KEMAL ÖZCAN (DERVİŞ KEMAL)

Ayhan Aydın
Söyleşiler gerçekçi olduğunca güzel, anlamlı ve kalıcıdır. Ben de gerek diğer söyleşilerimde gerekse halk ozanlarıyla yaptığım söyleşilerde bu hususlara dikkat ettim, etmeye çalıştım. Söyleşinin yalın olmasına, içten olmasına ve gerçeği yansıtmasına… Şu anda sizinle de yapacağım söyleşi için de aynı duygular içindeyim. Her şeyden önce sizi okurlarımıza tanıtmak amacıyla yaşam öykünüzü sizin ağzınızdan dinlesek, bizlere neler söyleyeceksiniz?
İsmimin Kemal Özcan olmasının yanında şiirlerimde Derviş Kemal mahlasını kullanıyorum. 1930 yılında Yunanistan’ın Dimetoka İlçesi’ne bağlı bir köyünde doğmuşum. Aynı yıl anayurda iltica etmişiz. Uzunköprü’ye yerleşmiş bulunduğumuzdan ben hep burada yaşadım. Uzunköprü’de ortaokul olmadığı için ilkokuldan sonra okuyamadım. Belki başka bir şehre gidebilirdim ama yoksulluk buna engel oldu. İlkokuldan askerliğe kadar çiftçilik yaptım. Askerlikte daha önce öğrendiğim daktilonun faydasını gördüm. Askerlikte yazıcı oldum. 4 ay Edirne’de Jandarma Okulu’nda eğitim gördükten sonra İzmit’e düştüm. Şimdiki adı Kocaeli, Kocaeli’nin Gebze İlçesi’nde bir süre kaldıktan sonra alay kalemine alındım. Askerlikten sonra ise katip olarak çalışmaya başladım. Mahkemenin açtığı bir sınavı kazanarak, Uzunköprü Sulh Ceza Mahkemesi’nde zabıt katibi, yeni ismiyle tutanak yazmanı, olarak göreve başladım. 1955’te başladığım çalışmamı 30 yıl aralıksız aynı yerde sürdürdüm. 1983 Mart ayında emekli oldum. Evliyim. Biri erkek üç çocuğum var.
Seyahat etmeyi çok seven birisiyim. Fırsat buldukça sürekli seyahat yaptım, yapıyorum. Bu seyahatlerim esnasında birçok kişi tanıdım, birçok da dostum, arkadaşım oldu. 13 kez Hacıbektaş’a gittim. O törenlerde kurduğum dostluklar kalıcı oldu.
Sizde izleri hala canlı olan dostluklarınızdan bahseder misiniz?
Rahmetli Feyzullah Çınar’la tanıştım ilk önce. Aşık Daimi, Aşık Nesimi, Hüseyin Kaçıran. İlk tanıştığım dostlarımdı. Bu derinleşti ve yaygınlaştı zamanla.
Ozanlar, ozanlık… Anadolu Uygarlığı’nın zengin gözeleri ozanlık geleneğini sürdüren ozanlarımız; zengin birikimleriyle duygu, düşünce, fikir yüklü dizeleriyle topluma pekçok şey verdiler. Yol gösterici oldular, eleştirmen oldular. İnsanların başkalarına söyleyemeyeceği duyguları, heyecanları, sitemleri şiirlerle dile getirdiler. Bunlar insandan insana, toplumdan topluma aktarılarak yayıldı. Peki sizin içinizde nasıl başladı bu kıpırtı, coşku?
Ben ilk şiirimi 15 yaşındayken yani 1945’te yazmaya başladım. Aşk, sevgili üzerine yazılan şiirlerdi ilk şiirlerim.
1956 yılında ben Cem’e dahil oldum. Ceme girdim. Cemdeki o büyük alemi görünce bende büyük değişiklik oldu. O güne kadar yazdığım aşk şiirlerini yırtıp attım. Ondan sonra tasavvufa yöneldim. O yıldan beri de yazıyorum. Şimdi üç binden fazla şiirim var. Fakat yazdığım şiirleri devlet memuru olduğum için yayımlayamamıştım. Feyzullah Çınar benim birçok şiirimi okudu. Şimdiye kadar bir kitap da yayımlayamamıştım. İlk kitabım Alev Yayınları’ndan çıktı. Bu kitapta 150 şiirim var. Daha on kitaplık şiirim hazır bekliyor. Şiirlerimde insan sevgisi ve duygusunun, tasavvufun açık etkilerini görmek olası.
Ben tasavvufta aradığımı buldum, diyebilirim. Çünkü ben insanlığı aradım, arıyorum. İnsanlığı da tasavvufta buldum. İnsanın ne olduğunu da çok iyi anladım. O bakımdan şiirlerimde devamlı insanı, insan sevgisini ön plana çıkardım. Bunun yanında sosyal konuları, sorunları içeren şiirlerim oldu. Tanrı’yı ararken, Tanrı’nın insanda olduğunu gördüm, tasavvufta. Bu yüzden insanları taparcasına seviyorum.
Yunus, “Yaratılanı sev / Yaratandan ötürü”, diyor ya. Yalnız biliyorsunuz her insanı sevmek mümkün değil. İnsanlığın da insan olmanın da bazı kuralları var. O bakımdan ben insanın nasıl olması gerektiğini hep ön planda tutmuşumdur. Bunu pek çok şiirimde vurguluyorum. Sürekli yoksulun yanında yer almaya çalıştım, ezilmişin yanında yer almaya çalıştım. Yine bu şiirlerimde vardır. Ben, güzelleme, sevgili üzerine şiirler yazmadım. Hayatta tüm insanların içinde büyük umutlar vardır. Herkes bir şeylere sahip olmak ister. Ben ise bir şiirimde olduğu gibi bu şekilde olmak isterim.
“Bir bağda bir salkım üzüm olsam da / Zamanı gelince kesseler beni / Fabrikada dibeklere dolsam da / Preste sıkarak ezseler beni / Pres beni iyicene sıktı mı / Çekirdeğim kabuğumdan çıktı mı / Şıra tavasına suyum aktı mı / İnce eleklerden süzseler beni / Vaktiyle üzümken döndün mü suya / İçime çalsalar tahıldan maya / Bade hu doldurup ağaç fıçıya / Yıllarca hapsedip üzseler beni / Şaraba dönüşsem takdire uyup / İnsanlar bana da ihtiyaç duyup / Fıçıdan çıkarıp camlara koyup / Mecliste masaya dizseler beni / Derviş Kemal der ki budur efkarım / Gerçek insanlara yoktur zararım / Dergah-ı Ali’den güzel dostlarım / Kevser niyetine içseler beni”.
Dostlar, dostluk meclisi, muhabbet… Her şeyden önce insanın dünyaya karşı almış olduğu tavır önemli sanırım. Dürüstlüğü, mertliği, boyun eğmezliği… Dostlar meclisine girmek öyle kolay olmasa gerek?… Zor yol, nelere uyularak o yolda yürünecek? O zor, dar kapıdan nasıl geçilecek?
Kapı gerçekten çok dar. Şimdi, dostlar meclisi dedik, buna Alevi cemi desek nasıl olur? Alevi ceminin, kapısı daha dardır çünkü. O kapının içinde ölmek de var. Yalnız bu ölmek, zahiri anlamda ölmek değil. Ölmeden evvel ölmek, can tendeyken evvel ölmek. Biz de kapı herkese açılmaz. O dar kapıdan girmeden önce bir rehber buluyorsunuz. O rehber sizi ölçüyor, biçiyor, tartıyor. Artık oraya yanaştığınıza kanaat getirdikten sonra o kapıya götürüyor sizi. O kapı manevi bakımdan çok büyük ama aynı zamanda iğne deliği kadar da dar… Kapıya götürüyor ve “böyle böyle bir can getirdim” diyor. Mevlana diyor ki, ne olursan ol, gel. Fakat bir de şunla karşılaşıyorsunuz Alevilik’te; “Gelme, gelme; dönme dönme; gelenin malı, dönenin canı gider”. Bu korkunç bir şey. Gelenin canı gider, diyor. Yani, bu meclise gelenin nefsini öldürürüz, deniyor. Canlı ölü haline gelirsin, deniliyor. Buna tasavvufta “Enel Hak” da deniliyor. Hasılı o huzurda ömür boyu hiç bozmayacağın bir ikrar veriyorsun. Ömür boyu bozmayacağın. Alevilik’te tövbenin pek bir anlamı yoktur. Önemli olan suç işlememektir. Diğer tarafta ise tövbe edebilirsin ve bağışlanırsın da. Bizde tövbe ikrardır. İkrar da beşikten mezara kadar sürüyor. Buradaki beşik ilginçtir. İkrar meclisinde biz esas doğarız. İkrar verdiğimiz anda dede, baba size, herkes bu yükü taşıyamaz gel yol yakınken dön; girmeden iyice bak bu yol dikenli yokuşlu bir yoldur çıkamazsın; demirden leblebidir çiğneyemezsin; ateşten gömlektir giyemezsin, der. Ceme aldığı halde yine de bunları sayar. Ondan sonra onun ikrarını alır. Mürşit, “Ben seni senden aldım; tekrar seni sana verdim; var kendine mukayyet ol, sahip ol kendine” der. Şimdi burada bir alış-verişten sonra yeniden bir doğuş gerçekleşiyor. İkinci kez dünyaya geliş var yani. Tertemizdir insan o anda. Bu ikinci doğuşu yaptıran rehberin ise senin manevi baban oluyor. Fakat anlamı öz-babadan ileridir. O rehberin eşi ise senin annen oluyor. Bunlara ahiret annesi, ahiret babası da deniyor. Kişinin kendisini bu kadar uzun süre bu kurallara uyarak yaşatması oldukça güçtür. O yüzden ikrardan mezara kadar olan süreye biz “sırat köprüsü” diyoruz. Yani bu köprüde çok dikkatli yürümek lazım. Aksi halde düşersin. İşte düştün mü de “düşkün” olursun. Eğer sağlığında bu köprüyü geçersen artık öbür dünyada olup olmadığını bilmediğiniz, sırat köprüsü diye, bir şey de önemini kaybeder. Mesela Yunus ne kadar güzel söylemiş, “Sırat kıldan ince derler ama / Gidip üstüne bina kurasım gelir. ” Demek ki o kadar ince değil. Fakat bundan geçmek zor. Şimdi işte bunları görünce değiştirdim ilk aşk şiirlerimi. Gerçek aşkımı buldum ben.
Tanrı Kuran’da söylüyor, insanı çamurdan yarattığını ve meleklerin ona secdesinin gerektiğini, şeytan ise Adem’e secde etmediği için lanetleniyor, şimdi insana secdeyi uygulayan insan topluluğu Alevilerdir.
Aslında her şey insanın elindedir. Ama bunlar içinde gerçek olan insanlar sorumluluk duygusu içindedirler. Yukarda saydığım tüm aşamalar insanı gerçek bir insan yapmak içindir. Ben artık cemleri bir okul olarak nitelendiriyorum, bir ibadet yeri olarak değil. İrfan mektebi, cemler olsa gerektir. Eğitici, öğretici yeni kişiyi değil irfan mektebinde aşağı yukarı 18 sene okudum. Sonradan bizim mektep kapandı.
Tabi tüm babalar aynı içtenliğe, bilgiye sahip değil. Bir baba gerçekten eğitici vasıflara haiz olmalıdır. Kötü okuldan, kötü eğitimden, kötü öğrenci çıkar. Artık çağdaş fikirlere, düşüncelere gerek vardır.
Peki Sevgili Özcan, bu dar kapılardan geçmede; 4 kapı 40 makam Enel Hak, insan-ı kamil, mürşide ulaşma yollarında, size yol gösteren size şevk veren, sizi besleyen ozanlar kimlerdir? Hangi ozanlardan etkilendiniz?
Gerek daha önceki yüzyıllarda yaşamışların gerekse günümüzdeki halk ozanlarının şiirlerini iyice okudum. Bunların benim üzerimde etkileri olmadı, diyebilirim. Yalnız en sevdiğim ozan Pir Sultan Abdal’dır. Pir Sultan Abdal’ı hiçbir ozanla kıyaslamak mümkün değildir. Pir Sultan öyle bir dönemde yaşamış ki, insan hayatı yöneticilerin iki dudaklarının arasında. O dönemin gerçeklerini yüksek sesle haykırması hatta ölümü bile hiçe sayarak bu yolda yürümesi, onu tüm ozanlardan ayırıyor. Zindanlarda bile “Açılın kapılar şaha gidelim” diyor. Şiirleri de çok kuvvetli. Ben Pir Sultan aşığıyım, hayranıyım. En sevdiğim ozan Pir Sultan Abdal’dır.
Mesela diğer ozanlar içinde mertliğiyle tanıdığım Aşık Nesimi’yi de severim.
Tasavvufu içinde taşıyan Alevilik – Bektaşiliğin ve onun belkemiğini oluşturan halk ozanlığının sizce ne gibi bir işlevi olmuştur, bu Anadolu toprağında? Ozan kimdir, ozanlık nedir sizce?
Ozan, halkın gözü, halkın dili, halkın kulağıdır, özetle. Çok eskiden de ele alsak ozanlarda şunu görürüz. Onlar sürekli halkın yanında yer almışlardır. Daima halktan yana olmayı gündemde tutabilmişlerdir. Bu birbirine aktarıla aktarıla günümüze kadar gelmiştir. Biz de aynısını yapıyoruz aslında. Sürekli halktan yana olma, halkın ezilmesini önleme ve halkın duyamadığını, halkın göremediğini halkın söylemediğini onlar adına yapmak. Ozanların işlevi bu. Fakat bunca ölümlere karşı, başı var. Bunu ihlal edenler, Alevilik ve Bektaşiliğin temel ilkelerine uymayanlar, ben Aleviyim, Bektaşiyim, demesinler.
Pir Sultan’ın çağrısı boşa gidiyor: “Gelin canlar bir olalım. ” İnsanlar bir olmazsa, sömürüyü sözüm ona bu felsefeyi savunanlar ya varsa o zaman o sözlerin bir anlamı da kalmıyor. Nerede bu birlik? Bir şeye daha değineceğim. Ben Arapça’ya karşıyım. Bizim Türkçe ne güne duruyor da Arapça kullanılıyor? Cemlerde Arapça Kuran okunmasına da karşıyım. Tüm konuşma ve dualar Türkçe olmalıdır. Dua cami hocasının yaptığından farksız olduktan sonra bu duayı ben ve diğer insanlar anlamadıktan sonra ne anlamı var bu dua okumanın? Herhalde dünyanın hiçbir ülkesinde insanlar ibadetlerini bir başka dille yapmıyorlardır. İnsan yaptığı ibadetin anlamını bilmedikten sonra ne anlamı kalır o ibadetin.
Aleviler’in soyu Şamanlardan gelmektedir. Türkmenler, Tahtacılar, Çepniler hepsi özde Alevidirler.
Tabii şimdi bir Alevilik/Bektaşilik ayrımı var. Fakat bence bunlar özde aynıdırlar. Trakya’da Bektaşilik denir, babalar vardır. Anadolu’da bu dedelik olur. Bakın mesela Bektaşîliğe yakın daha 12 tarikat vardır. Gülşenilik gibi. Ben Kızıl Deli Sultan’a bağlıyım. Akdeniz’dekiler Abdal Musa’ya bağlılar. Fakat tümü bir ağacın kolları gibiler ve tümü de Bektaşiliğe bağlıdırlar.
Ama Alevilik ve Bektaşilik’te bir eşitlik olduğu için ben bu ayrıma da karşıyım. İran’daki Şiilikle Anadolu’daki Alevilik – Bektaşilik arasında ise hiçbir bağ yoktur. Yalnız her ikisinde de lügat anlamı Ali severlik olarak geçiyor.
Halk ozanlarının ülke sorunları karşısındaki duyarlılıklarının da şiirlerine yansıdığını, yansımasının gerektiğini belirtiyorsunuz. Siz Türkiye’nin temel toplumsal sorunları olarak neleri görüyorsunuz, bunlar sizce nasıl giderilebilir?
Türkiye’deki ezilenler hala ezilmekte, yaşayanlar daha rahat yaşamaktadırlar. Bu yıllardan beri böyle olagelmiş. Herhangi bir çözüm de bulunamamış. Çözüm yolları devamlı kapatılmış.
Türkiye’de bir kesimin ezilmesi artarken buna ters orantılı olarak belli bir kesimin gelirleri de sürekli artıyor. Ayrıca işçi-memur kesimi de var. İşçi yine sendikalarla haklarını arayabiliyorlar. En azından buna çaba sarf ediyorlar. Memurun bu konuda da hiçbir hakkı yok. Memurların sendikal haklarında ve ücretlerinde bir iyileşmeye gidilmedi.
Türkiye’de ilginçtir mesela işçiler veya diğer kesimden insanlar haklı taleplerini dile getirirken ne yazık ki kişisel isteklerini ön plana çıkarıyorlar. Genel geçer kapsayıcı bir düşünce ve eylem ortaya koyamıyorlar. Yani diyelim ki sadece ücret konusunu dile getiriyorlar. Diğer hiçbir konuda tümüyle ortak bir eylem yapılamıyor. Tüm demokratik haklar eşitçe ve hep beraber, her kesimden insanla savunabilmelidir. Türkiye’nin eksikliği ve geriliği burada görülüyor. Diyelim ki çevre kirliliği. Bu konuya çok ciddi şekilde hangi sendika eğilmiştir, şimdiye dek? Türkiye’nin en büyük ciddi sorunu bence ekonomik dengesizliklerdir. İşçinin hele memurun hali çok kötüdür. Ben bir memur olarak tam 30 yıl devlete hizmet ettim. Mutfak masraflarında bile zorlandık. Şimdi emekli maaşım 7 milyon. Ben bu parayla nasıl geçinebilirim. Bu millet şimdi ne yapsın? Nasıl mutlu ve huzurlu olsun bu ülkede? Türkiye’de kimsenin kafasının içindeki düşünceye sınır getirme yetkisi yok. Ama çok acı bir, gerçek Türkiye’de düşünce açıklama özgürlüğü yok. Benim en büyük isteğim toplumun huzurlu bir şekilde yaşamasıdır. Yeter ki Türkiye’de ezen / ezilen farkı kalmasın. Öyle bir ortam özlüyorum.
Türkiye’de ezenle ezilen ayrımının kalmadığı, insanların eşit şartlarda yaşayabildiği bir ortamın oluşması için, tüm dünyada bu şartların oluşabilmesi için sizce neler yapılmalıdır?
Kültürün, eğitimin yaygınlaşması gerekir. İnsanların düşüncelerini açıklamalarının serbest olması gerekir.
Biraz da anılarınızdan, dostluklarınızdan, hüzünlerinizden bahsedelim. Ozanlardan, ozanlıktan bahsedelim. Değer verilmeyen, şimdi bazı sanatçıların yalan-yanlış şiirlerini okudukları, kendi başlarına bırakılan, adları sanları bile anılmayan, kimi törenlerde kendileri çalıp kendileri dinleyen ozanlarımız. Halk kültürünün değeri az bilinir kişileri ozanlar konusundaki anılarınızdan söz edelim biraz da.
Elbette acı anılarım var. Bir tarihte Hacı Bektaşi Veli’yi anma törenlerinde Hüseyin Kaçıran isimli bir halk ozanıyla tanışmıştım. Adana’da Osmaniye’de oturuyormuş. Hacı Bektaş’a gelmiş. Onun şiiri çok kuvvetli fakat sazı yok. Geleneksel ozanlık yarışmasına katılacağını söyleyerek benim de gelmemi istedi. Yarışma da Kaçıran ikinci oldu. Kendisine bir plaket verdiler. O ise bir süre plaket verilen yerde durdu plaketi verenle konuştu. Çıkınca buluştuk. Niçin uzun süre orada kaldığını ve neyi konuştuğunu sorunca, kendisine plaket yerine 2500 lira vermelerini istediğini söylemiş. Çünkü Osmaniye’ye gidecek parası yokmuş. Onlar ise kabul etmemişler. İşte ozanlarımızın durumu.
Şimdi bazı sanatçılar ozanların şiirlerini okurken değişiklik yapmada herhangi bir sakınca görmüyorlar.
Sezen Aksu’nun Aşık Daimi’nin şiirinde yaptığı gibi. Son dörtlük tümüyle değişmiş. “Daimiyim her can ermez bu sırra / Gerçek kamil olan erer o nura / Yusuf sabır ile vardı Mısır’a / Bu da gelir bu da geçer ağlama” orijinali buyken şu hale dönüştürüldü şiir:
“Daimiyim her can ermez bu sırra / Yusuf sabır ile vardı Mısır’a / Koyun olsam giderdim ardı sıra / Bu da gelir bu da geçer ağlama. ” Daha buna benzer sayısız hata, yanlış.
Bence de buradaki en büyük eksiklik şu, kendilerini günün koşullarına göre çeşitli mevkilerin üstlerinde görenler, kendi kendilerine her konuda ahkam kesenler, daha önceki birikimleri kolayca yadsıyabiliyorlar. Pir Sultan, Yunus veya Daimi, böyle demiştir, diyerek eserlerini kendince değiştirerek yorumlama gibi cüretkar davranabiliyorlar. Bu da Pir Sultan’ın, Aşık Daimi’nin bilinmeden, kavranmadan, hissedilmeden söylendiğini gösteriyor. Bu özümsenmiş olsa kitaplar şiirler okunur, daha önceki kasetler dinlenir. Bir çalışma da buna göre yapılır. Aşık Daimi aynı parçayı “Bana Ne” isimli kasetinde söylüyor. Mesela en azından Aşık Daimi’nin aynı isimli parçasını Sezen Aksu daha önce dinlemiş olsaydı bu hata da olmazdı.
Bunlar aslında bir trajedinin yansımaları. Başta ozanlar, şairler, yazarlar günümüz tüketici toplumunda kof, yoz ortamında birer meta olarak algılanıyor, onların ürünlerinin istenildiği gibi yağmalanabileceği, sömürülebileceği, satılabileceği, değiştirilebileceği gibi bir kanı çoktan yerleşmiş, genel kabul görmüş durumda.

Söyleşi; 1996,
Yurtta Birlik Gazetesi Binası, Üsküdar
Dost Dost, Sayı 6, Sayfa, 21-25, Haziran/Temmuz/Ağustos 1998

ESERLERİ
Şah Damarı, Şiirler, Alev Yayınları, Mart 1996
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
Haydar-ı Kerrar Aşkıyla

Erenler yoluna girdim
Haydar-ı Kerrar aşkıyla
Ben bu yola emek verdim
Haydar-ı Kerrar aşkıyla

İlden ile yolcu oldum
Çok yerlerde mihman kaldım
Nice güzel dostlar buldum
Haydar-ı Kerrar aşkıyla

Gözümdeki pası sildim
Dostluk neymiş iyi bildim
Sizi sevdim size geldim
Haydar-ı Kerrar aşkıyla

Fakir aciz yol oğluyum
Erenlerin sağ koluyum
Bilseniz nasıl doluyum
Haydar-ı Kerrar aşkıyla

İrfan mektebini seçtim
Sınav verip sınıf geçtim
Dost elinden dolu içtim
Haydar-ı Kerrar aşkıyla

Böyle bizim hallerimiz
Keman tutar ellerimiz
Nefes söyler dillerimiz
Haydar-ı Kerrar aşkıyla

Derviş Kemal dilim dilim
Rıza lokması yiyelim
Hep birlikte Hüü diyelim
Haydar-ı Kerrar aşkıyla
Vardır Bizim Yolumuzda

İnsana ne gerekliyse
Vardır bizim yolumuzda
Kişi Hakk’a hevesliyse
Vardır bizim yolumuzda
Yolu aramaktır koşul
Sen de ara bu yolu bul
Erdem için gerçek okul
Vardır bizim yolumuzda

Muhammed’le Şahı Merdan
Zebur Tevrat İncil Kuran
Akıl mantık ilim irfan
Vardır bizim yolumuzda

Biz bilmeyiz yalan hile
Gerçeği getirdik dile
Derviş Kemal Tanrı bile
Vardı bizim yolumuzda
Oy Silahı

Silahların en iyisi
Oy silahı oy silahı
Kuşkusuz en geçerlisi
Oy silahı oy silahı

O silahın yüzü aktır
Kullanması yasal haktır
Ondan güçlü silah yoktur
Oy silahı oy silahı

Ne tetik var ne iğnesi
Patlar ama çıkmaz sesi
Silahların şahanesi
Oy silahı oy silahı

Aklı olan yoldan sapmaz
Başka silahlara tapmaz
Kişileri katil yapmaz
Oy silahı oy silahı

Söylesinler varsa bilen
Bu silahtan var mı ölen
Silahlarda önde gelen
Oy silahı oy silahı

Derviş Kemal ilham kapar
O nedenle oya tapar
Kan dökmeden devrim yapar
Oy silahı oy silahı

Derler Bize

Hazzı gönüllere giren
Dostluk gülü derler bize
Dosttan dosta haber veren
Seher yeli derler bize

Yalan görsek savuşuruz
Gerçeklere kavuşuruz
Doğruları konuşuruz
Hakk’ın dili derler bize

Kah asıldık kah yüzüldük
Can verirken dahi güldük
Bir zamanlar deniz böldük
Ondan deli derler bize

Erdem yollarını bulduk
Halk yanlısı insan olduk
Nice gönüllere dolduk
Çağdaş veli derler bize

Derviş Kemal arza geldik
Önce kendimizi bildik
Kırklar meydanında öldük
Canlı ölü derler bize

Gelme

Bizim cemimize kolay girilmez
Nefsine uyarak azmışsan gelme
Bu cemde kimseye ödün verilmez
İnsanlık yolundan yozmuşsan gelme

Ummanlar dururken dalma göllere
Yolundan yozup da düşme dillere
Çıkarın uğruna şayet ellere
İftira kuyusu kazmışsan gelme

İnsanlık yolunda bir ünvan kazan
Mutluluk bulur mu şuurun bozan
İster bir aşık ol istersen ozan
Gerçeğe aykırı yazmışsan gelme

Derviş Kemal der ki kulak ver bana
Ben tavır koymuşum gerçekten yana
Doğruyu güzeli söylerim sana
Bu gerçek sözlere kızmışsan gelme
Beyhude

Dinin ilkesinden hisse kapmazsan
Müslüman ve İslam olmak beyhude
Tasavvuf yönünden yorum yapmazsan
Sadece kulaktan dolmak beyhude

Hocanın fikriyle beraber isen
Arapça okumak yeter der isen
Kuranı Kerim’den bihaber isen
Körce dine bağlı olmak beyhude

Gayri meşru işler Hakk’tan saklanmaz
Kötü kişi Hakk indinde aklanmaz
Vicdan pası akar suyla paklanmaz
Kalp kirliyse abdest almak beyhude

İnsanlara tuzak kuranlar için
Haksızlıkla vurgun vuranlar için
Bu dünyada gönül kıranlar için
Oruç tutup namaz kılmak beyhude

Derviş Kemal ne söylesen az olur
Hak yolundan çıkan kişi yoz olur
Ariflere sivrisinek saz olur
Cahillere davul çalmak beyhude

Bizde

Manevi açıdan gayet zenginiz
Can gözü açılıp bakanlar bizde
İlimden irfandan yana enginiz
Erdemli bilinçli dekanlar bizde

Oniki dekanın rektörü Merdan
O’dur üstad O’dur konuşan Kuran
Kabe’yi ziyaret misali her an
Gönülden gönüle akanlar bizde

İkrar abdestini alanlar biziz
Halka namazını kılanlar biziz
Ömrünce oruçlu olanlar biziz;
Nefsini zindana tıkanlar bizde

Güvercin donuna girip uçarız
Şu koca dünyaya ışık saçarız
Zemheri ayında çiçek açarız
Gülleri ambere kokanlar bizde
Derviş Kemal der ki takatım yetmez
Bizdeki varlıklar saymakla bitmez
Erenler menzile at ile gitmez
Burak’sız Miraca çıkanlar bizde

Yılın Anaları

Tarlada çalışan kadınlar var ya
Yılın anaları onlardır işte
Çileleri bitmez dertleri derya
Yılın anaları onlardır işte

Tarlada ırgattır evinde köle
Dürüst çalışırlar bilmezler hile
Kurumuş haliyle benzerler çöle
Yılın anaları onlardır işte

Tarla çapalarlar orak biçerler
Bulanık göllerden sular içerler
Hepsi felek çemberinden geçerler
Yılın anaları onlardır işte

Çalışmaktan nasır tutar elleri
İki kat olmuştur zayıf belleri
Ömür boyu perişandır halleri
Yılın anaları onlardır işte

Asla etli yemek yiyemez onlar
İpekli kumaşlar giyemez onlar
Derdini kimseye diyemez onlar
Yılın anaları onlardır işte

Ekmek hamurunu onlar yoğurur
Her biri beş altı çocuk doğurur
Saçları vaktinden önce ağarır
Yılın anaları onlardır işte

Günlük işi yarınlara bölmezler
Hastalanır ama doktor bilmezler
Gözleri yaşlıdır bir gün gülmezler
Yılın anaları onlardır işte

Derviş Kemal gökten bir ferman inse
Yoksulların kaderine değinse
Bir kez olsun seçilmezler nedense
Yılın anaları onlardır işte
Çağdaş Cemler

Yirminci yüzyılın sonuna geldik
Artık cemler çağa uygun olmalı
Eskilerden ne öğrendik ne bildik
Artık cemler çağa uygun olmalı

Bilinçsiz mürşitler taviz vermiştir
Mantıksız kurallar ceme girmiştir
Şah-ı Merdan “çağa uyun” demiştir
Artık cemler çağa uygun olmalı

Aydın insan çağdan geride kalmaz
Giysiler kişiyi bilgili kılmaz
Cübbede tekkede keramet olmaz
Artık cemler çağa uygun olmalı

Elektrik varsa kalkmalı mumlar
Rahata huzura ermeli Can’lar
Arapça sözlerden kaç kişi anlar
Artık cemler çağa uygun olmalı

Derviş Kemal herkes gözünü silsin
Aydın mürşit bulup gerçeği bilsin
Ayin-i cemlere yenilik gelsin
Artık cemler çağa uygun olmalı

Tanı

Kardeş aklın eriyorsa
Çağın Yezid’ini tanı
Gözün bakıp görüyorsa
Çağın Yezidi’ni tanı

Geçmişi çekip gündeme
Rastgele kul hakkı yeme
Her Sünni’ye Yezit deme
Çağın Yezidi’ni tanı

Görgü bilgi alimliktir
Kamil olmak salimliktir
Yezit demek zalimliktir
Çağın Yezidi’ni tanı

Gör ve izle sağı solu
Gel incitme dürüst kulu
Bak her taraf zalim dolu
Çağın Yezidi’ni tanı
Kim ki bundan ilham almaz
Attığı taş hedef bulmaz
İyi insan Yezit olmaz
Çağın Yezidi’ni tanı

Var ya sahte riyakar it
Katil hırsız münkir müfrit
Kötü insanlardır Yezit
Çağın Yezidi’ni tanı

Derviş Kemal duymak için
Kurallara uymak için
Gerçek tavır koymak için
Çağın Yezidi’ni tanı

Gördüm Seni

Yüce Tanrım hiç saklanma
Vallah billah gördüm seni
Sen kendini gizli sanma
Vallah billah gördüm seni

Akıl kibritini çaktım
Mantık şamdanını yaktım
Can gözümü açıp baktım
Vallah billah gördüm seni

Kamu eşya ins-ü cinde
Gerek mescit gerek cemde
Irksız farksız her ademde
Vallah billah gördüm seni

Ben sendeyim sen bendesin
Yüreğimin içindesin
Varsın zahir yalan desin
Vallah billah gördüm seni

Derviş Kemal der ki yarsın
Nere baksam orda varsın
Gören göze aşikarsın
Vallah billah gördüm seni

Buna Rağmen

Bir ömür boyunca horlandım ancak
Buna rağmen seviyorum Ali’yi
Çile çekip hayli zorlandım ancak
Buna rağmen seviyorum Ali’yi

Şah’ı sevdim diye hakir gördüler
Ak alnıma kara leke sürdüler
Kimi zındık kimi dinsiz dediler
Buna rağmen seviyorum Ali’yi

Nice iftiraya maruz kalmışım
Yüreğimden derin yara almışım
Çaresizlik girdabına dalmışım
Buna rağmen seviyorum Ali’yi

Ali’yi seveni suçlu saydılar
Bu nedenle nice cana kıydılar
Bizim başımıza cennet koydular
Buna rağmen seviyorum Ali’yi

Derviş Kemal bu aşk beni bezdirdi
Yaşam boyu dert gönlümü yüzdürdü
Yıllar yılı yobazlara ezdirdi
Buna rağmen seviyorum Ali’yi

Beni

Bir bağda bir salkım üzüm olsam da
Zamanı gelince kesseler beni
Fabrikada dibeklere dolsam da
Preste sıkarak ezseler beni

Pres beni iyicene sıktı mı
Çekirdeğim kabuğumdan çıktı mı
Şıra tavasına suyum aktı mı
İnce eleklerden süzseler beni

Vaktiyle üzümken döndüm mü suya
İçime çalarlar tahurdan maya
Badehu doldurup ağaç fıçıya
Aylarca hapsedip üzseler beni

Şaraba dönmüşsem takdire uyup
İnsanlar bana da ihtiyaç duyup
Fıçıdan çıkarıp camlara koyup
Mecliste sofraya dizseler beni

Derviş Kemal der ki budur efkarım
Gerçek insanlara yoktur zararım
Dergah-ı Ali’de güzel dostlarım
Kevser niyetine içseler beni
Anlamadı Bu Halk Bizi

Ne yazık ki senelerdir
Anlamadı bu halk bizi
Bilemedim sebep nedir
Anlamadı bu halk bizi

Bilmem kördür bilmem sağır
Uykusu da gayet ağır
İstediğin kadar bağır
Anlamadı bu halk bizi

Ezildikçe daim sindi
Ne güldü ne yaşı dindi
Sola dedik sağa döndü
Anlamadı bu halk bizi

Yıllardır çok şey önerdik
Her konuda örnek verdik
Onlar için hapse girdik
Anlamadı bu halk bizi

Gel dedikçe geri kaçtı
Başımıza dertler açtı
Yediği çanağa sıçtı
Anlamadı bu halk bizi

Koyan sağlam aşı koymuş
Sonra dönmüş onu soymuş
Cehaletin sonu buymuş
Anlamadı bu halk bizi

Derviş Kemal neyse dünkü
Tıpatıp aynı bugünkü
Halkı sevmez oldum çünkü
Anlamadı bu halk bizi

Tanrı Beni Ben Tanrı’yı Yarattım

Görünmeyen sır perdesi ardında
Tanrı beni ben Tanrı’yı yarattım
Akıl rahiminde mantık yurdunda
Tanrı beni ben Tanrı’yı yarattım

Bir ağızdan “Kün” emrini buyurduk
Sonra arzdan toprak alıp yoğurduk
Kıvam bulup karşılıklı doğurduk
Tanrı beni ben Tanrı’yı yarattım
Erenler cemine girdiğim zaman
Pir önünde ikrar verdiğim zaman
Enel-Hak sırrına erdiğim zaman
Tanrı beni ben Tanrı’yı yarattım

Kemeri kuşanıp hırka giyince
Adem’in önünde başım eğince
Dudağıma ab-ı kevser deyince
Tanrı beni ben Tanrı’yı yarattım

Derviş Kemal der ki bu yol yorucu
Ve lakin gerçeğe erişir ucu
İrfan okulunda tahsil sonucu
Tanrı beni ben Tanrı’yı yarattım

Dertliyim

Benim ızdırabım maziden gelir
Kerbela gününden beri dertliyim
Yol ehli olanlar halimi bilir
Kerbela gününden beri dertliyim

Ta o günden beri yanıyor özüm
Figanım bitmedi gülmedi yüzüm
Yüreğim eziktir kurumaz gözüm
Kerbela gününden beri dertliyim

Yazan kara yazmış alın yazımı
Bir an dindirmedi yürek sızımı
Kopardı telimi kırdı sazımı
Kerbela gününden beri dertliyim

Kahpe felek hazan etti gönlümü
Bülbül idim lal eyledi dilimi
Ağarttı saçımı büktü belimi
Kerbela gününden beri dertliyim

Derviş Kemal der ki yasımız haktır
Yürek yarasının acısı çoktur
Bizim derdimizin dermanı yoktur
Kerbela gününden beri dertliyim

İnsanların Ozanıyım

Her yönüyle yoksul olan
İnsanların ozanıyım
Ömür boyu darda kalan
İnsanların ozanıyım
Emek verip öğüt almış
Kazancını eller çalmış
Okumaktan yoksul kalmış
İnsanların ozanıyım

Ensesinden teri akan
İnsan kılığından çıkan
Ocağında tezek yakan
İnsanların ozanıyım

Halkı için derde giren
Her çileye göğüs geren
İnsanlığa hizmet veren
İnsanların ozanıyım

Bombalara düçar olan
Evden barktan yoksun kalan
Savaşlardan yara alan
İnsanların ozanıyım

Hiç kalmamış yüzü gülen
Yok mu buna çare bilen
Dünyada açlıktan ölen
İnsanların ozanıyım

Kemal yaşamaya küsmüş
Başlarına dertler üşmüş
Yoksulluğa yenik düşmüş
İnsanların ozanıyım

Bedrettin’i Hatırlayıp Ağlarım

Engin düşünceye daldığım anda
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım
Ben benle baş başa kaldığım anda
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım

Bir deyiş dinlesem sazın telinden
Dem vursa Serez’den Aydın ilinden
Bir gül görsem koparılmış dalından
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım

Dağlar görkemliyse denizler mağrur
Bulutlar nemliyse topraklar çamur
Hele çiselese bir ince yağmur
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım
Bir kişi çarmıha diri çakılsa
Bir fidan kesilip yere yıkılsa
Bir eğri ağaca urgan takılsa
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım

Zalimler düşüme geldiği zaman
Bir kabus uykumu böldüğü zaman
Bir ilim adamı öldüğü zaman
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım

Ne zaman yüzümü garba döndürsem
Gruba bakarak hayale girsem
Güneşi batarken sararmış görsem
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım

Kemal der dünyaya geldim geleli
Gözümün pasını sildim sileli
Hasılı kendimi bildim bileli
Bedrettin’i hatırlayıp ağlarım

Nefis Denen Düşmanımı Yendim Ben

Ezildim yoruldum ama sonunda
Nefis denen düşmanımı yendim ben
Yerimi alınca halkın yanında
Nefis denen düşmanımı yendim ben

Erenler cemine layık olunca
İkrar verip ben kendimi bulunca
Benlikten riyadan uzak kalınca
Nefis denen düşmanımı yendim ben

Erenler ceminde Hakk’kı haklayıp
Özümü yüzümü manen paklayıp
Kendime yeterli gücü toplayıp
Nefis denen düşmanımı yendim ben

Bağlı bulunduğum yerel törece
İnsana verilmiş yüksek derece
İkrarımı bozmadığım sürece
Nefis denen düşmanımı yendim ben

Derviş Kemal der ki zayıftı dünkü
Benim gerçek gücüm işte bugünkü
Artık beni kimse yenemez çünkü
Nefis denen düşmanımı yendim ben

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*