim görmez benim
Uş beni ben cemeyledim o dosta imen eyledim
Birliğine kıldım kaamet riya taat nemdir benim
O dost bana ümmi demiş hem adımı ümmi komuş
Dilim şeker gövdem kamış bu söyleyen nemdir benim
Ümmi benim Yunus benim dokkuz atam dörttür anam
Işk oduna düşüp yanam suk u pazak nemdir benim
Sözcükler:
Hacet: istek, dilek,
Sur u negam: Sur borusu ve nağmeleri,
Kaamet kılmak: ayakta ezan okumak,
Riya taat: Gösteriş ibadeti,
Dokuz ana dört baba: Dokuz kat gök ana; toprak, hava, su ve ateş, yani dört varlık cevheri baba,
Suk u Pazar: çarsi ve pazar
16.
Bu fena mülkünde ben nice nice hayran olam
Nice bir handan olam ya nice bir giryan olam
Gah feleklerde meleklerden dilekler eyleyem
Gah arş u şems ile gerdun olam gerdan olam
Adımı attım yedi dört onsekizden öte ben
Dokuzu yolda koyup şah emrine ferman olam
Dost ferah kıldı terahtan ben teberra eyledim
Sureta insan olamhem can u hem canan olam
Gah bir müfti müderris geh mümeyyiz geh temiz
Gah müdebbir nakıs u geh ile noksan olam
Gah batn-ı Hut içinde Yunus ile söyleşem
Geh çikam arş üzere bin can olam Selman olam
Gah inem esfellere Şeytan ile şerler düzem
Geh çikam arş üstüne seyran olam cevlan olam
Gah işitirim işitmezem aşimazam aceb
Nice bir nisyan olam hayvan olam insan olam
Gah ma’kuulat u mahsusat u takrir ü beyan
Gah makhurat olam geh sahib ül Keyvan olam
Nice bir surette insan u sıfatta canver
Nice bir dilkü olam ya kurd u ya arslan olam
Nice bir tefrid ü tecrid ü mücerrid münferid
Ye nice cin nice ins ü nice bir Şeyten olam
Nice bir ışk meydanında nefs atın seğirttirem
Ya nice bir başimı top eyleyip çevgan olam
Gah birlik içre birlik eyleyem ol bir ile
Gah dönem katre olam derya olam umman olam
Gah duzahta benim Firavn ile Haman ile
Gah cennete varam gılman olam Rıdvan olam
Gah bir gaazi olam Efreng ile ceng eyleyem
Gah dönem Efreng olam nisyan ile isyan olam
Gah bir mechul olam merdud olam Nemrud olam
Gah varam Cafer olam tayyar olam perran olam
Nice bir ami olam nami olam cami olam
Nice bir kami olam nakam olam nadan olam
Gah ola odlar yakam diller yıkam canlar yakam
Geh varam arşa çikam geh şah geh sultan olam
Kimse bu söze erişmez min ledündür ey aziz
Hızr yolda kaldı ben gerdun ile gerdan olam
Ya nice bir dost ile ol ben olam ben ol olam
Ya nice ırak düşem mahzun olam ahzan olam
Nice bir dertler ile odlara yanam yakılam
Nice bir şakir olam zakir olam mihman olam
Terkidem bu hak ü badı ab ü narı yüzüne
Şeş cihetten ben çikam bi-cisim olam bi-can olam
Nice bir Cercis ü Bircis olam u Mirrih olam
Nice bir Calinus u Bukrat olam Lokman olam
Bu dokuz arslan u yiddi evren ü dört ejderha
Bunlar ile cengidem Rüstem olam Destan olam
Bir demi asude olam gaflet ile hurd u ham
Bir dem aşüfte olam Mecnun olam hayran olam
Nice bir sen-ben diyem ben-sen diyem utanmadan
Ya nice deksiz olam dilsiz olam hayran olam
Çün de derler nedeyin demezse yanar can ü ten
Ben dahı dürler dökem dosta hezar-destan olam
Kar olam neykar olam nevkar olam esrar olam
Geh dönem gerdar olam güftar olam No’man olam
Nice bir balçıkta vü alçakta yatam hur u zar
Geh varam gevher olam yakuut olam mercan olam
Ademilerden çikam göçem melekler mülküne
Levn olam bilevn olam geh kevn olam bikan olam
Geh muti olam Huda’nın emrine bin can ile
Geh dönem asi olam Musi olam İmran ile
Geh varam Davud olam taht-ı Süleyman’a çikam
Geh yine gümrah olam hemrah olam hicran olam
Gah zindandan çikam azad olam abad olam
Geh yine derban olam mahbus olam zindan olam
Dar olam gerdar olam berdar olam Mansur olam
Can olam hem ten olam hem in olam hem an olam
Geh beyaban u harab u geh serab u geh türab
Geh yine mamur olam hayran u sergerdan olam
Gah izzette aziz ü gah zillette zelil
Geh varam erkân olam rehbin olam rühban olam
Geh varam bir saz olam bir söz olam pürsaz olam
Geh varam dükkan olam dehban olam rüchan olam
Dem olam Adem olam bihuş olam sarhoş olam
Dem olam bidem olam hem nam olam hem nan olam
Geh dönem hamuş olam bihuş olam sarhoş olam
Söyleyip destan olam hem bağ u bustan olam
Yunus’a Tapduk’tan oldu hem Barak’dan Saltuk’a
Bu nasip çün cuş kıldı ben nice pinhan olam
Yunus imdi bu sözü sen âsika de âsika
Ki sana hem sıdk olam hem derd ü hem derman olam
Gah halis gah muhlis olurum furkaan ile
Gah Rahmanur Rahim ya Hayy ü ya Mennan olam
Geh dönem bir şems olam zerremde yüz bin arş ola
Geh yine tuğyan olam alemlere tufan olam
Evveli Hu ahırı hu ya Hu illa Hu olam
Evvel ahır kala vü men aleyha fan olam
Sözcükler:
Handan: neşeli, sevinçli,
Giryan: üzgün, ağlayan,
Arş: gökyüzü,
Şems: güneş,
Gerdan: dönen, boyun,
Gerdun: evren, gökler,
Yedi dört onsekiz dokuz: yedi gezegen, dört varlık cevheri, on
sekiz bin alem ve dokuz kat gökyüzü,
Terah: gam keder,
Teberra: sevmemek, yüz çevirmek, lanetlemek,
Mümeyyiz: ayırdedici,
Müdebbir: tedbirli,
Nakıs: eksikli,noksanlı,
Batn-ı Hut: Balık karnı, Yunus peygemberi simgeler,
Esfeller: enaşagılar,
Cevlan: gezinmek,
Nisyan: unutkanlık, unutma,
Ma’kuulat: akıllaanlaşilabilir,
Takrir ü beyan: anlatmak ve bildirmek, açıklamak,
Makhurat:kahredilmişler, kahredilmişlik,
Keyvan: Zuhal yıldızı, Uranus,
Tefrid-Münferid: tek tek yalnız,
Tecrid-Mücerrid: ayrılma, ayrılmış tek,
Çevgan: topoyunu sopası,
Efreng: Frenk, Fransız,
Düzah: Cehennem,
Merdud: reddedilmiş
Tayyar: uçan, bir savaşta kolları kesilerek şehid düşen Hz.
Ali’nin kardeşi Cafer’in lakabı,
Perran: uçan,
Ami: irfan sahibi olmayan,
Nami: büyüyen,boy atan,
Cami: camdan, cama ait,
Kami: muradına ermiş,
Nakam: muradına ermemiş,
Nadan: bilmeyen, cahil,
Ahzan: hüzünler,
Şakir: şükreden,
Zakir: zikreden,
Mihman: konuk, misafir,
Bercis: 6. kat gökteki Jupiter yıldızı
Bukrat: İ.Ö. 5yy. yaşadığı sanılan yunanlı hekim Hippokrates,
Calinos: İ.S. 181 yılında Bergama’da ölen Yunanlı hekim.
Circis: peygamberlerden biri
Lokman: otların dilinden anlayan, onların hangi derde deva olduklarını ögrenen ve Eyub peygamberin yeğeni ya da kuzeni olarak tanınan hekim,
Hurd u ham: kırık ve bükük,
Nevkar: yeni işe başlamış,
Neykar: Ney çalan,
Gerdar: iş
Güftar: söz,
Levn: renk, boya, beniz,
Bilevn: renksiz,
Bikan: kaynaksız, temelsiz, özü olmayan,
Musi: Musa peygamber,
Gümrah: yolunu yitirmiş, sapmış
Hemrah: yolları bir, yoldaş,
Ger: eğer,
Girdar: iş,
Berdar: dârağacına çekilmis,
Beyaban: Çöl,
Serab: çöllerde görünen hayali su, göl, deniz,
Türab: toprak,
Derban: kapıcı,
Sergerdan: başi dönmüş, sersem,
Rehbin- Rehban:yol bekçisi,
Ruhban: rahipler,
Rüçhan: üstün olma, üstünlük,
Dehban: Köyağası
Bihoş: hoş olmayan,
Nan: ekmek,
Halis Muhlis: öz be öz,
Furkaan: doğruyu eğriyi ayıran Kur’an,
Rahmanir Rahim ya Hayy u Mennan tuğyan: Esirgeyen bağışlayan ve bol nimet veren Tanrı,
Hu: O (Allah)
17.
Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül
Haktan bize destur oldu hazineye düştü gönül
Orda beni can eyledi et ü sünek kan eyledi
Dört ü on gün diyiceğiz deyritmeğe düştü gönül
Yürür idim anda pinhan Hak buyruğu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar bu dünyaya düştü gönül
Beni beşiğe urdular elim ayağım sardılar
Önden acısın verdiler tuz içine düştü gönül
Günde iki kez çözerler başima akça dizerler
Ağzıma emcek verirler nefs kabzına düştü gönül
Bu nesneyi terkeyledim yürümeye azmeyledim
On ki süneğin yazarlar elden ele azmeyledim
Oğlan iken sultan kopar kim elin kim yüzün öper
Akıl bana yoldaş oldu sultanlığa düştü gönül
Bu çag ile sakal biter görenin gülmesi tutar
Güzeller katında biter sevisiye düştü gönül
Hayırdan şerri çok sever işlemeğe becid iver
Nefsinin dileğin kovar nefs evine düştü gönül
Kırk beşinde suret döner kara sakala ak iner
Bakıp şeybetin göricek yoldurmağa düştü gönül
Yola gider başaramaz yiğitliğe eli varmaz
Bu nesneleri koyuban yuvanmağa düştü gönül
Oğul aydur bund’ölmez kız aydur yerinde durmaz
Hiç kendi halinden bilmez halden hale düştü gönül
Ölicegiz şükrederler sinden yana iletirler
Allah adın zikrederler çok şüküre düştü gönül
Su getürüler yumağa kefen sararlar komağa
Ağaç ata bindireler teneşire düştü gönül
Eğer varısa amelin yegin olur senin sinin
Eğer yoğısa amelin oddan şarab içti gönül
Yunus anlayıver halin şuna uğrayısar yolun
Burda elin erer iken hayr işlere düşgil gönül
Sözcükler:
Sünük: kemik,
Becid: önemli,
Yuvarmak: ağır davranmak,
Uğrayısar: uğrarsa
18.
Bir nazarda kalmayalım gel dosta gidelim gönül
Hasret ile ölmeyelim bir dosta gidelim gönül
Gel gidelim can durmadan suret terkini urmadan
Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül
Gel gidelim kalma ırak dost için kılalım yarak
Şeyhin katındadır durak gel dosta gidelim gönül
Terkedelim il ü şarı dost için kılalım zarı
Ele getirelim yarı gel dosta gidelim gönül
Bu dünyaya kalmayalım fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmıyalım gel dosta gidelim gönül
Biz bu cihandan geçelim o dost iline uçalım
Arz u hevadan geçelim gel dosta gidelim gönül
Kılavuz olgıl sen bana yönelelim dosttan yana
Bakmayalım önden sona gel dosta gidelim gönül
Bu dünya olmaz payidar aç gözünü canın uyar
Olgıl bana yoldaş u yar gel dosta gidelim gönül
Ölüm haberi gelmeden ecel yakamız almadan
Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül
Gerçek erene varalım Hakk’ın haberin soralım
Yunus Emre’yi alalım gel dosta gidelim gönül
Sözcükler:
Yarak: azık silah gibi yarayan nesne,
Payidar: kalan, ölümsüz
19.
Bu mülke garip geldim ben bu elden bezerim
Bu tutsaklık tuzağın demi geldi üzerim
Dost bize gelsin demiş bizim kaydımız yemiş
Yüzümün karasından teberrükler düzerim
Dört kitabın ma’nisin okudum tahsil ettim
Ne hacet kim karayı ak üstüne yazarım
Yedi mushaf ma’nisi bellidir bir Elif’te
Be dedirmeniz bana ben bu yoldan azarım
Bir Elif tahsil eden münezzehtir alemden
Endişe ikliminden niçin düşüp gezerim
Şeriat oğlanları niçin yol keser bana
Hakıykat denizinde bahrı oldum yüzerim
Ben andan bunda geldim ben onu bunda buldum
Mansur’um dâra geldim uş kül oldum tozarım
Bir çesmeden akan su acı tatlı olmaya
Edeptir yermek bana bir lüleden sızarım
Karanu dünler olsa yollar hiç eğlenmese
Kılavuzum er olsa ben ne için azarım
Yetmiş iki millete suçum budur Hak dedim
Korku hıyanetedir ya ben niçin kızarım
Yunus bu kuş dilidir bunu Süleyman bilir
Gerçek eren bu yolda ne dediğin sezerim
Sözcükler:
Kaydımız yemiş: üstümüze fazla düşmüş,
Karanu: karanlık,
Teberrük: kutlamak, hediye,
Münezzeh: arınmış
20.
Benim bunda kararım yok ben bundan gitmeğe geldim
Bazerganım metaım çok alana satmağa geldim
Ben gelmedim da’vi için benim işim sevi için
Gönüller dost evi için gönüller yapmağa geldim
Dost esriği deliliğim âsiklar bilir neliğim
Denşiriben ikiliğim birliğe yetmeğe geldim
Ol hocamdır ben kuluyum dost bahçesi bülbülüyüm
Ol hocamın bahçesine şad olup ötmege geldim
Bunda biliş olan canlar anda bilişirler imiş
Bilişiben hocam ile halim arzetmeğe geldim
Siz Yunus’dan sorun haber dost kandayısa anda var
Haberi gel gör benden al ben onu görmeğe geldim
21.
Ey yarenler ey kardeşler sorun bana kandayıdım
Işk denizine dalıban derya-yı ummandayıdım
Bu yerler bunda gelmeden gökler melaik dolmadan
Mülke bünyad urulmadan mülkü yaradandayıdım
Kaygı eli ermezidi gussa gözü görmezidi
Endişe şehrinden daşra bir ulu mekândayıdım
Bu işlerde olan kişi terketsin cümle teşvişi
İçeriden içeri bir key latif nihandayıdım
Dört kitabı okumadan ayırıp seçip almadan
Ezber ettim sabakımı bu ışkı hanendeyidim
Padişahtan destur oldu bizi bunda mülke saldı
İki cihan uçmak oldu uçmakda Rıdvan’dayıdım
Ol kim beni bekleridi her kandasam saklarıdı
Işk urganı ucundaki kandildeki candayıdım
Yıldızıdım nice zaman gökte melaik arzuman
Cebbar-ı alem hükmeder ben ozaman andayıdım
Yüz yetmiş bin feriştehler saf bağlayıp durucağız
Cebrail’i anda gördüm ol ulu divandayıdım
Doksan bin kelimeyi hak söylüyecek Habib ile
Otuz bini sırrolacak ben ol sırrolandayıdım
Ben bu suretten ileri adım Yunus değiliken
Ben ol idim ol ben idi bu ışkı sunandayıdım
Sözcükler:
Denşiriben: devşiriben,
Bilişmek: tanışmak, dost olmak,
Şad olmak: sevinmek
22.
Senin bu demekliğin ma’nide usul değil
Bir kapı kullarına şaşi bakmak yol değil
Sen sana yararısan bu sözden duyarısan
Nereye bakarısan demegil sen ol değil
Yetmiş iki milletin hem maşuku oldurur
Aşkı maşukundan ayırmaklık fal değil
Küfrünü atar iken imanın vurma sakın
Hırs bizimle düşmandır bilişlidir el değil
İşbu sözden bir haber muhtasardır muhtasar
Et bir eri ihtiyar kahıtlıktan bol değil
Beşe bu kuş dilidir bunu Süleyman bilir
Sana derim ey hoca bu dil tehi dil değil
Sağa sola bakmadan hoş söyler Tapduk Yunus
O gerçeğe âsiklar külli sağdır sol değil
Sözcükler:
Maşuk: sevilen, sevgili,
Muhkasardır muhtasar: kısa mı kısa, özet mi özet,
Kahıtlık: kıtlık,
İhtiyar etmek: seçmek,
Beşe: emir, bey, paşa,
Tehi dil: boş gönül
23.
Bir gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil
Ne erenler geldi geçti bunlar yurdu kaldı göçtü
Pervaz vurup Hakka uçtu hüma kuşudur kaz değil
Yol odur ki doğru vara göz odur ki Hakkı göre
Er odur alçakta dura yüceden bakan göz değil
Doğru yola gittin ise er eteğin tuttunısa
Bir hayır da ettin ise birine bindir az değil
Yunus bu sözleri çatar sanki balı yağa katar
Halka ma’taların satar yükü gevherdir tuz değil
Sözcükler:
Pervaz vurmak: uçmak,
Hüma Kuşu: devlet kuşu
24.
Yarab bu ne derttir derman bulunmaz
Ya bu ne yaradır zahmı belirmiz
Benim garip gönlüm ışktan usanmaz
Varır ışka düşer hiç bana dönmez
Döner ğönlüm bana ögüt verir çok
Âsik olan gönül aşktan usanmaz
Âsik ki cana kaldı âsik olmaz
Canın terketmeyen ma’şuku bulmaz
Işk bazarıdır bu canlar satılır
Satarım canımı hiç kimse almaz
Âsik bir kişidir bu dünya malın
Ahiret korkusun bir çöpe saymaz
Bu dünya ol ahiretten içeri
Âsikin yeri var kimesne bilmez
Âsik öldü diye sala verirler
Ölen hayvan olur âsiklar ölmez
Beyim arif isen var sen yoluna
Bunda başlar yiter kanlar sorulmaz
Erenler meydanı Arş’tan uludur
Salarlar çevgani topu belirmez
Erenler kapısı mürvet kapısı
Sıtkıla gelenler mahrum günelmez
Yunus bu tevhide garkoldu gitti
Geri gelmekliğe akıl derilmez
Sözcükler:
Çevgan: top oyunu sopası,
Mahrum günelmez: yoksun kalmaz
25.
Ben dervişim diyen kişi işbu yola ar gerekmez
Derviş olan kişilerin gönlü giğdir dâr gerekmez
Derviş gönülsüz gerektir sövene dilsiz gerektir
Dövene elsiz gerektir halka beraber gerekmez
Halka benzetmeye işin süre gönülden teşvişin
Yüzbini birdir dervişin arada ağyar gerekmez
Eğer derviş isen derviş cümle alem sana biliş
Fuzulluğu hulka değiş arada ağyar gerekmez
Derviş olan kişilerin miskinliktir sermayesi
Miskinlikten özge bize mal ü mülkü şar gerekmez
Er elini aldın ise ere gönül verdin ise
İkrar ile geldin ise pes ere inkar gerekmez
Yunus gördün sen bir eri artırma gördüğün biri
Şudur budur deyübeni derviş tar u mar gerekmez
Sözcükler:
Teşviş: karıştırma, zihni bulandırma,
Fuzulluk: fodulluk, gereksiz tavır ve iş,
Ağyar: yabancı, gayrılar, düşman,
Hulk: huy hus,
Tar u mar: paramparça
26.
Gayrıdır her milletten bu bizim milletimiz
Hiç dinde bulunmadı din ü diyanetimiz
Bu din ü diyanette yetmiş iki millette
Bu dünya o ahrette ayrıdır ayatımız
Zahir suya banmadan el ayak deprenmeden
Baş sücuda inmeden kılınır taatımız
Ne Kabe vü ne mescid ne rüku u ne sücud
Hak ile daim becid olur münacatımız
Ger Kabe’ye varalım ger mescide girelim
Ger suyla yunulalım çün bile illetimiz
Su ne kadar arıda çün yavuz fi’lin senin
Meğer bizi pak ede Hak’tan inayetimiz
Kimin sözün kim bile akıl ermez bu hale
Yarın anda bell’ola Müslüman mürtedimiz
Yunus canın yenile kim dostluğun anıla
Işk ile dinlerısen bilesin kudretimiz
Sözcükler:
Ayat: ayetler,
Taat: tapınma, ibadet
Becid: önemli,
Münacat: dua, sessiz yakarı
27.
Biz kime aşuksavuz alemler ona âsik
Kime değil diyelim bir kapıdır bir tarık
Maşuka neyi sevse lazımdır sevmek onu
Dostumuzun dostuna yad endişe ne layık
Sen gerçek âsik isen dostun dostuna dost ol
Ger böyle olmaz isen dostum demegil bayık
Kime az bakarısan aslı yüce yerdedir
Az görme çok gör onu böyle gelmiştir tarıyk
Yetmiş iki millete kurban ol âsik isen
Ta âsiklar safında imam olasan sadık
Sen Hakka âsikisan Hak sana kapı açar
Ko seni beğenmeyi varlık evini bir yık
Has u am muti asi dost kuludur cümlesi
Kimi aydıbilesin gel evinden taşra çiks
Yunus’un bu danışı genci nihan sözüdür
Dosta âsik olanlar iki cihandan farık
Sözcükler:
Bayık:Gerçek, doğru,
Has u am: yüksek baka ve halk,
Aydıbilesin: diyebilesin
28.
İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır
Okumaktan ma’ni ne kişi Hakkı bilmektir
Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emektir
Okudum bildim deme çok taat kıldım deme
Eri Hak bilmezisen abes yere yelmektir
Dört kitabın ma’nisi bellidir bir Elif’te
Sen Elif’i bilmezsin bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece okursun uçtan uca
Sen Elif dersin hoca ma’nisi ne demektir
Yunus Emre der hoca gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice bir gönüle girmektir
Sözcükler:
Abes yere yelmek: utanılacak yere koşmak
29.
Hakıykat erenleri şer’ile bilmediler
Hakıykat dirliğini riya dirilmediler
Hakıykat bir denizdir şeriattır gemisi
Çoklar girdi gemiye denize dalmadılar
Şeriat oğlanları bahsedip da’vi kılar
Hakıykat erenleri da’viye kalmadılar
Dört kitabı şerh eden hakıykatte asıdır
Zira tefsir okuyup ma’nisin bilediler
Yunus nefsini öldür bu yola geldinise
Nefsin öldürmeyenler bu demi bulmadılar
Sözcükler:
Müderris: Medrese hocası
30.
Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır
Söylemeğin harcısı gönüllerin pasıdır
Sözü doğru desene Kulıl Hak dedi Çalap
Bugün yalan söyleyen yarın utanasıdır
Bu gönüller pasını yuyuban gidermeye
Şol sözü söylegil kim sözün hülasasıdır
Cümle yaratılmışa birlik ile bakmayan
Halka müderris ise hakıykatta asıdır
Şer’ile hakıykatın vasfını aydam sana
Şeriat bir gemidir hakıykat deryasıdır
Hitama muhkem ise tahtaları geminin
Deniz mevç urucağız anı uşadasıdır
Bundan içeri haber işit aydayım ey yar
Hakıykatın kafiri şer’in evliyasıdır
Şuride olanların binihayet dünyada
Akıl gönül fehim can fikir anın nesidir
Biz talibleriz her dem ışk sabakın okuruz
Çalap müderris bize ışk hod medresesidir
Evliya safa nazar edeli günden beri
Hasıl oldu Yunus’a her ne kim vayasıdır
Sözcükler:
Mevç urmak: dalga çikarmak,
Uşadasıdır: kırıp dökesidir,
Vaya: nasip, pay
31.
Haktan inen şerbeti içtik elhamdülillah
Ol kudret denizini geçtik elhamdülillah
Şu karşiki dağları meşeleri bağları
Sağlık sefalık ile aşitık elhamdülillah
Kuruyuduk yaş olduk ayağidik baş olduk
Kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah
Vardığımız illere şol sefa gönüllere
Baba Tapduk ma’nisin saçtık elhamdülillah
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi eştik elhamdülillah
İndik Rum’u kışladık çok hayr ü şer işledik
Uş bahar geldi geri göçtük elhamdülillah
Dilfilli pınar olduk ırıldık ırmak olduk
Aktık denize daldık taştık elhamdülillah
Tapduk’un tapusunda kul olduk kapısında
Yunus miskin çig idik piştik elhamdülillah
Sözcükler:
Irılmak: ayrılmak, ayrılıp uzaklaşmak
32.
Hakkı kaçan bulasın Hakka kul olmayınca
Erenlerin eşiğin yasdanıp yatmayınca
Bir bağ ki viran ola içi dikenle dola
Ayıtlamak neylesin od ile yanmayınca
Issızlık u yabanda od mu bulunur anda
Kavı taşi çakmagi bir yerde olmayınca
Issızlıkta kalma sen odunu söndürme sen
Odu kaçan bulasın ocağa varmayınca
Ol hakıykat güneşi doğar vahdet burcundan
Şule vermez Yunus’a hicaplar gitmeyince
Sözcükler:
Ayıtlamak: yabancı ot ve bitkilerden, yabancı ögelerden temizlemek
33.
Ey kopuz ile çeste aslın nedürür işte
Sana sual sorarım aydıvır bana uş de
Aydur aslımdır ağaç koyun kirişi birkaç
Gel irşetim dinle geç aklı koma beleşte
Aydırlar bana haram ben oğruluk değilem
Çünkü aslım mısmıldır ne varımış kirişte
Bana kiriş dediler ışka giriş dediler
Benim adım ışk verdi ben durmazam kolmaşta
Şadılığıla geldim işbu aleme doldum
Mürüvvetler düzüldüm kodular işbu düşde
Ağaç deri derildi kiriş ile bir oldu
Işk denizine daldı bahane yok bu işte
Mevlana sohbetinde saz ile işret oldu
Arif ma’niye daldı çün biledir ferişte
Ferişteyi anmaktan bilesin murat nedir
Gece gündüz biledir senin ile her işte
Ol feriştehler adı Kiramen Katibindir
Yazmaktan usanmazlar ırmazlar yaz u kıştan
Birisi sağ omzunda birisi sol omzunda
Birisi hayrın yazar birisi şer cümbişte
Kagıtları tükenmez ne hot mürekkepleri
Aşinmaz kalemleri kayımlardır ol işte
Hem meyhaneye varır hem büthaneye girer
Bunlar saklarlar seni sen gafilsin bu işte
Yunus imdi Sübhan’ı vasfeylegil gönülde
Ayrı değil ariften bu kopuz çeste ile
Sözcükler:
Kopuz: ilkel saz,
Çesta: altı telli saz,
Kiriş: bükülmüş koyun bağırsağı,
Mısmıl: helal olan, İşret: eğlence
34.
Ol Çalab’ımın ışkı bağrımı baş eyledi
Aldı benim gönlümü sırrımı faş eyledi
Yürür isem gönlümde söyler isem dilimde
Çalab kendi nurunu gözüme tuş eyledi
Can gözü onu gördü dil ondan haber verdi
Can içinde oturmuş gönlümü Arş eyledi
Canda yanar çeragi gönüldedir durağı
Gönül dağı can dağı ışk ile cuş eyledi
Bir kadeh sundu cana can içti kana kana
Dolu geldi peymane canım sarhoş eyledi
Esrik oldu canımız dür döker lisanımız
Ol Çalab’ımın ışkı beni derviş eyledi
Ben nice derviş olam ye Hakk’a kulum diyem
Yüz bin benim gibiyi ışk hırka-puş eyledi
Yunus imdi avunur dostu gördü sevinir
Erenler maahfilinde ışkı cünbiş eyledi
Sözcükler:
Tuş eyledi: rastladı,
Hırka puş: hırka giyen,
Mahfil: toplantı yeri
35.
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirem ne yokluğa yerinirem
Işkın ile avunurum bana seni gerek seni
Işkın âsiklar öldürür ışk denizine daldırır
Tecelliyile doldurur bana seni gerek seni
Işk şarabından içem Mecnun olup yola düşem
Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni
Sufilere sohbet gerek ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyli gerek bana seni gerek seni
Eger beni öldüreler külüm göğe savuralar
Toprağım anda çagira bana seni gerek seni
Yunus’durur benim adım geldikçe artar odum
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni
Sözcükler:
Tecelli: görünme, ortaya çikma
36. Münacaat
Ya ilahi ger sual etsen bana
Cevabım iş budurur anda sana
Ben bana zulmeyledim ettim günah
Neyledim nettim sana ey padişah
Gelmeden dedin hakıma kem deyü
Doğmadan dedin "Asi Adem” deyü
Sen ezelden beni asi yazasın
Doldurasın aleme avazesin
Ben mi düzdüm beni sen düzdün beni
Pür ayıp nişe getirdin ey gani
Gözüm açıp gördügüm zindan içi
Nefs ü heva pür dolu Şeytan içi
Habs içinde ölmeyeyim deyü aç
Mısmıl u murdar yedim bir-iki kaç
Nesne eksildi mi mülkünden senin
Gecti mi hükmüm ye hükmünden senin
Rızkını yeyip seni aç mı kodum
Ye yeyip öynünün muhtaç mı kodum
Kıl gibi köprü gerersin geç deyü
Gel seni sen tuzağımdan seç deyü
Kıl gibi köprüden adem mi geçer
Ya düşer ya dayanır ya uçar
Kulların köprü yaparlar hayr için
Hayrı budur ki geçerler seyr için
Ta gerek bünyadı muhkem ola ol
Ol geçenler ayıda uş doğru yol
Terezi korsun hevaset tartmağa
Kastedersin beni oda atmağa
Terezi ana gerek bakkaal ola
Ya bazergan tacir ü attar ola
Çün günah murdarların murdarıdır
Hazretinde yaramazlar karıdır
Sen gerek lütf ile anı örtesin
Pes ne hacet murdar açıp tartasın
Sen temaşa kılasın ben hoş yanam
Haşe lillah senden ey Rabb-el Enam
Sen basirsin hod bilirsin halimi
Pes ne hacet tartasın a’malimi
Geçmedi mi intikamın öldürüp
Çürütüp gözüme toprak doldurup
Hiç Yunus’dan değdi mu sana ziyan
Sen bilirsin âsikara vü nihan
Bir avuç toprağa bunca kıyl ü kaal
Neye gerek ey kerim ü Zül-Celal
Sözcükler:
Pür: dolu,
Niş: diken, zehir,
Ayıtmak: demek,
Hevaset- Hebaset: pislik, kötülük,
Tacir: tüccar,
Attar: aktar, güzel kokular satan,
Lütf: hoşluk, güzellik, iyi davranış,
Kıyl u kal: dedikodu, boş söz,
Zul-Celal: ululuk sahibi, Tanrının bir sıfatı
38.
Âsik sana bir sözüm var
Bu Arş nenin üstündedir
Hikmetine akıl ermez
Bu Arş Kürs’ün üstündedir
Kamil sana bir sözüm var
Bu Kürs nenin üstündedir
Hikmetine akıl ermez
Bu Kürs Kevn’in üstündedir
Derviş sana bir sözüm var
Kevin nenin üstündedir
Hikmetine akıl ermez
Kevin gökler üstündedir
Âsik sana bir sözüm var
Gökler nenin üstündedir
Hikmetine akıl ermez
Gökler yerin üstündedir
Kamil sana bir sözüm var
Yerler nenin üstündedir
Hikmetine akıl ermez
Yerler öküz üstündedir
Yüzünü Hürmüz’e tutmuş
Kuyruğun Fireng’e atmış
Yeri göğü saran öküz
Yüz on dört bin yaşindadır
Titreyişi zelzeledir
Boynuzları velveledir
On iki ayağı vardır
Her biri bir köşededir
Âsik Yunus söyler bunu
Ne güzel yaratmış Gani
Çifte koşayıdım onu
Hikmet onun işindedir
Sözcükler:
Arş: Kubbe, taht; Tanrının tahtında oturduğu göğün dokuzuncu katı.
Kürs: Makam, oturulacak yüksekçe yer. Arş’ın altında olduğu inanılan gökyüzü tabakası.
Kevn, Kevin: Alem, varlık alemi, var olma, mevcudiyet, yeryüzü
Hürmüz: Zerdüşt inancında İyilik Tanrısı. Burada Basra körfezindeki Hürmüz boğazı kastediliyor.
www.alewiten.com, 27.01.2004

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*