Ali Duran Gülçiçek:
FARKLI İNANÇ ve KÜLTÜRLERDE Nevruz Bayramı
„Nevruz”, „Newroz” veya „Roz-i nau” kelimesinin Türkçe karşılığı „yeni gün” demektir. (Farsça ve Kürtçe’de new/nau „yeni”; ruz/ roz „gün” demektir).
Güneşin koç burcuna girdiği 21 Mart’a rastlayan Nevruz, ilkbaharla birlikte, yeni bir hayatın, canlılığın, bereketin ve bolluğun başlangıcını simgeler. Hiristiyanlıktaki Osterfest (Paskalya Bayramı) ile çok yakın benzerlikleri olan 21 Mart Nevruz Bayramı, yeniden dirilmenin, canlanmanın ve yenilenmenin bir ifadesidir.[1]
21 Mart, baharın başlangıcıdır. Güneşin Koç burcuna girdiği 21 Mart nevruz günü gündüz ve gece eşittir. Nevruz bu anlamda eşitliğin de bir ifadesidir. “Nevruz gibi eşit ve adil ol!” deyimi burdan gelmektedir. Yılın eşit olan günlerinden biri de güneşin Terazi burcuna girdiği ve sonbahrın başlagıcı olan 23 Eylül’dür. Gündüzün en uzun olduğu 21 Haziran günü yazın, gündüzün en kısa olduğu 21 Aralık ise kış mevsiminin başlangıcıdır.[2] Bu günlerde doğa kültünden ve eski halk inançlarından kalma “yıldönümü” veya “gündönümü” dediğimiz, coğrafyaya, inanç ve kültürlere göre değişen ve farklı isimlerle adlan-dırılan çeşitli bayramlar kutlanılmaktadır.
Tabiat kültüne dayanan Nevruz, birçok eski takvimlerde, özellikle Celâli, İlhâni ve günümüzde İranlıların kullandığı Şemsi takvimlerinde yılbaşı olarak kabul edilmiş ve halen İranlılar, İslâmiyet’ten önceki inançları olan Zerdüştlük’ ten kalma, Ferverdin ayının (Bahar mevsiminin ilk ayı) ilk günü olan Nevruz’u yılbaşı olarak kutlarlar. Ferverdin ayının ilk gününe „Nevruz-ı âmme” denir. Bu ilk gün, İran’ın efsanevi dördüncü hükümdarı olan Cemşid (Cem) Şahın tahta geçtiği, âlemi nura boğduğu ve Cenab-ı Hakk’ın âlemi ve Âdemi halkettiği (yarattığı) gün olarak kutlanır. Ferverdin ayının 6. Gününe ise „Nevruz-ı hassa” denir. O gün, Cemşid, devletin yönetiminde olan tüm adamları yanına çağırtıp, sorgudan geçirir; kendisi hakkındaki şikâyetleri de dinler, suçlu görü-nürse, o da diğerleri gibi cezalandırılır. Böylece yönetimdeki aksaklıklar, hak-sızlıklar giderilmeye çalışılır.
„İran Hükümdarları ‘Nevruz’ ve ‘Mihrican’ günlerinde bütün efradın hazır bulundukları umumi büyük bir içtima akdederlerdi ve hûkümdar o gün bütün şikâyetleri dinlerdi. Eğer kendisi aleyhinde bir şikâyet vâki olmuşsa, onun hakkında bir hüküm itasını (yargılamayı) ruhanilerin en büyüğü olan onun ‘Mubed-i Mubedan’a (Zerdüşt din adamlarına) havale eder ve kendi hakkında müsamahakâr davranmayıp adaletten ayrılmamasını tenbih eylerdi. O vakit münadi (tellal), hükümdar hakkında kimlerin şikâyeti varsa bir tarafa ayrıl-mamalarını söylerdi. Hükümdar tekrar Mubed’e tevcih-i hitapla: ‘Allah indinde hükümdarlar tarafından irtikâp edilen (işlenen) günahlar kadar büyük günah olamıyacağını, hükümdarların, tebaasının (halkın) iyiliğine çalışmakla mükellef olduğunu, eğer hükümdarlar adaletsizlik ederlerse, askerlerin de Allah’ı unuta-rak adaletsizliğe koyulacaklarını, o zaman memleket ve hükümdar ailesi üzerine Allah’ın gazabı davet edileceğini, binaenaleyh bu husuta asla adaletten ayrılmamak vazifesinin şimdi Mubed-i Mubedan’a teveccüh ettiğini (verildiğini) söylerdi… Alelâde zamanlarda (âdet olduğu üzere) hükümdara en yakın ve en nüfuz sahibi olanlar, bu toplantı gününde en uzak ve en nüfuzsuz kalırlardı…”[3] Nevruz günü halkın istekleri ve ihtiyaçları yerine getirilir, sorunları ve sıkıntıları giderilmeye çalışılır; küskünler barıştırılılır; suçlular ve hapis yatanlar affedilirdi. Daha açıkçası, yeni yılla birlikte, yeni bir yaşam başlardı.
İranlılar tarafından aynı şekilde kutlanan ikinci büyük bayram da, güz mevsi-mine denk gelen (21 Eylül-21 Ekim) Mihrican veya Mihrigân bayramıdır. Nevruz bayramından iki hafta önce yapılan bayrama, (İran takviminin son ayı olan Esfend’ten) „Esfendan” bayramı denir. Ayrıca „Çarşamba suri” dedikleri yılın son çarşamba günü, güneşin batışından sonra, toplanan kuru dikenler ve çalılardan ateş yakılır. Ateşin üzerinde atlayanlar, „sarılığım sana, kırmızılığın bana!” (zerdiye men ez to, surhğiye to ez men) diye tekerlemeler okurlar. Ayrıca o gün „Çarşamba suri acili” dedikleri kuru yemişlerden oluşan bir lokma dağıtılıp yenilir. Nevruz günü, „Nevruziye” denilen bir çeşit macun veya tatlı yapılır. Osmanlılarda da âdet olan Nevruziye tatlısı „heftsin”, ilk harfi „sin” olan yedi maddeden (somak, sebze, sümbül, semek, sirke, sir, senced’ten) yapılırdı. Söylentiye göre bu tatlı, ilk dönemlerde, Cemşid zamanında, „Ş” harfiyle başlayan yedi maddeden yapılıyormuş. O zaman „Ş” harfiyle başlayan Şarap’ta kullanılıyormuş. Daha sonraki dönemlerde (İslâmiyet’e geçişten sonra) içki yasaklanınca, „Ş” harfi de „S” harfine çevrilip, o zaman „S” harfiyle başlayan maddeler kullanılmış. Kırk bir türlü baharat ve koyuca şerbetle yapılan macun çeşidine ise „semenu” denir.
Osmanlı devrinde Nevruz bayramıyla ilgili özel törenler düzenlenirdi. „.. Güneşin Koç burcuna girdiği anda „nevruziye” denilen bir mâcun veya tatlı yemek âdet olmuştur. Sarayda hekimbaşı, misk, anber, türlü baharat ve kokulu otlar ilavesi ile hazırladığı macunu porselenden yapılmış kapaklı kaseler içinde padişaha akşamdan takdim eder ve kendisine hil’at (kaftan) giydirilirdi. Nevruziye, kadın efendilere, sultanlara ve mühim şahsiyetlere de verilir ve bu macundan yemenin, kuvvet ve şifa verici bir tesiri olduğuna inanılırdı. Osmanlıların son zamanına kadar nevruz ananesinin devam ettiği ve saray eczahanesinde tertip olunan nevruziyelerin mevki sahiplerine gönderildiği, hal-kın da bu âdete uyarak, nevruzda hiç olmazsa tatlı yediği bilinmektedir. Nevruz münasebeti ile sadrazam padişaha donanmış atlar, murassa (değerli taşlarla döşenmiş) silahlar ve pahalı kumaşlar bibi hediyeler verir, bunlara „nevruziye pişkeşi” (armağanı) denilirdi. Nevruzda divan edebiyatı şairlerinin câize (armağan, bahşiş) almak için, büyüklere kaside (övgü şiirleri) sunduklarını da kaydetmek lâzımdır.”[4] Osmanlı saray çevresinde sürdürlen bu kutlamalar daha çok eski İran/Pers geleneklerine dayanır. „Eski Iran edebiyatında, özellikle Persler zamanında nevruz dolayısıyle sultanlara, şahlara kaside sunmak, yeni yılı kutlamak bir gelenek niteliği taşırdı. Zamanla bu gelenek birçok müslüman ülkesinde de benimsendi.” [5]
Eskide Nevruz günü, komşulara, yakın dostlara nevruziyeler ikram etmek, hatta nevruz gününün anlamını ifade eden tebrik kartları (tebriknâme-i nevruz) göndermek; ayrıca nevruz günü nevruziyeler yiyerek ağızları tatlandırmak, yaygın bir gelenekti. „Bilhassa İstanbul’ da Nevruz’a çok önem verilir, törenlerle kutlanır ve Nevruz günü, bir sevgili gibi beklenirdi.
Gerek zengin, gerek orta halli, gerekse fakir aileler arasında ‘Nevruz-i Sultani’yi kutlamayanlar hemen hemen yok gibiydi. Daha Mart ayının ilk dokuzunda nevruz hazırlıkları başlar, evlerde temizlik yapılır, tahtalar gıcır gıcır ovulur, tozlar alınır, camlar silinirdi. Nevruziyeler için de kristal taklidi kapaklı kâseler, surahiler, bardaklar dolaplardan (büfelerden) çıkarılır; eskileri kırılmış ise, yenileri alınırdı.
Nevruz’un gelişi, geceye tesadüf ederse o vakite kadar uyumamaya çalı-şılırdı. Tam saatinde Nevruziye yenilirdi. Uyuyanlar olursa uyandırılırdı. Bütün ev halkı, neşeli, şenü şâtır, memnun ve bahtiyar yeni yılı kutlardı. Yine o yıllarda yüksek tabakaya mensup kişilerin konaklarına, dairelerine, bildik eczahane-lerden zimbaki canfes örtülere, renkli kâğıtlara sarılı tepsiler içinde, cicili bicili kâselere konulmuş ‘Nevruziye’ler gönderilirdi. Kâselerin üstüne yapıştırılan armut biçimindeki etiketlere bu leziz taamin (lezzetli yemeğin) hangi saatin hangi dakikasında yenilmesi gerektiği de yazılırdı. Ellerinde böyle birer rehber olmayanlar Müneccimbaşı takvimine[6] baş vururlardı (Müneccimbaşı Takvimi, eski devrin bir nevi almak’ı[7] idi. Taş basması olarak basılır ve satılırdı. Takvim, ufak çapta ve cepte taşınır şekildeydi. Bu takvimde her türlü takvimi bilgiler yazılı bulunurdu).
O devirlerde, halk arasında Nevruziye hakkında sarsılmaz bir inanç vardı. Bu inanca göre Nevruziye, bazı hastalıkların en birinci ve en etkili bir ilacı idi. Örneğin: Nevruz sabahı aç karnına alınacak bir kaşık Nevruziye, körlükten kötürümlüğe; ısıtmadan romatizmaya kadar birebir gelen bir ilâçtı. Hatta kısır-lığın, cinsi iktidarsızlığın (ananetin) yegane sağaltıcı (tedavi edici) bir ilacıydı…”[8]
Görkemli törenlerle kutlanan Newroz (Nevruz) bayramının Kürtler’ de de önemli bir yeri vardır. Bu olayı, kurtuluş günü olarak Dehak (Dahhâk)[9] efsanesine dayandıran görüşler olduğu gibi, bunu Kürtlerin ve İranlıların İslâmiyetten önceki inançlarına (Zerdüştlüğe) dayandıran görüşler de vardır.
Kürd yazarılarından Kurdiye Bitlisi (Halil Hayali)’nin, ilk sayısı 7.11.1918’de İstanbul’da Kürdçe ve Türkçe olarak yayınlanan ve Kürdistan Teali Cemiyeti (Kürdistan Gelişme Derneği)’nin resmi olmayan yayın organı olan ve daha sonra kurulan Teşkilât-ı İctimayie Cemiyeti (Sosyal Örgüt Derneğin)’nin yayın organı olarak günlük gazeteye dönüşen „Jin” (Hayat) dergisinde, Dehak efsa-nesi ili ilgili yazdığı yazıda, „Kürd halkının ulusal bayramı” olarak tanımladığı Kawe ihtilalinin tarihi 31 Ağustos olarak verilmektedir.
Bitilisi, Dehak efsanesini şöyle özetler: „Dehak adlı bir Arap fatihi var. İran’ı istilâ eden bu zalim, iki omuzundaki yılanları beslemek için her gün dört kişinin beynini çıkartıyor. Bu işin görevlisi, millettaşlarının verdikleri kayıpları bir ölçüde azaltmak için, günde iki kişinin beyni yerine iki koyunun beynini koyuyor ve kurtardığı iki çaresizi çevredeki dağlara kaçırıyor. Dağlara sığınan bu adamlar çoğalıyorlar. İşte bunlardan Kürd ulusu meydana geliyor.
Efsanenin geriye kalan bölümüne gelince; bir gün Demirci Kawe (Gâve)’nin iki çocuğunu birden kaldırıyorlar. Bunu haber alan baba, meşin önlüğünü bir (…) bayrak yapıyor, bağıra çağıra sokakları dolaşıyor. Sonunda taşan ulusal kin ve nefretin karşısında zulüm ve keyfi yönetim layık olduğu cezayı buluyor; Dehak öldürülüyor, Feridun tahta çıkarılıyor ve ulus kurtuluyor.
Bir Kürd tarafından yazılan ve zamanına göre iyi bir Kürd tarihi olan „Şerefname”, Kürdlerin milliyet kökeni konusunda anlattığı söylentiler arasında bu efsaneyi önemle kaydediyor…”
Bitlisi, Dehak efsanesini böylece özetledikten sonra, olayın tarihi hakkındaki görüşlerini ise şöyle açıklar: „İşgalcileri ülkeden kovup çıkarmaya çalışmakla vatanın kurtuluşunu göçe tercih eden diğer kısımlar, gerçekten ulusal galeyana bayrakta olan Demirci Kawe’nin yönettiği savaş hareketleri ile umduklarına kavuşmuşlar ve yurtlarını bağımsızlığa kavuşturmuşlardır. Her millet, tarihinde bu gibi büyük olaylara kaynaklık eden günleri özel gün kabul eder ve tantanalı törenlerle kutlar. Gerçekten, Kürdlerce de, yılın 31 Ağustos’una rastlayan Kurtuluş Günü, layık olduğu önemle kabul edilmiş ve her yıl Ağustosun otuzbirinde Demawen’de ulusal Kurutuluş adına bayram yapılmıştır…”[10]
Jin Dergisi de, baharın ve yeni yılın başlangıcı olan 21 Mart Newroz bayramını, İranlılar gibi, „Sersal” (Yılbaşı) ve „sosyal gün”, Kawe ihtilalini ise ulusal bayram olarak kabul etmiştir.
Ahmed-i Hani de Mem u Zin’de, Newroz’dan sözetmiş ve onu Sersal (yılbaşı) olarak göstermiştir:
Dewra felekê ji bextê fîrûz
Dîsan ku numa ji nû ve Newrûz
Mebnî li wî adetê mubarek
Şehrî û sipahîyan bi carek
Bajêr û kelat û xanî berdan
Teşbîhê bi nijdîyan û cerdan
Sef sef dimeşîne kûh û deştan
Ref ref dixuşîne seyr û geştan
(Feleğin dönüşü mavi talihten
gösterince Newroz’u yeniden
o kutlu geleneğe göre
tüm kentliler, varıncaya dek askerlere,
terketti kenti, kaleleri, evleri
andırarark avcıları ve talancıları
Saf saf tepelere ve ovalara yürüdüler
Öbek öbek gezmeye, seyretmeye döküldüler).
Sersalî û bakir û ruwalan
Sedsalî-w ciwan û pîr û kalan
Sersal-i li resam û rahê ma’hûd
Gêrane diçû meqamê mehmûd
(Yılbaşına katılan bakireler, delikanlılar
gençler, yüzüne varmiş erkek ve kocakarılar
geleneksel yol ve yöntemle yılbaşını
kutladılar, göklere dek yükselterek seslerini.” [11]
Eski Med, Asur, Babil kültürlerinden etkilenen Zerdüşt takvimine göre Newroz, yeni yılın, yeni bir yaşamın başlangıcıdır. Newroz, aynı zamanda kötü-lüklerden, kötü ruhlardan, kötü yönetimlerden, hastalıklardan, baskı ve zulüm-lerden kurtuluşun günüdür.
Newroz’un altıncı günü Zerdüşt’ün (Zerdüşt öğretisinin kurucusu, M.Ö. 599-521) doğum günü olarak ta kutlanırdı; Avesta’dan (kutsal kitaptan) dualar okunurdu. Ahura Mazda’ya (Zerdüştçülükte iyi ruhları simgeleyen Bilge Tanrı’ya) övgüler dizilirdi. Ölümün, hastalıkların, soğuğun ve karanlığın yaratıcısı Ahriman’ın kötülüklerinden kurtulmak için dualar edilirdi; ateşler yakılıp, lokmalar (kutsal yiyecek ve içecekler) dağıtılırdı. Ateş, toprak ve su Zerdüşt inancında kutsaldı. Ateş, güneşin, aydınlığın, sıcaklığın, iyiliğin ve erdemin bir simgesidir; insanları karanlıktan, soğuktan, hastalıktan ve kötü ruhlardan korurdu. Anadolu’nun halen bir çok yörelerinde, özelikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da güneşin, ayın ve bunların yeryüzündeki simgesi olan ateşin ve ocağın kutsallığı, daha çok bu geleneklerden kaynaklansa gerektir.
Türklerin, Türkmenlerin İslâmiyetten önceki inançları olan Şama-nizm’de de ateş, ocak, bazı hayvan ve ağaç türleri kutsaldı. Bu inanış-ların ve âdetlerin bir kısmı Anadolu ve Balkanlardaki, özellikle Alevi Türkler/Türkmenler tarafından halen sürdürülmektedir. Yunanistan Türklerinden araştırmacı Abdurrahim Dede, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirilerinde konuyu şöyle açıklar:
„Şamanizme göre dağlar, göller, ırmaklar (Yer-Su) hep canlı nesnelerdir. Ötüken ormanlarının Gök Türkler ve Uygurlar devrinde bütün Türklerce mukaddes sayıldığını biliyoruz. V. Gordlevski de Karakoyunlu Alevi Türkmen-ler’de orman kültünü tespit etmiştir…[12] Orman kültünden mâda bazı ağaçların ve bilhassa kayın ağacının (ve ardıcın) Şamanistlerce kutsal olduğu bilin-mektedir. Abdülkadir İnan’ın tespitlerine göre kayın ağacı koruyucu ve merhametli Ana Tanrı Umay ile beraber Ülgen tarafından yere indirilmiştir. Kaç Şamanı da kayın ağacına kurban sunarak şöyle hitap edermiş:
Altın yapraklı mübarek kayın, sekiz gölgeli mukaddes kayın, dokuz
köklü, altın yapraklı bay kayın! Ey mübarek kayın ağacı, sana kara
yanaklı ak kuzu kurban ediyorum.
(Anadolu’da ziyaret edilen, kurbanlar adanan, dilekler sunulan, renkli iplikler bağlanan yüksek tepelerdeki ulu ardıçlar, ziyaretler de bundan farklı değildir)… Altay Şamanları da tapınma sıralarında Gök Tanrı Ülgen’e şöyle yakarırlar:
Otuz dişli ateş anam, karanlık gecelerde bizi (kötü ruhlardan) koru-
yorsun. Ulusun koruyucusu, sürülerimizin bekçisisin. Ülger yıldızı
arkadaşın bir (Tanrı) dan fermanlısın. Üç köşeli taş ocak, alevli yanan al
ateşim! Ey Abakan dağının payı, ey ay ve güneşin parçası olan ateş!
Bereket ver, kısmetimiz bol olsun!.’
Dağ için söylenen bir Şaman duası ise şöyle:
Ey pulat dağ!.. Güneş senin her yanını çeviremez
Ay; ey altın dağ!.. Senin her yanını kuşatamaz
Abakan uruğunun (kavminin) örtüsü (hâmisi)
Kutlu kurban isteyen yüce Dağım!..
Büyüklerimiz, atalarımız yere baş koyup sana tapmışlardır.
Bir küçük alkışını (keremini) vermez misin?
Bitmeyen, tükenmeyen kısmetimizi yaratıver.
Ülüşümüz, elle tutulsun;
Ey kutlu beşiği yaratan!..
Sürü davarlarına bolluk ver
Arıg yurduma geçim ver.
Ey kutlu ulu Dağ, yüce Kara-Kaya!..[13]
Şamanizmdeki ateş, dağ, su ve ocak kültünün kalıntılarını Batı Trakya Türklerinin inanış ve âdetlerinde de görmek mümkündür. Onlara göre ateşe tükürmek günahtır. Çünkü ateş nurdur. Cigara ile ayak yoluna gidilmez. Hatta cigara tiryakileri helâda da cigara içebilmek için kendilerine uzun ağızlıklar yaptırarak, cigaranın ateşini helânın dışında tutmaktadırlar. Ateşte soğan kapçığı yakılmaz. Ateş söndükten sonra sacağıda kıvılcım kalmışsa o eve paranın gireceğine inanılır. Hamur, süt ve yoğurt, geceleri konu komşuya verilmez. Ancak vermek gerekirse bunların içine mutlaka kızgın bir kor atılır. Ateşın onları bu şekilde kötü cinlerden koruyacağına inanılır. Lohusa kadının helâya tek başına gitmesine izin verilmez. Gitmesi gerekirse elinde ateşle gitmesi gerekir. Ateşin lohusa kadını koruduğuna inanılır…
Ateş ve ocak kültü ile ilgili çok orijinal olduğuna inandığımız bir âdeti İskeçe’nin Demircik köyünden 65 yaşındaki Abdulla Dede’den dinleyelim: ‘Köyümüzde eski bir âdet var.. Aşağı yukarı her sene «Canlı Ateş» denilen şeyi yakmaktadırlar. Bu, etrafta hastalık işitildiği zaman, hastalık önlensin diye yapılır (köyün ortasında iki kütük ardıç dikilirek bir ateş yakılır)… Canlı ateşten tutuşturdukları ocaktaki ateşi hiç söndürmezler. Bütün sene öteki canlı ateşe kadar. Çünkü o ateş mübarektir; hastalığın eve girmesini önler… Köyün âdetlerinden biri de şu: Mesela bir akşam bir kimsenin ineği gelmezse veyahutta keçisi, veyahut eşeği, bir hayvanı gelmezse bizim köylüler alıyor bir tas, ocaktan da bir kor alıyorlar ve maşa ilen «haydi hay hoy… hay hoy… haydi… » diyerek taslan o kızgın koru kapatıyor ve kapadıktan sonra alıyorlar bir makas ağzını iplen bağlıyorlar, dışarıda kalan hayvanı yemesinler diye. O bağlı makası tasın üstüne koyuyorlar… Böyle yapıldı mı kurt falan, canavar yiyemezmiş kırda kalan hayvanı. Sabahleyin açıyorlar tası. O zaman bakıyorlar, kapattıkları kor kömür olmuşsa canavarlar hayvanı yememiş demek… Ama kor kömür kül olmuşsa, yanmışsa, o zaman canavarlar hayvanı yemişler demekir…’ Nazar kapmalara karşı Türkiye’de genellikle kurşun dökülür. Batı Trakya’da ise nazara karşı kor atılır. Ateş burada da nazara karşı bir güç olarak kendisini gösterir…”[14]
Azeriler, Kırgızlar, Tacikler, Özbekler, Çuvaşlar, Tatarlar ve daha birçok halklar tarafından kutlanan Nevruz bayramına, Tatarlar „Narduğan”, Tacikler „Gül Gardon”, „Bay Şeşek” veya „Gül Navrız”, Buryatlar „Sagan Sara”, Cuvaşlar „Noris Oyahe” derler.
Tahatacı Alevilerde, eski (Rumi) takvime göre Mart’ın dokuzu (miladi, 21-22 Mart), Sultan Nevruz’dur. O günün sabahı erken kalkılır. Soğan kabuğu ile sarı renkli, Gangılız (kan kızıl) çiçekleri ile al renkli yumurtalar kaynatılır. Her ev kendi çocuklarına bunlardan muhakkak ikişer üçer tane verir. Ayrıca Nevruz günü, hazırladıkları çeşitli yiyecek maddeleriyle yakınlarının mezarlarını ziyaret edip, onları rahmetle anarlar.
Alevi-Bektaşiler, 21 Mart Nevruz bayramını, Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutlarlar. Bugüne verilen önem birkaç noktaya dayanır:
1) Hazreti Ali’nin doğum günü olması.
2) Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in kızı Fatıma ile evliliğinin bugüne rastlan-ması.
3) Hz. Ali’nin, Peygamber tarafından Gadirhum’da halife olarak ilân edildiği, diğer bazı kaynaklara göre, Hz. Muhammed’e nübüvvetliğin (peygamber-liğin), Hz. Ali’ye velayetliğin verildiği gün olması.
4) Güneşin Hamel (Koç) burcuna girmesi.
5) Eski Türk/Türkmen boylarının kışın sığındıkları yerlerden obaya çıktıkları
ve yeni hayata kavuştukları gün olması.[15]
Alevi-Bektaşi şairlerinin Nevruz konusunda yazmış oldukları şiirlere, „Nevruziye” denir. İşte, günün anlamını ve önemini açıklayan Nevruziye-lerden bir kaç örnek:
Nübüvvet izharı bugünde oldu
Cenab-ı Ali de bugünde doğdu
Kainat bügünde nur ile doldu
Bugün Nevruz oldu eyyam bizimdir
Sevinelim canlar bayram bizimdir.
– Hüseyin Hüsni Erdikut –
Yine devreyledi deverân-ı âlem
Eyledi tecelli Nevruz-ı Sultan
Eyyâm-ı sürurdur, hüzün değildir
Mübârektir beli Nevruz-ı Sultan
Bugünkü gün oldu ol Şah-ı Merdan
Batn-ı Fâtıma’dan gün gibi ıyan
Harem-i Kâ’be’den oldu nümayan
Ziyâ verip Ali Nevruz-ı Sultan.
– Fevzi –
Her yerde tâ Nevruz ola, gül bustan efruz ola
Nevruz tek firuz ola eyyâm-ı Şah-ı Evliya.
(Her yerde Nevruz ola, gül bahçeleri parlaya
Veliler Şahı (Ali’nin) günleri, Nevruz gibi kutlu ola).
– Fuzuli –
Pir Sultan’ın eydür, erenler cemde
Akar çeşmim yaşı her dem bu demde
Muhabbet ateşi yanar sinemde
Himmeti erince Nevruz Sultan’ın.
(Bk. Alevi-Bektaşi Edebiyatında Nevruziyeler, 3. Cild, s. 1089-1093)
Alevi-Bektaşiler arasında Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutlanan Nevruz günü, kimi bölgelerde Aynicemler kurulur, semahlar dönülür, gülbanglar çekilir; günün anlamı ve önemiyle ilgili nefesler (Nevruziyeler), Duazı İmamlar ve Nad-ı Ali okunur. Kimi bölgelerde „Güneşin Koç Burcuna girdiği saatten önce meydanda toplanırlar. Baba, Oniki İmâm’a salavatı ihtivâ eden ve «Salavât-Nâme» denen salâvatı Nad-ı Ali’yi okur; sonra sâkıylik eden kişi, içinde lohusa şerbeti ezilmiş sütü, babadan itibâren kıdem sırasıyla herkese sunar; sürahiden kadehe koyup sunarken, «Yâ Muhav-vil’el-hâli ve’l-ahvâl» yâni «Ey yılı, zamanı ve hâlleri evirip çeviren Tanrı» der; kendisine süt sunulan kişi, sütü içtikten sonra o ve herkesle beraberce «Havvil hâlenâ ilâ ahsen’il-hâl » yâni «Bizim hâlimizi en güzel hâle çevir» der. Sonunda kendisi de içer ve Baba gülbang çeker; bayramlaşılır.
Mevlevilerin Şems kolu denen ve Ehl-i Beyt taraftarı olanlarında da Nevruz, bayramdır, aynı âyin icra edilir. Yalnız, fazla olarak «Heft-Selâm» (Selâm-esenlik) sözüyle başlayan yedi âyet de İmam Hüseyn’in toprağıyla bir kâğıda yazılmış ve süt kabına konmuştur.
İmâmiyye’de ise Nevruz, Gadiruhum gününe (Hz. Muhammed’in veda hacı dönüşünde, Mekke ile Medine arasında Gadirhum denilen yerde, «Ben kimim mevlâsı, yani velisi isem, Ali de onun mevlasıdır» diyerek, Hz. Ali’yi halife ilân ettiği güne; Hicri takvime göre Mart ay’ının sekizine, bayramın ise Mart ay’ının dokuzuna, Milâdi takvime göre, 20-21 Mart’a) rastlaması dolayısiyle bayramdır. Nevruz sofrası yapılır; sofrada Heft-Sin, yâni Sin harfiyle başlayan yedi şey (Sünbül, Sirke, Sumak, Senced, Sir, Sebze, Semnu) bulunur ve yukarıdaki duâ yılın günleri sayısınca, üçyüz altmış altı kere okunur. Bu duânın başına, «Ey geceyi, gündüzü tedbir ve tasarruf eden, ey kalbleri ve gözleri çeviren» sözleri de ilâve edilir…”[16]
Balkanlardaki Aleviler-Bektaşiler arasında yaygın olan Nevruz bayramı, Kırklareli bölgesinde bir bahar eğlencesine dönüşür; Hırisitiyanlık’taki „Ostern” bayramında (Paskalya yortusunda)[17] olduğu gibi bereketin simgesi olan yumurtalar boyanır; özel Nevruz yemeği olan „ekşi aş” yenir; Alevi köylerinde ortak kurbanlar kesilir; köylü masrafa ortak olur. Buna „çomat” denir.[18] Deliorman ve Dobruca yöresindeki Aleviler, Nevruz bayramını “Kırklar Bayramı” olarak kutlarlar. O gün cem yapılır, Kırklar semahı dönülür. Musahipli olan aileler 40, musahibi olmayan aileler ise 20 yumurta pişirirler; ayrıca Cebrail kurbanı olarak bir horoz veya tavuk keserler. Pişirilip ceme getirilen bu lokmalar eşit bir şekilde üleşilir ve birlikte yenilir.
Doğanın uyanışını simgeleyen Nevruz günü yöre insanları kırlara çıkıp eğlenirler; ulu cevizlere salıncak kurup, sağlık sağlamlık için sallanırlar. Nisan ayında ise köfür günleri başlar. Köfür günleri hayvan koşulmaz, süt kaynatıl-maz, yumurta pişirilmez, ele makas, iğne alınmaz, sıva yapılmaz. 5-6 Mayıs’ta ise Hıdırellez törenleri başlar. O gün ateş yakılır; ateşin üzerinde atlanır; delikanlı kızlar tarafından nişan çıkarılır, Kırat oyunu oynanır, hastalar ziyaret edilir, demir dövülür; demir maşa ile sağlık sağlamlık için nallanma işlemi yapılır. Kır atımı nallarım / çöl avında oynatırım / yüzbin asker gelmiş olsa/ Ben atıma çiğnetirim… türküleriyle sokakları dolaşıp insanları coşturan Kırat kafilesinin sundukları temsillerle, Hıdırellez günleri büyük bir sevinç ve coşkuyla kutlanır.[19]
Silifke Tahtacıları, Nevruz bayramını, Hazreti Hüseyin’in doğum günü olarak kutlarlar. Malatya/Arguvan çevresindeki Aleviler Nevruz’da „Kış bitti Bayramı” yaparlar. Uğur getirsin diye taştan küçük evler yapılır, ateş yakılır, el ele tutuşarak ateşin etrafında dönülür.[20]
Cem ayinleri ve çeşitli şenlikler düzenlenerek, yiyecek ve hediyeler sunularak kutlanan Nevruz törenlerinin önemli bir özelliği de, bu günde küskünlerin barış-tırılması, kırgınlıkların giderilmesi, düşkün ve yoksullara yardım edilmesidir. Anadolu’da, Nevruz’la, eski takvime göre „Mart dokuzu”yla ilgili birçok halk inançları, gelenek, töre ve âdetler vardır; ayrıca „Nevruz” adında birçok şahıs ve yer isimleri vardır: Sivas/Yıldızeli ilçesine bağlı „Nevruz Yayalsı” köyü; Yıldız-eli’nin Direkli bucağına bağlı „Nevruz” köyü; K.Maraş/Pazarcık/ Narlı Bucağın bağlı „Nevruzlu” köyü; Çanakkale/Yenice ilçesine bağlı Nevruz köyü vd.
Nevruz, köylere, şahıslara, tatlı çeşitlerine; „Nevruz-Hüseyni”, „Nevruz-Hicaz”, „Nevruz-Nevâ”, „Nevruz-Rehavi”, „Nevruz-i Sultani” gibi müzik makamlarına isim olur da, baharı müjdeleyen çiçeklere ve halk türkülerine isim olmaz mı?
Nevruz der ki, ben nazlıyım / Sarp kayalarda gizliyim
Mavi donlu gök yüzlüyüm / Benden alâ çiçek var mı?”
Nevruz nevruz bahara / Güller güller nahara / Bahçemizde gül olsun / Gül olsun, bülbül olsun!.. Dilekleriyle konuyu, Alevi-Bektaşi ozanlarından Şükrü Baba’nın şu Nevruziyesiyle bağlayalım:
Akşamlar aşk olsun bayram gecesi
Bu ayın nurudur Sultan-ı Nevruz
Fazl-ı şahım budur dilek gecesi
Ne mübarek gündür Sultan-ı Nevruz
Muhabbet şehrinin nurdan yapısı
Oniki İmam’dır cennet kapısı
Hakk’a secde eder kulun hepsi
Dilekler kabuldur Sultan-ı Nevruz
Bayram kutlu olsun açılmış güller
Konmuşlar meydana garip bülbüller
Esmai Hayder’i zikreder diller
Ne saadet bize Sultan-ı Nevruz
Sakii kevserdir ol Şah-ı Merdan
Sundular kevseri ol demde heman
Süreriz demleri yıkılsa cihan
Şad olur kalbimiz Sultan-ı Nevruz
Muhammed Mustafa Sultan-ı cihan
Ali’nin sırrını çün kıldı beyan
Hatice sırrından kamusu şâdân
Ruha safa verir Sultan-ı Nevruz
Ondört Mâsum-u Pâk sırrı sırrullah
Ayini cem içre nuru nurullah
Cümlenin muradın’ verici Allah
Bizi de şâd eder Sultan-ı Nevruz
Saadet hırkasını büründü Ali
Velâyet tacını vurundu Ali
Melek secde etti bilindi Ali
Nübüvvet sırrında Sultan-ı Nevruz
Şükrü Baba söyler, bu deme şükür
Nurunu, sırrını kıldı tefekkür
Muhammed Ali’dir dilinde zikir
Ne mürüvvet bize Sultan-ı Nevruz.
Dideler ruşen (gözler aydın) daha nice Nevruzlara!..
(Bu makale, Ali Duran Gülçiçek’in Alevilik, Bektaşilik, Kızılbaşlık ve Onlara Yakın İnançlar adlı yapıtından alınmıştır. 2. Cild., İstanbul/Köln 2004, s. 819-833, 3. Cild, s. 1089-1093).
bİblİyografya:
ALPARSLAN, Kâzım: Nevruz-Toprak Bayramı, 21 Mart 1943, Uludağ, sayı: 56-57, Şubat-Mart
1943, s. 27-29.
ALPARSLAN, Kâzım:Toprak Bayramı Nevruz, Uludağ, sayı 76, Mart-Nisan 1946.
ATTAR Ali: Nowruz, das Frühlings- und Neujahrfest der iranischen Völker, in: Der Arabische
Almanach, Zeitschirft für orientalische Kultur, 7. Jahrgang, Berlin 1997.
AYDINOĞLU, Gülâli: Kars’ın Pırsak Köyünde Nevruz, T.F. A., sayı: 238 (1969).
AYTER Adli: Yenigazi Köyü’nde Düğün Adetleri, Nevruz Bayramı ve Yedilevi Töresi, Folklor
Halkbilim Dergisi, Cilt 4, Sayı: 36, Ağustos 1988, s. 27.
BARTHOLOMAE, Chr.: Zarathustras Leben und Lehre, Heidelberg 1920.
BULSARA, S. J.: The Religion of Zarathustra, Bombay 1938.
CREMERS, Wolfgang: Schamanistische Überbleibsel in der heutigen anatolischen Folklore,
in: Turcica, Tome II, Paris 1971: 50-58.
DEDE, Abdurrahim: Batı Trakya Türklerinde Eski Türk Dini Şamanizm’den Kalıntılar,
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV.Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar,
Ankara 1982, s. 93-108.
DEMİRHAN, Ayşegül: Tıp tarihimizde Nevruziye, T.F.A., sayı: 321, Nisan 1976, s. 7615.
DÜNDAR, İsa: Kars’ın Dikme Köyünde Nevruz ve yılın ahiri, T.F.A. sayı: 343, Şubat 1978, s.
8230
EĞİTER, Adli: Kafkas Folklorundan Örnekler, Lezginka ve Nevruz, Hayat Tarih, yıl: 6, sayı:1,
Şubat 1970,s. 82-86.
Eickstedt, Egon von: İlk Çağlardan Günümüze Türkler, Kürtler, İranlılar, İstanbul 1993.
Eröz, Mehmet: Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, İstanbul 1977.
GordlevskI, V.: Karakoyunlu (Azerbaycan’ı tetkık ve tetebbu cem. Ahbarı) Bâku 1927, nu. 4, s. 5-13)
HERTEL; Johannes: Die Zeit Zoroasters, Indo-Iranische Quellen und Forschungen I, Leipzig
1924.
HINZ, Walther: Zarathustra, Stuttgart 1961.
HUMBACH, H.: Die Gathas des Zarathustra I, II, Heidelberg 1959.
İNAN, Abdülkadir: Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1954.
JİN, Kovara Kurdi-Tirki = Kürtçe-Türkçe Dergi, 1918-1919, Cild I, Arap harflerinden Latin
harflerine ve Kürdçe’den Türkçe’ye çeviren M. Emin Bozarslan, Uppsala-Sweden 1985.
Köprülü, M. Fuat: Nevruz’a Aid, Hayat Mecmuası, I. Cilt, Sayı: 18 (Mart 1927), s. 342-343.
Kurdİye Bİtlİsİ: Dehak efsanesi, Jin Haftalık Gazete, Sayı I, İstanbul 1918.
LAN-KENAU, H. von: Die Schamanen und das Schamanenwesen, in: Glubus, 1872: 278-283.
Levy, R.: Nawruz, Enzyklopädie des Islam, Band III, Leiden/Leipzig 1936, s. 959.
İslam Ansikolpedisi: 9. Cilt, İstanbul 1988, s. 234.
LOMMEL, Hermann: Die Religion Zarathustra nach dem Avesta dargestellt, Tübingen 1930.
Markwart, Jos.: Das Nauroz, seine Geschichte und seine Bedeutung, Dr. Modi Memorial
Volume, Papers on Indo-Iranian and Other Subjects, written by Several Scholars,
Bombay 1930, s. 710-723.
MEYDAN LAROUSSE, 9. C., İstanbul 1981, s. 311.
NALBANDOĞLU A.: Nevruz ve Nevruziyye, Tarih Hazinesi, Yıl: 1, Sayı: 8, Mart 1951, s. 367-
368, 414.
NOYAN Bedri: Şia’nın Bayramlarından Nevruz, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, II, Prof. Dr.
Harun Tolasa, Özel sayısı, İzmir 1983, s. 102-109.
Noyan Bedri: Nevruz, Nefes, yıl 1, sayı 5, Mart 1994, s. 20.-
OYTAN, M. Tevfik: Bektaşiliğin İçyüzü; Dibi, Köşesi, Yüzü ve Astarı Nedir?,
İstanbul 1970.
RADLOFF, W.: Proben der Volkslitteratur der türkischen Stämme Süd-Sibiriens,
Petersburg 1866, 1868, 1870; Aus Sibirien, Leipzig 1884
RESULZÂDE, M. Emin: Nevruz Bayramı, Azerbeycan, sayı: 12/24 (Mart 1954).
RUBEN, W.: Schamanismus im alten Indien, Leiden 1949.
PİROĞLU, Ali Lütfi: Deliorman’da Nevruz Kutlamaları ve Hıdırellez, Cem Dergi-
si, sayı 111 (Temmuz 2001), s. 25-28.
Sakaoğlu Necdet: Kırklareli’nde Gelenek Bolluğu, Kakava Bayramı, Tarih ve Toplum, cilt 23, sayı 137, Mayıs 1995, s. 34.
TURAN Ahmet: Türk Boylarında „Nevruz” Geleneği, Yeni Forum, cilt: 11, sayı: 251 (Nisan),
Ankara 1990, s. 80-81.
ÜlkütaşIr, M. Şakir:Çeşitli Halk Gelenek ve İnançları Üzerine Küçük Araştırmalar, Türk
Folkloru Araştırmaları Yıllığı 1976, Ankara 1977, s. 307.
ÜNLER Ali Nadi: Gaziantep’te Nevruza Ait İnanmalar, Başpınar, sayı: 13 (1940).
Yetİşen, Rıza: Naldöken Tahtacıları, Nevruz ve Hıdırellez, TFA, yıl 2, cilt 1, sayı 23 (Haziran),
İstanbul 1951, s. 365.
YURTSEVER, M. Vahap: Nevruz (Nevrez), Emel, sayı: 75 (Mart-Nisan 1973).
Yücel, Hasan Ali: Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış, İstanbul 1932.
WESENDONK, O.G. von: Das Wesen der Lehre des Zarathustra, Leipzig 1927.
WOLLF, Fritz: Avesta, Die Heiligen Bücher der Parsen, Straßburg 1910.
Zelyut Rıza: Nevruz Kavramının Boyutları, Nefes, Aylık Siyasi Kültürel Dergi, yıl 2, Sayı 17, Mart 1995, s. 36-40
Mavi boncuk Arsivi
mbarchives.blogspot.com
——————————————————————————–
İran tarihi ve edebiyatının önemli temsilcilerinden şair Firdevsi (Tus 932-Taberan 1020), Gazneli Sultan Mahmud’a (960-1030) sunduğu, eski İran mitolojisini ve destani hikâylerini anlatan, mesnevi tarzından yazmış olduğu ve 60 bin beyitten oluşan ünlü eseri (kral kitabı) Şahnâme’de, Dahhâk (Dehak) ve Gâve (Kawa) efsanesinden şöyle söz-etmektedir:
(Mardas adında Arabistanlı bir kıralın oğlu olan) Dahhâk (Dehak), gece gündüz Feridun’ un adını dilinden düşürmez oldu. Onun korkusundan boyu iki büklüm oldu; yüreği korku ile doldu. Bir gün, fil dişinden yapılmış olan tahtının üzerinde oturup başına firuze tacını giymişti. Padişahlığını kuvvetlendirmek için her memleketin ileri gelenlerini topladı. Ve onlara şöyle dedi:
«Benim, gizli bir düşmanım olduğu, siz akıllılarca bilinmiyen bir şey değildir. Ben, hiç bir zaman düşmanı hor görmem (bir düşman ne kadar âciz ve küçük olursa olsun, onun elinden hiç bir iş gelmez saymamalıdır), zamanın bir kötülük etmesinden korkarım. Bunun için bana, insanlardan, devlerden ve perilerden toplanmış, şimdikinden daha büyük bir ordu lâzım. Bu işte bana yardım etmelisiniz. Çünkü ben tek başıma bu işin altından kalkamam. Şimdi, benim hakkımda bir zabıt tutun. Onda, iyilikte başka bir şey yapmadığımı, doğru sözden başka bir şey söylemediğimi ve adâletten kusur etmediğimi belirtin!» dedi.
O doğru adamlar, korkudan istediğini yapmaya razı oldular.
Ejderlerden korkmayan Dehak hakkında tuttukları bu zabıtta, genç ve ihtiyar, hepsi şahitlik ettiler.
O sırada birdenbire padişahın sarayının önünde adalet istiyen bir adamın gürültüsü işitildi. Adamı padişahın huzuruna getirdiler; o büyük adamların yanına oturttular.
Padişah o an kızgınlıkla: «Sana zulmeden kimdir? Söyle!» dedi.
Adam, coşarak ve elleriyle başına vura, vura: «Padişahım, ben adalet istiyen Gâve’yim (demirci ustası Kawa’yım)! İşte koşa koşa sana geldim, senden adalet isterim. Canımın acısiyle senin elinden inlemekteyim! Eğer sen adalet yapmayı âdet edinirsen senin kadrin artar. Sen bana çok zulmettin. Her zaman gönlümü neşterliyorsun! Eğer sen bana zulmetmeyi reva görmüyorsan, oğluma neden el uzatıyorsun? Benim dünyada on sekiz oğlum vardı. Bu on sekizden şimdi ancak bir teki kaldı. Bu bir oğlumu bana bağışla. Her zaman ciğerimin yandığını gözünün önünde tut! Padişahım bana söyle, ben ne kabahat yaptım? Eğer suçsuzsam, bana yulmetmek için bahane arama! Ey taç sahibi! Benim halime bak da, derdime dert katma. Zaman belimi iki büklüm etti. Yüreğim umutsuz, başım dertle doldu. Gençliğim ve oğullarım elimden gitti. Dünyada evlâd gibi, insanı kendine çeken hiç bir bağ yoktur. Nihayet zulmün de bir ortası, bir sonu, bir sınırı ve bir sebebi olur. Söyle, sen ne sebeple benim başıma dünyanın felâketini getiriyorsun? Ben kimseye yararı olmayan bir demirci parçası olduğum halde, padişahın eliyle başıma ateşler yağıyor. Sen bir padişahsın ve ejder yapılısın ama, yine de bana adalet göstermen lâzım! Sen yedi iklimin padişahısın diye, neden bütün zahmetler bizim nasibimiz olsun? Bana ettiğin zulümlerin hesabın beraberce görsek, âleme göstersek, herkes şaşar kalır! Ve böylece, öldürülme sırasının benim oğullarıma nasıl geldiğini, senin yılanlarına yedirilmek üzere için beyinlerinin nasıl çıkarıldığı da yine herkesçe anlaşılmış olur!» dedi.
Dahhâk bu sözleri duyunca büyük bir şaşkınlığa uğradı. Bunun üzerine oğlunu ona bağışladılar ve tatlılıkla gönlünü almaya çalıştılar.
Padişah, ona da kendisi için yapılmış olan tutulgayı imzalamasını emretti.
Kawa, tutulgayı (fermanı) okur okumaz, memleketin orada bulunan ileri gelenlerine döndü. Ve yine coşarak: „Ey devrin köleleri! Yüreğinizden Tanrı korkusu silinmiş. Hepiniz cehennemin yolunu tutmuş, gönlünüzü devrin sözüne bağlamışsınız. Ben ne padişahtan korkarım, ne de bu tutulgayı imzalarım!” dedikten sonra köpüre köpüre ve kızgınlıktan titriye titriye yerinden fırladı, tutulgayı yırtıp ayaklarının altında çiğnedi.
Değerli oğlu önünde olduğu halde bağıra bağıra , söylene söylene saraydan dışarıya çıktı. Memleketin o büyük adamları padişahı övdükten sonra, ona: „Ey, yeryüzünün ünlü padişahı! Savaş gününde felek bile senin başına soğuk bir rüzgâr estiremezken, nasıl oluyor da, doğru dürüst konuşmayı bilmeyen bu Gâve senin huzurunda bu kadar ileri gidebiliyor? Yüreği ve başı kinle dolu. Buradan öyle bir gidiş gitti ki, Feridun’la sözleşmiş olduğu sanılabilir! Dünyada biz bu kadar çirkin bir iş görmüş değiliz! Şimdi gördük ve şaşırdık kaldık” dediler.
Ünlü Padişah onlara şöyle söyledi: Şimdi benim söyliyeceğime de şaşacaksınız. Gâve saraya girip de kulaklarıma onun sesi gelince. Onunla aramızda sanki demirden yapılmış iki dağ peyda oldu. İki elini başına vurunca, şaşkınlıktan sanki yüreğim param parça oldu. Bilmem ki bundan sonra daha neler olacak? Âlemin sırrını kim kavrayabilir ki?” dedi.
Gâve saraydan çıkınca halk, çarşının ortasında etrafını sarıverdi. Gâve kendisinden geçmiş olarak herkesi adâlet istemeğe çağırdı. Demircilerin demir döverlerken önlerine örttükleri deri önlüğü bir mızrağın ucuna geçirdi. Bunun üzerine çarşı halkı birbirine girdi, bir toz dumandır yükseldi. Kawa, mızrak elinde hem yürüyor, hem de coşkunlukla halka seslenerek: „ Ey Tanrı’ya tapan ünlü kişiler ! Feridun’un tarafını tutan, Dehak’ın boyunduruğundan kurtulur, birer birer Feridun’un yanına gidelim ve onun büyüklüğü sayesinde yaşıyalım. (…)”
Sonuçta, derafse-e kâviani (meşin önlüğü) bayrak olarak kullanan Kawa, Dehak’ın zulmünden kaçıp dağlara sığınan gençleri etrafına toplayıp Feridun’la birlikte Dehhâk’a karşı başkaldırır.
Dehak’ın korkulu rüyası olan ve onun tarafından tahtından indirilen Feridun, kimi kaynaklara göre İran kıralı Cemşid’in, kimi kaynaklara göre ise, Athwia adında bir kıralın oğludur. Feridun’un babası Dehak’ın adamları tarafından vurulup beyni Dehak’ın yılanlarına yedirilince, annesi Faranak, çocukları Feridun, Kayanus ve Purmayah’ı alıp bir dağa sığınır. Burada bir çobanın kulubesine yerleşir. Feridun’u bu çobana teslim edip diğer çocuklarıyla birlikta başka bir yere gider. Çoban, Feridun’u, Purmayah adlı kutsal sütüyle besler. Günün birinden Dehak’ın adamları tarafından, Feridun’un yerini söylemediği için çoban ve kutsal inek öldürülünce, annesi Feridun’u alıp komşu bir ülkede bilge bir dervişe teslim eder. Bu bilge tarafından yetiştirilen Feridun onaltı yaşına gelince annesinin yanına gelir, olup bitenleri annesinden öğrendekten sonra, zalim Dehak’ın ortadan kaldırılması için and içer.
Feridun, Kayanus, Purmayah adlarındaki ağabeylerini ve demirci ustası Kawa’yı yanına alıp savaş hazırlıklarını başlatır. Bu arada Feridun, ağabeyleri tarafından bir oyuna düşürülüp aşırı kıskançlık ve kin yüzünden öldürülmek istenirse de başarılı olamazlar.
Feridun, demirci ustası Kawa ve adamları Dehak’ın sarayını basarlar, Feridun, kimi kaynaklara göre ise Kawa, özel yaptırdığı öküz başına benziyen gürzü (gorze-ye gâv sirle) Dehak’ın başına vurup öldürmek isterken, kendisine gaibten bir ses gelir: „Onu şimdilik öldürme, daha zamanı gelmedi.” Tanrı buyruğu gereğince, Feridun ve Kawa, Dehak’ı Demavend dağına götürüp kimsenin çöze-meyeceği şekilde „bande-e çarme şir” denilen aslan derisinden yapılmış sicimlerle „mismar” adı verilen iri demir çivilere bağlayıp bir mağaraya kapatıp ölüme terkettirirler. Böylece kötülüğün simgesi olan Dehak ortadan kaldırılıp iyiliği temsil eden Feridun iktidara getirilir ve ülkede sevgi, huzur, barış, dostluk, eşitlik ve kardeşlik egemen olur.
[10] KURDİYE BİTLİSİ: 1918 : 7-11. [11] Jin, Kovara Kurdi-Tirki, 1985: 43-45 (135). [12] GORDLEVSKI, V. 1927: 5-13); İNAN, A. 1952: 62-63. [13] YÜCEL, H. A. 1932: 91. [14] DEDE, A. 1982: 93-108. [15] OYTAN, M.T. 1970: 411. [16] GÖLPINARLI, A. 1977: 255- 256. [17] OSTERN: (Eski Almanca östarun’dan) Bahar bayramı, eski halk inançlarında Bahar Tanrıçası’nın adı. Hıristiyanlık’ta Hz. İsa’nın ölümü ve göğe yükselişi, yeniden dirilişi anısına yapılan bayram. Hıristiyanlar, Nisan ay’ı ortalarında, Hz. İsa’nın havarileriyle birlikte yediği son akşam yemeği (Hz. İsa’nın tenini simgeleyen ekmek ve kanını simgeleyen şarabın takdis edildiği, kudas) günü anlamına gelen Gründonnerstag (Yeşil Perşembe), çarmığa gerildiği ve bu nedenlede yas günü olan Karfreitag (Kara Cuma) ve Karsamstag (Kara Cumartesi) gününde başlayarak ve çeşitli ayinler yaparak Ostersonntag (Pazar günü) Hz. İsa’nın diriliş günü olan Paskalya (Pâk yortusu) kutlanır. Yahudiler’de ise, büyük dinî bayram olan Paskalya yortusu (İbranice pesah’tan geçiş, çıkış ) İbrani halkının Mısır’dan çıkış günü olarak kutlanır. Birinci gök ay’ının 14. günü olan 14/15 Nisan’da (baharın ilk dolunayında) başlayan Paskalya bayramı İsrail’de 7, Avrupa’da 8 gün sürmektedir. Baharın gelişiyle birikte doğanın canlanması, yeniden hayat bulması, ilk ürünlerin verimli ve bereketli olması, o yılın acılar-dan, sıkıntılardan, hastalıklardan, kötülüklerden, kada ve belalardan uzak, sağlık, huzur, birlik, dirlik, bereket ve bolluk içerisinde geçmesi dileğiyle Paskalya bayramında da Nevruz törenlerinde olduğu gibi eski halk inançlarına dayalı yumurta boyanması, ateş yakılması, börek, çörek pişirilmesi, ilk ürünlerin adak olarak sunulması gibi çeşitli uygulamalar ve ritueller yerine getirilmektedir. [18] SAKAOĞLU, N. 1995: 35. [19] PİROĞLU, A. L. 2001: 25-28. [20] ERÖZ, M. 1977: 361.