Nusayrîler, Arap kökenli Alevî Müslümanlardır. 11. İmam Hasan el-‘Askerî’den sonra onun
en yetkin ve erdemli öğrencisi Muhammed b. Nusayr’ı (ö. 883) otorite kabul ettikleri için bu
adı aldılar. Fakat onlara Arap Alevîler demek daha doğru olur. Çünkü yeni bir dinsel doktrin
ortaya koymayan ve tek fonksiyonu Ehlibeyt öğretisini doğal haliyle insanlara aktarmak olan
Muhammed b. Nusayr da sonuçta bir Alevîdir. Ana kaynağa intisap etmek, kaynağın bir
koluna intisap etmekten evla olduğu için, biz onlara bundan sonraki satırlarda Arap Alevîler
diyeceğiz. Onlara bu ismi vermekle hem onları diğer Alevîlerden ayırt etmiş, hem de dinsel
olarak Hz. Ali’ye dayandıklarını belirtmiş olacağız.
Arap Alevîlerin ataları, diğer Arap kabileleriyle birlikte gerek İslam’dan önce gerekse
İslam’dan sonra Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinden kuzeye doğru göç ettiler. Birden
fazla sayıda gerçekleşen bu göçlerin sebebi iktisadi ve siyasi idi. Üstat Münir eş-Şerîf, el-
‛Aleviyyûn men hum ve eyna hum (Alevîler Kimdir ve Nerededirler?) adlı kitabında bu
noktaya şöyle değinir:
Sonradan Alevîler olarak adlandırılacak olan Arapların bu dağlara göçü bir
seferde değil, bir kaç seferde tamamlanmıştır. Kanımca toplu bir şekilde altı
defa göç etmişlerdir. Bu göçlerden birincisi Hz. İsa ve Hz. Muhammed
arasındaki dönemde; ikincisi Hz. Muhammed’den sonra 13/636 yılındaki İslam-
Arap fetihleri döneminde ve sonrasında; üçüncüsü 5./11. yüzyılda Arap
olmayan Müslümanların yaptıkları zulümler esnasında; dördüncüsü 7./13.
yüzyılın başlarında Emîr Hasan bn. Mekzûn es-Sincârî döneminde; beşincisi
704/1305 yılında Kisravânî saldırısı sırasında ve sonuncusu Osmanlı padişahı
Yavuz Selim’in 923/1516 yılında bölgeyi ele geçirmesi sonucunda
gerçekleşmiştir. Bu toplu göçlerin yanı sıra bireylerin baskı ve zulümden
kaçmak ve bu dağlarda aşiretlerinin yanında korunmak için tek başlarına
yaptıkları göçler de vardır.
Arap Alevîlerin Arap kökenli olduklarının en büyük kanıtı Tenûhî, Gassânî, Hazrecî, Kindî,
Tâî ve Taglibî gibi köklü Arap kabilelerinin isimleriyle sonlanan nesepleridir. Alevîlerin 1936
yılında Kırdâha beldesinde yapmış oldukları kongrede aldıkları ve hem Fransız Dışişleri
Bakanlığına hem de Paris’te bağımsızlık görüşmelerini yürüten Suriye temsilci heyetine
ilettikleri kararları içeren tarihî belge, bu konuyla ilgili önemli bilgiler içerir. Bu tarihî belgede
yer alan bir paragraf, Alevîlerin soyları ile ilgili şu açıklamaya yer verir:
Alevîlerin soy bakımından Arap olmayan kavimlere dayandıkları iddiası
karşısında bilimsel bir tartışmaya girmiyor, onur ve haysiyetimizi korumak
maksadıyla susmayı tercih ediyoruz. Şu açık bir gerçektir ki Alevîler, Alevî
dağlarına,2 Alevîliğin ve aynı zamanda Araplığın anavatanı olan Irak’tan göç
etmişlerdir. Her türlü aklî ve naklî kanıt, Alevîlerin halis bir Arap soyundan
geldiklerine işaret eder. Gelenek ve göreneklerimiz, ahlak anlayışımız, sosyal
yaşantımız, dilimiz, eğilimlerimiz, kültürümüz, nesilden nesile aktardığımız
halk söylencelerimiz gibi sayısız faktör, Arap kökenli olduğumuzun en büyük
kanıtıdır. Övünçle belirtmemiz gereken bir diğer nokta da şudur ki Alevîler, Irak
topraklarında İmâm-ı Ali’yi destekleyen Arap kabilelerinin torunlarıdır.
Üstat Muhammed Kürd Ali Hitatu’ş-şâm adlı eserinde şöyle der:
1 Bu yazı, temel olarak Suriyeli Arap Alevî din adamı Şeyh Mahmut es-Sâlih’in en-Nebeu’lyakîn
adlı referans kitabına dayanmaktadır.
2 Suriye’nin batısında yer alan ve Arap Alevîlere yüzyıllarca mesken olan dağlar.
Şam’a bağlı Havrân ve Belkâ gibi yörelerde yaşayanların bir kısmı halis
Arap’tır. Bu özellik, yabancı bir kan kabul etmeyip Araplıklarını koruyan
topluluklarda açıkça görülür. Buna örnek olarak, Alevî sıradağlarında yer
alan Havrân dağı ve Kelebiyye dağları sakinleri verilebilir. Bu yörelerdeki
nüfusun halis Arap kanı taşıdığına dair kanıtlar oldukça açıktır.3
Türkiye’de Hatay, Adana ve Mersin illerinde yaşayan Arap Alevîler, Osmanlı döneminde ve
öncesinde buralara Suriye ve Irak’tan gelen Arap Alevîlerin torunlarıdır. Onlar, Türkiye
Cumhuriyeti Devletine bağlı, yasalara saygılı, demokrasi ve laikliği içtenlikle benimsemiş
yurttaşlar olarak varlıklarını sürdürmekteler.
Arap Alevîlerde Din Kavramı
İslamî öğretiye göre din; yüce Allah’ın peygamberler aracılığıyla, kendisine nasıl ibadet
edileceğine ilişkin koyduğu kanunlar ve çizdiği yoldur. Din beş temele dayandırılabilir. Bu
temellerden birincisi Yaradan’ı tanımak; ikincisi Yaradan’ın gönderdiği elçiyi tanımak;
üçüncüsü nasıl ibadet edileceğini bilmek ve bu doğrultuda amel etmek; dördüncüsü erdeme
sarılmak ve ahlaksızlığı dışlamak; beşincisi kıyamet gününe inanmaktır.4 Semavî dinleri
tamamlayan İslam dini, bu beş temeli de kapsar. “Allah katında din İslam’dır…” (Âli
‘İmrân:19)
Arap Alevîlerin dini; Allah’ı tek bilmek ve O’nu yaratılmışlara benzemekten tenzih etmek,
Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmek, ahirete inanmak ve İslam’ın buyruklarını
yerine getirmek üzerine kuruludur. Buna ek olarak Şiîler gibi bütün Arap Alevîler, bu dört
ilkenin yanında beşinci bir ilkenin daha varlığına inanırlar: İmâmet. Evet, her Arap Alevî,
imâmetin dinî bir önderlik olduğuna, yüce Allah’ın istediğini peygamber olarak seçtiği gibi
imâmete de istediğini seçtiğine inanır. “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçme
hakkı yoktur…” (Kasas:68) Peygamberden sonra onun vazifesini üstlenecek İmâmı, yüce
Allah, peygamberine bildirir ve onu ümmete tanıtmasını emreder. Peygamberimizin İmâm-ı
Ali’ye söylediği aşağıdaki söz, kendisinden sonra imâmlık makamının Hz. Ali’ye ait
olduğunu ispatlamaktadır: “Senin bana göre konumun, Harun’un Musa’ya göre konumu
gibidir. Tek bir farkla: Benden sonra peygamber gelmeyecektir.”5
Hz. Harun’un Hz. Musa’ya göre konumu oldukça açıktır. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Musa’nın
Allah’a ettiği dua aracılığıyla bu konumu açıkça belirtir: “Bana ailemden bir yardımcı ver,
Kardeşim Harun’u. Onunla sırtımı kuvvetlendir. Onu işime ortak kıl.” (Tâ, Hâ:29–32)
Bir başka ayette Hz. Musa kardeşine şöyle emreder: “…Musa, kardeşi Harun’a dedi ki:
Toplumum içinde yerime sen geç…” (A‘râf:142)
Yukarıdaki hadis-i şerif, Hz. Harun’un Hz. Musa’ya her görevinde ortak olduğu gibi,
Müminlerin efendisi İmâm-ı Ali’nin de Hz. Muhammed’e – nübüvvet haricinde – her
3 Muhammed Kürd Ali, Hitatu’ş-şâm, c. 2.
4 Muhammed Hüseyin, Aslu’ş-şî‘a ve usûluhâ, s. 100–101.
5 Bu hadis ile ilgili rivayetler oldukça çoktur. Bunlardan bazıları: Birinci kardeşlik günüyle
ilgili hadise, Ahmet bn. Hanbel Menâkıbu ‘Alî (Ali’nin Menkıbeleri) adlı kitabında; İbn
‘Asâkir Târîh medîneti dimaşk kitabında; Begavî ve et-Tabarânî derlemelerinde; Bârûdî el-
Ma‘rife adlı kitabında; İbn ‛Udeyy ve daha niceleri kitaplarında yer vermişlerdir. İkinci
kardeşlik günü ile ilgili et-Tabarânî’ye ait el-Kebîr adlı kitapta İbn Abbas’tan bir rivayet
mevcuttur. Bu rivayete el-Muttakî el-Hindî Kenzu’l-‘ummâl adlı eserinde ve bu eserin
seçmelerinde yer vermiştir. ‘İmâm-ı Ali’nin kapısı hariç, diğer tüm kapıların kapatılması’ ile
ilgili hadisi Câbir bn. Abdullah rivayet etmiştir. Bu rivayete el-Kundûzî’nin Yenâbî‘u’lmevedde
adlı eserinin dokuzuncu bölümünde yer verilmiştir. ‘Hamza’nın kızı’ olayıyla ilgili
hadis için bkz. en-Nesâî, el-Hasâisu’l-‘alevîyye, s. 19.
görevinde ortak olduğunun açık bir kanıtıdır. Nübüvvet ve imâmet arasındaki fark açık seçik
bellidir: Nebi, kendisine Rabbinden vahiy edileni insanlara bildirir. İmâm ise Nebi’den
öğrendiklerini insanlara iletir. Nebi, Allah’tan aldığını tebliğ etmekte, İmâm ise Nebi’den
aldığını tebliğ etmektedir. Arap Alevîlere göre İmâmlar Oniki tanedir. Onlardan her biri,
ardından geleni tayin etmiştir. Oniki İmâmların ilki, son Peygamberin halifesi ve vasisi
olan İmâm-ı Ali el-Murtazâ’dır. Diğer İmâmlar sırasıyla şunlardır: el-Hasan el-
Müctebâ, el-Hüseyn eş-şehîd fî Kerbelâ, Ali Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır, Cafer
es-Sâdık, Mûsâ el-Kâzım, Ali er-Ridâ, Muhammed el-Cevvâd, Ali el-Hâdî, el-Hasan elahîru’l-‘
Askerî ve gelmesi beklenen el-Kâim Muhammed el-Mehdî. Allah’ın salât ve
selamı hepsinin üzerine olsun.
Yüce Allah’ın yadsınamaz delilleri ve parıldayan hidayet güneşleri olan Oniki İmâmlar,
insanlar için doğru yolu aydınlatmışlar, mutlu bir hayatın çerçevesini çizmişler, onlara erdemi
ve adaleti öğütlemişlerdir. İnsanlar bu masum (hatasız) İmâmların yolundan giderek hidayet
kapılarından içeri girseydi, kendilerini yok olma uçurumlarına savuran fitne dalgalarından
kurtulabilirlerdi. Böylelikle “erdemli insan” olma aşamalarını peşi sıra kat ederek dünya ve
ahirette saadete ulaşabilirlerdi. Bu anlamda Peygamberimizin şu hadisi büyük önem
taşımaktadır: “Ehlibeyt’imin aranızdaki misali Nuh’un gemisine benzer. Ona binen
kurtulur, ona sırt çeviren boğulur. Yine Ehlibeyt’imin aranızdaki misali Hıtta6 kapısı
gibidir; o kapıdan içeri giren bağışlanır.”7
Bilindiği üzere Arap Alevîler Oniki İmâma sıkı sıkıya bağlıdırlar. Onların Allah’ın
yeryüzündeki halifeleri, ilminin haznedarları ve tüm yaratılanlara karşı Allah’ın delilleri
olduklarına canı gönülden inanırlar. Arap Alevîler, Oniki İmâm’ın masum olduğuna, onlara
sarılanların hiç bir zaman dalâlete düşmeyeceklerine, onların nuruyla aydınlananların asla
yollarını şaşırmayacaklarına kanaat getirirler. “…Onlar, lütuflandırılmış kullardır. Onlar,
O’nun sözünün önüne geçmezler; onlar yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, onların
önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar, O’nun hoşnutluk verdiklerinden
başkasına da şefaat etmezler. Ve onlar, O’nun korkusundan titrerler. İçlerinden her
kim, ‘ben O’nun dışında bir ilahım’ derse, böylesini cehennemle cezalandırırız.
Zalimleri işte böyle cezalandırırız biz.” (Enbiyâ:26–29) Peygamberimizin cahilleri
azarlayıp gafilleri uyardığı şu iki hadisi oldukça açıktır: “Ey insanlar! Ben aranızda iki şey
bırakıyorum; onlara sarılırsanız dalâlete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve Ehlibeyt’im.”8
“Ben aranızda iki değerli şey bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve Ehlibeyt’im. Bu ikisine
sarılmanız durumunda benden sonra asla dalâlete düşmezsiniz.”9Akılları Ehlibeyt’e
davet eden ve inananları onlara uymaya çağıran hadisler sayılamayacak kadar çoktur. Bu
hadisleri görmek isteyenleri hadis kitaplarına yönlendiriyoruz.
Özetleyecek olursak: Her Arap Alevî, yüce Allah’ın hak dini olan ve hiç bir şüphe içermeyen
İslam dinine bağlı bir Mümin Müslüman’dır. Kur’ân-ı Şerîf onun kitabıdır, Kâbe kıblesidir.
Her Arap Alevî, Rabbinin kendisine farz kıldığı şeyleri bilir ve bunları elinden geldiğince
yerine getirmeye çalışır. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar. Gücü yettiğince barış için çalışır.
6 Hıtta kelimesi, Bakara: 58’de şu şekilde yer alır: “Şöyle demiştik: Şu kente girin; orada
bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin. Kapıdan secde ederek girin ve Hıtta
(affet bizi) deyin ki hatalarınızı bağışlayalım…”
7 Et-Tabarânî, Ebû Sa‘îd’ten naklettiği bu hadise el-Avsat’ta yer vermiştir. Aynı hadis için
bkz. en-Nebhânî, el-Erbe‘ûna erbe‘ûna hadîsen, s. 216.
8 Bu hadisi et-Tirmizî ve en-Nesâî, Câbir’den nakletmişlerdir. Bkz. el-Muttakî el-Hindî
Kenzu’l-‘ummâl, c. 1, s. 44.
9 Bu hadisi et-Tirmizî ve en-Nesâî doğrulamışlardır. Ahmed bn. Hanbel, Müsned, c. 5’te; el-
Hâkim, el-Müstedrek’te; ez-Zehebî, Talhîsu’l-müstedrek’te bu hadise yer vermiştir.
Allah ve Resulünün helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılar. Allah yolunda hiç bir
tehditten korkmaz. Her Arap Alevî, fıkıh meselelerinde 6. İmâm Ebû Abdullah Cafer es-
Sâdık’a başvurur. Kuran’ın yorumlanmasında ve vahyin hükümlerinin açıklanmasında İmâm
es-Sâdıktan daha yetkin bir kimse tanımaz. O ki nübüvvet ağacının bir dalıdır, hak sahibi
İmâm’dır. Şüphesiz ki onun izlediği hak yolu, takip edilmeye diğer yollardan daha layıktır.
Bu İmâm ki nübüvvet evinin bir bireyidir ve elbette ki ev sahibi, evin içindekileri
başkalarından daha iyi bilir. Her Alevî, fıkhı işte bu masum İmâm’dan alır, ilmi ondan rivayet
eder. Namazını onun belirttiği şekilde kılar ve kitaplarını onun öğretisi doğrultusunda kaleme
alır.
Arap Alevîlerde İslam’ın Temel İlkeleri
a) Tevhid
Arap Alevîler kâinatın tek bir ilahı olduğuna inanırlar. O’nun ne bir benzeri ne de bir ortağı
vardır. Hiç bir şeye benzemez ve hiç bir şey kendisine benzemez. O, kemal ve yücelik
sıfatlarının tümünün sahibidir; noksan sıfatlardan münezzehtir. Mutlak varlık yalnızca O’dur;
varlığı için hiç bir şeye muhtaç değildir. O, kendi kendine yetendir. Bütün varlıkları kendisi
yaratmıştır. Tek tapılan O’dur. O’ndan başkası tapılmaya layık değildir.
O, şu hak sözüyle kendisini tanıttığı gibidir: “De ki: O, Allah’tır, tektir. Allah’tır;
Samed’tir. Ne doğurmuştur O, ne doğurulmuştur. O’nun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs
Suresi)
b) Adalet
Arap Alevîler, yüce Allah’ın adil olduğuna ve yarattıklarına asla zulmetmeyeceğine inanırlar.
“…Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf:49) O, çirkin eylemlerden münezzehtir;
zulmetmez ve zulmü onaylamaz. Adaletinin gereği olarak kullarına üstesinden
gelemeyecekleri görevler yüklemez. Onlara sadece kendi iyilikleri için olanı ve yapmaya
güçlerinin yeteceği şeyleri emreder. Onları yalnızca terk edebilecekleri ve kendilerine zarar
verecek şeylerden sakındırır. “Allah, hiçbir benliğe kapasitesini aşan bir yük yüklemez…”
(Bakara:286) Allah, yine adaletinin gereği olarak kullarına iyi ve kötüyü gösterdikten, onları
dilediklerini seçmekte özgür kıldıktan sonra onlara yaptıklarının sorumluluğunu yükler. “Kim
iyi bir iş yaparsa bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin
kullara zulmedici değildir.” (Fussilet:46)
c) Nübüvvet
Arap Alevîler yüce Allah’ın, kullarına bir lütfu olarak onların arasından peygamberler
seçtiğine ve bu peygamberleri –görevlendirilmelerinin öncesinde ve sonrasında – dalgınlıktan,
unutkanlıktan, kasıtlı veya kasıtsız günah işlemekten koruduğuna inanırlar. Peygamberler
zamanlarının en üstün kişileridir. Kişilikleri olgunluğun doruk noktasına ulaşmıştır.
Benlikleri, ayıplanan eylemlerden arınmıştır. Bu yüzdendir ki onları yermek, yaratılışlarını
veya ahlaklarını kötülemek imkânsızdır. Bu da onların peygamberliklerinin ve davalarında
haklı olduklarının en büyük kanıtlarından biridir. Buna ek olarak peygamberlerin çağrıları
akla yatkın olsun, kalpler onlara ısınsın, kullar onlara gönül rahatlığıyla inansın ve itaat etsin
diye yüce Allah, peygamberlerini doğa kanunlarını yenen mucizelerle desteklemiştir. Allah,
peygamberleri insanlara neyin doğru neyin yanlış olduğunu açıkça göstermeleri, mutluluğu ve
barışı getirecek şeyleri emrederek zarar ve fesadı getirecek şeyleri yasaklamaları için
göndermiştir. “Müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderdik ki elçiler geldikten sonra
insanların Allah’a karşı bahaneleri olmasın. Allah güçlü ve bilge olandır.” (Nisâ:165)
Kur’ân-ı Kerîm’de toplam 25 Nebi ve Resulün adı geçmektedir. Bunlardan birincisi Hz.
Âdem, sonuncusu ise Hz. Muhammed’tir. Azim sahibi Resuller beş tanedir: Nuh, İbrahim,
Musa, İsa ve Muhammed. Allah’ın salât ve selamı hepsinin üzerine olsun. “Sizin için dinden
Nuh’a önerdiğini, sana vahiy ettiğini, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya önerdiğimizi şöyle
diyerek kanunlaştırdı: Dini ayakta tutun; onda ayrılığa düşmeyin…” (Şûrâ:13)
d) İmâmet
Arap Alevîler İmâmetin dinî ve dünyevî anlamda genel bir önderlik ve kutsal bir makam
olduğuna inanırlar. Allah bu makama dilediğini seçer. “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.
Onların seçme hakkı yoktur…” (Kasas:68). İmâmlar daha önce de belirttiğimiz gibi Oniki
tanedir. Alevîlere göre Oniki İmâm, peygamberler gibi dalgınlıktan, yanılgıdan ve
günahlardan korunmuştur. Nitekim bu böyle olmasaydı onların dinî söz ve eylemlerine itimat
etmek mümkün olmazdı.
Hz. Muhammed, Rabbinin emriyle kendisinden sonra yerini alacak olan halifeyi/imâmı
belirtmiştir. Aynı şekilde Oniki İmâmlardan her öncel, ardılını bildirmiştir. Oniki İmâmlar,
Peygamberin dinî ve dünyevî tüm görevlerini üstlenmişlerdir. Onların peygamberden tek
farkları kendilerine vahyin inmemesidir. Peygamberin sahip olduğu tüm haklara Oniki İmâm
da sahiptir. “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; Resule ve içinizdeki yönetim
sahiplerine de itaat edin…” (Nisâ:59)
e) Kıyamet
Arap Alevîler, yüce Allah’ın insanları dünyadaki eylemlerinden hesap sormak için öldükten
sonra diriltip mezarlarından çıkaracağına inanırlar. “…Bu, Allah’ın; kötülük edenleri
yaptıklarıyla cezalandırması, güzellikler yapanları da güzellikle ödüllendirmesi içindir.”
(Necm:31) Nitekim kıyamet olmasaydı emir ve yasakların bir anlamı kalmazdı. Ödüllendirme
ve cezalandırma ortadan kalkar, tehditler ve vaatler suya düşerdi. Dolayısıyla kıyamete
inanmak kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. “Bu böyledir, çünkü Allah hakkın ta
kendisidir. O, ölüleri diriltir ve O her şeye kadirdir. Kıyamet vakti mutlaka gelecektir;
onda kuşku yoktur. Ve Allah kabirlerdeki ölmüşleri diriltecektir.” (Hac:6–7)
Arap Alevîlerde İslam’ın temel ilkelerinin ne olduğuna böylece değinmiş olduk. Bu temelleri
takip eden ayrıntıları, örneğin namaz, oruç, zekât, hac, cihat gibi ibadetleri; sabır, doğruluk ve
emanet gibi ahlak unsurlarını; alım, satım, evlenme, boşanma, kefalet ve ziraat gibi
muameleleri ve diyet, kısas, kefaret gibi hükümleri ise kitabın ana hedefinden uzaklaşmamak
için kaleme almaya gerek görmüyoruz. Biz Arap Alevîlere göre ‘İslam’ın temelleri ve bu
temellerin ayrıntıları’ konusunda daha geniş bilgi edinmek isteyenler, Suriyeli iki değerli din
adamı Şeyh Mahmut es-Sâlih’in ve Şeyh Abdullatif el-Hayyir’in el-Muhtasaru’l-câmi‘ adlı
kitabından ve diğer din âlimlerimizin yazdığı kitaplardan yararlanabilirler.
Arap Alevîlerde İslam Hukukunun Kaynakları
Arap Alevîlere göre İslam hukukunun dört kaynağı vardır:
a) Kur’ân-ı Kerîm
Arap Alevîler tüm Müslümanların elinde bulunan Kur’ân-ı Kerîm’in yüce Allah’ın ekleme
yapılmamış, eksiltilmemiş ve herhangi bir değişikliğe uğramamış kitabı olduğuna inanırlar.
“Batıl ona ne önünden gelebilir ne de arkasından. Bilge olandan, hamd edilenden bir
indirmedir o.” (Fussilet:42)
b) Sünnet
Arap Alevîler masum olan birinin – ister Nebi olsun, ister İmâm – sözlerini, eylemlerini ve
onaylamalarını kutsal sünnet sayarlar. Sünnetin sahih olduğu kesinleştikten sonra onu inkâr
etmek, Kur’ân hükümlerinden birini inkâr etmekten farksızdır. Sünnetin Kur’ân-ı Kerîm’le
örtüşmemesi imkânsızdır.10 “…Ve sana bu Kur’ân’ı indirdik. Kendilerine indirileni
insanlara açıklayasın ve böylelikle insanlar derin derin düşünsünler diye.” (Nahl:44)
c) İcmâ‘ (Görüş Birliği)
Arap Alevîler Müslümanların – aralarında masum İmâmın da olması koşuluyla – izini
Kur’ân’da ve kutsal sünnette bulamadığı bir konu hakkında vardıkları ortak sonucu, İslam
hukukunda geçerli bir kanıt olarak kabul ederler. Çünkü masum İmâmın görüşünün Kur’ân’a
ve sünnete asla ters düşmeyeceği kesindir.
d) Akıl
Arap Alevîlere göre, aklı bir fıkıh delili gibi kullanabilecek kişiler ilimde geniş ufuklara
ulaşan âlimlerle sınırlıdır. Bu âlimler ayrıntı niteliğindeki hükümleri çok kapsamlı delillerden
ortaya çıkarma yetisine sahip; eserleriyle, fetvalarıyla ve dürüst tavırlarıyla içtihat derecesini
kazanmış kişilerdir. Bunlar pek az sayıdadır. Bununla birlikte Kur’ân’a ve sünnete aykırı
hüküm vermeleri durumunda verdikleri hükme asla itibar edilmez.
Arap Alevî Âlimler ve Fıkıhçılar
Arap Alevî âlim ve fıkıhçıların önde gelenleri şunlardır:
Ebû Muhammed Hasan bn. Ali bn. Hüseyin bn. Şu‘be el-Harrânî:
Tuhefu’l-‘ukûl ‛an
âli’r-resûl (Ehlibeyt’ten Akıllara Hediye) adlı eserin sahibidir. Bu eser, mantıklı kanıtlar ve
güvenilir hadisler bakımından oldukça zengindir. El-Harrânî 4./10. yüzyılda Harran’da
yaşamıştır. Şia’nın ünlü âlimlerinden Şeyh Sadûk’un çağdaşı, Şeyh Tûsî’nin de hocasıdır.
Ebû Muhammed Yezîd bn. Şu‘be:
Hayrı ve hayır yapmayı seven gezgin bir âlimdi. Kâbe’yi
tavaf etmiş ve hacda Kirman adasının sahibi Ebû’l-Feth Abdülkerîm el-Kirmânî ile
tanışmıştır. Kirmânî’nin adaya gitme davetini kabul etmiş ve oradan da Yemen dolaylarına
geçmiştir. Yemen’de İslam’ın hoşgörülü öğretisini yaydıktan sonra vatanına geri dönmüş ve
Hama’da vefat etmiştir.
Ebu’t-Tayyib Ahmed bn. Hüseyin:
El-Münşid lakabıyla meşhurdur. Daima Hz.
Muhammed’in ve Ehlibeyt’inin – Allah’ın salât ve selamı üzerlerine olsun – mucizelerini
konu edinen şiirler okuduğu için el-Münşid lakabıyla tanınmıştır. Güzel yüzlü, yanık sesli bir
âlim ve fıkıhçıydı. Gayrı Müslimleri İslam’a davet ederdi. Onun sayesinde birçok Yahudi ve
Hıristiyan, Müslüman olmuştur. Bunların bazıları Kur’ânı ezberlemiş ve kendisi ile hacca
gitmişlerdir. El-Münşid, el-Cezîm denilen beldede yaşadı ve altmış yaşında hayata gözlerini
kapadı. Mezarı 9. İmâm Muhammed el-Cevvâd’ın türbesinin civarındadır.
Ebû Hamza el-Kettânî:
Arap dilini ve gramerini çok iyi bilen, dinler hakkında geniş bilgiye
sahip olan bir âlim ve fıkıhçıydı. Kur’ân’ı ezbere biliyordu. Tartışmalarda güçlü kanıtlar
ortaya koyma yeteneğine sahipti. Bunun yanı sıra karşısında kimsenin duramadığı bir yiğitti.
Birçok defa hacca gitmiştir. Hums şehrinde vefat etmiştir.
10 Bilindiği üzere yalan hadis üretme furyası Hz. Muhammed henüz sağken başlamış ve
yüzyıllarca sürerek hanif İslam’ı arka planda bırakmıştır. İslam adı altında, çıkar ve keyfiyetin
belirlediği, hurafelerle dolu bir din hâkim kılınmıştır. Mısırlı yazar Mahmut Ebû Reyya’nın
özgün çalışması Advâun ‘ala’s-sünneti’l-muhammediyye (Hz. Muhammed’in Sünneti Üzerine
Açıklamalar) konu hakkında doyurucu bilgi içermektedir. Arap Alevîler “hadis” konusunda
oldukça titizdirler. Kur’ân-ı Kerîm ve akılla çelişen, rivayet yolları şüpheli olan hadislere
itibar etmezler.
Ebû’l-Hasan Ali bn. Batta el-Halebî:
Kur’ân’ı ezbere bilen, Arap dili ve gramerinin
üstatlarından ve kelam ilminin önde gelen âlimlerindendir. İlmî seyahatlerinden birinde
İskenderiye şehrine giderken deniz korsanları tarafından esir edilmiş ve bir Yahudi’ye
satılmıştır. Bu Yahudi kısa bir süre zarfında Müslüman olmuş, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmiş ve
el-Halebî ile hacca gitmiştir.
Haydar bn. Muhammed el-Katî‘î:
Arap Alevîlerin önde gelen hadis âlimlerindendir.
Bağdatlı Hıristiyanlardan bir grubu Müslüman yapmıştır. El-Kerh kentinde altmış yaşında
vefat etmiştir. Ahmed bn. Hanbel’in yanında gömülüdür.
Abdurrahman el-Cercerî:
Kur’ân’ı Kerîmi çok güzel okuyanlardandı. Dokuz Yahudi’yi
Müslüman yapmış ve onlarla hacca gitmiştir.
Ebû Zerr Sehl bn. Muhammed el-Kâtib:
Arap Alevîlerin büyük âlimlerindendir.
Seyfüddevle’nin hocalığını yapmıştır. Bu üstat, derin bilgisine ve yüksek şerefine ek olarak
hünerli bir edebiyatçı ve usta bir şairdi.
Alevî Edebiyatçılar
Alevîlerin ünlü edebiyatçılarından bazıları şunlardır:
Ebû-l Feth Osman bn. Cinnî en-Nehavî:
Arap Alevîler onu İbn Yahya en-Nehavî olarak
tanırlar. Onun ünü, edebiyattaki derecesini belirtmeye yeterlidir. Es-Se‘âlibî onun için şöyle
der: “O, Arap dilinde büyük bir otoritedir. Edebiyatçıların piridir. Büyük şair el-Mütennebî ile
sıkı bir dostluğu vardı. Uzun bir müddet onun şiirini yorumladı, gramerini açıkladı.
Edebiyattaki konumunun yüksekliğinden ve değerinin büyüklüğünden dolayı çok az şiir
yazdı.”
Abdullah bn. ‘Amr el-Fayyâd:
Arap Alevîlerin meşhur ve yetenekli edebiyatçılarındandır.
Es-Se‘âlibî onu şöyle tanıtır:
Seyfüddevle’nin kâtibi ve dostuydu. Edebiyat alanında ve düzyazıda geniş
ufuklara sahipti. Şiirde olsun düzyazıda olsun Arapça’ya çok hâkimdi. Net
ifadesi ve güçlü anlatımından dolayı Seyfüddevle sultanların huzuruna ondan
başkasını elçi olarak göndermezdi. Es-Sâbî et-Tâcî adlı kitabında ona yer vermiş
ve es-Seriyy onu birkaç kaside ile övmüştür.
Es-Seriyy bn. Ahmed el-Kindî:
Arap Alevîlerin büyük şairlerinden ve meşhur
edebiyatçılarındandır. Es-Seriyy er-Refâ adıyla tanınır. Es-Se‘âlibî el-Yetîme adlı yapıtında
ondan şöyle söz eder: “İnci gibi dizelerin ve sihirli şiir değneğinin sahibi es-Seriyy’den
haberin var mı senin? Allah aşkına onun dili ne kadar da tatlı, sözleri ne kadar da duru,
yeteneği ne kadar da büyüktür. Şiirleri arasında tarih sayfalarına yazılabilecek ve edebiyat
panolarına asılabilecek nitelikte şiirler biliyorum.”
Muhammed bn. Ahmed bn. Hamdân:
El-Habbâz el-Beledî lakabıyla tanınır. Döneminin en
renkli kişiliği idi. Onun gibisine çok az rastlanır. Çünkü o, okuma ve yazma bilmemesine
rağmen Kur’ân-ı Kerîm’i kulak dolgunluğuyla ezberlemişti. Es-Se‘âlibî el-Yetîme adlı
eserinde onu şöyle anar:
Musul’u içine alan ve el-Cezîre denilen diyarın Beled isimli yöresindendir. Bu
yörenin yetiştirdiği en değerli kişiliklerdendir. Onun en ilginç yanı, okuma ve
yazması olmamasına rağmen şiirinin güzelliklerle ve ince nüktelerle dolu
olmasıdır. Hemen hemen her şiirinde güzel bir anlama veya yaygın bir
atasözüne yer vermiştir. Şiirlerinde Alevî olduğunu çoğu zaman vurgulamıştır.
Bu isimler tarih sayfalarını inci gibi eserleriyle süsleyen, ilim ve edebiyat hazinelerini pırlanta
misali yapıtlarıyla zenginleştiren Alevî âlim ve edebiyatçılardan yalnızca bir kaçıdır. Bunun
yanı sıra ilim ve edebiyat alanlarında onlardan geri kalmayan, üretken fikirleriyle onların
seviyesinde olan, fakat gözlerden uzak mütevazı bir yaşamı seçtikleri için tanınmayan çok
sayıda şahsiyet vardır. “Erdemli insan” mertebesine ulaşmaya gayret eden, şan ve şöhrete
değer vermeyen, dünya sahnesine çıkmak yerine yüce değerlerle uğraşmayı tercih eden bu
şahsiyetlerden bazıları şunlardır: Ebû’l-Hasan Ali bn. Hamza bn. Şu‘be, Ebû’l-Hüseyin
Muhammed bn. Hâmid es-Serrâc, Ebû Muhammed Abdullah el-Kettânî, Ebû Muhammed
Abdullah bn. Kutâde el-Ferrâ, Ebû Abdullah Muhammed bn. Müdlik er-Rakkî el-Verrâk,
Ebû’l-Feth Muhammed bn. Hasan el-Kâdî (el-Katî‘î lakabıyla tanınır), Muhammed bn.
Muhammed el-Bağdâdî (el-Muhelhilî lakabıyla tanınır), İbrahim bn. Osman bn. el-Mustalik
en-Nu‘mânî, Safiyyüddîn Haydar bn. Mihver el-Fârıkî (‘Abdu’l-Mümin es-Sûfî lakabıyla
meşhurdur), Ebû Muhammed Hasan bn. Muhammed el-Beledî, İmâdüddîn Ahmed bn. Câbir
el-Gassânî (Şeyh Ahmed Kırfâs adıyla tanınır), Hasan bn. Hamza eş-Şîrâzî es-Sûfî, Hasan bn.
Mekzûn es-Sincârî (emir, mutasavvıf, şair ve filozof), Muhammed Müntecebuddîn el-‘Ânî,
Celâleddîn bn. Mu‘ammar es-Sûfî, Abdullah en-Nâsih el-Bağdâdî, İsa el-Edîb el-Bânyâsî ve
Ebû’l-Feth Muhammed bn. Hasan el-Bağdâdî.
Bu şahsiyetler karanlık dönemlerin aydın fikirli düşünürleriydiler. Her ne kadar tarih onları
ihmal etmiş olsa da onlar eserleriyle hala aramızda yaşıyor, beğeni ve takdirimizi
kazanıyorlar. Onlardan her birinin fikirlerini ortaya koyduğu bir eseri mevcuttur. Onlardan
bazılarının ruhi felsefede ve ilahiyat alanında mükemmelliğin doruğuna ulaşan yazılı eserleri,
bazılarının da şiirin farklı alanlarında kulakları mest eden, kalpleri esir alan ve ruhları
büyüleyen eserleri vardır.
Köklü tarihimiz var, bir de soylu atalar,
Anılınca adları, güller nergisler açar.
( Hamid Hasan, 1915–1999)
Arap Alevîlerin Gelenekleri
Kuşaktan kuşağa aktarılan kültürel değerler, inançlar ve davranışlar geleneği oluşturur. Arap
Alevî Müslümanların geleneklerine göz atacak olursak bu geleneklerin diğer Müslümanların
güzel geleneklerinden farklılık göstermediğini görürüz. Bu geleneklere kısaca değinelim:
Evlilik ve Düğün: Ailelerinin rızasını alarak evlenmeye karar veren gençler, ilk aşamada bu
kararın ilanı anlamına gelen bir nişan töreni düzenlerler. Eş ve dostların katıldığı bu törende
önce bir din adamı nişan duasını yapar ve Fâtiha okur. Daha sonra genç çifte nişan yüzükleri
takılır ve müzik eşliğinde eğlenilir. Düğün günü yaklaştığında imam nikâhı kıyılır. İmam
nikâhı Arap Alevîlerde resmi nikâh kadar önemlidir. Düğünden bir veya birkaç gün önce kına
gecesi yapılır. Bölgesel müziklerin eşliğinde gelin ve damat adaylarına kına sürülür,
davetlilerin hediyeleri sunulur. Düğün törenine katılım oldukça geniş olur. Düğün için yaz
ayları ve hafta sonunda bir gün tercih edilir. Düğünde halaylar çekilir, oyunlar oynanır. Geline
kardeşleri tarafından kuşak bağlanır. Genç çifte yüzükleri ve davetlilerin armağanları takılır.
Armağanların takılmasıyla düğün sona erer.
Sünnet: Arap Alevîler erkek çocuklarını genelde 1–7 yaşları arasında sünnet ederler. Sünnet
günü yakın çevre davet edilir. Davetlilere ikramda bulunulur, hediyeler kabul edilir. Kur’ân-ı
Kerîm ve dualar okunur. Çocuklar kirve denilen bir aile dostunun kucağında sünnet olurlar.
Son zamanlarda sünnet törenlerinde de müzikli eğlenceler yapılmaktadır.
Yemekler: Arap Alevîlerin yemek kültürünü zengin Akdeniz mutfağı oluşturur. Bu mutfağın
odağında taze sebze ve meyveler, zeytinyağı gibi sıvı yağlar, tavuk, et ve balık bulunur. Arap
Alevîlerde sebze yemekleri sevilir. Maklûbe adını verdikleri pirinç, kuş üzümü, çam fıstığı,
kızarmış patlıcan ve kuzu eti ile yapılan yemek çok lezzetlidir. Evlerde mangal yakma, içli
köfte yapma, fırınlarda lahmacun ve börek pişirme yaygındır. Köylerde tandır ekmeği
günümüzde de pişirilmektedir. Ev hanımları kış için patlıcan ve bamya kurutarak saklar;
zeytin, peynir gibi ihtiyaçları temiz ve sağlıklı olacak şekilde ambalajlar; domates ve biber
salçalarını kendi elleriyle çekerler. Tatlılardan özellikle baklava ve künefe sevilir. Evlerde
muhallebi gibi süt tatlıları yapılır.
Bayramlar: Bütün Müslümanlar gibi Ramazan (Fıtr) ve Kurban (el-Adhâ) bayramlarını
kutlarlar. Hz. Muhammed’in Hz. Ali’yi vasi ve halife tayin ettiği gün olan Gadîr günü de
Arap Alevîler için büyük bir bayramdır. Bu üç bayram coşkuyla kutlanır. Bayramlarda bir
araya gelinir, muhabbet edilir ve hasret giderilir. Maddi durumu uygun olanlar bayramlarda
kurban keser; eş-dostlarına, konu-komşularına yemek verir ve ihtiyacı olanlara yardımda
bulunurlar. Bayramlarda ayrıca kabir ziyaretleri yapılır ve Kur’ân-ı Kerîm okunur.
Cenaze Merasimleri: Arap Alevîler cenazelere büyük önem verirler. Bundan dolayı cenaze
merasimine katılım oldukça geniş olur. Cenaze genelde evden veya mescitten kaldırılır. Ölü,
yıkanıp kefenlendikten sonra musalla taşına konur. Bir Arap Alevî din adamının imamlığında
cenaze namazı kılınır. Defin sırasında Kur’ân-ı Kerîm’den ayetler (genellikle Yâsîn-i Şerîf)
okunur, hatim duası edilir. Telkîn duasının yapılması ve herkesin kabre bir avuç toprak
serpmesiyle merasim biter. Cenaze sahipleri taziyeleri evlerinde kabul eder. Ertesi sabah
kalabalık bir grupla kabir ziyaret edilir ve Kur’ân-ı Kerîm okunur. Aynı günün öğleden
sonraya rastlayan bir saatinde cenaze evinde Kur’ân okunur ve hatim duası yapılır. Bu
toplantıya çok sayıda din adamı ve diğer davetliler katılır. 7. günde yine kabir ziyaret edilir,
daha önce duyurulan bir saatte cenaze evinde Kur’ân okunur, hatim duası yapılır. Ölen kişi
eğer saygın bir din adamı veya topluma hizmet etmiş aydın bir kişi ise şairlerin hazırladığı
Arapça mersiyeler okunur. Bu mersiyelerde Hz. Muhammed’in ve Ehlibeyt’in ölümle ilgili
hikmetli sözlerine değinilir, ölen kişinin faziletleri dile getirilir ve akrabalarına sabır öğütlenir.
Törenin bitiminde davetlilere cenaze sahiplerinin hazırladığı yemek ikram edilir. Bu yemek
genelde pilav ve hoşaf; pilav ve fasulye veya lahmacun ve tatlı ikilisinden oluşur. Cenaze
sahipleri, toplumun genelinden maddi ve manevi büyük destek görür.
Adnan Sincarlı, Mayıs 2007
Kaynak: www.nusayri.com