Posta Gazetesinde Yayınlanan Veliyettin Ulusoy Söyleşisi

Posta Gazetesinde Yayınlanan Veliyettin Ulusoy Söyleşisi


Gazetecilik Adına Gazetecilik Ahlakını Hiçe Sayanlar
Ahmet Koçak

Posta Gazetesi 18 Mayıs 2009 tarihinde başlayan “Aleviliğin değişen yüzü” başlığında bir yazı dizisi yayınladı. Diziyi gazeteci Berivan Tapan yayına hazırladı. Bu yazı dizisi için Sayın Tapan, inanç temsilcileri, demokratik Alevi kuruluşları, Alevi kadınlar olmak üzere birçok kesimden görüş almış. Yazı dizisinin ilk gününde Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Sayın Veliyettin Ulusoy ile yaptıkları söyleşiyi yayınladılar.
Sayın Veliyettin Ulusoy, yayınlayacağımız kitabına koymamız için söyleşinin tam metnini bana da göndermişti. Söyleşinin hepsini önceden okumuş, bazı imla düzeltmeleri için Sayın Tapan’la telefonla da görüşmüştüm.piro.jpg
18 Mayıs günü gazeteyi elime aldığımda şaşakaldım: Dağ fare doğurmuştu. Yapılan söyleşi yerine bir özet yayınlanmıştı. “Bunda ne var? Bütün gazeteciler böyle yapıyor!” diye düşünülebilir. Tabii ki söyle¬şiyi yapan gazetecinin ve yayınlayan yönetmenin kısaltma hakkı var, ama söyleşilen kişinin görüşlerini çarpıtmamak kaydıyla!
Söyleştiğiniz bir kişinin, işinize gelen görüşlerini alıp, işinize gelmeyenleri atmak gazeteciliğin ruhuna ve ahlakına aykırıdır. Bu yapılmazsa, söyleştiği kişinin görüşlerini çaktırmadan çarpıtırsınız. Bu, sahibinin sesi gazeteciliğin yöntemidir.
Sayın Ulusoy’un bir-iki değil, tam yedi soruya verdiği yanıt ga¬ze¬tede yayınlanmamış. Böylece Sayın Ulusoy’un mesajının en önemli bölümleri atılmış, geriye birkaç gerçek üzerine iyi bilinen sözlerinin tekrarı kalmış.
Sorun aslında tam da burada, çünkü Sayın Ulusoy’un yayın¬lan¬mayan yanıtları, günümüzün Alevi-Bektaşi gündeminde ve Tür¬kiye’nin siyasi gündeminde öne çıkmış bazı konulardaki çarpıcı görüşlerini içermekteydi. Yani gerçeği yazmak isteyen bir gazetecinin asla dışarıda bırakamayacağı görüşlerdi.

Ayrıca gazete Sayın Veliyettin Ulusoy’u tanıtırken, “Alevile¬rin ruhanî önderi” diye bir söylem tutturmuş. Belli ki Sayın Tapan ya da gazetenin yönetmeni, “ruhaniliğe” pek meraklı ya da Alevi-Bektaşilerin arasında “ruhanilik” konusunun nasıl bir anlam taşıdığından haberdar değil. Merak edip öğrenebilir ya da lütfedip sorabilirdi.
Bu durumda Sayın Ulusoy’u arayıp, söyleşinin tam metnini dergide yayınlamak istediğimizi söyledim. Kendisinin izni ile söyleşinin tam metnini yayınlıyoruz.
Gazetede yayınlanan haliyle aslını karşılaştırma imkânı bulanların ne demek istediğimizi anlayacaklarını umuyoruz.
Aşk ile.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini
Sayın Veliyettin Ulusoy’un
Posta Gazetesinin Sorularına Verdiği Yanıtlar
Cemalettin Çelebi – Veliyettin Çelebi (1) ve Kurtuluş Savaşı
■ Feyzullah Çelebi öldüğü zaman iki oğlu kalmıştı: Ahmet Cemalettin Çelebi ve Veliyettin Çelebi.
Ahmet Cemalettin Çelebi (1862–1921), babasının ölümünde, on sekiz yaşındadır. Öteden beri olduğu gibi, Hacı Bektaş Veli Vak¬fı’nın 15 sehminden dört sehmi, meşihat ve tevliyat hizmetlerine, dört sehmi Hangâh’ın tamirine, dört sehmi fukaranın ve konukların yeme içmesine ve üç sehmi de Hacı Bektaş Veli evladından olan Çelebilerin maişetine sarf edilmek ve Nakşibendî Şeyhi Hacı Hamza Efendiye de vakıf gelirinden 800 kuruş verilmek kaydıyla, Ahmet Cemalettin Çelebi’ye Hacı Bektaş Veli Vakfı’nın mütevelliliği veriliyor. (18 Sefer 1322 (m. 1904) tarihli ferman)
Ahmet Cemalettin Çelebi’nin aktif ve popüler bir kişiliği vardır. Babasını kaybettiğinde çocuk denecek bir yaşta bulunması yüzünden tahsilini ilerletemiyor. Bununla beraber, Babası Feyzullah Çelebi’nin büyük saygınlığı ve kendini tanıtmadaki üstün kabiliyeti onu kısa zamanda çok ünlü ve etkili bir şahsiyet haline getiriyor. Sultan Reşad’ın “Secde edilecek kadar mehabetli bir siması var” diye hayranlığını ifade ettiği yüz güzelliği, çehresindeki olağanüstü nurani görünüm ününü bir kat daha artırıyor. Babasının bilimsel yönden başlattığı çalışmaları pratik yönden değerlendiriyor.
Ahmet Cemalettin Çelebi, “Müdafaa” adında bir kitap yayınlıyor. Müdafaa’da, araştırmalarda kaynak olacak bazı belgeler ve bilgiler bulunmakla beraber, Hacı Bektaş Veli’nin evliliği ve onun soyundan gelen Çelebilerin Postnişinlik ve mütevellilik haklarını kapsayan sınırlı bir konu işleniyor. Kitap gereği kadar dağıtılmamış olmalı ki ilgili konularda yazılan kitaplarda pek adı geçmiyor.
Ahmet Cemalettin Çelebi’nin Postnişin oluşundan on yıl sonra Birinci Dünya Savaşı patlıyor. Cemalettin Çelebi topladığı bir gönüllü birliği ile Doğu Cephesinde savaşa katılıyor. “Mücahidin Alayı” adıyla anılan bu birlik Rusya’nın bütün cephelerde savaşa son vermesi üzerine geri dönüyor.
Ahmet Cemalettin Çelebi’nin, Birinci Dünya Savaşı sırasında Talat Paşa ve Enver Paşa ile görüştüğünü biliyoruz. Enver Paşa, Mü¬ca¬¬¬hidin Alayı’nı cephede ziyaret ederek teftiş etmiştir. Cemalettin Çelebi’nin Kurtuluş Savaşından önce Atatürk’le tanıştıklarına dair bir bilgi yok. Ancak Atatürk’ün Samsun’a çıkışını izleyen günlerde, Cemalettin Çelebi ile Atatürk’ün sıkı temas halinde oldukları anlaşılıyor. Atatürk, Cemalettin Çelebi’ye olağanüstü önem vermektedir. Atatürk “Büyük Nutuk”unda da şöyle diyor:
“2 Ocak 1920 günü cemiyetin merkez kurullarına ve Hacı¬bek¬taş’ta Çelebi Cemalettin Efendi’ye, Mutki’de Hacı Musa Bey’e ayrıca bir bildirim yaptık.
Bu bildirimimizin içindekiler ve yazılış biçimi şöyleydi: Yolculuğumuz sırasında görüp incelediklerimiz bizlere, gerçek koruyucu Ulu Tanrı’nın yardımı ile meydana gelen ulusal birliğimizin dayanağı olan ulusal örgütün kök salmış, ulusun ve yurdun geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir güç ve erk durumuna gelmiş olduğunu sevinçle gösterdi.
Dış durum, bu ulusal dayanç ve birlik yüzünden, Erzurum ve Sivas Kongreleri ilkelerine göre ulusun ve yurdun yararına elverişli şekle girmiştir.
Kutsal birliğimize, dayanan ve inancımıza güvenerek töreye uygun isteklerimizin elde edileceği güne değin hiç yılmadan çalışılması ve bu bildirimimizin köylere varıncaya dek bütün ulusa duyurulması rica olunur.”
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsilciler Kurulu Adına, Mustafa Kemal”
Bu belge, ayrıca Cemalettin Çelebi’nin Atatürk’le çok aktif ve sıkı işbirliği yaptığını göstermektedir. Atatürk tebliğin bütün köylere duyurulmasını rica ettiğine göre, Cemalettin Çelebi, Atatürk’ün başlattığı “Milli Mücadele”nin daha ilk günlerinde, örgütsel biçimde onun çalışmalarına fiilen katılmıştır.
Ancak burada bir şanssızlık söz konusudur. Cemalettin Efendi kalp yetersizliğinden muzdariptir. Günlerinin çoğunu yatakta tedavi ile geçirmektedir. Özel olarak gönderilen Dr. Naci ve Dr. Osman Beyler evinden çıkmasına izin vermiyorlar.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra, Atatürk Ankara’ya ge¬çerken, Hacıbektaş’ta Cemalettin Çelebi ile görüşmeleri kararlaştırılmıştır. İlicek Çiftliği üzerinden Hacıbektaş’a gelinmesi ve gece Hacı¬bektaş’ta kalınması şeklinde yapılan program, yolların çamur olması yüzünden uygulanamıyor. Bozuk ve bakımsız şoseyi izleyerek, Mucur’a geliyorlar. Geceyi orada geçiriyorlar. 23 Aralık 1919 günü, Mucur Kaymakam Vekili Nihat Bey’i de yanlarına alarak Hacıbektaş’a geliyorlar. Cemalettin Çelebi o günlerde kalp yetersizliğinden rahatsızdır. Bununla beraber, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını çok belirgin bir sevgi ve saygı ile karşılıyor. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümetine istifasını göndermiştir. Resmi bir sıfatı yoktur. Bununla beraber Cemalettin Çelebi, o güne kadar hiçbir konuğa gösterilmemiş sevgi ve yakınlıkla Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını ağırlıyor.
Devamlı olarak açık bulunan misafirhanesi olduğu halde, konukları evine alıyor. Akşam yemeğini tüm konuklar bir arada yiyorlar. Cemalettin Çelebi aşırı olmamakla beraber içki kullanmaktadır. Fakat o günlerde hasta olduğu için doktorlar içkiyi kesin olarak yasaklamışlardır. Misafirlere ikram olarak sofraya rakı ve şarap konulmuştur. Mustafa Kemal Paşa, bölgede özel olarak yapılan şarabı merak ederek bir iki kadeh almış, belki de Çelebi’nin hasta olmasını ve içki içmemesini düşünerek fazla içmemiştir. Diğer konuklar da onlara uymuşlardır.
İki saat kadar süren yemekten sonra, konuklar misafirhaneye geçmişler, sadece özel muhafızı ile Mustafa Kemal Paşa, Cemalettin Çelebi’nin evinde kalmışlardır. Bu sırada Cemalettin Çelebi, hizmette bulunanlara kesin olarak içeri girmemelerini tembihlediği için Mustafa Kemal Paşa ile Cemalettin Çelebi arasında geç vakitlere kadar süren konuşmanın konusu kimse tarafından bilinmemektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışından sonra özellikle Erzurum ve Sivas toplantıları sırasında, Cemalettin Çelebi ile temas kurduğu ve sürekli haberleşme halinde bulundukları bilinmektedir. Hacıbektaş görüşmesinde de aynı konuların daha ayrıntılı şekilde elden geçirildiği şüphesiz. Hacıbektaş görüşmesinde en ilgi çekici konuşmayı daha sonraki yıllarda, Veliyettin Çelebi sözlü olarak şöyle açıklamıştır:
“Baş başa konuşmalarının bir yerinde Cemalettin Çelebi Mus¬ta¬fa Kemal Paşa’ya: ‘Paşa hazretleri’ diyor, ‘Cesaretli ve basiretli idarenizde Türk Milletinin düşmanı kahredeceğine inancım sonsuz. Yüce Allah’ın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cumhuriyet ilanı düşünüyor musunuz?’
Çelebi’nin ‘Cumhuriyet’ kelimesini böylesine açık yürekle söylemesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa heyecan ve dikkatle Cemalettin Çelebi’nin gözlerine bakıyor, biraz daha yaklaşıyor, onun elini avucunun içine alıyor kulağına fısıldar gibi yavaş fakat kararlı bir sesle: ‘O mutlu günün ilanına kadar aramızda kalmak kaydıyla, evet, Çelebi Efendi Hazretleri’ diyor.”
Ne yazık ki Cemalettin Çelebi’nin, Cumhuriyet ilanını görmeye ömrü yetmiyor. Ölümünden birkaç gün önce bu tarihi konuşmayı kutsal bir sır olarak kardeşi Veliyettin Çelebi’ye naklediyor.
Hacıbektaş görüşmesinden sonra, Cemalettin Çelebi’yi Anka¬ra’da toplanan Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olarak görüyo¬ruz. Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Cemalettin Çelebi’nin Büyük Millet Meclisindeki görevi, Birinci Başkan Vekilliğidir.
Cemalettin Çelebi’nin bu göreve getirilmesi, belki Hacıbektaş görüşmesinin sonuçlarından biridir, fakat en önemli sonucu değildir.
Hacıbektaş görüşmesinin en önemli sonucu, Türk milletinin cum¬huriyet ilanı dâhil, Mustafa Kemal Paşa’nın düşüncelerini ve isteklerini daha o günden içtenlikle desteklemeye hazır olduğu konusunda Atatürk’e kesin bir kanı vermiş olmasıdır. Hacıbektaş’tan ayrıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa, sadece İstiklal Savaşında değil ondan sonra yapacağı işlerde de Türk milletinin samimi ve kararlı desteğini arkasında hissetmiş, uzun vadeli düşüncelerini o günden itibaren ana hatlarıyla programa bağlamak ve yönlendirmek de Türk milletine duyduğu güvende yanılmadığının bir kanıtını görmüştür.
Hacıbektaş görüşmesinden sonra, Ulusal Savaş sırasında olsun ve daha sonra gerçekleştirilen Atatürk Devrimleri’nde olsun Mustafa Kemal Paşa, Alevi-Bektaşilerin yoğun olduğu bölgelerden büyük destek görmüş, şurada burada düşman kışkırtmaları sonucu isyan hareketleri çıktığı halde, bu yörelerde Atatürk ve devrimlerine karşı en küçük bir olay görülmemiştir.
Mustafa Kemal Paşa Hacıbektaş’ta bir gece kalmış, ertesi gün Cemalettin Çelebi, hastalığı sebebiyle fazla yürüyemediği için oğlu Hamdullah ile beraber Hacı Bektaş Veli Türbesini ziyaret etmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Baba ve Dervişlerle ilgilenmemesi dikkati çekmiş, hazret avlusunda ayakta bir kahve içmekle yetinmiştir. Cemalettin Çelebi ile vedalaştıktan sonra aynı gün Hacıbektaş’tan ayrılmıştır.
Bunu izleyen günlerde Cemalettin Çelebi’nin hastalığı ağırlaşmıştır. Elli dokuz yaşında hayata gözlerini yuman Cemalettin Çelebi geleneğe uyularak Kırklar Meydanı’nda toprağa verilmiştir.
Cemalettin Çelebi’nin ölümü üzerine küçük kardeşi Veliyettin Çelebi (1867–1940) Postnişin ve mütevelli olmuştur. Veliyettin Çelebi uzun süre eğitim görmüş, Arapça ve Acemceyi çok iyi bilen, bilgin bir kişidir. Basılmamakla beraber “Hürremi” mahlası ile yazdığı çok sayıda şiiri vardır. Aynı zamanda çok yetenekli bir hattattır. Ta’lik, sülüs, rık’a, nesih ve özellikle “hatt-ı şeceri” türünden başarılı yazıları vardır. O günlerin ve çevresinin imkânsızlıklarına rağmen, Fransızca üzerinde çalışmıştır. Yeni harflerin kabulünden sonra açılan kursta öğretmenlere ve diğer devlet görevlilerine yeni yazıyı öğretmiştir.
Veliyettin Çelebi, doğa güzelliklerine çok düşkündü. At ve koyun yetiştiriciliği ile meşgul oluyordu. Son derece yardımsever bir kişiydi. O sırada sık sık ortaya çıkan kıtlıklarda, Çukurova’dan un ve buğday getirip yoksullara dağıtıyordu. Eli çok açıktı. Bu yüzden ömrünün sonunda maddi ve manevi sıkıntılar geçirdi. Şeker hastalığı ve romatizmadan muzdarip olması ve belki de maddi durumunun zayıf olması geniş bilgi ve deneyimlerinin yayınlanmasına olanak vermedi. Veliyettin Çelebi’nin yetiştirdiği kişilerden birisi, Tevfik Fikret’in Nef’i için yazdığı bir beyti onun için tekrarlamıştı:
“Bir nehr-i muazzam gibi cuş etmişsin
Fakat eyvah çorak illerde akıp gitmişsin”
Veliyettin Çelebi de büyük kardeşi Cemalettin Çelebi gibi Ata¬türk’ü bütün gücü ile desteklemiştir. Bütün ülkeye dağıtılan 25 Nisan 1339 tarihli beyannamesinde:
“Anadolu’da bulunan ceddim Hacı Bektaş Veli Hazretleri’ne samimi muhabbeti bulunan bilcümle muhibban ve hanedan tarafı halisanelerine,
Bu milleti ihya ile istikbalimizi temin eden ve vucud-ı âli¬leri kâffe-i İslamiyan’e bais-i şeref olan Türkiye Büyük Mil¬let Meclisi Reisi, Gazi namıdar Mustafa Kemal Paşa Hazret¬leri’nin neşir buyurdukları beyannameleri cümlenizin malu¬mudur. Gazi Paşa Müşarunileyhin, terakki ve teali-i vatan hakkın¬daki her bir arzularını yerine getirmek bizlere farz-ı ayn’dır. Milletimizi kurtaracak, saadetimizi temin edecek onun efkâr-ı saibaneleridir. Bunu inkâr edenlerin bizimle kat’iyyen münasebeti yoktur.
Tarikat-ı aliyemizin bütün mensubinine, Müşarünileyh Haz¬ret¬leri’nin gösterdiği namzetlerden maadasına rey vermeme¬lerini, vatanımızın kurtulması bu vechile kabil olduğunu sizlere kemal-i ehemmiyetle tavsiye ederim.”
Hacıbektaş Çelebisi Veliyettin
(Bu bildiri 25 Nisan 1339 (M. 1923) tarihli
Yenigün gazetesinde yayınlanmıştır.)
Atatürk bu beyannamenin yayınlanması münasebetiyle Veliyettin Çelebi’ye şu telgrafı gönderiyor:
“Çelebi Veliyettin Efendi Hazretlerine,
İrsal buyurulan beyanname-i reşadet-pinahileri suretini okudum. Feyz-i milli’nin inkişafına hadim olacak teşebbüsat ve mesaiden geri kalmayan Zat-ı reşadet-penahilerine takdim ihtiram eylerim. Mezkûr beyannamenin her tarafa neşir ve tevzii hakkındaki iş’ara muntazırım. Saadet-i Mülk ve millete hizmeti kendilerine şiar edinenler İnd-i Allah’a me’cur ve ebediyen mes’ud olurlar efendim.
Gazi Mustafa Kemal”
Veliyettin Çelebi, Atatürk’ün ölümüne kadar görüşmelerini ve ilişkilerini sürdürmüştür. Atatürk’ün çağrısı üzerine bir ara Anka¬ra’ya gitmiştir. Atatürk, İsmet Paşa Mahallesinde Veliyettin Çelebi için bir ev hazırlatmış ve kendisini orada ağırlamış, Çankaya’da da birkaç defa görüşme yapmıştır. Veliyettin Çelebi’nin ağırlanması ile görevlendirdiği Dersim Milletvekili Mustafa Saltuk, Atatürk’ün söz konusu görüşmelerinden sonra kendisine:
“Çok büyük insan… Onunla konuşunca adeta ruhum yıkanıyor kaynak suyu gibi temiz, okyanus gibi geniş ve derin” dediğini anımsamaktadır. (Birinci dönem Milletvekillerinden Mustafa Saltuk’un özel günlüğünden)
Veliyettin Çelebi’nin Atatürk ile ilişkileri ve dostlukları içtenlikli ve sürekli olduğu halde, belki yaratılışının münzevi ve sessiz oluşu ve belki de, Atatürk’ü desteklemesinin bir karşılığa bağlı olmadığını göstermek amacı ile milletvekilliği için Atatürk’ün yaptığı teklifleri kabul etmemiştir.
Veliyettin Çelebi, “Mütevellilikleri şeyh ve zaviyadarlara meşrut bazı vakıflar tevlitinin mürtefi olduğu”na dair Hey’et-i Umumiye kararının yürürlüğe girmesine kadar tevliyat görevini yürütmüştür.
Veliyettin Çelebi, “Tekke ve zaviyelerin türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile bir takım ünvanların men ve ilgasına dair” 30 Teşrinsani 1341 tarih ve 677 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki son Hacıbektaş Çelebisidir.
Veliyettin Çelebi, 31 Mayıs 1940’ta Hakk’a yürümüş, Çile¬ha¬ne’de toprağa verilmiştir. Özel türbesi ünlü Zemzem Çeşmesi karşısındadır.
Hacı Bektaş Veli’nin doğumundan, Veliyettin Çelebi’nin ölümüne kadar 693 yıl geçmiştir. Son çelebinin adının da “Veli” olması ilginç bir rastlantıdır.
Veliyettin Ulusoy
Not: [1] A. Celalettin Ulusoy, Hünkâr Hacı Bektaş Veli ve Alevi Bektaşi Yolu
Atatürk ile geliştirilen ilişkilere rağmen neden cumhuriyet döneminde de Alevilere yönelik baskılar sürüyor?
■ Veliyettin Çelebi ile Atatürk arasında yakın bir ilişki olmasına karşın Cumhuriyet döneminde Alevi-Bektaşilere yönelik baskılar yadsınamaz. Kraldan fazla kralcı olan o dönemdeki mülkü amirlerin marifeti olabilir. Belki de yeni kurulan bir cumhuriyetin çok dikkatli olmak zorunda olduğunun dışa aktarımıdır. Tekke ve zaviyelerin kaldırılmasıyla ilgili yasa çıktığında, yüzyıllardır süregelen adet, gelenek ve inancın bugünden yarına birdenbire ortadan kaldırılması da mümkün değildir.
Ayrıca Osmanlı döneminde de Alevi-Bektaşilere baskı uygulan¬mış, 1826 da II. Mahmut, Yeniçeri kışlalarını topa tuttuğunda ve Yeni¬çerileri kaldırdığında tüm Alevi-Bektaşi dergâh mensuplarını idam ettirmiş veya sürgün etmiştir. O zaman Hacı Bektaş Veli Der¬gâhı’nda postnişin olan Hamdullah Çelebi, Kırşehir şeriat mahkemesinde idamla yargılanıyor ve sonuçta Amasya’ya sürgün ediliyor. Dergâhın avlusuna bir cami yaptırılıyor ve Nakşibendî şeyhleri dergâha gönderiliyor. Amaç bu sapık inanç mensuplarını(!) İslam’a döndürmek. Bu ters tepiyor, Nakşî şeyhlerinden birisi Alevi-Bektaşi oluyor. Bu aile halen Hacıbektaş ilçesinde ikamet ediyor. (Hamdullah Çelebi’nin Kırşehir şeriat mahkemesinde idamla yargılanmasıyla ilgili mahkeme tutanakları Yunus Koçak ve İsmail Özmen tarafından kitap haline getirilip yayımlandı.)
Cumhuriyete geçişle bunların hepsi bir anda bitmedi.
Özellikle ailemize yapılan baskılardan şüphesiz Atatürk’ün bilgisi yoktu.
Atatürk ve Latife Hanım ayrıldığında, Latife hanımı da takip eden bir hafiye gurubu vardı. Bundan çok bunalan Latife Hanım, durumu Atatürk’e bildirmek zorunda kalıyor. Bunun üzerine Atatürk çok sinirleniyor ve takip kalkıyor.
Aynı durum Veliyettin Çelebi dönemi için de geçerlidir diye düşünüyorum.
Veliyettin Çelebi sakin, içine kapanık birisi olduğu için durumu Mustafa Kemal’e bildirmemiş olabilir. Ya da yöneticiler tarafından gadre uğrayacağı için bildirmemiş de olabilir. Durum hiçbir zaman merkeze şikâyet edilmemiş bunu biliyoruz.
Dedelik kurumu nasıl işliyor? Yalnızca akrabalık bağı ile dedelik unvanı alınabiliyor mu? Sizce “analık” kurumu işlevini yitirdi mi?
■ Çelebilere bağlı Alevi-Bektaşilerde dedelerin Hacıbektaş Der¬gâh’ın¬dan icazetli olmaları gerekiyor. Bu kuralı Hünkâr Hacı Bektaş Veli koymuş. Hünkâr: “Bir seneden beş seneye, beş seneden on seneye, on seneden on beş seneye dergâha gelip de icazetini yeni¬le¬meyenler için Nasip aldığı eli tırmalayanın yediği haram, yuduğu murdar, tacı delik, kendi murtattır.” demiştir. Bazı ocak zadelerin “Hacı Bektaş Veli Dergâhı mesafe-i Baidededir” (uzak yerdedir) diyerek, dergâha gitmedikleri ve “Bizim soyumuz da sey¬yiddir. Hacı Bektaş Dergâh’ına gitmek lazım değildir.” şeklinde konuştukları olmuşsa da; bunların zamanla, kayıtları silinmiş, ayrıca müritlerince de ciddiye alınmaz duruma düşmüşlerdir. Böylece Hacı Bektaş Veli’ye olan geleneksel bağlantıya olumsuz yönde etken olmamıştır. Hünkâr’ın dediği gibi “Arı olmayan, arıtamaz”
Yalnızca soydan dede olmakla dede olunmaz ve icazet verilmez. Bazı kıstasları vardır. Yani akrabalık bağı dedelik için yeterli değildir.
“Analık”a gelince; pir, dede ve babaların eşlerine “Ana” denir. Analık, Haticetü’l Kübra, Fatimatü’l Zehra, Hacı Bektaş Veli’nin eşi Kadıncık Ana’dan kalmıştır. Dedenin, babanın yardımcısıdır. Toplum, tarafından büyük saygı görür, cem’lerde yeri dedenin yanıdır. Tabandan yoğun istek olursa dede kızı olup, dernek başkanlığı ya da vakıf yöneticiliği yapan faal bacılarımıza böyle görevler verildi. “Analık” kurumu işlevini yitirmedi, tarihte de görevi bugünkü gibi idi. Günümüzde bize bağlı icazetli analar cemleri de yürütmektedir. Toplumun her türlü sosyal ihtiyaçlarını analık içgüdüsüyle bugüne kadar mükemmel bir şekilde karşıladı, bugün de aynı görevi devam ettiriyor.
Alevi-Bektaşilerin örgütlenme serüveni
■ İlk örgütlenmeler 60’lı yıllarda başladı. “Hacıbektaş Turizm ve Tanıtma Derneği”, amcam Ali Celalettin Ulusoy’un girişimi ve özverisiyle kuruldu. Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri de ilk defa 1964 yılında bu derneğin organizasyonu ile yapıldı. O zamanki etkinliklerde gerçek bir Alevi-Bektaşi ruhu vardı. Sonraları dernek siyasallaştı ve amcam dernekten ayrıldı. İlk anma etkinliklerindeki o coşku kayıp oldu. 12 Eylül’den sonra dernekler kapatıldığından, Hacıbektaş Belediyesi bu etkinlikleri organize ediyor.
Ciddi anlamda örgütlenmeler Avrupa’da başladı. Özellikle işçilerimizin en yoğun olduğu Almanya’da! Buralara giden ilk kuşak işçiler, önce ekonomik sorunlarını bir noktaya kadar çözünce, inançlarını da yaşamak istediler. Bu amaçla küçük dernekler kuruldu. Çok saf ve tertemiz duygularla! O zaman hatırlıyorum; en önemli tartışma konusu; farklı yörelerden gelen Alevi-Bektaşilerin hangi yöreye göre cem yapacakları üzerineydi. İşin aslında önemli bir fark yoktu, ancak bu konuda çok da bilgili değildik.
Bu sıralarda önemli olaylar oluyordu. Sovyetler dağılıyor, Almanya birleşiyordu. Sol örgütlerde üye olan Alevi-Bektaşi gençleri kurulan bu küçük derneklerde görev aldılar. Gençler dil biliyorlardı, örgüt konusunda da deneyimliydiler. Çok kısa diyebileceğimiz bir sürede, önce Almanya’da sonra diğer Avrupa ülkelerinde federasyonlar kuruldu. Bu federasyonlar da birleşerek “Avrupa Alevi-Bektaşi Konfederasyonu”nu kurdu. Zannediyorum Avrupa’nın en büyük sivil toplum örgütü.
Türkiye’deki örgütlenme, Avrupa’daki örgütlenmenin birkaç adım gerisinde kalmak zorunda kaldı. Çünkü birtakım yasal engeller vardı.
Çorum, Sivas, Maraş olayları tabii bu örgütlenmelere ivme kazandırdı. Bugün Türkiye’deki örgütlenme de Avrupa’daki örgütlenme düzeyinde. 9 Kasım 2008’de yapılan yürüyüş Türkiye örgütlenmesinin ne düzeyde olduğunu açık bir şekilde gösterdi.
Özellikle Avrupa’daki örgütlerimiz “Alevi-Bektaşi” kültür, gelenek, müzik ve diğer özelliklerimizi Avrupa’ya tanıttı ve çok kısa bir sürede oldukça başarılı oldular.
Cemler artık evlerde değil, cem evi gibi merkezlerde yapılıyor. Ve artık “bekçi” ye ihtiyaç duyulmuyor. Alevilerin ibadet ederken yaşadıkları korku yavaş yavaş azalıyor mu, aleviler sır olmaktan çıkıyor mu?
■ Cemlerin artık evlerde yapılmadığı, “Cem Evi” gibi merkezlerde yapıldığı düşüncesi yanlıştır. Bunu kim çıkarıyor bilemiyorum. “Üç can bir cem” derler. Geleneksel olarak cemler birbirlerini tanıyan insanlarla yapılır. Helâllık alma açısından da aynı zamanda Yol’un kuralıdır. “Kul Hakkı” inancın temelini teşkil eder. Ele, bele, dile hâkim olmanın temelinde yine kul hakkı vardır. Açıkçası biz bir spor salonunda ya da büyük bir cemevinde, birbirlerini tanımayan insanların yaptığı cemi tam bir cem saymıyoruz. Gerçek ceme düşkünler, şaşkınlar giremez. Kamuya açık mekânlarda yapılan cemlere “eğitici, öğretici ya da tanıtıcı cem” denilebilir.
Alevi-Bektaşi Sırrı’na gelince bazı cemlere yabancılar alınmaz. Hatta her Alevi-Bektaşi de alınmaz. Bunlar “Görgü Cemi, Musahip Kurbanı (Cemi)” gibi cemlerdir. Bazı yörelerde musahibi olmayanlar musahip cemine giremezler. Bu cemlerde gönüllerin birlendiği “Kırklar Cemi” örneği, tüm canların tek can olduğu, tevhidin gerçekleştiği, şekilcilikten uzak, ceme girenler arasında hiçbir farkın bulunmadığı, tüm sorunların çözüldüğü, gönüllerdeki pasın silinip yerine sevgi ve saygının dolduğu cemlerdir.
Şayet bu şartlara uygun olmayan bir takım hoyratlar bu ceme alınırsa bunların hiç biri gerçekleşmez, adına cem deseler de, buna cem denmez, olsa olsa şekilden ibaret “elgördü cemi”dir. Kimileri bugün cemlerimizi bir folklor gösterisine dönüştürmüştür. Geleneksel cemlere eklemeler yapılmış, örneğin Mevlevi ritüelleri katılmış. Bu bir işgüzarlıktır. Hoş görünme dürtüsü, yabancıların sözüm ona takdirini kazanacaklar. Bu cemlerde heyecan yok. Sadece şekilcilik, asimile edilmeye uygun hale getirme gayretleri var. Bu çok sakıncalı…
Cemlerde mutlaka “Bekçi” olmalı ve buna önem verilmeli. Toplumun güvenliğini tehlikeye atamazsınız. Vebal altında kalırsınız. Hem de on iki hizmet tam ifa edilmemiş olur. Tabii ki bekçilerin silahı yok. Ancak cemaati uyarmak görevleri var. Tehlike olduğunda güvenlik kuvvetlerine ulaşmak için bunların uyanık olmaları şarttır. Sokak başlarında, cem yapılan yerin dış kapısında ve uygun olan yerlerde durmaları gerekir.
Hacıbektaş’ta son otuz yıldır ne değişti Aleviler açısından?
■ Hacıbektaş’ta son otuz yıldır neler değişti? Hacıbektaş’a gelen ziyaretçi sayısı geçmiş yıllara kıyaslanmayacak ölçüde arttı. Yalnız anma törenlerinde eski heyecan ve renklilik kalmadı. Gelen misafirleri rahat ettirecek mekânların eksikliği günümüzde en önde gelen sorunumuz. Barınma yerleri, su, tuvalet, banyo yetersiz. Daha önceki yıllarda büyük paralar harcanarak yapılan ve bu sorunları büyük ölçüde çözen “Çadırkent” kaldırıldı, yerine çok katlı konutlar yapıldı. Çok katlı konutlar başka yerlere yapılabilirdi. Hacıbektaş’ta arsa ve tarla fiyatları diğer yerlere göre çok ucuzdur.
Çelebi evleri elden gelen konukseverliği göstermeye çalışıyor. Devlet desteği ve yatırımı bu alanda yetersiz kalıyor. Vakıf ve derneklerin de fazla bir yatırımı yok. Hacıbektaş ilçesi halkı kültür düzeyi yüksek insanlardan oluşur. Konukseverdirler. Ahlaksal yapıları sağlamdır. Türkiye’de suç işleme oranının en düşük olduğu ilçedir. Güvenlik görevlilerinin en rahat ettiği yer burasıdır. Cezaevi kapanmış durumdadır. Alevi-Bektaşi kültüründen uzaklaşmış değillerdir. Ancak Türkiye genelinde de olduğu gibi gelenek ve görenekler zayıflıyor. Eski bayramlar, aşure günleri, komşuluk ilişkileri eskisi gibi değil.
Hacıbektaş Şenlikleri’nde yaşanan gerginliği biraz anlatır mısınız? Asıl sorun neden ve kimlerden kaynaklandı?
■ Bir defa “Hacıbektaş Şenliği” sözü yanlıştır. Doğrusu “Hacı Bektaş Veli’yi Anma Törenleri”dir. Bu törenleri bir panayıra dönüştürmek isteyenler olabilir. Bu bizi rahatsız ediyor. Buraya gelen hiçbir sivil toplum kuruluşunu (Dernek-Vakıf) ya da şahsı dışlayamazsınız. Halkta tabanı olan insanları dinlemek zorundasınız. Cumhuriyetçilik, Atatürkçülük, demokratlık kimsenin tekelinde değildir. Milyonlarca Alevi-Bektaşi’nin inanç merkezi olan bir yerde, söz sahibi, bir kişi olamaz. Hacı Bektaş Veli’yi Anma Törenleri artık profesyonel kadrolara bırakılmalıdır. Amatörce yapılan işler amaçtan uzaklaştığı gibi kişisel duygular öne çıkıyor, bu da çok zarar veriyor.
Devleti yönetenler bu konunun hassasiyetini görmeli ağırlığını koymalıdır. Bu konuda dışlayıcı değil, toparlayıcı olmak gerekir. Siz ortamı gererseniz bundan yararlanacak kötü niyetli insanlar çoktur.
Bugün “Müze” statüsünde Kültür Bakanlığına bağlı olan Hacı Bektaş Veli Külliyesi, yine müze olarak kalmalı ve Hacıbektaş Belediyesi’ne verilmelidir. Hacıbektaş’a 15–20 dönüm bir arazi üzerine bugünün şartlarına uygun ve Hacıbektaş’a yakışan bir “Cem ve Kültür Evi” yaptırılmalıdır.
Hep sol ile özdeşleştirilen Alevi oyları son seçimlerde siyasi partilere ne gibi yanıtlar verdi?
■ Siyasi yapılanma içinde bir rahatsızlık var. Siyasi partilerimizde¬ki lider diktası, parti içi demokrasinin işletilememesi, seçim sis¬te¬minin bozukluğu gibi nedenler halkın siyasete tam anlamıyla katı¬lı¬m¬ını engelliyor. Bence karizmatik liderler değil, daha çok dinamik ve çözüm üreten genç kadrolar gerekli.
İttihat Terakki de dâhil AKP de dâhil siyasi tüm oluşumlar Alevilerin desteğine ihtiyaç duyuyor.
Neden Alevilerin oyları önemli?
■ İttihat ve Terakki’den bu yana bütün siyasi kadrolar halk katmanlarında kendilerine destek aramışlardır. Sayı itibariyle bugün 20–25 milyon olduğumuzu tahmin ediyorum. Bu azımsanacak bir rakam değildir. Bazılarının iddia ettiği gibi 5–6 milyon olsak, bu kadar önemsenmezdik. Burada önemli olan, kuruluşlarımızın eski deyimle asgari müşterekte bir araya gelmeleridir. O zaman oylarımızın değerini özellikle toplumumuz çok daha iyi anlayacaktır. Belki de oylarımız gelecekteki Türkiye için denge unsuru olacaktır.
Yeni bir sola ihtiyaç duyulduğu söyleniyor. Eski Türkiye Birlik Partisi gibi bir oluşuma ihtiyaç duyulduğu ima ediliyor. Alevi partisi kurulursa destek verir misiniz?
■ Yeni bir sola ihtiyaç olup olmadığı bizim sorunumuz değildir. Daha doğrusu inanç önderi konumunda olanların buna karar vermesi ya da bu konuda görüş belirtmesi yanlış olur. Mademki biz bir taraftan dinin siyasallaşmasına karşı çıkıyoruz, bir taraftan da aynı yanlışlığa kendimiz düşmemeliyiz. Çağdaş demokrasilerde etnik temele ya da dinsel inanç temeline dayanan partilere izin verilmez. Doğru olan da budur. Eski Türkiye Birlik Partisi oluşumu yanlıştı. Aynı yanlışın tekrarlanması, bir fayda sağlamaz. Toplumumuz laikliği savunan bilinçli insanlardan oluşuyor. Böyle bir parti kurulursa bunlara ve bize bu görüşümüzden dolayı sempatiyle bakan Sünni dostlarımıza bunu nasıl izah edeceğiz? Aslında dedelerin, babaların ve diğer inanç önderlerinin siyasetle ilgilenmemeleri, tarafsız kalmaları çok daha hayırlı olur düşüncesindeyim. Toplumun diğer kesimi, özellikle gençler siyasetle yakından ilgilenmelidirler.
Hükümetin bir türlü “açılmayan” Alevi açılımının başarısızlığının nedenleri sizce nelerdir? Hükümetin bu tür girişimleri Alevilerin ilerde farklı ve karşıt gruplar içerisinde yer almalarına neden olur mu?
■ Hükümetin Alevi açılımındaki başarısızlığı, kendilerinin İs¬lam’ın bir yorumuna yakın durmalarından kaynaklanıyor. İslam’ı Sünni¬lik, hatta Hanefi içtihadı olarak algılıyorlar ya da kamuoyunda böyle bir intiba uyandırmışlar. Batılılar da öyle görüyor: “Ilımlı İslam”. Gerçekten laik olabilseler, çoğulcu olabilseler sorun çıkmaz. Benzeştirme eğilimi var. Bu da Diyanet kanalıyla yapılmak isteniyor. Alevi köylerine cami yapılıyor. Bu eğilim (benzeştirme) Alevi-Bektaşilerde rahatsızlık yaratıyor. Devletin dini olmaması gerekir. Her inanca, hatta inançsızlara da devletin aynı uzaklıkta olması gerekir. Bazı Alevi kuruluşlarına yakın, diğerlerine uzak durmaları çoğunluğu rahatsız ediyor. Bir gruba din kitapları ısmarlamaları, diğer çoğunluktaki gurubu görmezlikten gelmeleri toplumuzca hoş karşılanmıyor.
Alevi-Bektaşi’lerin çoğunluğu marjinal ve radikal gruplara itibar etmezler. Devlet hukukuna saygılıdırlar. Yeter ki devleti yönetenler demokrasiden, laiklikten, insan haklarından kısacası cumhuriyetin temel ilkelerinden ayrılmasınlar.
Aleviler Diyanet’in kaldırılmasını talep ediyor. Peki, bu kurumun kaldırılması durumunda Diyanet’in işlevini üstlenecek herhangi bir alternatif oluşum öneriniz var mı?
■ Bugün için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması çok ütopik bir istek gibi görünebilir. Ne yazık ki hiçbir siyasi parti bunu programına almaz ya da cesaret edemez. Çünkü bundan yararlanan bir çoğunluk var (Diyanet’in bütçesi bunu açıkça ortaya koyuyor.) Bir de camilerin yıkıcı İslami tarikatların kontrolüne girmesinden korkuluyor. Hâlbuki bu tarikatlar illegal yoldan yapılanmalarına devam ediyorlar. Bazıları holding olmuş, dünyaya yayılmış. Devlet bunu önleyemiyor veya önlemek istemiyor.
Ancak biz Diyanet’in yanlış olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Türkiye AB’ye girse kesinlikle Diyanet’e izin vermezler. Yani Avrupa bunu istemez. Çünkü bunun AB bünyesinde başka bir örneği yok. Devlet din işlerine karışmaz ve hiçbir inanışa maddi destek vermez. Bazı inançları destekleyip diğerlerini itmez. Her inanç, inananları tarafından finanse edilir. Devlet, inançlar arasında problemler olursa tarafsız hakemdir, kararına taraflar uymak zorundadırlar.
Diyanet’e alternatif bir kuruluş önermek gereksiz! Batı’da veya diğer demokratik ülkelerde böyle bir kuruluş yok.
CEM Vakfı Genel Başkanı İzzettin Doğan, Başbakan Erdoğan’ın isteği üzerine ilköğretim okullarında okutulmak üzere Alevilikle ilgili bir kitap hazırladığını açıkladı. Seçim öncesi Alevilerin hangi partiye oy vermesi gerektiğine dair ilk kez herhangi bir açıklamada bulunmamasını da buna bağlayarak “diyalog içine girmişken, karşılıklı güveni sarsacak, duyusal sonuçları doğuracak olan hareketlerden kaçınmak istedim” diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
■ Sayın İzzettin Doğan bir vakıf başkanıdır. Tüm Alevi-Bektaşileri temsil etme gibi bir yetkisi ve hakkı yoktur ve böyle bir ders kitabı hazırlığı için görev verilmişse diğer tüm Alevi-Bektaşi kuruluş temsilcileriyle bir araya gelip konu üzerinde görüşlerin tartışılması ve buradan çıkacak sonuca göre hareket edilmesi gerekirdi. Bir Alevi dedesine yakışan da bu olurdu.
Sayın İzzettin Doğan her nedense Alevi-Bektaşilere bazı sağ siyasi kuruluşları (Partileri) öneriyor. Bence bir dede siyasetle ilgilenmemeli. Kendisine tam teslim olan talibi farklı siyasi görüşte ise bu teslimiyetin ne değeri kalır? Bu yolumuza zarar vermez mi? Gerçek bir din adamının siyasetle işi olmaz. Bizim Alevi-Bektaşiler olarak önce felsefemiz insan sevgisidir. Yetmiş iki millete bir nazarla bakmaktır. Irk ve din ayrımına yer yoktur. Bu nedenle radikal siyasi düşüncelere uzak dururuz.
Aşırı milliyetçi ya da teokratik bir rejim kurmak isteyenlere bizden oy çıkmaz. Geçmişte sabıkalı olan partiler, önce kamu vicdanını rahatlatmalıdır. Bu surette ancak demokrat sayılabilirler. En azından hatalı davrandıklarını kabul edip, Alevi-Bektaşi toplumundan özür dilemeleri gerekmez mi? Çorum, Sivas, Malatya, Kahramanmaraş olaylarının failleri ortaya çıkarıldı mı? Kaç tanesi cezalandırıldı? Oy istenen bu siyasi kuruluşlar bu olaylar hakkında ne düşünüyorlar? Önce bizi bu konuda ikna etsinler ki biz de geçmişe bir sünger çekelim. Madımak Oteli’nin müze yapılması gibi bir devlet için çok basit bir işi bile bugüne kadar gerçekleştirememişlerdir. Solingen müze oldu, ama Madımak neredeyse yirmi yıldır tartışılıyor. Alevi-Bektaşi toplumu Madımak Oteli’nin müze yapılması için gereken maddi desteğin yüzlerce katını karşılar, ancak bunu devletinden beklentisi de hakkıdır.
İstanbul’da 1826 yılında yapılan kıyım üzerine kapatılan ve yağma edilen Alevi-Bektaşi Dergâhları öz sahiplerine iade edilmelidir. Örneğin Şahkulu, Karaağaç (Sütlüce), Karacaahmet gibi. Azınlıkların vakıf mal varlıkları iade edilirken, bu ülkenin esas unsularından olan Alevi-Bektaşi’lere bu hak neden tanınmıyor?
Aleviliğin okullarda okutulmasına gelince, eğer yanlış bilgiler, yetersiz bilgiler verilecekse öğretilmemesi öğretilmesinden yeğdir. Bunun endişesini taşıyoruz. Bu dersi verecek öğretmen de çok önemlidir. Aslında okullarda genel ahlak kuralları öğretilmelidir. Din dersleri muhakkak okutulacaksa seçmeli olmalıdır. En iyisi din eğitimi ebeveynlere bırakılmalıdır.
Alevi gençlerin boynuna Zülfikar takmak ya da Facebook’taki gençlik guruplarına üye olmak gibi tavırlarıyla ilgili neler düşünüyorsunuz?
Sizce Alevi gençliği, kendi kültürüne ne kadar yakın,
kültürel yozlaşmaya ne kadar açık?
■ Alevi gençlerin Zülfikâr takmaları onların ruhlarındaki Ali sev¬gi¬sinin bir tezahürüdür. Ancak doğaldır ki Alevilik internetten öğ¬re¬nilecek bir şey değildir. Yaşayarak, hissederek öğrenilebilir. Şe¬kil¬sel değil, içsel bir öğretidir.
Eğer gençler boşluğa düşmüşse bunun vebali yetişkinlerin –bizlerin– boynunadır.
Yine de Alevi-Bektaşi gençlerin çoğunluğunun itikatlı olduklarına, temel ahlak kurallarına uygun hareket ettiklerine inanıyor, onlara güveniyorum.
Alevi gençliğinin özellikle Doğu ve Güneydoğu’da bilinçli şekilde teröre yönlendirilmeye çalışıldığıyla ilgili
neler söyleyebilirsiniz?
■ Doğudaki olaylar etnik temeldedir. Alevilikle ilgisi yoktur. İyi bir Alevi kültürü alan gencin terörle ilgisi olamaz. Cana kıyamaz, kimseyi incitemez, diğer canlılara bile yaklaşımında sevgi ön plandadır.

(Yurt dışındaki Alevilerle ilgili sorunuzu yukarda cevapladım.)

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*