Ali Kaykı
Aleviliğin temeli, varlık alemi ve varlık aleminin birliği, bu birliğinde ki gerçeğinin anlaşilması- bilinmesi üzerine kurulmuştur. Yani, var olan her nesneyi olduğu gibi kabul eder fakat kabuğunda-dış yüzeyinde oyalanmayarak, gerçek anlamda ilgi alanı olan ÖZ‘e-ÖZÜ’ne yönelir. Varlığın gerçeğinin sıfatında değil, özünde olduğunu savunur ve öz belirleyicidir der. ZAT kendini gösterebilmesi için SIFAT’a bürünmek zorunda kalmıştır, Zat’ı sıfatsız görebilmek kemalet işidir. Bütün mesele kemalet mertebesine ulaşmaktır! Bu mertebeye ulaşanlar, ulaşamayanları- zahir göz ile yatinerek inancı belirli kalıplarda tutanları “ham ervah” yani olgunluğa ermemiş nesne olarak değerlendirir. Yunus Emre Erenlerin bunu açıklayan güzel bir sözü vardir ki Aleviliği biraz incelemiş olan herkesin malumudur. “HAMDIK – PİŞTİK ELHAMDÜLİLLÂH” ve yine Yunus Emre Erenler, bütün varlık alemini sevmesinin nedenini de şu güzel sözleri ile açıklar. “YARADILANI SEVERİM YARADANDAN ÖTÜRÜ”.
Alevilik inancı ve öğretisi esas olarak Kal-u Beliden- ilk ikrar’dan beri, yazılı olarak ta yaklaşik 1400 yıldır evrenin merkezine insanı koymuştur. Yani Allah, Adem’i yaratmıştır ve kendini Adem’de gizlemiştir. Bundan dolayı Hakk Adem’de tecelli edegelmiştir. Yalnız arada ufak bir fark vardır. Her Adem’de değil, ER Adem’de tecelli etmektedir. Bu da insanın yani Adem’in kendini özünde ki bilincine eriştirmesi- Hakk’ı kendinde bulması, bilmesi, anlaması, dolayısıyla, bütün varlık alemini kendinde görerek, kendisinin de bütün varlık aleminde olduğunu görmesi, bilmesi ile mümkün olmaktadır. Alevi inancının ve öğretisinin de amacı İnsanı, KEMALET mertebesine eriştirmektir. Yüzyıllardır Alevi toplumunda ya da halk arasında bu aşamaya gelmiş- Hakk’ın sırrına ererek onun güzelliği ile bütünleşmiş olan insana-Adem’e, İnsan-ı Kamil diğer bir deyiş ile EREN- ERMİŞ- EVLİYA denilmektedir. Alevilik inancını bugünlere kadar taşimış, öğretisini devam ettirmiş olan alevi önderleri genelde bu tür insanlardır. Bu bütün zamandır böyle olmuş, böyle olacak ve böyle de olmalıdır.
Alevi inancının en belirgin özelliği Hakk’ın insanda tecelli etmesidir demiştik. Bundan dolayı da inancının merkezine olduğu gibi, evrenin merkezine de insanı yerleştirmiştir. Bu olay aslında burada okunduğu kadar kolay değildir. Yani bunun böyle olduğu herkes tarafından bilinip, kabul edilir ama, bunun gerçek anlamda ne ve nasıl olduğunu ancak o mertebeye ermiş insanlar bilebilirler. Siz, birisine istediğiniz kadar balın tadını anlatın, ağzına verdiğiniz bir kaşik bal kadar anlatamazsınız. Tabii ER’lik yani kemalet insana böyle bir kaşik bal misali pat diye birdenbire de verilmez ya da erilmez! Buraya ulaşmak, Alevi inanç ve öğretisinde dört kapı kırk makam aşamasından başarılı bir şekilde geçmekle mümkündür. Bir elma bile tadını alıp kızarabilmesi için önce çiçek açıp yeşil-ham-acı devrini atlatması gerekmektedir. Bunun için gövdesinden mineralleri alırken; güneşin ışığında aydınlanıp, sıcağında da yanması gerekmektedir.
Ateş ve ışık, pervane denilen kelebeğin her zaman cazibesini çekmiştir. Bundan dolayı nerede bir ışık, bir ateş görse hemen oraya uçar etrafında döne döne kendinden geçer ve sonunda kendini ateşin içine atarak yanar, ateş olur! Kendinde Hakk’ı arayan insan da öyledir. Kendinde ki cevhere ulaşmak için kendi etrafında yıllarca dönerek yanar durur. En sonunda onu tamamen hisseder ve kendini ona bırakarak teslim olur. Buna tasavvuf dilinde ikilikten geçerek birliğe ermek- Vahdete Ermek- Hakk ile Hakk olmak denir. Erenlerden Yunus’un hamdık- Piştik Elhamdülillâh sözü buna denktir.
İşte Kemalet mertebesine ERMİŞ olan İnsan-ı Kâmil’ler, Alevi halkına yüzyıllardır ışık olmuş, onları aydınlatmışlardır. Bunların herbirisinin yaşamında normal insanların başaramayacağı doğa-üstü olayları başarmış olmaları pek o kadar yadırganacak birşey olmamalı. Eğer bunu yanlış- saçmalık olarak düşünecek olursak, yanlışın, saçmalığın inancın ta başinda olan, insanı evrenin merkezine yerleştirmenin ya da Hakk insandadır demenin olduğu daha doğru olur. Evrenin merkezi olmuş olan bir insan evrenin bütün sırlarına ermiş olandır. Sırrına ermek demek o varlığın gücüne ulaşmak demektir. Bütün nesnelerin, dolayısı ile evrenin gücüne ulaşmış insanların ufak tefek doğaüstü güçlerini açığa çıkartmak zorunda kalmalarını yadırgamak, aslında yadırgayanların yadırganması gerekliliğidir.
Bugünün insanı çağ atlamışlığı ile övünmektedir. Haklı olduğu noktaları da çoktur. Özellikle aklı her geçen gün, düne göre çok önemli bir hızla gelişmektedir. Bu da bilimi gelişmesi hızına denk düşmektedir. Fakat ayni insan kendi varlığının bilincinin kaçta kaçına ulaşabilmiştir. Birçok mucizeler gerçekleştirmiş bu akıl, asıl gücünün kaçta kaçını kullanabiliyor? Bunlardan en bilgininin IQ testinin değeri nedir? %10 – %13!? Şimdiye kadar %15’e ulaşan oldu mu? Bugün en büyük buluşlardan biri kabuledilen bir fatonun-ışık tanesinin dondurulması sonucu bir başka yerde olan aynı yapıda ki ışık taneciğinin de donmuş olmasının tespit edilmiş olması ve dolayısı ile maddenin dondurularak bir yerden başka bir yere naklinin mümkün olabileceği teorik olarak düşünülmektedir. Bu düşünce ayni zamanda evrenin varoluşunun kaynağının maddeden değil de sesten ibaret olabileceği tezini getiriyor. Yani burada insanın aklına şu geliyor. Kur’an-ı Kerim’in yazdığı gibi “OL” emri midir evrenin meydana gelmesini sağlayan!? Işik taneciklerinin dondurularak maddenin biryerden biryere naklinin mümkün olması dahilinde, evrenin sırrına ermiş olan ERENLERİN her yerde hazır ve nazır olmaları neden olağan dışı olsun!? Genellikle duygu yoğunluklu hayvanların büyük bir depremi üç-dört gün önceden haber vermesi mümkün oluyor da bundan daha gelişmiş olduğunu kabul ettiğimiz insan niye bunu çok daha öncelerden haber veremesin! Örnekleri çoğaltmak herkes için mümkündür sanırım. Yeter ki etrafımıza biraz daha dikkatlice mümkün olduğunca duygularımıza yoğunlaşarak ve CAN GÖZÜMÜZÜ açarak bakalım!
Aklın alamayacağı- anlayamayacağı oluşumları akıl ile anlatmaya çalıştık. Çok eksik kaldığımızın bilincindeyiz. Fakat akıl dili ile bunu anlatmanın mümkün olmadığının da bilincindeyiz. Her kim ki gönlünün aydınlığını aklı ile bütünleştirebildi ise bizi bir nebze de olsa anlamıştır umarız. Yoksa boşuna zahmet çekmesin vesselâm!
Aşk-ı Muhabbetlerimizle
fakir
Ali Kaykı