Alevilikte Cennet Cehennem Anlayışı

 

Alevilikte Cennet Cehennem Anlayışı

Ali Kaykı

Diğer inançlarda olduğu gibi Alevilik’te de Cennet-Cehennem olgusu tartışılmış ve kendi karakterine göre yorumlanmıştır.

İnsan dolaylı bilgilerden her ne kadar etkilenmiş olsa da, inancını yaşadığı kadar bilir. Bu onun kendi gerçekliğinden edindiği ve inandığının en doğrusu olan direkt bilgidir. Başkalarının söylediklerine, Tanrı ve Cennet-Cehennem kavramlarında olduğu gibi işine geldiği oranda inanır ya da inanmaz. Bu iki kavram ile bütünleşene kadar bu çeliskiyi farklı yoğunluklarda da olsa kendisinde yaşar. Ömür boyu özbenliği ile bütünleşemeyen/gerçekliğini kavrayamayan insanlarda ölüm anı yaklaştığında şüpheleri korkuya dönüşerek bir türlü teslim olmak istemez ve ölümü zor olur. Tersi durumlarda ise çoğumuz şahit olmuştur ya da büyüklerinden duymuşlardır ki, Tanrı ve Cennet-Cehennem kavramlarının bilincine erişerek bununla bütünleşmiş olan insanlar, ölüm yaklaşınca ne zaman olacağını söyledikleri gibi ölümleri de bir nefeslik olmuştur. Çünkü çok kişi için korkulu-endişeli bir bilinmeyeni kendisinde aşmış, özünden giderek en gerçek hali ile olayı kavramıştır, biliyordur.

Toplumlarda inançsal bazda peygamberler, veliler yani kutsal olarak değerlendirilen İnsan-ı Kâmil’ler, Mürşid-i Kâmil’ler birer aydınlatıcı olmuşlardır. Yaşadıkları/ulaştıkları manevi derecelerini kendi dillerince anlattıkları gibi yaşatmışlardır da. Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışana kadar bu bilgiyi dolaylı alan Şeyh Bedreddin, Şeyhinin öncülüğünde ölmeden önce ölme mertebesine erişerek bire bir yaşamıştır. O zamana kadar olan şüphelerini gidermiş, kendi gerçekliğine ulaşınca daha önce doğru bildiği yanlışlarından kendisini, önceki yorumlarını kaleme aldığı kitaplarını Nil nehirine dökmesi gibi bir gecede sıyırıp atmıştır. Tebriz’li Şems ve Mevlana, Abdal Musa Sultan-Kaygusuz Abdal Sultan, Taptuk Emre-Yunus Emre gibi örnekleri yüzlerce binlerceye çoğaltabiliriz.

Alevilik inancına ve öğretisine göre insan, inançsal bazda ki bilinmeyenleri ancak olgunluk evresine ulaşınca öğrenir. Bu bile aşama aşamadır. Yani Kâmil insan olmak bile son durak değildir. İnsan-ı Kâmil mertebesine kadar ancak görürsün bilirsin. Yani gerçeğin bilgisine ulaşılır ama kendisi olunmaz. Balı tadarak öğrenmek gibi. Mürşid-i Kâmil derecesinde ise, balı yapan arı, özünü veren binbir çiçek, demini olduran petek ve tadına bakan insan hepsinin kendisi olursun. Nasıl oluşunun yanıtı dört kapı kırk makamı derinlemesine yaşayarak, arayıp bularak. Yana yana (kişisel toplumsal acılar ve bu sevda uğrunda kazanılan erdem)döne döne (ulaşılan bilgileri karşıtları ile kavrayarak anlamlaştırmak, bunlar ile bütünleşmek), “hal”dan “hal”a geçerek olgunlaşarak.

İşte bu aşamaya gelmiş insanların ne cehennem korkuları olur, ne de cennet sevgisi mutluluğu. Bundan dolayı Yunus Emre gibi önceleri, cennetin güzelliklerini anlatanlar sonraları “bana seni gerek seni” diyerek aşk ile yanarlar. Ya da Kaygusuz Abdal Sultan gibi Tanrı’yı kendi cennetine götürmek için,
“Duydum köprü yaptırmışsın
Has kulların geçsin diye
Onlar şöylecene dursun
Yiğit isen sen geç tanrı”
gibi sözleri ile çıkarcılığın gereksizliğini yobazlığı yererek anlatırlar. Çünkü onlar asıl bilinmesi gerekeni bilmişler, mutlak ulaşılması gereken yere ulaşmışlardır. Korkusuz ve endişesiz olmaları da bundan dolayıdır.

Dün olduğu gibi bugün de hala kendimize/birbirimize soruyoruz. Cennet cehennem var mı? Varsa nerede? Bunun gerçekliğine ulaşmadan yok diye kestirip atanlar da, var olduğuna inanarak ebedi mutluluğunu umanlar da zaman zaman ama mutlaka acaba!nın karşılığını düşünürler-ararlar. Burada herşeyden önce bilinmesi gereken cennetin ve cehennemin amacı nedenliğidir. Alevi- Bektaşi inancı ve öğretisine göre ulaşılması gereken özbenliğini tanıma, Resulullah’ın “her kim ki kendini (nefsini) bildi, Hakk’ı bildi” dediği gibi kendini bilme, kendinde Hakk’ı görüp Hakk ile Hakk olmadır. Buraya ulaşılırsa tamam da, ulaşılamadığı zaman ne olacak? Alevilik bunu ikişer kelimelik iki cümle ile şu şekilde açıklıyor.

Don değiştirmek
Hakk’a yürümek

Kemalet mertebesine ermiş, hedefine ulaşmış olan can için Hakk’a yürüdü, Hakk ile Hakk oldu deyimi en doğru olanıdır. Ulaşamayan can için ise “Don değiştirdi” sözüdür. Bu yeniden doğuşa yöneldi anlamındadır. Yani ateş,hava, su ve toprak dediğimiz dört ana unsurdan meydana gelişin; bitki, hayvan ve insan olarak gelişmesinin, insanın da şeriat, tarikat, marifet aşamalarından geçerek hakikata ulaşmasının doğruluğunun kanıtıdır. Yana yana döne döne kemalete erişilmesi kaba hali ile bu aşamalardan geçiştir. Bu dönüşüm amaca ulaşana kadar sürer. Ruhun mutlaka olgunluğa ulaşması, kendi gerçekliğini bilmesi gerekmektedir. Tanrının bilinmek istemesi, kendi kendisini keşfetmesinden başka birşey değildir.
En doğrusunu Rabbim bilir.

Akıl, bütün dinlerin öz hallerinde ki amaçları bu olduğuna göre böyledir diyor. Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde de “herşey aslına döner. Sonunda dönüş yine Allah’adır” sözlerinin anlamı başka nasıl izah edilebilir ki? Bir nefes olan ruh/can Hakk’ın Zat’ından olduğuna göre, yakılmak yok edilmek istenen nedir? Nedendir? Mesele sadece tertemiz olan “can”ı benlik/nefis ile kirletilmiş halinden özbenliğine kavuşturmaktır. İşte “Bir zaman gelecek herşey yok olacak, ebedi olarak yalnız Tanrı kalacak” ayetinin karşılığı aslına dönüşen/dönüştürülen bütün ruhların/canların aslı/Zat’ı ile bir (Vahdet-i Vücut) olmasıdır.

Cehennem ateşi bu canın/ruhun benliğinden/nefsinden sıyrılışının verdiği acıdır. Olgunlaşmış cevizin zehir gibi olan yeşil kabuğundan sıyrılması/kurtulması gibi. Cennet ise, bu evrimini diğerlerinden daha önce tamamlamış, arınmış canların/ ruhların evrenselliğidir.

Erenler adından da anlaşıldığı gibi kendini bilme, kendinde Hakk’ı görme yetisine ulaşmış olanların evrenselliğidir. Burada ki evrensellik bütün evrende var oluş anlamındadır. Ve bu evrensellikleri ile yol göstericiliklerine devam ederler. Yani rûya gibi mânâ aleminden göründükleri gibi, gerektiğinde bâtîn hallerinden sıyrılıp bir zaman için zahir hale bürünme yetileri vardır. Mucizeler, kerametler ancak bu yeti ile gerçekleşebilir.

Kendini son aşamaya aday gösteren dünya insanını gerektiği yerde zaman zaman manada (rüyada görme) veya zahirde can gözü ile sezebilme, görebilme ile gerçekleşen hallerde aydınlatabilirler. Birtakım işaretler, simgeler vererek düşüncelerini derinleştirebilirler.

Ayrıca insanın zahir alemde ilerlemesi, sadece mana ile değildir. Maddenin bilimini de kendisi ile birlikte geliştirir. Bu gelişmelerin sıçramalarını yine ledün ilmine erişmiş olanların yardımları ile oluşur. Çok tanrılı dönemden tanıdığımız Pitagor aslında bir tanrı olmak istiyordu. Arşimet’te hamamda sadece kirlerinden kurtulmak, Newton elma ağacının gölgesinde biraz serinlemek ve dinlenmek. Ama daha önce binlerce milyonlaraca kere olmuş olan fiziksel hareketleri, onların aniden kavramalarına, bilim adamlarının veya sanatçıların en güzel/ değerli buluşlarını/eserlerini benzeri yoğunlaşmalarda veya rüyalarında gerçekleştirmeleri bunlara örnek olarak gösterebiliriz.

Erenlerin bu halleri de ölümün ölümsüzlüğünün göstergesidir. Alevi-Bektaşi inancında “ölüm yok”, “ölüm ölür biz ölmeyiz” denmesinin nedeni de budur.

Bir sevdaya saldın beni
Çok aradım sordum seni
Gül bağında gördüm yeni
Bahçıvan sen değil misin

Karanlığı aydınlatan
Cehaleti yakıp yıkan
Budha ile ışık saçan
Nirvan olan değil misin

Musa ile Tur’a çıktın
İsa ile göğe uçtun
Ali gibi yiğit seçtin
Şah-ı Merdan değil misin

Hep yukarı baktırırsın
Yalvartıp el açtırırsın
Ateşlerde yandırırsın
Yanan da sen değil misin

Can içinde canan sensin
Gözlerimde üryan sensin
Cennet cehennem diyerek
Kandıran sen değil misin

Budak Ali dostu gören
Öz içinde özü seçen
Bir damlada derya olan
Coşup taşan değil misin

Yolunuz aydınlık, gönülleriniz ferah, menziliniz Hakk ola…
Aşk-ı Muhabbetimizle Hüü…

 

 

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*