ALEVİLİK NEREYE GİDİYOR

Ali KAYKI

‘YARADILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ’ Aleviliğin en büyük düşünürlerinden biri olan Şeyh YUNUS un yani KOCA YUNUS un bu sözlerini sanirim artık her Alevi biliyordur! Pekiyi bu bir cümlenin derinliğinden anlayabildiğimiz nedir?

Tabii herkes kendine göre bir yorum çikarir, fakirin Acizane yaptığı gibi! Bu, bütün varlık alemine bir göz ile bakmak, bütün varlık alemini bir göz ile görmektir. Yani 73 millete bir nazar ile bakıldığı gibi! Bu ayni zamanda Aleviliğin temel prensibidir, olmazsa olmazıdır. Aleviliğin derinliği tasavvuftadır, tasavvufun başlıgı da budur! Yani Vahdet-i mevcut Vahdet-i Vücutta toplamıştır ya da  mevcut olan herşey O bir Vücuttan meydana gelmiştir. Eğer bunu kabul ediyorsak, Alevilik hangi dinin devamıdır hangisinin içindedir, hangisinin dışındadır ya da hangisinin neresindedir diye kafa yormamız biraz abes kaçmıyor mu?

Bizce, insanlarin kendilerince bölüşmüş oldugu bütün dinlerin, inançların insanlik için gerekli olanları, insanları ve insanlığı ileriye taşiyacak olanlarının hepsi Aleviliğin içinde Toplanmış, insanı mükemmelliğe götüren yol olmustur. İçerisinde Budhizm, Hinduzm, Şamanizm, Mazdahizm, Zerdüşt ögretisi, Yahudilik, Hristiyanlık vs. olduğu gibi, bal gibi de İslamiyet vardir. Hem de özüdür ve hamurunu İslamiyet ile yoğurmuştur! Bu islamiyet anlayışı da, Arap kültürünü, geleneklerini savunan Emevi ve Abbasilerin sonra da Osmanlının zorla dayattığı sünni Islam değildir. Bu Kırklar meclisinde kendi sırrına eren Muhammedin, Kırkların Serdarı İmam Alinin, onyedi Kemerbestin, Ehlibeytin Islam anlayışıdır. Bu, Basranın üst taraflarında 950-1050 yıllarında kendi devletlerini kurmuş olan Karmatilerin Islam anlayışıdır.

Bizim ikrarımız LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH VE ALİYYÜN VELİYULLAH değilmidir? Cemlerimizde de ne Budha, ne Kam ne de Zerdüşt diyoruz! Hakk Muhammed Ali diyoruz. Ya Şah-ı Kerbela Ya İmam Hüseyin diyoruz. Ve dede olarak soy ağacımızın kökünü de oraya bağlıyoruz. Eğer bağlanmıyorsa dedelik sıfatımız oluyor. Yani dede olabilmek için ya Seyyit ya da Şerif olunması gerekiyor.

Bu yolun olmazsa olmazlarından olan oniki hizmet oniki imama işarettir. Bunların başi, evvel olan ahir olan, Rahman olan Rahim olan Ali değilmidir?
Her zaman her yerde adını anarak Hakk ile bütünleşmiyormuyuz? Cemlerimizde Allah Allah nidaları ile kendimizden geçerek, Hakkı aynımızda görüp Hakk ile Hakk olmuyormuyuz?

 Derviş olduk Tekkede, Hacıyız biz Mekkede anlayışı ile cemlerimizde halka namazı dediğimiz cemal cemale Hakkı zikretmemiz, rükuu, secde bizde yokmudur? Paylaşimın en güzelini hem cemlerimizde hem de dışarıda ki sosyal yaşantımızda yapmıyormuyuz? Onlar zekat demiş biz rıza lokması, Hakk lokması deyip bazen kendi yudumumuzu bile vermiyormuyuz? Ahirete, bütün dinlere, kitaplara, Peygamberlere, meleklere inanmıyormuyuz? Kuran-ı Kerim bizim de kutsal kitabımız değil mi? Değilse neden İhlas suresini, Kevser suresini, Fatiha suresini çiraklarimizi uyarırken Nur suresini vs. okuyoruz? Neden İhlas suresini Cenab-ı Aliye atfediyoruz? Bu gibi örnekleri de yüzlere vardırmak o kadar zor olmasa gerektir.

Hal böyle iken bizi kimin nerede gördüğünden çok bizim kendimizi nerede gördügümüz önemlidir. Her inancın, her dinin kurallarının oldugu gibi, bizim de yukarıda saydıklarımızdan başka eline, dille, beline; dört kapı kırk makam vs. gibi kurallarımız vardır! İç temizliği ön planda olsa da dış temizliğe biz de önem veriyoruz, her fırsatta yıkanmak vücudu temizlemek gibi!

Bizim yolumuzun en çok değer verdiği unsurlardan birisi de mutlaka bilimdir yenilenmedir! Şah-ı Merdan Şirri Yezdan bana bir harf ögretenin kırk yıl kölesi olurum dediği gibi, Peygamberimiz Hz. Muhammed ilim Çinde de olsa gidin alın demekle yolumuzda önder olmuşlardır!

 Dedelerimiz, Babalarımız, Pirlerimiz, Rehberlerimiz tabii ki bilinçlenmelidirler hem de mutlaka bilinçlenmelidirler! Bu son zamanlara kadar yüzyıllardır böyle olmuştu! Ondan değilmidir ki baba erenler, bilgin geçinen çok sofu ile ve onun katı cehaletine karşi nükteli, incitmeden onun geri tutumunu alaycı dil ile yermiş ama aynı zamanda da yol gösterici de olmustur. Teologiden başka astronomi, Mathematik, ve tıp gibi pozitif bilimlerle uğraşmışlar ve öncülük etmişlerdir. Örnegin İmam Cafer-i Sadık zamanın en büyük teoloğu ve fıkıhçısı oldugu gibi en büyük kimyacısı ve gökbilimcisiydi de. Örnekleri çogaltmak mümkün!

Günümüzde de  Doktor, mühendis gibi bilimadamı olan dede ve babalarımızın oldugu gibi, maalesef her şeyi bildiğini söyleyen çok cahil dedelerimiz ve babalarımız da var. Bunların içinde bırakın diğer bilimleri, Aleviliği bile kendi köyünde ögrendigiyle kalmış ve onun en doğrusu olduğunu bağırıp çagirmada, kendini bilimselleştirmeye çalismamakta, bırakın zamanın ilerisine gitmeyi, çaga ayak uyduramayanlara çok rastlanmaktadır. İşte bu bizim en içler acısı yanımızdır.

Bu gün Almanyada Alevi Akademisinin düzenlemiş oldugu dedeleri egitme ve yetkinleştirme seminerlerine katılım içler acısıdır. Bu durumda hangi rönesansı gerçekleştireceğiz. Bunu yapabilmemiz için, düşünce ve bilim olarak epey  bir yaratıcı gücümüzün olması gerekmez mi? Kaldı ki Alevilikte ki yenilik, reform ya da rönesans yapmak, değil Hasan Kılavuz dede gibi bir kişinin, Aleviliği çok iyi bilen yorumlayan kendini kanıtlamış kisilerin oluşturduğu bir heyetin yapabileceği bir iştir. Yakıp yıkmayı her kişi yapar. Ama yaratıcılık ER kişilerin işidir.   

Uzun lafın kısası gerçek anlamda ki Alevilik çirkinin karşisında ki güzel, kötünün karşisında ki iyi, karanlığın karşisında ki aydınlık gibi her olumsuzun karşisında ki olumluluktur. Böyle olmasaydı bu yoldan İnsan-ı Kamiller yetişmez karanlıklar aydınlatılmaz, gündüz olmaz ve gecede de yıldızlar ve ay parlamazdı. Ve kimse haddi olmayan işlere kalkışmasın. Yapılması gerekenleri yapması gerekenler yapsın. Yoksa Aleviliği yozlaştırıp yok etmek isteyenlerin yardımcısı bu güzelim yola da ihanet eden hainleri oluruz…

Sevgi dolu selamlar…
Ali Kaykı

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*