BİR TÜRKÇE KÜLTÜR ÇEVRESİ: BEKTAŞİ ALEVİLİĞİ
A.Yılmaz Soyyer
GİRİŞ
Bektaşilik ve Bektaşi Aleviliği*, Türkçenin kültür çevresi olarak nitelendirilebilecek bir bölgede yatay ve dikey kültürel hareketlilikte bulunan bir toplumsal yapı olarak düşünülebilir. Arnavutluğun en uç bölgelerinden Türkiye’nin en doğu kısmına kadar yaygın oluşu bir yatay hareketi, kültürel yapısının bölgelere göre arzettiği nitelik farkları bir dikey hareketi ortaya koymaktadır. Yatay hareketlilik yayılış biçiminde Anadoludan Balkanlara doğru olmuştur. Nitelik bakımından farklılıklar barındıran dikey hareketlilik ise İstanbul ve Balkan Bektaşiliğinde daha fazla görülmüştür. Bektaşi kültürel çevresi, Osmanlı Devleti toprakları diyebileceğimiz bölgeyle kısmi farklılıklar arzetmekle beraber büyük ölçüde örtüşmektedir. Bektaşiliği “Türkçenin kültür çevresi” olarak kabulümüz biraz da onu bir Türk kültür çevresi şeklinde görmemizle, bu da “Türk” kavramının muhtevasıyla ilintilidir. Kültür kelimesi bize göre belli bir coğrafyada oluşmuş yazılı, sözlü ve davranışa yönelik faaliyetlerin içini doldurduğu bir kavramdır. Bağlamadan tambura, kahveden kurban tığlamaya, mersiyelerden nefeslere kadar geniş bir kültürel birlikteliğin oluşturduğu bir nitelendirmedir. Bu günkü “Türk” ibaresi, Bektaşilik bağlamında, büyük ölçüde “Osmanlı” demektir. Bektaşi olmak söz konusu kültürel çevreye de intisabı gerektirdiğinden, bir bakıma, Türk olmakla eş anlamlıdır. Ancak bunun bir Yörük-Türkmen yapılanması olmayıp kapsamlı ve nitelikli bir kültürel birlik tanımlamasının kavramlaşmış hali olduğunu bilmek gereklidir. Bu tanımlama, kabileci ve aşiretimsi yapıların çok üstünde oluşmuş bir kimlik ifadesidir. Türkçe sayesinde Türklükle aynileşen Bektaşilik yalnız Yörük-Türkmen oluşumunun değil, aynı zamanda Arnavutlukta bugün hala geçerli olan Geg-Tosk kabileciliğinin de üzerindedir ve onları da kapsayıcıdır. Osmanlı Devleti’nin hakimiyet döneminde bu sınırların içerisinde olup bugün Türkçeyi, dolayısıyla da Bektaşi kültürel etkilerini barındırmayan tek coğrafya Arap ülkelerinin bulunduğu bölgelerdir. Yetmiş yıl öncesine kadar, Mısır, Irak gibi yerlerde kısmi bir Bektaşi nüfus ve Bektaşi tekkeleri bulunmaktaydı. Bugün Bektaşi etkisi bu bölgelerden hemen hemen silinmiş durumdadır. Fakat şurası ısrarla belirtilmelidir ki Bektaşilik ırk bağlamda ne Arnavutçuluğun ne de Türkçülüğün kapsamındadır. Bektaşilik, ancak ve ancak Bektaşiliktir. Tek tek kimi Bektaşiler, Türkiye’de Türkçülerin, Arnavutluk’ta Arnavutçuların safında yer almışlardır, lakin bir dini-kültürel yapı olarak Bektaşilik, bu iki dar anlamlı yapının da üzerinde bulunan kültürel “Türk” kavramının kapsayıcılığı altındadır. Bu kavram “Türkî” biçiminde kullanılıp bir sıfat olarak anlaşılırsa daha da anlamlı olabilir.
ÇEVRENİN OLUŞUMU
Bektaşilik çevresinin oluşumu, Anadolu’da Hacı Bektaş Veli ve Balım Sultan dönemi yapılanmalarıyla, Rumeli’de Osmanlı ordularının Balkanlar ve Arnavutluğu ele geçirmesiyle başlayan bir süreçtir. Arnavutluk ve Balkanların İslamlaşması bir bakıma Türkleşmesi ya da Türkileşmesidir. Buralardaki etnik gruplar, gündelik hayatlarını idame ettirmek için kendi “anadillerini” konuşmakta, lakin bir kültür çevresi dahilinde faaliyet gösterip ürünler ortaya koyarken Türkçeyi kullanmaktadırlar. Yöresel etnik gruplara mensup Bektaşiler de girmiş bulundukları yeni kültürel çevreyi, özgün diliyle beraber kabul etmişlerdir. Bir Arnavut Bektaşi, gündelik hayatında kendi anadilini kullanırken, Tekkede ayinini Türkçe yapmakta, Yunus Emre’nin ilahileriyle muhabbet sofrasına oturmaktadır.
Bu kültür çevresine girme olayının, Osmanlı Devleti’nin bilinçli bir Türkleştirme faaliyetinin sonucu olduğunu söylemek imkansızdır. Her şeyden önce bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti, etnik unsurlardan birine dayanarak egemenlik meşruiyetini temin edemezdi. İkinci ve belki de en önemli olan faktör ise, ancak 1789 Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkıp dünyaya yayılacak olan milliyetçiliğin, o dönemde var olamayacağıdır. İslamın Arnavutluk ve Balkanlara giriş dönemi, bırakın Türkçülüğü Osmanlıcılık fikrinin bile oluşmadığı bir zaman dilimidir. Bu dönemde Bektaşilik, doğduğu toprakların doğal dilini ve kültürünü kendi inancını ifade etmek amacıyla kullanmış, bu arada yeni müntesiplerinin katkılarıyla da bu yeni dil ve kültürü geliştirmiştir.
Bu arada Anadolu şehir ve köylerinde yaşayan Bektaşilik kendi dil ve kültürünü, belli oranlarda ilerletmişse de Rumeli’de hüküm süren Bektaşilikle kültürel öğeler bakımından belirgin oranda farklılaşmıştır. İleriki dönemlerde “çelebiler” ve “babagan” olarak kesin çizgilerle ayrışacak olan bu yapı bize göre iki farklı kültür renginin kaçınılmaz farklılaşmasıdır. İstanbul, Edirne, Selanik, Manastır gibi Osmanlı Devleti’nin batısında kalan şehirlerde gelişen “Babagan Bektaşiliği”, ayin-i cemlerde ud, tanbur, ney, rebap gibi klasik Türk musıkisi aletlerini kullanıp, aruz vezni şiirlerle nefesler söylerken, Hacıbektaş (Osmanlı Döneminde Ankara Vilayeti’ne bağlı) merkezli “Çelebiler Bektaşiliği” cemlerde bağlama kullanmış, nefesleri hece vezni ve basit bir Türkçeyle söylemiştir.
Bu ayrışımın kökenlerini Balım Sultan ya da Sersem Ali Baba dönemlerinde aramak, özel bir araştırmayı gerektirir ve bu makalenin amaçlarını gerçekleştirmeye hizmet etmemektedir. Kendilerini Hacı Bektaş Veli’nin soyu olarak görerek yapılanan “Çelebiler” ile Hacı Bektaş Veli’nin çocuğu olmadığı görüşüyle farklı bir kümelenmeye giden “Babagan” Bektaşiliğin iki farklı tonu olarak yaşayagelmişlerdir.
O dönemlerde Anadolu ve Rumeli’nin muhtelif yerlerinde Hacı Bektaş Dergahı’ndan icazet alan “dedegan” ya da “ocaklar” dediğimiz gruplar mevcuttur. Bunların kökenleri konusunda hemen hemen hiçbir ciddi araştırma bulunmamaktadır. Ancak, Anadolu’da Türk kültürünün dikey hareketliliğine yani nitelik olarak gelişmesine önemli katkılar sağladıkları bir gerçekliktir.
1826 yılında Bütün Bektaşi tekkeleri kapatılıncaya kadar Hacı Bektaş Hankahı’ndaki Çelebi, Osmanlı Devleti tarafından Bektaşiliğin tek otoritesi olarak kabul edilmiştir. Bu tarih, Bektaşilik içinde daha önceden de var olan kırılmanın ortaya çıktığı önemli bir kırılma noktasıdır. Kapalılık döneminde zaman, kapatılmayıp Nakşibendi şeyhler vasıtasıyla devletin kontrolünde tutulan Hacı Bektaş Veli Hankahı ve dolayısıyla da Çelebiler kolunun aleyhine işlemiştir. Çelebilerden bağımsızlıklarını ilan etmiş bulunan Babagan kolu ise bürokrasideki taraftarlarının sayesinde, bir yeniden yapılanma süreci içerisine girebilmişlerdir. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreği İstanbul ve Rumeli’deki Babagan Bektaşiliğinin kültürel zirveye ulaştığı bir dönemdir.
20. yüzyıla girerken Babagan Bektaşiliği mensuplarının önemli ölçüde siyaset sahnesinde yer almışlardır. Başta, Babagan Bektaşilerinin “dedebaba” kabul ettikleri Feyzullah Baba olmak üzere, pek çok Bektaşi İttihat ve Terakki saflarında kendilerine yer bulmuşlardır. Osmanlı Devletinin dağılma sürecine girdiği bu yüzyıl, milliyetçilik rüzgarıyla Bektaşileri de etkilemeye başlamıştır. Bir kısım Arnavut kökenli Bektaşiler, Arnavutluk ve Kosova’da Arnavutçuluk akımının etkileriyle Osmanlı Devleti’nden ayrılma fikrine kapılmışlardır. Ancak bu siyasi ayrılış düşüncesi onları “dini-kültürel” bir yapılanmaya götürmemiştir. Arnavutluk’taki Bektaşi dergahlarında Osmanlı Devleti oralardan çekildikten sonra da Yunus Emre’nin, Şah Hatayi’nin, Fuzuli’nin ilahileri okunmuş, Bektaşi cemi ve “muhabbet sofrası” sohbetleri Türkçe yapılmaya devam edilmiştir.
Bu fiziki ayrılış Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında kalan Bektaşilerin Türkçülük akımının içerisinde yer almasıyla sonuçlanmıştır. Ancak bu Arnavut Bektaşilere bir tepki olarak yapılmamıştır. Bu durum daha ziyade toplumsal ortamın gerektirdiği bir yöneliştir. Çünkü 1930 yılına kadar Bütün Babagan Bektaşileri Türkiye’de ikamet eden Arnavut kökenli Salih Niyazi Baba’yı “dedebaba” olarak tanımaktadırlar.
İkinci dünya savaşından sonra Arnavutluk’ta yönetimi ele geçiren komünistler, Bektaşilerin Bektaşiliklerini Türk kültürü çerçevesiyle muhafaza etmek için direnmelerine sebep olmuştur. Bu bilinçli bir direniş değilse de bir olgu olarak mevcuttur. Kızıl Tanrı lakaplı Enver Hoca’ya karşı en müthiş mücadeleyi Bektaşiler vermişlerdir. Şu an yaşı 80’e varmış bulunan Reşad Bardi Dedebaba 25 yıl toplama kamplarında ve zorunlu yol yapım işinde çalıştırıldığı halde Enver Hoca’nın rejimiyle işbirliğini kabul etmemiştir. Arnavut Bektaşiler Komünist rejime Yunus’un, Şah Hatayi’nin, Fuzuli’nin Türkçe ilahileriyle direnmişlerdir.
KIRILMA NOKTASI
Arnavut Bektaşiliğinin Türk kültür çevresinin dışında yeniden yapılanma süreci Enver Hoca’nın iktidardan uzaklaşmasıyla başlamıştır. Bektaşi tekkelerinin Türkiye’de diğer tekkelerle birlikte yasaklı oluşu, Arnavut Bektaşilerinin, Arnavut dil, edebiyat ve kültürünü temel alan Bir Bektaşilik oluşturmaya başlamasına sebep olmuştur. Dış görüntü olarak her ne kadar Türkiye’de Bedri Noyan Dedebaba ve takipçilerinin, Arnavutluk’ta Reşad Bardi Dedebaba’nın Bektaşilik postunda oturuşu kültürel ayrılığın sebebi olarak görülse de bu tam anlamıyla realiteyle uyuşmamaktadır. Mesela bugün Amerika’daki Bektaşilerin bir kısmının mürşidi olan Flamur Shkalla –ki Arnavut kökenlidir- Bedri Noyan Dedebaba’nın halifelerinden Mustafa Eke Dedebaba’ya bağlıdır.
Enver Hoca iktidarının yıkılmasından sonra, Arnavutluğa çeşitli sebeplerle giden Türk Bektaşi ve Aleviler, yeniden buradaki Bektaşilerle ilişki içerisine girmişlerdir. Reşad Bardi Baba da bu ilişkilere sıcak bakmakta ve ayrılmış kitlenin birbirini tanıyıp anlamasını desteklemektedir. Bu Bektaşiliğin birbirini tanıma ve anlama döneminde Türk kültürü merkezli Bektaşilik yeniden gündeme gelmektedir. Çünkü bütün bu grupların, aralarındaki her türlü ayrılığa rağmen ortak pirleri, yani kaynak noktaları, bu inanç kaynaklı sosyal yapıyı Türk dili ve kültürü üzerinde kuran Hacı Bektaş Veli’dir.
Temel kırılma noktasının en önemli aktörleri ise Bektaşi Aleviliğinin temsilcileri olmuştur. Köyden şehre özellikle de İstanbul’a göçün sonucunda değerlerini ve inançlarını kaybetmemek için örgütlenmeye giden bu “dedegan” ve “ocakzadeler” Hacı Bektaş Veli ya da bir Bektaşi Ulusu’nun ismin taşıyan dernekler altında toplanmışlardır. Dergahların kapalı olması ve dergah adıyla bir örgütlenmeye gidilememesinden dolayı bir zorunluluk olarak ibadethanelerine “cemevi” ismi vermişlerdir. Yılların ihmaliyle yıkılmaya yüz tutan Bektaşi dergahlarından Şahkulu Sultan ve Eryek Baba Bektaşi Dergahları, bu gün yeniden restore edilerek, cemevi olarak kullanılmaktadır. Cemevleri Türk kültürüne, özellikle de Türk folkloruna büyük bir canlılık getirmiş bulunmaktadır. Adeta Türklerin “bağlama” isimli bir sazlarının olduğu yeniden hatırlanmıştır.
Bektaşi Aleviliğinin çekim merkezi Hacı Bektaş Veli Ocağı olarak bilinen Çelebiler ve Babagan kolundan bu yeni merkezlere kaymış bulunmaktadır. Bu yeni sosyal yapılar değişmeye de açık bir tavır sergilemektedirler. Örneğin Babagan kolunun Balım Sultan Erkannamesini mehaz göstererek Bektaşi olmayanları ceme almama prensibini onlar kendi cemlerinde kaldırmışlardır. Bu prensibi Çelebiler kolu da artık uygulamamaktadır. Böylece Bektaşi ceminin hiç değilse birkaç uygulanışı bir “sır” olmaktan çıkmıştır. Elbette Babagan Bektaşilerinin cemi diğerlerinden farklı ritüeller ihtiva etmektedir ve dışarıya hala kapalıdır.
İNTERNETİN KEŞFİ VE YENİDEN YAPILANMA
Bektaşiler ve Hacı Bektaş Veli’yi kendilerine çıkış noktası kabul eden Bektaş Aleviliği 21. yüzyılda yeniden yapılanma içerisine girmiş bulunmaktadır. “Diyaspora” tabiriyle nitelendiren ana ülke dışında yaşayan insanların, Bektaşi-Alevi yapılanmasında çok önemli rol oynadıkları görülmektedir.
Bekatşi-Alevi diyasporasının faaliyetleri, A.B.D, Almanya, Avusturya, Belçika gibi ülkelerde dernekler halinde yürütülmektedir. Bunun yanı sıra 20. yüzyılın en önemli buluşlarından olarak kabul edilen internet de bu faaliyetlere zemin temin etmektedir. A.B.D’de Recep Ferdi Baba’nın dervişlerinden Hüseyin Abiva kurmuş bulunduğu www.bektashi.net “The Bektashi Sufi Order” isimli site ve bektashi.group isimli e-posta grubuyla bütün dünya Bektaşilerine seslenmektedir. Hüseyin Abiva, mürşidi Recep Ferdi Baba gibi bir Arnavut olmayıp, Katolik kökenli bir Amerikalıdır. 14 yaşındayken Müslüman 30lu yaşlarda ise Bektaşi olmuştur. Abiva tarafından kurulmuş bulunan internet e-posta grubunda Bektaşi kültürünü, ve inancını konuşup tartışan üyelerin çoğu da Abiva gibi Amerikalı Bektaşilerdir. Gerek Abiva ve gerekse bu yapılanmada yer alan Bektaşiler, çeşitli derecelerde Türkçe eğitimden geçmişlerdir. Abiva Hacı Bektaş Veli’nin “Vilayetname”sini İngilizce’ye çevirmiştir. E-mail grup yazışmalarından anlaşıldığı üzere “kadıncık” takma adlı Saliha Allen de bu kategorideki kişilerdendir. Sitenin Boşnakça bölümünün yöneticisi konumundaki Emin Lelic ise 2005 haziranında Türkçe öğrenmek için Türkiye’ye gelmiş bulunmaktadır.
www.bektashi.net İngilizce, Arnavutça, Boşnakça ve Türkçe yayın yapan bir sitedir. Site, Bektaşi inancı, gelenekleri, sanatı ve Bektaşilik tarihi konusunda son derece ciddi İngilizce makalelerden oluşmaktadır.
Bu siteyle bağlantılı çalışan e-mail grubuna üye olmak ise hiç de kolay olmamaktadır. Grup üyeleri genellikle Bektaşilik konusunda uzmanlaşmış kişilerden seçilmektedir.
www.bektashi.net gibi geleneksel Bektaşi yapısının içinde olmamakla birlikte “Davoodi-Bektashi” grubu adıyla faaliyet gösteren bir başka grup daha vardır. Hüseyin Abiva ve çevresi bu grubu “silsile olarak Bektaşiliğe dayanmayan, sonradan kurulmuş” olarak değerlendirmektedirler. Grubun şeyhi konumunda, Ali Haydar ismiyle yazılar ve şiirler yazan Thomas McElwain bulunmaktadır. McElwain bir antropoloji profesörüdür ve Gaziantep Aleviliği ile ilgili çalışmaları vardır. Kurmuş bulunduğu Sufi-Dhkir ve Dervish isimli e-mail gruplarıyla yayın faaliyetindedir. Sufi-Dhkir hedef kitle olarak Bektaşileri almamaktadır. Yayın hedef kitlesi daha ziyade sufizme ilgi duyan Amerikalılardır. Grup içi yazışmalara bakıldığında sıklıkla Osmanlı Devleti, Türkiye ve Türk kültüründen söz edilmektedir.
Bir diğer Bektaşi-Alevi kültür çevresini oluşturan internet topluluğu Almanya’da faaliyet göstermektedir. Bu gruplar topluluğu, (www.alewiten.com) adresinden yayınlanan Alevi Belleği ve bu sayfadan üye olunabilen alewiten grup; (www.aleviyol.com) adresinden yayınlanan “Güncel ve Tarafsız Haber” gazetesi, bu sayfadan üye olunulan aleviyol grup ve ayrıca moderatör Dr.İsmail Engin’e müracaat edilerek üye olunulabilen tahtacilar grup olmak üzere dört farklı gruptan oluşmaktadır. Bunların dışında bir de yine Aleviyol sayfasından yalnızca Bektaşi-Alevi dede, baba ve Anabacılarının üye olabildiği Dedeler-Analar grubu mevcuttur.
Dr. İsmail Engin ve Rıza Şahin Dede tarafından yönetilen bu internet çevresi şüphesiz ki Bektaşi Alevilerini temsil eden tek yapı değildir ancak konuyu entelektüel düzeyde ele alan en önemli portaldir. Bu bilgi çevresinin en önemli özelliği ise Bektaşi Aleviliğini bir sır olmaktan çıkararak herkese açık bir alanda yeniden yapılandırma çabalarına açmaya girişmiş olmasıdır. Dedeler-Babalar-Anabacılar e-posta gurubu dışındaki portallere üye olarak Müslüman ve Hıristiyan din adamları, Bektaşilik-Alevilik üzerine uzmanlaşmış Sünni ve Alevi bilim adamları, dedeler, babalar, talipler, kısacası her kesimden insanlar bulunmaktadır. Bütün faaliyetlerin nirengi noktası “Alevilik” temellidir. Gurup, “Alevilik” dışındaki –özellikle ideolojik merkezli- konuları tartışmamaya özen göstermektedir.
SONUÇ
Türkçe merkezli bir kültür çevresi olarak doğan Bektaşi Aleviliği, yeniden yapılanmasını da aynı eksen üzerinde gerçekleştirmektedir. Türk dili çerçevesinde gerçekleşiyor oluşun dışında, Hacı Bektaş Veli merkezli olarak yapılanıyor oluşu da bu teşekkülün en önemli hususiyetlerindendir. Ama en önemli husus, Aleviliğin, belki de İslam tarihi boyunca ilk defa özgürce ele alınarak yapılanıyor oluşudur. İnternet, bu önemli faaliyete uygun bir zemin oluşturmuştur.
Buradaki en önemli sorun, Türkçe merkezli Bektaşi Aleviliğinin yeniden yapılanırken Balkanlarda ana dili Türkçe olmayan Bektaşi unsurları da kapsayacak şekilde yapılanamıyor oluşudur. Özellikle, Arnavut milliyetçiliğinin çeşitli sebeplerle çok diri ve aşırı oluşu, böyle bir yapılanmaya engel oluşturmaktadır. Halbuki Bektaşiliğin Türkiye kanadı böyle bir yeni oluşumda öncü rolü pekala oynayabilir. Amerikalı Bektaşiler de bu yapılanmada yardımcı unsur olarak yer alabilirler.
En nihai nokta olarak Bektaşilik merkezli Aleviliğin tıpkı 13. yüzyılda olduğu gibi Türkçe kültür çevresi halinde yeniden ortaya çıkışı gözlemlenmeye başlanılmış bulunmaktadır.