KURBAN BAYRAMI ve KAPI KOMŞU HAKKI

Eskiden insanlar Dini Bayramlarda yakınlarına ve sevdiklerine Bayram Kartı gönderirlerdi. Teknolojik gelişimler bu güzel alışkanlıkları kısmen değiştirdi. Şimdilerde ise insanlar Bayram Kartı atmak yerine telefon açıp doğrudan bayramlaşmakta veya cep telefonlarına SMS ve E-mail göndermeye başladılar.
Kurban Bayramında bende E-mail listemde bulunan tüm sevdiklerime ve dostlarıma E-mail göndererek bayramlarını kutladım.
Aynı şekilde çok sayıda tanıdığımdan ve dostumdan Bayramlaşma mesajı aldım. Sağolsunlar.
Ancak bu arada bir kaç tane de değişik mesaj geldi. Bu mesajlarda ‘’Hayvan Kesmenin de Bayramı mı olur?’’ diye sorgulayıcı bir düşünce vardı.
Mesaj gönderenler şöyle düşünüyorlar. ‘’Diyelim ki biz kusurlu insanlarız. Ve günahlarımızdan kurtulmak istiyoruz. Bunun için neden masum bir hayvanın canını alıyoruz? Hayvanın kabahati ne?’’
Kurban Bayramının çok geniş ve güzel yanlarını öne çıkarmayıp işi sadece hayvan boğazlamaya indirgersek elbet böyle yorumlar yapılabilir. O halde Kurban Bayramının hayvan boğazlama dışında ki boyutunu biraz irdeleyelim. Bakalım Kurban Bayramı başka ne anlama geliyor?
Kurban kesmenin (tığlamanın) Hz. İbrahim’den kalma kutsal bir gelenek olduğu zaten biliniyor. Bununla ilgili çok sayıda veri elimizde var. Ve bunlar zaten yazılıp çiziliyor.
Biz bu Bayramın toplumsal Barış üzerinde ki etkisini irdeleyelim.
Hz. Muhammed ve 72 muhacir bilindiği gibi 622 yılında Mekke’den göç edip Medine’ye (Yesrip) sığınmak zorunda kalmışlardı. Medine’de o dönem İslam dinini kabul eden insan sayısı oldukça azdı. Medine’de o dönem çeşitli kabilelere mensup Hristiyanlar, Museviler, Putperestler ve şimdi pek bulunmayan diğer Semavi Peygamberlere inanan insanlar vardı.
Bunlar bir birleri ile geçinemiyorlardı. Kendi içinde ve bölge kabileleri ile ciddi sürtüşmeleri vardı. Aynı durum Mekke ve bölgede olan diğer yerleşim alanları için de geçerliydi.
Hz. Muhammed, Medine’de çok ilginç ve tarihte örneği az görülen büyük bir toplumsal Barış projesi hazırladı. Medine Vesikası (Rıza Şehri Beyannamesi) denilen ve bilindiği kadarı ile 47 Maddeden oluşan bu anlaşma ile son 2 bin yılın en büyük Toplumsal barış projesi hazırlandı. Bu projeye Medine ve çevresinde yaşayan çeşitli inançlara mensup kabileler dahil oldu. Medine Vesikası o kadar ileri bir projedir ki bu projeden tam 1326 sene sonra Birleşmiş Milletler tarafından 1948’de oluşturulan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi hem pek çok maddeyi bu projeden almıştır, hem de halen onun çok gerisindedir.

Bu prejenin temel özelliği şuydu.
1-    Herkesin (her kabilenin) inancı ve kültürü kendisine ait olacaktı ve diğerlerini bunu kabul etmeleri konusunda zorlamayacaktı.
2-    Her inanç ve her kabile bu anlaşmaya göre eşit haklara sahipti ve hiç birinin bir diğerinden üstünlüğü yoktu.
3-    Anlaşmaya dahil olan inançlar ve kabileler savaşta ve barışta bir birlerine destek olacaktı. Bir birlerine yardım edeceklerdi.
4-    Anlaşmaya katılan kabileler eğer anlaşma yapmayan kabilelerle savaşırlarsa, anlaşmayı imzalayan diğer kabileler onlara destek olacaktı.
5-    Anlaşma yapan kabileler kendi aralarında savaş(a)mayacak, bir sorun olursa Hz. Muhammed onlara hakem olacaktı.

Özetle bu şekilde biçimlenen bu proje aslında İslam dininin temel yapısını oluşturmaktadır. Bu konuyu hem Ayetler (Kuran) ve hem de Hadisler (Peygamberin sözleri) çok sayıda örnek ile desteklemektedir. . ‘’Dinde zorlama yoktur… (Bakara : 256) ‘’
‘’Sizin dininiz size, benim dinim banadır. (Kâfirun : 6)’’. ‘
’’ O halde (Resûlüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. (Gasiye : 21)’’

Hz. Muhammed’in diğerleri üzerinde hiç bir ayrıcalığı ve fazlalığı yoktu.
Zaten Mekke’den geldiği için hiç bir kabile ile önceden sorunu yoktu. Onun hakemliği üzerinde anlaştılar.
Hz. Muhammed ve beraberinde ki heyeti bunu kaleme alarak Toplumsal Barışa sundular. Alevi ozanların deyişlerinde dile getirdiği gibi metni Hz. Muhammed açıklamış ve Hz. Ali’de kaleme almıştır.

Pir Sultan’ım eydür şad olup güldü
Kabe-i şeriften bir nida geldi
Hakkın emri ile dört kitap indi
Okuyan Muhammet yazan Ali’dir’ (1)

İslam inancı burada özellikle 2 noktada dikkat çekicidir.

1-    İnsanlar neye inanırsa inansın bu inancında serbesttir. İnsanlar kendi inançlarını başkalarına inansırmak isteyebilir ama burada şiddet kesinlikle olmayacaktı.
2-    İslam olanlar ve olmayanlar bir birlerini kucaklayacak, barış içinde bir arada yaşamaya özen göstereceklerdi. Hz. Ali’nin sözlediği ve daha sonra Hacı Bektaş Veli tarafından da teyid edilen ‘’Biz 72 Millete aynı nazarla bakarız’’ deyimi bu şehrin insanlarına, bu platforma dahil olmuş topluluklar için söylenmiştir.

İslam dini o dönemde Medine’de çok önemli birçok toplumsal barış örneğine sahne oldu. Özellikle yoksullar ve  Musahiplik (Yol kardeşliği) konusunda yönelik çok geniş dayanışma örnekleri sergilendi.

•    Yeminlerinizin “akid ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin.. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir..” (Nisa : 33),
•    İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. …..Bir de akraba (musahip) olanlar, Allah’ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar…. (Enfal : 74, 75),
•    Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Hasr : 9), 
•    ’’Komşusu aç iken kendi tok yatan bizden değildir. (Hadis)

İslam dini öncülüğünde şekillenen bu proje doğal olarak diğer alanlarda da kendini gösterecekti. Bu da Rızalık temelinde şekillenen Toplumsal Barışın en önemli ayağını oluşturan Kapı – Komşu ilişkileridir.
İslam inancının Kapı – Komşu ilişkilerini Kurban Bayramı somutunda ele alacak olursak;

•    Kurban Kesildiğinde bu kurban 3 parçaya bölünür.  Bir parça Ev halkına. Bir parça Yoksullara, diğer parça ise Kapı – Komşuya dağıtılır.
•    Burada dikkat edilirse Yoksul Müslüman denilmiyor. Sadece yoksul kavramı geçmektedir. Doğal olarak yoksullar çeşitli inançlardan olacaklardır.
•    Aynı durum burada değinilen Kapı – Komşu kavramı için de geçerlidir. Müslüman veya Şii / Sünni / Alevi komşu denilmiyor. Sadece Komşu deniliyor.
•    Kapı Komşu kavramında erkek veya kadın komşu kavramı da yoktur. Komşuluk öğesi cinsiyet üzerine kurulu değil.
•    Komşu kavramı her hangi bir etnik veya ırk üzeinde de kurulu değil. Mesalâ İslam dininde ’’Lokmanızı (kurbanınızı) Arap komşuya veya zenci birine verin’’ açıklaması da yok. Son derece net bir şekilde sadece ’’Komşu’’ ibaresi geçmektedir. Görülüyor ki Kurban lokmasının verilme alanı her türden etnik, dini, ırki ve cinsi farklılığı tamamen ortadan kaldıran ve bunu eşitleyen bir ibaredir. İslamın Yüceliği ve Evrenselliği de zaten buradan gelir.
•    Aynı durum bayramlaşma, lokma dağıtma (örneğin Aşure veya başka bir hayır yemeği) için de geçerlidir. Komşuların inancı ve etnik kökeni burada gözetilmez.
•    Kurban bayramında insanlar ve komşular bir birlerini ziyaret edecek, dargınlar barışacak, küçükler el öpecek, büyükler sevgi aşılayacaklardır. Tüm bu özellikler yukarıda izah edilen ‘’Komşu’’ kavramı doğrultusunda yer alacaktır.

Eski çağlarda et bulmak şimdiki gibi kolay ve nispeten ucuz değildi. Yaşam (alım) düzeyi şimdiki zamandan oldukça geriydi. Kırsal alanda olanlar belki evden veya avlanarak et ihtiyaçlarını bir türlü karşılayabilirlerdi ancak şehirlerde durum oldıkça farklıydı. Yoksulukları nedeniyle et alamayanlar böylece hem ‘’Yoksul’’ hem de ‘’Kapı- komşu hakkı’’ kontenjanından yararlanıyordu.
Eskiden devletlerin şekillenmesi çok daha farklıydı. Sosyal dayanışma genellikle Vakıf benzeri statü verilmiş belli kurumlar aracılığıyla sağlanıyordu. Bunların gerek sayıları ve gerekse imkânları sınırlıydı. Belki yoksulu gözetme konusunda ciddi bir işlerlilikleri vardı ama komşuluk ilişkilerinin sevgi- sayfı- barış temelinde şekillenmesinde fazla etili olmalarının koşulları yoktu. Dolayısı ile adaklar, lokmalar, Kurbanlar burada komşular arasında ciddi bir Toplumsal Barış projesine hizmet ediyordu. Bu gelenek zamana göre kısmen biçim ve içerik değiştirmişse de bu toplumsal motivasyonununu yitirmeden günümüze kadar gelen ve daha da ileri gidecek olan güzel bir dini gelenektir.

Tamamen gönüllük (Rızalık) temelinde gelişen bu geleneğin devam ettirilmesi hepimizin görevi olmalıdır.

Muhabbetlerimle sözü Pir Sultan Abdal’ın bir dörtlüğü ile noktalayalım.

Güzel aşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi?
Bu bir Rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi?

Kâzım Balaban / 11 Aralık 2008 / Viyana

Dipnot :
1. Abdülbaki Gölpınarlı/ Pertev Naili Boratav, Pir Sultan Abdal, Der Yay., 1991, s.131)

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*