İlk İmam / Hz. ALİ.

Hz. Ali, Milâdi takvime göre 21 Mart 598’de (bazı kaynaklara göre 21 Mart 599 da) Mekke / Kabe’de doğmuştur. 24. 01. 661 tarihinde ise, Abdurrahman İbni Mülcem-i Murâdî adlı bir Harici tarafından zehirli bir kılıçla şehit edilmiştir. (Kimi kaynaklar Hz. Ali’nin şahadetini 28 Ocak 661 olarak açıklarlar) Kabrinin Necef’de olduğu sanılıyor. Asıl adı Abd’ül Menaf’tır. (8)

Hz. Ali’yi şehit eden bir Harici’dir. Hariciler, Hz. Ali taraftarları içinden çıkan bir guruptur. Hz. Ali Halife olduktan sonra ona başkaldıran ve onu tanımayan Muaviye ile Hz. Ali arasında çeşitli ihtialflar çıktı. Kılıç zoru ile müslüman olanlardan olan Muaviye eskiden beri kin güttüğü ve fırsatlar kolladığı Hz. Ali’ye karşı Osman’ın öldürülme olayını bahane ederek savaş açtı. Sıffeyn savaşı denilen bu savaşı Hz. Ali kazandı. Ancak Muaviye hile ile başka çelişkiler yarattı ve Hz. Ali taraftarları arasında huzursuzluklar çıkarttı. Bu huzursuzluklar sonucu Hz. Ali taraftarları içinden çıkan Harici’ler hem Hz. Ali ve hemde Muaviye’nin ortadan kaldırılmasını planlayarak Hz. Ali’yi şehit ettiler. Muaviye ise yaralı kurtuldu.
Hariciler bu olaydan sonra hep Hz. Ali taraftarları ile savaşarak varlıklarını sürdüren bir gurup olarak günümüze kadar geldiler. Bugün Afrika’nın kuzey taraflarında, Cezayir, Tunus ve Trablus’un bâzı yerlerinde, Doğu Afrika’da, Zengibar’da Maksat ve Oman’da bir miktar mensupları vardır. Asıl merkezleri Zengibar’dır
Alevi inancında Hz. Alinin doğum tarihi 21 Mart’tır ve bugün Nevroz (Newruz) Bayramı kabul edilir. Aleviler arıca bugünün başka kudsiyetlerine de inanırlar. Nevruz da kimi yörelerde 9 güne kadar oruç tutulur, kurbanlar kesilir, kabirler ziyaret edilir ve sadakalar dağıtılır. Ateşler yakılır, halaylar çekilir, türküler söylenir, yaşama coşku ile bağlanarak umutlar yinelenir. Nevruz Alevilikte bir neşe ve Barış bayramıdır.
Hz. Ali, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in amcasının oğludur. Onun yanında büyümüş ve eğitimini önemli ölçüde ondan almıştır. İslamiyet’i ilk kabul eden kişidir. Ayrıca Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatima ile evlenmesi vasıtası ile onun damadıdır. Hz. Muhammed’in ‘’Ehl-i Beyt’im’’ yani ailem dediği kişilerden biridir. Hz. Fatima’dan doğan çocukları vasıtası ile Peygamber soyunun sürdürücüsüdür.
Hz. Peygamber, kendisinden sonra Halifenin kim olması gerektiği konusunda belirttiği beyan ve Hadisleri doğrultusundan yerine Vekil bırakmak istediği kişidir.
Hz. Peygamber bir çok Hadis ve sohbetinde kendisinden sonra Hz. Ali’yi Halife olarak tanıtmıştır. Ne var ki Hz. Peygamberin vefatı ile verilen sözler unutulmuş ve Hz. Ali ile bazı taraftarları Hz. Peygamberin defin işlemleri ile ilgilenirken, diğerleri acele tarafından Ebu Bekir’i Halife seçerek bir oldu-bitti vakası ile Hz. Ali’nin hakkı olan Halifelik makamını gasp etmişlerdir.
Hz. Muhammed’in Halifelik makamını Hz. Ali’ye layık görmesi ve onu önermesi elbette sıradan bir akrabalık ilişkisi olamazdı. Böyle olsa Hz. Muhammed’in kendi diğer bazı akrabalarını da bu mantıkla gözetmesi gerekirdi. Hz. Muhammed bir Hadislerinde Hz. Ali’yi kast ederek ‚’’Ali’nin on sekiz özelliği var ki, bunların hiç biri bu ümmetten hiç kimsede yoktur’’ buyurmuşlardır. Bu özelliklerden bir kısmı sadece akrabalık ilişkisi ve benzeri anlamlarla değerlendirilse bile, diğer başka özellikleri muhakkak ki Hz. Ali’nin olağanüstü birikim ve yeteneklerinden kaynaklanıyordu.
Hz. Muhammed ‚’’ Ben İlim şehriyim, Ali onun kapısıdır, İlim isteyen kapısına gelsin’’ derken, diğer bir yanı ile de muhakkak ki Hz. Ali’nin bilgeliğine dikkat çekiyordu.
Hz. Ali’nin en önemli özelliklerinden bir kaçı, insani ahlâk, yiğitlik, mazlumu koruma, cömertlik, yardımseverlik, erdem, vefa, olgunluk ve yola bağlılık konusunda  “güvenilir olmak”tır. 1400 yıllık tarih boyuna dillere destan olacak ölçüde sevenlerinin gönlünde taht kurmasının hikmetlerinden biri budur.
Alevi – Bektaşiliğin temel ahlak ilkesi olan “Eline, Diline, Beline sahip olmak” anlayışı Hz. Ali’de  simdelenir. Onu bu yolun ana ilkesi haline getirir. Onun günsel yaşam ilkeleri ve yüzlerce söz ve konuşmalarını içeren deyimlerini bir araya getirdiğimizde bu anlamın ne kadar doğru olduğu çok net bir şekilde ortaya çıkar.
Hz. Ali’nin öğretileri arasında en çok öne çıkan öğelerden biri onun büyük ilim sahibi olması ve bunu insanlarla paylaşmak istemesidir. Ayrıca ilimi iyi anlamak, halkın yararına kullanmak, yolu gözetmek anlaşılmalıdır.
Gereksiz ve yanılgılı konuşmamayı özellikle gözetmekte, barış içinde ve hoşgörülü olmayı telkin etmektedir. Zulmü ve insanlara haksızlığı şiddetle men etmekte, defalarca haksızlığa uğranılsa dahi, insanların kendilerine haksızlık edenlere zulüm yapmamalarını ısrarla vurgulamaktadır.
Her türlü yalan, dolan, iftira, ikiyüzlülük ve kem sözden insanları caydırmaya çabalar. Mütevaziliği ve alçakgönüllüğü öven, cahil ve yeterince erdem sahibi olanlardan mesafeli durulmasını öneren, dayanışmayı, dürüstlüğü ve adaleti bayrak edinen bir ulu zattır Hz. Ali. İnsan olmanın temel ilkelerinden biri olarak da nefsin köreltilmesini (kontrol altına alınmasını) tavsiye eder ve uygular.
Hiç bir insanı kınamayı hoş görmediği gibi, insanları mensup olduğu kavimler (ırklar) konusunda da eşit tutar. İnsan haklarına son derece uyan ve saygı duyan, Kul hakkını kutsal gören, insanların kula hakkına riayet etmelerini, müslüman olmasalar dahi tüm insanlara adaletle yaklaşılmasını telkin eder.
Kimsesizleri, yetimleri, dulları, köleleri, yaşlıları, bedensel özürlüleri ve çaresizleri korur. Onlara toplumun dayanışma ruhu ile sahip çıkmalarını, onlara umut verilmesini ister.
Hz. Ali, gönül zenginliğini, mal zenginliğinden üstün tutar. Erdemi, olgunluğu; kişinin kendisini bilmesi olarak görür. Dünyevi tutkulardan uzak mutasavvıf bir kişilik sergiler. Şöhret ve zenginliği önemsemez. İnsanların gönül gözünü açmalarını ve tasavvufa yönelmelerini telkin eder.
Tarihin akışı boyunca binlerce devlet yöneticisi, kahraman, imparator ve din adamı yaşamıştır. Bunların kendi çaplarına göre etkileri olmakla birlikte çoğu unutuldu veya adeta unutulma noktasın gelindi. Hz. Ali ise unutulması bir yana araştırılıp incelendikçe, gizemi ve büyüklüğü daha da arttı. Günden güne daha da fazla bir ilgi ile aranılan bir Evliya oldu.
1400 yıldır dünyanın pek çok farklı coğrafyalarından milyonlarca kişi “Medet ya Ali” diyor. Eşiğine yüz sürmek, kapısına kul olmak dileği ile feryad ve figan ediyor. Yalvarıyor. Yakarıyor. Ona yakın olmanın hayali ve umudu ile çırpınıyor. Onu anıyor. Onu okuyor, deyişlerinde, semahlarında, ayinlerinde ve muhabbetlerinde derin bir coşku ile yad ediyor.
Bunun nedenlerine bakınca karşımıza pek çok olağanüstü özelliklerle donanmış bir dahi ve ulu Evliya çıkıyor.
Hz. Ali hem din adamı ve hem de büyük bir din alimidir.
O hem olağanüstü bir bilgi ile donamış bir filozof hem birikimini  toplumu ile paylaşan bir bilge.
O hem arı, hem de arıtıcı.
O hem bir asker hemde bir kahraman.
O hem zengin, hem de yoksul.
O hem devletin başındaki Halife hem de bir işçi veya köylü.
O hem toplumsal hem de siyasal bir önder.
O hem hatip, hem de bilgisine ve kalemine erişilmez bir yazar
O hem zahiri, hem de batini bir sır.
O hem başta, hem sonda.
O hem insan, hem nur.
O hem yaratanın nuruna ulaşmış bir yaratıcı, hem de yaratılmış fakir bir kul.
O hem gözlerin, hem de kalplerin görmeye çabaladıkları deha.
O hakkında yüzyıllardır ’’Sırrı hakikatına eremedik’’  denilen Veliullah

Tarihler boyunca pek çok ünlü yazarlar, ünlü araştırmacılar derler ki:
“Eğer denizler mürekkep, bütün ağaçlar kâlem olsa, Âdem oğulları yazıcı olsalar, cin tayfası da hesap tutsalar; Yâ Ali, senin fazîletlerini tamamlayamazlar.”
Yine alimler derler ki:
“İmâm-ı Ali’yi seven saadete erişmiştir, ona düşman bulunan şakî’dir, her türlü günahı işleyen hayduttur. İmâm-ı Ali’yi sevmek îmandan gelir, ona düşmanlık küfür ve nifâktandır.”

Kazım Balaban

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*