Hz. Ali’nin Mucizeleri

Buyurdu ki: Senin gücünü kardeşinle arttıracağız. Ayetlerimizle ikinize de öyle bir güç vereceğiz ki onlar, size erişmeyecektir” (Kasas 35. Ayet)

Hafız şeyh Recep el-Bersi şöyle naklediyor:

Firavn, Allah’ın laneti üzerine olsun, Harun’un Musa’ya katılıp onun huzuruna geldiklerinde Firavn’un kalbine bir korku girdi. Çünkü ikisinin önünde ata binmiş, elbiseleri ve kılıcı altından olan bir şahısı görmüştü. Firavn da altını çok seven birisiydi. O süvari Firavn’a dedi ki: Bu iki adama (Musa ve Harun’a) icabet et! Yoksa seni öldürürüm. Bundan korkan ve çekinen Firavn, Musa ve Harun’un dışarı emanet içinde çıkmalarına müsaade etti. Onlar çıktığında kapıcısını yanına çağırtıp cezalandırdı. Kapıcıları ise Firavn’un izzeti üzerine Musa ve Harun’dan başka hiç kimsenin kapıdan içeri girmediğine yemin ettiler. Bu süvari ımam Ali aleyhisselamın misali idi. Onunla şanı yüce olan Allah önceki peygamberlere sırren ve peygamber efendimiz Muhammed (saa)’e ise açık olarak güç vermişti. Nitekim kendisi Allah’ın en büyük ayetlerindendir ki, onunla nice velisine kıldı. O suret ile hep yardımcı olmuştu. Evliyalar da o büyük kelime ile dua ederlerdi ki, duaları kabul olunur ve darlığa düştüklerinde onunla kurtulurlardı. Buna şanı yüce olan Allah şöyle işaret etmiştir: “Ayetlerimizle ikinize de öyle bir güç vereceğiz ki onlar, size erişmeyecektir” Abdullah bin Abbas dedi ki: “Bu büyük ayet o süvari olmuştu”
(Hafız Recep el-Bersi “Meşâriku Envâr’ül Yakîn Fî Esrâr Emir’ül Müminin” S.81 / Enis Emir “Kuran’da Ehl-i Beyt” S. 203)

Bir gün Resulullah (saa)’ın huzurunda bir cinni vardı. Müşkül konular hakkında sorular soruyordu. Müminlerin Emiri Hz. Ali (as)’nin peygamber efendimize doğru geldiğini gören cinni o kadar ürktü ve korktu ki, bir kuş şekline dönüşüp titremeye başladı ve dedi ki: “Ey Resulullah! Beni koru! Resulullah (saa) buyurdu ki: “Seni kimden koruyayım?” Cinni dedi ki: “Sana doğru gelen şu genç adamdan!” Resulullah buyurdu ki: “Hangi sebepten dolayı bu genç adamdan korkuyorsun” Cinni dedi ki: “Tufan olduğunda Nuh’un gemisini batırmak için elimi uzattığımda bu genç elimi vurup kesmişti.”
Cinni kesilen elinin yerini çıkarıp gösterdi. Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: “Evet, doğru söylüyorsun, o genç budur”
(Hafız Recep el-Bersi “Meşâriku Envâr’ül Yakîn Fî Esrâr Emir’ül Müminin” S.85 / Enis Emir “Kuran’da Ehl-i Beyt” S. 204)

Bir gün Resulullah (saa) bir başka cinni ile oturup sohbet ederken, Müminlerin Emiri ımam Ali’nin geldiğini fark eden cinni korkmuş ve demiş ki: “Ey Resulullah! Bu gelen gençten beni koru!” Resulullah (saa) buyurdu ki: “Bu genç sana ne yaptı ki?” Cinni dedi ki: “Süleyman’a karşi çıktığımda o bana karşi cinler göndermişti. Ben o cinlere karşi mücadele ederken bu genç süvari olarak üzerime geldi ve beni esir alarak yaralamıştı. ışte vurduğu yer şurasıdır ve halen iyileşmedi”
(Hafız Recep el-Bersi “Meşâriku Envâr’ül Yakîn Fî Esrâr Emir’ül Müminin” S.85 / Enis Emir “Kuran’da Ehl-i Beyt” S. 204)

(2)
Hz. Ali’nin eşinin adı birçoklarınızın bildiği gibi Hz. Peygamber (saa)’in kızı Fatımatüz Zehra’dır. Annesinin adı da Fatıma bint Esed’dir.
Fatıma bint Esed, çocukluğunda birkaç Arap kızı ile çöle gittiler. Oynuyorlardı. Uzaktan bir aslan onlara doğru geliyordu. Fatıma’dan büyük kızların hepsi kaçtılar, yalnız Fatıma bint Esed, küçük olduğu için kaçamadı, ne yapacağını şaşirdı, hayran kaldı. Bu sırada çölden bir süvari peyda oldu, kılıcını çektiği gibi Arslanı iki parçaya böldü. Fatıma bunu görünce kendini süvarinin ayağına attı, boynunda olan gerdanlığı açarak ona hediye verdi.
Fatıma’nın baba ve annesi kızlardan hadiseyi duyunca ağlayarak çöle düştüler. Fatıma’yı selamette buldular. Onlar da bu sefer süvariyi aramaya başladılar, onu bulup Mekke’ye götüreceklerdi. Fakat onu bulamadılar, bulamayınca Mekke’ye döndüler.
Günlerden bir gün Allah’ın galip arslanı, çocukluk zamanında annesi ile şakalaşiyordu. Annesi ona dedi ki: “Ey oğul, sen henüz çocuksun, çocuklar anneleri ile şaka yapmazlar”
ımam Ali: “Anneciğim, arslanla süvarinin kıssasını ne çabuk unuttun. Seni arslanın elinden kurtaran o süvariyi hatırlayabilir misin?” diye sordu.
Hz. Fatıma sordu: “Benim ile o süvarinin arasında geçen olaya dair bir delilin var mı?”
ımam Ali elini koynuna götürdü, annesinin gerdanlığını çıkardı ve dedi ki: “Ey anneciğim, bak gör bakalım, bu gerdanlık aynı gerdanlık mı, değil mi?”
Hz. Fatıma: “Evet, aynı gerdanlık” dedi.
ımam Ali: “Arslanı öldüren ve seni ondan kurtaran ben idim” dedi.
(Op. Dr. Mehmet Ali Derman “Dört Büyük Halife” S.282 Osmanlı Matbaası ıstanbul 1977)

(3)
HZ. Ali'nin KESİLEREK ÖLDÜRÜLMÜş BıR DELİKANLIYI 41 GÜN SONRA DİRİLTMESİ.
Ebu Cafer Meysem es-Semmar şöyle anlatıyor :
Bir gün Emir’ün Nahıl (Arıların Emiri) Ali’ nin huzurunda idim. Ben ve bir cümle halk kitlesi onun vaazını dinliyorduk. Bir de baktım ki, bir Arap kafilesi geldi. Kapıdan bir adam içeri girdi. Tam zırh kuşanmıştı. ıki tane de kılıcı vardı. Selam vermedi ve sesini çıkarmadı. Herkes ona hayretle bakıyordu. Mevlamız Emir’ül Müminin de başinı kaldırıp adamın yüzüne bakmadı. Gelen adam şöyle söze başladı : Sizin en kahramanınız kimdir,
Cesareti müşteba, fazileti ilim ve cemal ile sargılı olan, kerametlerle vasıflandırılan, Kabe-i Muazzama’da doğan hanginiz? Ebu Talib’in oğlu, Muhammed’in halifesi ki, kendi zamanında onu koruyarak onun şanını yükseltip gücünü arttıran, hanginiz 2 Amru’yu öldüren?
O zaman Emir’ül Müminin: Ey Ebu Said Fadıl’ın oğlu, Eş’as’ın oğlu, Samirri’nin oğlu benim. ıstediğini sor? Melhuf olan kimselerin kinzi (sığınağı) benim. Marufla vasfedilen benim. Kâf ve Kuran’il Mecid benim. Nebe’ül Azim benim, Sırat’ul Müstakim benim. Alim benim. Hakim benim, hafiz benim, rafi benim. Faziletimle bütün kitaplar konuştu ve benim ilmime akıl sahipleri tanıklık ederler. Ben Resulullah’ın kardeşi ve kızının kocasıyım.
O zaman Arap dedi ki : Rumuzlarınla ve isimlerinle değil.
Hz. Ali : Ey Arap kardeş, O yaptıklarından sorulmaz. Onlar hesaba çekilirler.
Arap şöyle dedi: Senin ölüyü diriltebileceğini, dirileri de öldürebileceğini, bir kimseyi zengin ve yoksul yapabileceğini ve her türlü müşkülatı çözebileceğini haber aldık. Ey kavminin genci, bunlar doğru mudur?
Hz. Ali : Ey Arap, maksadın nedir, sor. O zaman Arap dedi ki:
Ben sana altmış bin nüfuslu Akime kabilesi tarafından elçiyim. Benimle bir ölü gönderdiler. Bundan bir müddet evvel öldürüldü. Öldürülme sebebinde büyük bir ihtilaf oldu. Bu yüzden öldürüleni sana getirdik. şu anda mescidin kapısı önündedir. Eğer onu diriltirsen senin necip asıllı sadık olduğuna inanırız. Senin Allahın yeryüzündeki hucceti olduğundan haber ettiler. Yok eğer diriltemezsen onu kavmine geri götüreceğiz buna gücün yetmediğine kanaat edeceğiz ve gücün olmadığı şeylere nefsinden konuşuyorsun. O zaman Hz.Ali Meysem’e : Ey Meysem, kalk da Kufe sokaklarında,
Kim ki, Muhammed’in damadı ve kardeşi olan Ali’ye Allahın kendisine verdiği fazilet ve ilmi görmek isterse yarın Necef’e buyursun.
Meysem döndüğü zaman Emir'ül Müminin ona Arabiyi evine konut etmesini ve emreder. Meysem dedi ki : Arabiyi ve ölüyü…. aldım. Menzilime götürdüm ve ailem ona gereken hizmeti karşiladılar.
Bir sonraki gün Emir'ül Müminin Sabah namazını kıldıktan sonra onunla gittim, Küfede iyi kötü hiçkimse kalmadı herkes Necef’e geldi.
Bunun üzerine Kufeliler toplandılar. Hz. Ali Arabiye ve bir kısım ahaliye cenazeyi devenin üzerinden indirmelerini söyledi. Cenazeyi indirdiklerinde üstündeki örtüyü çıkarttılar. Hz. Ali sordu : Kaç günden beri ölmüş?
– Kırk bir gün oldu ey Ali.dediler.
– Peki niçin bu adamı kestiler?
– Bilmiyoruz. Gece sağ salim yattı. Sabahleyin ise kulaktan kulağa kesilmiş vaziyette görüldü, dediler.
Hz. Ali, Araba ve gelen heyete : Bunu kesen kayınbabasıdır. Çünkü kızının üzerine bir daha evlendi. Kızına bakmaz oldu. ışte bundan hiddetlenen kayınbabası gece yatarken kesti. Arap ve gelen heyet : ya Emir’ül Müminin, biz senin söylemene razı olsak bile kabile razı olmaz. Bunu dirit de kabileye gitsin kendisi anlatsın. Yoksa kabile tamamen ayaklanmış, kılıçları çekip birbirine düşecektir. O zaman Hz. Ali, Hz. Muhammed’ül Mustafa (saa)’ya birçok salavatlar getirip ölünün ayağını salladı ve : Kalk dedi, ey Hanzileh oğlu Mudrik, seni dirilten Ali’dir. Gülam derhal dirilip oturur ve : Buyurun, ey çürümüş ve dağılmış kemikleri dirilten. Hz. Ali ona : Seni kim öldürdü? Diye sordu. Adam: Beni öldüren kayınbabamdır. ısmi de Haris’tir, babası da Remat’tır. Hz. Ali yine sordu. : Kabileye akrabalarının yanına gider misin?…
Adam: “Hayır, gitmem ey Müminlerin Emiri, çünkü kayınbabamın beni tekrar kesmesinden korkarım. Sen de olmazsan beni kim tekrar diriltecek?. O zaman Hz. Ali Araba ve onunla gelen heyete : “Gidin kabileye, gördüğünüz ve işittiğiniz gibi bu durumu anlatın. Gülam benim yanımdan ayrılmıyor. Gelen heyet derhal geri gittiler. Dirilen zat da Hz. Ali’nin yanında Küfe’de kaldı. Nihayet Sıffin Savaşinda Muaviye askerleri tarafından şehit edildi.

(4)
ESRARU EMİR’ÜL MÜMİNİN

Bir gün Cebrail aleyhisselam Resulullah (saa)’nın yanında iken Hz. Ali gelir. Cebrail o zaman ayağa kalkar. Resulullah (saa) ona: Bu gence ayağa mı kalkıyorsun” dedi. Cebrail dedi ki: “Çünkü onun bana öğretme hakkı vardır” dedi. Resulullah dedi ki: “Nasıl bir öğretme hakkı vardır ey Cebrail?” dedi. Cebrail dedi ki: “Allahu Teala beni yarattığında bana sordu ki: Sen kimsin, adın nedir, ben kimim ve adım nedir?” Ben ne cevap vereceğime hayret ettim. O zaman nurlar aleminden bu genç geldi ve bana ne cevap vereceğimi öğretti. Bana buyurdu ki: De ki: “Sen Celil olan Rabbimsin ve adın Cemil’dir, ben de zelil olan kulum ve adım da Cebrail’dir.” Bunun için ona ayağa kalktım ve onu tazim ettim. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Ey Cebrail, yaşin kaç?” Cebrail dedi ki: “Ey Resulullah, Arş’ta bir yıldız var ki, her otuz bin yılda bir kez çıkıyor. Onu otuz bin kez çıktığını gördüm”

(Envar’ün Numaniyyeh c.1, Bab: 1, s.15 / Yunus Ramadan’ın “Buğyet’üt Talib fi Marifeti Aliyyibni Ebi Talib” s.295 Beyrut Bas. / Selüni Kable en Tefkuduni kitabı.)

(5)

Hz. Ali (a.s)’nin şecaat ve Yiğitliği
ımam Seccad (a.s) Yezid’in önünde kendisini tanıtırken Hz. Ali (a.s)’ın sıfat ve faziletlerini sayarak şöyle buyurdular:
“Ben öyle bir adamın oğluyum ki, herkesten daha cesaretli ve yiğit idi; iradede herkesten daha güçlü idi; savaşta bir aslan gibi düşmanı öldürüyordu; kuru otlarda esen bir kasırga gibi onları dağıtıyordu.” [98]
Allame ıbn-i Ebi Cumhur el- ıhsai şöyle naklediyor:
“Cabir-i Ensari şöyle rivayet etmiştir: Basra’da (Cemel Savaşinda) Hz. Ali (a.s)’la birlikte idim. Yetmiş bin kişi bir kadınla (Aişe ile) toplanmışlardı, savaştan kaçan her insanın; “Ali beni hezimete uğrattı”, yaralanan her şahsın; “Ali beni yaraladı”, can veren herkesin; “Ali beni öldürdü” dediklerini gördüm. Ordunun sağ kolunda olduğumda Hz. Ali’nin sesini duyuyordum; sol kolunda olduğumda yine onun sesini duyuyordum. Talha’nın can verdiği an onun yanından geçerken; “Kim bu oku sana attı” dediğimde; “Ali bin Ebi Talib attı” dedi. Bunu duyunca; “Ey Bilkıys ve ıblis hizbi! Ali ok atmamıştır, onun elinde sadece kılıç vardır” dedim. Talha dedi ki: “Ey Cabir! Ali’nin göğe çıktığını, yere indiğini, doğudan ve batıdan geldiğini görmüyor musun? Doğu ile batıyı bir şey yapmıştır, süvariye yetiştiğinde onu mızrak vs. şeyle dürtüyor; biriyle karşilaştığında onu öldürüyor, yaralıyor ve yüzüstü yere seriyor veya; “Ey Allah’ın düşmanı öl” dediğin de o adam ölüyor, ondan hiç kimse kurtulamıyor.” [99] Savaşlardan birinde Hz. Ali (a.s)’ın komutanları ımama: “Eğer yenilgiye uğrarsak sizi nerede bulabiliriz?” diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Beni nerede bıraktıysanız ben oradayım, oradan başka bir yere ayrılmam.” [100]

Kaynaklar:
[98] – Bihar’ul- Envar, c.45, s.138.
[99] – El- Mecla, s.410.
[100] – Hz. Ali Kimdir?, s.242.

(6)

Hz. ALİ NİN 1000 YILLIK ÖLÜYÜ DİRİLTMESİ

Birgün, Sultân-i Enbiyâ ve Resûl-i müctebânin huzûrlarına üç kimse geldi. Biri hazret-i İbrâhîm aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i İsâ aleyhisselâmın kavminden idi. "Salevâtullahi aleyhim ve alâ nebiyyinâ." Hazret-i İbrâhîm kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki: Yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerin büyüğü ve efdali benim diyorsun. Nereden bilelim ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin makbûlüsün. Hazret-i İbrâhîme Allahü teâlâ halîlim demiştir. Resûlullah "sallallahü teâlâ aleyhi ve alihi ve sellem" buyurdu ki; "Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, hazret-i İbrâhîme halîlim dedi ise, bana habîbim demiştir. Kişinin dostumu yakındır, yoksa mahbûbu mu [sevgilisi mi]." O kimse hayrân olup, cevâba kâdir olamadı. Hemen Resûl-i ekremin mubârek cemâline nazar edip, kalbden (Eshedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ serîkeleh. Ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh.) dedi. Ondan sonra hazret-i Mûsâ kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki, yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerden benim mertebem yüksekdir. Hepsinin serveri ve sultânı benim, diyorsun. Nereden inanalım ki, Allahü teâlâ hazretlerinin yanında senin merteben, diğer Enbiyâdan yüksektir. İşittik ki, Allahü teâlâ , hazret-i Mûsâya kelîmim demiştir. Her zemân Tûr-i sînâya çıkarıp, kelâm söyler idi. Hazret-i Fahr-i âlem ve seyyid-i veled-i Âdem "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" buyurdular ki, "Allahü Sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Mûsâya kelîmim dedi ise, bana habîbim, demiştir. Eğer hazret-i Mûsâyi Tûr-i sînâya çıkardı ise, bana, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmla, Cennet elbiseleri ile burakı donatıp, gökleri, yerleri, arşi ile kürsîyi ve Cennet ve Cehennemi ve kevn-ü mekânı az zemân içinde seyr ettirdi. Kabe kavseyn ev ednâ rütbesine varınca, Allahü teâlâ bana o seklde ihsânlar ve nihâyetsiz lutfler eylemiştir ki, hicâbi aramızdan kalkmıştır. Elhamdülillah ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ biz za’îf kullarını o sultânın ümmetinden eyledi. Allahü teâlâ hazretleri bana va’d eyledi ki, benim ümmetimden her kim benim rûh-i pâkime günde yüz kerre Salevât-i serîfe getirmeyi âdet hâline getirip, terk eylemese, bin kerre rahmet eyler. Ve Cennet içinde bin derece verir. Bin günâhı mahv olur. Bin altın sadaka vermişçesine sevâb verir." Ebû Hüreyre ve Enes bin Mâlik rivâyet etmişlerdir ki, o kimse de birşey söyliyemeyip, cevâba kâdir olmayıp, Resûlullah "sallallahü teâlâ aleyhi ve alihi ve sellem" hazretlerinin mubârek ayaklarına yüz sürüp, bin zevk ile parmak kaldırıp, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh) dedi. Ondan sonra, hazret-i Îsâ aleyhisselâm kavminden olan, ileri gelip, dedi ki, yâ Muhammed! Allahü teâlâ hazretlerine bütün Peygamberlerden yakînim ve sevgiliyim. Seyyidil evvelin ve âhirîn benim, dersin. Hazret-i Îsâ aleyhisselâmin rûhullah olduğunu isitmedin mi. Allahü teâlânın emri ile ölüleri diriltirdi. Fahr-ül kevneyn ve Resûl-i sekaleyn "sallallahü teâlâ aleyhi ve alihi ve sellem" buyurdu ki, (Varın, Alîyi çağırın.) Eshâbdan birisi gidip, hazret-i Alîyi çağırdı. Hazret-i Alî geldikden sonra, Resûl-i ekrem hazretleri, o kimseye buyurdu ki, (Bir eski mezâr ki, ondan eski mezâr olmasın. Var Alîye göster.) O kimse dedi, falan yerde bir mezâr vardır. Bin yıllık mezârdır. Hazret-i Habîb-i ekrem "sallallahü teâlâ aleyhi ve ve alihi ve sellem" buyurdu ki, (Yâ Alî! Var o mezârin üzerine üç kerre çağır. Bekle ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emri ile ne zuhûr edecekdir.) Hazret-i Alî "aleyhisselam" o mezârin üzerine varıp, bir kerre (yâ Ya’kûb!) diye çağırdı. Allahü tebâreke ve teâlânin emr-i serîfi ile mezâr orta yerinden yarıldı. Bir def’a (yâ Ya’kûb) diye çağırdı. Mezâr açıldı. Bir def’a dahâ (yâ Ya’kûb) diye çağırdı. O sırada mezâr içinden bir nûrânî pîr kalktı. Saçları uzamış. Başindan toprağı saça saça ayak üzerine durup, yüksek sesle söyledi ki, (Eshedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ şerîke leh. Ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh.) Ondan sonra hazret-i Alî ile hazret-i Habîb-i ekremin "sallallahü teâlâ aleyhi ve alihi ve sellem" huzûruna gitdiler. Bu açık mu’cizeyi görmekle çok kâfirler îmâna geldiler. Hazret-i Îsâ "alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm" kavminden olan kimse müslimân oldu.
KAYNAK: Seyyid Eyyûb bin Siddîk "MENÂKIB-I ÇIHÂR YÂR-I GÜZÎN" (Dört Halîfenin Üstünlükleri) 6. BAB, Yirminci Menâkib:

(7)
Hz. ALİ' NİN Sözüne İtiraz Edenlerin Deli Olması
Hazret-i emîr-ül mü’minhu vechehü" bir gün minbere çıktı. Buyurdu ki: Ben Allahın kulu, Resûlünün kardeşi, Cennet kadınlarının seyyidesinin nikâhlısıyım. Her kim benden gayri bu da’vâda bulunsa, Allahü teâlâ hazretleri o kimseye belâ verir. O meclisde olan bir kisi, dedi ki: Allahın kuluyum ve Resûlullahın kardeşiyim sözü kimseye hos gelmez, bu söze kimse inanmaz. O sahs yerinden kalkmadan, aklını kaybedip, deli oldu. Onu, ayağından yapışıp, mescidden dışarı sürüdüler. Komşularından, ona dahâ evvel böyle bir şey olmuş mu idi diye sordular. Dediler ki, olmamıştı. Herkes bildi ki, Emîr-ül Mü’minîn Alî "kerremallahu vechehü" nin sebebi ile oldu. (Sevâhid-ün nübüvve)den alınmıştır.
KAYNAK: Seyyid Eyyûb bin Sıddîk "MENÂKIB-I ÇIHÂR YÂR-I GÜZÎN" (Dört Halîfenin Üstünlükleri) 6. BAB, Altmışıncı Menâkib

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*