Hacıbektaş’taki Cami Yalanı

Necdet Saraç

Milletvekili Hüseyin Aygün’ün Meclis’e cemevi açılması için yaptığı başvuru, TBMM Başkanı Cemil Çiçek tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “İslam’da cami ve mescit dışında başka bir ibadet yeri yoktur” şeklindeki rapor esas alınarak reddedilmişti. Hüseyin Aygün de “bu karar haksız bir karardır” diyerek Ankara 6. İdare Mahkemesi’ne dava açmış, yargıyı göreve davet etmişti. TBMM, “hukuki dayanaktan yoksun olduğunu” iddia ettiği bu davanın reddedilmesi için mahkemeye dört sayfalık bir savunma gönderdi.
Ülkenin en güvenilir ve bütün yurttaşlara karşı eşit mesafede ve tarafsız olması gereken kurumu TBMM’nin savunması tam bir felaket. İnanılır gibi değil ama TBMM’nin savunmasının kurumsal kimliği ile hiçbir alakası yok: Savunmada, “Alevilik müstakil bir din değil” deniyor, “Diyanet herkesi temsil ediyor” deniyor, “İslam’da cami ve mescit dışında başka bir ibadet merkezi yok” deniyor…

Savunmayı yazan, Meclis değil, sanki teolojik bir merkez. Savunmayı yazan da hukukçu değil, sanki Sünni bir din uleması! Üstelik, yazan kişi, bilinçli olarak yalan bir bilgiyi gerçek gibi yazmamışsa, bilgisiz ve cahil!

TBMM adına savunmayı kaleme alan “Hukuk Hizmetleri Başkanvekili Yıldız Bezginli” savunma yazısında lafı “Aleviler zaten camide ibadet eder”e getirerek diyor ki; “Hacı Bektaş Veli Külliyesi’nde de ibadethane olarak cemevi değil bir cami var, kaldı ki, birçok yerleşim yerinde de Aleviler ibadethane olarak camiyi kullanırlar” diyor…

Artık ezberlediğimiz bu klasik “Sünni tezleri” bir kenara bırakarak ben size yalnızca Hacı Bektaş Dergâhı’ndaki cami gerçeğini anlatayım:

1820’li yıllardı… Osmanlı, sürekli toprak kaybediyor, hızla çöküyordu. Mutlaka bir “günah keçisi” bulmak gerekiyordu. 300 yıldır zaten bilinen ve bütün “günahların keçisi” belliydi: Bektaşiler. II. Mahmut, “İslam birliği” için, ulemanın da onayını da alarak “Ümmet-i Muhammed’i” ateist ve  mülhit olarak adlandırılan “güruh-u Alevi”lerin “şerrinden korumaya karar vermişti”. Fermanını hemen yayınladı: “Allah’ın kitabına ve Peygamberin sünnetine uymayanlar, şeriata göre cezalandırılacaklardı. İslama aykırı inanç, ateizm ve dalalet kökünden kazınacaktı. Dinin yenilenmesi ve canlanması için, Bektaşi tekkeleri ilga edilecek, bunun için de önce Yeniçeri Ocağı kapatılacaktı.”

II. Mahmut dediğini yaptı: “Yeniçeriler 15 Haziran 1826’da isyan alameti meşhur kazanları ile son defa bugünkü Vatan Caddesi civarında bulunan ‘Et Meydanı’na geldiler. O sırada tellallar da, padişahı seven herkesi ‘Ar Meydanı’na yani şimdiki Sultanahmet’e çağırıyordu. Ar Meydanı’nda toplananlar daha önce planlandığı gibi Et Meydanı’na saldırdılar ve binlerce Yeniçeri Osmanlı tarihine “Hayırlı Olay” olarak geçecek bir katliamla kılıçtan geçirildiler… Ancak bu yeterli değildi. “Dinin yenilenmesi ve canlanması, dalaletin kökünden kazınması için, Bektaşi tekkelerin de ilgası”, yani varlıklarını ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunların “bütün izleri” ancak böyle yok edilebilirdi. Çünkü o sırada Anadolu’da ve Balkanlarda yaklaşık 700 Bektaşi tekkesi ve dergâhı vardı.
Bunun için de hazır olan fetva ve ferman çekmeceden çıkarılır ve uygulamaya sokulur:   “Anadolu’daki bütün Bektaşî tekkelerinin, türbe mahalleri hariç, bütün binalarının yıktırılmasını, eşya, emlâk ve müsakkafatların zoralımı ile devlete gelir kaydedilmesini ve Hamdi Bîn Feyzullah’ın Fesad-ı Belde’ye bais olduğundan Amasya’ya sürgün edilmesine…”
Yeniçerilerle birlikte, binlerce Bektaşi öldürülür, yüzlercesi “makarr-ı ulemâ olan beldelere” sürgüne gönderilir, Bektaşi tekkelerinin yeni olanları yıktırılır, 60 yıldan daha eski olanları ise “Nakşibendi tarikat şeyhlerinin uhdesine” verilir, dergâhlarının bütün mal varlıkları ya “ehl-i sünnet” tarikatlara verilir veya Hazine yararına müzayede usulü ile satılır…

TBMM adına yazılan savunmada bahsi geçen Hacı Bektaş Dergâhı’na ise Nakşî şeyhlerinden Kayserili Şeyh Mehmed Said Efendi tayin edilir ve 1834 yılında, yani bundan tam 178 yıl önce işte bu Nakşi Şeyhi, II. Mahmut’un talimatıyla dergâhta “Ak Cennet” denilen yere minaresiyle birlikte bir camiyi yaptırır! İşte bugünkü cami o camidir ve ne Alevi ne de Bektaşi geleneğiyle hiçbir  ilgisi yoktur! O zaman da, bugün de Alevi merkezlerine cami dikmenin amacı hep aynı olmuştur: Alevleri asimile etmek, Sünnileştirmek! 1980 darbesi sonrası da Alevi köylerine dikilen camiler de bu “kutsal amaç” için dikilmemiş miydi? Peki ne oldu? Hiç bir dönem cemaati olmayan bu camilerin birçoğu köylerde viraneye dönerken, bir kısmı da merkezi sistemden beş vakit ezan okunan, “elektronik propaganda merkezleri” oldular…

Hacı Bektaş Dergâhı’nın girişinde avlunun solunda yer alan “Meydan Evi”nin dergâhın kuruluşundan bu yana “tarikata girme, ikrar verme, nasip alma ve cem ayinlerinin yapıldığı” bir yer olduğunu bile bilmeyen bu cahiller, kalkmışlar bir de “bunların cemevi bile yok” diyorlar… Ayıptır!

http://www.yurtgazetesi.com.tr/hacibektastaki-cami-yalani%E2%80%A6-makale,2805.html

 

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*