KIRKLAR MACLİSİ MASAL MI ?

Mustafa Cemil KILIÇ

Sünni Ve Şii Teologların Yaklaşımları Bağlamında Alevi İnancındaki Kırklar Meclisi Ve Cemine İlişkin Bir Yorum

Kırklar Meclisi ve Cemi, Alevi teolojisinin en temel ögelerinden biridir. Bu konuda Sünni ve Şii teologlar, Alevi inancına yönelik mütecaviz bir tutum içerisindedirler. Alevi inancı, söze konu bu saldırgan tutumlara karşı gerekli teolojik güce ve kendi dinsel paradigması çerçevesinde berrak bir tutarlılığa sahip bir akım olarak susturucu yanıtlar verme aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Verilen yanıtların doğru anlaşılabilmesi ve kavranabilmesi için öncelikle bilinmesi gerekli kimi hususları anımsatmak bizce yaşamsal öneme sahiptir. Şöyle ki; Alevilik, Sünnilik ve Şiilik İslam orijinli akımlar olmakla birlikte, teolojik açıdan bağımsız kimlikler konumuna ulaşmış durumdadırlar. Diğer bir deyişle her üç akım artık farklı ve özgün teolojik yapılar olarak kabul edilmek zorundadır. Bu gerçeği görmeden yapılacak tüm yorum ve analizler sağlıklı bir sonuç doğurmayacaktır.

Konuyu berraklaştırmak amacıyla önemine dayanarak belirtelim ki, Sünniliğin, Şiiliğin ve Aleviliğin dışında ve bunların üzerinde bir İslam yoktur. İslam’ı mezheplerden bağımsız ele amak mümkün değildir. Çünkü mezheplerden bağımsız ve yorumlar üstü bir İslam yoktur. Eğer olsaydı yorumlar ve mezhepler olmazdı. Her mezhep ve yorumun temsilcisine göre islam kendi inancında içkindir / mündemiçtir. Diğer bir deyişle bir Sünniye göre İslam eşittir Sünnilik olduğu gibi bir Şiiye göre de İslam eşittir Şiiliktir.

Bu bağlamda bir teolojik yapının nassları, kabulleri ve ölçüleri perspektifinden bakarak başka bir inanç analiz edilemez. Edilmeye çalışılsa bile isabetli bir sonuca ulaşılamaz.
(Bu arada Sünnilik denilince itikaden Maturidilik, Eş’arilik, amelen Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbelilik, Şiilik denilince de İmammiyye ve Zeydiyye anlaşılmalıdır. Alevilik denildiğinde ise Bektaşilik, Kızılbaşlık, Ehlihak İnancı vb. kastedilmektedir. Bilinmelidir ki, biz bu kavramları bu şekilde bir açılım içerisinde kullanmaktayız. Gerek Sünnilik, gerek Şiilik, gerekse Alevilik dışında bu üç akıma şu ya da bu ölçüde yakın yada uzak başka kimi akımlar da mevcut olmakla birlikte kitlesel ve tarihsel güç açısından söze konu üç akım öne çıkmaktadır.)

Alevilik, Sünnilik ve Şiilik başta Allah, risalet / nübüvvet ve ahiret inancı gibi temel konular olmak üzere pek çok konuda derin görüş ayrılıkları içerisindedirler. Kırklar Meclisi ve Cemi konusuna girmeden evvel, öncelikle " Teolojik Açıdan Cemevlerinin Durumu Üzerine " başlıklı yazımızda ortaya koyduğumuz Allah inancı konusunda mezhepler arasındaki derin farklılıkları burada kısaca anımsatmak yerinde olacaktır.
Sünnilik ve Şiilik, Allah – Evren ayrımı, Evrenin Allah tarafından yoktan yaratılması ( Bu iki konu İslami ortodoksluğun temelleri arasındadır.) gibi ana konularda ortak inançlara sahip olmalarına karşın Tanrı’nın sıfatları konusunda çok derin görüş ayrılıkları içerisindedir. Bu ayrılıklar üç noktada öne çıkmaktadır. Şiiliğe ( İmamiyye ) göre Tanrı’nın sıfatları Zatının aynıdır. Sünniliğe göre ise Zatının ne aynı ne de gayrıdır; onlar Tanrı’nın kendisini nitelendirdiği sıfatlardır.

Şiiliğe göre Kur’an mahlûktur. Sünnilik ise Kur’an’ın Tanrı’nın sözü / kelamı olduğunu; Tanrı’nın " kelam sıfatı " nın ise O’nun ( Tanrı’nın ) kıdemiyle kadim olduğunu ileri sürer. Başka bir deyişle Sünniliğe göre Tanrı’nın ezeli kelam sıfatı vardır; Şiiliğe göre ise Tanrı’nın böyle sıfatı yoktur. Yani Sünnilikte Tanrı, "kadimden beri Konuşan bir Tanrı" iken Şiilikte ise konuşmayan ve kutsal kitapları söyleyen değil yaratan bir Tanrıdır. Daha açık söylemek gerekirse Şiilikte Tanrı’nın kelamı / sözü kadim olmayıp sonradan yaratılan izafi / göreli bir kelamdır.

Yine Şiiliğe göre En’am Suresi, 103. ayet gereği Tanrı ahirette inananlarca kesinlikle görülmeyecektir. Cennet halkına görüleceğini söyleyen kafirdir. Oysa Sünniliğe göre Tanrı ahirette inananlarca görülecektir.

Anlaşılacağı üzere Tanrı inancı konusunda bile Sünnilik ve Şiilik birbirlerini kafirlikle suçlayacak derecede farklı düşünmektedir. O halde bu iki mezhebi diğer alanlardaki farklılıklara girmeden bile sırf Tanrı inancı konusunu temel alarak bağımsız teolojiler olarak nitelemek nesnel bir saptama biçiminde değerlendirilmek zorundadır.
Aleviliğin Tanrı inancı ise diğer iki İslam orijinli teolojik yapıdan çok daha farklıdır. Sünni ve Şii teolojinin benzeştiği Tanrı – Evren ayrımı, Tanrı’nın Evreni yoktan yaratması gibi iki ana konuda Alevilik tümüyle farklı bir inanca sahiptir. Alevilikte Tanrı – Evren ayrımı Vahdet – i Vücud inancıyla ortadan kalkmış, yoktan yaratan bir Tanrı inancı yerine Evreni kendi varlığından yani vardan var eden; böylece de pozitif bilimin, " hiçbir şey yoktan var olmamıştır ve var olan hiçbir şey de yok olmaz" ilkesiyle de uzlaşan bir Tanrı inancı vücud bulmuştur. Tarihsel süreç içerisinde yoğunlaşan Sünni ve Şii teolojinin baskısıyla Alevilikteki Tanrı – Evren birliği inancı zamanla ve zaman zaman " Evren Tanrı’nın tecellisi / yansımasıdır." noktasına taşınarak yumuşatılmıştır. Yine Alevilikte Evrendeki en önemli, bilinç sahibi ve merkezi bir varlık olarak insanın tanrısal bir mahiyetle ele alındığı ve " enelhak " sözünde varlık bulan bir yerinin olduğu da anımsanmalıdır.
Böylesi farklılıklara karşın sırf İslam orijinli oluşunu dikkate alarak Sünni ve Şii bakış açısıyla Aleviliği tenkide maruz kılmak, Sünnilik ve Şiiliğin itikat esaslarına uymuyor diye sapkın / batıl addetmek hiç kuşku yok ki teolojik körlüğün bir sonucudur. İşte bu noktada İslam teolojisinin ana konularından biri olan Miraç olayı karşısında konumlanılan teolojik düzlem de söze konu üç İslam orijinli akımı özgünleştiren / bağımsızlaştıran alan olarak öne çıkmaktadır. Bu özgünleşme ve bağımsızlaşmanın sonucudur ki, Allah inancı konusundaki farklılık gibi Hazreti Muhammed’in kişiliği de çok derin farklılıklarla algılanmaktadır. Biraz daha yalın bir ifadeyle söylersek; Sünni’nin, Şii’nin Muhammed’i ile Alevi’nin Muhammed’i birbiriyle örtüşmemektedir. Bu gerçek en çok Miraç olayında tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.

Miraç Nedir?
Miraç sözcüğü Arapça’dır. Yükseğe çıkmak, yükselerek yol almak anlamına gelen "uruç" sözcüğünden türetilmiştir. Kutsal kitap Kur’an’da bu sözcük astronomik zamanla ölçülemeyecek biçimde manevi bir yükselme / ruhsal bir yükseliş anlamına gelmek üzere kullanılmaktadır. Başka bir deyişle bu yükseliş metafizik bir yükseliştir. Nitekim Mearic Suresi’nin 4. ayetinde şöyle denilmektedir:
" Melekler ve ruh Ona ( Tanrı’ya ) ölçüsü elli bin yıl olan bir günde uruç ederler."
Uruç sözcüğünden hareketle anlamlandırılan Miraç sözü, uruç ederek ulaşılan yüksek derece / yüksek mertebe anlamına gelmektedir. Aynı zamanda bu sözcük manevi yükseliş için kullanılan her çeşit araç – gereç ve yol anlamına da gelmektedir.
Miraç konusu ele alınırken üzerinde durulması gereken bir diğer sözcük de " isra " sözcüğüdür. Bu sözcük Arapça’da "gece yürüyüşü" anlamına gelmek üzere kullanılmaktadır. İsra Suresi’nin 1. ayetinde şöyle denilmektedir:
" Geceleyin kendisine ayetlerimizden bir bölümünü gösterelim diye kulunu Mescid – i Haram’dan, çevresini kutlu kıldığımız Mescid – i Aksa’ya götüren
( Tanrı ) eksik niteliklerden uzaktır. O, gerçekten işitendir, görendir."
Bu ayet Miraç olayının geceleyin olduğuna kanıt oluşturmaktadır.
Miraç olayıyla ilgili bir diğer sözcük de "Burak" sözcüğüdür. Miraç ile ilgili kimi hadislerde geçen Burak sözcüğü Arapça’daki "berk" yani şimşek sözcüğünden türemiştir. Bu da, Burak sözcüğüyle hıza dikkat çekilmek istendiğini göstermektedir. Miraç’ın metafizik bir olay olmasıyla da örtüşen bu özellik Burak sözcüğünün simgesel bir anlama sahip olduğunu işaret etmektedir.

Kuşkusuz Miraç, İslam teolojilerinin en temel konularından biri olarak üzerinde en çok tartışmanın yapıldığı hususlar arasındadır. İslam inancına göre peygamber Hazreti Muhammed, uruç ederek Miraç’a yükselmiştir. Hazreti Muhammed’in Miraç’ının kaç kez olduğu konusunda ise görüş birliği yoktur. Biri Mekke, diğeri Medine’de olmak üzere en az iki kez Hazreti Muhammed’in Miraç’a çıktığından tutun da, ikisi Mekke’de, 118’i Medine’de olmak üzere tam 120 kez Miraç yaşadığına ilişkin bir hadisten bile sözedilmektedir. Miraç’ın sayısı konusunda bile tam bir kargaşa içerisinde olan Sünni ve Şii teolojisi her ne hikmetse Alevi teolojisine taarruz etme konusunda tam bir fikir birliği içerisindedir.
Sünni ve Şii teolojisinin içinde bulunduğu kargaşanın göstergelerinden biri olarak Miraç olayının mahiyeti de önemli bir tartışma konusudur. Bu cümleden olarak, Hazreti Muhammed, Miraç’a salt ruhen mi çıkmıştır? Yoksa Miraç, hem bedenen hem de ruhen mi gerçekleşmiştir ? Bu sorular kapsamında konuya ilişkin iki farklı sav ve inanç söz konusudur.
Buna göre Hazreti Muhammed’in Miraç’ı ruhsal bir yolculuk olup bedensellik söz konusu değildir. Bu inanç ve savın en önemli temsilcisi peygamberin eşi Ayşe / Aişe’dir. Ona göre Miraç olayında Hazreti Muhammed’in bedeni yatağından hiç ayrılmamıştır. Dolayısıyla Miraç bedensel bir yolculuk değil ruhsal bir yükseliştir.
Miraç’ın ruhsal / manevi bir yükseliş olduğunu savlayanlar İsra Suresi’nin 60. ayetine dayanmaktadırlar. Ayette şöyle denilmektedir:
" Hani sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." Sana gösterdiğimiz o rüyayı / görüntüleri… yalnıza insanları sınamak için gönderdik.Biz onları korkutuyoruz ama bu onlara büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamıyor."
Bu ayette geçen " rüya " sözü mealen Türkçe’ye " görüntüler " olarak çevrilmekte ve Kur’an yorumcularının büyük çoğunluğuna göre bu rüya ifadesi Hazreti Muhammed’e Miraç gecesi gösterilen görüntüleri anlatmaktadır. Buradan hareketle Miraç’ın aslında ruhsal yükseliş ve rüya olduğu anlaşılmaktadır. Bizce de Miraç, Hazreti Muhammed’in gördüğü kutsal bir rüyadır. Alevi teolojisi de bu yöndedir. Bizce Alevi Miraç anlatılarında olayın bir rüya olarak görüldüğü açıktır. Miraç’ı rüya olarak nitelemek olayı küçültmez. Tam tersine daha da büyütür. Çünkü rüya denilen olay bizim uyanıklık dediğimiz nitelikten çok daha yüksek bir boyutu işaret etmektedir. Kaldı ki burada söze konu rüya hadisesi sıradan bir insanın rüyası değil bir peygamberin rüyasıdır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, peygamberlerin vahiy alma yollarından biri de rüyadır. Bu nedenle Miraç’ı rüya olarak değerlendirmek onun kıymetini azaltmaz, tersine yükseltir.

Sünni Anlatıda Miraç Olayı
Sünnilerin itibar ettiği ünlü hadis derlemelerini içeren kitaplardan ( Buhari, Müslim ve Nesai gibi Kütüb- ü Sitte’ye dahil kitaplardan ) öğrendiğimize göre Sünni teolojide Miraç konusunda şöyle bir anlatı mevcuttur:
Hazreti Muhammed Mekke devrinin sonlarına doğru bir gece Tanrı tarafından Mekke’den Kudüs’te bulunan Mescid – i Aksa’ya isra / gece yürüyüşü yoluyla götürülür, oradan da Sidretü’l – Münteha ve Cennetül Me’ va’ya yükseltilir. Bu noktaya kadar kendisine refakat eden Cebrail refakati bırakır ve peygamber, "refref" adı verilen bir vasıta ile Tanrı katına kadar gelir.
Hazreti Muhammed Mekke’den Kudüs’e Burak ile gelir. Kudüs’e gelmeden yolda Hazreti Musa’nın makamına uğrar. Orada 2 rekat namaz kılar. Mescid – i Aksa’ye geldiğinde ise onu bütün peygamberler karşılar. Hazreti Muhammed bütün peygamberlere 2 rekat namaz kıldırır ve hutbe okur.
Bir rivayete göre Hareti İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğrar, orada da iki rekât namaz kılar. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraç’a yükselir.
Hazreti Muhammed, göğün bütün katmanlarına uğrar. Sırasıyla yedi gök katmanında bulunan Hazreti Adem, Hazreti Yahya ve Hazreti İsa, Hazreti Yusuf, Hazreti İdris, Hazreti Harun, Hazreti Musa ve Hazreti İbrahim gibi peygamberlerle görüşür. Onlar kendisine "Hoş geldin" deyip tebrik ederler.

Sünni anlatıda Miraç ile ilgili en ilginç konulardan biri de günde elli vakit namaz kılma buyruğudur. Buna göre peygamber Hazreti Muhammed, Miraç’ta Tanrı’dan inananlar için günde elli vakit namaz buyruğu almış fakat dönüşte yolda Hazreti Mus’ya rastlamış, Hazreti Musa, Hazreti Muhammed’e günde elli vakit namazın inananlara ağır geleceğini söyleyerek Tanrı’dan bunu indirmesini istemiştir. Hazreti Muhammed, Hazreti Musa’nın öğüdüyle yeniden Tanrı katına gidip günlük namaz vakti sayısının indirilmesini talep etmiştir. Her gidişinde beş vakit indirmiştir. Her seferinde Hazreti Musa, Hazreti Muhammed’e daha da indirmesi için Tanrı katına tekrar gitmesini istemiştir. En son beş vakte indiğinde bile Hazreti Musa aynı isteği yinelemiştir. Fakat Hazreti Muhammed bundan daha az sayıda vakit için Tanrı’dan ricada bulunamayacağını belirtmiştir. Böylece Sünni teolojiye göre günlük beş vakit namaz kesinleşmiştir. Bu anlatı Sünni teolojinin en güvenilir kaynakları arasında kabul edilen Buhari’nin hadis derlemesinde ve diğer kimi derlemelerde mevcuttur.

Alevi teolojisine ve özellikle Kırklar Meclisi ve Cemine yönelik mütecaviz tutumları anımsandığında Sünni teologlara şu soruları sormak yerinde olacaktır:
1. Tanrı peygamber bile olsa birilerinin isteğiyle sürekli görüş değiştiren ve karar veremeyen bir varlık mıdır ki elli vakti kademe kademe beşe kadar indirmiştir?
2. Hazreti Muhammed, günlük elli vakit namazın kendi inananları için katlanılamayacak / yerine getirilemeyecek derecede zor olduğunu akıl edemeyen biri midir ki Hazreti Musa’nın akıl vermesiyle hareket etmektedir?
3. Tanrı ve Hazreti Muhammed namaz vakitleri konusunda pazarlık mı yapmışlardır?
4. Hazreti Musa, Tanrı ile Hazreti Muhammed arasındaki pazarlıkta aracılık mı yapmıştır?
5. Hazreti Musa, namaz vakitleri konusunda hem Hazreti Muhammed’e hem de Tanrı’ya etkide bulunan gerçek bir belirleyici midir?
6. Yoksa Sünni İslam’daki günlük beş vakit namaz uygulamasının kaynağı Hazreti Musa mıdır?
7. Sünniler günde elli vakit namaz yerine beş vakit namaz kıldıkları için Hazreti Musa’ya şükran ve minnet borcu içerisinde midirler?
8. Tanrı, günlük elli vakit namazın insanlar için güç olduğunu Hazreti Musa olmasa anlamayacak mıydı?
Bu sorulara karşı şöyle bir savunma geliştirilmektedir:
"Hazreti Peygamber’e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır." (Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5.)
Bu savunmanın ne derece ikna edici olduğu herkesin kendi inanç dünyasıyla ilgili bir sorundur. Ancak bizi ikna etmediğini belirtmeliyiz. Hatta ikna bir yana bu savunma bize göre son derece gülünçtür.

Miraç’ta Gerçekte Ne Oldu?
Metafizik bir olay olması hasebiyle Miraç, Kur’an’da ayrıntılı olarak işlenmiş değildir. Buna karşın kimi ayetlerin Miraç’la ilgili bir kısım bilgiler içerdiği de bilinmektedir. Bu ayetlerden yola çıkılarak bir takım yorumlarla konu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ancak şunu anımsatalım ki, Miraç’ta gerçekte neyin olduğunu her teolojik yapı kendince açıklamaktadır. Bu açıklamalar birbiriyle uyuşmayan hususlar içermektedir. Yani Sünni, Şii ve Alevi teolojisinde farklı farklı Miraç anlatıları mevcuttur. Her teolojik yapı kendi bakış açısıyla diğerini tenkid ve tekzip etmektedir.
Bu noktada Necm Suresi 1 – 18. ayetlerine müracaat etmek yerinde olacaktır. Söze konu ayetlerde gayet kapalı da olsa Miraç’tan şu şekilde bahsedilmektedir:
"Andolsun aktığında o yıldıza ki,
Arkadaşınız ne sapıtmış ne de azmıştır.
O, kendi kuruntusundan konuşmuyor.
Onun söyledikleri, kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir.
Onları ona güçleri pek şiddetli olan öğretmiştir.
O, güzellik ve güç sahibidir.
Tanrı huzurunda dosdoğru durmuştur.
O sırada O, en yüksek ufuktaydı.
Sonra yaklaştı ve O’na doğru sarktı.
Yakınlığı iki yay aralığı kadar veya daha azdı.
Sonra Tanrı kuluna vahyettiğini vahyetti.
Gördüğünü kalbi yalanlamadı.
Durum bu iken gördüğü şey konusunda O’nunla tartışıyor musunuz ?
Andolsun ki, O, O’nu bir de inişinde gördü.
Hem de Sidretü’l – Münteha’nın yanında.
Me’ va Cenneti o Sidre’nin yanındadır.
O sırada Sidre’yi bürüyen bürümüştü.
Göz ne şaştı ne de haddi aştı.
Andolsun O, o anda rabbinin ayetlerinden bir bölümünü gördü."
Bu ayetlerde geçen iki ifadeyi açıklamakta yarar bulunmaktadır. Biri Sidretü’l – Münteha diğeri ise Cennetü’l – Me’ va’dır. Sidretü’l – Münteha, son ağaç yani yaratıklar aleminin son noktası demektir. Bundan ötesi yalnızca Tanrı’nın bilgisi kapsamındadır. Cennetü’l – Me’ va ise inanışa göre melekler, şehitler ve müttakilerin / Tanrı’nın sevgili kullarının ruhlarının barındığına inanılan yerdir.
Yukarıda sunulan ayetlerden anlaşılacağı gibi Hazreti Muhammed, Miraç’a çıktığını ilan edince Mekkeli Müşrikler onunla dalga geçmişler, onun sapıttığını, azgınlık ettiğini ileri sürmüşlerdir. Anlattığı şeylerin kendi uydurması olduğunu, deyim yerindeyse Hazreti Muhammed’in masal anlattığını ileri sürmüşlerdir. Ne kadar ilginç değil mi ? Sünni ve Şii teologların da bir kısmı Alevilerin Kırklar Meclisi ve Cemi inancına da masal diyorlar…
Sünni ve Şii teologların yüzyıllar önce Hazreti Muhammed’i yalancılıkla, sapıtmışlıkla ve masal anlatmakla suçlayan Müşriklerle aynı safa düşerek Alevilerin Kırklar Meclisi ve Cemi inancına da masal / efsane demeleri idrak sahibi insanlar için gerçekten ibret verici değil midir ?
Konunun daha iyi anlaşılması için Alevi teolojisindeki Miraç olayını ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kırklar Meclisi ve Cemi inancını hülasa ederek anımsamak yerinde olacaktır.
Alevi Anlatıda Miraç Olayı
Alevi teolojisinde Miraç olayı ve Kırklar Meclisi inancı başta İmam Cafer Buyruğu olmak üzere pek çok Alevi ozan tarafından yazılan / söylenen Miraçnamelerde ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır. Yine bilindiği üzere cemlerde bu miraçnameler coşkun bir biçimde söylenmekte ve Hazreti Muhammed’in Miraç’ı canlandırılmaktadır.

 

Şimdi bu Miraçnamelerden yola çıkarak Alevi inancındaki Miraç olayını ve Kırklar Meclisi inancını özetleyerek anımsayalım:
"Cebrail gelir. Hazreti Muhammed’e Tanrı’nın kendisini Miraç’a çağırdığını iletir. Hazreti Muhammed, Burak adlı bineğe binerek Miraç’a yükselir. Yolda önüne bir arslan çıkar. Arslan ona geçit vermez. Tanrı’nın esinlemesiyle Hazreti Muhammed, parmağındaki yüzüğü arslana verir. Bunun üzerine arslan önünden çekilir. Hazreti Muhammed Tanrı katına gelir. Tanrı ona seslenir. Bu ses Hazreti Ali’nin sesidir. Yani yüce Tanrı, Hazreti Muhammed’e Hazreti Ali’nin sesiyle seslenmiştir. Hazreti Muhammed şaşkınlıkla; " Ey Ali, sen misin ? " diye sorar. Bunun üzerine Tanrı; " Ey Muhammed, ben sana, senin en sevdiğin kişinin sesiyle sesleniyorum." der. Sonra Hazreti Muhammed, Hazreti Allah’ı görür. Kuşku yok ki Allah’a özgü bir suret yoktur. Bu nedenle yüce Allah Hazreti Ali’nin suretinde görünür. Başka bir deyişle yüce Allah, kulu ve elçisi Hazreti Muhammed’e görünürken Hazreti Ali suretinde tecelli eder. Hazreti Muhammed Miraç’ta yüce Allah ile doksan bin kelam konuşur. Hazreti Muhammed’e; süt, bal ve elma verildiği rivayet edilir. Bal aşka, süt sevgiye, elma ise dostluğa işaret eder. Hazreti Muhammed, Allah’ın esinlemesiyle Kırklar Meclisinin bulunduğu kutlu dergaha uğrar. Dergahın kapısını çaldığında içeriden bir ses, " Kimsin ? " der. Hazreti Muhammed sese; " Ben peygamberim !" diyerek yanıt verir.
Aynı ses bu kez; " Peygamberliğini git ümmetine yap. Bizim aramıza peygamber sığmaz ! " der. Hazreti Muhammed kapıdan ayrılıp yürümeye başlayınca gaipten gelen bir ses ayrılmamasını kapıyı yeniden çalmasını ama yanıtı farklı vermesini söyler. Hazreti Muhammed yine kapıyı çalar. İçerden yine; "Kimsin ? " diye sorulur. Bu kez Hazreti Muhammed; "Ben de sizden biriyim.Szin gibi bir insanım. Yoksulların yardımcısyım." der. Bu yanıttan sonra kapı açılır. Hazreti Muhammed içeri alınır. İçerdekiler Hazreti Muhammed’i "Hoşgeldin, sefa getirdin, uğur getirdin." diyerek karşılarlar. Hazreti Muhammed içerde oluşmuş bir meclis görür. Hatta sayımını da içinden yapar. Tam 39 kişi vardır. Üstelik bu meclis kadın ve erkeklerden oluşmuştur. Bunların 22’si erkek 17’si kadındır. Hazreti Muhammed’e yer gösterilir. O da gösterilen yere oturur. Gösterilen yer baş köşedir. Hazreti Ali de meclistedir.
Hazreti Muhammed sorar:
"Size kimler denir ?" der. "Bize Kırklar denir" diye yanıt alır. "Ama burada 39 kişi saydım." der. O sırada Selman – ı Pak yoktur. Hazreti Muhammed; "Peki sizin ulunuz, büyüğünüz, küçüğünüz kim ? " diye sorar. Gelen yanıt şöyle olur:
"Bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de uludur. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir." denir. Bunun üzerine Hazreti Muhammed, meclisten bunu kendilerine kanıtlamalarını söyler. O sırada Hazreti Ali kolunu uzatır ve gömleğini sıyırır. İçlerinden biri "destur" diyerek bıçağın ucu ile kolunu hafif kanatır. Kolundan bir damla kan akar. Onu, her canın kolundan birer damla kanın gelmesi izler. 40. canın bir damla kanı da pencereden içeri gelir. Bu ise Selman-ı Pak’ın kanıdır. Sonra Hazreti Ali kolunu bağlar, hepsinin kanaması durur. Selman-ı Pak, bir üzüm tanesi getirir. O’nu Hazreti Muhammed’e verir ve bölüştürmesini ister. Hazreti Muhammed verilen kapta üzüm tanesini ezer, çıkan dem meclisteki kadın – erkek canlara dağıtılır. Kırklar, üzüm suyunu içerler. Hep birlikte mest olurlar. "Ya Allah" deyip semah dönerler. Hazreti Muhammed de Tanrı esinlemesiyle onlara katılır. Büyük bir coşku ile vecd halinde semah dönülürken Hazreti Muhammed’in başından sarığı düşer. Kırk parçaya bölünür. Kırklar, parçaları bellerine bağlarlar, kemerbest olurlar. Hazreti Muhammed, Kırklar Meclisi’ne pirlerini sorar. " Pirimiz Ali’ dir " derler. Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’in yanına gelir. Hazreti Muhammet, Hazreti Ali’ nin parmağında, Miraç’a giderken "aslana" verdiği yüzüğü görür. Hazreti Ali’ ye sarılır, onu bağrına basar."

 

Hazreti Muhammed, gelen vahiyleri tebliğle görevli bir Nebi / Resul olmasının yanında, Kırklar Meclisi tarafından seçilmiş bir "Mürşit" tir. Yine bu meclisçe Hazreti Ali de "Rehber" ve Tanrıelçisinin / peygamberin vekili olarak seçilir. Alevi teolojisne göre Miraç’ta Hazreti Muhammed’e beş vakit namaz değil zikir, secde ve semah buyruğu verilmiştir. Bunun icra şekli de cem adı verilen ibadet biçimidir.
Kırklar Meclisi ve Cemi ile ilgili Sünni ve Şii teologların mütecaviz sorularına geçmeden önce belirtmemiz gereken kimi hususlar vardır.
Şöyle ki;
1. Bize göre Miraç nasıl bir metafizik olay ise Kırklar Meclisi de metafizik bir olaydır. Gerek Miraç gerekse onun bir parçası olan Kırklar Meclisi zahir aleminde değil batın aleminde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Kırklar Meclisi ve Ceminin toplandığı yer / dergah fizik alemde yani dünyanın her hangi bir köşesinde değildir. Manevi, metafizik bir alemdedir. Diğer bir ifadeyle batın alemindedir.
2. Miraç, Hazreti Muhammed’in Allah’ın esinlemesiyle gördüğü kutsal ve kutlu bir rüyadır.
3. Miraç, coğrafi bir yolculuk olarak görülemez. Hazreti Muhammed, bedenen değil ruhen uruç ederek Miraç’a yükselmiştir.

 

Bu üç yaşamsal noktadan sonra gelelim Sünni ve Şii teologların mütecaviz sorularına…
Derler ki, Kırklar Meclisinin toplandığı dergah nerededir? Neden Kur’an’da ve hadis kitaplarında Kırklar Meclisinden bahsedilmemektedir?
Yanıtımız şudur:
Kur’an’da Miraç olayından ayrıntılı bir biçimde bahsedilmemektedir. Çünkü Miraç metazifizik bir olaydır. İnsanların idrak sınırlarının dışındadır. Bu nedenle Miraç’a dair kısmi anlatılar bile çeşitli simgelerle ortaya konulmuştur. Kur’an’da sembolik örgülerle ve kapalı bir biçimde de olsa Miraç’tan bahsediliyor oluşu bu konuya dair İslami inancın temelini teşkil etmektedir. Bu temel Sünni, Şii ve Alevi teolojilerinin her üçü için de sözkonusudur. Miraç’a dair hadislerde anlatılanların ne denli isabetli olup olmadığının göstergesi günde elli vakit namaz komedisidir.

 

Sünni ve Şii Miraç anlatılarının dayandığı hadis kitapları sayısız çelişki, tutarsızlık ve hatta gülünçlüklerle doludur. Bu konuda zirve noktası daha evvel de belirttiğimiz gibi günde elli vakit namaz olayıdır. Bu hadis kitaplarında Hazreti Muhammed’e mal edilen çirkin ifadeler mevcuttur. Bir süre önce Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu türden, özellikle kadınlarla ilgili ifadelerin ayıklanması çalışmasının başlatılmış olması söze konu hadis kitaplarının ne denli güvenilir olduğunu da ortaya koymakta değil midir ?
Alevi Miraç anlatısı ve onun bir parçası olan Kırklar Meclisi ve Cemi inancı Kur’an ayetlerindeki simgesel ifadelerin mistik ve sezgisel yorumlarına dayanmaktadır. Alevi literatüründeki Miraçnameler, bu mistik ve sezgisel yorumların ürünüdür. Mistisizmi / tasavvufi yorumları yadsıyıp zahiri sığlığın en ücra köşelerinde gezinen Sünni ve Şii şeriat ehli bambaşka bir dinsel paradigmanın sınırlarına hapsoldukları için genelde Alevi teolojisini özelde ise bu teolojinin Miraç anlatısını idrakten yoksundurlar. Zaten böylesi bir idrak söz konusu olsaydı Sünni ve Şii teologlar derhal Alevi teolojisini benimseme noktasına gelirlerdi.
Diyorlar ki, Kırklar Meclisinin üyeleri Hazreti Muhammed’e; " Peygamberliğini git ümmetine yap, Bizim aramıza peygamber sığmaz." diye nasıl diyebilirler? Burada peygambere yönelik bir küçümseme yok mudur ? Hazreti Ali ve Hazreti Salman – ı Farisi gibi peygamberin ashabından olan bu kişilerin bulunduğu bu mecliste peygambere nasıl böyle seslenilebilir? Onlar da zaten o peygamberin ümmeti değil midir?
Yanıtmız şudur:
Hazreti Muhammed Kırklar Meclisinde " Mürşit " makamındadır. Mürşit makamında bulunan bir kişi nasıl küçümsenmiş olabilir ki ?
Burada Hazreti Muhammed’e yönelik bir sınav ve bir eğitim sözkonusudur. Bu sınavı yapan yüce Allah’tır. Kırklar Meclisi bu sınavda bir vesiledir. Bu diyalogtan anlaşılmalıdır ki, Hazreti muhammed peygamber de olsa bir insandır. Alçakgönüllü olmalıdır. Öfkelenmemelidir. Nitekim verdiği sonraki cevap peygamberin bu sınavı geçtiğini göstermektedir.
Ayrıca Kur’an’da Fussilet Suresi 6. ayette Hazreti Muhammed’in de bir insan olduğu, kendisine vahiy gelmesinden başka diğer insanlardan bir farkının olmadığı vurgulanmaktadır.
Yine bilmekteyiz ki, Hazreti Muhammed’in tebliğ görevini gerçekleştirirken zaman zaman öfkelendiği anlar olmuştur. Bunlardan biri Abese Suresi’nin ilk on ayetinde şöyle anlatılmaktadır:
"Yanına kör bir adam geldi diye yüzünü ekşitti ve öteye döndü.
Sen nereden bilirsin, belki de o arınıp temizlenecek,
Belki de düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak.
Kendisini her türlü gereksinimin üstünde gören kişiye gelince,
Ki, sen ona yöneliyorsun;
Sana ne onun arınmasından!
O, koşarak sana gelen var ya;
Odur içine ürperti düşen.
Oysa sen onunla ilgilenmiyorsun !"

 

Bu ayetlerde anlatılan şudur:
Birgün Hazreti Muhammed, Müşriklerden önde gelen, varlıklı kimselere İslam’ı tebliğ etmektedir. Bu sırada iki gözü kör bir adam gelip yüksek sesle ve nezaket kurallarından uzak bir tavırla Hazreti Muhammed’den kendisine İslam’ı anlatmasını ister. Bunun üzerine peygamber öfkelenip yüzünü ekşitir ve başka bir tarafa çevirir. İşte bu davranışından dolayı Hazreti Muhammed Allah tarafından uyarılmıştır. Yukarıdaki ayetlerde bu olay konu edilmektedir.

 

Diyorlar ki, Hazreti Muhammed, Kırklar Meclisi üyelerine; " Size kimler derler? " diye nasıl sorar? Peygamber oradaki insanları nasıl tanımaz? Onlar zaten Hazreti Muhammed’in ümmetinden olan kişiler değil mi?
Yanıtımız şudur:
İnanışa göre Kırklar Meclisi Kırk Ulu kişiden oluşmuştur. Bizce bu kırk ulu kişi arasında Hazreti Muhammed’in döneminde yaşayan, onun sahabelerinden olanlar bulunduğu gibi çok daha sonra dünyaya gelip insanlığı aydınlatan erenlerin de ruhaniyeti vardır. Sözgelimi; Hünkar Hacı Bektaş Veli, Gözcü Karacaahmet Sultan ve İsmini, ünvanını bilmediğimizi gaip erenler…Unutulmamalıdır ki Kırklar Meclisi tıpkı Miraç gibi Hazreti muhammed’in gördüğü kutsal ve kutlu bir rüyadır. Hazreti Muhammed bu rüyada kendi ashabından olmayan, yani kendisinden yüzyıllar sonra dünyaya gelecek olan erenleri de görmüştür.
Hazreti Muhammed’in " Size kimler derler ? " sorusunu bu çerçevede anlamak lazımdır. Ayrıca Hazreti Muhammed’in sorusu Kırklar Ceminde bulunan bireylere değil Kırklar Meclisinin tümünedir. Yani soru bireylere değil Meclisedir.
Hazreti Muhammed’in Miraç’ta Hazreti Ali’yi arslan donunda görmesi, Allah’ın peygambere Hazreti Ali’nin sesiyle seslenmesi ve Hazreti Muhammed’e Hazreti Ali suretinde görünmesi / tecelli etmesi gibi metafizik olaylara dair işaret yukarıda Türkçe anlamını sunduğumuz Necm Suresi 18. ayette bulunmaktadır: Aynı ayeti tekrar sunalım:
"Andolsun O, o anda rabbinin ayetlerinden bir bölümünü gördü."
Ayet, Tanrı’nın varlığını işaret eden herşeydir. Nitekim, ayet sözcüğü Arapça’da belge, kanıt, delil gibi anlamlara gelmektedir. Yani ayet denildiğinde sadece Kur’an cümleleri yada cümle toplulukları anlaşılmamalıdır. Bu nedenle Miraç’ta Hazreti Muhammed’in Hazreti Ali’yi önce arslan donunda görmesi, sonra Tanrı’nın ona Hazreti Ali’nin sesiyle seslenmesi, Hazreti Ali suretinde görünmesi ve peygamberin Kırklar Meclisine girmesi ayette işaret edilen "ayet"lerdendir.

 

Kendi teolojik paradigmalarıyla dayandıkları hadis kitaplarından yola çıkarak Hazreti Muhammed’in Miraç’a yükselirken yolda hemen hemen ölmüş bütün peygamberleri gördüğünü, onlara namaz kıldırdığını, elli vakit namazı beşe indirmek için Hazreti Musa’dan akıl aldığını, bu nedenle deyim yerindeyse Allah’la pazarlık yaptığını ileri sürenler, Alevi anlatısında belirtildiği üzere Hazreti Muhammed’in Hazreti Ali’yi arslan donunda görmesi, Hazreti Allah’ın Hazreti Muhammed’e Hazreti Ali’nin sesiyle seslendiği inancını yadırgayabilmektedirler.

 

Oysa Necm Suresi 18. ayetten yola çıkarak tüm Aleviler inanmaktadırlar ki, Tanrı’nın evrendeki en büyük ve en muhteşem ayeti Hazreti İmam Ali’dir. O doğrudan doğruya yüce Allah’ın mübarek tecellisidir. Sesi Allah’ın sesidir. Yüzü vechullahtır. Bunlar Aleviliğin iman unsurlarıdır. İnanan inanır. Zira inancın kanıtı yoktur.
Sünnilerin dayanak kabul ettikleri hadis kitaplarında Hazreti Muhammed’e Miraç’ta beş vakit namazın emredildiği ileri sürülmektedir. Oysa bu konuda Kur’an’dan hiçbir kanıt yoktur. Tam tersine Miraç’ta Hazreti Muhammed’e vahyedilenler İsra Suresi 31 – 38. ayetlerde belirtilmektedir. Söze konu ayetlerin Türkçe karşılıkları şöyledir:
"Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de biz rızıklandırıyoruz. Kuşkusuz onları öldürmek büyük bir günahtır.
Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, iğrenç bir iş ve çok kötü bir yoldur.
Haklı bir neden olmadıkça Allah’ın saygın kıldığı cana kıymayın. Kim haksızlıkla öldürülürse, onun velisine yetki verdik. Ama o da öldürmede sınır tanımazlık etmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.
Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.
Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün. Doğru tartı ile tartın. Bu, hem hayırlı hem de sonuç olarak güzeldir.
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, gönül ve bunların hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.
Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın. Uzunlukça da dağlara ulaşmazsın.
Bütün bu sayılanların kötü olanları rabbinin katında çirkin görülmüştür."
Alevi teolojisine göre Hazreti Muhammed, yukarıdaki ayetlerde ortaya konulan ahlaki ilkelerle birlikte ibadet olarak da zikir, secde ve semahla emrolunmuştur. Bu emrin ilk uygulanma yeri de Kırklar Meclisidir. Kırklar Meclisinde yürütülen ilk cem; zikir, secde ve semahın bir ibadet olarak icra edildiği tapınma biçimidir. Bu nedenle Alevi inancında temel ibadet cemdir. Cemin yerine başka bir ibadet biçimini savunmak Alevi inancının sınırlarının dışına çıkmaktır.

 

Sözlerimizin sonunda öneminden dolayı tekraren belirtelim ki, Kırklar Meclisi ve Cemi inancı Aleviliğin en temel öğesidir. Kırklar Meclisi ve cemine; masal, efsane, mitoloji yakıştırması yapmak topyekûn İslam’a ve Miraç olayına masal, efsane ve mitoloji demekten farksızdır. Kuşkusuz müminler için hak olan Kırklar Meclisi ve cemi inancı yalnızca münkirler / inkârcılar için masal olabilir.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*