Çakallu Memo’nun Yüreğindeki Yılan
İsmail Kaygusuz
1978’de Maraş’ta katledilen canların anısına saygılarımla İ.K.
…..Bütün bunları büyük bir ilgiyle izleyen Kamil kafasında toparladığı düşünceleri sonunda söze döktü :
“Aklımı şaşırdım kurban. Hele oku hele, şu fermanı. Oku ki, dinleyek görek, İstanbul’daki koskoca padişah Yitilmiş Abdal hemşehrimle nasıl uğraşmış? Farzedelim Ankara’dan cumhurbaşkanı, Maraş’ın bir köylüğünden ben Kızılbaş Kamil Delirüzgar’a ferman etmiş! Bizim yaşadığımız 1978 ölüm fermanlarıyla, dört yüzyıl önce, 1577 yılında Maraş Alevisine gönderilen ferman arasında görek bir fark var mı?”
Sonra susup, dinlemeye koyuldu Derviş beyin okuduklarını:
“Zülkadiriye beylerbegisi ve Elbistan kadısına hüküm ki: Sen ki kadısın, mektup gönderüb Elbistan kazasına tabi İnaç nam kariyyeden Yitilmiş Abdal nam kimesne içün kızılbaş olub, Şer’le hakkından gelinmek lazımdır deyu bildirmişsin…”
Derviş önündeki kitaptan kafasını kaldırıp, “burasını anlamış olmalısınız” dedi; “demek ki, İnaç köyünden Yitilmiş Abdal adındaki hemşehrini Kadı efendi Padişaha, ‘kızılbaştır, şeriat kılıcıyla yok edilmelidir’ diye ihbar edip, cezalandırılmasını talep etmiş.” Yeniden okumaya daldı:
“İmdi mezburu ele getürmen emir edüb buyurdum ki vusul buldukta mezkuru ahar bir töhmet nami ile ele getirüb dahi ahvalin bermucibi şer’i şerif geregü ve…yani buyruğum varır varmaz, adı geçen kişiyi ağır bir suçlamayla yakalayıp, şeriat hükümleri gereğince ve…”
Birden sustu ve mırıltıyla sonuna kadar okudu ve “birkaç satır atlayıp, sadece son hüküm cümlelerini söyleyeyim sana, dedi:
“Dinsiz rafiziler için eskiden çıkarmış olduğum padişahlık buyruğum üzere, o kişinin Şeri’at kılıcıyla hakkından gelesin! Hicri 985; bugünün tarihiyle 1577.”
Maraşlı Kamil Delirüzgar, Derviş konuşurken ve Elbistan kadısının şikayeti üzerine Padişah’ın gönderdiği buyruğu okurken; 1978 yılında devlet güvenlik güçlerini arkasına alan faşist çetelerin planladığı Maraş kırımını yaşayanların ve görenlerin anlattıkları olayları kafasından geçiriyordu. Derviş sözlerini bitirmiş, Alevi düşmanlığını bu tescilli belgelerle Sünni inançlı halkın arasına devletin nasıl sokup bugünlere ulaştırdığını düşünmeye dalmıştı ki, Kamil kafasından geçenleri dışavurdu ve Çakallu Memo’nun yüreğine çöreklenmiş karayılanın zehirini nasıl akıttığını anlattı
***
Adı Türkoğlu’ya çevrilmiş, bugün ilçe olan Alevilerin yaşadığı büyük bir köy vardır Maraş’a fazla uzak olmayan. Burada Çakallu ismini taşıyan Şafii inançlı Kürt köyünden gelip, aralarına yerleşmiş birkaç aile yaşamaktaydı. Kendilerine iyice yaklaşmış ve kaynaştıklarına tam olarak inandıkları, güvendikleri bir tek kişi vardı içlerinde; Çakullu Memo. Aralarına sık sık gelir, birlikte konuşur tartışır, yarenlik ederlerdi. Kadınlarının kızlarının kaç-göç bilmediği köyün kapıları teklifsizce bu Sünni komşularına açıktı.
Aynı zamanda çift-çubuk araçları ustası olduğundan; yani karasaban, pulluk,boyunduruk yapmak ya da onarmak becerisinden ötürü koca köyde girip çıkmadığı ve ekmeğini yemediği ev yoktu. Alevi komşuları onu, “Çakallu Memo bizden!” diyerek bağırlarına basıyorlar. Ama, Şafii komşu ve akrabaları, yarenlikten de olsa açık açık, “sen artık kızılbaş oldun!” demekten çekinmiyorlardı. Kısacası, görünüşe bakılırsa herkes birbirinden memnun, gül gibi geçinip gidiyorlardı.
Son iki haftadır görünmüyordu Çakallu Memo. Kimse farkında değil, kimsenin arayıp sorduğu da yok. Aslında köyde hiç kimsenin eli işe varmıyor, ağzını bıçak açmıyordu. Maraş’tan gelen Alevi kırım haberleri, onları derin yasa boğmuştu. Aynı zamanda bir yandan da, çeşitli yollarla silah sağlayıp önlemlerini almaktan geri durmuyorlardı. Çünkü, filan Sünni köyün üç gün sonra, filan köyün Şafiileri öbür gün, köylerine saldıracakları söylentileri sürekli kulaklarına çarpıyordu.
Memo’nun akrabaları ve birkaç evlik Çakallu komşular, köyü bu süre içinde terk mi etmişlerdi ne? Kimseler ortalıkta yoktu. sözde Maraş kırımını duyalı beri onları gözetlemeye almışlardı. Oysa, her evde bir iki yaşlı dışında kimseler kalmadığının farkında bile değillerdi. Üstelik bilmiyorlardı ki, Maraş olayları daha başlamadan, yani Alevilerin oturdukları evler sözde belediye memurları tarafından işaretlenmeden önce, Sünni köylerin hepsine haber salınarak cihat çağrısı yapılıp militan toplanmıştı. Çakallu komşular da, gizlice eskiden geldikleri köye dönüp, akrabalarının evlerine birer ikişer dağılmışlardı.
İlginç olan, yani Türkoğlu köyü büyüklerinin, o evleri gözletmeye karar vermelerinin nedeni korunmalarını sağlamak içindi. Olaylar dolayısıyla öfkeleri kabaran köy delikanlılarından bir saldırı filan olmasın, eğer olursa korusunlar diye, önlem almışlardı. Ancak onları en çok şaşırtan Çakallu Memo’ydu; o da ortalarda görünmüyordu. Oysa onun gelip kendilerini teselli edeceğini düşünüyor, dertlerine ortak olacağını tahmin ediyorlardı. Çünkü onu hep kendilerinden biri gibi bağırlarına basmışlar. Hatta önümüzdeki kış onu, köyde yapılacak Görgü Cemi’ne bile çağırmayı tasarlıyorlardı. Neden çekinip, kimden korkup da ortalıktan yitmişti?
Öyleki, Memo yanlarına gelip “komşular, Alevi dostlarım bu ne iştir olanlar? Biz Sünni aileler yıllar yılı içinizde yaşamaktayız. Sizlerden insanlıktan başka bir muamele görmedik hiç; sadece iyilik, sadece dostluk gördük canlarım! Sizin inancınız size, bizimkiyse bize. Şu koca köyde Sünni üç buçuk ev varız; hiçbir zaman önümüze çıkıp da, ‘ne diye camiye gidersiniz üç beş saatlik yolu teperek ve neden günde beş öğün eğilip doğrulur, yer öpersiniz?’ diye sorarak bize hiç karışmadınız. Öyleyse biz Sünnilerin, bizim yaptıklarımızı yapmıyorsunuz diye, sizleri kafir bellemeye ne hakkımız var?” diyerek kendileriyle her zaman yaptığı gibi konuşsun, hayıflansın ve üzüntülerine ortak olsun istiyorlardı.
Doğrusu dost ve yakınlık dediğin böyle günde belli olurdu. Maraş’ta kan gövdeyi götürmüş; gelen haberlere göre Alevilere,Yezid ordusunun Kerbela’da Ali evlatlarına yaptıklarından daha fazlasını reva görmüşler.
Kadın, çoluk-çocuk demeden doğramışlar paslı kılıçlar ve baltalarla. Kızılbaş avına çıkmış faşist destekli Şeriat bağnazları; cihada çıkmışlar cennetlik olsunlar diye.
Dost dediğin böyle günlerde yanlarında yamaçlarında olmalıydı. Çakallu Memo niye evinden çıkmıyor ve niye aralarında dolaşarak, ağızlarını bıçak açmayan Alevi dostlarına yakın durmuyor ve neden omuz vermiyordu kederlerine? Oysa yıllar yılı evlerini ocaklarını değil, yüreklerini açmış oraya kadar sokmuşlardı kendisini.Yoksa yezitlik, onun yüreğinin içinde bir kara yılan olmuş, çöreklenmiş yatıyor muydu? Yoksa Çakallu Memo ölümcül ısırığını bu güne mi saklıyordu? Hayır o dostları, candan komşuları, üstüne üstlük eli işe yatkın biricik ustaları; teklifsiz sofralarına oturan ve her evin külfeti-horantasından biriydi o. Böyle bir olasılığı kafalarından bile geçiremiyorlardı. Olayların başlamasından birkaç gün sonra Maraş kırımını haber aldıkları zaman yaptıkları bir toplantıda, birinin ağzından çıkan, “Çakallu Memo’dan bile kuşkulanmak gerek!” sözünü ağzına tıkayıvermişlerdi.
İkinci haftanın sonuna doğru diğer Sünni komşular dönmüş; mallarının davarlarının peşlerine ve işlerine gidip gelmeğe başlamışlardı. Üstelik ilk dönüş günlerindeki korku ve tedirginliğin hemen ardından, eskiden pek fazla olmayan bir sıcak yakınlık ve hal-hatır etme durumuna girmişlerdi. Ama, asıl yakınlık ve dert ortaklığı bekledikleri Çakallu Memo hala görünürlerde yoktu.
Çakallu Memo evindeydi ve karısından başka da bilen yoktu. Samanlığındaki kuru alafın arasında asılı, ot burmalarından bir gizli yuva yapmış, içinde saklanıyordu. Karısı ve tek çocuğu, bir ay oluyordu ki, gittikleri Akçadağ tarafında yaşayan anasıgilden, üç gün önce dönmüştü. Kadın evine girip daha bir soluk bile almadan kilerde, odada, ahırda ve ağılda bağıra çağıra kocasını aramaya başlamıştı. Onu kapkara bir yüzle samanlıkta kuru otların arasındaki bu yuvada gizlenmiş bulunca şaşırıp kaldı. Ama, hemen kendini toparlayıp otobüste duyduklarını anımsadı:
Yolculuğu sırasında çevresindekilerin konuşmalarına kulak kabartmış ve Maraş’ta kafir kızılbaşların hepsinin kırılıp yok edildiği biçiminde sözler duymuştu. Hatta kadının kendisi bu sözlere kızmış, konuşmalarına karışarak, kızılbaşların arasında yaşadıklarını ve hiç de söylendiği gibi kötü ve ahlaksız insanlar olmadıkları yönünde sıkı savunmalarını yapmıştı. Bunun üzerine adamlar, “öyleyse bundan sonra orada yaşamanız güçleşecek. Siz onları övseniz de, başınıza taç da yapsanız, mutlaka öç almak isteyeceklerdir, uyanık olunuz!”diye onu uyarmışlardı.
Kadın kocasına otların arasında ne yaptığını ve niçin gizlendiğini hiç sormadan, bu duyduklarını bir çırpıda ona anlatmıştı. Memo anlatılanları fırsat bilip fısıltıyla konuşarak şu yalanı uydurmuştu: “Adamların dedikleri doğru. Ben de bu samanlıkta tam bir haftadır saklanmaktayım. Korkumdan dışarı çıkamıyorum. Sakın kimseye söyleme burada bulunduğumu. Biraz zaman geçsin. Havayı kokla, dinle bakalım neler konuşuluyor; çevreyi iyi kolaçan et!”
Çakallu Memo müthiş bir korku azabı yaşıyordu. Daha doğrusu, bir türlü gözlerinin önünden gitmeyen kendi yarattığı korkunç olayı yaşıyordu. Dehşetle açılmış gözlerle her biri, “Niçin? Neden? Kimsin sen? Nne yaptım ben sana?”, dercesine kendisine bakarak, kavak gibi devrilip önüne cansız uzanmış iki erkek bir kadının yüzleri gözünün önünden gitmiyordu. Hele bir gözlerini kapatıp biraz kestirmeğe çalışsa, yine karşısına çıkıyor dehşetle açılmış o gözler aynı soruları ha bire yineliyorlardı.
Artık bu korkulu hayal karşısında gözlerini kapatamaz olmuştu. Oysa o zaman, çevresindeki silah sesleri ve “Allah, Allah, Allah! Kızılbaş kafirine ölüüüm! Cihat günü bugün ey ehli İslaaam! Üç kızılbaş öldür, cennetin kapıları açılsın güldür güldür!” naraları arasında, o dehşetle açılmış ve birkaç saniye sonra sonsuza kapanacak olan gözlerin sorularını kahkahalarla şöyle yanıtlamıştı:
“Niçin mi seni öldürüyorum? Çünkü sen Kızılbaşsın ve bir kafirsin! Cennetimi kendi elimle yapmak istiyorum. Onca yıldır Kızılbaşların içinde yaşıyordum, ama bilmiyordum, Kızılbaş öldürmekle cennete gidileceğini. Kim olduğumu merak ediyorsan, adımı da söyleyeyim; ben Çakallu Memo, Türkoğlu köyünden!”
Bir haftadır hep açıktı gözleri Çakallu Memo’nun. O ölü benizlerde yuvalarından fırlamış kendine bakan gözleri görmemek için, değirmen taşı gibi ağırlaşmış gözkapaklarını bir türlü kapayamıyordu. Dışarı çıkması da olası değildi. Çünkü onu kendilerinden sayan Alevi komşuları soru yağmuruna tutup, iki üç haftadır nerede olduğunu öğrenmek isteyeceklerdi. Onlara hiç diyebilir miydi, Maraş’ta Kızılbaş avındaydım?…
Çakallu Memo’nun karısı, yakınları ve Sünni komşularıyla ilk karşılaşmasında, onların hem Alevi komşularına karşı davranışlarının değişmiş ve hem de kendisi için ‘Kızılbaş Memo’nun karısı’ suçlamasını bırakmış olduklarına gördü. Çok kere şakadan da olsa laf atmadan yanından geçmezlerdi. Ertesi gün ürkek adımlarla köy meydanını geçip, çeşmeye suya gitmişti. Hangi köşeden çıktıklarının farkında olamadığı Alevi komşularından kadınlı erkekli birkaç kişi sarı sarıverdiler çevresini.
Kadının benzinin birden sapsarı kesilmesine anlam veremeyen gruptan birisi sordu-sual etti. Herkesin düşündükleri ve içinden geçirdikleri o dile getirdi: “Nerede bizim Çakallu Memo? Biz onu Alevi dostu bilirdik; yalnız evimizin başköşesine, soframıza değil, yüreğimizin tahtına oturtmuştuk. Dost tanır, can bilirdik. Yer yarılıp da yere mi girdi? Biliyoruz ki sen uzaklarda, Akçadağ’da anangildeydin.Maraş’ta Alevi kıyımı yapıldı; çoluk çocuk kadın demeden yüzlerce insan boğazlanmış, gebe kadınların karınları deşilmiş ve kurşunlanmış bacım, belki duymuşsundur. Bekledik ki, Memo gelip acımıza ortak olsun, onu bizden bilirdik! Ama, asıl korkumuz, Çakallu Memo’nun bizlere yakınlığı ve dost oluşu yüzünden başına bir iş gelmiş olması bacım. Zaten adama Kızılbaş Memo diyorlardı sizinkiler. Seni bekliyorduk ki, haber verelim; biz bu korkudan onu aramaya başladık bile. İnşallah karayezitler başına bir iş getirmemiştir dostumuzun!”
Herhangi bir kötülük yapacaklar diye baştan çok korkmuş olan kadın, şaşırmıştı bu sözleri duyunca. Kendisinin ve kocasının, komşuları hakkında kötü düşündükleri için üzüldü. Öteden beri kendilerini çok seven ve candan dost olan bu insanlar ne diye birden düşman kesileceklerdi?
Maraş’ta olan kıyımdan onlara neydi? Bu adamlara, Alevilere saldırıda bulunanlar kudurmuş olmalı! Bunlar kafasından geçerken, kocasının Maraş olayları yüzünden kendilerinden korktuğu için samanlıkta saklandığını söylemek istedi, sonra vazgeçti. Onlara hala eve gelmediği ve uzak bir köyde bir ağanın yapısında duvar ustalığı yaptığı; ama yakında geleceği haberini yolladığı yalanını uydurdu. İlk aklına gelen bu olmuştu.
Kadın eve dönünce, köylülerle aralarında geçen bu konuşmayı sevinçle kocasına anlattı. Buna rağmen onun ortaya çıkmamasına anlam verememişti. Aradan üç ya da dört gün geçti. Sabah gün doğmadan çobanlar sürülerini henüz köyden çıkarıyorlardı. Davarların sığırların arasından içi asker dolu bir cip, hayvanları iki yana dağıtarak köy meydanına doğru yöneldi. Cip ağır ağır ilerlerken bir subay çobanlardan birini çağırdı ve ona bir şeyler söyledi. O da elini uzatarak sorulan yeri gösterdi.
Koyunlarını, keçilerini ve sığırlarını sürüye katmış dönen kadınlar, çocuklar ve erkekler köy meydanının ortasında duran askeri cipten çıkan bir mangaya yakın askeri seyre koyuldular. Askerler silahları ellerinde koşar adım Çakallu Memo’nun evinin yanından geçtiler. Sonra birden dönüp, arkadan dolaşarak binayı sardılar. Subay ise kapıya çıkmış oğlunu çağırmakta olan Memo’nun karısının yanına geldi. Kadın, subayın kapılarına doğru yönelip gelmesi bir yana, bir şey sormadan kendisini içeri itekledikten sonra yavaşça, kocasına seslenmesini istemesine bir anlam veremedi.
Kadın avludan geçip samanlığa yönelerek, kocasına adıyla seslendi. Hiçbir şeyden haberi olmayan Çakallu Memo’nun öfkeli, ama kısık sesi derinden derine duyuldu: “Kız ben sana demedim mi beni böyle yüksek sesle çağırma! İnşallah oğlan yanında değildir. Ne var ne istiyorsun? Gel de burada söyle, ne söyleyeceksen!”
Subay yanındaki iki askere işaret vermesiyle onlar, sten tabancalarında elleri tetikte samanlığın kapısını tekmeleyerek açıp daldılar içeri. Çakallu Memo askerleri karşısında görünce, kuru ot balyaları ortasındaki yuvasında donup kaldı. O dehşetle açılmış üç çift göz, zaten hangi yana baksa kendisini izliyordu. Birden, “yandım Allaaah!” diye bağırarak kendini iki askerin ayaklarının dibine attı. Onu kollarından tutarak sürükleye sürükleye dışarı çıkardılar. Olanlardan hiçbir şey anlamayan karısı çığlık çığlığa bağırmaya başladı:
“Nereye götürüyorsunuz kocamı? Kocam size ne yaptı? O karıncayı bile incitmemiştir hayatta. İnanmıyorsanız köylülerden sorunuz!”
Bu arada köylüler askeri cipten, ak bir kuşak takmışçasına beli sargılı bir delikanlının iki asker tarafından çıkarılıp, Memo’nun evine yöneldiklerini gördüler. İki yanda artan kalabalığın arada bıraktığı boşlukta yürüyerek, hep birlikte Çakallu’nun kapısının önüne geldiler. Subay ve askerler onu sürükleyerek dışarı çıkarmışlardı. Karısı bağırıp çağırıyor, ama köylülerden tek ses eden yoktu. Şaşkın ve kuşkulu olup bitenleri seyre koyulmuşlardı. İki askerin arasında gelen delikanlı onu görünce bütün gücüyle bağırdı:
“İşte bu zalım oğlu zalımdı üçümüzü de kurşunlayan. Abim üstüme düştüğü için bana sadece üç kurşun saplandı, ölmedim. Bu zalım adam kahkaha atarak bağırıyordu: ‘İşte cenneti kendi elimle hazırladım. Bana Çakallu Memo derler, Kızılbaşların arasında oturuyorum…’ Bu köyün adını söyledi, üçümüzün de öldüğünü sandığından adresini verdi. Herhalde Tanrıya adresini veriyordu ki, buradan alıp cennete göndersin merhametsiz adamı.”
Çakallu Memo kafasını hafif kaldırdı. O gözleri hemen tanıdı. Haftalardır gözünün önünden gitmeyen dehşetle açılmış o gözleri nasıl unutabilirdi ki? Belleğine altı kara delik açılmıştı o gözlerin bakışlarıyla. Yeniden kafasını önüne eğdi bakamadı köylülerinin yüzüne.
“Doğru,” diye fısıldadı ve arkasından ünü çıktığı kadar bağırdı: “Atın beni şu komşularımın önüne, parçalasınlar; ama bu güzelim insanların ellerine yazıktır. Çağırıp köyün bütün itlerini, onlara parçalatsınlar. Ben karayüzlü, kapkara yürekli bir karayezidim…!”
Orada bulunan komşularından ve köylülerinden hiç kimse tek sözle bile karşılık vermedi. Karısı da onun için bağırıp çağırmayı kesmiş ve sanki taş kesilmişti. Sadece on yaşlarındaki oğlunu bağrına basmış, anlamsız anlamsız komşularına bakıyordu. Seyirci durumundaki Türkoğlu köylüleri “Çakallu Memo’nun yüzü” deyip deyip yere tükürdüler. Memo cipe bindirilip götürülünce, ağır ağır yürüyerek evlerine girdiler. Hepsi de içinden aynı sözü mırıldanıyordu:
“Meğer kara yılan kara yezidin yüreğindeymiş!”
Bunları anlatırken gözleri yaşla dolmuş olan Kamil Delirüzgar sustu. Derviş bey ona, “Kamil can,” dedi, “bir keresinde eğer dilimi tutmasaydım, beni de satırla doğrayacaklardı karayezitler cennetlik olmak için.” ve ilkokul öğretmenliğinin ilk yılında, 1962’ de yaşadığı o korkulu akşamı özetledi…