Kalender Çelebi Isyanı

(1511-1527 Arası Orta Anadolu’da Meydana Çıkan İsyanların Genel Çizgileri )
Ali Haydar Avcı

Osmanlı kaynaklarında “Şah Kalender İsyanı” olarak da anılan Kalender Çelebi olayının boyutlarını derinliğine kavrayabilmek için sanırım 1511-1527 arası Şah Kulu eylemi hariç tamamının başlangış noktası Orta Anadolu olan ve Alevi-Bektaşi toplulukların ağırlığını oluşturduğu eylemlere sanırım kısaca bir göz atmak gerekiyor.

Ya­vuz Sul­tan Se­lim 1512 yı­lın­da zor yo­luy­la ik­ti­da­rı ele ge­çir­dik­ten son­ra sis­te­mi ku­rum­laş­tır­ma ve güç­len­dir­me ama­cıy­la çeşitli ön­lem­ler al­dı.[1] Bu ön­lem­le­rin en önem­lisi, Et­râk’a (Türk­men’e) hiç de alı­şık ol­ma­dı­ğı or­to­doks bir İs­la­mi ya­şam bi­çi­mi­ni, di­ğer bir de­yiş­le şe­ri­at dü­ze­ni­ni zor­la ka­bul et­tir­me­ye yö­ne­lik ola­nı­dır.[2] Bu ne­den­le Ana­do­lu’­ya ağırlıklı olarak göçebe-yarı göçebe toplum ilişkilerini sürdüren, yerleşikliğe geçmiş olsa bile henüz kendi kültürel değerlerinden kopmamış hal­kın ge­le­nek ve gö­re­nek­le­ri­ne ters dü­şen, şe­ri­at ku­ral­la­rı­nı ise ka­tı­lık­la uy­gu­la­yan bol miktarda bey­ler, ka­dı­lar, din gö­rev­li­si ve çe­şit­li dü­zey­ler­de yö­ne­ti­ci­ler gön­de­ril­miş­tir.

Bu gö­rev­li­le­rin elin­de Kı­zıl­baş­la­rın kat­li için, “zikr olı­nan tâ­ife kâ­fir­ler ve mül­hid­ler­dür.” “Bun­la­rı kı­rub ce­mâ­at­le­rin da­ğıt­mak ce­mi müs­lü­man­la­ra vâ­cip ve farz­dur” bi­çi­min­de fet­va­lar bu­lu­nu­yor­du. Bu fet­va­lar dö­ne­min en yük­sek üle­mâ­la­rı ta­ra­fın­dan ve­ril­miş­ti.[3]

Bir de bu­na gö­çe­be ve köy­lü­ler­den alı­nan ver­gi­le­rin yük­sel­til­me­si­ni, aşi­ret re­is­le­ri­nin güç ve ha­re­ket alan­la­rı­nın sı­nır­lan­dı­rıl­ma­sı­nı, te­mel ge­lir kay­nak­la­rın­dan olan ti­mar­la­rın ki­mi aşi­ret çev­re­le­ri­nin el­le­rin­den ge­ri alın­ma­sı­nı ek­ler­sek ola­yın bo­yut­la­rı ye­te­rin­ce an­la­şı­lır. Bu du­rum­da o gü­ne dek sür­dür­dü­ğü ya­şa­ma bi­çi­mi, tö­re ve tö­ren­le­ri­ni hi­çe sa­yan, eko­no­mik ola­rak ken­di­le­ri­ni bu­nal­tan bu ka­tı uy­gu­la­ma ve sal­dır­gan­lık­la­ra kar­şı Ale­vi hal­kın ak­tif di­re­nişe yönelim dı­şın­da faz­la bir se­çe­ne­ği kal­mı­yor­du.

Ana­do­lu Ale­vi­le­ri­nin ko­nu­mu açı­sın­dan bir dö­nüm nok­ta­sı olan Şah Ka­len­der ayak­lan­ma­sı da bu ko­şul­lar­da or­ta­ya çık­mış­tı.[4] Bu ne­den­le İkin­ci Be­ya­zıt’ın son dö­nem­le­rin­den iti­ba­ren Ana­do­lu’­da çe­şit­li tür­den bas­kı­lar­la bu­nal­tı­lan gö­çe­be ve ya­rı gö­çe­be Türk­men hal­kın ayak­lan­ma­la­rın­da kı­sa bir dö­nem içe­ri­si­ne sı­ğan bü­yük bir yo­ğun­luk gö­ze çarp­mak­ta­dır.

Aşa­ğı­da ver­di­ği­miz, Rum (Si­vas) eya­le­tin­de ya­şa­nan ve 1511 yı­lın­dan Kalen­der Çe­le­bi ey­le­mi­ne -1527 yılına- ka­dar olan sü­re­ci kap­sa­yan is­yan­la­rın lis­te­si sa­nı­rım bu yo­ğun­lu­ğu açık­la­ma­ya ye­ter.      

1. Şah Ku­lu Ba­ba ayak­lan­ma­sı – 1511.

Bu isyan Teke bölgesinde çıkmasına karşın kısa bir süre sonra Rum eyaletine sıçraması nedeniyle listeye dahil edilmiştir.

Tekeli Hasan Halife adında bir Kızılbaş-Alevinin oğlu olan Şah Kulu, babasının ölümü üzerine “Alevi töresine göre toplanan” toplumun seçimiyle onun yerine geçmiş, kısa sürede halkı etkileyerek kendi çevresine geniş bir kitle toplamayı başarmıştır. 1511 yılında sürekli “muhabbet  toplantısı” yaptıkları Teke bölgesi Döşeme derbendinde, Osmanlı güçlerinin Antalya subaşısı öncülüğünde kendilerine saldırması üzerine eyleme geçmişler ve hareket, dirlikleri ellerinden alınan sipahilerinde katılımıyla bir anda büyüyerek geniş bir alana yayılmıştır.

Etkili olduğu alan: Teke bölgesi (Antalya, Kızılcakaya, Elmalı, İstanos, Burdur, Keçiborlu), Batı Anadolu (Hamitili, Kütahya, Manisa, Sandıklı, Keçisıçanlı, Ulusıçanlı, Altuntaş, Alaşehir, Beyşehir), Rum (Sivas) eyaleti.

Katılımcılar: Teke bölgesi ve çevresi Alevi-Kızılbaş toplumu, dirlikleri ellerinden alınan timarlı sipahiler, göçebe-yarı göçebe Türkmen aşiretleri.

Sonuç: Çeşitli yörelerdeki bir çok çatışma sonrası en son olarak 1511 yılı 2 Temmuz tarihinde Sivas yöresinde Gedik Hanı denilen yerde Osmanlı güçleriyle büyük bir çatışma ve sadrazam Hadım Ali Paşa’yla birlikte isyancıların önderi Şah Kulu’nun ölümü ve geri kalan isyancıların Safevilere sığınması.

2. Nur Ali Ha­li­fe ayak­lan­ma­sı – 1512.

Şah İsmail Hatayi’nin Tokat bölgesinde halifesi olan Nur Ali Halife’nin başlattığı ayaklanma bölgede ortaya çıkan ve isyancıların Tokat’ı ele geçirmesiyle Osmanlı güçlerine büyük sıkıntılar yaşatan kapsamlı bir ayaklanmadır.

Etkili olduğu alan: Amasya, Çorum, Bozok, Tokat yöresi, Koyuhisar, Niksar, Kazova ve Sivas bölgesi.

Katılımcılar: Bölgenin Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumu ve baskı altında tutulan Avşar, Varsak, Bozoklu, Karamanlı, Turgutlu, Hamideli’li, Tekeli gibi göçebe-yarı göçebe Türkmen aşiretleri.

Sonuç: Nur Ali Halife güçlerinin 20 Temmuz 1512 yılında Göksu’da Bıyıklı Mehmet Paşa’nın yönettiği Osmanlı güçlerine yenilmesi ve isyancıların Safevi topraklarına geçerek kırımdan kurtuluşu.

3. Bo­zok­lu Şeyh Ce­lâl ayak­lan­ma­sı – 1518.

Yoksul ve topraksız köylülerin baskı ve ağır vergiler altında ezilmesini önlemek amacıyla eyleme geçen Bozoklu Şeyh Celâl’in eylemi 1517 yılı ortalarında Tokat yöresinde ortaya çıkan kısa sürede önemli ölçüde etkili olan eylemlerden biridir.

Etkili olduğu alan: Amasya, Tokat, Zile, Artukabâd ve Sivas yöreleri.

Katılımcılar: Vergi yükü altında ezilen topraksız ve yoksul köylüler, yöneticilerin sürekli baskısından bunalan Alevi-Kızılbaş Türkmen aşiretleri.

Sonuç: Kalabalık Osmanlı güçleri karşısında dayanamayacaklarını anlayınca 1518 yılı bahar ya da yaz ayında Safevilere topraklarına geçmek amacıyla Erzincan civarina gelindiğinde geriden yetişen Dulkadir beyi Şehsuvar Ali Bey güçleriyle çatışma ve yenilgi. Bu çatışmada Şeyh Celâl öldü. Tutsaklık ve kırımdan kurtulabilen yandaşları Safevi topraklarına geçtiler. Bu olay sonrası Anadolu’da ortaya çıkan bütün halk hareketleri “Celâli” olarak anılmaya başlandı.

4. Şah Ve­li ayak­lan­ma­sı – 1519.

Şah Veli, Bozoklu Şeyh Celâl’in müridlerinden biridir. Şeyh Celâl olayı sonrası Bozok bölgesinde Alevi-Kızılbaş toplumuna karşı uygulanan baskı ve kıyımlar sonucu ortaya çıkmış bir harekettir. Özellikle eyleme Keçeci ve Çanağılı Kızılbaşlar büyük destek vermişlerdir.

Etkili olduğu alan: Bozok, Tokat, Zile, Turhal, Amasya, Erbaa bölgeleri.

Katılımcılar: Bozok, Tokat ve Amasya yörelerinin Kızılbaş köylüleri ve göçebe Türkmen aşiretleri.

Sonuç: 24. Nisan 1519 yılında Sivas bölgesinde Kızılırmak üzerinde bulunan Şahruh Beğ köprüsü dolaylarında Rum (Sivas) beylerbeyi Şadi Paşa, Karaman beylerbeyi Hüsrev Paşa ve Dulkadiroğlu Şehsuvar Ali Bey öncülüğünde hareket eden Osmanlı güçleriyle çatışma ve yenilgi. Kıyımdan kurtulabilen Şah Veli daha sonra Ulu Yörük aşiretine bağlı Cungar oymağı tarafından Şehsuvaroğlu Ali Bey’e teslim edildi ve başı kesilerek ortadan kaldırıldı.   

5. Süğ­lün Ko­ca-Baba Zünnun ayak­lan­ma­sı – 1526.

Süğlün Koca ayaklanması her yönüyle ağır vergiler altında ezilen köylülüğün direniş hareketidir. 1526 yılında Süğlün Koca’ya ektiği topraklar için fazladan 200 akçe vergi yazılmıştı. Bu verginin ağır olduğunu belirten Süğlün Koca görevlilere bunun 100 akçeye indirilmesi dileğinde bulundu. Görevliler Süğlün Koca’nın durumunu dikkate almadığı gibi çevresinde bulunanlara baskı yaptı ve ek olarak aşağılamak amacıyla bir Alevi-Türkmen dedesinin sakalını ve bıyığını kesti. Bu baskı ve saldırganlıklar üzerine olaylar patlak verdi. Süğlün Koca köylülülerden ve aşiretlerden yardım istedi. 20 Ağustos 1526’da kısa sürede uygulamalara tepki duyan geniş bir kitle toplanarak eyleme geçti. Eylemcilerin başında Dulkadirli Türkmenlerinden Baba Zünnun bulunuyordu.

Etkili olduğu alan: Bozok Sancağı, Tokat, Amasya, Sivas, Toroslar, Maraş, Çukurova yöreleri.

Katılımcılar: Bozok bölgesinde yaşayan Osmanlı yönetiminden hoşnutsuz Alevi-Kızılbaş köylüler, haksızlık ve adaletsizliklere tepki duyan aşiretler.

Sonuç: Baba Zünnun öncülüğünde hareket eden isyancılar önce Bozok sancakbeyi Mustafa Bey’in konağını bastılar. Kendisini, İlyazıcısı Kadı Muslihüddin’i ve yazıcı Mehmet’i öldürdüler. Bunun üzerine merkezi yönetim Karaman beylerbeyi Hurrem Paşa’yı isyancılar üzerine gönderdi. Kayseri yakınlarında bulunan Kurşunbeli’nde çıkan çatışmada Osmanlı güçleri yenilgiye uğradı. Hurrem Paşa, Kayseri sancakbeyi Berham Bey, İçel sancakbeyi Ali Bey bu çatışmada öldüler. Bu başarıdan sonra güçlenen isyancılar Artukabâd ve Kazova yörelerine doğru yürüyüşünü sürdürdü ve buraları ele geçirdi.

Gelişmelerin boyutu üzerine Osmanlı yöneticileri daha kapsamlı bir hazırlık yaparak Rum (Sivas) beylerbeyi Hüseyin Paşa ve Maraş sancakbeyi Mahmut Bey öncülüğünde büyük bir Osmanlı ordusuyla Sivas’ta toplandı. Kazova yöresinde durum belirlemesi yapan Malatya sancakbeyi Yularkıstıoğlu İskender Bey’in giriştiği ilk öncü çatışmalarda Osmanlı ordusu ciddi kayıplar verdi ve kuşatma içerisine düşen İskender Bey canını güçlükle kurtardı. Durumun ciddiyetini gören Hüseyin Paşa bütün eyalet askeriyle birlikte Baba Zünnun üzerine yürüdü ve Höyüklü (Solakzâde’de Hunbeli, Celâlzâde’de Muyluklu) denilen yerde 26 Eylül 1526’da büyük çarpışmalar yaşandı. Çatışmada Baba Zünnun öldü ve önemli kayıplar veren yandaşları dağılarak dağlara çekildiler. Gece toparlanan Baba Zünnun eylemcileri Osmanlı ordusuna saldırarak ağır bir yenilgiye uğrattılar. Bu saldırıda ağır yaralanan Hüseyin Paşa ise Sivas’a kaçtı, Sivas’ta bu yaradan kurtulamadı ve yaşamını yitirdi. Fakat üç gün sonra “Kürdistan askeri”yle yetişen Diyarbekir beylerbeyi Hüsrev Paşa Düzcuma denilen yerde isyancıları kesin yenilgiye uğratarak eylemi bastırdı.  

6. Zün­nunoğlu Halil ayak­lan­ma­sı – 1527.

1527 yılında Süğlün Koca-Baba Zünnun eyleminin bastırılmasından kısa bir süre sonra ardı arkası kesilmeyen baskı ve kıyımlar nedeniyle Bozok bölgesinde olaylar yeniden patlak verdi. Eylemin öncülüğü Zünnunoğlu diye anılan biri tarafından yürütülüyordu.

Etkili olduğu alan: Bozok ve Sivas bölgeleri.

Katılımcılar: Hisarbeğli Oymağı, Çiçekli, Ağca Koyunlu, Mesutlu ve bölgede bulunan diğer Alevi-Kızılbaş Türkmen aşiretleri.

Sonuç: Kısa sürede sayısı binlerce kişiye ulaşan eylemciler Unavur denilen yerde Rum (Sivas) beylerbeyi Yakup Paşa öncülüğünde üstlerine gelen Osmanlı güçlerini yenilgiye uğrattılar. Olayı bastırma görevi bu nedenle saray tarafından yeniden Diyarbekir beylerbeyi Hüsrev Paşa’ya verildi. Karşı koyamayacaklarını anlayan ve kıyımdan kurtulabilmek için Safevi topraklarına geçmeye çalışan isyancıların önünü Hüsrev Paşa Erzurum-Pasin ovasında kesmeyi başardı. Çıkan çatışmada güçlü Osmanlı ordusu karşısında isyancılar ağır bir yenilgiye uğradı. Bastırılan bu isyandan eylemin önderi Zünnunoğlu’un kaçarak kurtulmayı başarmasına karşın eylemciler büyük bir kıyıma uğramaktan kurtulamadılar. 

Genel Boyutlarıyla Kalender Çelebi Eylemi 

Önderliği, yayılma alanı ve etkileriyle yukarıda sunduğumuz isyanlara eklenen son önemli halka 1527 yılında ortaya çıkan Şah Ka­len­der (Çe­le­bi) ayak­lan­ma­sıdır.

Eylemin Rum (Sivas) eyaletindeki gelişimi, yayılma alanı ve etkisinden yola çıkarak 1527 Mart ayında başladığını söyleyebiliriz. Yalnız bu tarih isyancıların somut eyleme geçme tarihidir. Konuyla ilgili verilerden çıkardığımız bilgilere göre bu tarihten önce uzun süre isyana katılan çeşitli kesimlerden topluluklar arasında görüşme, konuşma, anlaşma ve ön hazırlık çalışmaları yapılmış olmalıdır. Aslında böyle bir durumun olması da doğaldır. Çünkü herhangi bir yenilgi olayı yaşandığında ortaya çıkacak “akıbet” bellidir ve işin ucunda “başvermek” vardır. Başka bir deyimle böyle bir eyleme kalkışılması sonucu ihanet ve yenilgi durumunda ortaya çıkan “bedel”in başvererek ödenmesi kaçınılmazdır. İkircik ve ikiyüzlülük eylemci saflarında telafisi mümkün olmayan yaralar açacaktır. Nitekim bütün “ikrâr” ve anlaşmalara karşın gelişmeler içerisinde olayın boyutunun böyle bir noktaya varması engellenememiştir.

Genel olarak isyanın çıkış nedenleri: 1. Anadolu kasıp kavuran yokluklar. 2. Toplumun üzerindeki kesintisiz süren baskı ve kıyımlar. 3. Halkın üretimin çeşitli adlar altındaki kaldırılamayacak ölçüde ağır olan vergiler yoluyla yağma ve talan edilmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan aşırı yoksulluk. 4. Sultanın kulları sayılan toplumun sürekli sonu gelmez seferlere götürülmesi ve gidenlerden bir çoğunun geri gelmemesi. 5. Türkmen kökenli timarlı sipahilerin timarlarının ellerinden alınması. 6. Adalet dağıtmakla yükümlü kadıların adaletsizliği ve başını alıp yürüyen rüşvet ve yolsuzluk. 7. Bitmek bilmeyen sıkıntılardan bunalan toplumun devlet idaresinden hoşnutsuzluğu.

Etkili olduğu alan: Kırşehir, Ankara, Çorum, Amasya, Bozok, Tokat ve    Sivas sancaklarının tamamı Maraş, Sarız ve Elbistan yöresi.

Katılımcılar: Rum (Sivas) eyaletinde bulunan bütün Alevi-Bektaşi- Kızılbaş Türkmen aşiretleri, Dulkadirli oymakları, daha önceki kıyımlardan kurtulan isyancılar, timarları ellerinden alınan timarlı sipahiler. 

Ayaklanmanın Büyümesi ve Yayılması 

Özellikle konar-göçer Türkmen aşiretleri ve köylülerden geniş destek alan ve hızla büyüyerek Orta Anadolu’nun çeşitli yörelerine yayılan isyancılar yürüyüşlerini sürdürdüler. Rum eyaletindeki girdikleri çatışmalarda birçok kez Osmanlı güçlerini dağıtan isyancılar Hafik üzerinden Safevi bölgesine geçmek isterken, yolların Osmanlı güçleri tarafından kesildiğini öğrenince Sivas-Tokat bölgesinde, Yıldız Dağı, Banaz ve Karaçayır çevrelerinde  yaşanan uzun süreli kuşatmadan kurtularak güneye Elbistan-Nurhak Dağları bölgesine yöneldiler.[5]

Bu arada durumun vehametini anlayan Osmanlı yöneticileri Kalender Çelebi saflarında bulunan boy beyleri ve tımarlı sipahilerle yeniden anlaşma ve işbirliğinin yollarını aradılar. Bu beylere el konulan yurtlarının ve dirliklerinin geri verileceği, uğradıkları haksızlıkların giderileceği, timarlı sipahilere timarların geri verileceği ve birtakım ekonomik çıkarların sağlanacağı duyuruldu. Yapılan gizli görüşmelerde anlaşma sağlandı. Bu beylere hilatlar ve değerli armağanlar gönderildi. Bu çıkarlar karşılığı Osmanlı yöneticileriyle anlaşma sağlayan çevreler Kalender Çelebi saflarını özellikle geceleri hızla terketmeye başladılar. Kalender Çelebi saflarında otuz bini aşkın isyancıdan birkaç gün içinde kala kala kendine son derece bağlı bir bölük yakın çevresiyle birlikte üç dört bin civarında insan kaldı.

Kalender Çelebi ile yola çıkan Dulkadir beylerinde sadece Veli Dündar verdiği ikrardan dönmeyerek kendisine ihanet etmemiş ve bu can-baş kavgasında Şah Kalender’i yalnız bırakmamıştı. Olayların bu şekildeki gelişimi ve ansız çözülmeler ayaklanmacılar için gerçekten yıkım oldu. Bir yandan Osmanlı güçleri, diğer yandan ihanet çeteleri ve işbirlikçiler tarafından kuşatılan Kalender Çelebi çaresiz kalmıştı. 

Kalender Çelebi’nin Yenilgisi ve Ayaklanmanın Sonu 

Gelişmeleri yakından izleyerek durumun haberini alan ve el altından yaptığı çalışmaların başarıya ulaştığını gören Sadrazam İbrahim Paşa, şaşkınlığın ve olumsuzlukların etkisini henüz üzerinden atamayan ayaklanmacıların üstüne saray çaşnigirlerinden[6] Belalı Mehmet ve Deli Pervane adındaki adamlarının komutasında, İstanbul’dan birlikte getirdiği yeniçeri ve sipahileri gönderdi.

Bunların arasına, olumsuz etki yapar düşüncesiyle daha önce yenilgiye uğramış askerlerden hiçbirini katmadı. Bu güçler 8 Ramazan (22 Haziran) 1527 günü Maraş – Nurhak Dağlarında bulunan Başsaz yaylasında ayaklanmacılar üzerine ansızın baskın düzenlediler. Bu ansız saldırı dağınık bulunan Kalender Çelebi saflarının toparlanmasını ve şaşkınlığı üzerlerinden atmasını önlemişti. Aralarında kıyasıya bir çatışma çıktı. Savaşın sonunda Kalender Çelebi güçleri ağır bir yenilgiye uğradı. İsyana katılanların büyük çoğunluğu kılıçtan geçirildi. Önderler öldürüldü. Ayaklanmacıların başında bulunan Kalender Çelebi ve Kalender Çelebi’yi sonuna dek yalnız bırakmayan Veli Dündar’ın başları kesilerek atların terkilerine bağlandı.[7]

Dikkatle irdelendiğinde görülecektir ki, bu ayaklanmaların tamamı ekonomik ve siyasal boyutlu olaylardır. Osmanlı yönetiminin saldırgan tutumu, sonu gelmez baskılar ve neredeyse yağma ve talan boyutuna varan ağır vergi yükü nedeniyle ortaya çıkan eylemlerdir.

Hak ve adaletin olmadığı yerde çelişki, tepki ve çatışmalar kaçınılmazdır. Osmanlı düzeninde ortaya çıkan bütün toplumsal hareketlerin neredeyse temel karakteristik özelliği ağır baskı ve sömürüye karşı yoğunlaşan tepkiler içermesidir. Buna karşın merkezi yönetim ve yerel temsilcileri tepkiler karşısında bozuk yapıyı onarmak, huzur ve güven ortamı yaratacak ve toplumu hoşnut kılacak biçimde uygulamaları değiştirmek yerine özlem ve istemleri şiddet ve kıyım yoluyla her dönemde bastırma yoluna gitmişler ve bu davranışlarını geleneksel hale getirmişlerdir. Bu yöntem sindirmede kimi zaman geçici olarak başarılı olsa da, toplumun içten içe sürekli kaynamasına, sisteme karşı yoğunlaşan öfkelerin birikmesine ve patlamasına engel olamamıştır. 16. yüzyılın başından itibaren Anadolu’yu yangın yerine çeviren ve “Celâli” diye adlandırılan eylemlerin özü bir anlamda budur. 

Dulkadirliler Olayı ve Eyleme Etkisi     Alevi Toplumu ve Pir Sultan’ı Derinden Etkileyen Önemli Bir Olay: Dulkadirlilerin Şah Kalender Eylemine Katılımı ve Daha Sonraki Süreçte Osmanlı-Dulkadirli Beyleri İşbirliği 

Burada yeri gelmişken Kalender Çelebi olayındaki yeri ve önemi nedeniyle konuyla doğrudan ilintili ve eylemin yazgısında önemli etkisi olan Dulkadirliler olayını biraz açmak ve Şah Kalender eylemine katılım, Osmanlı yönetimiyle gerginlik nedenlerine kısaca değinmek gerekiyor. Çünkü bu olay sonrası ortaya çıkan gelişmeler konu içinde yer yer değindiğimiz gibi çeşitli şekillerde Pir Sultan’ın deyişlerine yansımış ve özellikle Anadolu coğrafyasında yaşayan Alevi-Bektaşi kesimlerin toplumsal konumunun ve çıkan halk isyanlarının Kalender Çelebi sonrası karakterinin değişmesinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir.

Dulkadirliler ve dirlikleri ellerinden alınan timarlı sipahiler konusunun yeterince aydınlatılması, ortaya çıkan sonucun çözümü ve anlaşılması açısından yararlı olacaktır. Çünkü döneme ilişkin kaynaklarında çok açık belirttiği gibi kendilerine karşı yoğunlaştırılan baskı nedeniyle Osmanlı yönetimiyle araları gerginlik içinde olan Dulkadirli boylarının, ayaklanmanın başlatılmasında, savaşın yer yer kazanılmasında ve yitirilmesinde önemli rolleri olmuştur. Dulkadirli beyleri eylemin ön aşamasında Kalender Çelebi’ye büyük ölçüde destek vermiş, hatta teşvik etmiş, savaş deneyimi yüksek olan “timarlı gaziler”[8] topluluğuyla birlikte Osmanlı güçlerinin yenilgiye uğratılmasında ciddi çabalar göstermiştir. Daha sonra çatışmaların keskinleştiği bir dönemde Osmanlı yöneticileriyle ulûfe ve çeşitli çıkralar karşılığı girilen işbirliği sonucu Kalender Çelebi saflarına ihanet etmiş, Kalender Çelebi’nin yenilmesinde ve başının kesilmesinde birinci derecede rol oynamışlardır.

Dulkadirli aşiretinin yaklaşık bütün boyları beyleriyle birlikte Kalender Çelebi isyanında yer aldılar. Bu katılımın önemli nedenleri vardır.

Dulkadir beyi Şehsuvaroğlu Ali Bey ve oğulları, boy beyleriyle birlikte 1522 yılında Tokat-Artukova’da vezir Ferhat Paşa ile görüşmeye gittiğinde bağımsız hareket ettiği gerekçesiyle hile ile öldürüldü.[9] Şehsuvaroğlu’nun Kanuni’nin buyruğu üzerine vezir Ferhat Paşa eliyle öldürülmesinden sonra “Vilâyeti Türkman’daki vâki timarlar”a devlet hazinesi adına el konuldu.[10] Bu durum dönemin ve olayların tanıklığını yapan yaklaşık bütün Osmanlı kaynakları tarafından çok açık bir biçimde belirtilmektedir.

Kalender Çelebi isyanının bastırılması sırasında Sadrazam İbrahim Paşa’nın yanında divan kâtibi olarak bulunan, görüşmelerin ve kararların tutanağını tutan Celalzâde Mustafa çok açık biçimde “mukeddema (öncelikli olarak) ol memleketler Türkman elinden fetholunmağla tâife-i mezbûrenin (adı geçen tarafın) timarları ve dirlikleri alınıp havass-ı hümâyun için zaptolunmuştu; evbaş-ı memleket (memleket serserileri, ayak takımı) esbab-ı maaştan mahrum olmağın (gelirden yoksun olması sebebiyle) bizarure (zorunlu olarak) fesada ikdam (gayretle) ve mübaşeret eylemişlerdi (girişmişlerdi)” demektedir.[11] İşin ilginç boyutu bizzat Osmanlı kaynakları Türkmen’in memleketinin fetholunduğunu, yani ele geçirildiğini söylemektedir ki, bu da Osmanlı yöneticilerinin yönetimlerinde bulunan Türkmen aşiretlerine, özellikle Alevi-Bektaşi Türkmenlere nasıl bir gözle baktğının açık ve ilginç bir ifadesidir. Özetleyecek olursak bu bakışa göre “Türkmenler, ülkeleri ele geçirilmesi gereken bir topluluk”tur. Bu durumda yine Osmanlı kaynaklarına göre geçim kaynakları tükendiğinden zorunluluk sonucu başkaldırmışlardır.

Yukarıda söylendiği gibi Dulkadirli Türkmenlerinin yurtları Osmanlı yönetimi tarafından ele geçirilerek yağma ve talana uğramış, gelir kaynakları ortadan kaldırılmıştır. Bu saldırının gerekçelerini yine Osmanlı kaynakları şöyle açıklamaktadır:

1. Rodos seferi için bütün beylerbeyilerine  ve sancak beylerine hazırlık emri verildi. Herkes bu emre uyduğu halde Şehsuvar oğlu Ali Bey bu emre aldırış etmedi.  

2. Ali Bey, İmparatorluktan ayrılmak ve istiklâlini ilan etmek fikrine düştü. Kendine uymayanları birer bahane ile ortadan kaldırmaya çalıştı.

3. Ali Bey, gururdan dimağı uyuşmuş, ne yaparsa yanına kâr kalacağını sanan biriydi.

4. Şehsuvaroğlu Ali Bey’in serveti çoktu. Osmanlı hazinesi ise bu dönem korkunç bir ekonomik darlık içindeydi.

5. Ali Bey, yabana atılamayacak ölçüde cesaretli ve bilgili brisiydi.[12]

Aslında dikkatle bakıldığında saldırıların büyük ölçüde son iki nedende gizli olduğu görülmektedir. Öncelikle Ali Bey’in göz kamaştıran büyük maddi varlığı darlık içindeki Osmanlı hazinesi için bulunmaz bir kaynaktır. Bu kaynağa Osmanlı yönetimi niçin el koymasın? Osmanlı yönetim sisteminde zaten bu tür “el koyma” geleneği sürekli var olmuştur. Bunun için doğal olarak önce Ali Bey’in ortadan kaldırılması ve aşiret çevresinin sindirilmesi gerekmez mi? Bir diğeri Ali Bey’in cesareti ve bilgisi ve çevresinde bulunan topluluklar üzerindeki etkisi Osmanlı yöneticilerini ürkütmüş olmalıdır. Çünkü günden güne artan bu güçlenme “bir iklime iki padişah sığmaz” diyen Osmanlı merkezi yönetimini başına sorunlar çıkaracağı endişesine sürüklemiştir. Bağımsızlık düşüncesi ise Osmanlı yönetimi tarafından bu uygulamalara zemin hazırlamak amacıyla uydurulan basit bir gerekçeden başka bir şey değil.

Osmanlı güçleri bununla sınırlı kalmamış, büyük bir talan başlatarak Dulkadirli aşiretlerinin yurdunu yağmaya vermiş, dirlikleri ve geçim kaynakları ellerinden alınmıştır. Zorbalık, baskı ve kıyım dayanılmaz düzeye ulaşmıştır.

İşte baskı ve sıkıntıların ileri düzeye ulaştığı bu koşullarda Şah Kalender olarak anılan Balım Sultan’dan sonraki Hacı Bektaş postnişini Kalender Çelebi, yakın çevresi ve Alevi Türkmen aşiretlerinin beyleri tarafından eyleme geçmeye zorlanmış olmalı. En azından dönemin önemli bir tanığı olan Koyun Abdal gibi bir aşığın hüzün dolu, ağlamaklı bir şekilde, adeta yalvarırcasına söylediği;

Seni şaha gider derler
Gel gitme güzel Kalender
Anan atan yüzü suyun
Terketme güzel Kalender

………

Bölük bölük oldu beyler
Dikildi sayvanlar tuğlar
Koyun Abdal durmuş ağlar
Gel gitme güzel Kalender 

deyişi ve: 

İşidin beyler ağalar
Pirim Kalender geliyor
Yüce dağlar sarp kayalar
Pirim Kalender geliyor

………

Karlı dağdan akan sular
Aktı gider Şah’a doğru
Mülk sahibi nice beyler
Kalktı gider Şah’a doğru

Gözüm Şah yolunda kaldı
Kırk bin Rum Abdalı geldi
Onlar ikrâra bend oldu
Aktı gider Şah’a doğru

………

Hakka giden bezirgânlar
Ulaştılar hana bugün
Muhipler pirini sevmiş
Can kattılar cana bugün

………

diye başlayan, ve açıkça olayların ayrıntılarını veren deyişleri bu kanımızı güçlendirmektedir. Konunun bir diğer önemli yanı deyişlerinden anladığımız kadarıyla Koyun Abdal ayaklanmaya doğrudan katılan ve gelişmelerin her aşamasına yakından tanıklık yapan Kalender Çelebi’ye içtenlikle bağlı biridir. Bu açıdan deyişlerinin anlamı ve önemi büyüktür.

Bu olay ve ilişkiler bir başka önemli tanık Pir Sultan Abdal’ın daha önce verdiğimiz bir deyişinde “Mülk iyesi ulu beyler / İndi Şah’a secd’eyledi” biçiminde yansımaktadır.

Bütün bu olaylar yaşanırken bir takım çelişkili ilginç durumlarda görülmektedir. Şehsuvaroğlu Ali Bey 1518 yılında bir yandan Alevi-Bektaşi kökenli Bozoklu Celal ayaklanması dolayısıyla yapılan saldırı ve kıyımlara katılırken,[13] diğer taraftan 1516’da ölen Balım Sultan’ın türbesini yaptırmış, bu bağlamda Alevi-Bektaşi toplumunun bir başka kesimiyle yakın ilişki içine girmiştir. Bu durum Balım Sultan türbesinin kitabesinde açıkça görülmektedir. Günümüz diliyle kitabe şöyledir:

“Bu şerefli kubbeyi yaptıran büyük emir Şehsuvaroğlu Ali Bey’dir. Evliyanın kutbu, budalanın özü Hazreti Bâli bin Resul Bâli bin Hacı Bektaş Veliyy-ül Horasani için yaptırmıştır. Allah merkâdini nur etsin.”[14]

Türbe 1518-19 tarihinde yapılmıştır. İlginçtir, hem de başkaldırıların büyük bir kıyımla bastırıldığı, Alevi-Bektaşi toplumuna şiddetle saldırıldığı bir dönemde… Hem de kıyım ve saldırılara katılanlardan birinin eliyle…

Şehsuvaroğlu Ali Bey’in bu tutumu hem Alevilere, hem de Osmanlı yönetimine yaranma ve hoşgörünme çabası olsa gerek. Fakat görünen o ki, Ali Beyi bu ikili, Osmanlı yönetimine yaranmaya yönelik davranışı da kurtaramadı. İki tarafı da idare etmeye yönelik davranışının hem de oğulları ve yanında bulunan bütün yakınlarıyla birlikte başları vurularak…[15]

Tokat’ta öldürülmeden evvel Ali Bey’e yakınları kendisine yapılan çağrının  hayra alâmet olmadığı, bunun altında kötülük yattığı uyarısında bulunmuşlardır. Uyarılara kulak asmayan Ali Bey ise verdiği yanıtta “Benim Osmanlıyla ne alıp veremediğim var ki?” demiştir.[16] Fakat halk deyimiyle “düzde tavşanı araba ile avlayan” Osmanlı yönetimi Ali Bey’i de gaflet tuzağına düşürmeyi başarmıştır. Bu olay sonucu araya ciddi bir soğukluk girdi ve Dulkadir Türkmenleri Osmanlı sisteminden tamamen koptular.

Günümüzdeki bazı araştırmacılara göre ise; Şehsuvaroğlu Ali Bey tarafından bir yandan Balım Sultan türbesini yaptırılmasının, diğer yandan Alevi kökenli isyancılardan Bozoklu Şeyh Celal ve yandaşlarına saldırmasının ve isyana katılan birçok Alevinin öldürülmesinin nedenlerini bugün için elde bulunan belgelere göre çözmek olanaksızdır.[17] Oysa ki, dikkatle irdelendiğinde yukarıda değindiğimiz gibi nedenler yeterince anlaşılmaktadır.

Aslında Osmanlı yönetiminin Dulkadirlilere karşı husumeti ve vakanüvislerin deyimiyle “ocaklarını söndürme”ye yönelik uygulamaları, çeşitli bölme yöntemleriyle birbirine düşürmeye ve bu yolla birbirini kırdırmaya yönelik girişimleri yeni değildir. Daha Yavuz Sultan Selim döneminde Dulkadirlilerin beyi Alüddevle Kızılbaş seferine destek vermeyerek Kızılbaşları kolladığı gerekçesiyle idam edilerek öldürülmüştür. Daha sonra ise yaklaşık aynı gerekçelerle aynı akıbete uğramaktan Ali Bey de kaçamamıştır. Peşinden bu sıkıntıların üzerine “gaziler”in ellerinden alınan “dirlikler ve timarlar sorunu”da eklenince olayın boyutu kaçınılmaz olarak genişlemiş, direniş ve çatışma boyutuna taşmıştır. Eylemin hiç umulmadık bir noktasında çıkan işbirliği ise Şah Kalender’in başını yemiş ve Alevi-Bektaşi toplumunu belleğinden hiç silinmeyen derin bir acıya sürüklemiştir. 

Pir Sul­tan Ab­dal’ın Ka­len­der Çe­le­bi Ey­le­miy­le İl­gi­si­ni Gös­teren Önem­li Bir De­yiş 

Bu bölümde hem Kalender Çelebi eyleminin ayrıntılarının açıklığa kavuşmasına, hem de Pir Sultan’ın bizzat kendi yaşamında bazı noktaların aydınlanmasına sunduğu katkı nedeniyle Kalender Çelebi eylemi-Pir Sultan ilişkisine bir deyiş bağlamında kısaca değinmek istiyoruz.

Vakayiname ve arşiv belgeleri gibi Os­man­lı kay­nak­la­rı içe­ri­sin­de Pir Sul­tan’ın bu­gü­ne dek her­han­gi bir ey­le­me ka­tı­lıp ka­tıl­ma­dı­ğı­nı ke­sin ola­rak açık­la­yan bir bel­ge­ ve bilgiye sa­hip ola­ma­dık. Bu durum ya­şa­mı­na iliş­kin ay­rın­tı­la­rın -söy­len­ce­le­ri dı­şa­rı­da tu­tar­sak- ka­ran­lık­lar için­de kal­ma­sın­dan ve kesin çizgilerle belirlenememesinden kay­nak­la­nan bir du­rum­dur. Bu gerçeklik aynı zamanda kim­li­ği­ne iliş­kin bil­gi­le­rin de bel­ge­le­re da­ya­lı bir bi­çim­de ay­dın­la­tı­la­ma­ma­sı ve hatta çoğu zaman karmaşıklaşması durumunu ortaya çıkardı. Bu noktada halk rivâyetleri öne çıktı ve kaçınılmaz olarak bilgi oluşumunu yönlendirmeye başladı. Bel­ki de bu nok­ta­da araş­tır­ma­cı­la­rın­ da at­la­dı­ğı önem­li bir ay­rın­tı bu­lun­mak­ta­dır. Bel­ge­ler ara­sın­da Pir Sul­tan’­la il­gi­li bil­gi­ler hep mah­la­sı olan “Pir Sul­tan Ab­dal” ya da “Pir Sul­tan” adıy­la aran­dı. Oy­sa Pir Sul­tan’ın asıl adı­nın Hay­dar ol­du­ğu ye­rel an­la­tı­lar­dan ve de­yiş­le­rin­den bi­lin­mek­te­dir. Bel­ki de Pir Sul­tan’­la il­gi­li bir hü­küm isim­siz ola­rak ya da “Hay­dar” adı­na ve­ril­di.[18]

Bü­tün ola­sı­lık­la­rı dü­şü­ne­rek ola­ya bir de bu göz­le bak­mak ve bu an­lam­da Pir Sul­tan’ı Hay­dar adıy­la bel­ge­le­rin ara­sın­da ara­ma­mız ve idam ka­rar­la­rıy­la il­gi­li Rum (Si­vas) eya­le­ti­ne gön­de­ri­len isim­siz bel­ge­le­ri iyi in­ce­le­me­miz ge­re­ki­yor­du. Ko­nu bu yö­nüy­le ne­den­se pek ir­de­len­me­di ve ka­ran­lık­ta bı­ra­kıl­dı. Oy­sa ko­nu­nun bu yö­nü önem­liy­di ve at­la­ma­mak ge­re­ki­yor­du. Bel­ge­le­re ka­nı­mız­ca bir de bu yö­nüy­le bak­mak­ta ya­rar bu­lun­mak­ta­dır.

Konuyu anlamaya ve aydınlatmaya yarayacak belgelerin sınırlı, kaynakların ise sığ olduğu bir ortamda belgelerin Pir Sul­tan’ın ey­lem­le­ri ve yaşamına iliş­kin ay­rın­tı­lı bil­gi­le­rin daha çok ken­di de­yiş­le­ri içe­ri­sin­de sak­lı ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­ruz. Fa­kat bun­la­rın sı­kı bir şe­kil­de ayık­lan­ma­sı, çok yönlü ve derinlemesine analizinin yapılması ve bel­ge­ler­le bü­tün­leş­ti­ril­me­si ge­re­ki­yor. Bu bağ­lam­da ele al­dı­ğı­mız ve açık­la­ma­sı­na da­ha son­ra gi­ri­şe­ce­ği­miz aşa­ğı­da­ki de­yiş on­lar­dan bi­ri­si­dir.

Şa­ha gi­den ben bir be­zir­gân gör­düm
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri
He­men tut­muş ha­ki­ka­tın yo­lu­nu
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Be­zir­gân yü­kü­nü ne­re­den tut­muş[19] Ona hiz­met eden der­ga­ha yet­miş
Sev­di­ğim sı­la­da bir oda tut­muş
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Be­zir­gâ­nın yü­kü ilm-i ha­ma­il
Yo­lun ce­fa­sı­na ol­mu­şum ga­il
Be­zir­gân­lar ba­şı pi­rim İs­ma­il
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Be­zir­gâ­nın yü­kü lâl ile gev­her
Ana kâr mı kı­lar ha­ra­mi sa­fer[20] Be­zir­gân­lar ba­şı ol pi­rim Ca­fer
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Der­ya­lar bek­çi­si dağ­la­ra na­zır
Ne­re­ya ça­ğır­sam ora­da ha­zır
Be­zir­gân ba­şı­dır boz at­lı Hı­zır
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Be­zir­gâ­nın yü­kü ala­na gi­der
Yo­lu şa­ha doğ­ru ola­na gi­der
Be­zir­gân­lar ba­şı ol şa­hım Hay­dar
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri 

Şu ya­lan dün­ya­da ne bul­duk ve­fa
Fır­sat el­de iken sü­re­gör se­fa
Be­zir­gân­lar ba­şı pi­rim Mus­ta­fa
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Dost ilin­den yo­la düş­tü bir sa­il
Doğ­ru iş­le­ye­ne Hak ola ga­il
Be­zir­gân ba­şı­dır âhir Ceb­râ­il
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Di­zim tut­maz şu yo­ku­şu çık­ma­ya
Der­man bu­la­ma­dım yü­kü yık­ma­ya
Ker­be­lâ’­da Şah Hü­seyn’e ak­ma­ya
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri

Pir Sul­tan Ab­dal’ım aşı­kı çok­lar
Kar­daş bu­la­ma­mış özü­nü yok­lar
Kork­tu­ğu­muz yer­den Ya­ra­dan sak­lar
Ay­rıl­mam ka­tar­dan ben şim­den ge­ri[21]

Bu de­yiş bir çok açı­dan önem­li­dir. Ön­ce­lik­le belirtmek gerekirse, dikkatle okunduğunda ve ayrıntılarda saklı bulunan “giz”lerin çözümü yapıldığında açıkça görüleceği gibi bu de­yiş­le an­la­tı­lan bir yü­rü­yüş, so­mut bir ey­lem­li­lik du­ru­mu­dur. “Ayrılmam katardan ben şimden geri” diyerek Pir Sul­tan ­da şa­ha gi­den bu ka­ta­ra ka­tıl­dı­ğı­nı ve bu ka­tar­dan ay­rıl­ma­ya­ca­ğı­nı çok açık ve ke­sin bir dil­le söy­le­mek­te­dir. Bununla birlikte bu­ra­da ba­zı ko­nu­la­rı ir­de­le­me­miz, ba­zı so­ru­la­ra ya­nıt bul­ma­mız ve açıklamalar getirmemiz ge­re­ki­yor. İlk ola­rak bu ka­tar ki­min ka­ta­rı­dır, ne­re­den gel­mek­te­dir, ne­yi he­def­le­mek­te­, nereye gitmektedir? As­lın­da ya­nı­tı­nı ara­dı­ğı­mız bu so­ru­ların kar­şı­lı­ğı Pir Sul­tan’ın bu de­yi­şin­de ve baş­ka de­yiş­le­rin­de çok yönlü çözümlemeler yapıldığında anlaşılır biçimde ve­ril­mek­te­dir.

Bu ka­tar, ha­ki­ka­tın yo­lu­nu tu­tan, yo­lu doğ­ru iş­le­yen ve yö­nü şa­ha doğ­ru ola­na gi­den bir ka­tar­dır. Bu ka­ta­rın baş­la­rın­dan ba­zı­la­rı Şah Hay­dar, Pir Ca­fer, Pir Mus­ta­fa ve Pir İs­ma­il’­dir.

Ale­vi dü­şün­ce­si ve mi­to­lo­ji­si­ne gö­re ne­re­ye çağ­rıl­sa ora­da ha­zır bu­lu­nan, dağ­la­rın ve der­ya­la­rın bek­çi­si “Bo­zat­lı Hı­zır” on­la­ra yar­dım­cı­dır. Bu­ra­da ko­nu edi­len Pir Mus­ta­fa’­nın Mu­ham­med, Pir İs­ma­il’in ise Sa­fe­vi dev­le­ti­nin ku­ru­cu­su Şah İs­ma­il ol­ma­dı­ğı ko­lay­ca an­la­şıl­mak­ta­dır. Pe­ki o za­man bu adı ge­çen ki­şi­ler kim­dir? De­yi­şin içe­ri­ğin­den bu ki­şi­le­rin Pir Sul­tan’ın ya­kın­dan ta­nı­dı­ğı ve bir ey­le­me, bir yü­rü­yü­şe doğ­ru­dan ka­tı­lan ki­şi­ler ol­du­ğu an­la­şıl­mak­ta­dır.

16. yüz­yıl­da “hiz­met­kâ­rân-ı Ha­cı Bek­taş” adıy­la Pir Sul­tan’ın ya­şa­dı­ğı böl­ge ve Amas­ya, Bo­zok, Ço­rum, To­kat gi­bi ya­kın çev­re­de bir çok tek­ke ve za­vi­ye­le­rin ku­rul­du­ğu ve bu olu­şum­la­rın böl­ge­de or­ta­ya çı­kan ey­lem­le­re ço­ğun­luk­la çev­re­le­riy­le bir­lik­te ak­tif ola­rak ka­tıl­dık­la­rı bi­lin­mek­te­dir. Söz­ge­li­mi, Bo­zok böl­ge­sin­den bu­lu­nan Emir­ci Sul­tan, Yu­suf Ab­dal, Kı­lıç Ab­dal, Yol­ku­lu, Can Ab­dal, To­kat böl­ge­sin­den Tur­hal­lı Bos­tan­ko­lu Ba­ba, Ke­çe­ci Ba­ba, Hub­yar Sul­tan ve benzerleri bun­lar­dan bir­ka­çı­dır. O dö­nem­de bu çev­re­ler­de ça­lış­ma yü­rü­ten, ta­ma­ma ya­kı­nı Ha­cı Bek­taş ve Er­de­bil tek­ke­siy­le ilin­ti­li olan der­viş­ler, ab­dal­lar ve ba­ba­lar ol­duk­ça et­kin­dir. Top­lu­mu önem­li öl­çü­de ha­re­ke­te ge­çi­re­bi­le­cek du­rum­da­dır­lar.[22]

Pir Sul­tan’ın adı­nı an­dı­ğı bu ki­şi­ler­de bun­lar­dan ya da böl­ge­de bu­lu­nan di­ğer tek­ke ve za­vi­ye­ler­den bi­ri­le­ri ola­bi­lir. Bun­lar­dan “şa­hım”, “pi­rim” di­ye bah­set­ti­ği­ne gö­re ara­da -güç­lü bir ola­sı­lık ola­rak- “de­de­lik-ta­lip­lik” iliş­ki­sinin bu­lu­nması da mümkündür. Ale­vi ge­le­ne­ğin­de de­de­ler ve mür­şit­le­re kar­şı bu tür­den hi­tap­la­rın kul­la­nıl­dı­ğı bi­li­nen bir du­rum­dur. Bu açı­dan de­yiş bir çok yön­le­riy­le il­ginç­lik ar­z et­mek­te­dir. De­yi­şin son dört­lü­ğün­de ise, çe­ki­ni­len yer­ler­den “Ya­ra­dan”ın ken­di­le­ri­ni sak­la­ya­ca­ğı da yi­ne açık­ça be­lir­til­mek­te­dir. Bi­ze ka­lır­sa “şa­ha gi­den” ka­tar ola­rak ta­nım­la­nan bu ka­tar, Ba­lım Sul­tan’ın ölü­mü üze­ri­ne Ana­do­lu Ale­vi­le­ri­nin bağ­lı bu­lun­du­ğu en bü­yük ma­kam olan Ha­cı Bek­taş pos­tu­na -pir­lik ma­ka­mı­na- otu­ran ve 1527 yı­lın­da ey­le­me ge­çen Ka­len­der Çe­le­bi’­nin baş­lat­tı­ğı ün­lü “Şah Ka­len­der Yü­rü­yü­şü”dür.[23]

Ko­nuy­la il­gi­li ve­ri­ler sa­nı­yo­rum ola­yı ay­dın­lat­ma­ya bü­yük öl­çü­de ye­te­cek­tir. “Şa­ha git­me ola­yı” ise bü­tü­nüy­le hak ve ada­let ara­yı­şıy­la il­gi­li bir söy­lem­dir. Çün­kü Ale­vi dü­şün­ce sis­te­mi içe­ri­sin­de “şah” kav­ra­mı iyi­li­ği, doğ­ru­lu­ğu, gü­zel­li­ği, hak ve ada­le­ti, in­sa­nı kut­sa­yan an­la­yı­şı ve insanlığın karanlıktan ve kötülükten kurtuluşunu sim­ge­le­yen bir kav­ram­dır.

Güzel günlerin habercisi olan “şah” tasarımı ve şahın kuracağı “baskısız ve sömürüsüz dünya” özlemi insanlığın varoluşundan bu yana ezilen toplumların içlerinde taşıyageldiği yakıcı bir özlem olmuştur. Belki de insanların içinde bulundukları bunalım ve çıkmaz derinleştikçe bu tür düşsel boyutlu tasarımlara daha çok gereksinim duymuşlardır.  

Şah, Alevi düşünce dünyasında in­san­la­rı kö­tü­lük­ten kur­ta­ra­cak, bol­lu­ğun ve be­re­ke­tin ol­du­ğu, baskı ve zulümün ortadan kaldırıldığı, mut­lu­lu­lu­ğun, ada­le­tin ve eşit­li­ğin hü­küm sür­dü­ğü bir dü­ze­ne ka­vuş­tu­ra­cak, in­san­lar ara­sın­da ay­rım­cı­lı­ğı gi­de­re­cek “kur­ta­rı­cı ki­şi” ola­rak al­gı­la­nır. Bu ne­den­le şah olarak ta­nım­la­nan kişi ye­ri­ne ve za­ma­nı­na gö­re de­ğiş­ken­lik­ler gös­te­re­bi­lir. Fa­kat bu du­rum, “şah” kav­ra­mıy­la al­gı­la­nan ta­nı­mın içe­ri­ği­ni de­ğiş­tir­mez. Bu bağlamda Ale­vi-Bek­ta­şi­ler du­ala­rı­na baş­lar­ken ço­ğun­luk­la “bis­mi­şah” di­ye baş­lar­lar. Sunduğumuz de­yiş­te­ki “şah” al­gı­la­ma­sı da bu söy­le­dik­le­ri­miz­le ör­tü­şen bir al­gı­la­ma­dır.

Fa­kat bu­ra­da şah so­mut­laş­mış ve ge­niş bir kit­le ka­tı­lı­mıy­la bir­lik­te yü­rü­yü­şe geç­miş­tir. Bu “Şah”, ya­şa­dı­ğı dö­nem­de bü­tün Ale­vi­le­rin en bü­yük pi­ri olan Ka­len­der Çe­le­bi’­dir.

Ka­len­der Çe­le­bi’­nin o dö­nem­de Ale­vi top­lu­luk­la­rı ara­sın­da “Şah Ka­len­der” ve “za­ma­nın meh­di­si” ola­rak anıl­dı­ğı­nı, hat­ta Os­man­lı bel­ge­le­ri ve kay­nak­la­rı­na da bu san­la geç­ti­ği­ni bi­li­yo­ruz.[24] Sa­nı­rım bu açık­la­ma­lar­dan son­ra de­yiş­te ge­çen ipuç­la­rı­nı de­ğer­len­di­re­rek ko­nu­yu bel­li bir çer­çe­ve­ye otur­ta­bi­li­riz.

Ve­ri­le­rin har­man­lan­ma­sı­nın sun­du­ğu bil­gi­ler­den yo­la çı­ka­rak, ge­nel an­lam­da Şah Ka­len­der ey­le­mi­nin Pir Sul­tan’ın de­yiş­le­rin­de ge­niş yan­kı­sı­nı bul­du­ğu,[25] ola­yın so­nuç­la­rı­nın Pir Sul­tan’ı de­rin­den et­ki­le­di­ği ra­hat­lık­la söy­le­ne­bi­lir. Za­ten Ale­vi ge­le­ne­ği ve dü­şün­sel ya­pı­lan­ma­sı içe­ri­sin­de baş­ka tür­lü ol­ma­sı da müm­kün de­ğil­dir. Üs­te­lik Şah Ka­len­der ola­yı her­han­gi bir olay de­ğil, Ana­do­lu halk ha­re­ket­le­ri içe­ri­sin­de ya­pı­sal özel­lik­le­rin­den do­la­yı bir­bi­ri­nin iz­dü­şü­mü di­ye­bi­le­ce­ği­miz üç bü­yük ey­lem­den bi­ri­dir.[26]

Bu bağ­lam­da so­nuç ola­rak biz, Şah Ka­len­der ola­yı­nın Pir Sul­tan’ı cid­di an­lam­da et­ki­le­di­ği­ni ve de­yiş­le­rin­de çok önem­li yan­sı­ma­la­rı­nın bu­lun­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­ruz.

Yukarıda sunduğumuz deyişle bütünleşen ve Pir Sultan’ın olaylarla ilişkilerini onaylar nitelikte olan bir başka deyişte “Bezirgân” ve “Şah” motifi şöyle geçmektedir.

Türlü tefarikten yükünü tutmuş
Bugün bir bezirgân Ali’den gelir
Şahım Hız(ı)r’ı kervanına baş etmiş
Bugün bir bezirgân Ali’den gelir

Doludur kadehler sunuyor saki
Yüzbin harami var hiç yoktur korku
İnci sedef lâl-ü gevherdir yükü
Bugün bir bezirgân Ali’den gelir

Selman gibi Şah devesin yederim
Gevherim harc’olan şara giderim
Alan kardaşlara sat(ı)lık ederim
Bugün bir bezirgân Ali’den gelir

Âdemoğlu ne çekersin ah-u zâr
Tabip isen gel yarama merhem sar
Yüküm türlü kumaş Şah damgası var
Bugün bir bezirgân Ali’den gelir

Pir Sultan Abdal’ım tendedir canım
Keskindir kılıcım yeğindir nârım
Şah açmış dükkanın bezetmiş şarım
Bugün bir bezirgân Ali’den gelir

Deyişte görüldüğü gibi Pir Sultan yoruma yer bırakmayacak şekilde bu kervanın -Şah kervanın- Ali’den geldiği -ya da Ali’nin yolundan gittiğini- belirterek, “gevher”in alan “kardaşlar”a satıldığını, yani bu kervana inananların katıldığını, “yük”ünde Şah damgası olduğunu, gerekli aydınlatmayı “Şah”ın yaptığını ve yüreğini yeğin bir ateşin yaktığını söylemektedir. Simgelerle yüklü bu söylem, yukarıdaki yorumlarımız ve dönemin gelişmeleriyle uyum içerisinde olan bir söylemdir.

Ka­len­der Çe­le­bi’­nin Yü­rü­yüş Gü­zer­gâ­hı, Mah­mut Pa­şa’ nın Ko­nuy­la İl­gi­li Ar­zı, Yıldız Dağına Çıkan “Şah” ve Pir Sul­tan’ın De­yiş­le­rin­de Yan­sı­ma­la­rı

1526 yı­lın­da Bo­zok böl­ge­sin­de çı­kan Ba­ba Zün­nun ve Süğ­lün Ko­ca ayak­lan­ma­la­rı­nın bas­tı­rıl­ma­sın­dan kı­sa bir sü­re son­ra, 1527 yı­lı ba­har ayın­da yak­la­şık bü­tün Or­ta Ana­do­lu’­yu et­ki­si al­tı­na alan bü­yük bir ayak­lan­ma pat­lak ver­di. Bu ayak­lan­ma­ya yukarıda değindiğimiz  gibi Ale­vi­le­rin ba­tı mer­ke­zi du­ru­mun­da olan Ha­cı Bek­taş tek­ke­si post­ni­şi­ni Ka­len­der Çe­le­bi ak­tif bir şe­kil­de ön­cü­lük edi­yor­du. Ey­le­min baş­la­ma­sıy­la bir­lik­te baskılar ve vergi yükü altında iyice bunaltılan toplumun geniş kitleler halinde katılımıyla ha­re­ket­li­lik bir an­da Or­ta Ana­do­lu’­yu dal­ga dal­ga sar­dı.

Bu derlenme döneminde nice “arap atlı koçyiğitler”, çoğunluğu Alevi-Kızılbaş Türkmen aşiretlerinin boy beyi olan “mülk iyesi ulu beyler” “Sahib-i Zaman Şah Kalender”in çevresinde bir araya geldiler. Pir Sultan’ın bir deyişinde bu derlenmenin yansıması şöyledir.

Karşı karşı karlı dağlar
İndi Şah’a secd’eyledi
Mülk iyesi ulu beyler
İndi Şah’a secd’eyledi

………

Yer yüzünde biten otlar
Cana kıyar koçyiğitler
Ala gözlü arap atlar
İndi Şah’a secd’eyledi

Pir Sultan’ım oldu tamam
İşte geldi Sahip-zaman
Dahi indi On’ki İmam
İndi Şah’a secd’eyledi

Deyişte söylendiği gibi gerçekten de Şah Kalender’in sürekli yakın çevresinde bulunan ve çoğunlukla Osmanlı kaynaklarında “Işık”, “Abdal”, “Kalenderi”, “Haydari”, “Rafizi”, “Mülhid” ve “Torlak” namıyla anılan Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplulukları dışında özellikle Türkmen aşiretleri çevrelerinden timarları alınan gaziler; Çiçekli, Akçakoyunlu, Masadlı, Dulkadirli Türkmenleri, Bozoklu Türkmenleri, Hasanlı, Karacalı, Beşatlı Türkmenleri gibi birçok aşiretin boy beyleri çevreleriyle birlikte Şah Kalender buyruğuna girerek eyleme katıldılar. Bu durum “indi Şah’a secd’eyledi” denilerek deyişte açık biçimde anlatılmaktadır.

Bu yürüyüş ve toparlanmaya ilişkin gelişmelerin yasımalarını Pir Sultan’ın başka deyişlerinde de görüyoruz. Sözgelimi, aşağıda sunduğumuz deyişiyle Pir Sultan açıkça “ikrârı bütün” olmayanların, yani “üstüne yol uğrayınca” her türlü sıkıntı ve cefaya sonuna kadar katlanamayacakların, “yol sırrı”yla ilgili bilince henüz ulaşmamışların -yani yol oğluna yol diliyle yol sırrını soramayanların- aralarına katılmamasını istemektedir.

Şimdi bizim aramıza
Yola boynun veren gelsin
İkrâr ile pire varıp
Hakikatı gören gelsin

Kişi halden anlayınca
Hakikatı dinleyince
Üstüne yol uğrayınca
Ayrılmayıp duran gelsin

………

Pir Sultan’ım Çelebi’ye
Eyvallahım var veliye
Yol oğluna yol diliyle
Yolun sırrın soran gelsin

Ka­len­der Çe­le­bi çev­re­si­ne kı­sa sü­re­de düzenden hoşnutsuz olan yak­la­şık otuz ­bi­ni aş­kın -kırk bine yakın- in­san top­lan­dı. Or­ta Ana­do­lu Ale­vi­le­ri ve di­ğer ezi­len top­lum ke­sim­le­ri yı­ğın yı­ğın Pir Sul­tan’ın de­yiş­le­rin­de “ala göz­lü”, “gül yüz­lü” di­ye an­dı­ğı “kur­tu­luş umu­du Şah”a ko­şu­yor­du. Bu Şah, “dert­li­le­rin der­di­ne der­man ola­cak”, “Urum’­da pe­ri­şan olan se­fil­le­ri, şad edip gül­dü­re­cek”ti. Pir Sul­tan öy­le­si­ne umut do­lu, öy­le­si­ne coş­kun­dur ki, ko­lay de­ğil her dö­nem öz­lem­le bek­le­nen “Meh­di” ar­tık gel­mek­te­dir. Bu ge­len “Meh­di”nin yar­dım­cı­sı ise Oni­ki İmam’­dır.

Ger­çek­ten de yü­rü­yü­şe ge­çil­dik­ten kı­sa bir sü­re son­ra Şah, san­ca­ğı­nı gü­zer­gâh üs­tün­de­ki ko­nal­ga­lar­dan bi­ri olan Ale­vi-Kı­zıl­baş ke­si­min yo­ğun ola­rak kü­me­len­di­ği Ka­zo­va’­ya dik­miş­tir. Öy­le ki, ar­tık “İs­tan­bul’­da aş­kın ka­za­nı kay­na­ya­cak, yok­sul­lar bay­lar gü­le­cek”tir. Pir Sul­tan kâ­fir­le­rin ka­le­si­ni yı­kan bu “Meh­di”ye hay­ran­dır. Bu du­rum Pir Sul­tan’ın bir de­yi­şinde çok ya­lın bir bi­çim­de şöy­le yan­sı­yor.

Kırk yı­lın ba­şın­da bir nur do­ğu­yor
On’­ki İmam Meh­di ile ge­li­yor
Dül­dül eğer­len­miş Ali bi­ni­yor
On’­ki İmam Meh­di ile ge­li­yor

İs­tan­bul’­da aş­kın ka­za­nı kay­nar
Onu içer cüm­le yok­sul­lar bay­lar
Al ye­şil gi­yin­miş yü­kü­nü tay­lar
On’­ki İmam Meh­di ile ge­li­yor

So­rar­sa­nız bir el­ma­dan çı­kıp­tır
Kâ­fir­le­rin ka­le­si­ni yı­kıp­tır
San­cak­la­rı Ka­zo­va’­ya di­kmiş­tir
On’­ki İmam Meh­di ile ge­li­yor

Ali bir taç giy­miş nur­dan ba­şı­na
Kim ka­rı­şır ol Ali’­nin işi­ne
On’­ki İmam berk ya­pış­mış pe­şi­ne
On’­ki İmam Meh­di ile ge­li­yor

Rum Elin­de dev­let han­lar tu­tul­du[27] Şad olu­ben top tü­fek­ler atıl­dı
Zâ­hir ol­du kurt ko­yu­na ka­tıl­dı
On’­ki İmam Meh­di ile ge­li­yor

Pir Sul­tan Ab­dal’ım söy­ler özün­den
Kâ­fir kı­rar to­pu­ğun­dan di­zin­den
Ah­dim kal­dı ol Meh­di’­nin yü­zün­de
On’­ki İmam Meh­di ile ge­li­yor

Bir de­yi­şin içe­ri­sin­de sanırım bir eylemin res­mi ancak bu ka­dar başarılı bir biçimde be­tim­le­ne­bi­lir. Pir Sul­tan ge­liş­me­le­ri de­yiş içe­ri­sin­de çok güzel yan­sıt­mak­ta ve Ka­len­der Çe­le­bi’­yi Ali mer­te­be­si­ne çı­kar­mak­ta­dır. Şah Kalender yürüyüşünün bir başka deyişte yansıması ise şöyledir.

Bir seferim vardır Urum üstüne
Yüce dağ başında eri gözlerim
Al elimi kaldır kırklar yediler
Bir himmeti keskin Pir’i gözlerim

Bismillâh dedim de girdim helâle
Gözüm açıp baktım bir hub cemâle
Sıdk ile çağırdım ceddim celâle
Eriş Hızır nebi carı gözlerim

………

Keskin Zülfikâr’la Ali gazada
Umarım inâyet eder bize de
Bağdat’ta Mansur’un canı ezada
Kemendim boynumda darı gözlerim

………

“Himmeti keskin Pir”in “Urum (Sivas eyaleti) üstüne başlattığı sefer”le an­sı­zın or­ta­ya çı­kan ve kı­sa sü­re­de ya­yı­lan bu ge­liş­me, mer­ke­zi yö­ne­ti­mi ol­duk­ça te­dir­gin et­ti. Bas­tır­ma­ya yö­ne­lik birtakım gi­ri­şim­ler ol­duy­sa da, ba­şa­rı­lı olu­na­ma­dı. Bu­nun üze­ri­ne yö­ne­tim ge­niş ön­lem­ler al­ma­ya baş­la­dı. Bu ön­lem­le­rin içe­ri­sin­de, Rum (Si­vas eya­le­ti) bey­ler­be­yi Ya­kup Pa­şa, Ana­do­lu bey­ler­be­yi Ber­ham Pa­şa ve Ka­ra­man bey­ler­be­yi Mah­mut Pa­şa’­nın is­yan­cı­la­rın yol­la­rı­nı kes­mek ve olay­la­rı bas­tır­mak üze­re gö­rev­len­di­ril­me­si de var­dır. Ya­pı­lan plan­la­ra uy­gun ola­rak Ya­kup Pa­şa Koç­hi­sar – Za­ra ara­sı Kı­zı­lır­mak va­di­si­ni, Ber­ham Pa­şa ise ken­di­siy­le bir­le­şen di­ğer -ye­rel- güç­ler­le bir­lik­te ku­zey ta­raf­la­rı -To­kat yö­nü­nü- tut­muş­tu. Mah­mut Pa­şa ise is­yan­cı­la­rı ya­kın­dan ve dik­kat­le günü gününe iz­le­me­ye baş­la­dı.

Ni­san ayı son­la­rın­da, is­yan­cı­lar ku­zey ta­raf­tan -To­kat yö­nün­den- Si­vas üze­ri­ne yü­rü­dük­le­ri ve Mah­mut Pa­şa’­yı kıs­kaç içe­ri­si­ne al­dık­la­rı bir za­man­da Mah­mut Pa­şa, al­dı­ğı ön­lem­ler ve ye­ni ge­liş­me­ler­le il­gi­li ola­rak İs­tan­bul’a ve­zi­ri­âzam İb­ra­him Pa­şa’­ya aşa­ğı­da sun­du­ğu­muz ar­zı (ra­po­ru) gön­de­rir.[28] Ko­nuy­la il­gi­li ay­rıntı­lı bil­gi­ler ve­ren bu önem­li ra­por, Pir Sul­tan’ın bir çok de­yi­şiy­le ilin­ti­li ol­du­ğu­nu dü­şün­dü­ğü­müz ge­liş­me­ler­le bir­lik­te, Mah­mut Pa­şa’­nın is­yan­cı­lar ara­sın­da yü­rüt­tü­ğü il­ginç ça­lış­ma­la­rı ve iz­le­nen gü­zer­gâh, ko­nak­la­nan yer­ler­le il­gi­li önem­li bil­gi­le­ri de içer­mek­te­dir.

Arz­da ve­ri­len gü­zer­gâh[29] ve bil­gi­ler­le Pir Sul­tan’ın bir çok de­yi­şi açık se­çik ça­kış­ma­sı, de­yiş­ler ve olay­la­rın ge­li­şi­mi­nin çar­pı­cı bir bi­çim­de bir­bi­ri­ni ta­mam­la­ma­sı il­ginç bir bo­yut­tur.

Semm-i se­mend-i sa­âde­te ruh­sâ­re-i ni­yâ­zı sü­rüb tak­bil-i ri­kâb-ı hü­mâ­yun­la dest-res bul­duk­tan son­ra arz-ı ben­de-i bi-mik­dâr ve zer­re-i hâk­sâr ol-dur ki (atı güç­lü ve çe­vik yö­ne­ti­me ve yük­sek ma­ka­ma mut­lu­luk di­lek­le­rim­le pe­ri­şan hal­li bu aciz kul­la­rı­nın yer­ler­de yüz sü­re­rek sun­du­ğu kü­çük bir ar­zı -bil­di­ri­mi- odur ki) bun­dan ak­dem (ön­ce) Bu­dak Özi[30] ve Kes­kün[31] ne­vâ­hi­le­rin­de hu­rûc eden (ta­raf­la­rın­da ayak­la­nan) Kı­zıl­baş Kaz Gö­li[32] nâm ma­hal­den (isim­li yer­den) kal­kup Ar­tu­kâ­bâd[33] ca­ni­bi­ne (gü­ne­yi­ne) mü­te­vec­cih ol­du­gu ha­ber arz olu­nup (yö­nel­di­ği ha­ber ve­ri­lip) şim­di­ki hal­de (şu an­da) beg­ler­be­gi haz­ret­le­ri[34] ca­ni­bin­de (gü­ne­yin­de) olan adem­le­rü­müz­den Veys nâm ade­mü­müz Ar­tu­kâ­bâd aya­ğın­da (ya­kın­la­rın­da) Si­lis Özi[35] nâm ma­hal­den (isim­li yer­den) ge­lüb şöy­le ha­ber ver­di ki Kı­zıl­baş-ı la­in (la­net­li Kı­zıl­baş­la­rın) Ar­tu­kâ­bâ­da kon­du­gı ha­ber is­ti­ma olub (alı­nıp) nefs-i Si­va­sı ih­râk et­mek ni­ye­tin is­ti­ma edi­cek (Si­vas böl­ge­si­ni yağ­la­mak ni­ye­tin­de ol­duk­la­rı öğ­re­ni­lin­ce) Rum beg­ler­be­gi­si haz­ret­le­ri[36] da­hi ıl­ga­yub (hız­la ge­le­rek) Si­va­sa kon­duk­da (ko­nun­ca) Kı­zıl­baş-ı mah­zûl da­hi (re­zil Kı­zıl­baş­lar da­ha son­ra) Ar­tu­kâ­bâd­dan Yıl­du­za[37] dö­nüb Si­vas ile To­kat ara­sın­dan ge­çüb Yıl­du­za ko­nub an­dan (da­ha son­ra) Gök­çe Bel­den[38] aşub ka­ra ku­ra­yı (en­di­şe­yi) bı­ra­gub ag­zı­nı çit-hâ­ne ey­le­yüb (ka­pa­tıp) di­yâr-ı şar­ka (do­ğu ta­ra­fı­na) git­me­ge mü­te­vec­cih ol­duk­da (yö­ne­lin­ce) beg­ler­be­gi haz­ret­le­ri da­hi mah­rû­se-i Si­vas­dan (Si­vas mer­ke­zin­den) kal­kub Si­va­sun Tah­ta Köp­ri nâm köp­ri­ye ko­nub[39] an­dan Koç­hi­sâ­ra[40] var­mak te­dâ­rik ol­duk­da (dü­şü­nü­lün­ce) bu na­hif (bu kul) da­hi mü­bâ­rek re­ceb ayı­nun on to­ku­zın­cı gü­ni ki dû­şen­be gü­ni dür[41] Ar­tu­kâ­bâd­dan öte Yıl­du­za ka­rib (çok ya­kın) olan Fi­ne­ze[42] nâm ma­hal­le (isim­li ye­re) ko­nub an­dan ara (on­dan son­ra) ya­tı (ak­şam üze­ri) Koç­hi­sâr­da beg­ler­be­gi haz­ret­le­ri­ne mü­lâ­kât ol­mak (ye­tiş­mek) üze­re tah­min olun­mış­dur[43] in­şâl­la­hu-l aziz pâ­di­şâh-ı âlem-pe­nâh (alem­ler sı­ğı­na­ğı) haz­ret­le­ri­nün ey­yâm-ı sa­âdet­le­rin­de (mut­lu gün­le­rin­de) en­vâ-ı (çe­şit­li) yüz ak­lık­la­rı hâ­sıl ola (ba­şa­rı­lar ka­za­nı­la) me­lâ­in-i mez­kû­re da­hi (her­ke­sin nef­re­ti­ni ka­zan­mış la­net­li­ye) es­ki Kı­zıl­baş­dan ki­mes­ne (kim­se­ler) tâ­bi ol­ma­yub (ka­tıl­ma­yıp) ve ba­zı yer­le­re ki fit­ne ü fe­sâd bı­ra­gub (ba­zı yer­ler­de boz­gun ve ka­rı­şık­lık­lar çı­ka­rıp) yer yer hu­rûc (is­yan) et­dir­mek te­dâ­rik et­miş­ler idi (et­tir­me­ye uğ­raş­mış­lar­dı) ol fit­ne­le­ri da­hi râst gel­me­yüb yer yer bo­zu­lub ve Boz Ok ta’i­fe­sin­den (ke­si­min­den) da­hi ümiz­vâr (umut­lu) ol­du­gı[44] ki­mes­ne­ler da­hi ken­dü­le­re tâ­bi ol­ma­yub (ka­tıl­ma­yıp) bu na­hif (bu kul) ya­nı­na ge­lüb ve an­dan gay­ri her gün bö­lük bö­lük iç­le­rin­den âdem­ler ka­çub ve ka­çub ge­len­le­re da­hi kat’â (ke­sin­lik­le) ki­mes­ne­yi dahl et­dir­me­yüb (yak­laş­tır­ma­yıp) ek­se­ri­ne (ço­ğun­lu­ğu­na) ay­nı ile (bir­lik­te bu­lu­nan) bu­lu­nan rızk ü mâ­lın (yi­ye­cek ve mal­la­rı) da­hi alı­ver­mek ile iç­le­rin­den hay­li âdem ka­çub pe­ri­şân-hâl olub hat­tâ Çi­çek oğ­lı Ha­san Beg[45] nâm ki­mes­ne ki sâ­bı­ka (söy­len­di­ği gi­bi) tu­tı­lub bu na­hi­fe gel­dük­de hı­lat­la­nub (giy­di­ri­lip, ku­şa­tı­lıp) sa­lı­ve­ril­dük­de Kı­zıl­baş ara­sın­da olan ka­rın­da­şı Tu­rak Beg ki ce­mi’i umûr­la­rın (top­lu­mun iş­le­ri­ni) gö­rüb ba­şa­ran mez­kûr (adı ge­çen) Tu­rak Be­ge mek­tub­lar gön­de­ri­lüb ol da­hi iç­le­rin­den ka­çub am­mâ bu na­hi­fe da­hi ge­lüb ulaş­ma­yub ba­zı­lar ake­bin­den Kı­zıl­baş ye­tüb katl et­di (ba­zı Kı­zıl­baş­lar ge­ri­sin­den ye­ti­şip öl­dür­dü­ler) ve ba­zı­lar he­nüz biz­le­re gel­me­ge ih­ti­yât edüb (ha­zır­la­nıp) bir ve­si­le ile gel­mek is­ter der­ler şol de­re­ce­de (önem­li öl­çü­de) ara­la­rı­na tef­ri­ka (çe­liş­ki­ler) düş­miş­dür ki ni­hâ­yet ye­di se­kiz yüz at­lu ve üç dört yüz pi­yâ­de kal­dı de­yü tah­kik eder­ler (söy­ler­ler)[46] Ümiz dür ki (umu­lur ki) Hakk-ı sub­hâ­na­hu ta’â­lâ­nun ina­ye­tin­den ula­şıl­du­ğı ma­hal­de (Al­la­hın iz­niy­le ula­şıl­dı­ğı yer­de) olan­ca­sı da­hi kı­lıç­dan ge­çüb sâ’ir­le­re (di­ğer­le­ri­ne) ib­ret vâ­ki ola (ders ve­ri­ci du­rum ola) in­şa­al­la­hu ta’â­lâ bâ­ki fer­man sa’â­det­lü sul­ta­num haz­ret­le­ri­nün re’v-i şe­rif­le­ri­ne me­nût­dur (Tan­rı­nın yar­dım­la­rıy­la ke­sin buy­ruk mut­lu­luk ve­ri­ci sul­ta­nım haz­ret­le­ri­nin şe­ref­li onay­la­rı­na bağ­lı­dır.)

Az’a­fü’l-ibâd (kul­la­rın en za­yı­fı)

Mah­mud el-fa­kir 

Ve bu abd-ı na­hif da­hi ga­yet sü­rat ile git­me­gin Bo­zok tâ’i­fe­si­nün boy beg­le­ri ve si­pâ­hi­le­ri ye­ti­şüb ek­ser çe­ri­le­ri ge­lüb mü­lâ­kât ola­ma­dı­lar (ço­ğun­luk as­ker­ler ge­lip ka­tı­la­ma­dı­lar) am­mâ rûz-be-rûz (gün be gün) gel­mek üze­re du­rur­lar he­mân boy beg­le­rin­den bir kaç boy be­gi ge­lüb mü­lâ­kât ola­ma­dı (ara­mı­za ka­tı­la­ma­dı) an­lar da­hi bir iki men­zil (du­rak) bu na­hif­den ge­rü­de ge­lüb ulaş­mak üze­re du­rur­lar.

Ta­vak­kal­tu ta­alal­lah (Al­la­hın de­di­ği olur)

Mah­mud bin Ab­dul­lah[47]

Bu olay­lar adı ge­çen böl­ge­de 933 (1527) yı­lı Mart-Ni­san ay­la­rı ara­sın­da mey­da­na gel­miş­tir. Ra­por­dan, Os­man­lı güç­le­ri­nin is­yan­cı­la­rı adım adım iz­le­dik­le­ri an­la­şıl­mak­ta­dır.

Ve­ri­len bu gü­zer­gâ­ha gö­re, To­kat-Ar­tu­kâ­bâd ta­ra­fın­dan ge­len is­yan­cı­lar Yıl­dız da­ğı etek­le­rin­de ko­nak­la­mış­lar, bu­ra­dan Gök­çe­bel’e yö­ne­lip ora­yı da geç­tik­ten son­ra Çır­çır bu­ca­ğı ya­kın­la­rın­dan ve Ba­naz kö­yü ku­ze­yin­den, Ka­ra­ça­yır kö­yü (şim­di bu­cak) üze­rin­den geçerek gü­ney­do­ğu­ya Koç­hi­sar (Ha­fik) üze­ri­ne yö­nel­miş­ler­dir. Fa­kat yol­la­rın Os­man­lı bir­lik­le­ri ta­ra­fın­dan ke­sil­di­ği­ni öğ­re­nin­ce bel­ge­ler­den an­la­dı­ğı­mız ka­da­rıy­la böl­ge­den uzak­la­şa­ma­mış­lar ve tam bir ku­şat­ma içe­ri­si­ne düş­müş­ler­dir. Bu­nun üze­ri­ne bü­yük bir ola­sı­lık­la dağ­lık ve sarp alan­lar ol­ma­sı ne­de­niy­le ku­ze­ye doğ­ru geri çe­kil­miş­ler ve Cin­ci­fe’­de saldırılar sonucu Os­man­lı or­du­la­rıy­la bü­yük bir sa­va­şa tu­tuş­mak zorunda kalmışlardır. 35a Bu sa­vaş­tan Ka­len­der Çe­le­bi güç­le­rinin ga­lip çık­tı­ğını biliyoruz. Ağır şe­kil­de ye­nil­gi­ye uğ­ra­yan Os­man­lı or­du­su­nun ise bir çok ön­de ge­le­ni sa­vaş mey­da­nın­da kal­dı.

Cin­ci­fe’­den son­ra Ka­ra­ça­yır kö­yü çev­re­sin­de[48] Şah Ka­len­der is­yan­cı­la­rı­nın ye­ni­den Os­man­lı güç­le­riy­le kar­şı­laş­tık­la­rı­nı gö­rü­yo­ruz. İs­yan­cı­lar bu­ra­da da, Os­man­lı güç­le­riy­le tu­tuş­tuk­la­rı sa­vaş­ta on­la­rı bir kez da­ha ye­nil­gi­ye uğ­rat­tı­lar.

Cin­ci­fe’­den Ka­ra­ça­yır’a ge­le­bil­mek için kes­tir­me yol ola­rak Yıl­dız da­ğı çev­re­sin­den ve Ba­naz kö­yü ya­kın­la­rın­dan geç­mek ge­re­kir. Ka­nım­ca, dağ­lık, te­pe­lik sa­vun­ma­ya ve sal­dı­rı­ya elverişli sarp bir böl­ge ol­ma­sı do­la­yı­sıy­la Ka­len­der Çe­le­bi’­de bu gü­zer­gâ­hı iz­le­miş ol­ma­lı­dır.

Bu arz­dan da an­la­şı­la­ca­ğı gi­bi Si­vas böl­ge­sin­de Mah­mut Pa­şa Ka­len­der Çe­le­bi saf­la­rı­nı bö­lüp par­ça­la­mak ve is­yan eden­le­ri bir­bi­ri­ne dü­şür­mek için bü­yük bir gay­ret içe­ri­si­ne gir­miş­tir. Bu amaç­la ayart­tı­ğı ve çe­şit­li va­ad­ler kar­şı­lı­ğı sa­tın al­dı­ğı ba­zı ki­şi­le­ri is­yan­cı­lar ara­sı­na sok­muş, is­yan­cı­lar ara­sın­dan ba­zı ki­şi­le­re ise rüş­vet an­la­mın­da hi­lat giy­di­ril­miş ve ulu­fe­ler ve­ril­miş­tir. Bu gi­ri­şim­ler, ki­mi boz­gun­lar ve iha­net­ler ya­şan­ma­sı­na yol aç­ma­sı­na kar­şın, Ka­len­der Çe­le­bi saf­la­rı­nı tam an­la­mıy­la bö­lüp par­ça­la­ma­ya yet­me­miş­tir.

Pir Sul­tan Ab­dal’ın bü­tün bu ge­liş­me­ler­den ve ken­di kö­yü­nün di­bi­ne ka­dar ge­len ka­la­ba­lık is­yan­cı top­lu­lu­ğun­dan ve bu is­yan­cı­la­rın ba­şı olan Şah Ka­len­der’­den ha­ber­siz ol­ma­sı dü­şü­nü­le­mez. Kaldı ki Ka­len­der Şah, Pir Sul­tan’ın bağ­lı bu­lun­du­ğu en bü­yük pir­lik ma­ka­mın­da otu­ran ki­şi­dir ve Ana­do­lu’­da­ki bü­tün Ale­vi­ler­le sü­rek­li ve ya­kın iliş­ki içe­ri­sin­de­dir. Bu ne­den­le Pir Sul­tan Ab­dal gi­bi coş­ku­lu, da­va­sı­na ina­nan ve bu uğur­da her tür­lü sı­kın­tı­yı gö­ze alan bir aşı­ğın bu ge­liş­me­ler ve böy­le­si­ne bü­yük bir ey­lem kar­şı­sın­da du­yar­sız kal­ma­sı da mümkün değildir. Ayrıca Pir Sultan Alevi toplumunun toplumsal yaşamında en temel geleneklerden biri olan cem törenlerinde “cem aşığı” olarak görev yapan bir aşıktır. Bu aynı zamanda Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumuyla her zaman iletişim içerisinde bulunmak ve toplumu ilgilendiren her türlü gelişmeden aynı anda haberli olmak demektir.

Bü­yük bir ola­sı­lık­la Ka­len­der Çe­le­bi Ale­vi top­lu­mu­nu bu ey­le­me kat­mak için çağ­rı da yap­mış ol­ma­lı­dır. Bu bağ­lam­da sa­nı­rım ba­zı olay­la­rı çöz­mek ko­lay­laş­mak­ta­dır.

Pir Sul­tan oca­ğı­nın ta­lip­le­rin­den ol­du­ğu an­la­şı­lan Aşık İs­ma­il’in bir de­yi­şin­de “Urum’u (Rum-Sivas eyaleti) dolanıp” Yıl­dız da­ğı­na çı­kan ve bu­ra­da se­mah dö­nen, ya­nın­da bu­lu­nan­la­ra kı­sa sü­re­de de­rin söz­ler söy­le­yen ve bu­ra­dan inip “Banaz’a gelen” ve “Ba­naz’ı hoş va­tan ey­le­yen” bir şah­tan bah­se­di­lir. Ayrıca “Hayli devr ü zaman geçti orada” dizesi Şah’ın Banaz’da bir süre kaldığını/ağırlandığını göstermektedir. Ko­nu­nun da­ha iyi an­la­şıl­ma­sı için önem­li ipuç­la­rı bu­lu­nan bu de­yi­şin il­gi­li dört­lük­le­ri­ne ba­ka­lım.

………

Uçurdular Pir Sultan’ın kuşunu
Seyrangâh eyledi Yıldız başını
Hub gösterdi toprağını taşını
Mevlâm kısmetini verdi orada

Şah Yıl­dız da­ğın­da se­mah ey­le­di
Ayak üs­tü bin­bir ke­lam söy­le­di
İn­di Ba­naz’ı hoş va­tan ey­le­di
Hay­li devr ü za­man geç­ti ora­da

Ko­ca Şah Urum’a bir el­ma sal­dı
Do­lan­dı Urum’u Ba­naz’a gel­di
Pir Sul­tan el­ma­ya bir tek­bir kıl­dı
İn­san ta­acüp­te kal­dı ora­da[49]

………

Gö­rül­dü­ğü gi­bi bu de­yiş­te tartışma ve yoruma yer bırakmayacak açıklıkta “Urum” sö­züy­le Si­vas eyaleti kastedilmekte; Si­vas eya­le­tin­de ise Ba­naz kö­yünden, Ba­naz’a ya­kın Yıl­dız da­ğın­dan, Şah’ın bu dağa çıkarak semah eylediğinden ve yanına toplananlara “ayak üstü binbir kelam” söylediğinden ve buradan Banaz’a elma gönderdiğinden -yani bir toplantıya çağrı yaptığından- bahsedilmektedir. Bil­di­ği­miz ka­da­rıy­la Yıl­dız da­ğı­na çı­kan ve Pir Sul­tan’ın kö­yü­nün di­bi­ne ka­dar ge­len -deyişe göre “Urum’u dolanıp Banaz’a gelen, ki belgelere göre de gerçekten böyledir ve Banaz’ı “hoş vatan” eyleyen”- belgelerle kanıtlı baş­ka bir Şah bi­lin­me­di­ği­ne gö­re, bu Şah’ın Ka­len­der Çe­le­bi’­den baş­ka­sı olduğunu söylemek bize kalırsa gerçekleri zorlamadır.

Kimi araştırmacılar bu şahın Şam Bayadı aşiretine mensup olan ve 1577 yılında güney bölgesinde isyan ederek Kırşehir ve Bozok sancağına kadar gelen “Yalancı/Düzmece Şah İsmail” olduğu iddiasını ortaya atmışlardır ki, konuyla ilgili veriler dikkatle irdelendiğinde bu iddiaların ne denli dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, bu “Yalancı/Düzmece Şah İsmail” ne Yıldız dağına kadar gelmiştir; -hele burada konaklaması, görüşmeler yapması hiç söz konusu değildir-, ne de Yıldız dağıyla ve Banaz köyüyle başka bir şekilde ilgisi vardır. Böyle bir durumun kesinlikle belgelere dayanan bir kanıtı yoktur. Bütün ısrarlı ve ayrıntılı araştırmalarımıza karşın bu yönde herhangi bir belgeye biz de rastlamadık. Zaten bu iddiayı ortaya atan araştırmacılarda bu durumu açıklığa kavuşturacak somut veriler sunamamışlar ve bu olayla, Pir Sultan’ın asıldığını söyledikleri tarih –ki bu tarih 1590-91’dir– arasındaki boşluk ve bağlantısızlığa ilişkin aydınlatıcı/ikna edici bir yorum getirememişlerdir. Bunların hepsi bir yana ayrıca gözden kaçırılmaması gereken önemli bir boyut daha bulunmaktadır. Pir Sultan gibi bir çok deneyimden geçmiş, 16. yüzyılın başından itibaren Anadolu’da yaşanan büyük küçük bir yığın acı, kıyım ve katliamın tanıklığını yapmış birikimli bir aşığın “ne idüğü belirsiz” başı bozuk “yalancı/düzmece” bir isyancının peşine düşmeyeceği aşikârdır. Oysa Pir Sultan’ın ve bütün Anadolu Alevilerinin “Pir”i, bağlı bulunduğu, kutsadığı ocağın postnişini Şah Kalender’in Osmanlı ordularını bir çok kez yenilgiye uğratarak Yıldız dağına ve Banaz köyü civarına kadar geldiği, buralarda isyana katmak amacıyla çeşitli çevrelerle görüşmeler yaptığı ve hatta bir süre eğlendiği bizzat Osmanlı belgeleriyle kanıtlıdır. Ayrıca bu çalışma içerisinde sunduğumuz diğer belge ve veriler Pir Sultan’ın yaklaşık 1562-63’de siyaset edildiğini göstermektedir. Dolayısıyla bu durum Pir Sultan olayını 1577-78’lere taşımayı ve Yalancı/Düzmece Şah İsmail’le ilgisini ve bununla bağlantılı olarak 1590-91’de asılmasını bize göre olanaksız kılıyor.[50]

Bu böl­ge­de, hem böl­ge hal­kıy­la duy­gu ve dü­şün­ce bir­li­ği içe­ri­sin­de olan, hem de ge­niş bir ala­na ya­yı­lan ve böl­ge hal­kı­nı de­rin­den et­ki­le­yen, “Şah”ın ön­cü­lük et­ti­ği baş­ka bir ey­le­min ol­ma­dı­ğı -bölgede yaşanan diğer eylemlerin öncülerine “Şah” sanının verilmediğini biliyoruz- döneme ilişkin belge ve kaynaklardan bi­lin­mek­te­dir. Ay­rı­ca Ka­len­der Çe­le­bi’­nin böl­ge­de bu­lu­nan Ale­vi­le­ri ayak­lan­ma­ya kat­mak için ça­ba­sı ol­du­ğu­nu bizzat Mah­mut Pa­şa ar­zın­da açık­la­mak­ta­dır. Dolayısıyla bu bil­gi­le­rin ışı­ğın­da Pir Sul­tan’ın han­gi ka­tar­dan ay­rıl­ma­dı­ğı da sa­nı­rım şim­di da­ha iyi an­la­şıl­mak­ta­dır.

Bu­ra­da açık­lan­ma­sı ge­re­ken baş­ka mo­tif­ler­de bu­lun­mak­ta­dır. El­ma, kır­sal alan Ale­vi top­lu­mun­da önem­li bir top­lan­tı­ya da­vet anlamı ta­şı­yan kut­sal bir nes­ne­dir. Ale­vi kül­tü­rün­de özel bir ye­ri olan ve “Cennetten Ali’ye bir niyaz geldi / Ali’ye terceman gelen elmalar / Ali’m kokladı da yüzüne sürdü / Ali’ye terceman gelen elmalar” denilerek çok açık biçimde “Ali’­ye ter­ce­man gel­di­ği” söy­le­nen el­ma, cem tö­ren­le­rin­de de kut­sa­nır.[51]

Bu kut­lu özel­li­ği ne­de­niy­le önem­li ki­şi­le­re çağ­rı ya­pı­la­ca­ğı za­man el­ma gön­de­ri­lir. Bun­dan an­lıyoruz ki, Pir Sul­tan’­da bu­lun­du­ğu çev­re­de önem­li bi­ri­dir. Çağ­rı­yı alan Pir Sul­tan el­ma­ya tek­bir kı­la­rak bel­ki de çev­re­si­ne bu çağ­rı­nın kut­sal bir çağ­rı ol­du­ğu­nu ve uy­mak ge­rek­ti­ği­ni an­lat­mak is­te­di. Bu du­rum Pir Sul­tan’ın ey­lem­le iliş­ki­si­ni gös­te­ren önem­li bir dav­ra­nış­ ve kanıttır. Bundan da anlaşılmaktadır ki Pir Sultan, büyük bir olasılıkla davete uyarak Yıldız dağında yapılan “Şah’ın semah eylediği” bu toplantıya katılmıştır. Sıkı takiplerin yapıldığı, baskı ve kıyımın had safhaya vardığı o dönemde bu toplantının herhangi bir toplantı olamayacağı açıktır. Dolayısıyla bunun birliği sağlamak amacıyla yapılan bir cem âyini, bir ikrâr töreni olduğunu söyleyebiliriz.

Daha sonra yine “İndi Banaz’ı hoş vatan eyledi” dizesinde anlatıldığı gibi Banaz’a inen Şah’ın güçlü bir olasılıkla Banaz’da Pir Sultan’ın evine konuk olarak geldiği de söylenebilir. Bunun böyle olması çok doğaldır, çünkü çağrıdan da anlaşıldığı gibi Pir Sultan yörede adı yaygın olarak bilinen etkili ve güçlü bir âşıktır. Şah’ın çağrı yaptığı böylesine önemli bir âşığın evinde konuk olmasının bizce yadırganacak bir tarafı olmadığı gibi ayrıca etkinlik sağlamak bağlamında ciddi şekilde yararı vardır. Çünkü genel olarak geleneğin güçlü olduğu kırsal alan toplumunda âşıklar çok saygın bir yere sahiptir. Hatta farklı ve sıradışı niteliklere sahip olmalarından dolayı çoğunlukla âşıklara “yarı ermiş” gözüyle bakılır. Şah Kalender-Pir Sultan arasındaki ilişkiyi bu bağlamda da değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.

Sonuç olarak bü­tün bu ve­ri­ler­den an­lı­yo­ruz ki, To­kat ve Si­vas ara­sın­da sı­kı­şıp ka­lan ve ge­niş bir alanda ku­şat­ma içe­ri­sin­de bu­lu­nan Ka­len­der Çe­le­bi güç­le­ri, Yıl­dız da­ğı ve ya­kın çev­re­sin­de dö­nüp dur­mak­ta ve do­ğu­ya doğ­ru bir çı­kış yo­lu ara­mak­ta­dır ve ay­nı za­man­da böl­ge Ale­vi­le­ri­ni çeşitli yöntemlerle bütünüyle bu ola­yın içerisine çek­me­ye ça­lış­mak­ta­dır. Pir Sul­tan’ın aşa­ğı­da­ki di­ze­le­ri ko­nu­yu yi­ne bi­raz da­ha net­leş­tir­mek­te­dir.

Dağ yü­zün­de Şah-ı ker­van du­ru­yor
Onun ka­ta­rın­dan ayır­ma bi­zi
Önün­ce Dül­dül’­le Kam­ber yü­rü­yor
Onun ka­ta­rın­dan ayır­ma bi­zi

……

Pir Sul­tan Ab­dal’ım Meh­di nic’ol­du
Oni­ki ima­mın tah­tı yüc’ol­du
Pi­rin eşi­ği­ne va­ran hac’ol­du
Onun ka­ta­rın­dan ayır­ma bi­zi

Bu­ra­da do­ğal ola­rak he­men şu so­ru­lar ak­la ge­li­yor. Bu, dağ yü­zün­de du­ran ve eşi­ği­ne va­rıl­dı­ğın­da “ha­cı” olu­nan “Şah ker­va­nı” ki­min ker­va­nı­dır? Bu­nun ya­nı­tı­nı yi­ne Pir Sul­tan’ın iki de­yi­şiy­le ve­re­lim.

1

Aşk ile yü­rü­dük sen pi­re gel­dik
Mu­ham­med ce­ma­lin sey­ra­na gel­dik
Mu­hab­bet na­rı­na yan­ma­ya gel­dik
Za­tı­nı gör­me­ğe mey­da­na gel­dik

…….

Pir Sul­tan ede­lim Ye­zid’e lâ­net
Mür­şi­din ete­ğin tut­mu­şuz el­bet
Ali ev­lâ­dı­na oku­ruz rah­met
Şah’ı­mın ce­ma­lin gör­me­ğe gel­dik

2

Diken arasında bir gül açıldı
Bülbülüm bahçene ötmeğe geldim
Bezirgânım yüküm gevher satarım
Ali pazarına dökmeğe geldim

………

Bir bend oldum şu meydana atıldım
İkrar verdim ikrarıma tutuldum
İptida taliptim Pir’e katıldım
Pir’in eteğini tutmağa geldim

………

Bu de­yiş­ler­de “Pir” ol­du­ğu, “Mür­şid” ol­du­ğu söy­le­nen ve za­tı­nı gör­me­ye “eteğini tutulmaya” ge­lin­di­ği açık­ça be­lir­ti­len bir ki­şi­ye hi­tap edil­mek­te­dir. Bu eteğini tutmaya gelinen “Pir” kimdir? Ana­do­lu Ale­vi­le­ri­nin bağlı bulunduğu en bü­yük mür­şidlik, yani pirlik ma­ka­mı­nın Ha­cı Bek­taş oca­ğı ol­du­ğu­nu ko­nuy­la il­gi­li olan her­kes bi­lir. Do­la­yı­sıy­la, bu­ra­da hi­tap edi­len “Pir”in yi­ne o dö­nem­de mür­şid­lik ma­ka­mın­da oturan ve ey­le­miy­le bir an­da o dönem Ale­vi top­lu­mu­nun en te­mel gün­de­mi ha­li­ne ge­len Ka­len­der Çe­le­bi’­den baş­ka­sı­nın ola­ma­ya­ca­ğı açık­tır. Çün­kü Pir Sul­tan’ın ya­şa­dı­ğı dö­nem olan 16. yüz­yıl­da Ba­lım Sul­tan’ın bu tür­den ey­lem­le­re ka­rış­ma­dı­ğı ve Ka­len­der Çe­le­bi son­ra­sı Ha­cı Bek­taş pos­tu­nun uzun sü­re -1551 yı­lı­na ka­dar- boş kal­dı­ğı bi­lin­mek­te­dir. Bu du­rum­da ge­ri­ye bir tek ola­sı­lık kal­mak­ta­dır; o da Ka­len­der Çe­le­bi’­dir.

Bel­ge­ler­den de açık­ça gö­rül­dü­ğü gi­bi Pir Sul­tan’ın kö­yü­nün ya­kı­nı­na ka­dar gel­di­ği ke­sin ola­rak bi­li­nen ve bel­ki de kı­sa sü­re için de ol­sa gö­rüş­me­ler için Pir Sul­tan’ın kö­yü­ne, ta­lip­le­ri­nin ya­nı­na uğ­ra­yan ve Yıl­dız da­ğı çev­re­sin­de epey­ce ko­nak­la­yan baş­ka bir ey­lem­ci “Şah” he­nüz bel­ge­li bir bi­çim­de bi­lin­mi­yor. Ay­rı­ca Pir Sul­tan’ın aşağıda sunduğumuz deyişlerde geçen “Pir ile bir­lik­te sey­ran­gâ­ha çık­ma­sı” mo­ti­fi önem­li­dir. Bu­ra­da­ki pir her­han­gi bi­ri ola­ma­ya­ca­ğı­na gö­re Yıl­dız da­ğıy­la bir ilin­ti­si­nin bu­lun­ma­sı ge­re­kir.

Yıl­dız da­ğı mo­ti­fi­nin Pir Sul­tan’ın de­yiş­le­ri içe­ri­si­ne “Şah” ol­gu­suy­la bir­lik­te gir­me­si­nin bir ne­de­ni bu an­lam­da yö­re­de ya­şa­nan ge­liş­me­ler ve Şah Ka­len­der’in Yıl­dız da­ğın­da ko­nak­la­ma­sı ol­ma­lı­dır. “Yü­ce­sin­den Şah ili­nin gö­rün­me­si” mo­ti­fi sa­nı­yo­rum bu du­ru­mu an­lat­mak­ta­dır. Bu anlamda Pir Sultan’ın burada sunduğumuz “Yıldız dağı” deyişi ve başka bir deyişinden aldığımız dörtlük Âşık İsmail’in deyişinde anlattığı olayları bütünüyle tamamlamaktadır.

Bu an­lam­da bü­tün bu ay­rın­tı­la­rı göz­den ka­çır­ma­dan Şah Ka­len­der is­ya­nı­nın Pir Sul­tan’ın de­yiş­le­ri­ne yan­sı­ma­sı­nın bo­yut­la­rı­nı ve yan­sı­ma şek­li­ni çok iyi ir­de­le­mek ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­ruz. Bu yak­la­şım bel­ki ka­ran­lık­ta ka­lan bir çok so­ru­nun çö­zü­mü için anah­tar ola­cak­tır. Yıl­dız da­ğı­na söy­le­nen aşa­ğı­da­­ki de­yiş ve baş­ka bir de­yiş­te­ki dört­lük ko­nu­yu bi­raz da­ha de­rin­leş­tir­mek­te­dir.

Gel­miş iken bir ha­ber­cik so­ra­yım
Ni­çin git­mez Yıl­dız da­ğı du­ma­nın
Ger­çek eren­le­re yüz­ler sü­re­yim
Ni­çin git­mez Yıl­dız da­ğı du­ma­nın

Al­ça­ğın­da al kır­mı­zı ta­şın var
Yük­se­ğin­de tur­na­lar­dan eşin var
Ben de bil­mem ne ta­lih­siz ba­şın var
Ni­çin git­mez Yıl­dız da­ğı du­ma­nın

Be­nim şa­hım al kır­mı­zı bü­rü­nür
Dost yü­zün gör­me­yen düş­man bi­li­nir
Yü­ce­sin­den Şah’ın ili gö­rü­nür
Ni­çin git­mez Yıl­dız da­ğı du­ma­nın

El et­ti­ler tur­na­la­ra kaz­la­ra
Dağ­lar ye­şil­len­di dön­dü yaz­la­ra
Çiğ­dem­ler ta­kın­sın söy­le kız­la­ra
Ni­çin git­mez Yıl­dız da­ğı du­ma­nın

Şah’ın bah­çe­sin­de gon­ca gül bi­ter
An­da ga­rip ga­rip bül­bül­ler öter
Bun­da ay­rı­lık var ölüm­den be­ter
Ni­çin git­mez Yıl­dız da­ğı du­ma­nın

Ben­de bil­dim bu dağ­la­rın şa­hı­sın
Ger­çek eren­le­rin na­zar­gâ­hı­sın
Ab­dal Pir Sul­tan’ın sey­ran­gâ­hı­sın
Ni­çin git­mez Yıl­dız da­ğı du­ma­nın

Konuyla ilgili olarak sunduğumuz aşağıdaki dörtlükte Pir Sultan’ın Yıldız dağına Piriyle birlikte “seyrangâh”a çıktığına ilişkin net bilgi içermektedir.

………

Pir Sul­tan Ab­dal’ım coş­kun aka­rım
Akar akar dost yo­lu­na ba­ka­rım
Pi­rim al­dım sey­ran­gâ­ha çı­ka­rım
Da­ha Yıl­dız da­ğın yay­la­ma­sın­lar

Bu verilerden anlışılmaktadır ki, Pir Sultan’ın yaşamında “Yıldız dağı”, “Şah/Pir”, ve “seyrangâh” motifleri önemli bir yer tutmaktadır. Bize kalırsa düğümün çözümünün bir ucu bu noktada bulunmaktadır. Bu anlamda taşları yerli yerine koyduğumuzda ve yeterli veriyle donanmış tarihsel bir altyapıyla beslediğimizde deyişler birbirini tamamlayarak konunun anlaşılmasında ve çözümlenmesinde önemli bir işlev görmektedir.

Ka­len­der Çe­le­bi ola­yıy­la güç­lü bir bi­çim­de iliş­ki­len­di­re­bi­le­ce­ği­miz Pir Sul­tan’ın eli­miz­de bir de­yi­şi da­ha bu­lun­mak­ta­dır. Bu de­yiş­te Pir Sul­tan açık bir ey­lem çağ­rı­sı yap­mak­ta ve Şah’ın ko­ru­su­nun “Sa­rı­ka­ya” ol­du­ğu­nu söy­le­mek­te­dir. Bun­dan an­la­dı­ğı­mız ka­da­rıy­la Os­man­lı güç­le­ri­ni de püs­kürt­müş ol­ma­nın ver­di­ği gü­ven­le Sa­rı­ka­ya ci­va­rın­da Ka­len­der Çe­le­bi saf­la­rı­na cid­di bir ka­tı­lım ol­sa ge­rek­tir.

Bu­gün Si­vas böl­ge­sin­de Ba­naz’a ya­kın Yıl­dı­ze­li – Di­rek­li bu­ca­ğı­na, di­ğe­ri Yıl­dı­ze­li Mer­ke­ze bağ­lı ol­mak üze­re Ka­len­der Çe­le­bi gü­zer­gâ­hın­da -bi­ri bi­raz me­sa­fe­li- iki Sa­rı­ka­ya, ay­rı­ca To­kat-Tur­hal’a bağ­lı Pir Sul­tan’ın de­yiş­le­rin­de ge­çen Ka­zo­va ve Mah­mut Pa­şa’­nın ar­zın­da ge­çen Kaz­gö­li’­ne çok ya­kın yi­ne Ka­len­der Çe­le­bi gü­zer­gâ­hın­da bir Sa­rı­ka­ya da­ha var­dır.[52]

Bun­lar­dan, Yıl­dı­ze­li Mer­ke­ze bağ­lı olan Sa­rı­ka­ya bü­yük ça­tış­ma­nın ya­şan­dı­ğı Ka­ra­ça­yır’a ve Ba­naz kö­yü­ne, Ka­zo­va’­ya ya­kın di­ğer Sa­rı­ka­ya ise Os­man­lı or­du­su­nun ağır ye­nil­gi­ye uğ­ra­dı­ğı Cin­ci­fe’­ye çok ya­kın yer­ler­dir ve her iki­si de doğ­ru­dan yü­rü­yüş gü­zer­gâ­hı ve ha­re­ket ala­nı içe­ri­sin­de bu­lun­mak­ta­dır. Do­la­yı­sıy­la Şah Ka­len­der yo­ğun ha­re­ket­li­lik dö­ne­min­de yol üs­tü ol­ma­sı do­la­yı­sıy­la bu­ra­lar­da ko­nak­la­mış ol­ma­lı­dır.

De­yiş­te ko­nu edi­len Sa­rı­ka­ya bun­lar­dan bi­ri ol­ma­sı­na kar­şın, bu­gün için han­gi­si ol­du­ğu­nu ke­sin ola­rak be­lir­le­me­nin ola­na­ğı yok. İki­si de müm­kün, çün­kü bi­ri Ba­naz ya­kı­nın­da, di­ğe­ri Ka­zo­va, Kaz­gö­li ve Cin­ci­fe ya­kı­nın­da. An­la­şı­lı­yor ki, Ka­len­der Çe­le­bi bu Sa­rı­ka­ya’­lar­dan bi­rin­de ko­nak­la­dı ve Mah­mut Pa­şa’­nın da bah­set­ti­ği gi­bi -Pir Sul­tan’ın “ga­zi­ler” ola­rak an­dı­ğı- ka­tı­lım­cı­la­rın ge­li­şi­ni bek­le­di. Ayak­lan­ma­ya ka­tı­lan­lar­dan ço­ğu­nun el­le­rin­den “ti­mar­la­rı alı­nan ga­zi­ler” ve ya­kın çev­re­si ol­du­ğu dü­şü­nü­lür­se sa­nı­rım de­yi­şin an­la­mı da­ha iyi açık­lı­ğa ka­vu­şur. Gö­rün­dü­ğü ka­da­rıy­la Ka­len­der Çe­le­bi saf­la­rı­na ka­tı­lım çağ­rı­sı­nı da içe­ren bu de­yi­şin, Pir Sul­tan ta­ra­fın­dan Os­man­lı güç­le­ri­ni ge­ri­let­me­nin ver­di­ği coş­kuy­la söy­len­di­ği an­la­şıl­mak­ta­dır.

De­yiş­te ge­çen ipuç­la­rı, Mah­mut Pa­şa’­nın arz­da be­lirt­ti­ği şe­kil­de Ka­len­der Çe­le­bi’­nin yö­re­ye ge­li­şi ve yö­re­de­ki ça­lış­ma­la­rıy­la bü­tü­nüy­le ör­tü­şür ni­te­lik­te­dir. Pir Sul­tan açık­ça “ka­pı­yı çal­dı kırk­la­rın bi­ri­si” de­mek­te­dir ki, bu di­zey­le ka­nı­mız­ca doğ­ru­dan bel­li ki­şi­ler ara­cı­lı­ğıy­la Ka­len­der Çe­le­bi saf­la­rı­na ya­pı­lan ka­tı­lım çağ­rı­sı­nı kas­tet­ti­ği söy­le­ne­bi­lir. Bu çağ­rı­ya uya­rak baş­ta Dul­ka­dir­li ve Bo­zok­lu Türk­men aşi­ret­le­ri ol­mak üze­re Rum eya­le­tin­de bir­çok in­sa­nın bu ey­le­me yı­ğın­lar ha­lin­de ka­tıl­dı­ğı bi­lin­mek­te­dir. Bu açık­la­ma­dan son­ra şim­di de­yi­şi gö­re­lim.

Ge­ce gün­düz ar­zu­ma­nım Ker­be­lâ
Duralım ga­zi­ler İmam aş­kı­na
Ser­den baş­ka be­nim ser­ma­yem yok­tur
Ve­re­lim ga­zi­ler İmam aş­kı­na

Ka­pı­yı çal­dı kırk­la­rın bi­ri­si
Bi­rin­den mest ol­du ka­lan ge­ri­si
Sa­rı­ka­ya der­ler Şah’ın ko­ru­su
Vara­lım ga­zi­ler İmam aş­kı­na

Böy­le öter bu ye­rin bül­bül­le­ri
Ma­na ve­rir ha­ki­ka­tın dil­le­ri
Ta­ze aç­mış dost ba­ğı­nın gül­le­ri
De­re­lim ga­zi­ler İmam aş­kı­na

Tâ­lib reh­be­ri­ni huzura götür
Nok­san iş­le­ri­ni ta­ma­ma ye­tir
Rı­za lok­ma­sı­nı mey­da­na ge­tir
Görelim ga­zi­ler İmam aş­kı­na

Pir Sul­tan’ım der yol ulu­dur de­yu
Cüm­le­miz ha­ki­kat ku­lu­dur de­yu
Mu­ham­med ça­ğı­rır Ali’­dir de­yu
Soralım ga­zi­ler İmam aş­kı­na

Aşağıdaki deyişte ise eylem öncesi bu “gaziler” olarak anılan çevrelerle cem âyini şeklinde toplantı yapıldığını ve bu toplantıda sözler verildiğini gösteren ciddi ipuçları bulunmaktadır. Aslında ilgili çevrelerin böylesine büyük bir eylemin hazırlık evresinde görüşme ve durum değerlendirmesi yapmış olmaları da doğal bir davranıştır. Şimdi deyişi görelim.

Derildi ayn-ı cem kuruldu erkân
Erenler oturmuş potu postuna
Niyaz edip Hakk’a açıldı meydan
Meydancılar çerağ aldı destine

………

Erenlerin gazileri geldiler
Kabul edip cur’asından aldılar
İçip ab-ı kevser sermest oldular
Mâil oldum gözlerinin mestine

Zikr ettiler erenlerin nefesin
Cûş ettiler taliblerin hepisin
Cümle gönüllerin sildiler pasın
Özlerin teslim ettiler dostuna

………

“Bir ikrârda durmalı ve cümle varlığı Hak yoluna vermeli” denilerek söylenen aşağıdaki deyişin içeriğindeki ipuçlarından sezildiği kadarıyla yine eylem öncesi -belki de hazırlık aşamasında- söylendiği anlaşılmaktadır. Üstelik deyişte bulunan ve gözden kaçırılmaması gereken önemli bir ayrıntı da Önasya ve Ortadoğu inanç dünyası içerisinde “benlik” ve “asi”liği simgeleyen İblis için hiç bir insanın yürümeyeceğinin ve bu anlamda yürüyüşün “Hakk’a -yani Alevi düşünce dünyasındaki anlamıyla doğruluk ve adalete- varmak” için yapıldığının belirtilmesidir.

Sofilikten nişan budur gaziler
Sofi bir ikrârda durmalı imiş
Hiçbir âdem İblis için yürümez
Adım adım Hakk’a varmalı imiş

………

Mansur Hak dedi de buldu dârını
Tâlip burda çeker ahret zârını
Cümle kazanç ile külli varını
Bütün Hak yoluna vermeli imiş

………

Pir Sultan Abdal’ım böyle olunca
Sene tamam olup çile dolunca
Herkesin sahibi vardır gelince
Müminin de piri gelmeli imiş

Anılan bu “gaziler”in dönemin “Serçeşme”si Şah Kalender öncülüğünde alay alay yürüyüşü bir başka deyişte ise şöyle yansımakta ve bu söylem yukarıdaki deyişleri büyük ölçüde tamamlamaktadır. İlk deyişte “gidelim gaziler” denilirken bu sunduğumuz deyişte gazilerin geldiği açıkça haber verilmektedir.

Hazreti Ali’nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
Şehitlerin öcü alınmalıdır

Kendin teslim eyle bir serçeşmeye
Er odur ki yarın senden şaşmaya
Bir münafık bin gaziye düşmeye
Hak aşkına kılıç çalınmalıdır

Yer yüzünü kızıl taçlar bürüye
Münafık olanın bağrı eriye
Sahib-i Zaman’ın emri yürüye
Sultan kim olduğu bilinmelidir

………

Pir Sultan’ım eydur ey Dede Dehmen
Kendine cevretme andan gel heman
İstanbul şehrinde ol Sahib-zaman
Tac-ı devlet ile salınmalıdır

Burada sanırım konunun daha yarıntılı anlaşılması için sanırım bazı kavramların açıklamasının yapılması gerekiyor. Bunlardan “Serçeşme” suyun gözü -ana kaynak- anlamına gelir. Alevi inanç dünyası içerisinde ise “yol”un başında bulunan “mürşid” için kullanılan bir deyimdir. Anadolu coğrafyasında ise bu söylem Hacı Bektaş tekkesi için kullanılır. Dolayısıyla bu anlamda 1520’li yılllarda postnişin olan Kalender Çelebi Alevi toplumu için serçeşmedir. Aktif tutumundan dolayı Kalender Çelebi’ye aynı zamanda mehdi anlamında “Sahib-i Zaman”da denildiğine değinmiştik. Bunlar göz önüne alındığında deyişin içeriğinden dönemin gelişmeleri ve Şah Kalender eylemiyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Deyişte geçen “Hazreti Ali’nin devri yürüye” dizesi ise hak ve adaletin egemen olduğu bir sisteme yapılan vurgu-dur. Serçeşme motifi Pir Sultan’ın başka bir deyişinde şöyle geçmektedir.

Pir Sultan’ım şu dünyaya
Dolu geldim dolu benim
Bilmeyenler bilsin beni
Ben Ali’yim Ali benim

Coşma deli gönül coşma
Coşup da kabından taşma
Üçyüz altmış tane çeşme
Serçeşme’nin gölü benim

………

Kalender Çelebi eylemi açısından önem taşıyan bu “gaziler” motifi başka deyişlerde ise şöyle geçmektedir.

Pir Sultan’ım der gaziler
Yazıldı nurdan yazılar
Durdu analı kuzular
Mürşit de Pir’i arzular

………

Pir Sultan’ım ey gaziler
Alnımızda ak yazılar
Önce talip pir arzular
Bülbül öter gül içinde

………

Pir Sultan’ım Emirzâde
Gel sırrını verme yada
Gaziler fani dünyada
Pir ağlatan gülmez imiş

………

Erler himmet edin niyaz eyleyim
Zakir oldum zikrederim Ali’yi
Fürkan’ın okurum medhin eylerim
Zakir oldum zikrederim Ali’yi

………

Yezitlere lanet edin gaziler
Zira can iverken ceset sızılar
Pir Sultan’ım Şah Meyit’i arzular
Zakir oldum zikrederim Ali’yi

Bu deyişlerde geçen “Emirzâde” ve “Şah Meyit” kimdir? Acaba Kalender Çelebi eyleminde rol oynayan oymak ve aşiret beylerinin önde gelenlerinden ya da bölgede bulunan ve Alevi-Kızılbaş toplumunun harekete geçmesinde etkili olan tekke ve zaviyelerden birileri mi? Bilemiyoruz. Fakat deyişte bu kişilere “gaziler”le birlikte hitap edildiğine göre en azından önemli kişiler olmalıdır. 

Kalender Çelebi Eylemiyle İlgili Bir Değerlendirmeye Kısa Bir Değinme 

Burada tarihsel gerçeklerle bütünüyle uyumsuzluğundan ve gerek Kalender Çelebi olayı, gerekse Balım Sultan’la ilgili açıklığa kavuşturulması gereken kimi değinmeleri içermesinden dolayı bazı değerlendirme ve çarpıtmalara değinmek gerekiyor. Bedri Noyan tarafından yapılan bu değerlendirmeler aynen şöyledir: “Pirevi’ne verilen ayrıcalıkların çoğu Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilmiştir.[53] Bu da, Kanuni’nin Balım Sultan tarafından uyarılarak Bektaşiliğe katıldığını, ikrar verip, nasip aldığını kanıtlar niteliktedir.[54] Balım Sultan’dan sonra Kalender ve Hüdadâd arasında post kavgası çıkmış, Hüdadâd Çelebi Kalenderi öldürtmüş, onun taraftarları da Hüdadâd’ı öldürmüşler[55] ve Dergah-ı Pir 34-36 yıl posnişinsiz kalmış, nihayet Sersem Ali Baba 958 (1551 M.) de posta oturtulmuştur.”[56]

Bir başka yerde ise yine aynı yazar tarafından şunlar söylenmektedir: “Balım Sultan mücerred olup evlenmemiş olduğundan bu nesil burada bitmiştir. Kardeşi Kalender yolu ile bir kol gelmektedir… Balım Sultan’dan sonra Hacı İskender Dede, Emir Kasım Dedeler görev almışlarsa da, Resul Bali’nin torunu Mahmud oğlu Hüdadâd, Kalender ile geçinememiş, Kalender öldürülmüş, onun taraftarları da Hüdadâd’ı öldürmüşler. Bu yüzden Pirevi 34-36 yıl kadar postnişinsiz kalmıştır. Sonradan Balım Sultan halifelerinden ve eski vezirlerden Sersem Ali Baba (Dedebaba) unvânı ile 958-977 Hicri (1551-1570 M.) yılları arasında on dokuz yıl posta oturmuştur.”[57]

Bedri Noyan’ın bunlarla da yetinmediği, peşinden içine düştüğü çelişkilere aldırmayarak dönemin kaynak ve belgeleriyle en küçük ilgisi olmayan başka görüşlere yöneldiği görülmektedir. Daha önceki -Hüdadâd’ın Kalender Çelebi’yi öldürdüttüğü yönündeki- görüşler de unutulmuş ya da atlanmış olmalı ki, bu sefer isyan ettiği söylenerek şöyle denilmektedir: “Kalender başkaldırısından sonra Hz. Pir Dergahı’nda rahat ve huzur kalmamış, oranın dinginliği bozulmuştur… Kalenderin harekete geçmesinin gerçek nedeni İdris Hoca Hoca nesli arasındaki taht kavgasıydı. Çünkü Mütevelliler Hudatlı ve Çelebi olmak üzere ikiye ayrılmışlardı. Hudatlı kolundan gelme İskender baş olma iddiasına kalkışınca, karşısına çelebi soyundan olduğunu iddia eden Kalender, salt Hacı Bektaş Veli’nin mirasçısı ve sulb evladı olduğunu onaylatmak amacıyla başkaldırıp on binlerce insanın kanına girdi.”[58]

“Bu zâtın (Balım Sultan’ın) ününü duyan II. Bayezid, kendisini İstanbul’a davet etmiş, saltanat kayığı ile bizzat gemiden karşılamış, akşam sarayda meydan açılarak kendisinden el almış, ikrar vermiştir.[59] Daha sonra da Balım Sultan Pirevi’ne postnişin olarak atanmışlar, orada idarecilik niteliklerini de göstermişler, böylece Pir-sâni (ikinci pir) unvanını almışlardır.

Bu zâtın göçüsünden sonradır ki, “Ben Hacı Bektaş soyundan oğluyum” iddiasıyla ortaya çıkan Kalender adlı biri, isyan ile nice kanlar dökülmesine sebep olmuş, nihayet kuvvetleri dağıtılmış, kendisi de yok edilmiştir.”[60]

Görüldüğü gibi bu değerlendirmelerin tarihsel gerçeklerle hiç ilgisinin olmadığı, dahası bir çekişme, bir karşıtlık havası içinde yazıldığı açıktır. Bununla birlikte bu tür konularda yazılanlar yalnızca yazanı ilgilendirse herhangi bir sorun olmayacaktır. Bu  değerlendirme ve çarpıtmaların aynı zamanda toplumsal belleği yanıltmaya, yanlış yönlendirmeye yönelik boyutunun sanırım özellikle gözden kaçırılmaması gerekiyor.

[1]    Yavuz Sultan Selim’in iktidarı nasıl ele geçirdiğine ilişkin aşağıdaki çalışmaya bakılabilir.

Çağatay Uluçay, Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?, İstanbul Üni. Edebiyat Fak. Tarih Dergisi, Cilt 6, Mart 1954, Sayfa 52-90. Cilt 7, Eylül 1954, Sayfa 117-142. Cilt 8, Eylül 1955, Sayfa 185-200.

[2]    Jean – Louis Bacqué – Grammont, 1527 Anadolu İsyanı Hakkında Yayınlanmamış Bir Rapor, Belleten, Cilt LI, Sayı 199, Nisan 1987, Sayfa 109.

[3]    Bkz. Prof. Dr. Şehabeddin Tekindağ, Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi, İstanbul Üni. Edebiyat Fak. Tarih Dergisi, Cilt 17, Sayı 22, Mart 1967, Sayfa 53-56.

[4]    Gerçekten de bu olay sonrası hem Anadolu Alevilerinin yazgısı bir başka boyuta -baskı ve kıyımlardan kurtulabilmek için kuş uçmaz, kervan geçmez dağlara, sarp ve ulaşılması güç yerlere, ıssız derelere, koyaklara ve kuytulara kaçma boyutuna- kaymış, hem de direnişler Alevi kesimlerin baş çektiği direnişler olmaktan çıkmış ve daha çok bü­tün toplumsal kesimlerin katıldığı ekonomik boyutlu direnişlere dönüşmüştür.

[5] Konuyla ilgili bu bölgelerde yaptığımız alan araştırmasına ilişkin sonuç ve veriler “Pir Sultan Abdal ve 16. Yüzyıl Osmanlı Düzeni” adlı kitabımızda uzun uzadıya aktarılmıştır.

[6] Çaşnigir: Sofracı demektir.

[7]    Celâlzade Mustafa, Tabakâtu’l-memâlik ve Derecâtu’l-mesâlik, (Tükçeleştiren: Sadettin Tokdemir), Askeri Matbaa, İstanbul 1937, Sayfa 83-88.; Solakzâde Mehmed Hemdemi Çelebi, Solakzâde Tarihi, Cilt 2, (Hazırlayan: Dr. Vahit Çubuk), Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1989, Sayfa 88-89, 151-157; Hadidi, Tevârih-i Al-i Osman (1299-1523), (Hazırlayan: Yrd. Doç Dr. Necdet Öztürk), Marmara Üniversitesi Yayını, İstanbul 1991, Sayfa 359-362; Müneccimbaşı Ahmet Dede, Sahaif-ül-ahbar fi Vekayi-ül-a’sâr, Cilt 2,  (Hazırlayan: İsmail Erünsal), Tercüman Yayını, İstanbul (Yayın tarihi yok), Sayfa 427-432, 498-499, 525-528.; Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, Cilt 1, (Hazırlayan: Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal), Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1992, Sayfa  90-95.; Süleymanname, (Yayına hazırlayan: Esin Atıl), National Gallery of Art, Washington 1986, Sayfa 139-143.; Ahmet Refik, Onaltıncı Asırda Rafızilik ve Bektaşilik, Muallim Ahmet Halit Ki­tap­ha­ne­si, İstanbul 1932, Sayfa 7-12.; Halis Asarkaya, Osmanlılar Zamanında Tokat, (1. Kısım), Tokat Matbaası, 1941, Sayfa 31-39.; İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt 2, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1971, Sayfa 122-125.; Baki Öz, Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları, Ant Yayınları, İstanbul 1992, Sayfa 166-189.; Prof. Dr. Şehabeddin Tekindağ, Şah Kulu Baba Tekeli İsyanı, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 3, Aralık 1967, Sayfa 34-39, Sayı 4, Ocak 1968, Sayfa 54-59.; A.Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, AAA Yayınları, Ankara 1998.; Prof. Dr. Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türk­le­ri­nin Rolü, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, Ankara 1976, Sayfa 72-78.; Anonim Tevârih-i Al-i Osman -Giese Neşri-, (Hazırlayan: Nihat Azamat.), Marmara Üniversitesi Yayını, İstanbul 1992, Sayfa 132-133, 142.; Dr. Kayhan Atik, Lütfi Paşa ve Tevârih-i Âli Osman, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2001, Sayfa 195-196, 242, 264-265.; Ahmet Uğur, The Reign of Sultan Selim I In The Light of The Selim-nâme Literature, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 1985, Sayfa 43-55.; Prof. Dr. Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, Milliyet Yayınları, İs­tan­bul, 1980, Sayfa 165-176. Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Türk Halk Eylemleri ve Dev­rim­ler, Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, Sayfa 138-147.; Prof. Dr. Yaşar Yücel – Prof. Dr. Ali Sevim, Klasik dönemin Üç Hükümdarı Fatih – Yavuz – Kanuni, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1991, Sayfa 175.

[8] Timar: Sipahilere ve zaimlere belli görev ve hizmetler karşılığı “kılıç hakkı”  olarak verilen ve yıllık yirmi bin akçeye kadar gelir getiren dirlikler. Özellikle 16. yüzyıldan itibaren timar sisteminin çökmeye ve bir çeşit soygun ve talan sistemine dönüşmeye başladığı görülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ömer Lütfi Barkan, Timar, İslam Ansiklopedisi, Cilt 12/I, Kültür Bakanlığı Yayını, İstanbul 1979, Sayfa 286-333.; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt III, Sayfa 497-507.; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, Endurun Kitapevi, İstanbul 1986, Sayfa 338-339.

[9] Celâlzade Mustafa, Tabakatü’l-memalik ve Derecatü’l-mesalik, (Türkçeleştiren: Sadettin Tokdemir), Askeri Matbaa, 1937, Sayfa 33.

[10] Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt 2, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1988, Sayfa 310.; Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, Cilt 1, (Hazırlayan: Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal), Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1992, Sayfa 56-57. Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t – Tevarih, Cilt 4, (Hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu), Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1992, Sayfa 349, Hoca Sadettin Efendi Şehsuvaroğlu Ali Bey’in Ferhat Paşa’nın kıskançlığı nedeniyle öldürüldüğünü yazmaktadır ki, Hadidi ve diğer Osmanlı kaynaklarında verilen bilgilerden gerçek sebebin yalnızca bu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Hadidi, Tevârih-i Al-i Osman (1299-1523), (Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Necdet Öztürk), Marmara Üni. Edebiyat Fak. Yayını, İstanbul 1991, Sayfa 436-437.

[11] Celâlzade Mustafa, Tabakatü’l-memalik ve Derecatü’l-mesalik, (Aktaran: Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt 2, Sayfa 310).

[12] Celâlzade Mustafa, Tabakatü’l-memalik ve Derecatü’l-mesalik, (H. Tokdemir Çevirisi), Sayfa 29, 33.

[13] 5) Müneccimbaşı, Sahaif-ül Ahbar fi Vekayi – ül-a’sâr, Cilt 2, (Türkçeleştiren: İsmail Erünsal), Tercüman Yayınları, İstanbul ?, Sayfa 499.; Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Ankara Üni. DTCF Yayını, Ankara 1967, Sayfa 170. 3. Baskı, Ana Yayınları, İstanbul 1981, Sayfa 172.; Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t – Tevarih, Cilt 4, Sayfa 347-348.; Halis Asarkaya, Osmanlılar Zamanında Tokat, (1. Kısım), Tokat Matbaası, 1941, Sayfa 33-35. Bozoklu Celal ayaklanmasında Şehsuvaroğlu Ali Bey, Osmanlı güçlerinden önce isyancılara saldırarak ayaklanmayı bastırmış, Celal ve yandaşlarının başlarını vurdurarak Padişah’a göndermiştir. Halbuki kendi aşireti de ağırlıklı olarak Alevi-Bektaşi kökenlidir. Fakat Ali Bey, Osmanlı yönetimine yaranmak için ne kadar uğraşırsa uğraşsın sonunda feci âkıbetiyle karşılaşmaktan kurtulamamıştır. Kimi kaynaklara göre beş, kimi kaynaklara göre üç oğluyla birlikte Kanuni’nin buyruğu üzerine Vezir Ferhat Paşa tarafından idam edilmiş, böylelikle Dulkadirli Beyliği son bulmuştur.

[14] Celallettin Ulusoy, Hacı Bektaş Veli ve Alevi Bektaşi Yolu, Hacıbektaş 1980, Sayfa 73.; Remzi Gürses, Hacı Bektaş Rehberi, Hacıbektaş 1964, Sayfa 77.; M. Tevfik Oytan, Bektaşiliğin İçyüzü, Maarif kitaphanesi, İstanbul 1988, Sayfa 372.

[15] Prof. Dr. Refet Yinanç, Dulkadir Beyliği, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1989, Sayfa 104.; Müneccimbaşı, Sahaif-ül Ahbar fi Vekayi – ül-a’sâr, Cilt 2, Sayfa 516.; Halis Asarkaya, Osmanlılar Zamanında Tokat, (1. Kısım), Sayfa 38.

[16] Prof. Dr. Refet Yinanç, Dulkadir Beyliği, Sayfa 38.

[17] Celallettin Ulusoy, Hacı Bektaş Veli ve Alevi Bektaşi Yolu, Sayfa 34.

[18] Konuya bu yönüyle araştırmacı Saim Savaş da dikkat çekmiş, fakat kendisi de kurduğu bağlantı ve yaptığı değerlendirmede -belki de daha önceki yanılgılardan dolayı- bize göre isabetsiz sonuçlara varmıştır. Bkz. Doç. Dr. Saim Savaş, XVI. Asırda Anadolu’da Ale­vi­lik, Vadi Yayınları, Ankara 2002, Sayfa 35, 84.

[19] Bu dize, İbrahim Aslanoğlu’nda ve bizim yaptığımız Ankara ve Sivas-Kangal kaynaklı derlemede bu şekilde “Bezirgân yükünü nereden tutmuş” iken, Cahit Öztelli, 1. baskıda (Milliyet Yayınları, İstanbul 1971, Sayfa 132) bizim verdiğimiz biçimde, 4. baskıda ise “Bezirgân yükünü Ye­men­’ den tutmuş” biçimindedir. Halbuki C. Öztelli’nın yayınladığı çeşitlenmede İ. Aslanoğlu ta­ra­fından Sivas kaynaklı cönklerden derlenerek verilmiştir. Bu değişmenin kaynağını be­lir­le­yemedik. Büyük bir olasılıkla sözlü gelenekten kaynaklanan başka bir derlemeden ola­bi­lir. Bkz. İbrahim Aslanoğlu, Pir Sultan Abdallar, Erman Yayınevi, İstanbul 1984, Sayfa 272.; Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, Milliyet Yayınları, İstanbul 1978, Sayfa 132, 4. Baskı.

[20] Harami safer (Esfâr-ı harami): Harami şeklinde -kıyıcı biçimde- gidişler.

[21] Deyişin bu çeşitlenmesi ilk kez yayınlanmaktadır. Kaynak: Aşık Arif İpekli (Rehber) (D. H.1318), Ankara – Kalecik-Hançılı Köyü, Derleme Tarihi: 1983. Yusuf Gökçe (Aşık – Dede) (D. 1923) (19. yüzyıl aşıklarından Seyit Mahzuni’nin torunu), Sivas – Kangal-Yellice Köyü, Derleme tarihi: 1986. 1976 yılında Ankara’da yapılan bir cem töreninde Kangal’lı Hasan Ali ve Süleyman dedelerden (ikisi de aynı zamanda cem aşığı) yapılan derleme ve kayıtlar. Bu derleme ve kayıtlar elimizde bulunmaktadır.

[22]  Yunus Koç, XVI. Yüzyılda Bir Osmanlı Sancağının İskân ve Nüfus Yapısı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1989, Sayfa 22-27. Aynı bölgede bulunan değişik tekke ve zaviyeler için ayrıca bakınız. Dr. Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara Üniversitesi Yayını, Ankara 1967.; Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnançlarına Bağlı Adak Yerleri, Dilek Matbaası, Sivas 1996.; Kutlu Özen, Divriği Evliyaları, Dilek Matbaası, Sivas 1997.

[23] Kalender Çelebi olayını daha önce ayrıntılı bir şekilde incelediğimiz ve yayınladığımız için burada yeniden konuya geniş biçimde girme gereğini duymuyoruz. Yalnız yeri geldiğinde kısa kısa değinilerde bulunacağız. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için Bkz. A. Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, AAA Yayınları, Ankara 1998.

[24]  Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, Cilt 1, Sayfa 92.; Solak-zâde Mehmed Hemdemi Çelebi, Solak-zâde Tarihi, Cilt 2, Sayfa 153.; Prof. Dr. Suraiya Faroqhi, Der Bektaschi-Orden in Anatolien, Verlag des Institutes für Orientalistik der Universität Wien, A-Wien 1981, Sayfa 41.; İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt 2, Sayfa 123.; Prof. Dr. Yaşar Yücel – Prof. Dr. Ali Sevim, Klasik Dönemin Üç Hükümdarı Fatih – Yavuz – Kanuni, Sayfa 175.; Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfilik: Kalenderiler, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1992, Sayfa 134, 186.

[25]  Konuyla ilgilenen kimi araştırmacıların da bu yönde belirlemeleri vardır. Bakınız,

A. Celalettin Ulusoy, Yedi Ulular, Ajans Türk Matbaacılık, Ankara, Yayın tarihi yok, Sayfa 157-160.; Dr. İsmail Kaygusuz, Alevilik İnanç, Kültür, Siyaset Tarihi ve Uluları, Alev Yayınları, İstanbul, 1995, Sayfa 364-373.

[26]  Diğerleri Babailer ve Şeyh Bedreddin eylemidir.

[27]  Rum Eli: Sivas eyaleti. Aşağıda bilgi vereceğimiz gibi Sivas eyaletine o dönemde Rum eya­leti ya da halk arasında “Urum Eli” de denmektedir. Bu anlamda Pir Sultan’ın deyişlerinde ge­çen “Rum Eli” kavramı bugünkü Trakya bölgesiyle karıştırılmamalıdır. Kastedilen Pir Sultan’ın bizzat yaşadığı Sivas eyaletidir. “Devlet hanların tutulması” söylemiyle ise bu böl­gede Kalender Çelebi’ye karşı girdikleri çatışmada yenilen ve bir çoğu savaş meydanında öldürülen Osmanlı beyleri ve paşaları kastedildiği açıktır.

[28]  Bu önemli belge ilk kez Jean – Louis Bacqué – Grammont tarafından yayınlanmıştır. Bkz, Jean – Louis Bacqué – Grammont, 1527 Anadolu İsyanı Hakkında Yayınlanmamış Bir Rapor, Belleten, Cilt LI, Sayı 199, Nisan 1987, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1987, Sayfa 113-117. Parantez içerisindeki günümüz diline çeviriler tarafımızdan yapılmıştır.

[29]  İzlenen güzergâh ve yer adı belirlemelerinde şu haritalardan ya­rar­la­nıl­mış­tır: Reşadiye Haritası 1 : 200 000, Harita Genel Müdürlüğü Yayını, 1953.; Sivas Haritası 1 : 200 000, Harita Genel Müdürlüğü Yayını, 1947.; Euro Cart Türkei-Turkey-Turquie 1 : 750 000, Mairs Geographischer Verlag, Germany 1991-93.; Euro – Reise Atlas Türkei 1 : 800 000, RV Verlag, Germany 1993-94.; Hürriyet – Türkiye Atlası -2001- 1 : 400 000, İki Nokta ve Doğan Yayıncılık Yayını, (Yayın yeri yok.)

[30]  Budak Özi: 16. yüzyılda Bozok sancağına bağlı bir kaza. Çorum’un bugünkü Sungurlu ka­za­sının eski adı olduğunu düşünüyoruz. Sungurlu kazasının önünde bugün Budaközü adın­da, ortasından çay geçen büyük bir öz bulunmaktadır. Bu isimde, bu yerden dolayı Sun­gur­lu’ya verilmiş olsa gerektir. Haritadaki yeri için ayrıca bakınız. Prof. Dr. Suraiya Faroqhi, Der Bektaschi-Orden in Anatolien, Sayfa 197. 16. yüzyıla ilişkin bu haritada Budaközü olarak gösterilen yer Sungurlu’nun bulunduğu yere denk düşmektedir.

[31]  Keskün: Ankara’nın güneydoğusunda bulunan şimdiki Keskin ilçesi. O dönemde Rum (Sivas) eyaletine bağlıydı.

[32]  Kaz Göli: Turhal-Tokat arasında, Yeşilırmağın sol yakasında bulunan bir göl. Ye­şil­ır­ma­ğın sağ yakasında ise Kazovası vardır.

[33]  Artukâbâd: Tokat’ın güneybatısında bulunan şimdiki Artova ilçesi.

[34]  Rum (Sivas eyaleti) beylerbeyi Yakup Paşa.

[35]  Silis Özi: Tokat’a bağlı Zile ilçesiyle Artova ilçesi arasında bulunan bir köy.

[36] Yine aynı Yakup Paşa.

[37]  Yılduz: Çırçır bucağına bağlı Pir Sultan’ın deyişlerinde sık sık andığı Yıldız dağı ve bu dağın yakınında bulunan Yıldız köyü. Yıldız köyü Banaz köyüne de yakındır.

[38]  Gökçebel: Yıldız dağı yakınlarında, Çırçır bucağı ve Pir Sultan’ın köyü olan Banaz köyü kuzeyinde, Geynik ve Bedohtun köyleri güneyinde bulunan bir geçit.

[39]  Bu bilgiden, Osmanlı güçlerinin isyancılar Sivas-Koçhisar arasında Kızılırmağa var­dık­la­rın­da kolaylıkla yollarını kesmek ve doğuya gidişlerini önlemek için ayrıca burada ko­nuş­lan­dıkları anlaşılmaktadır.

[40] Koçhisar: Sivas-Hafik ilçesinin eski adı.

[41] 21 Nisan 1527, Cuma.

[42] Fineze: Tokat-Çamlıbel bucağına bağlı Fineze köyü. Yeni adı Güzelce’dir. Bkz. Köylerimiz, İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1968, Sayfa 653.   Türkiye Mülki İdare Bölümleri – Köyler – Belediyeler, İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1971, Sayfa 818,  Fineze köyü, Yıldız dağı ve Yıldız köyüne yakın olduğu gibi, Çırçır bucağı ve Banaz köyüne de yakındır.

[43] Osmanlı paşaları Koçhisar’da toplanarak hem güçlerini birleştirmek, hem de Sivas – Koçhisar arası Kızılırmak vadisinde yolların nasıl kesileceği ve isyancıların nasıl çev­ri­le­ce­ğine ilişkin görüşme yapmayı düşünmüş olmalılar.

[44] Bu söylemden, o dönemde Bozok bölgesinde Tekke, zâviye ve ocaklar yoluyla Kalender Çelebi’ye bağlı çevrelerin geniş bir alanda örgütlü ve etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Yunus Koç, XVI. Yüzyılda Bir Osmanlı Sancağının İskân ve Nüfus Yapısı, Sayfa 23.

[45] Kalender Çelebi’nin yaptığı çağrı üzerine ayaklanmaya geniş bir şekilde destek veren Çiçekli aşireti, o dönemde Bozok bölgesinde yerleşmiş bulunan Bozulus Türkmenlerinden bir oymaktır. Bkz. Dr. Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, Bilge Yayınları, Ankara 1997, Sayfa 64.

[46] Bu rakamlardan Mahmut Paşa’nın Kalender Çelebi’nin çevresinde toplanan isyancıların gerçek sayısını bilmediği anlaşılmaktadır. Belki de Mahmut Paşa’nın yanına kaçan işbirlikçiler Kalender Çelebi çevresini küçümsediklerinden dolayı böyle düşük rakamlar veriyorlardı. Nitekim bu yanılgılar Osmanlı ordusuna pahalıya patlamıştır. İsyancılarla bölgede karşılaştıkları her yerde ağır yenilgilere uğramışlar, savaş meydanlarında -bu arzı saraya gönderen Mahmut Paşa’da dahil olmak üzere- bir çok bey ve paşa kalmıştır.

[47] Abdullah, “Allah’ın kulu” anlamına gelmektedir. Bu isim, bütün dönme ve devşirmelerde -belki de aslını unutturmak amacıyla- baba adı olarak kullanılan bir isimdir. Bu nedenle Osmanlı kaynaklarında bütün dönme ve devşirmeler “Abdullahoğlu”, yani “Allah­ku­lu­oğ­lu” olarak geçer.

35a Cincife, bugün Tokat-Gökdere bucağına bağlı bir muhtarlıktır. Bkz. Türkiye’de Meskûn Yerler Kılavuzu, Cilt 1, İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1946, Sayfa 212.

[48] Bugün Sivas merkezine bağlı bir bucak olan Karaçayır, Pir Sultan’ın köyü Banaz’a çok yakın bir yerdir. Bkz. Euro Cart Türkei-Turkey-Turquie 1 : 750 000.; Euro – Reise Atlas Türkei 1 : 800 000, Sayfa 19.; Reşadiye Haritası 1 : 200 000.; Hürriyet – Türkiye Atlası -2001- 1 : 400 000, Sayfa 85.

[49]  Abdülbaki Gölpınarlı – Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Pir Sultan Abdal, Ankara Üni. DTCF Yayını, Ankara 1943, Sayfa 43.

[50] Yalancı Şah İsmail yorumuyla ilgili olarak bakınız: Prof. Dr. İlhan Başgöz, Pir Sultan Abdal ve Pir Sultan Abdal Geleneği, (Sabahattin Eyuboğlu, Pir Sultan Abdal, Cem Yayınevi, İstanbul 1977 içinde), Sayfa 53-54.; Mehmet Bayrak, Pir Sultan Abdal, Yorum Yayınları, Ankara 1986, Sayfa 119.; Asım Bezirci, Pir Sultan, Say Yayınları, İstanbul 1986, Sayfa 56-58.; Baki Öz, Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları, Sayfa 203.; R. Yürükoğlu, Okunacak En Büyük Kitap İnsandır – Tarihte ve Günümüzde Alevilik, Alev Yayınları, İstanbul 1992, Sayfa 275-278.; Doç. Dr. Saim Savaş, XVI. Asırda Anadolu’da Ale­vi­lik, Sayfa 75-80. .

[51]  Bu ilginç olay başka bir çalışmanın konusu olarak incelenecektir.

[52]  Köylerimiz, İçişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1968, Sayfa 464.; Sivas Haritası 1 : 200 000.; Hürriyet – Türkiye Atlası -2001- 1 : 400 000, Sayfa 56, 85.; Türkiye Mülki İdare Bölümleri – Köyler – Belediyeler, Sayfa 798, 800, 824.

[53] Alevi-Bektaşi toplumuna en ağır kıyımları yaşatan Kanuni tarafından Hacı Bektaş dergahına herhangi bir ayrıcalık verilmesi sözkonusu değildir. En ağır saldırıların yaşandığı dönemde bunlar hangi ayrıcalıklardır? Böylesine önemli bir konuda bu kadar önem taşıyan bir iddia ortaya atılıyorsa bunun belgesinin ortaya konulması gerekmez mi? Bu kaynak ve belgeler nelerdir?

[54] Dönemin kaynaklarından da anlaşılacağı gibi böyle bir durumun tarihsel gerçeklikle kesinlikle en küçük bir ilgisi yoktur.

[55] Şah Kalender eylemi ve öldürülmesinin nedenleri dönemin kaynakları ve belgeleriyle bu kadar açıkken, en taraflı Osmanlı kaynaklarının bile bu denli yapamadığı bu çarpıtma karşısında -üstelik de Dedebaba sıfatıyla- ne denir bilemiyoruz. Pes doğrusu… Bir toplum ancak bu kadar yanıltılabilir.

[56] Bedri Noyan, Bütün yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, I. Cilt, Ardıç Yayınları, Ankara 1998, Sayfa 306.

[57] Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir, Doğuş Matbaacılık, Ankara 1987, Sayfa 44. (Genişletilmiş 2. Baskı.)

[58] Bedri Noyan, Bütün yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, I. Cilt, Sayfa 114, 123-124.

[59] Bu olay ne zaman ve nasıl olmuş, bilinmiyor. Anlaşıldığı kadarıyla belli çevreler tarafından ortaya atıldığı görülen bu tür söylentiler dışında, bütün araştırmalarımıza karşın konuyla ilgili en küçük bir belge ve kaynağa rastlamadığımızı belirtelim.

[60] Bedri Noyan, Bütün yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, I. Cilt, Sayfa 222.

Kaynak:hacibektaslilar.com

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*