Rumeli’de Yedi Gün

Rumeli’de Yedi Gün:
Tarihin, Doğanın ve Erenlerin İzinde…
Ayhan Aydın

Dedim ismin nedir, dedi Vatandır
Dedim başın karlı, dedi Balkan’dır
Dedim tarihi ne, dedi al kandır
Dedim ya esaret, dedi ki yok, yok

Dedim Karadeniz, dedi sevdalım
Dedim Trakya, dedi ipekten halım
Dedim meyve bağlı, dedi her dalım
Dedim sarı beniz, dedi ki yok, yok

Dedim Rodop dağın, dedi altın kaz
Dedim çok mu yoksa, dedi kelam az
Dedim insanları dedi destan yaz
Dedim var mı mutlu, dedi ki yok, yok

Dedim şu Dobruca, dedi ambarım…
Dedim tarlaları, dedi bir varım
Dedim güllerinde, dedi bal arım
Dedim huzur var mı, dedi ki yok, yok

Dedim salkım üzüm, dedi bağımda
Dedim sür davar, dedi dağımda,
Dedim bin bir hikmet, dedi çağımda
Dedim gülen var mı, dedi ki yok, yok

Dedim cihanda pak, dedi yüzüm var
Dedim her tarafta, dedi sözüm var
Dedim mert halkına dedi övgüm var
Dedim şan  düşmesin, dedi ki yok, yok

Latif Ali

Tarihi boyunca dünyanın ticaret, yerleşim, tarım, ulaşım merkezlerinden birisi olan Balkanlar sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış dünyanın çok kültürlü ana coğrafyalarından birisidir.
Yüzyıllardır Anadolu’yla birlikte Türklerin ve Alevilerin-Bektaşilerin yoğun bir şekilde yaşamlarını sürdürdükleri yerlerden birisi de Balkanlardır.
Bugün de iki milyona yakın soydaşımızın yaşadığı ve Türkler tarafından “Rumeli” olarak da bilenen bu topraklar bir kültür beşiğidir.
Birçok güzel kentin bulunduğu bu coğrafyada aynı zamanda birçok Alevi Bektaşi ereni de yaşamış, bugün onların türbeleri aynen Anadolu’da olduğu gibi ziyaret edilen ana mekanlardan olmuştur.
Doğasıyla da tüm Avrupa’nın en güzel yörelerinden birisi olan Balkanlar kendisine özgü bitki örtüsü ve hayvanlarıyla dikkat çekmektedir. Derin vadilerin, dağların, ormanların, nehirlerin, göllerin bulunduğu Balkanlar aynı zamanda üç tarafı denizlerle kaplı sahilleriyle de meşhur bir turistlik cennettir.
Yurdumuzun kurtarıcısı cumhuriyetimizin kurucusu büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere nice büyük insan yetiştiren Rumeli toprakları altı yüz elli yıl boyunca yapılan binlerce han, köprü, dergah, tekke, camii, hamam, bedesten, çarşı, medrese, hastane, köşk,  su bentleri, saray, dükkanlarla… adeta bir Türk yurdu olmuştur.
Şanslı birisi olarak daha önce de on kez gezip gördüğüm bu toprakları ve bu topraklar üzerindeki inanç merkezlerini bir seferde görme şansına ulaşacaktım ama elbette daha önce gezip gördüğüm bir çok türbeyi ve mekanı göremezsem de aynı coğrafya üzerinde yürüyecektim uzun bir yolda.
Bir büyük inancın adı olan Alevi – Bektaşi İslam yolu, Hz. Muhammed, başta Hz. Ali ve Hz. Hüseyin olmak üzere On İki İmamların, Ehlibeyt’in, Seyyidlerin, Pirlerin, Mürşitlerin, Rehberlerin, Kırkların, Alp Erenlerin, Velilerin, Ozanların ulu yoludur.
Kendi canı yanında en sevdiği değerlerin; çocuklarının ve en yakın akrabalarının, yoldaşlarının canını zalimlerin atlılarının altında feda ederek İslamiyeti ve insanlığı kurtaran Şehitler Şahı, Kainat yıkılana kadar sevgi ve saygıyla anılacak İmam Hüseyin’le başlamıştır bu yolculuk. Dünyanın hangi ulusları onun önünde saygıyla eğilir ve onun ve yoldaşlarının anısına kaç gün oruç tutarlar; yolun sonu nereye varır, bu büyük inanç nerelerde, kimlere, nasıl, ne şekilde anlatılır bilemiyorum ama Muhammed Ali’yi ve Onu yolundan gidenleri kılavuz edinen bir büyük halk kitlesi de Balkanlar’da yaşamıştır, yaşamaktadır.
Bu kitle hakça bölüşümü, adaleti ve eşitliği yaşamlarının merkezine koymuşlardır. Eline, deline, beline hakim olarak, yetmiş iki milleti bir gören,  Şeriat-Tarikat-Marifet ve Hakikat kapılarından ve bunların içindeki kırk makamdan geçenlerce Hakk’ı insanda gören, Tanrı’ya korkuyla değil sevgiyle yaklaşıp kavuşmak için gönül kırmamayı bir inanç düsturu yapmış bir kitledir bu kitle. “Ete kemiğe büründüm – Yunus diye göründüm” diyenlerin, ağulu sözleri bala çeviren, kan göz yaşı akıtsa da, hoşgörüsünden bir şey kaybetmeyen, sadece insana değil yaratılmış tüm canlılara sevgiyle bakan bir kitledir bu kitle.
Bizim yapacağımız; tüm değer ve erdemleriyle yaşayanların büyük coğrafyalarının bir bölümünde çok kısa sürebilecek anı gezisiydi.
Eğer Alevi/Bektaşi İslam yolunda bir büyük geziden bahsetmek gerekseydi bu uğurda bir kısmı büyük çileler çekmiş şu erenleri anmadan da geçmek olmazdı: Ebu Müslim-i Horasani (ö. 755),  Beyazıd-ı Bestami (ö. Yaklaşık 875) Cüneyd-i Bağdadi (ö. 910), Hallacı Mansur (ö. 922), Koca Ahmet Yesevi (ö. 1167), Ebul Vefa (Tacu’l-Arifin Seyyid Ebü’l-Vefa Bağdadi) (ö. 1107), Dede Garkin, Haydariliğin kurucusu Kutbeddin Haydar (ö. 1221), Kalenderiliğin kurucusu Cemalü’d-Din Savi (ö. 1232/33), Şıhabeddin es Sühreverdi (ö. 1234), Baba İlyas (ö. 1240), Baba İshak (ö. 1240), Muhyiddin İbnü’l Arabi (ö. 1241), Ahi Evran (ö. 1261), Hacı Bektaş Veli (ö. 1270), Mevlana Celaleddin Rumi (ö. 1273), Sarı Saltık (ö. 1293), Barak Baba (ö. 1307), Tabduk Emre, Yunus Emre (1320),  Şeyh Edebali (1326),  Abdal Musa, Abdal Murad, Abdal Mehmed, Postinpuş Baba, Şeyh Mehmed Küşteri (I. Murat Dönemi (1362/1389), Seyyid Ali Sultan (ö. 1402), İmameddin Nesimi (ö. 1408), Şeyh Bedreddin (ö. 1416), Kaygusuz Abdal (ö. 1424) Hacı Bayramı Veli (ö. 1429), Otman Baba (ö. 1478/79), Şah İsmail gibi …
Bu uluları birbirleriden ayırmak mümkün müdür? Bir Nesimi’yi, Virani’den, Muhyittin Abdal’dan ayrı düşünebilir misiniz? Ya da Hallac-ı Mansur’u Nesimi’den; Süceattin Veli’yi Otman Baba’dan; Akyazılı Sultan’ı Demir Baba’dan ayrı düşünebilir misiniz? Farklı yüzyıllarda yaşamışlarsa da, farklı coğrafyalarda yaşamışlarsa da, onların tümü birbirini etkilemiş, birbirini beslemiş, öncekilerin ve çağdaşlarının mirasını gelecek kuşaklara taşıyan köprüler olmamış mıdırlar?

“….
Özünü yandırdı şem’a yapıştı
Pervaneyi gör nare sadık oldu

Cuşa geldi çün enelhak söyledi
Şol Mansur(u) gör dare sadık oldu

Postunu soydurdu Seyyid Nesimi
Nice nice esrare sadık oldu

Muhyiddin bülbül figane başladı
Yine taze bahara sadık oldu”

(İbrahim Aslanoğlu, Muhyiddin Abdal, Ekin Yayınları)
Alevi/Bektaşi inancının ana damarından beslenen yol önderlerinin yolundan giden  bir büyük kitle de çok farklı inançların ve kültürlerin harmanlandığı Rumeli dediğimiz, Balkanlar dediğimiz büyük medeniyetlerin uğradığı, büyüleyici bir coğrafyaya sahip yerlere gelip yerleşmişlerdi. Altı yüz elli yıl boyunca birbirinin içine karışa karışa, harmanlana harmanlana, değişe değişe günümüze kadar gelip varlığını sürdüren kimi zaman kendilerine Işıklar denen, Kızılbaşlar denen, Torlaklar denen, Kalenderiler denen; Batini, Tasavvufi bir İslam yolunu kuran öncüler ve onlardan derin bir şekilde etkilenmiş bir büyük halk kitlesi, bugün adına Aleviler, Bektaşiler denilen binlerce insan vardır bu topraklarda.
Balkanlar’da Türklerin en yoğun yaşadığı ülke Bulgaristan’dır. Bugün bilimsel ciddi kitapların yayınlandığı Bulgaristan Aleviliği Bektaşiliği ile ilgili daha önceki gezi notlarımızda daha ayrıntılı bilgiler mevcut olduğu için burada bazı köy isimlerini vermekle yetineceğiz: Bulgaristan Deliorman denilen bölgede; Silistre‘ye bağlı Baltacı Yeniköy (Bradvari), Söğütçük (Vodno), İlçe Merkezi: Akkadınlar (Dulovo) hemen yanında Karalar (Çernik), Razgrat’a bağlı Kemaller (İsperih) İlçesi, Balpınar (Kubrat) İlçesi arasında Demir Baba Türbesi: Mumcular (Sveştari) Köyü. Yine Razgrat’a bağlı Kazcılar (Bisertsi), Mesim Mahallesi (Mıdrevo), Caferler (Sevar), Yeniceköy (Preslavstsi).
Varna Bölgesi’nde Balçık Akyazılı Türbesi yakınlarında Kumluca (Pyasaçnik, Saçlı/Koçlu Baba türbeleri varmış.), Keçideresi (Dobric Kasabası- Poruçik Kırcıevo, Ali Dede Türbesi varmış) köyleri.
Gerlevo Bölgesi, İslimye (Sliven) İli Kazan (Kotel) İlçesi’ne bağlı: Alvanlar (Elvanlar) (Y(J) ablanovo), Veletler (Mogilets), Küçükler (Malko selo) köyleri.
Haskovo (Haskov) Ve Kırcali Bölgesi’nde: Otman Baba çevresindeki köyler: Tekke, Karalar, Paşaköy, Beyköy, Alanmahalle, Babalar, Pındıcak, Koşukavak, Kocakışla, Güveçler, Koçaşlı, Rahmanlar, Yenişarköy, Elmalı, Sürmenler, Karamanlar, Balolar… gibi.
Türkiye’ye çok yoğun göçler olup iki üç milyonla ifade edilen bir insan kitlesi “Anavatan” olarak söylenen ki, bin yıl yaşadığımız (hadi Osmanlı’dan öncekilerden az miras kalmışsa, hiç kimse tarafından inkar edilemeyen yedi yüz yıllık canlı birliktelik var) Balkanlar da Anavatan’ın bir devamı değil midir?
Gelip yerleşen soydaşlarımızın Rumeli’yle bağlarının devam etmesi için yoğun mücadele veren insanlar, kurumlar da vardır. Bizim tüm dileğimiz bir Ata yurdu, Anayurdun kopmaz bir parçası olan Rumeli’yle, orada yaşayan soydaşlarımızla bağlarımızın çok daha kuvvetli devam etmesidir. Zaten tarihsel olarak önemli bir kısmı Anadolu üzerinden bu topraklara, Rumeli’ye giden ama oralardan zorla koparılan şimdi Türkiye’nin ayrılmaz parçaları olmuş, bu toprağa ekilmiş olan bu büyük kitlenin çocuklarının yurdumuzun bir parçası olan Balkanları tanımalarını sağlamaktır. Fakat bir görev de, bunun kadar önemli olmak üzere o topraklarla fiili bir bağı olmayan “Anadolu”lu kitlenin de o güzelim ata yadigarı toprakları görmelerini sağlamaktır.
Yani Balkanların, Rumeli’nin kapısını tekrar ülkemiz insanına açmak bir insanlık görevidir.
Bu konuda çalışmak ibadettir, diyorum.

CEM Vakfı Tarafından
Bulgaristan-Makedonya-Yunanistan’a Bir Haftalık Gezi Yapıldı

CEM Vakfı tarafından, “Balkanları Ziyaret İbadettir” anlayışıyla 4-11 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz altmış beş kişini katıldığı ve Cem Televizyonu’nun belgelediği Rumeli gezisiyle hem tarihi bağlarımız olan, hem inanç yönünden doğal uzantılarımız sayılan ve Türkiye’nin Trakya bölgesinin bir devamı olan Balkanlarda yedi günlük Kültür-İnanç-Doğa birlikteliğini bu tura katılanlara yaşatmaya çalıştık.

Ayhan Aydın
CEM Vakfı Basın Halkla İlişkiler Birimi

Gün Gün GEZi

4 Haziran 2010 Cuma, Hareket

Akşam Saat: 24.00’de, İstanbul Yenibosna Cem Kültür Evi’nden hareketle Edirne üzerinden Kapıkule’ye sabah saat: 05.00’de vardık.

1.    Gün, 5 Haziran 2010 Cumartesi

Kalbim küt küt atıyor… duygudan gözlerimden yaşlar geliyor… heyecan… hasretlik… yurt özlemi… ıhlamurların kokusu… itlerin ürüşü… yaşamayan anlamaz anlar… yüz bin yıldız altında yüz bin melek kanat çırpar… çocuklar sıcak yataklarındalar… ben ise altı kez gidip yedincide reddilen vizemle kainatın başıma yıkılışından üç sene sonra yine kapısındayım Bulgaristan’ın. Allah’ın bir Şiran’lısı niye bu kadar sever, niye bu kadar özler, neden ikinci vatan bilir bu toprakları da, sınırdan geçince inip toprağını öper? Yine büyüksün, yine ulusun Allah’ım, Şanın yaşasın.
Bu sevgimi anlayacaklardan birisi de can dostum Veysel Bayram’dır. Bu gezide Bulgaristan boyunca bizlere yardımcı olan Bayram,  bizleri tüm gece yarısı beklemeden bıkmamışcasına sarılıyor, hasretle, özlemle bizlere… Nihayet kabus bitti! Bulgaristan topraklarındayım! Beni lime lime etseler ne gam! Erenlere bin şükür…!

Tüm duygulardan üstün bir duygu var ya,
Şahlanır damarlarda atarak.
Bir yiğit ölümsüzlüğe yönelmiş Rodoplar’da
Onurunu gençliğine katarak.

Süleyman Yusuf Adalı

Kırcaali, Mestanlı
Elmalı Baba Dergahı

Otobüsler tüm hızıyla ilerleseler de burada yollar zamanı yavaşlatıyor. Kırcaali’ye (Kurdzhali)’ye bağlı Mestanlı’daki (Momçilgrad) Elmalı Baba Türbesi’ni ziyaret ilk hedefimiz.
Tarihi kayıtlarda hayatı hakkında fazla bir bilgi olmasa da bize miras kalan türbeden ve diğer dergah yapılarından buranın zamanında önemli bir inanç merkezi olduğunu anlıyoruz. Zaten büyük çabalar sonucunda  burada şimdi geniş halk kesimlerine hizmet verecek şekilde çeşitli  binalar yapılmış durumda; kurbanlıklar için kesimhane, mutfak, cemevi gibi. Bir meydan içinde bir kuyu hemen yanı başında bir dut ağacı oradaki ahengin merkezleri durumunda. Elmalı Baba türbesi ve ziyaret yeri bir tepenin eteğinde ağaçlarla kaplı bir alanda. Çevresinde ise çiftçiler güneş altında tarlalarında çift çubuk peşindeler. Bu yörede onların en büyük yardımcıları eşekler hayatın kendilerine yükledikleri kahrı çekiyorlar, mihnetsizce. Tarlalardan gelip geçen gençler bizlere selam ediyorlar. Anadolu’dan hiçbir farkı olmayan bu topraklara bir daha bir daha sağlam basıyoruz; Elimizden avucumuzdan çoktan kayıp gitmişse de boşu boşuna, geçmiş günlerin özlemiyle soluyoruz Balkan Havası’nı…

Haskova
Otman Baba

Odman Baba’nın dergâhını soranlar
Dergâhı cennettir Odman Baba’nın
Eşiğinde yaslanuban yatanlar
Dergâhı cennettir Odman Baba’nın
Meczup Abdal

Haskova’da  (Hasköy) 1378’de doğup 1478’de Hakk’a yürüdüğüne inanılan, asıl adı Hüsam Şah olan, Gani Baba da denilen, Oğuz diliyle konuşan, “Kutbül Aktap” yani çok önemli Alevi-Bektaşi erenlerinden Otman (Odman) Baba’nın Türbesi’ni ziyaret ediyoruz.
On yıl önce de buraya gelmiş Tarihçi Ahmet Hezarfen ve Bektaşi Babası yazar Hakkı Saygı ve Haskova’da yaşayan Hasan Asarlı Baba’yla hayır himmetlerini almak için dualarla anmıştık bu çağının büyük kutbunu. Şimdi ise özellikle son yıllarda duyduğum gelişmeleri, yenilikleri görmek beni çok ama çok mutlu ediyor. Çünkü bir dönemler çivi üstüne çivi çakılamayan tekke ve dergahlarımızda fedakar ve cesaretli insanlarımız sayesinde bugün büyük yatırımlar yapılabilmiştir. Özellikle Bulgaristan’da Türklerin haklarını korumayı öncelikli hedefi haline getiren HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) ve onun Genel Başkanı Ahmet Doğan ve yardımcıları sayesinde bir zamanlar hayal olan gelişmeler yaşanır olmuştur Bulgaristan’da.
Otman Baba’nın hayatını ve kerametlerini onun dervişlerinden Gö’çek (veya Küçük) Abdal’ın yazdığı Velayetname’den öğrenmek mümkün. Büyük evliyaların hayatlarının, destansı bir şekilde anlatıldığı Velayetnameler aynı zamanda bizler için ayrıca tarihçiler için de eşi bulunmaz yazılı kaynaklar. İşte Otman Baba Velayetnamesi’ne göre; ela gözlü, iri cüsseli, endamı encamıyla gönülleri, yürekleri titreten Otman Baba; gökteki bulutlara ve yıldırımlara hükmeden, Tanrı Zeus gibi dünyaya hakim, Zaloğlu Rüstem gibi yiğit, bir o kadar da mert, açık sözlü bir erendir. Onun nasıl davranacağını kestirmek güçtür. Dervişleriyle birlikte ta Varna’ya kadar gidip Türk illerinde dolaşan ve kendisine verilen “Hakkullahları” yani inançtan dolayı kendisine ve postnişini – inanç önderi ve yöneticisi- olduğu Dergaha bağışlanan başta koyun, kuzu gibi hayvanlar olmak üzere her şeyi toparlayıp  dervişleriyle mekanlarına getiren Otman Baba aslında Od-man Baba’dır. Cefakar, fedakar, kanaatkar, adaletli bu ateş gibi adam gücü ve kuvvetiyle dikkatleri üzerinde toplamıştır. Dergahı halka açıktır, burada açlar doyar, susuzlar kanar.
Prof. Dr. Halil İnalcık’ın da işaret ettiği gibi, İstanbul’un fethi sırasında Fatih’le karşılaştığına inanılır. Hatta ve hatta Fatih’e bile meydan okumuştur, gör ki sen mi bu mülkün padişahısın yoksa ben mi bu mülkün sultanıyım, demiştir. Günlerden bir gün sefere çıkan Fatih’in önüne çıkmış fütursuzca ona seslenmiş, nereye gidiyorsun böyle, demiş? O da sefere, deyince; o savaşta başarısız olacaksın ama ondan sonra başarılı olacaksın, Fatih olacaksın, demiştir. Nihayetinde cezalandırılması yanındaki ulema tarafından engellenmiş, fakat gerçekten bir seferde başarısız olduktan sonra İstanbul’un fethinde başarılı olunca Otman Baba’nın büyüklüğünü takdir etmiştir, büyük han Fatih Sultan Mehmet. (Doğu Batı, Halil İnalcık, Makaleler I, 2005, Sayfa: 139)
Tüm Haskova (Hasköy)’nın en önemli inanç merkezi olan bu bölge tarihçi Ahmet Hezarfen’den dinlediğimize göre aynı zamanda bir zaman yörenin en büyük panayırının kurulduğu bir düzlüğün sonunda yer alıyor. Hemen bitişiğindeki Tekke Köyü’ne hayat veren Otman Baba Dergahı tarihte oynadığı role benzer roller üstleneceğine benzer.
Çünkü oniki odasıyla, lüks bir restoranıyla, cemeviyle, bahçesiyle burası tarihinde olduğu gibi uzaklardan buralara gelecek konukları ağırlamaya namzet bir yer olmuş.
Lokmalar yenilince cem salonuna çıkılıyor. Burası oldukça ferah, geniş, aydınlık bir yer. Ayrıca özellikle kubbesiyle dikkat çekiyor. Tavanda cam üzerine işlenen On İki İmamların resimleri bizleri gözetliyor. Onların ruhaniyetine sığınarak yerlerimizi alıyoruz. Burada Çorlu’dan geziye katılan Mahrem Tezol Baba’nın duaları, Tekirdağ’dan Mehmet Tiryaki Baba’nın sazından dinlediğimiz nefeslere herkes iştirak ediyor; Allah! Allah! Nidaları cem salonunda yankılanıyor. Bir büyük yol ulusunun huzurunda,  yaşadığı dönemden beş yüz yıl sonra onun yolundan gidenler bu yolu sürüyorlar! Sınırlar kalkmış aradan, gönüller birlenmiş, büyük bir atamıza kavuşmanın huzurunu yaşıyoruz, hep birlikte. Ben ise bir başka ruh alemindeyim, nefesler okunup her bir ulu ozanın ismi anıldıkça secdeye varan başımdaki ağrılar yok oluyor, gönlümdeki gamlar dağılıp bir derviş olarak Otman Baba’nın yanına gidiyor, ona ve o ulu ozanlara yaklaşıyorum… Bu atmosferi ancak yaşayanlar anlar…
Dergahın önündeki çiçekleri koklamaya, bahçedeki dutları yemeye, kuş seslerine dinlemeye doyamadan buradan ayrılıyoruz.
Bu arada Prof. Dr. Fuat Bozkurt Hoca tüm gezi boyunca mükemmel yazısıyla notlarını sürekli tutuyor, sorular soruyor, derlediği bilgileri yazıyor.
Uzun bir yolculuktan sonra Karadeniz sahilindeki Varna’ya, otelimize varıp burada konaklıyoruz.
Odman Baba ve Akyazılı Sultan inancı çevresinde yetişen bir büyük Alevi Bektaşi (Hurufi) ozanı da Muhyiddin Abdal’dır. O da taşkın bir Ehlibeyt sevgisiyle şiirler yazarken, dünya güzelliklerini şiirlerinde konu etmiş, varlığın yaratandan dolayı güzelliğini, onun bir eseri olduğunu dile getirmiştir.

Hızır’ın suyu benim
Ab-ı hayat bendedir
Kevser dileyen gelsin
Kadr ü berat bendedir

Üş ben ile sen benim
Delil ü burhan benim
Levh ile Kur’an benim
Savm ü salat bendedir

Geldi iman hassası
Gitti gönül gussası
Ali Hamza kıssası
Ol hikayet bendedir

On dört mafsal on parmak
Can ile Hakk’ı görmek
Yedi deniz dört ırmak
Şatt ü Fırat bendedir

Musa ile Tur benem
Cennet ile hur benem
İki benem bir benem
Bin kainat bendedir
….
Muhyiddin’im eğlence
Düş oldum gizli gence
Hem yetmiş iki rence
Özge necat bendedir

(İbrahim Aslanoğlu, Muhyiddin Abdal, Ekin Yayınları)

2.    Gün, 6 Haziran 2010 Pazar

Varna, Balçık, Obreşiste
Akyazılı Sultan

Bende uyku ne arar. Çok erkenden kalkıp otel çevresinde ağaçlar altında dolaşıyorum. Daha önce de gelmiştim gündüzü bir başka güzel, gecesi bir başka güzel bu şehre. Işıklar caddeleri yıkıyor karanlıkta Varna’da.
Balkanlar’ın en güzel kenti kabul edilen, tatil ve turist cenneti Varna’yı otobüs içinde de olsa gezdikten sonra Balçık (Batovo) yakınlarındaki Obrociste’deki (Obrochishte) zamanın inanç önderi (kutbu) sayılan Akyazılı Sultan’ın Türbesi’ni ziyaret ediyoruz.
Bir zamanlar Türk yurdunun bir parçası olan bu yörede Türkler başta Türkiye olmak üzere başka yerlere göç etmişler. Ama burada kalan Türkler burayı korumayı kendilerine bir görev sayıyorlar.
Yine tarihi kayıtlardan öğrendiğimize göre 1478’de Hakk’a yürüyen Otman Baba’dan sonra 1495’li yıllardan sonra onun postuna oturan Akyazılı Sultan’nın Dergahı da Otman Baba Dergahı gibi kendi yöresinin inanç ve kültür merkezi olmuş, Akyazılı Sultan Otman Baba müritleri tarafından onun yerine postnişin olarak kabul edilmeye başlanmıştır.
İçinde yattığı türbenin büyüklüğü ve yapımında kullanılan mermerler Akyazılı Sultan’a verilen önemi gösteriyor. Türbenin önünde büyük bir karaağaç var. Evliya Çelebi bu dergahı ziyaretinde bahçedeki at kestanelerinden bahsediyor. Yine ondan öğrendiğimize göre gelen konukları en iyi şekilde ağırlayan Dergahta görevli dervişlerinin her birinin yaptığı bir ayrı iş var; kimisi bağda, kimisi dağda-ormanda, kimisi gelen misafirlerin önünde hizmet yarışındalar… Akşamları ise sohbet, ibadet ve eğitimle zaman geçiriliyor. Şimdilerde ise üstü Türk Rus Harbi’nde yakılan dergahın ana binasının duvarları ve ocağın bacası ayakta kalabilmiş. Dergahta yatan Akyazılı Sultan da diğer erenler gibi dergahları dolaşan, tüm yörede inancın canlı bir şekilde yaşaması için mücadele veren, bir yol önderi olarak anılıyor. (Aşağıda Ek: 1’de Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden aktarılan ayrıntılar vardır.)
Bu dergahla ilişkilendirilen en önemli Alevi – Bektaşi ozanlarından birisi de Yemini’dir. Yemini Akyazı Sultan’ın döneminde yaşamış, aynı zamanda onun halifesi olmuş, bir dönem Demir Baba Dergahı’nda kalmış, Alevilerce çok bilinen Faziletname isimli kitabı 1519’da yazmıştır.  Yemini; Yunanistan’daki Eğriboz Adası’ndan olduğu, asıl adının Mehmet olduğu, türbesinin Manastır’da olduğu söylenen, şiirlerinde taşkın bir Ali sevgisini ortaya koymuş büyük ozanlardandır.

Dediler ki keramet kanı Haydar
Dayanmaz derdimin dermanı Haydar

Kamu mü’minlerin kalbinde mihrin
Olupdur dini hem imanı Haydar

Hakk’ın kudreti sende ayandır
Velayet mülkünün sultanı Haydar
….

Yemini derd-mende kıl inayet
Delalette komagıl anı Haydar

Yemini

Sonrasında Tuna Nehri kıyısındaki tarihi Silistre (Silistra) kentine gidip orada bir otelin restoranında yöreye ait balıklardan tadıyoruz.
Ben bir gece yarısı Tuna’nın akışını izlemiştim, Tuna’yı dinlemiştim. Tuna’yı Avusturya’da Viyana’da da görmüştüm. Zaman zaman düşlerime girer Tuna. En sevdiğim isimlerden birisi Tuna’dır. Türlü kuşları, balıkları vardır Tuna’nın, beslenip geldiği toprakların kokuları, renkleri vardır derinliklerinde. Bir büyük denize dökülüşü mü, bunca ağaçları, tarlaları yarması mı, insanı yürekten yaralayan gece kuşları mı, içindeki gemiler midir onu ölümsüz kılan? Aha da buraya yazıyorum; olur ya bir gün artık toprak üstünde bana huzur kalmazsa derinliklerinde kaybolmak istediğim sulardan biri de Tuna’dır. Tuna bana Ana kucağı gibi yakın geliyor.

Tuna çocuklar çocuğu
Ta Bohemya’dan başlar akmağa
Ta Karadeniz’de bulur kendini
Tuna çocuklar çocuğu

Toplar sevinçleri
Avusturya, Yugoslavya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya
Yavruları türküler söylerken
Toplar sevinçleri

Maviyle karıştırır yeşili
Eflatunla kırmızıyı azıcık
Pembeyle sarıyı daha
Maviyle karıştırır yeşili

Köy oyunlarına benzer
Akar dağ bayır ova
Flüt sesleri, davul sesleri akar içinden
Köy oyunlarına benzer

Tuna çocuklar çocuğu
Bir ucu masal sanki bir ucu ben
Çiçek ülkeleri birleştirir çiçeklere
Tuna çocuklar çocuğu

(Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Hüseyin Baba

Razgrat (Hezergrat)’a bağlı Adaköy (Ostrovo) yakınlarındaki Bulgar kral ve devlet adamlarının konaklama ve avlanma alanı da olan Voden Milli Parkı’nı ve park içindeki tarihi Hüseyin Baba Türbesi ile harabe haldeki Mazhar Paşa Konağı’nı ziyaret etmemizin heyecanı bir başka oluyor. Geyiklerin otladığı bu sık meşe ağaçlarıyla kaplı parktaki kuş sesleri insanı büyülüyor. On altıncı yüzyılda yaşamış olan çok meşhur Demir Baba’nın çağdaşı, hatta kardeşi olarak kabul edilen Hüseyin Baba yine bu yöreye manevi anlamda hayat vermiş bir Alevi-Bektaşi ulusu. 1826’dan sonra Yeniçerilikle birlikte Bektaşi Dergahlarının faaliyetlerinin yasaklanması, mallarına el konulması, inanç önderlerinin sürgün edilmesinden burası da nasibini alıyor. Dergahın mallarına sahip olan Mazhar Paşa yöredeki köylülere çok kötü davranıyor, onların da mallarını yağmalıyor, bölgede bir derebeylik düzeni kuruyor. Bu talan zihniyetinden şimdi sadece bu paşanın konağının yıkık duvarları ayakta kalmış durumda.
Burada ilginç bir doğa güzelliği de var. Yer altından akan büyük bir dere yer yüzüne yakın bir yerden geçerken keşfedilmiş ve bölgenin tüm köylerine su sağlayan ana su kaynağı olmuş. Su yatağından çıkarılarak bölgedeki köylere dağıtılıyor.

Zalim felek ne istedin sazımdan
Ne istedin benim tatlı sözümden
Yaş yerine kan akıttın gözümden
Dertli sazım yeter artık ağlama
Gel sinemi oda yakıp dağlama!

Benim dilim, senin telin bağlandı
Benim sinem, senin bağrın dağlandı
Tuz basılan kalp yaramız kanlandı
Dertli sazım yeter artık ağlama
Gel sinemi oda yakıp dağlama!

Ümmetoğlu,(Memiş Memişov) Kazcılar (Bisertsi), Razgrat, 1989

Yörenin inanç önderi olarak kabul edilen ve “Aga” olarak anılan Süleyman Selman Dede bizleri bırakmıyor.  Ağalar hep aynı olmaz. Öyle mi, öyle! Hiçbir ayrım yapmadan çalıştırdığı işçilerin haklarını veren, insanlara yardım eden Süleyman Selman Dede önemli bir masraf yaparak Hüseyin Baba türbesini yıkık haldeyken onarıyor, çevre düzenlemesini yapıyor. Onun şimdiki hedefi yine Dergahın virane haldeki meydanevi’ni (cemevi) onarmak.
Onun misafiri olarak Adaköy’e (Ostrovo) uğrayıp çaylarımızı içiyoruz. Bu köyde hem Aleviler, hem Sünniler, hem Bulgarlar iç içe yaşıyorlar. Köyde hem camii var, hem kilise var, yakınlarda da işte Hüseyin Baba Dergahı var.

Demir Baba

Bektaşi yolunun azametinden
Pir Balım eseri Demir Baba’dır
Akyazılı hakkın kerametinden
Beliren Hak eri Demir Baba’dır

Münkir’in kalbinden uzağa kaçan
Kanaralarından yıldırım saçan
Dipsiz gölde engin deryalar açan
Gerçekler serveri Demir Baba’dır

Sanında az gelir onun ne desen
Muhiplere aşkı sabaca esen
Batın kılıcıyla ejderha kesen
Dervişler haberi Demir Baba’dır

Hep akar deresi yadigarınca
Pir Hacı Bektaş’ın Akpınar’ınca
Beşparmak suyunu o çıkarınca
Gösteren hüneri Demir Baba’dır

Türbe kubbesinde olan nişanın
Tarzı ey Haydari Balım Sultanım,
Hacı Bektaşım söyler Beyanım
Hakk’ım erenleri Demir Baba’dır.

Haydar Cemil Baba

Sonrasında Kemaller (İsperih) İlçesi, Mumcular (Sveştari) Köyü yakınlarındaki  Balkanların en çok tanınan, on beşinci ve on altıncı yüzyılda yaşamış, Akyazılı Sultan’dan sonra onun yerine postnişin olmuş Deliorman’ın büyük erenlerinden, Dipsiz Göl denilen büyük vadi dibinde iki yüz merdivenle inilen, orman içindeki Demir Baba’nın Türbesini ziyaret ediyoruz.
Balkanları fetheden alp erenlerin, erenlerin, velilerin, babaların, dedelerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Bunlar içinde bazılarının ismi çok biliniyor. Çünkü onlar çağlarını aşan kimlikleriyle bugünlere ulaşabilmeyi başarmışlar. Akyazılı Sultan’dan sonra Balkanları fetheden büyük dalganın altın halkalarından birisi de Demir Baba’dır. Buraya Horasan’dan gelmeyip, bu coğrafyanın bir evladı olduğuna da inanılan Demir Hasan Pehlivan olarak da bilinen Demir Baba, gücü ve kuvvetiyle, güreşçi kimliğiyle, ejderhaları yenen, Hıristiyanlar tarafından da kutsanan, ünlenmiş bir Alevi Bektaşi erenidir. Yine kendisiyle ilgili bilgileri Demir Baba Velayetnamesi’nden öğrendiğimiz Demir Baba bölgede “adaletin bekçisi” olarak ün salmıştır. Her zaman fakirin yanında yer aldığı için mazlumların yardım için koştukları bir merkez olan Demir Baba Türbesi ve dergahı derin bir vadinin dibinde yer almaktadır. Buradan kaynayan billur gibi su yöreye hayat vermektedir. Çevresi tümüyle ağaçlarla çevrili bu vadinin bir yamacı küçük mağaraların, inlerin bulunduğu geçirimli bir toprak yapısına sahiptir. Vadinin içi ise burada bir yaşam alanı kurmaya imkan sağlıyor.
Bir kayanın üstünden göğe doğru yükselen taş ve mermerden yapılmış, Türk varlığının buradaki bayrağı gibi azametle duran Demir Baba Türbesi yine kendisinin zamanında ne derece öneme sahip olduğunu gösteriyor. Türbenin yanında yer alan duvarlardaki taşların bir kısmının üstünde birçok dini motif var. Taşlar işlenerek oluşturulmuş bu motiflerin doğrudan Dergahla bir ilişkisinin olup olmadığını bilemiyoruz. Belki de yakın bir yerden buraya getirilmişlerdir, ama en azından “fındık taşı” denilen ve Demir Baba’nın fındıklarını kırdığına inanılan büyük yuvarlak taş halen türbenin önünde duruyor. Vadinin bir ucunda ise demir çarıklar giydiğine inanılan Demin Baba’nın ayak izlerinin, bu arada atının ve öküzlerinin ayak izlerinin bulunduğu kayalık alan halen ziyaret ediliyor.
Canlı tanıklarımızdan dinlediğimiz gibi, daha elli altmış yıl önce, değirmenleri ve başka binaları varken, şimdi bu vadide sadece bunların temellerini bulmak mümkün. Sadece insan kıyımı değil, doğa yıkımları da tarihi eserlere, binalara büyük zararlar vermiştir. Yine öğrendiğimize göre elli altmış yıl önce bir korkunç yağmur sonrası seller geride kalan değirmeleri önüne katıp sürüklemiş, yok etmiş. Kuşların hiç dinmeyen seslerinin büyüsü içinde gür ağaçların dallarından sızan altın ışıkları gün bitmeden yakalamaya çalışırken, buradaki nem genzimizi yakıyor. Daha önce altı kez geldiğim Bulgaristan’da belki de on beş kez ziyaret ettiğim bu büyülü alanda bedenim ve ruhum aynı anda ürperiyor. Adım adım gezmek istiyorum dervişlerin bir zamanlar çiğnedikleri bu toprakları, her ininde, her bir ağaç dibinde bir kutsallık hissettiğim Demir Baba’nın aşkı sarıyor beni. Bulgar Ressam Todor Todorof, kendisiyle yaptığım bir söyleşide; ben gerçeği Tasavvufta buldum demişti, yaptığı onlarca Demir Baba türbesi resimlerini bana gösterirken. Çok iyi hatırlıyorum; esrarengiz bir ışık kaynağının altından gümüş rengiyle parlayan Demir Baba Türbesi ateşin harlandığı bir köz olarak sanki evrenin merkezini betimliyordu. Gökten ışık, yerden ateş karanlığı yarmış, hayatı bize sunmuştu, Demir Baba’nın sayesinde. Geceyi gündüz eden, karanlığı aydınlığa çeviren, bereket ve bolluk pınarı olan Demir Baba’dan ve bu tılsımlı yerden kopmak istemiyor canım, bir gece sabahlasam, günün ilk ışıklarıyla selamlasam diyorum, Demir Baba’mı.
Bu bölgeyi ziyaret etmiş şarkiyatçıların çizdikleri resimlerde betimledikleri değirmenler ve diğer hizmet birimleri aynen Elmalı Baba’da, Otman Baba’da, Akyazılı Sultan’da, Demir Baba’da da yapılır inşallah, diyorum. En azından Otman Baba’nın kavuştuğu yenilikleri dünya gözüyle bir gün diğer dergahlarda da görürüz umuduyla türlü dilekler dileyerek ağır ağır çıkıyoruz merdivenlerden.
Burada şu anda bir Bulgar bekçinin konakladığı ahşap bina ayakta kalan tek yapı birimi. Fare avlayan kediyi, birbirine sarmaş dolaş olmuş iki kara yılanı, kuş seslerini, hafif çağıldayan su yatağını geride bırakıp iki yüz yirmi merdiveni hızla çıkıp bizi beklemeden usanmış yolcularımıza dahil olup, tüm Bulgaristan yollarında olduğu gibi iki yanımız ağaçlarla bir tünelde ilerler gibi yolumuza revan oluyoruz.
Demir Baba Dergahı’na uğradığına hatta onunla görüştüğüne inanılan bir büyük Alevi Bektaşi Ozanı, ereni de Virani’dir. Alevilerin-Bektaşilerin büyük ozanlardan birisi olarak her zaman andıkları Virani Hurufiliğin etkisiyle özellikle Hz. Ali başta olmak üzere On İki İmamları yücelten, onları eserlerinde eşsiz bir şekilde anan şiirler yazmıştır.

İstemem alemde gayri meyveyi
Tadına doyulmaz balımdır Ali
İstemem eşyayı verseler dahi
Kokmazam sünbül ü gülümdür Ali

Ali’mdir kadehim Ali’mdir şişe
Ali’m sahralarda morlu menekşe
Ali’m dolu yedi iklim dört köşe
Ali’m saki-i Kevser dolumdur Ali
………

Nedir ey gaziler benim yandığım
Haldan bilmez yar elinden dertliyim
Bu aşkın ateşi yaktı sinemi
Pervaneyim nar elinden dertliyim

Gafletten uyandım gözümü açtım
Aşkın küresinde kaynadım piştim
Yavru şahan gibi tuzağa düştüm
Kurtulamam tor elinden dertliyim
……

Virani’yem çekem yarın kahrını
Ver doldur içeyim aşkın zehrini
Muhabbete saldık gönül bahrını
Geçti zaman zar elinden dertliyim

Virani
Akşam Razgrat’a (Hezergrat) vardık, akşam yemeğimizi yiyip bir otelde konaklamamızı yapıyoruz.

3.    Gün, 7 Haziran 2010 Pazartesi

vatan ufukları açılırken balkanlar’da,
razgrat kız çeşmesi’nden sevgiler akar,
nöbetimizi tutanlar, bize hasret oralarda.
    ninniler zamana aşı olmuş,
    ’vidin kalesi’ kalmış destanlarda…
   
şehit ağıtları söyleyen tuna bin yaşa.
plevne’den selam eder osman paşa.
tarihin bağrında donmuş al kanlar,
tırnakla et gibidir bizimle balkanlar.
    rüyalarıma girer şu bizim eller.
    ağlıyor insanıma gökteki hilaller…

Mustafa Ermiş

Sabah kahvaltısından sonra Deliorman’ın en şirin kenti ve Ibrahim Pasa Camii, saat kulesi, çeşmeleri, heykelleri, kültür merkezleri ve birçok Türk Konağı’nın bulunduğu Razgrat’ı geziyoruz. Küçük ama çok temiz bir kent olan Razgrat kendine has bir dinginliği yaşar gibi. Yeşile batmış bu kenti gezerken Manastır’ı (Bitola)’yı düşünüyorum. Her iki kenti de birbirine benzetiyorum; Mütevazi ve sakin olan bu kentte sanki aşk tanrıları buralarda dolaşmış gibi. İçinden bir dere akıyor (Ak Lom) Razgırat’ın. Tiyatro ve kültür salonuyla, heykelleriyle, yeşilliğiye olduğu kadar tarihiyle de önemli bir merkez olan bu kent Bulgaristan’da benim en çok sevdiğim şehir. 

Niğbolu (Nikopol), Ali Koç Baba
Ocak-Dedeler-Bektaşilik- Yablonovo (Elvanlar (Alvanlar))

….
Eşiğin taşına yüzümü sürsem
Baba çeşmesinden nûş edip kansam
Çerağın şem’ine pervane dönsem
Mürüvvet senden Ali Koç Baba

Selim’in kusuru çoktur yanında
Senin muhabbetin saklar canında
Pirin huzurunda Hak divanında
Mürüvvet senden Ali Koç Baba

Büyük Alevi Bektaşi ulularından ve aynı zamanda 1396 yılında Niğbolu Zaferi’nde büyük yararlılıklar gösterdiği söylenen Ali Koç Baba’nın türbesini Niğbolu’da (Nikopol) arayıp bir tepenin üstünde buluyoruz. Tuna’ya ebedi istiratgahı olan tepeden bakan Ali Koç Baba önemli bir Alevi-Bektaşi ocağı ve süreğinin kurulmasına öncülük etmiş bir alp-erendir.
Kendi soyundan olanlar ve oğlu Hüseyin Baba’nın yine Bulgaristan’da, Gerlova (Burada eskiden Girlevo kasabası varmış) Bölgesi, Eski Zağra (Stara Zagora) İli, İslimye (Sliven) ilçesi, Kotel’e (Kazan) bağlı Y(J)ablanovo (Elvanlar (Alvanlar))’da olduğunu bildiğimiz Ali Koç Baba’nın kültür atmosferinden geziye katılan bu ocağa bağlı canlar duygusal anlar yaşıyorlar ortak atalarına kavuşunca.  Tepenin eteğinden bir dere akıyor. Türbenin önünde ise kurumuş olsa da dimdik ayakta duran bir kara ağaç var. Türbenin kapısında ise hem Bulgarca, hem de Türkçe bir kitabe var. Türkçe kitabede şunlar yazılı: “Niğbolun Büyük Evliyası Ali Koç Baba Türbesi Koyun Babanın Müridi Hacı Bektaş Torunu Osmanlı Zamanında Bilgilere Göre Derviş Ali Koç Baba İnsanları Allah Yoluna Davet Eden Tasavvuf Bilgilerini Nigboluda Yaymış ve Dergah Kurmuş.”
Bu gezimizde  uğramak istediğimiz yerlerden birisi de Alvanlar Köyü’ydü. Gerçi yaklaşık bin hanelik yöreye nasıl köy denebilir ki?
Daha önce iki kez ziyaret ettiğim köyde bir Dedeevi var. Buraya Tekke de deniyor. Dedelerin yaşadığı bu ev aynı zamanda cemevi olarak da kullanılıyor. Dede soyundan gelenlerin ayrı bir mezarlıkları var. Bu köyde belki de bin yaşını aşkın meşe ağaçları da var.

Ocak-Dedeler-Bektaşilik

Batın yüzünde biz aşk meydanında
Şahın çerağından uyandık hü dost
Gerçek erenleriz şah erkanında
Pirin ocağından biz yandık hü dost

Haydar Cemil Baba

Tümüyle Türkler ve Alevilerden oluşan köy aslında bir inancın merkezi olması bakımından da çok önemlidir. Burada Anadolu’daki Ocak sistemine çok benzeyen bir inanç önderliği kurumu var. Büyük bir erenin, velinin, ulunun soyunun uzandığı ve kutsallığına inanılan bir aidiyeti ifade eden Ocak kavramı Anadolu Aleviliğinde dedelik sisteminin bağlı olduğu yapıyı izah eder. Buna göre Ehlibeyt’e soyca bağlı, büyük kerametleri (mucizeleri) görülen erenlerin soyundan gelen, seyyidler, dedeler, Alevilerin temel ibadetleri olan cemleri yürütebilme gücüne ve yeteneğine, olanağına sahip yegane inanç önderleridir. İşte bu sistem Anadolu Alevileri’nin yüzyıllardır inanç dünyasına yön vermiş ana yapıdır. Baba Mansur, Ağucan, Seyyid Mahmut Hayrani (Kureyşan), Seyyid Cemal Sultan gibi nice ulu erenin soyundan gelen dedeler cemleri Hakk Muhammed Ali aşkıyla yürütmüşler bugün de halen bu ocaklardan gelen dedeler cemevlerinde veya kendi imkanları ölçüsünde evlerde, ibadete müsait mekanlarda cemlerini yürütmektedirler. Bu ocakların ana merkezleri yanında, o ocaktan kopup zaman içinde başka bir yöreye yerleşmiş yine ulu bir erenin, yani ilk ocağın içinden gelen başka soyların pirlerinin de kutsal ziyaret mekanları vardır.
Ama Balkanlar’da, Batı Anadolu’da durum farklıdır. Bu yörelerde belli bir erenin soyundan gelmezse bile o kutlu erenin yolundan yani inançsal-kültürel kaynağından gelenler de cemler yapabilirler. İşte burada Bektaşilik kurumu ortaya çıkmış oluyor. Yani kökü, özü Alevi İslam inancı olan, bu inancın temel değerleriyle yoğrulmuş bir tasavvuf anlayışını ifade eden Bektaşilik, inanç önderlerinin özellikleri dolayısıyla Alevilikten farklılıklar göstermektedir. Bektaşilik’te erenlerin soyundan gelen dedelik kurumuna saygı olmakla birlikte, soydan gelmeyen ama bu inanca hizmet etmek isteyen dervişler, babalar hizmet yürütebilmektedir. Bu inanca göre Alevilerin aksine, zaten bu yolun pirlerinden birisi olan Hünkar Hacı Bektaş da bir yol ulusu olarak, önemli olanın yol olduğunu, yola hizmet etmenin esas olduğunu, soydan yani babadan oğla geçen sistemin çok önemli olmadığını söylediğine hatta onun hiç evlenmediğine, mücerret olduğuna inanç vardır.
İşte başta Seyit Battal Gazi, Abdal Musa, Otman (Odman) Baba, Akyazılı Sultan, Demir Baba gibi Rumeli erenleri evlenmeden, bir mürşid (yol gösterici-aydınlatıcı), bir postnişin (kutlu postun en yetkin temsilcisi), bir şeyh olarak; yanlarındaki yüzlerce derviş ve babayla yola hizmet etmişlerdir. Hatta yolun ikinci piri olarak kabul edilip Babagan Bektaşi kolunu kurumsallaştıran ve Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda yetişip Hacı Bektaş Dergahı’nda hizmet yürütmeye devam etmiş olan Pir Balım Sultan da bir mücerret babadır.
Ama Seyyid Ali Sultan, Ali Koç Baba gibi erenler ise evlenip de bu yola hizmet etmişlerdir. Uzunca bir dönem Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli)’ın soyundan gelenler onun ismiyle ünlenen Dergahta/Ocakta hizmet etmişler; farklı nedenlerle mücerret dervişler ve babalar bu Ocakta-Dergahta hizmet etmeye devam etmişlerdir.
İşte bunun gibi Ali Koç Baba da mücerretliği değil mütehhilliği yani evlenmeyi esas alıp yuva kurmuş ve onun soyundan gelenler, onun yolunu sürdürenler de Alvanlar Köyü’ne gelip hizmet yürütmeye başlamışlardır. Bu yol Ali Koç Dede’nin oğlu Hüseyin Dede’nin soyundan gelenlerce yürütülmüş.
Bizlerin de bizzat gerek Alvanlar’da, gerekse Türkiye’deki bu ocağın dedelerinden (babalarından) dinlediğimiz gibi bu iş babadan oğla geçen dedelik sistemi gibi işlemektedir. Genelde büyük oğla dedelik (babalık) geçer. Ama burada yine de bir yetkin baş dededen icazet almak bir gelenek olmuştur.
Trakya’daki, Rumeli’deki Bektaşilik’le ilgili özellikle günümüzdeki durum ve erkanlar (inanç uygulamaları)’la ilgili en geniş araştırmaları Araştırmacı- Yazar dostumuz Refik Engin yapmaktadır.
Bu konuyla ilgili, Çorlu’dan, erken yaşta kaybettiğimiz Mustafa Koç Baba’nın bana anlattıklarını önemlidir. Bu geziden sonra 2 Temmuz Cuma günü bizleri ziyaret eden Ali Koç Dede’nin oğlu Hüseyin Dede’nin soyundan gelen Hüseyin Marangoz Dede’den aldığım bilgilerle bu konuda daha detaylı bir bilgiye ulaştık. Söyleşi metni aşağıdadır. (Bakınız; Ek:2)

İndim Koç Baba’yı tavaf eyledim
Bu gün yaylımdır geliyor koçlar
Mübarek cemâlin seyran eyledim
Bu gün yaylımdır geliyor koçlar

Biri beyaz idi biri kırmızı
Onlar da seçerdi baharı yazı
Aynen Zülfikâr’a benzer boynuzu
Bu gün yaylımdır geliyor koçlar

Alnın ortası yazılı Kur’an
Hiç mahrum kalır mı cemâlin gören
Yarın mahşer günü şefaat uman
Bu gün yaylımdır geliyor koçlar

Yağmur yağar çiselenir izleri
Elham suresine benzer gözleri
Ay ile gün gibi parlar yüzleri
Bu gün yaylımdır geliyor koçlar

Pir Sultan’ım biz çekeriz yasları
Dört kapıdan beyan olur sesleri
Âşıklarda söyler bu nefesleri
Bu gün yaylımdır geliyor koçlar

Alvanlar’da Ali Koç Baba çevresinde gelişen çok büyük bir inanç yapısı vardır. (Aşağıda Ek: 2’de Ali Koç Ocağı Dedelerinden Hüseyin Marangoz’la yapılan söyleşi mevcuttur.)
Bu köydeki türbeleri Veysel Bayram bizlere aktarıyor.
Ali Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi / Sliven ili Тюрбе на Али Баба – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Koçlu Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi / Sliven ili // Тюрбе на – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Hüseyin Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi / Sliven ili // Трбе на Кочлу Баба – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Hasan Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi / Sliven ili // Тюрбе на Хасан Баба – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Hazır Nazır Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi / Sliven ili // Тюрбе на Хазър Назър – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Öksüz Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi / Sliven ili // Тюрбе на Йоксуз Баба – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Topuz Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi / Sliven ili // Тюрбе на Топуз Баба – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Alvan Baba türbesi – Alvanlar köyü / Yablanovo / Kotel ilçesi, Sliven ili // Тюрбе на Алван Баба – с. Ябланово,община Котел, обл. Сливен
Havada bulut yok
Söğütler yağmurlu
Tuna’ya bakıyorum
Akıyor
Çamurlu çamurlu
Hey, Hikmet’in oğlu, Hikmet’in oğlu
Tuna’nın suyu olaydın
Karaorman’dan geleydin
Karadeniz’e döküleydin
Mavileşeydin, mavileşeydin, mavileşeydin
Geçeydin Boğaziçi’nden
Başında İstanbul havası
Çarpaydın Kadıköy iskelesine
Çarpaydın, çırpınaydın
Vapura binerken Memet’le anası

Nazım Hikmet

Sofya’ya (Sofia) varıp akşam yemeğimizi kent dışında lüks bir otelin restoranında yedik.
Sonrasında sınırdaki işlemler sorunsuz  bir şekilde tamamlayıp Bulgaristan’dan Makedonya’nın başkenti Üsküp’e (Skopje)  varıp o gece orada konakladık.

4.    Gün, 8 Haziran 2010 Salı

Üsküp (Skopje)

Sabah kahvaltısından sonra  tarihi bir kent olan Üsküp’e (Skopje), yüksek bir tepeden baktık. Profesyonel rehberler eşliğinde şehri gezdik. Sonrasında içinde hummalı bir çalışma devam eden kaleye çıktık. Yarı çıplak gençler toz toprak arasında alın terleriyle ekmek kavgasındalar. Ama hepsinin yüzünde bir neşe, bir sevinç… Sayısız tarihi eser kazılardan çıkarılmış. Kent içinde modern binalar göze çarpıyor. Daha doğrusu Vardar Nehri kenti ikiye ayırıyor. Eski Üsküp tarihi ahşap evleriyle, hanlarıyla, hamamlarıyla, camileriyle, kalesiyle büyük yıkımlar, savaşlar, yangınlar geçirmiş olsa da Türk varlığının buradaki simgesi gibi. Yeni şehirde ise lüks binalar yükseliyor. Bu binaların sokaklarında cıvıl cıvıl gençler, çocuklar devinim halindeler. İki üç saatlik şehir gezisi bize yetmiyor. Burada daha fazla kalıp çağlayan hayatın soluğunu daha fazla teneffüs etmek istiyorum. Cadde üstünde Yahya Kemal ismiyle karşılaşıyoruz. Burada onun adına bir kolej var. Bu büyük vatan şairi, Balkanların rüzgarıyla büyümüş, dizelerini akan nehirlere söylemiş, tüm dünya denizlerine ulaşmasını sağlamış Türkçe’nin sesinin, soluğunun.

 Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
 
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kaafilelerle…
 
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan,
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.
 
Bir gün yine dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla…
 
Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde!
 
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
 
Yahya Kemal Beyatlı

İçimizde türkü türkü Üsküp… Hayallerimizde hamamlarda akan suların ezgileri… Arkamızda tüm görkemiyle Üsküp Kale’si… Biraz buruk, hüzünle doyamadan ayrılıyoruz bu ata yadigarı şehirden.
Sonrasında hareketle Tetova’ya (Kalkandelen) varıyoruz.  Tüm Balkanlar’daki en iyi korunmuş tarihi Bektaşi Harabati (Sersem Ali Dedebaba) Dergahı’nı ziyaret ediyoruz. Burada Baba Mondi (Edmond Brahimaj), Derviş Abdülmüttalip (Bekiri) ve diğer canlar tarafından sıcak bir şekilde karşılanıyoruz. Kurbanları olanların kurbanları burada kesiliyor. Lokmalar hep birlikte yeniliyor. Dualar ve nefesler söyleniyor. 
Upuzun sakalındaki aklar her geçen sene artan biraz da açık kızıla dönen Derviş Abdülmüttalip, türlü çilelerin içinden sıyrılıp gelmiş gibi mahcupluğu, tebessümü altında yorgunluğunu gizleyemiyor. Ben onunla daha önce dokuz gün geçirmiştim, bu dergahta. Tarih kitaplarında okuduğumuz, Alevi Bektaşi klasiklerince bize aktarılıp kavramaya çalıştığımız “derviş”in kim ve ne olduğunu öğrenmek isteyenler onunla belli bir zaman geçirmek zorundadırlar. Bıkıp usanmaz bir çalışma azmi; bitmez tükenmez bir yol aşkı, sabır ve tevekkülü, davası için canını ortaya koymaya azmetmiş büyük bir yüreğin ifadesidir Derviş Abdülmüttalip. O da evlenmiş bir yuva kurmuş, yıllar yılı inşaatlarda işçi olarak çalışmıştır. Ama bu Ulu Yola girdikten sonra, aşk deryasına daldıktan sonra kendisini buraya, bu köklü dergaha adamış, hayatını Bektaşiliğe vakfederek, cennete bu dünyada girmeyi başarmıştır.
Alaca Camisiyle, hamam ve köprüleriyle, konaklarıyla Türklerin birçok varlığını görmemiz mümkün olan Kalkandelen, Şar Dağlarının eteklerinde kurulmuş bir kent. Kışları oldukça soğuk geçen bu yörede dağların başında halen karları görmek mümkün. Yazları ise doğanın uyandığı ağaçların yeşerdiği bir cennet köşe.
Harabati Dergahı tüm güzellikleri yanında hüzünleriyle de karşıladı bizi. Burada İslam Dini Birliği adındaki bir kurumun adamları olduklarını söyleyen bir avuç zorba arkalarında çok büyük bir güç varmışçasına hareketle burada terör estiriyorlar. Onlarca Bektaşi mezar taşı, meydanevi, at evi, kiler, mihman evi, Harabati Sultan’ın Türbesi ve diğer tüm varlıklarıyla beş yüz yıllık bir Alevi-Bektaşi mabedi olan bu dergah, binalarıyla, arazileriyle şimdi bir büyük trajediyi ve işgali yaşıyor.
Amaç “dinsiz Bektaşilerden” ve uzun süre müze olarak kullanılan ve “Hristiyanlar elinde mahrum kalan” bu binaya “İslam Bayrağı” dikmek! Minaresi olmayan, beş yüzyıllık bir meydan evini hoparlörler marifetiyle camiye çevirmek!
Burada inançlarıyla hizmet yürütmeye çalışan Bektaşi canları buradan zor kullanarak atmak, asırlık ata yadigarı ağaçları kesmek, mezar taşlarını kırmak!
Sırpların bile yapmadığını yüce İslam dini adına, onunla hiçbir ilgisi olmayan ve burayı kendi amaçlarında kullanılmak üzere merkezleri yapmak isteyenler tarafından silahlar atılarak, insanlara korku salınarak işgal etmek!
Buna tahammül etmek mümkün mü; insanlık adına? Bu durumu öğrenen canlar daha bir hüzünleniyorlar. Buraya daha çok yardım etmek istiyorlar.
CEM Vakfı Genel Başkan Yardımcı ve Avukat olan Namık Sofuoğlu da konuyla çok yakından ilgileniyor. Olayın detaylarını onlardan öğreniyor ve bu davanın peşinde olacağını, elinden gelen her şeyi yapacağını, bunun hukuki mücadelesini vereceğini, oradaki dostlara söylüyor.
Sonra Gostivar, Kiçevo (Kiçova- veya Kırçova) kentleri üzerinden Arnavutluk’la Makedonya arasındaki Balkanlar’ın en derin gölü, Ohrid Gölü kıyısında Ohri (Ohrid) yakınlarındaki  turistlik Struga’da konaklıyoruz.
Yolları hızla kat ediyoruz ama tam da yanlarından geçtiğimiz Gostivar’da, Kiçevo’da da Alevi Bektaşi ulularının türbeleri olduğunu söylemeliyim. Üstelik programımızda olmadığı için kendilerini aramadığımız halde geziden haberdar olan babalar bizleri telefonla arayıp kendilerine uğramamızı istiyorlar. Yollar uzun, zaman kısa. Bir başka sefere bu ziyaretleri bırakıp otelimize yerleşiyoruz.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Yahya Kemal Beyatlı
l
5.    Gün, 9 Haziran 2010 Çarşamba

Struga’da Ohrid Gölü kenarındaki otelden ayrılıp sabah yürüyüşü yapıyorum. Çağıl çağıl bir su sesi beni kendisine çekiyor. Bir de bakıyorum ki bir ırmak coşmuş akıyor kent merkezine doğru. Allah, Allah! Tam tersi olmamalı mıydı? Gölden bir ırmak coşmuş akıyor? Nasıl olur? Evet, dostlar, gölün fazla suyu kendini dışarı atıyor, bir büyük kanalla kentin içinden geçip buraya bir başka canlılık veriyor. Kanalın iki yanı restoranlarla, kafelerle dolu. Ama yeşillik, türlü ağaçlar burayı süslüyor. Zaten Ohrid Gölü’nü kelimelerle anlatmak imkansız. Yüce dağların, ağaçların eteğinde, derinlerden derin, berrak mı berrak, binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce balığın korunağı bu göl dünyada görülmesi gereken ender yerlerden birisi herhalde.

Sarı Saltuk

Turistlik merkez Ohrid’yi gezdikten sonra Sarı Saltuk’un da makamının olduğu tarihi Sveti Naum Manastırı yine rehber nezaretinde ziyaret edildi.
On üçüncü yüzyılda Rumeli’yi fetheden ululardan başında yer alan Sarı Saltuk yüzyıllar boyu tüm Balkanlar’da ve Anadolu’da en etkili inanç önderlerinden birisi olmuştur. Öyle ki kendisi adına tam on yedi adet türbenin (yatır, ziyaret, makam) olduğunu biliyoruz. Anadolu’da Tunceli Hozat merkezli türbesi Anadolu’nun en büyük ulu ocaklarından birisi olarak anılmasını sağlamış, onun soyundan geldiğine inanılan dedeler yüz yıllarca cemler yürütmüşler ve de yürütmeye devam etmektedirler.
Sadece bu mu? Babaeski’de de bir türbesi halen ziyaret edilmektedir. Onun hatırana, hayır himmetlerini dilemek için mumlar yakılmaktadır.
Asıl ününün yayıldığı Balkanlar’da da birçok yerde türbesinin olduğuna inanılır. Asıl türbesinin ise Romanya Babadağ’da olduğunu biliyoruz. Fedekar bir dede soylu Alevi işadamı tarafından restore edilen türbe Dobruca’da “Babadağ” olarak yani Türkçe olarak söylenen bölgede halkın ziyaretine açık durumdadır.
Selçuklu sultanı İzzettin Keykavus’la Dobruca bölgesine gelmiş, manevi cazibesiyle Hıristiyanları da kendisine hayran bırakan, dahası kendisine bağlayıp bir postnişin, ulu şeyh, alp eren olarak ünlenen Sarı Saltuk Balkanlardaki öncü Türk ulusudur. Bilindiği gibi bin yıl öncesinden Balkanlar’a Türk akınları olmuştu. Karadeniz’in kuzeyinden bu topraklara gelen Türkler buralarda büyük yerleşim alanları kurmuşlardır. Osmanlı’dan önce Selçuklu Döneminde Kalenderi yani ön Alevi-Bektaşi inancının bir büyük temsilcisi olarak olan Sarı Saltuk bu inancın bu topraklarda yeşermesini ve uzun süre muhafaza edilmesini sağlamıştır. Kendisinden sonra Şeyh Bedreddinler, Akyazılı Sultanlar, Demir Babalar ve onların kurduğu dergahlar, dergahlarda yetişen babalar, dervişler, ozanlar bu bölgeye ve Deliorman’a etki etmiş, bir inanç ve kültür merkezi olan bu topraklarda Aleviliğin-Bektaşiliğin bugüne kadar yaşamasını sağlamışlardır.
Bulgaristan Kaliakra (Kaligra) Burnu’nun, Arnavutluk’ta makamları olan Sarı Saltuk’un bir dönem ziyaret ettiği, yaşadığı hatta Hakk’a yürüdüğüne inanılan bir yer de Ohrid Gölü kıyısında çok ünlü Sveti Naum Manastırı içindedir. Tümüyle bir manastıra dönüşmüş tavus kuşlarının koruduğu bu tarihi yapıyı yüzyıllar boyunca Müslümanlar Sarı Saltuk makamı olarak ziyaret etmişlerdir. Hatta kapıdaki bekçi de “Sarı Saltuk” diyince kafasını sallıyor ve Sarı Saltuk, diyor.
Resne (Resen)’de İttihat ve Terakki Hareketi’nin en ünlü simalarından Resneli Niyazi’nin Sarayı’nı gezdikten sonra, Pirlepe’ye (Prilep) bağlı yöredeki tek Türk-Bektaşi Köyü olan Kanatları (Kanatlarci) ve buradaki Dikmen Baba ve diğer türbeleri ziyaret ediyoruz.

Pirlepe, Kanatlar Köyü
Dikmen Baba Dergahı

Niyazına geldik Dikmen Baba’nın,
İsteriz himmeti Dikmen Baba’dan
Dertliler de derde derman ararlar,
İsteriz dermanı Dikmen Baba’dan.

Mehmet Baba

Dikmen Baba’yla ilgili bir anlatıyı üç yıl önce Kırçova’yı ziyaretim sırasında meşhur Ziya Paşo Halifebaba’nın hanımı Şefika Anabacı bana anlatmıştı. Buna göre Brod’da Hıdır Baba’nın yanında derviş olan Dikmen Baba dergaha sürekli su taşırmış. Suyu hiç dökmeden dergaha getirdiğini gören Hıdır Baba onun nasıl sadakatle dergaha hizmet ettiğini anlamış, demiş ki artık senin de bir dergah uyarman gerekir. Elindeki yanan köz halindeki odun parçasını fırlatmış atmış. O da bir ova köye düşmüş. Ama ilkin buranın insanları onu kabul etmemişler. O da uçarak şimdiki Kanatlar Köyü’nün olduğu yere gelmiş. Orada bulananlar onun kerametini anlayıp ona bağlanmışlar. Onu bir ulu kişi, ermiş bir kişi bilmişler. Öldükten sonra türbesi sürekli ziyaret edilir olmuş. Adına dergah kurulmuş, nice dervişler, babalar onun adına bu yola hizmet vermişler. Şimdi de bu aşk ve sevgi azalmadan devam edip sürüp gidiyor.
Köye gelişimizde köylüler bizlere büyük bir sevgi gösterisinde bulundular. Hemen çevremizi onlarca çocuk çevirdi. Burada Baba Cafer ile ikinci bir dergah uyarmış bulunan İdris Baba’nın oğlu Veli Baba’yı makamı olan meydanevinde ziyaret ettik.
Cafer Baba (Baba Cafer) canlarla Türbeyi ziyaret etti. Burada da Hz. Ali’nin, Hacı Bektaş Veli’nin, Bedri Noyan Dedebaba’nın fotoğrafları duvarları süslüyordu. Hep bir ağızdan, Mahrem Tezol’dan Baba’dan sonra Cafer Baba’nın okuduğu duaya Allah! Allah! Denilerek ortak olundu. 

“Bism-i Şah Allah Allah. Çün çerağı uyardık ol Hüda’nın aşkına. Dü Cihan Fahr-i Alem Mustafa’nın aşkına. Saki-i Kevser Ali-el Murteza’nın aşkına. Hem Hatice, Fatıma Hayrünnisa aşkına. On İki İmam, On dört Masum-i Pak Aşkına. Ta haşre dek yansın yakılsın billahın aşkına! Bercemali Muhammed, Kemali İmam Hasan, İmam Hüseyin, Ali ra bülende Salavat! Akşamlar hayrola, hayırlar fethola, münkirler berbad ola!”

Bir başka geziye bıraktığımız gibi Kırçova yakınlarında hatta buradan da bir yolun tam da ortasından geçtiği Makedonski Brod’da Hıdır Baba türbesi vardır. Ohrid Sarı Saltuk’ta olduğu gibi hemen hemen tümüyle bir Hıristiyan mabedine dönüştürülen bu Dergah ise tarihte çok iyi bilinen ve tümüyle Bektaşilere hizmet veren bir Türk inanç merkeziydi. Hatta bu Hıristiyan kuşatma sonucunda inançlarına ve kültürlerine sahip çıkan Kırçova’daki Bektaşi canlar “gurbette” yani Avrupa’da yaşayan canlarında yardımıyla çok büyük bir cem kültür evinin, (tekke veya dergahın) temelini, bizim de törenine katıldığımız, 2004’te atmış üç yıl içinde bunu bitirmeyi başarmışlardı.
İşte o ulu dergahta Hıdır Baba’nın yanında yararlılıklar gösteren Dikmen Baba bugünkü Kanatlar Köyü’ne geliyor ve burada çerağını uyarıyor, insanları aydınlatıyor, sevilip sayılıyor ve adı bugüne kadar yaşıyor.
Makedonski Brot dışında Kırçova merkezine yakın Arnavut Çervivçi Köyü’nde ise daha önce burada bir dergah uyarmış bulunan Muharrem Baba’nın türbesi ve Bektaşi mezar taşları var.
Yine 2004’de yaptığımız bir gezide, Gostivar İli yakınlarında yaşayan, Hıdır Baba Tekkesi Babası Eyüp Rakibi’yi, yaşadığı  Vardar Nehri’nin doğduğu Vrutok Köyü’nü ve köye bir km. uzaklıkta bulunan erenlerden Cafer Baba Türbesi’ni de ziyaret etmiştik.
Akşam oteldeyken telefonla bağlantı kurduğum Kanatlar Köyü’nden, Manastır’da oturan öğretmen aynı zamanda yazar Muharrem Yusuf bizleri ziyaret ediyor. Makedonca’dan Türkçe’ye; Türkçe’den Makedonca’ya çeviriler yapan Yusuf’la dertleşirken, benim çok fukara gördüğüm Kanatlar Köyü’nün aslında ekonomik yönden çok da kötü olmadığını anlıyorum. Burada tarım ve hayvancılık insanlarımızın geçimini sağlayacak ölçüde gelir getiriyormuş. Buna seviniyorum.
Neredeyse beş yüzyıllık bir köy olan Kanatlar’dan Türkiye’ye yoğun göçler olmuş, önemli bir kısmı İstanbul’a gelen Kanatlarlı canlarla bugün de temaslarımız sürüp gitmektedir. Musa Pak Baba, Derviş Kemal Kanatlı sürekli görüştüğümüz inanç önderleri. Köylülerle yaptığımız söyleşide ve aynı köyden olan rehberimiz Coşkun’un verdiği bilgilere göre yine de nüfusu binden fazla olan köyde çocuklar okullarına devam ediyorlar. Dikmen Baba aşkına kurbanlar kesilip, çerağlar uyarılıyor. Ne diyelim Bektaşilik konusunda araştırmalar yapan ve kendisi büyük uzman olarak takdim edilen Prof. Dr. Metin İzzeti’ye selam olsun diyoruz! Çünkü kendisi bu sene Çorum’da yapılan bir sempozyumda tüm Makedonya’daki Bektaşi nüfusun bin kadar olduğunu, Harabati Dergahı’ndaki işgali de bizim abarttığımızı söylemişti.
Bense yıllar öncesine dönüyorum. Rahmetli Abidin Özgünay’ın bizler ve toplum adına açtığı büyük Cem Dergisi kapısından içeri kimler girmemişti? Sadem Açıkgöz bunlardan birisiydi. Kendisi Kanatlarlı olan bu can dost, inançlı olduğu kadar kararlı bir tutum gösterir, dur durak bilmeden inanç konusunda ödün vermeden geleneğin yaşatılması için mücadele verirdi. Kendi hazırladığı yazıların Cem’de yayınlanmasını çok isterdi. Sohbetlerimizde köklerinin olduğu Kanatlar Köyü’nden de söz ederdi.
Zaman zaman görüştüğümüz yine “inatçı ve kararlı” yol müdavimlerinden birisi, Cem Dergisi’nin de bir dönem temsilciliğini yapan de şu anda Belçika’da yaşayan Hamza Güler’i, Rahmetli Hıdır Çokçeken Baba’yı da bu vesileyle hatırlamış oldum.
Burasıyla ilgili aynı zamanda Makedonya’daki diğer ibadet merkezlerini ve Arnavutluk’ta yaşayan Bektaşilik’le ilgili bilgileri araştırmacı, gazeteci arkadaşımız Murat Küçük de çok güzel derlemişti. Şimdi onun gezi notları ve araştırmaları Horasan Yayınları’ndan çıkan “Bir Nefes Balkan” isimli ikinci baskısı yapılan kitapta yer almaktadır.
Aynı akşam tarihi bir kent olan Manastır’a (Bitola) varıp burada konaklıyoruz.  

6.    Gün, 10 Haziran 2010 Perşembe

Manastır’da sabah kentin tarihi ve turistlik merkezleri ve şimdi müze olan, Atatürk’ün okuduğu Askeri İdadi  ziyaret ediliyor. 2007’de Cem Televizyonu için burada uzun bir çekim yapmıştık. O zaman da Kamereman Murat vardı. Yüreğimin derinliklerinden gelen duygularla Atatürk’e özlem şiirleri okumuştum.
Kent merkezindeki canlılık başımı döndürüyor. Çünkü genelde Balkan şehirleri sakin kentler görünümünde. Özellikle gençlerin sokaklardaki akını dikkat çekiyor. Anlıyoruz ki artık bugün okullarının son günüymüş. Tüm gençler kendilerini sokaklara atmış durumdalar. Kafeler tıklım tıklım, pizzalar, kolalar, dondurmalar, sarmaş dolaş gençler cıvıl cıvıl şakıyorlar. Bense televizyon kameraları karşısında oldukça çekingen olan gençlerden bir kaçını “kandırıp”  Cem Televizyonu için kısa sohbetler yapıyorum. Gençlerin tümü Türkiye’yi biliyor, tanıyor. Daha da ilginci gençlerden televizyonlarda Türk dizilerini izlediklerini öğrenmem oluyor. Bu sevimli, küpeli, saçlarını türlü şekillerde kestirmiş, taramış veya jölelemiş gençler gelecek konusunda oldukça umutlular. Kendi ülkelerinin güzelliğinin farkındalar.

Yunanistan, Selanik

Bu sefer Makedon Yunan sınırındaki işlemlerimizden sonra Selanik’e (Thessaloniki) doğru yol alıyoruz. Yol boyu Türkiye’nin kırsalına çok benzer görüntüleri arkamızda bırakıyoruz. Tarlalar, kıraç alanlar, işçiler, çiftçiler tümüyle hayatın kavgası buralarda da var. Ama Bulgaristan ve Makedonya’daki yeşilliğin yoğunluğu, ağaçların bolluğu burada yok.
Selanik’te yurdumuzun kurtarıcısı, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün doğup bir zaman yaşadığı evi ziyaret ediyoruz. Halkın heyecanı ve duyguları bir başka oluyor.
Yemyeşil bir bahçesi olan evin içindeki eşyalar Atatürk’ün yaşadığı döneme ait olmasa da özenle seçilmiş, o tarihi hatıraları hatırlatır vaziyette düzenlenmiş.
Selanik’in simgesi olarak kabul edilen tarihi Beyaz Kule’nin ziyaretleri yapıldıktan sonra Serez (Serres), Drama üzerinden müthiş güzel bir kent olan tertemiz, ışıl ışıl bir turistlik cennet Kavala’ya varıyoruz ve o akşam orada konaklıyoruz.
Kavala’yı tanıtmak, anlatmak çok zor. Yunanistan’daki belki de en güzel kentlerden biri Kavala. Ben gitmediğim için bilemiyorum ama bir Bodrum, Marmaris vd. tatil cennetleriyle karşılaştırılabilir belki.  Ben hem akşam, hem ertesi sabah bu kentin havasını daha fazla solumak için sokakları arşınlıyorum.

7. Gün, 11 Haziran 2010 Cuma

Sabah kahvaltısından sonra Kavala’da şehir turu yapıldı.
İskeçe (Ksanthi), Sofulu (Soufion), Küçük Derbent (Mikro Derio) üzerinden Balkanların öncü alp erenlerinden, velilerinden biri olan, Ruşenler Köyü (Roussa) yakınlarındaki Seyit Ali (Kızıldeli) Sultan Türbesinin de içinde olduğu Dergahı ziyaret ettik.
Yol boyu insanlara yöreyle ilgili, Seyyid Ali Sultan’la ilgili bilgiler aktarmaya çalıştım. Yörenin ünlü kurabiyelerinden almak için İskeçe’ye uğramadan geçemedik. Sonrasında ise yine yörenin ipek cenneti Sofulu’ya uğrayıp ipek hediyelik eşyalar aldık. Arkasından  Kızıldeli Çayı’nın üstündeki demir köprüyü geçtikten hemen sonra,  Çay’ın kıyısındaki patika bir yolda ağaçlar altından ilerleyip “Aşağı Tekke (Tekye)” ziyaretimizi yaptık. Burası Küçük Derbent denen köyün (Mikro Derio) hemen yakınında.
Burada Kızıldeli Sultan’ın yolundan gidenler göz yaşları içinde niyazlarını yapıyorlar.
Seyyid Ali Sultan Koruma Heyeti tarafından çevre düzenlemesi yapılmaya çalışılan Aşağı Tekke’de türbenin yanında kurban kesim yeri, etlerin pişirildi bir bölüm ve yemek yenilen bir alanın üzeri çatıyla kapılmış halde konuklara hizmet vermeye hazır hale getirilmiş.
Sonrasında ise Ruşenler Köyü’nün içinden geçip Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan Dergahı’na varıyoruz. Burada bizleri Seyyid Ali Sultan Koruma Heyeti Başkanı, dedeler ve kalabalık bir halk topluluğu karşılıyor. Daha önceden kesilen kurbanlarla hazırlanan lokmalar hep birlikte yeniliyor. 

KIRKLAR Ve
Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan Dergahı

Yolumuz gözlenir karşı dağlara
Gidip bir mürşide mihman olmaya
Erenler bağında güller dermeye
Şah Kızıldeli’ye varasım gelir

Bağında bahçende açınca gülüm
Sevdanda tutuşur köz olur külüm
Sığmayıp bendine taşınca gönlüm
Damlanda deryanda coşasım gelir

Akıyor yaşlarım sellere döndü
Yakıyor hasretin bağrımı deldi
Şu ömrüm geldi ve geçiyor sanki
Zamının tez eyle himmetin gelir

Ayrılık ne zormuş aşık olana
Sürerek gelsem de yüzüm turaba
Cefana vefadır garip canımda
Uğruna ser verip ölesim gelir

Dilimde besmele özümde sensin
Dinimden imanım önümde yolsun
Nerede arasam orada varsın
Kıblemi yönüne dönesim gelir

Budak Ali’nim yanmışım özümden
Hiç kötülük geçmez deli gönlümden
Bilmem ki ne kalır geri ömrümden
Tabuta koysalar göresim gelir
Ali Kaykı

Türklerin, Alevi – Bektaşi öncü erenlerinin; dedelerin, babaların Balkanlar’a yani Rumeli’ye geçişleri aslında bin ikiyüzlü yıllarda Sarı Saltuk’la başlıyor. İkinci büyük göç dalgası ise 1354 yılında Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa komutasında erenlerin Rumeli’ye geçişleriyle devam ediyor. Evronos Paşa, Ece (İce) Sultan, Şeyh Bedreddin’nin dedesi Hacı İsrail ve Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan gibi öncüler bir sel gibi Rumeli’ye akıyorlar. Yüreklerindeki Hakk sevgisi, insanlık aşkı, onların sadece öncü birer alp eren olmalarıyla değil, mensubu oldukları büyük Alevi Bektaşi inanç ve kültür yoluyla açıklanabilir ancak. Çünkü çok iyi bilinen bir söylenceye göre Rumeli’nin fatihi bu KIRK EREN bu toprakları ebediyen gönülleriyle fethetmişlerdir. Gittikleri yere barış, kardeşlik, birlik ve huzur götürmüşlerdir. Gerçekten hiçbir din, ırk, cinsiyet ayrımı yapmadan yetmiş iki milleti bir nazarla görmüşlerdir. Bu KIRKLAR, KIRK EREN anlatısı, peygamberin bile kapısında “Ahir zaman peyganberi Muhammed Mustafa’yım” dediği zaman “sen git peygamberliğini ümmetine yap, bize peygamber gerekmez, insan-ı kamil gibi bir er gerekir” diyen ve tüm canların bir cem olduğu, yani aynı-eşit olduğu “KIRKLAR CEMİ”ndeki KIRKLARIN bir devamı gibidir.
Rumeli Erenleri bu KIRK kişinin yolundan giden, izinden gidenler, üç koldan Balkanlarda ilerlemişler, Tuna’yı aşıp, Viyana kapılarına kadar ulaşmışlardır. Her gittikleri yerde kinden, kibirden, hasetten eser olmayan felsefeleriyle tekkeler, dergahlar kurmuşlar insanlara aşk, sevgi, barış, aş, iş, eşitlik, birlik, razılık, çalışkanlık, şükr, ilim, irfan, maneviyat, üretim, doğa ve hayvan sevgisi hediye etmişlerdir. Alevi, Bektaşi, Mevlevi, Ahi olarak namuslu üretimle bereketi köylere, kasabalara ulaştırmışlar, sosyal hayatın canlanmasını sağlamışlar, üretimin artmasını sağlamışlar. Her bir dergah türlü yeteneklerin sergilendiği birer üretim merkezine dönüşmüştür. Binlerce hektar boş arazi göçlerle buraya gelen insanlar tarafından işlenmiş, on binlerce at, öküz, inek, koyun beslenmiş, arıcılık, ipekçilik bu yöreye bu erenler sayesinde gelmiştir. Bunlar bizim bir uydurmamız değil, tarafsız tarihçilerin birer kayıtlarıdır. Çok büyük bir uygarlık merkezi olan Balkanlar Türklerden sonra “istilayla” gerilememiş, bilakis sürekli gelişmiş, ilerlemiştir. Bugün bile Yunanlıların, Bulgarların, Makedonların, Sırpların, Arnavutların seksen beş yıldır yıka yıka bitiremedikleri eserler bunların kanıtlarıdır. Köprüler sırf askerlerin ulaşımını sağlamak için inşa edilmemiştir, binlerce çarşı, pazar, han, hamam da halkın ihtiyacı için yapılmıştır. Türklerin girdikleri tüm bölgelere bir canlılık gelmiş, Balkanlar tarihinde olmadığı kadar bir ticaret, ulaşım, kültür, alış veriş  ve inanç merkezi konumuna yükselmiştir.
Bu gelişmenin başında olan erenler ise kurdukları dergahlarla halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu en iyi şekilde göstermişlerdir.
Bunun tek bir örneğini ararsanız sadece ve sadece Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) Dergahı’na bakmanız yeterlidir.

Seyyid Ali Sultan

Kendisi bir Seyyid olan yani kutsal Ehlibeyt’e bağlı olarak yaşamını sürdürmüş Seyyid Ali Sultan diğer bir ismiyle Kızıldeli Sultan, gelip fethettiği bu toprakların canlanmasını sağlamıştır. Büyük arazileri içinde yirmi dört köyün bulunduğu, onlarca değirmeninde, yüzlerce atı, büyük baş hayvanıyla çevresinin sosyal yaşamını kalıcı bir şekilde etkilemiş ve geliştirmiş olan Seyyid Ali Sultan 1354’ten sonra yarım asırda yerleştiği bu toprakların şenlenmesini, hayat alanı bulmasını sağlamıştır. Kendisinden sonra onun yolunda hizmet eden dervişler babalar aynı şekilde 1826 yılına kadar binlerce insanın geçim kapısı, uzak yollardan gelen konukların, savaşlarda yaralanan askerlerin, kimsesizlerin sığınağı, barınağı olmuş, açlara aş, susuzlara su dağıtmıştır. Bu dergah aynen diğer Bektaşi Dergahları gibi tembellerin, yan gelip yatanların, asker kaçaklarının, avarelerin değil hakça üretip, hakça bölüşüp, tüketenlerin, paylaşanların merkezleri olmuştur. Bu topraklar ipekçiliği bu dergahtaki babalar sayesinde öğrenmişlerdir. Buralar çölde birer vaha olmuştur, dağlar başında bir sığınak olmuştur. Kanıt mı? Altı yüz elli yıl boyunca nice savaşlara, doğal afetlere, baskınlara direnmiş bu dergahta ayakta kalmış hizmet yapıları, yüzlerce dervişin, babanın mezar taşları, ekili dikili araziler, korunmuş ağaçlar ve doğal örtü, burada yetişmiş ozanların divanları, risaleleri, nutukları, nefesleri, ha, ayrıca Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bu dergahla ilgili yüzlerce belge bunun kanıtıdır. İşte bir kanıt daha isteniyorsa üç göbektir burada türbedarlık yapan Çolak ailesi, bu dergahı korumak için kurulan Seyyid Ali Sultan Koruma Heyeti sizlere bunu anlatmaya yeter sanırım.  Bir de sevgili dostumuz Dursun Gümüşoğlu’nun büyük bir emek vererek hazırladığı bu ulu dergahtan yetişmiş onlarca ozandan birisi olan Sadık Abdal’ın Divanı’na bakmak yeterlidir. (Sadık Abdal Divanı, Dursun Gümüşoğlu, Horasan Yayınları, 2009, İstanbul)
En son yayın ise Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan bilimsel içeriği ile çok önemli bir boşluğu dolduran; Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Kış 2010, 53. Sayı Kızıldeli Özel Sayısı’dır.
Aynı zamanda bu konuda tek ciddi çalışmanın sahibi olan Yrd. Doç. Dr. Rıza Yıldırım’ın editörlüğünde hazırlanan dergi konuyla ilgili bilgileri derli toplu sunan bir yayın organı olmuştur.
(Aşağıda EK: 3’de Kızıldeli Ocağı Dedelerinden Lütfi Aykurt’tan derlediğimiz bilgiler bulunmaktadır.)

Serez (Seres), Şeyh Bedreddin
Tabii Balkanlardan söz etmişken Şeyh Bedreddin’den söz etmemek olmazdı. Tüm gezi boyunca dolaştığımız başta Bulgaristan Deliorman, Kızıldeli yakınlarındaki Simavne (Samavna – Kyprinos)  ve içinden geçilen Serez ismi Şeyh Bedreddini hatırlatmaktadır.
Kendisi düşüncelerinden ve eylemlerinden dolayı düzmece bir mahkemede yargılanıp idama mahkum edilmiş bir büyük düşünür olarak her zaman büyük bir saygıyla anıla gelen Şeyh Bedreddin, Rumeli topraklarının bir evladıdır. Esas ürünlerini Anadolu’yu Mısır’ı dolaştıktan sonra vermiş olsa da, onun düşünce temellerinde Balkanların yeri çok büyüktür.
Kendisi bir kadı oğludur. Çok iyi bir eğitim almış özellikle Mısır’da bir Alevi ulusu olan Hüseyin Ahlati’den hem iyi bir ders almış hem de ondan çok etkilenmiş, ona bağlanmış, onun halifesi olmuştur. Batini tasavvuf yolunun tüm derinlikleri içinde yol alan Şeyh Bedreddin hal ve hareketleriyle bir mistik inanç önderi ve kutbu olarak saygı duyulan bir tasavvuf önderi olduğu kadar ezilen halkın yanında, ezenlerin karşısında hem halkı bizzat kendisini ve çeşitli yönetici zümreyi de yanına almayı başararak, haksızlığa karşı ayaklanmıştır. Her ne kadar ayaklanması veya bu hareketi büyük bir başarı kazanamamışsa da Batı Anadolu’da ve Rumeli’de etkisi çok uzun süren bir hareketin başlamasına sebep olmuştur. Kendisi 1360’larda doğmuş;  (1402 ve izleyen yıllarda) 1412’li yıllarda bugünkü Yunanistan’daki Serez (Seres)’de, çıplak bir şekilde ağaca asılarak idam edilmiştir.
Adına büyük destanlar yazılan, birçok ciddi kitap yayınlanan Şeyh Bedreddin’in adı yüzyıllar boyunca sevenlerince Alevi-Bektaşi toplumu tarafından yaşatılmıştır.
Bu konudaki ciddi bir çalışma şudur: Michel Balivet, Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
Ayrıca onun kutlu yolundan giden, kendilerine onu bir inanç öncüsü olarak kabul eden bir Alevi-Bektaşi topluluğu da vardır. Bedreddin’e bağlanan bu inanç başta Seres olmak üzere Rumeli’de adına yapılan dergah çevresinden başlayarak göçlerle Türkiye Trakyası’na gelen mensuplarınca yaşatılmıştır ve yaşatılmaya devam etmektedir. Bu konuda kendileriyle söyleşiler yaptığımız taliplerince “Büyük Sultan” olarak da tanımlanan “Gülşeni” kolundan dedeler (babalar) halen onun anısını yaşatmaktadırlar. (Aşağıda EK: 4’de Gülşeni İnanç Önderleriyle yapılan söyleşiler vardır. )

Aynı akşam sınırdaki işlemlerin yapılmasından sonra İstanbul’a hareket edildi. Yolcularımız sağ salim evlerine ulaştırıldılar.

Sevgili Dostlar bizlere sürekli sorulan veya rica edilen bir şey de Alevilik/Bektaşilik konusunda okunabilecek bir kitap listesidir. Bu konuda el çabukluğuyla hazırladığı liste Ek:5’dedir.

EKLER

Ek: 1, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Akyazılı Sultan Bölümü
Ek: 2, Mustafa Koç Dede’den Alınan Bilgiler ve
Ali Koç Dede Soyundan Hüseyin Marangoz Dede’yle Söyleşi
Ek: 3, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) Dergahı/Ocağı’ndan – Lütfi Aykurt Dede
Ek: 4, Bedreddini (Gülşeni) İnanç Önderleri
Ek: 5, Bir Kitap Listesi

Ek: 1, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Akyazılı Sultan Bölümü
Çok sevgili Araştırmacı Yazar dostumuz, Ali Duran Gülçiçek’ten aktararak, Evliya Çelebi’nin dergahla ilgili izlenimlerini veriyoruz: “Evliya Çelebi, 1652’lerde Balkan ülkerinde yaptığı gezisi sırasında Karadeniz’in batı kıyısında Varna ile Balçık arasında bir geniş ova içinde, koruluklar arasında yedigen biçiminde yapılmış Akyazılı dergâhını da ziyaret eder ve Akyazılı Baba hakkında şu bilgileri verir: … Bu zat Belh, Buhara ve Horasan’da ün salan ulu atamız Türk-i Türkân Hoca Ahmed Yesevi halifelerindendir. Hacı Bektaş-ı Veli ile birlikte Bursa fethinde bulunup, fetihten sonra izin alarak Rumeli’ye geçmiş ve post sahibi erenlerden olmuştur. Pravadi’de Dobruca kralını İslâm’a çağırdıktan sonra  Batova’da mekân tutup yerleşti…
Akyazılı hazretleri (kendisinin diktiği, söylenceye göre gösterdiği kerametle biten, sonra kutsallaşan ve  meyveleri  atların hastalığına iyi gelen) bir atkestanesi ağacının altında, yuvarlak, kurşunla örtülü kubbe içinde gömülüdür. Sandukasının dört yanında hüsnühatla ayetler yazılı olup, gülabdan, şamdan, buhurdan ile Horasankâri çerağdanlar çoktur. İnsan içeri girince vücudunu bir titreme alır. Misk ve anber kokularıyla ziyaretçinin damağı dolar. Türbedarı da her gelene gülsuyu döküp, buhur yakar. Dört tarafındaki pencerelerin çevresinde irem bahçelerini andıran gül, sünbül, nesrin ve yaseminle kaplı bahçeler vardır. Bu bahçelerde yerleşmiş, yuva tutmuş binlerce bülbülün nağmelerini dinleyen ziyaretçiler taze hayat bulurlar. Hakir bu ziyarete geldiğimde bir parça sıtmadan rahatsızdım. Bu türbeye girip yatır hazreit için bir Fâtiha okuyunca aklıma şu dize geldi:
    Humma elemin çektim yok zerrece dermânım
        Himmet et bana şimdi Akyazılı Sultânım
Bu dizeyi başucundaki duvara celi hatla yazdıktan sonra sandukayı örten yeşil sof örtünün altına girip «dahilek ya aziz» yani «sana sığındım» dedim. Allah bilir ve tanıktır, bu zavalıya bir uyku geldi, uyuyakalmışım, neden sonra uyanınca kusurlu vücudumu tere batmış buldum. Ama sanki yeniden hayata gelmiş gibi kendimi güçlü hissediyordum. Allah’a şükür böylece sıtmadan kurtuldum. Hazretin ruhuna bir hatim indirmeye başladım. Allah rahmet eyleye…
Tekke, deniz kıyısında Varna ile Balçık arasında bir geniş ova içinde, koruluklar arasında yedigen biçiminde taştan göklere baş çekmiş bir kale gibidir. Sanki İstanbul’un Galata kulesidir. Kurşun örtülü, sivri külahlı üstündeki alemi pırıl pırıl parlar. Külah ise tahtadan yapılmıştır. İçi nakışlarla bezeli tek levha tavandır. Şaşılacak şu ki böyle koca bir kubbeyi tutan tek bir sütun bile yoktur. Hemen geniş bir alana bukalemun gibi renk renk bezenmiş tavandır. Tam ortasında üç yüz kandilli bir çerağdan asılıdır. Bu da kubbe için ağır bir yüktür. Dervişler her gece bu kandilleri uyandırırlar, kubbe de pırıl pırıl aydınlanır, altında ise devişler çeşitli işlerle uğraşıp can sohbeti ederler. Denizlerde, karalarda dolaşan gezginler bu kubbenin böyle hiç dayanaksız duruşuna parmakları ağızlarında hayret içinde bakarlar. Kapudan ocağa varınca yüz ayaktır. Baştan aşağı ham mermerle döşeli beyaz bir meydandır. Ortasında bir şadırvan çağlar. Bü-tün canlar ondan içip susuzluklarını giderirler. Ortada nice yüz adam bo-yunda, her biri bir padişahın hatırası olan sarı pirinçten yapılma çerağ-danlar vardır. Hakir bu kubbe tavanının böyle durmasına hayran kaldım. Postnişin Arslan Baba’ya başvurarak iznini alıp kubbeye çıktım ve inceledim. Yüce Allah! Üstad mimarlar kubbe içinde ta alemden tavan yüzüne kadar bir uzun ahşap direk koyup nice yüz bin tahta direği de ona bağlayıp öyle yapmış ki sanki bir ağaç ormanı olmuş.
Meydanın çevresindeki demir pencerelerden çevredeki bahçeler görülür. Her pencerenin arasında kat kat derviş odaları vardır. Meydanın her yanı da çevreden gelen adaklarla, yani kurban postlarıyla döşelidir. Her postta bir görüş sahibi, Tanrı’dan bilge, gönlü yanık bir âşık oturup her biri bir işle, bir araştırmayla uğraşır. Bu degâhta iş bilmeyen bir derviş bulunmaz. Nicesi karaçalı kökünden beş yüz parça doğrama saplı kaşık, keşkül, çevgan, arka kaşağısı, hançer kabzası v.b. eşyalar yaparak «el-kâsibu habibu’llah» yani «Allah çalışanları sever» diyerek gelen geçene ar-mağan ederek birer hırka baha alırlar. Ama lokmaları ay yıl, sabah ve akşam, genç ihtiyar, fakir ve zengine açıktır. Hazretin gününden beri mutfaktaki ocakları sönmeyip her an yemekleri hazırdır. Adak ve vakıf-larından geliri çoktur. Değirmenleri, baltalık koruları, koyun, sığır, hergele sürüleri ve tarlaları çoktur… Yüz kadar dervişi vardır, hepsi de işleri-nin ehlidirler; her biri bir işle uğraşır. Kimi kayyim, kimi meydancı, kimi türbedar, kimi çavuş, kimi üstühancı, kimi ferraşbaz, kimi de misafir-hanecidir. Bu tekkeden başka bir misafirhane daha vardır. Her gece iki yüz misafir kalıp, çul ve torba çıkartmadan ağırlarlar, hizmet ederler. Misafir isterse üç gün oturabilir ama ondan sonra «safa geldin imanım» diye pabuçlarını çevirip yol gösterirler. Her gelene kahvaltı vermek âdetleridir. Bir güzel mutfağı vardır. Sözün kısası ne Anadolu’da, ne İran’da böyle bir tekke görmedim. Öyle ulu bir âsitanedir. Meğer Irak’taki İmam Ali ve İmam Hüseyin durakları ola.“  (Ali Duran Gülçiçek, Alevilik ve Onlara Yakın İnançlar, Etnographia Anatolica Yayınları)

Ek 2: Mustafa Koç Baba’dan Alınan Bilgiler ve Ali Koç Dede Soyundan Hüseyin Marangoz Dede’yle Söyleşi

Mustafa Koç Baba
Mustafa Koç Baba 1953 doğumlu. Ali Koç süreğini sürdüren ailelerden birisine mensup olan Baba, teknik liseden sonra bir süre üniversite de okumuş, bilinçli, aydın bir insan. Ali Koç Dede’nin büyük oğlu Hüseyin Dede’nin soyundan geldiklerini söyleyen Mustafa Koç Baba, kendileriyle ilgili bilgilerin Refik Engin’in çalışmalarında doğru bir şekilde aktarıldığını, yazıldığını söylüyor.
Mustafa Koç aslında kendilerinde soydan gelme bir geleneğin olduğunu ama herkesin dedelik/babalık yapamadığını, belli insanlara bu görevin verildiğini söylüyor.
Kendisini Eskişehir’de oturan Seydi Özkoç Baba’nın posta oturttuğunu söyleyen Mustafa Koç Baba, Türkiye’de şimdilik el verme, posta oturtma yetkisi vermeye karar veren iki baba olduğunu; bunların Seydi Dede ve Hüseyin Marangoz olduğunu söylüyor. Seydi Baba’nın on beş yıl önce posta oturduğu için el vermeye daha yetkili olduğunu söyleyen Koç Baba, şu anda Ali Koç soyundan hizmet yürüten 4 dedenin olduğunu belirtiyor. Bulgaristan’da Hasan Molla, Türkiye’den ise; Hüseyin Marangoz, Seydi Özkoç ve kendisi. Bunlar aynen Sultan Süceattin Veli Dergahı Postnişini Nevzat Demirtaş Dede gibi tüm taliplerin her hizmetini yapabiliyor.
Kofçaz Terzidere’de oturan Aşık Hasan ise Ali Koçlu olmakla birlikte her hizmeti yerine getirme getiremezse de hizmet yürüten değerli bir dikme dededir.
Şu görevleri yapamıyor; ahret (müsahiplik), el alma (ikrar verme) merasimlerini yapamıyor. Diğer hizmetleri yapabiliyor. (Ayhan Aydın, Anadolu ve Trakya’da Erenler Bahçesi, 2. Baskı, Can Yayınları, 2008)

Ali Koç Dede Yolundan
Hüseyin Marangoz Dede’yle Söyleşi

Bize yaşamınızdan bahseder misiniz?

Ben Hüseyin Marangoz olarak Alvanlar’da 1934 yılında doğdum. Ali Koç soyundan dünyaya gelmişim. Büyük dedemin adı Hüseyin, dedemin adı Ali, babamın adı Mustafa. Ben Ali Koç Dede’min on altıcı kuşaktan torunuyum. Ali Dedem Bulgaristan’da hayatın güçleştiğini görünce Türkiye’ye 1928’de göç etmiş. Göç ettikten sonra Lüleburgaz Umurca Köyü’ne yerleşmiş. Babam 1934 yılında yıl başı gecesi Türkiye’ye gelmiş ve ocak on veya on ikisinde dedem babamın tacını giydirmiş. Babam üç ay Türkiye’de kaldıktan sonra tekrar Bulgaristan’a dönüp dedelik yapmaya başlamış. Ben de bu zaman zarfında üç dört yaşlarında bir çocukmuşum. Tekkede doğmuş, tekkede büyümüş bir oğlan olarak 1978 yılına kadar Bulgaristan’da yaşadım. 1973 yılına kadar da babamla birlikte kaldım. Babam Hakk’a yürüdükten sonra, 78 yılında, Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin değiştirilmesi ve Türklere Bulgar isimlerinin verilip kabul ettirilmek istenmesi nedeniyle göç ettim. Türkiye’ye ağabeymin yanına geldim. 1950 yılında Hamza Koçerdin, abim, Türkiye’ye göç etmişti ve babam da onun tacını giydirmişti. Umurca’da yaşayan Ali Dede’m 1940 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. 1996 senesinde abim Hamza Koçerdi tarafından tacım giydirildi. O günden bugüne Murat’lı dedelik görevini yapmaktayım.

Ali Koç hakkında neler söylersiniz?

Ali Koç dedem ilk olarak orduda bir subay olarak çalışmış, Bursa’nın fethine katılmış, orduda görev almış, Bursa’nın fethinde zafer kazanılınca bir koç bulalım da keselim, demişler. Ali dedem, beni kesin, ben böyle bir kasaba için kurban olurum, demiş. O günün Bursa’yı fetheden hükümdar, hey koçum sen bana çok lazımsın, seni bir Bursa için kurban edemem, sen bana daha ne kaleler fethedeceksin, demiş. Bu günden sonra dedemin adı Ali Koç olarak kalmış. Ve Bursa’yı fethettikten sonra Lapseki’den, Eceabat’tan beri yakaya, yani Rumeli’ye geçmişler. Oradan Koru Yaylası’na (Koru Dağlarının Eteğinde, Çanakkale tarafında) çadır kurmuşlar. Çadırın üstünde erkan yürütmüşler. Oradan ilerleye ilerleye Dimetoka’ya gelmişler. Dimetoka kralına Müslümanlığı kabul ediyor musun, yoksa savaşalım mı seninle, demişler. O da bana horoz ötüşünü kadar mühlet verin, düşünme fırsatı verin demiş. Niyeti kaleyi terk edip gitmekmiş. Dedem yatsı namazını kılınca ne durursunuz ya mübarek horozlar ötüşsenize demiş. Hemen horozlar o anda ötüşmeye başlamışlar. O günden bugüne kadar Dimetoka’nın horozları yatsı namazdan sonra millet namazdan çıkarken ötüşürlermiş. Dedem hemen kapısına dayanıp, horozlar öttü, ne dünürsün, demiş. O da horozlar bugüne kadar hiç bu zamanda ötmedi, sizler gerçek kişilersiniz, Müslümanlığı kabul ediyom, demiş. Dimetoka’nın fethi bu kadar kolay olmuş.
Ali Koç Dede’nin büyük bir arazisi varmış. Niğbolu’da büyük bir vakıf arazisi varmış. Oraya gelen Osmanlı ordusunu ağarlarmış. Onların yemesi içmesi, hayvanlarının bakımı buradaki dergah tarafından karşılanırmış, Avrupa’ya giden ordu burada dinlenirmiş.
Zaten Osmanlı Arşivlerindeki belgeler, yazışmalar Ali Koç Dede’nin arazileri hakkında bilgi vermektedir.
Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın kayıtları, kitapları yok edildiği için herkes bir şey uydurmuş. Hacı Bektaş Veli aslında evlidir. Onu mücerret olarak gösteriyorlar, biz buna inanmıyoruz.
Hacı Bektaş’ın üç oğlu var ama bir de Bektaş Dede var. O da dördüncüsü müdür tam bilemiyoruz. Bu konuda bir nefes de var;

Yine imam nesli zuhura geldi
Biri Elmalı’da, biri Bursa’da kaldı
En küçük kardeşim Urumu aldı
Gel sana methettiğim Kızıldelidir (Seyit Ali’dir)

Timurtaş, Hıdır Lale, Kızıldeli. Ali Koç Dede Kızıldeli (Seyyid Ali) Sultan’ın oğludur. Bizim bildiğimiz kayıtlar böyledir. Hacı Bektaş Veli’nin soyu Musa’yı Kazım’a çıkmaktadır.
Ali Koç Baba’nın müsahibi Alvanlar Köyü’nde Hasan Dede diye bir türbe var, onu biliyoruz. Kurak geçen senelerde de oraya gidip yağmur duası yapılınca mutlaka yağmurun yağdığını görürüz.
Ali Koç Dedemin türbesinin önünden batıya doğru bakılınca Niğbolu Kalesinin kale kapısı görülmektedir. Ben oraya çıkıp gezdim. Kalenin duvarları çok sağlam. Kalenin kapıları da meşe ağacından üstünde de parçalanmasın diye, iki el büyüklüğünde lama demirlerle kalenin dış yüzüne gelen kısmı kaplı. Kalenin duvarları dört beş metre vardır. Kale kapısını kırmasınlar diye arkasında dayanak olması için yirmi beşe yirmi beş büyüklüğünde duvar içinde boşluk var. Demek ki o boşluğa sürgüler geliyor, yani odun parçası konuluyormuş.

Onun birlikte kimler varmış?

Onun babası Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan ve diğer erenler varmış. Kızıldeli Sultan Çanakkale’yi geçerken eteğindeki toprağı denize atmış, orayı yürüyerek geçmiştir.

Erenlerden bir de Demir Baba varmış?

Akyazılı Sultan’ın bir dervişi varmış. İsmi Hacı Ali imiş. Mücerretmiş, hayatını Akyazılı Sultan Dergahı’nda hizmete adamış. Bir gün Akyazılı Sultan Ya Hacı Ali senin evlenmen lazım.  O da ben hayatımı sana adadım, ben hayatımı sana hizmetle, dergaha hizmetle geçireceğim, demiş. Tamam ama senin evlenmen lazım, Kara Demir’in gelmesi yakın oldu çok, demiş. Ama ben yaşlandım, deyince, olsun zararı yok demiş. Ondan sonra ona Kara Demir Köyü denen yerden bir hanım almış. O da Gerlova Alçağı’ndadır. Bir hanımla onu evlendiriyorlar. Evlendikten sonra Kara Demir dünyaya geliyor, ismini Hasan olarak koyuyorlar. Arkadan Hüseyin Baba (Voden köyünde) dünyaya geliyor. İsmini Hüseyin koyuyorlar. Arkadan da bir çocuk daha dünyaya geliyor onun da adını Yunus (Abdal, Yankovo Köyünde) koyuyorlar. Bunlar büyümekte olsun. Demir Baba Sultan çok büyük kerametler gösteriyor. Bir gün babasına gezmeye geliyor.  Baba, Yunus nerede diyor. O da kavun karpuz ekmeye gitti, diyor. Yunus gelince eve, Yunus ne yaptın bugün diyor. Karpuz kavun ektim diyor. Ulan aptal diyor, insan kavun karpuz ekerde birkaç tane koparmadan eve gelir mi, diyor. Yok abi, ben onları daha bugün ektim, onların olgunlanmasına daha kırk gün lazım diyor. Ondan sonra Demir Baba diyor ki, hadi gidip toplayalım birkaç tane diyor. Ondan sonra gidiyorlar tarlaya. Bir de ne görsünler; kavunlar, karpuzlar olmuş, yenecek hale gelmişler. Birkaç tane koparıp geliyorlar baba evlerine. Demir Baba bu mucizesini gösterince bir daha seçkin dervişlerden olduğu anlaşılıyor.

Daha sonra ne olmuş?

Oradan yavaş yavaş ilerleyip dedem Niğbolu Kalesi’ne yetişip İvan Şişman’ı muhasara altına alıyor. İvan Şişman bir gece gafil avlayıp onları kaleden kaçıp gidiyor. Bunlar sabahleyin İvan Şişman’ın gittiğini görünce onun peşine düşüp, İvan Şişman’ın izini sürüp, onun Rila Manastırı’na gittiğini öğrenip peşine düşmüşler, İskar Deresi boyunda bir yüksecik, Mısır Kuyuları adı verilen bir yerde yetişip İvan Şişman’ı hakkından gelmişler.
Dedem bir daha yaşlanınca sen çok kaleler fethettin, yoruldun deyip onu Rusçuk Valisi tayin etmişler. Uzun yıllar orada valilik yapmış. Ve Alvanlar denen yerde, daha önce akıncıların gittiği yer, burada Bulgar çetelerinin halka zulmettiğini öğreniyorlar. Oğlu Hüseyin Baba’yı bir çoban gibi bir koç sürüsüyle Alvanlar Köyü’ne gönderiyor. O koçları güderken Bulgarca’yı bildiğinden çetelerle dostluk kuruyor. Bulgarlar Hıdırellez’i çok büyük bir törenle kutlarlar, Yorgi’nin Günü adı altında onlar da Hıdırellez günü kutlarlar. Dedem onlara der ki, ben de Yorgi’nin Günü’nü kutlamanız için sizlere iki koç vereğim. İki koç verir. O gün için babasından iki tabur asker ister. Bu askerleri iki derenin alçağına, çökeğin içine yerleştirir. Kutlama yapılacak olan çetelerin bulunduğu yere Tozkale derler. Bu Tozkale’nin yanında büyük büyük taşlar vardır; tam uğruna menzil alıp siper olacakları zaman dedem kendi başına uzun bir kırmızı şapka yapar, Kızılbaşlığımız anılsın, diye. Ve çetelerin arasında seçilebilmisi için. Ben üç el ateş edeceğim, ondan sonra siz saldırıya geçeceğiniz der. Beni de başımdaki kırmızı büyük şapkadan bileceksiniz, diyor. Ve çetelere şarap içkisini dağıtmak için sakiliğe başlar. Doldurup doldurup şarap kadehlerini çetelere dağıtır. Çetelerin iyice kafayı bulduğunu anladıktan sonra, çete başına der ki, efkare geldim, ver şu silahını üç el ateş edeyim. Çete başı da sen bize iki koç verdin, biz de sana silah verip üç el ateş etmene her daim karar veririz der. Hemen alır, çete başının silahını. Havaya üç el ateş eder. Askerlere hücum anını bildirmiş olur. Ve kendi hemen kayaların arkasına, askerlerin olduğu yere atar. Askerler dört taraftan çetelerin üstüne  yağmur gibi ateş ederler. Çeteler o anda tek kişi kalmayıncaya kadar, imha olurlar. Böylece dedem Gerlova Alçağını Bulgar çetelerinden kurtarmış olur. Gerlova Alçağı denilen yerde otuz beş kırk tane Türk köyü var.

Dedem bir daha Alvanlar’da kalıp yolunu erkanını yürütmeye başlamış. Yalnızlıkla onun, Alvanlar Köyü’ne konmuş olan Topuz Baba, kalkıp derenin öbür tarafına Topuzlar denen yere gitmiş, şimdi burada da Topuzlar Köyü vardır ama onlar Aleviliğini kaybetmişlerdir, Topuz Baba’nın türbesi oradadır. Ayrıca; Tekkeler (İki Köy) şimdi Tekeler diyorlar; birine Büyük Tekke, diğerine Küçük Tekke deniyormuş, onlar da Alevi köyüymüş. Karaatlar (Karatlar) Köyü de Alevi köyüymüş. Şimdi onlar da Sünnileşmişler. Kademler ve de Mürvetler Alevi köyüymüş, onlar da kaybetmişler, Sünnileşmişler. Şimdi sadece Veletler, Küçükler, Alvanlar Alevi köyü olarak bilinmektedir, bugün de Alevilik burada devam etmektedir.

Siz de dedelik ve babalık kurum nasıl işliyor?

Bizde dedelik babadan oğla devam eder. Eğer soydan değilse, ihtiyaç olan yerlerde hizmet yürütenlere baba denir. Onlar her hizmeti göremezler. Müsahip yapamaz, aşure namazı kıldıramaz, tarikten geçiremez.

Aşure namazı nedir?

Biz Kerbela şehitleri için Muharrem ayının dokuzunu ona bağlayan gece on rekat şehitler namazı kılarız. Ve onuncu günü öğlen namazına müteakip, kırk rekat şehitler namazı kılarız, toplam elli rekat olur, buna aşure namazı deriz.

Bildiğimiz Sünni namazı gibi midir?

Namaz şekli aynıdır, ama okunan ayetleri başkadır.

Yol, erkan, müsahiplik hakkında neler söylersiniz?

Bizler yol ve erkanlarımızı halkın tarımla uğraşması, yaşam koşulları nedeniyle yazları yürütmeyiz. Kasımdan on beş gün geçtikten sonra ibadetler başlar. Baştan Tekkeye Çıkma diye, tekkeyi ziyaret bayramı yaparız. Yani Hüseyin Dede’nin türbesine çıkarız, Ali Koç Dedeýi anarız. Halk toplanıp “Barışık” yaparız. Bizim cemimizde küs insan olmaz. Küsler barışır. Ondan sonra bayramlar devam eder. Arkadan şükür Bayramı diye, bütün hasılatı topladık, Allah ağız tadıyla yemek nasip etsin, diye Şükür Bayramı yaparız. Yine tekkeye toplanır, ziyaret edilir. Kış günü Ara Bayramı diye bir bayram yaparız. Ve nevruz bayramı yaparız. İlk yazın ağaçlarımız çiçek açma döneminde bir bayram yaparız.
Canlar birbirini sevince müsahiplik olurdu. Müsahiplikte kurban kesilirdi. Bu kurban etinden müsahip olmayan yiyemezdi.

Dedelik biraz daha bilgi verir misiniz? Gerçek bir dedenin özellikleri nelerdir?

Gerçek bir dede dürüst olmak, yalan söylememek, Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi eline, diline, beline sahip olması gerekir. Halk arasında güven kazanmış olması gerekir. Bilgi donanımının olması da gerekir. Tekkede yetişmiş olup, araştırmalarını devam ettiren, bu erkanın inceliklerini tekkede yetişmiş olursa bilebilir.

Alvanlar Köyü hakkında neler söylersiniz?

Alvanlar Köyü Gözcü Ali Babalar, akıncılar zamanından kurulmuş bir köydür. İlk önce Baba Konağı denen bir yerde oturup yemek yiyorlar. Yemek yedikten sonra su ihtiyaçları oluyor, salıyorlar yanlarındaki hizmetçilerinden birisini bir alçağa, hendeğe doğru. Git su ara bul getir, diyorlar. Gidiyor alçakta bir yudum su bulamıyor. Tam onların yanına çıkarken, iyice (Ali Koç Dedemin Türbesi tepesi gibi) tepenin doruğuna çıktığı zaman sesleniyor, ne oldu, nerdesin su bulamadın mı diyorlar? Sizin yüz metre altınızda bir tepenin ordayım, diyor. Su bulamadım, diyor. Bize karşı yere diz çök Amin de, diyorlar. Buradan Gözcü Ali Baba Sultan bir dua ediyor. Hemen olduğun yerde eş ellerine doldur suyunu, diyorlar. Elleriyle eşip oracıktan suyu getiriyorlar. Bu Baba Pınarı’dır. Onlar Akyazılı Sultanlar’la beraber gidenlerdir. Baba Pınarı denen yerde sofra kurup yemek yemişler, bu pınarı bünyat etmişler, ordan oklarını atmışlar, herkes okunun düştüğü yere gidip yerleşmiş. Alvanlar’da Gözcü Ali Baba’nın oku Gözcü Ali Baba tepesinin üstüne düştüğü için Gözcü Ali Baba’nın türbesi oradadır, diyorlar. Alvanlılar her sene temmuz ayı sonlarına doğru, kirazlar, dutlar olduğu müddetçe bu tepeye, Şehitlik (Bulgar çeteleri bir çok kişiyi şehit etmişler Şehitler Çeşmesi de vardır), Soğucak (Çok soğuk su, gani bir kaynak, elini soksan elin donar) onun başına Gözcü Ali Baba’yı anmak için senede bir gün toplanırlar. Biz onu bir gün analım, o bizi bütün yıl koruyup gözetlesin, denir. Ve de koruyup gözetlediğine de inanılır.

Çocukluk dönemizdeki yaşantınız nasıldı? Alvanlar’daki dönemden bahsedelim?

Benim küçüklüğümde İkinci Cihan Harbi koptu. Ama bu İkinci Cihan Harbi’nden bizim köyümüz zarar görmedi. Biz bunu Gözcü Ali Koç Baba’dan biliyoruz. Hayvancılığımız da vardı, tarımla da uğraşırdık, hayvancılık fazla olmazdı. Ormanın altındadır. Tütüncülük de vardı. Çok büyük yokluklar içinde geçirdik. Okula giderdik kalemimiz, defterimiz yoktu. Harp olduğu için hiç çalışır fabrika yoktu. Stokta malları olanlar rahat yaşardı, olmayanlar kıtlık içinde yaşardı. Ve de şu vardı ki, bu kıtlığın sebebi fabrikaların çalışmamasıydı. Komünizmden önce ekmek bile karneylen, kuponlaydı. Nüfusuna göre verirlerdi.
Eğitim amacıyla gençlere, çocuklara bayram yapılırdı.

Babanız sizi nasıl yetiştirdi?

Babamız bizi dürüst olarak yetiştirdi. Elinize belinize, dilinize sahip olun diye yetiştirdik. Biz tekkede yetiştik, onları sesleyerek (dinleyerek) yetiştik.

Cemler dede evinde mi yapılıyordu?

Evet.

Ne sıklıkla yapılıyor?

Çok sık olmasa da perşembeyi cumaya bağlayan geceler cem yapılır.
Türkiye’ye geldikten sonra da cemlerimiz devam etti. Abim 1950 yılında tacı giyip geldiği için o cemleri yürütüyordu. Biz de onunla birlikte devam ettik. Cemlerimiz devam ediyor.

Şu anda Ali Koç talipleri nerelerde yaşıyor?

Eskişehir’de Merkeze bağlı Büyükyayla Köyü  Seydi Koç
Tekirdağ Muratlı
Tekirdağ Muratlı Aydın Köy (Hoca Aydın, tümü Ali Koç talidir)
Tekirdağ Muratlı Ballı Hoca Köyü (birkaç kişi var)
Tekirdağ Çorlu Merkez
Tekirdağ Çorlu Sağlık Mahallesi (En yoğun olunan yer)
Tekirdağ Çorlu Türkgücü (bir kısmı)
Kırklareli Merkez
Kırklareli Lüleburgaz (merkez)
Kırklareli Lüleburgaz (Umurca karışık, bir kısmı)
Kırklareli Lüleburgaz Evrensekiz (çok az var)
Kırklareli Lüleburgaz Hamza bey (yarı yarıya)
Kırklareli Lüleburgaz Küçük karıştıran (karışık)
Kırklareli Kofçaz Merkez
Kırklareli Kofçaz Tastepe (yarı yarıya (diğer kısmı Amuca Kabilesi’nden)
Kırklareli Kofçaz Terzidere (yarı yarıya (diğer kısmı Amuca Kabilesi’nden)
Kırklareli Kofçaz Molkoçlar (yarı yarıya)
Kırklareli Kofçaz Devletliağaç (yarı yarıya)
Kırklareli Demirköy Merkez (var)
Kırklareli Demirköy Sivriler Köyü (var)

Yablonovo’yla bağlantınız nedir?

Uzun zamandır gidip gelmedim. 1989’da Mesut Yılmaz’ın dışişleri bakanlığı döneminde cifte vatandaşlık hakkı tanındı. Bundan çok kişi yararlandı. Bize bu hakkı tanımadılar, bizler 1978 göçmeniyiz. Ama köyden gelip giden çok oluyor. Onlardan haber alıyoruz.

Nasıl haberler alıyorsunuz?

Aldığımız haberler de pek iç açacı değil. Halk biraz itikatını kaybetmeye başlamış. Komünizm çok çalıştı dinsiz insan yetiştirmeye, itikat, inanç orda da azalmış.

Kevser Koçerdin
((45) Çorlu, Serbest Muhasebeci Mali Müşavir,
Hamza Koçerdin Dede’nin oğlu Yusuf Koçerdin Dede’nin kızı)

Çocukluğumuzda bayramların sırasını bilmiyorduk. Bizim evde yapılırdı bayramlar. Bizde çocukken onlarla birlikte olurduk, o dönemde Sağlık Mahallesi’nde oturuyorduk. Babamız çok genç yaşta bu görevi almış, Sağlık Mahallesi’nde hizmet vermiştir. O dönemde her şey çok gizli yapılırdı. Seksen öncesiydi. Oturtuğunuz yerde “yabancılar” dediğimiz Sünni kesim de mevcuttu. Evimize gelen babamın canları teker teker gelirlerdi, toplu olarak gelmezlerdi ki, toplu bir geliş olmasın, o görüntüyü vermek istemezlerdi. Çok sıkı gözcümüz vardı, gözcü babamızın görevi çoktu. Biz çocuklar da onun yanında bulunurduk. Cemlerimizde Hz. Ali Efendimizin resmi Atatürk’ün resmi, bayrağımız mutlaka bulunurdu, On İki İmamların resimleri bulunurdu. Daha sonra bizler büyümeye başladıkça babam bekar olan gençlere yönelik olarak eğitim amaçlı yaptığı cemlere; “Kız Bayramı (yolumuzla ilgili kızları eğitmek için), delikanlılara da Çocuk Bayramı derdi. Onlara da bayramlar yaparak bizleri eğitmeye çalışırlardı, biz şimdi bunları daha iyi anlıyoruz.
Giyimlerimiz; bayramlarda mutlaka şalvar giyerdik, üstümüz başımız düzenli, ayaklarımızda (abdest alınır Musa’nın Tur Dağı’na çıktığı gibi çıplak) bayram yapardık. Baş örtüsünü arkadan bağlanır, sarınmak, bürünmek hiçbir zaman olamamıştır. Semah dönmeyi öğrettiler, Niyazımızı öğrendik, bilgileri öğrettiler, onları öğrendik önce. Bu cemlerin dışında perşembeyi cumaya bağlayan gece evimize babamın taliplerinden toplanılırdı; babam kitap okurdu taliplere ve bizlere, Ehlibeyt’le ilgili bilgiler verirdi, halkını bilgilendirirdi. Babamız çok kitap okurdu, okuduklarını da talipleriyle paylaşırdı. O zaman yolumuzla ilgili, cemevlerinin açılması, bazı problemlerle ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı’na yazılar yapılmıştı. Babamın önderliğinde taliplerin yardımıyla, kendi bahçesinde bir cemevi yaptı, bir mutfağı ve ibadetin yapılabileceği bir salon vardı. Yetmişli yıllarda birlikten kuvvet duyulacağını söyleyip mücadele verirdi. Sağlık Mahallesi’nde herkesin sorunuyla ilgilenirdi. Devlet erkanıyla ilişkileri iyi tutmuş ve cemlerin rahat bir şekilde yapılmasını sağlamış.

Alvanlar’a gitme şansınız oldu mu?

Köye gittim. Koçlu dedemin mezarını, aile mezarını ziyaret ettim. Çok duygulandım, çok farklı bir şey bunu kelimelerle anlatmak imkansız. Bir tarihimiz orada. Oradan da Niğbolu’ya geçtik. Orada Ali Koç Dede’yi ziyaret ettik. Plevne’de bize Bulgarlar kötü davrandılar. Niğbolu’da ise bir Türk bize yolu gösterdi. Fakat türbe kapalıydı. Ben çok üzüldüm. Bizi götüren arkadaş bize yardımcı oldu. Bir anahtarın yaşlı teyzede ve camii hocasında anahtarların olduğunu söyledi. Camii hocası bizi sorguya çekti. Nereden Ali Koç’un torunu oluyorsunuz, diye sordu. Ben de bilgilerimi anlattım. O da Ali Koç’a çok sahiplenmiş, bağlanmış, rüyalarında da görmüş zaten.  Sen ona benziyorsun, dedi, inandım dedi. Niğbolu’da Türkler var, Bulgarlar var sayıları az, Çingeneler de var. Burada da Aleviler var.
Onlar çok yüce insanlar. Hem Bulgarların, hem de Sünnilerin onları seviyor olmaları onların yüceliğinden kaynaklıyor.

Gülfer Ümit (Koçerdin)
((42) Çorlu (Serbest Muhabeci , Mali Müşavir, 
Hamza Koçerdi Dede’nin oğlu Yusuf Koçerdin Dede’nin kızı)

Babamın dedelik yaptığı dönemde bizler de onları yaşadık. Babam çok genç yaşta vefat etti. Ben o zaman üniversite öğrencisiydim. Babam dini hizmetleri yanında bilime ve bilgiye çok önem verdi. Bizlerin okumasını çok isterdi, bunu başardı da. Soya çok önem verirdi. Soy soydandır, derdi. Bizler sorduğumuz zamanda Ali Koç Dede’nin eşinin Hüsniye nine yani babaannemiz Abdal Musa’nın kardeşi olup, onun bahçesinde yatmaktadır. Oraya neden geri döndüğünü bilemiyoruz.

Daha önce Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Araştırma Dergisi’nde yayınlansa da hatalar olan Hüsniye Ninem’in nefesini sizlere sunmak istiyorum. Ali Koç Dede seferde, savaştayken, Hüsniye Ninem’in Elmalı’yken onu özleyip söylediği nefes.

Seher yellerinden haberin geldi
Lutfeyle halimi Ali Koç Babam
Kimseler bilmez oldu halimden
Gözlerimin yaşını sil Koçlu Babam

Ben bir derde giriftar oldum çekerim
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Pirim gelir diye yollarına bakarım
Yetiş imdadıma gel Koçlu Babam

Gerçek ersin şek getirmem özüme
Darıldın mı ne bakmazsın yüzüme
Artık eksik kalma imdi özüme
Hayır himmet nazarını kıl Koçlu Babam

Mecnun’un serine kuşlar dünedi
Ah ettikçe didelerim kanadı
Nice erler geldi kılıç sunadı
Hamle sana kaldı çal Koçlu Babam

Dedemoğlu eydir bu dergaha gelenler
Hani bizden önce bu hana konanlar
Dünya benim deyip dava kılanlar
Sabrın selametine dur Koçlu Babam

Söyleşi; 3 Temmuz 2010, İstanbul.

Ek: 3, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) Dergahı/Ocağı’ndan – Lütfi Aykurt Dede

Kızıldeli Sultan Hakkında, Dedesi Dergahta Dedelik yapmış Kızıldeli Sultan Dedesi (Babası) LÜTFİ AYKURT’dan Derlediğimiz Bilgiler

Dünyada 54 ana tekke vardır. Bunlardan bazıları ve önemlileri şunlardır; Hacı Bektaş, Kızıldeli, Mısır’da Kaygusuz, Elmalı’da Abdal Musa.
Belirli tarihten sonra Kalender Çelebi, orayı ele geçiren Nakşibendilere verilince Kızıldeli ana tekke konumuna geliyor.
Bütün icazetler oradan alınmaya başlıyor.
Demek ki Kızıldeli tekke olunca diğer ufak tekkeler Kızıldeli’ye bağlanmalı.
Kızıldeli’nin bir efsanevi yönü var; Kırklareli Rumeli’nin fethiyle ilgili önemli bir eski Türkçe, el yazması belge vardır. Ahmet Hüseyin Pehlivan Dede vardır, oradan gelme, o bana verdi.
Ben eski Türkçe bilmediğim için fotokopisini aldım sonra baktım Bedri Noyan’ın Seyit Ali Sultan kitabında biraz benzerlikler var.
Nafiz Karaçam’ın Efsane’den Gerçeğe Kırklareli kitabında da I. Murad’ın ordularıyla geçtik, yine Süleyman Paşa ile geçmek efsane de ama Süleyman Paşa zaten I. Murad’ın kardeşi, Evronos Bey, Hacı İlbey bunlar bugüne yansıtırsak ordunun generalleri.
Bunları da Bursa’ya davet edildikleri için bu 40 kişi Kara Rüstem Gaziler, Abdül Sametler… Demek ki orduya katılmışlar hem manevi lider olarak hem de birer vekil olarak.
1. Murat zaten Malkara sırf balcılıkla o kaza ilgileniyormuş Balkara sonradan Malkara olmuş.
Çorlu’nun etrafı kaleymiş ama halkı yok etmiş Çorlu’yu ele geçirdiği zaman sonra karargahı Lüleburgaz’a kuruyor sonra Babaeski’ye kuruyor.
Buraları aldığı zaman zaten bunların ön yapısı var. Alperenleri dediğimiz öncü erenleri zaten Balkanların çoğu arazileri boş.
Bizanslar ile Selçuklunun bir barışık dönemi oluyor. Eski Rumeli dediğimiz o zaman Moğol istilalarında Orta Asya’dan gelen obalar Konya’nın kuraklık üzerine oradaki aç, sefil halleri Bizans ile Selçukluyu bir araya getiriyor diyorlar ki; bunları Balkanlara sevk edelim, oradaki boş arazilerde hem çalışsın, hem de yerleşik düzene alışsınlar. Çünkü Türklerin kaderi Müslümanlığı kabul ediyorlar, Türkmen adını alıyorlar sonra Yörük adını alıyorlar.
Selçuklunun son dönemlerinde Balkanlara doğru iki devletin mutabakatı halinde geçişler de oluyor.
Türkler burada hiç silah kullanma ihtiyacını duymadılar. Çünkü oradaki elde ettiğimiz mahsulleri helallarımız  (eşlerimiz) hariç hepsini eşit paylaşacağız. Biz de dedik ki, Müslümanlık bu kadar güzel bir din çoğumuz Müslüman olduk, onların hiç kılıç kullanmasına gerek kalmadan böyle bir anım var. Daha önce de Kanta Kuzenin oğlu Bulgarlarda esir kalınca Umur Bey’den rica ediyorlar oğlumu kurtar, diye. Umur Bey de kurtarınca Kanta Kuzeni bu sefer Gelibolu’daki kaleyi Umur Bey’e hediye ediyor. Umur Bey ne kadar da bağımsız da olsa Osmanlı’ya bağlı. Zaten I. Murat geçtiği zaman genelde Çardak üzerinden geçiyorlar Gelibolu’ya, ama teşkilatlar daha da hazırlanmış. Dimetoka’da falan Kızıldeli’ye bazı fütüvvet ehli kişilere bu araziler veriliyor, çalışın bu ekmeği yiyin.
Bugün Yunanistan’da Seçek Yaylası dediğimiz, Gaziler Tepesi’nde her sene oluyor, o mahsulü elde ediyorlar, diye sonra herkes birleşip mahsulü pay ediyorlar. Sonra diyorlar ki, Allah bize bu nasibi verdi bunun şenliğini, bayramını yapalım, Allah’a şükredelim, kurbanlar keselim, diyorlar. Öyle başlıyor toplanmalar, törenler, 1370’lerde. Zaten yaylanın manası yaz sonu demek yani yaz sonu bayramı.
Seyit Ali Sultan’dan sonra Resul Bahri ondan sonra Mürsel Bali ve Mürsel Bali’nin oğlu Balım Sultan dergahın başına geçiyorlar.
Ak Ahmet Baba, Kara Halil Baba bir de Vahdettin Baba hatta Vahdettin Baba zamanında hacca da gitmiş bir yerde istesen de istemesen de Hıristiyanlarla beraber yaşıyorsun bir kültür alış-verişi olacak bundan kaçamazsın. Onların kültüründen bize, bizim kültürümüzden onlara geçişler, etkileşimler olmuş. Çok yerde Nevruz’da Yumurta dağıtma, yeme olayı vardır. Trakya’da Nevruz Cem’lerinde yumurta muhakkak vardır, belki de onların paskalyasından bize bu kültür gelmiş.
Erkanlarımızı incelediğimiz zaman ben şimdi bu erkanımı Şah Hatayi’nin nefeslerine göre, Pir Sultan’ın nefeslerine göre sürdürüyorum. Şimdi cem birlenir, herkes barıştıktan sonra üç nefesler bölümü vardı; “ilk evvela şu dünyaya Hakk Muhammed Ali geldi, yüz bin erden yüz çevirmez ol şahıma dolu geldiği”  Buradaki doluyu iyi incelemek lazım.
Pir Sultan’dan önce ne vardı da, nasıl oldu.
Balım Sultan geldi II. Bayazıd’ı İstanbul’da dergaha soktu.
Hatta onun öyküsü de vardır, erkana soktuktan sonra diyor ki sana altın veriyorum hediye olarak kabul etmiyor Balım Sultan, sana ne vereyim hediye olarak, sana Sultan ismini hediye edeyim, Balım Sultan da diyor ki, ben de sana Veli ismini karşılığında vereyim.
36 tane Osmanlı padişahına bakıyorsun bir tek II. Bayazıd; Veli olarak geçer. Mehmet Şilli Baba kendisi doktor, Yenibedir’de babalık yapıyor ve Refik Engin, diyorlar ki; onlar mücerret, ben de diyorum ki; Kızıldeli’de musahiplik hep var, bu nasıl oluyor? Çünkü olmasa bu böyle gelmez, benim babaannemden dinlediğim budur. Çünkü yıllarca tekke dervişliği yapmış, Türkiye’ye geliyorlar benim kaynatam da Kızıldeli’de halife babaydı, dedi.
1826’da II. Mahmut Yeniçerileri ortadan kaldırıyor biliyorsunuz. Aradan 50 sene geçiyor, sıkıntılar devam ediyor. Derken kendilerini bulamadan 1893 Harbi patlıyor. Orada da yine bir karışıklık bir muhaceret var tam kendilerini bulmaya çalışırken zaten akıllarında tekke mi kalır, babalık mı, dervişlik mi yani geçim derdi var. Bu sefer de Balkan Harbi’nde Türkiye’ye göçtüler, Türkiye’de zaten kendilerini yerleşik düzene alıştırana kadar, 1925’de de Tekke ve Zaviyeler Kanunu çıkıyor. Her şey bu defa daha değişik oluyor. Nerde ne bulacaklar?
Merdivenköy’de bir Tahsin Baba varmış ki oradan el alalım dediler, Tahsin Baba’dan el aldılar. Sonra Hacı Bektaş’a gidelim, bir el de oradan alalım, dediler. Şimdi bunun sıkıntısını çok çekiyoruz. Kızıldeli’de en üst makam halife baba makamı.
Çünkü tekkenin 24 parça köyü var ama bu köyler 100-200-300 hanelik köy değiller, belki bir mezra gibi. Hep seçimle gelinmiş yoksa Kızıldeli’nin evlatlarından postnişinlik bugüne kadar gelirdi. Hep erbabını seçmişler, oraya koymuşlar, bir halife baba seçilmiş o köylere de halife baba el vermiş bu böyle gelmiş.  Biz de şimdi diyoruz ki, işte Medeni Babalar, İbrahim Manaf Babalar dediler ki biz de seni halife baba seçelim, bu sistem böyle otursun. Benim de saygım var, Ulusoylar’a ama onlar o misyonu layıkıyla yerine getiremediler. 1994’de Feyzullah Çelebi Hakk’a yürüdükten sonra hepsi bir havada oldu. Bektaşileri de iki kategoriye ayırmak lazım. Kızıldeli’yi ele aldığınız zaman, Kızıldeli’nin tekkedeki vakıftaki köylerin yerleştiği yöreler belli. Bursa’nın; İsmetiye, Atıcılar, Uzunköprü’nün Yeniköyü, Umurca, Beyköy, Kırklareli İslambey köy, Silivri Ortaköy mesela Firüzköy’de Kızıldeli Ocağı’na bağlı ama kazamız Ortaköy bizim. Uzunköprü’nün Çobanpınar gibi köylerde şimdi çok acı hepsi kapalı. Mesela Silivri Ortaköy’e ben bakıyorum, Babaeski Kumrular Köyü’ne ben gidiyorum. Firüzköy’de Gürbüz Baba var, Yeniköy’de İbrahim Manaf Dede var. Mesela Musalca tartışılır Ali Osman Dede ve Mustafa Dede var biri diyor ki, Seyit Ali Sultan’a bağlıyız, diğeri diyor ki Odman Baba’ya bağlıyız. Onları da çözemedim ben. Seyit Ali Sultan’a bağlıysan mesela Bursa’ya gidin, bizim Ortaköy’ün cemine gelin, çok az fark olsa bile cemin ana temaları aynıdır…”

Ek: 4, Bedreddini (Gülşeni) İnanç Önderleri

Bu babalardan bir kısmının görüşleri ise şu şekildedir:

Habib Özkaynak Baba, Lüleburgaz, Deveçatağı Köyü

“…Gidecek çok fazla yerimiz, söyleşecek çok fazla babamız olduğu için çok acele hareket ederek Deveçatağı Köyü’ne varıyoruz. Habib Özkaynak Baba’yı bularak evine gidip detaylı bir söyleşi gerçekleştiriyorum. Burada da ilginç bir gelenekle karşılaşıyoruz. Burada dede bir nevi babaya yardımcı olan rehberlik görevini yerine getiren bir inanç kurumu. Burada analar kelam, yani nefesler söyleyerek bizi karşılıyorlar.
Tümüyle Amuca kabilesine ait bir köy olsa da zamanla Sünni’leşmeler yaşanmış ve şu anda Alevi/Sünni karışık bir köy yapısına bürünmüş Deveçatağı. 73 yaşında olan Habib Özkaynak yine köklerinin Bulgaristan olduğunu, Kaybılar köyünden buraya geldiklerini söylüyor. Ayrıca zamanla bu köye Belören ve Gündüzler gibi köylerden de gelip yerleşenler olmuş. Dedenin hanımı Arzu Ana (73) hemen bize yemek için bir şeyler hazırlarken muhabbete de katılıyor.
Kendilerinin Amuca kabilesinden, Bedreddin yolunu sürenler olarak tanımlayan Özkaynak Baba, kendilerinin gülü çok sevdiklerini, çiçeğin insanın ve yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor.
Gülşeni olarak isimlendirilen bu insanlarda Şah Bedreddin’e büyük bir bağlılık var.
Onun ismi geçince saygı işareti olarak ellerini dudaklarına götüren bu canlara göre gül Muhammed’den, Bedreddin’e ondan da kendilerine geçen kutsal bir emanet. Öyleki ibadetlerinde gülün çok büyük bir anlamı var. Yalnız burada şunu belirtmek lazım, gülün kokusunun ve varlığının sindiğine inandıkları bir bez parçası burada önemli. Bu bez parçasının Hz. Muhammed’in Kırklar Meclisi’nde semah ederken keşkülünden kopan bir bez olduğuna, onun da zamanla Şah Bedreddin’e geçtiğine ondan da kendilerine intikal ettiğine inanıyorlar. İbadetlerini bu bez parçası olmadan yapmıyorlar. Buna “gül kuşanmak” deniyor.
Şeyh denilen burada daha çok yaygın olarak Şah denilen, Bedreddin’in talipleri gül kuşanmışlardır.
Aynı görüşü dedeyle birlikte söyleşiye katılan Talip Talih Dede de onaylıyor.
Erkan kapıları güzün açılmaya başlayınca İsmail Kurbanı, yani büyük kurban keserek cem ve cemaatlar başlıyormış.
Cem, Cemaat, Dergah, Cebrail Muhabbeti toplanıp cem ibadeti yapmak için kullanılan kelimeler.
5 veya 7 veya 9 dedenin bir araya gelip yapabildikleri büyük ibadetler dışında küçük hayvanlar keserek (tavuk, horoz, hindi vb.) tümüyle muhabbet ve sohbet için de toplanmaların yaşandığı köyde insanlar arası inançsal bazda bir sorun yok. İbadete herkes davet edilir, yolun kurallarına uyanlar buraya alınır, Hakk, Muhammed Ali isimleriyle birlikte Şah Bedreddin adı da burada yaşatılır…
Burada da Anadolu Aleviliğinde olduğu gibi dedelik kurumu soydan gelen, soyu takip eden bir kurum.
Her bir dedenin ayrı bir görevi var. Tüm dedelerin başında bir baba bulunuyor. Büyük Dede diye tabir edilen en yetkili dede ise Ali postuna oturan, baba olmadığı zamanlar tüm hizmetleri yürütebilen baş dede konumundaki kişi oluyor. 12 gün Muharrem Orucunun tutulduğu, nasip almadan yola girilemeyen, küskün, dargın veya suçluların ceme dahil edilmediği bu köyde de Alevi Bektaşi inanç ve kültürünün tüm canlılığıyla yaşadığına tanık oldum. Tabii ki ilk dikkat çeken husus, tüm evlerin bahçelerinin içinde gül ve diğer çiçeklerin olması…”

Selahattin Dağ; 1961 yılında Kısmet Aktaş Baba’dan nasip alarak yola girmiş, bir Gülşeni.
Kendisini; Şeyh Bedreddin’e bağlı bir Gülşeni kuluyum, diye tanıtan Dağ, Alevilik, Bektaşilik’le ilgili birçok kaynağı tarayan, kökenlerini araştıran, bölgede Alevi İslam inancının yaşaması için çaba harcayan canlarımızdan birisi aslında.
Onun temel kaygısı, Alevi kurum ve kuruluşlarıyla, yazarların kendilerini tatmin edecek araştırmalar yapamamaları ve ocakları ve inanç önderleri konusunda bir boşluk olmasından dolayı arayış içinde, çeşitli bocalamalar sergileyen bir kişilik göstermesi.
Gülşeniler’de Gülbenkli muhabbet (dört ayaklı kurban kesilen muhabbet, koyun, koç vd.) ve gülbenksiz muhabbet (iki ayaklı (tavuk, horoz vb.) muhabbet, yani cebrail kurbanı kesilen muhabbet) olduğunu söyleyen Dağ, on üç yaşından beri bu yola gönül verdiğini, babasıyla cemlere girdiğini, eski dede ve babaların kendilerini kendi inançları konusunda aydınlatmalarına rağmen şimdi mürşit sıkıntısı çektiklerini, hali hazırda da Gülşenileri temsil eden dedeler olsa da bir baş, bir baba olmaması dolayısıyla ve köylerin boşalması, kente göçün artması ve ekonomik nedenlerle insanların inançlarından ödün verdiklerini bu sorunun Kofçaz İlçesi’nde çok yoğun bir şekilde yaşandığı söyledi. Edirne’de Hasan Şezai Hazretlerinin türbesi varmış. Ayrıca onun Gülşeni olduğunu duyduk diyen Dağ, bir de Gülşeniler Sokağı olduğundan bahsediyor. Kendilerinde baş okutmanın, müsahipliğin olmadığını söyleyen Selahattin Dağ, kendilerinin topluca tövbeden geçtiklerini, bunu aksatmadan sürdürdüklerini söylüyor.
İstanbul’da Paşabahçe’de Davut; Lüleburgaz Turgutbey Köyü’nde Levent Baba’nın (Kısmet Aktaş’ın yerine baba olmuş), Kırklareli’nin Koruköy’ünde de Ali Baba’nın hali hazırda bildikleri babalar olduğunu söyleyen Dağ; Kofçaz Deveçatağı Köyü’nde Habib Dede ile Talih Özkaynak’ın, Ahmetler Köyü’nde Mehmet Ali Uzun’un dede olduklarını; Devletliağaç’ta Yaşar Aktürk’ün, Lüleburgaz’da Tatlıpınar Köyü’nde Nuri Çakar Dede’nin görevleriniz yapmaya çalıştıklarını söyledi. Ahmetler Köyü’nde Mehmet Öztürk Baba var.
(Birkaç kez başka başka yerlerde dile getirdiğim gibi dedelik, babalık, ocak, tekye vd. kelimeler farklı yörelerde, farklı anlamlar kazanmaktadır. Nihayetinde buradaki dede de, ocakzade bir dedeliği ifade etmeyen, cemlerde hizmetleri yerine getiren kişi anlamındadır.)
Levent Aktaş Baba: Lüleburgaz Turgutbey Köyü’nden olan 1968 doğumlu Levent Aktaş, 2003’te babalık postuna oturmuş. 2002 yılında Hakk’a yürüyen Kısmet Aktaş’ı sevgi ve saygıyla yad eden Levent Baba, büyük amcası olan Kısmet Aktaş’tan  çok şey öğrendiğini ve bir ölçüde onun sayesinde baba postuna oturduğunu söylüyor. Levent Aktaş kendisiyle yaptığım söyleşide şu bilgileri benimle paylaşıyor: Ortaokul mezunuyum. Çiftçilikle geçiniyorum. Bizde önce meydanda hizmet etmek esastır. Ben de önce meydanda hizmet ettim. Kısmet Baba ölünce canların isteğiyle bu göreve beni layık gördüler. Kısmet Baba’dan  nasipli, el almış İstanbul’daki Ali Baba’dan babalık postu görevini aldım.
Bizler Amuca Kabilesi’ne bağlı olarak yaşayan Gülsani, yani Bedreddin Sultan’a bağlı olarak yaşayan insanlarız. Ben de onların şu andaki en önemli inanç önderi oluyorum. Ocak merkezi olarak Turgutbey Köyü var. Merkez burasıdır.
Yenibedir Köyü var. Önceden tümü Gülşani’ydi. Tümü Aleviydi. Şimdi bir kısmı kalmış, çoğu Bektaşi olmuş, bir kısmı ise yozmuş (yola, erkana gelmez olmuş.) Deveçatak Köyü; yarısı Gülşani, yarısı Bektaşi’dir. Kırklareli Merkezde Gülşaniler vardır. Kırklareli Kofçaz İlçesi’nde Ahmet Köy; önceden tümü Gülşani’ymiş, şimdi yarısı Bektaşi olmuş.
Topçular Köyü; biraz yozlaşma olsa da, bir kısmı Gülşani, bir kısmı Bektaşi.
Ahlatlı ve Karaabalılar Köyleri; buralarda yozlaşmalar çok.Terzidere Köyü; bir kısmı Gülşani, bir kısmı Ali Koçlu. Beyce Köyü; bir kısmı bağlıdır.
Bizlerin inanç sisteminde normalde 3 dede, bir baba olunca erkan açılıyor. (Buradaki dede kelimesi Anadolu Aleviliğindeki dede terimini karşılamıyor. Bir ölçüde on iki hizmet sahiplerini simgelese de bu gurup içinde onların daha özel yerleri var. Örneğin bazı bir takım görevleri buradaki mürşit olan “baba” olmadığı zaman, birkaç dede bir araya gelerek yapabiliyorlar. Bir nevi Tahtacılar’daki “mürebbilik” kurumuna benzer bir kurum yani.)
Aslında normal şartlarda on iki dedenin olması gerekir. (Anadolu Aleviliğinde ise bilindiği gibi bazen on iki hizmet sahiplerine veya bir kısmına ise “baba” denmektedir. Örneğin “gözcü baba” gibi). Dedeler bizde on iki hizmet sahipleridirler. Babanın yardımları dedelerdir. Bazı ufak muhabbetleri dedeler yürütebilmektedir.
Şu anda bizlerde 3 baba vardır. Davut Bağlama İstanbul’da yaşayan Gülşani Babasıdır. Şu anda hem benim, hem de Davut Baba’nın köylerde kendimize bağlı, bizlere yardım eden dedelerimiz bulunmaktadır. Tüm dedeler mürşide bağlı olmak zorundadırlar. Köylerdeki dedeler bizleri çağırırlar, bizlerde sırasıyla gider onların hizmetlerini yerine getiririz.
Bir baba meydan açar, ikrar verir, “büyük muhabbet” i yapar. Bu büyük muhabbet Bedreddin Sultan için yapılan muhabbettir. Bu güz döneminde yapılır. Büyük kurban kesilmesi gerekir. Bu kurban ortaklaşa alınarak, kesilir. (Normal şartlarda bunu babanın kendisinin kesmesi gerekiyormuş. Ama günümüzde bu zor olduğu için, ekonomik nedenlerle ortak alınarak kesiliyor.)
Bizler ilk önce büyük meydanı açarız. Büyük muhabbeti, yani Bedreddin Sultan için yapılan törenden sonra diğer köylerden gelen isteklere bakarız. Siz muhabbetinizi açtınız, bize de gelin, deyip bizleri davet ederler. Bizler de sırasıyla oraya gideriz.
Benim şimdi baş dedem Metin Başa’dır. Onunla birlikte, beraberce meydanda muhabbeti yürütürüz. Sagcit Korucu, Kurbancı Dedesi; Ahmet Çalışır, Kurbancı Dedesi; Necati Kendi, Saki Dedesi.
Ben şimdi bu dört dedeyle meydan açıp hizmet yürütüyorum.
Bizlerde yola girmek için ikrar verilmek zorundadır. İkrar için kurban keser. Bu kurban büyük kurbandır, koçtur. Biz de yola tek girilmez, çift girilmelidir, eşiyle girilmelidir.
Bizler Muharrem (Matem), Nevruz (Kurban var) ibadetlerini aksatmayız. Öldükten sonra bir yıl içinde dardan indirme olur. Bu 40. gün ile bir sene arasında yapılmalıdır. Dardan indirmeyi baba yapar.
Bize bağlı birçok dede vardır. Bunlar içinde Deveçatağı Köyü’nden Talip Talih saki dedesidir.

Turgutbey Köyü: Alevi/Sünni karışık bir köydür. Burada Laz’ı, Çerkes’i, Arnavud’u karışık olarak yaşamaktadır. Eskiden küçükken zamanla büyümüş bir köydür. Şu anda 500 hanelik bir yerleşimdir. Bizim önemli önderimiz Kısmet Aktaş Baba’nın kurucularından olduğu bir köydür. Kendisi burada zamanında hem muhtarlık, hem imamlık, hem tarikat hocalığı, hem babalık yapmıştır. Şu anda ise burada 20/30 hane Gülşani vardır ama yola gelen 15 hanedir.
Diğer canlardan da şu bilgileri alıyoruz. Kofçaz’ın Beyce Köyü’ndeki Hasan Karaca Dede’nin bilgili bir Gülşani dedesi olduğunu öğreniyoruz.
Çeşmekolu’nda ise Ali Ersoy, Bektaş Erol’un yanı sıra Bahtiyar Kombal’ın yeni baba postuna oturduğunu öğreniyoruz. Onu ziyaret için Çeşmekolu’na hareket ediyoruz…
(Ayhan Aydın, Anadolu ve Trakya’da Erenler Bahçesi, 2. Baskı, Can Yayınları)

Tuna’ya Şiirler:

Tuna’ya Bakıyorum

Oyun oynayan çocukların
Kaybolan zamanlarından
Rüzgarların yıkadığı altın başaklardan
Türkü söyleyen martıların kanatlarından
Tuna’ya bakıyorum

Ahir zaman gemilerinin yelkenlerinden
Viyana’dan, Silistre’den, Tutrakan’dan
Ihlamur ağaçlarının kokularından
Tuna’ya bakıyorum

Ateşle yakılan Evengalistlerin feryatlarından
Demir Baba, Hüseyin Baba, Yunus Abdal
Sarı Saltuk, Şeyh Bedreddin, Odman Baba
Akyazılı Sultan, Ali Koç Baba’nın kutlu nefeslerinden
Tuna’ya bakıyorum.

Tuna’ya Özlem

Düşlerime girer zaman zaman Mavi Tuna
Uykularımı böler en tatlı saatlerinde
Direkleri upuzun, kürekleri yağlı gemiler
Alıyla, yeşiliyle elleri kınalı bir gelin gider Tuna’dan

Tuna’ya özlem anlatılamaz ancak yaşanır
Bir Arap atının sekişi, ayçiçeklerinin gülüşüdür
Bir kimsesizin hayata feryadının
Zifiri karanlıklar içinde uğultulu akışıdır Tuna’nın

Razgart’ı, Dulovo’sı, Kubrat’ı, Alvanları
Çok uzaklardan da olsa işitir sesini Tuna’nın
Yaklaştıkça dayanılmaz olur özlemi kavuşmanın
Nazlı yare sarılmak gibidir ulaşmak Tuna’ya

Eski çağ tanrısı Apollon’un gözleri gibi mahzun
Mahzun bakar adama Tuna
Martı kuşlarının gagasındaki balık olur
Hayat verir tüm yüreği yanıklara Tuna

Tuna

En mutlu olduğum günlerden bir gün
Üstümde kucak kucak bulutlarla
Tuna’ya varacağım
Mavi meşe ağaçları altından

Ne nilüfer, ne orkideler olan
Bir kıyısına gidip
Hıçkıra hıçkıra ağlayacağım
Bıkıp usanmadan

Gönül köşkümde bir ana sevgisi
Hatıralarımda vefasız bir yar yarası
Yeşil gözlü bir oğlan çocuğu özlemi
Bayrak bayrak bir sevgi Yurdumdan

Kulaklarımda Mahzuni ve Bach
Kara bahtıma bakıp bakıp
Dalacağım dalacağım derinlerine Tuna’nın
Bir kez bile arkama bakmadan
Ayhan Aydın

3 Temmuz 2010, Cumartesi, Etiler-Kocasinan

EK: 5, Bir Kitap Listesi

ALEVİLİK BEKTAŞİLİK KONUSUNDA
POPÜLER BAZI KİTAPLAR LİSTESİ

Kimi dostlar zaman zaman bizlerden kitap listeleri istiyorlar; biz neyi, hangi kitabı okuyalım, okuyabiliriz, diye. Yirmi yıldır Alevilik Bektaşilik’le ilgilenen birisi olarak, bence yararlanılabilecek bir kitaplar listesi hazırlamak elbette çok güç olurdu. Bu konuda diğer konularda olduğu gibi yöntem, içerik, yaklaşım olarak birbirinden çok farklı kitap türleri vardı. Birçok değerli yazarı ve kitabı dışarıda bırakma endişesi bendeki en önemli endişedir. Ama ne yapalım ilk etapta okuduğum kitaplar içinden aşağıdaki gibi bir liste yaptım. Bu arada Bektaşilik ve Balkanlar’la ilgili kitaplar da bu listede yer aldı. Yararlı olması dileğiyle. Dışarıda kalan değerli yazarlardan ve kıymeti ölçülemeyecek hazineler olan kitaplardan özür dilerim.

1.    Alevilik Nedir?                Baki Öz                Der Yayınları
2.    Bektaşilik Nedir?            Baki Öz                Der Yayınları
3.    Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları     Baki Öz                Can Yayınları
4.    Ahilik                     Baki Öz                Can Yayınları
5.    Dersim Olayı                Baki Öz                Can Yayınları
6.    Belgelerle Koçgiri Olayı            Baki Öz                Can Yayınları
7.    Osmanlı Arşivinden Belgeler         Baki Öz                Can Yayınları
8.    Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe    İrene Melikoff            Cumhuriyet Yay.
9.    Uyur İdik Uyardılar            İrene Melikoff            Demos Yayınları
10.    Kırkların Ceminde             İrene Melikoff            Demos Yayınları
11.    Alevilik İnanç Edep Erkan        Mehmet Yaman         Garipdede Yayınları
12.    Alevilerde Cem                Mehmet Yaman
13.    Alevilik’te Cenaze Hizmetleri         Mehmet Yaman
14.    Alevilik’de Dedeler ve Ocaklar        Ali Yaman            Karacaahmet Yay.
15.    Allahçılar Ortaasya’da Yesevilik Kızılbaş.Ali Yaman            Nokta Yayınları
16.    Alevilik ve Kızılbaşlık Tarihi        Ali Yaman            Nokta Yayınları
17.    Alevilik                İsmail –Havva Engin            Kitap Yayınevi
18.    Tahtacılar                İsmail Engin            Ant Yayınları
19.    Aleviler (3 Cilt)                Engin-Franz            Almanya’da
20.    Alevi Kimliği            T. Olsson, E. Özdalga, C. Rauduere    Tarih Vakfı Yurt Yay.
21.    Alevi İslam İnancı Kültürü        İzzettin Doğan- (Ayhan Aydın)    Cem Vakfı Yay.
22.    Alevilik Bektaşilik            Prof. Dr. Mehmet Eröz        Türk Düny. Araş. Vak.
23.    Din, Laiklik, Alevilik Yazıları        Prof. Dr. Niyazi Öktem        Der Yayınları
24.    Serçeşme Yazıları Veliyettin Ulusoy    Ahmet Koçak            Alev Yayınları
25.    Alevi Hareketinin Siyasallaşması    Elese Massicard        İletişim Yayınları
26.    Alevi Dosyası                Prof. Dr. Zekariya Beyaz    Sancak Yayınları
27.    Alevilik Olayı                Cemal Şener            Etik Yayınları
28.    Atatürk Ve Aleviler            Cemal Şener            Ant Yayınları
29.    Laik Türkiye İçin Yükselen Alevilik    M. Cemil Kılıç            Kum Saati Yayınları
30.    Bektaşilik Alevilik Nedir?        Doç. Dr. Bedri Noyan        Ant-Can Yayınları
31.    Alevilik Bektaşilik (7 Cilt)        Doç. Dr. Bedri Noyan        Ardıç Yayınları
32.    Bektaşilik ve Bektaşi Dergahları        Şevki Koca            Cem Vakfı Yay.
33.    Yeniçeri Ocağı ve Devşirmeler        Şevki Koca            Nazenin-Tarih
34.    Soru ve Cevaplarla Alevilik Bektaşilik     Hakkı Saygı            Cem Vakfı Yay.
35.    Mevlana Sohbetleri            Hasan Çıkar            Cem Vakfı Yay.
36.    Enel Hakk’ın Hakkı            İlhan Selçuk            Cumhuriyet Yayınları
37.    Anadolu Aleviliği            Anton Jozef Dıreyl        Ant Yayınları
38.    Anadolu Bilgeleri            İsmail Kaygusuz        Su Yayınları
39.    Hünkar Hacı Bektaş Veli        İsmail Kaygusuz        Alev Yayınları
40.    Müsahiplik                İsmail Kaygusuz        Alev Yayınları
41.    Abdal Musa                 Musa Seyirci            Der Yayınları
42.    Anadolu’da Bektaşilik            Surayia Faroqhui        Simurg Yayınları
43.    19. Yüzyılda Bektaşilik            Dr. A. Yılmaz Soyyer           
44.    Çerağlar Uyanırken            Dr. A. Yılmaz Soyyer        Doğan Kitap
45.    Kurtuluş Savaşı’nda Bektaşiler        Hülya Küçük            Kitap Yayınevi
46.    Dönüyordu    Bektaşilikte Zaman Kavramı    Reha Çamuroğlu    Kapı Yayınları   
47.    Yeniçerilerin Bektaşiliği            Reha Çamuroğlu        Kapı Yayınları
48.    Sabah Rüzgarı EnelHakk Demişti NesimiReha Çamuroğlu        Kapı Yayınları
49.    Tarih, Heteredoks ve Babailer        Reha Çamuroğlu        Kapı Yayınları
50.    Osmanlı Arşivinden Belgeler        Cemal Canpolat        Can Yayınları
51.    Öz Kaynaklarına Göre Alevilik BektaşilikRıza Zelyut            Karacaahmet Yay.
52.    Osmanlıda Karşı Düşünce ve İdam Edilenler Rıza Zelyut        Alev Yayınlan
53.    Hacı Bektaş-ı Veli            Rıza Zelyut            Hürriyet Gaz.  Eki
54.    Aleviler Ne Yapmalı             Rıza Zelyut             Yön Yayınları
55.    Bozkırda Yanan Ateş             Şakir Keçeli            Ardıç Yayınları
56.    Safavi Devletinin Kuruluşunda ve Gelişmesinde Anadolu Türkmenlerinin Rolü
Prof. Dr. Faruk Sümer        Türk Tarih Kurumu
57.    Şeyh Bedreddin             Micheal Balivet            Tarih Vakfı Yurt Y.
58.    Hallacı Mansur                Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk    Boyut Yayınları
59.    Aleviler’de Semah            İlhan Cem Erseven        Ürün Yayınları
60.    Alevilikte Dua Gülbeng            Ömer Uluçay            Gözde Yayınları
61.    Ya Sin                    A. Fethi Erdoğan
62.    Alevilik Bektaşilik Sözlüğü        Esat Korkmaz            Anahtar Yayın.
63.    Alevi Bektaşi Kültürü            Prof. Dr. Hüseyin Bal        Fakülte Kitapevi
64.    Alevi Bektaşi Sosyolojisi        Prof. Dr. Hüseyin Bal        Ant Yayınları
65.    Alevi Bektaşi Kültürü Sosyolojik Araşt.    Prof. Dr. Hüseyin Bal        Fakülte Yayınevi
66.    Sosyolojik Açıdan Alevi Sünni Farklılaşması ve Bütünleşmesi  Isparta’nın Alevi Sünni Ortak Yaşayan İki Köyü Üzerine Yapılmış Karşılaştırmalı Bir Araştırma
Prof. Dr. Hüseyin Bal        Ant Yayınları
67.    Alevi Bektaşi Köylerinde Toplumsal Kurumlar Burdur ve Isparta’nın İki Köyünde Karşılaştırmalı
Bir Araştırma                Prof. Dr. Hüseyin Bal        Ant Yayınları
68.    Semahlar                Prof. Dr. Fuat Bozkurt        Kapı Yayınları   
69.    Aleviliğin Toplumsal Boyutları         Prof. Dr. Fuat Bozkurt        Tekin Yayınevi
70.    Sivas Kitabı                                Edebiyatçılar Derneği
71.    Hüsnüye                 Sefer Aytekin            Emek Basım-Yayınevi
72.    Anadolu Evliyaları            Nezihe Araz            Atlas Kitapları
73.    Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum        Prof. Dr. Mikail Bayram
74.    Abidin Özgünay            Söyleşiler            Niyaz Yayınları
75.    Murtaza Demir                Alevilik                Nokta Yayınları
76.    Toplu Kıyımlar- Katliamlar        Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu
77.    Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Alevi Tarih ve Kültürü
İbrahim Bahadır (hazırlayan), Bielefeld Alevi Kültür Merkezi Yayınları
78.    Bilgi Toplumunda Alevilik,
İbrahim Bahadır (hazırlayan), Bielefeld Alevi Kültür Merkezi Yayınları
79.    Amuca Kabilesinde ve Trakya’da KurbanRefik Engin            Can Yayınları
80.    Şeyh Bedreddin            Refik Engin            IQ Yayınları
81.    Okunacak En Büyük Kitap İnsandır    R. Yörükoğlu            Alev Yayınları
82.    Alevilik ve Onlara Yakın İnançlar (3 Cilt) Ali Duran Gülçiçek    Etnographia Anatolica Yay.
83.    Asbuğa Horasandan Anadolu’ya     Kutluay Erdoğan            Büyüdükçe Grafik
84.    Alevi Bektaşi Gerçeği            Kutluay Erdoğan        IQ Yayınları
85.    Onlar Işık Oldular            Ahmet Koçak            Alev Yayınları
86.    İlm-i Cavidan        (Hazırlayan)    Prof. Dr. Osman Eğri    Türk Diyanet İşleri Baş.
87.    Kitab-ı Cabbar Kulu    (Hazırlayan)    Prof. Dr. Osman Eğri        Türk Diyanet Vakfı
88.    Kitab-ı Dar        (Hazırlayan)    Prof. Dr. Osman Eğri        Türk Diyanet Vakfı
89.    The World Of The Alevis        Gloria L. Clarke     AVC Publications New York İstanbul
90.    Alevism-Bektashism A Brıef kUntroductıon Dr. Ali Yaman- Dr. Aykan Erdemir       
                        England Alevi Culturel Centre and Cemevi
91.    2. Uluslar arası Türk Kültür Evreninde Alevi Bektaşi Bilgi Şöleni (2 Cilt)
Filiz Kılıç- Tuncay Bülbül    Bildiri Kitap

Hz. Ali, On İki İmamlar, Ehlibeyt, Kerbela

1.    Hz. Ali                     Abdülbaki Gölpınarlı        Der Yayınları
2.    On İki İmamlar                Abdülbaki Gölpınarlı        Der Yayınları
3.    Hazreti Ali Divanı             Şerif Radi Çev. Vedat Atila    Ant Yayınları
4.    Hz. Ali-Muaviye Çatışması         Oral Çalışlar             Pencere Yayınları
5.    On İki İmamlar                 Cemşid Bender            Berfin Yayınları
6.    Hazret-i Ali, Nehç’ül-Belâga         Şerîf Radıy Muhammed . b. Hüseyun
Çev. Abdülbaki Gölpınarlı    Der Yayınları
7.    Hz. Fatıma                Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk    Boyut Yayınları
8.    Hadükadus Sueda (Erenler Bahçesi)    Fuzuli
9.    Ritüelden Drama Kerbela, Muharrem, Ta’ziye Metin And        Yapı Kredi Bank. Yay.
10.    Kur’an Ehlibeyt ve Alevilik        Murteza Dinçer

Ahmet Yaşar Ocak

1.    Babaîler İsyanı                            Dergah Yayınları
2.    Veysel Karanî ve Üveysilik                     Dergah Yayınları
3.    Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri
Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri    İletişim Yayınları
4.    İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü         Türk Kül. Araş. Enst.
5.    Türk Folklorunda Kesim Baş                    Türk Kültür Araş. Enst.
6.    Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Manâkıbnâmeler             Türk Tarih Kurumu Yay.
7.    Kalenderîler                            Türk Tarih Kurumu Yay.
8.    Menakıbu’l-Kudsiyye Fi Menasıbi’l-Ünsiyye, Elvan Çelebi, Ocak, Ahmet Yaşar-Erünsal, İsmail E., (Baba İlyas-ı Horasani ve Sülalesinin Menakevi Tarihi)     Türk Tarih Kurumu
9.    Türk Sufiliğine Bakışlar                        İletişim Yayınları
10.    Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar)    Tarih Vakfı Yurt Yay.
11.    Türkler, Türkiye ve İslam                     İletişim Yayınları
12.    Sarı Saltuk                             Türk Tarih Kurumu Yayınları
13.    Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz. Ali (Hazırlayan)    Türk Tarih Kurumu Yayınları
14.    Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler (Editör)        Türk Tarih Kurumu Yayınları
15.    Geçmişten Günümüze Alevi-Bektaşi Kültürü (Editör)        T.C. Kültür ve Turizm Bakan.

Balkanlar’da Alevilik-Bektaşilik

1.    Bulgaristan’da Alevi Bektaşi Kültürü    Lyubomir Mikov            Kitap Yayınevi
2.    Anadolu ve Balkanlarda Bektaşilik    Husluck            Ant Yayınları
3.    Bektaşilik Tarihi                John Kingsley Birge        Ant Yayınları
4.    Anadolu ve Balkanlar’da Alevi Yerle.    Nejat Birdoğan            Alev Yayınları
5.    Bulgaristan Alevileri ve Demir Baba Tek. Çev.: Türker Acaroğlu        Kaynak Yayınları
6.    Deliorman’ın Koca Çınarı A. Hezarfen    Ayhan Aydın            Niyaz Yayınları
7.    Bir Nefes Balkan            Murat Küçük            Horasan Yayınları
8.    Sol Kol Osmanlı Egemenliğinde Via E. Elzabeth. A. Zachariadou    Tarih Vakfı Yurt Yay.
9.    Refik Engin’in Makaleleri         (www.refikengin.com)
10.    Yrd. Doç. Dr. Haşim Şahin’in Makaleleri
11.    Coşkun Kökel’in Yazıları, Araştırmaları

Velayetnameler – Erkannameler

1.    Buyruk                 Sefer Aytekin     Emek Basım-Yayınevi, (Ankara, 1956.)
(İmam Cafer Buyruğu Şahkulu Sultan Dergahı Koruma Onarma ve Yaşatma Derneği Yayını. Anadolu Matbaası, İstanbul. (Tıpkı Basım))
2.    Buyruk                 Ayyıldız Yayınları            Sahibi Bektaş Ayyıldız
(Buyruk’la aynı eserde Muaviye’den Kayser Rum’un 100 Suali        Ayyıldız Yayınları)
3.    Makalâtı Hacı Bektaş Veli     Sefer Aytekin      Emek Basım-Yayınevi, (Ankara, 1956)
4.    Buyruk                    Prof. Dr. Fuat Bozkurt         Kapı Yayınları
5.    Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi    Abdülbaki Gölpınarlı        İnkılap Yayınları
6.    Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi     Esat Korkmaz            Can Yayınları
7.    Şeyh Bedreddin ve Varidat        Esat Korkmaz             Anahtar Yayınları
8.    İmam Cafer Buyruğu            Esat Korkmaz            Ant Yayınları
9.    Seyyid Ali Sultan Kızıldeli ve Velayetnamesi Rıza Yıldırım        Türk Tarih Kurumu
10.    Odman Baba Vilayetnamesi        Şevki Koca            Bektaşi Kültür Der.
11.    Otdan Baba Vilayetmamesi        Prof. Dr. Filiz Kılıç        G. Üni. TKHBAM
12.    Demir Baba Vilayetnamesi        Doç. Dr. Bedri Noyan        Can Yayınları
13.    Bektaşi Erkannamesi            D. Gümüşoğlu- R. Yıldırım    Horasan Yayınları
14.    Hacım Sultan Velayetnamesi Ocaklar    İsmail Özmen               
15.    Rumeli Erkanları            Hakkı Saygı            Saygı Yayınları
16.    Abdal Musa Velayetnemasi        İsmail Kaygusuz        Karacaahmet Yay.
17.    Bilinmeyen Gerçekler Erkanname ve Gönül Yolu (Kızıldeli Erkanı) Ramazan Balkan Bay Ajans
18.    Buyruklar                Doğan Kaplan            Diyanet Vakfı Yayın.
19.    Kaygusuz Abdal (Alaeddin Gaybi) Menakıbnamesi
Prof. Dr. Abdurrahman Güzel    Türk Tarih Kurumu
20.    Buyruk (Menakıbı Şeyh Safi-Musul ve Çevresindeki Şebeklerin Buyruğu)
Ahmet Taşgın         Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü
Ozanlar
1.    Alevi Bektaşi Edebiyatı            İsmet Zeki Eyüboğlu        Der Yayınları
2.    Alevi Bektaşi Nefesleri            Abdülbaki Gölpınarlı        İnkılap Yayınevi
3.    Alevilik Bektaşilik ve Edebiyatı        Atilla Özkırımlı            Cem Yayınları
4.    Bektaşi Nefesleri ve Şairleri        Turgut Koca            İst. Maarif Yayınevi
5.    Aşıklık Geleneği             Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı    Ürün Yayınları
6.    Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri    Metin Turan            Ürün Yayınları
7.    Tarihten Mekana Türk Halk Şiiri (Dertli-Seyrani-Karacaoğlan-Köroğlu-Dadaloğlu-Cemal Hoca- Aşık Veysel- Yaşar Reyhani- Kaplani)    Metin Turan            Ürün Yayınları
8.    Yedi Ulu Ozan                Prof. Dr. Filiz Kılıç                 Gazi Üni. TKHBAM
9.    Virani                     Divan ve Risalesi        Can Yayınları
10.    Nesimi    Divanı                Hüsamettin Aydın        Can Yayınları
11.    Nesîmî Divanı                Hazırlayan: Hüseyin Ayan    Akçağ Yayınları
12.    Yemini                     Faziletname            Can Yayınları
13.    Köroğlu                    Memet Fuat            Yapı Kredi Yayınları
14.    Dadaloğlu                Memet Fuat            Yapı Kredi Yayınları
15.    Karac’oğlan                Prof. Dr. İlhan Başgöz
16.    Dadaloğlu Tüm Şiirleri (Akademik)    Prof. Dr. İsmail Görkem        E Yayınları
17.    Evrene Sığmayan Ozan Nesimi        Koordi. Gülağ Öz        Hüseyin Gazi Vakfı
18.    Pir Sultan Abdallar            İbrahim Aslanoğlu        Can Yayınları
19.    Şah İsmail Hatai ve Anadolu Hataileri    İbrahim Aslanoğlu        Der Yayınları
20.    Kul Himmet                İbrahim Aslanoğlu        Ekin Yayınları
21.    Muhiddin Abdal                İbrahim Aslanoğlu        Ekin Yayınları
22.    Teslim Abdal                İbrahim Aslanoğlu        Ekin Yayınları
23.    Kul Himmet Üstadım            İbrahim Aslanoğlu        Can Yayınları
24.    Erzurumlu Emrah            Orhan Ural            Özgür Yayınları
25.    Bugünün Diliyle Mevlana        A. Kadir
26.    Yunus Emre                Sabahattin Eyüboğlu
27.    Pir Sultan Abdal        Abdülbaki Gölp.-Pertev Naili Boratav.    Türk Tarih Kururumu
28.    Pir Sultan Abdal            Ali Haydar Avcı
29.    Bütün Yönleriyle Mevlana        İsmet Zeki Eyüboğlu        Özgür Yayınları
30.    Dostlar Beni Hatırlasın            Aşık Veysel            İnkilap Yayınlar
31.    Sadık Abdal Divanı            Dursun Gümüşoğlu        Horasan Yayınları
32.    Edip Harabi Divanı            Dursun Gümüşoğlu        Can Yayınları
33.    Haydar Cemil Baba (Haydari) ve Şiirleri   
Filiz Kılıç, Orhan Kurtoğlu, Tuncay Bülbül Gazi Üni. Türk Kül. HBV
34.    Yunus Emre ve Hümanizm        Prof. Dr. Hüseyin Bal        Fakülte Kitapevi
35.    Halk Şiirinde Gerçekçilik         Rıza Zelyut             Yön Yayınları
36.    Halk Şiirinde Başkaldırı            Rıza Zelyut             Sosyal Yayınları

Günümüz Ozanları

1.    Alevi Bektaşi Ozanları            İsmail Özmen            Kültür Bakanlığı
2.    Günümüz Alevi Ozanları        Ayhan Aydın            Cem Vakfı Yay.
3.    Mahzuni Şerif       
•    Dolunaya Tül Düştü                    Ürün Yayınları
•    Mahzuni Şerif         2000 Mahzuni            Hasat Yayınları
•    Seçme Şiirler          İslam Çankaya            Prospera Yayınları
•    İşte Bizim Mahzuni     Süleyman Yağız         Hasat Yayın
•    Mahzuni Şerif        Süleyman Zaman
4.    Şah Damarı                   Kemal Özcan (Derviş Kemal)    Alev Yayınları
5.    Aşık İhsani (Sırlıoğlu)
•    Yazacağım                        Son Telgraf Maatbası
•    Bakalım Hele                        Son Telgraf Maatbası
•    Dünden Bugüne İhsani                     May Yayınları
•    Vur Ağanın Başına                    May Yayınları
•    Beyaz Köle                        İlgi Yayınları
•    Düş Değil Bu                        Hasat Yayınları
•    Ağalı Dünya                        Berfin
•    Bıçak Kemikte                        Berfin
6.    Derinliklerin Ozanı Daimi        Süleyman Zaman        Can Yayınları
7.    Ozanın Feryadı                Musa Merdanoğlu
8.    Yaz Baharım Döndü Kışa        Osman Dağlı (Aşık Maksudi)
9.    Gönülden Gönüle            Aşık Ali Metin            Can Yayınları
10.    Bütün Evren Semah Döner         Aşık Hüdai            Güldikeni Yayınları
11.    Yirminci Yüzyılın İnsanlarıyız        Kul Hasan (Gören)        Alev Yayınları
12.    Binboğadan Marmaraya        Aşık Tanırlı Yener        Can Yayınları
13.    Aşk ve Gurbet                Ali Ekber Gülbaş (Ekberi)    Can Yayınları
14.    Yar Elinden Gelen Bade      Aşık Yusuf Kemter’in Nutukları    Anadolu Aydın. Vak. Y.
15.    Özleyiş                    Telli Suna Gölpek
16.    Aşık Dertli                Adil Ali Atalay            Can Yayınları
17.    Koca Turgut Baba Divanı        Şevki Koca            Nazenin Kültür
18.    Bir Ozanın Kaleminden            Mahmut Erdal
19.    Gerceğe Hu                Ozan Seyfili
20.    Yirminci Yüzyılın İnsanlarıyız        Kul Hasan (Gören)        Alev Yayınları
21.    Şemsettin Kubat
•    Deyişlerin Dilinden
•    Yüzbin Oldu Yarelerim
•    Güzelleme
•    Nefeslerin Özü
•    Destanlarım
•    Duygularla, Nefeslerde Evrensel Şiirlerimiz
•    Sevgi Yolunda
22.    Erzurumlu Aşık Garip Bektaş
•    Geldim                             Can Yayınları
•    Gördüm                         Can Yayınları
•    Gezdim                            Can Yayınları
•    Yazdım                            Can Yayınları
•    Gidiyorum                        Can Yayınları
23.    Muharrem Yazıcıoğlu   
•    Uyandık                        Özbilgi Matbaası
•    Göze                             Çağ Matbaası
•    Kaynağımı Kurutma                     Şafak Matbaası
•    Anadolu’nun Meyvaları                     Göze Yayınları
•    Kitaplar Ağlıyor                        Eko Yayınları
•    Birbirinden Kaçar Oldu İnsanlar             Eko Yayınları
•    Sevdalıyım    Görüşü ve Şiirleri             Ürün Yayınları
•    Ayrıca Ozanlar Vakfı Kültür Serisi’nden Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle yayınlanmış; Haykıran Yürek isimli bir kaseti vardır.
24.    Tutulduk Sevdaya            Ali Kaykı (Budak Ali)        Alev Yayınları

Oyunlar

1.    Yunus Emre                Recep Bilginer            Atatürk Kültür Mer.
2.    Sevgi ve Barış                Recep Bilginer            Atatürk Kültür Mer.
3.    Mevlana Aşık ve Maşuk            Recep Bilginer             Atatürk Kültür Mer.
4.    Kaygusuz Abdal            Sevgi Sanlı            Cumhuriyet Kitap
5.    Kerbela                    Ali Berktay            Mitos Boyut

Dergiler

1.    Cem Dergisi Sayıları
2.    Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Araştırma Merkezi
3.    Nefes Dergisi Sayıları
4.    Serçeşme Dergisi Sayıları
5.    Folklor Edebiyat Dergisi Sayıları
6.    Yol Dergisi Sayıları
7.    Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü

Genel Kültür

1.    Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu    Prof. Dr. Fuat Köprülü        Akçay Yayınları
2.    Osmanlı İmp.- Toplum ve Ekonomi    Prof. Dr. Halil İnalcık        Eren Yayınları
3.    Osmanlı İmparatorluğu’nda Klasik Çağ    Prof. Dr. Halil İnalcık        Yapı Kredi Yayınları
4.    Osmanlı Devlet Anlayışı        Yusuf Oğuzoğlu        Eren Yayınları
5.    Osmanlı Devletinin Kuruluşu        Raif Kaplanoğlu        Avrasya Etnografya Vak. Yay.
6.    Efsaneler ve Gerçekler            Ortak                İmge Yayınları
7.    İslamiyet (3) Cilt        Gustave Edmund Von Brunebaum    Bilgi Yayınevi
8.    İslamiyet                Claude Cahen            Bilgi Yayınevi
9.    100 Soruda Tasavvuf            Abdülbaki Gölpınarlı        Gerçek Yayınevi
10.    100 Soruda İslam Mezhepleri        Abdülbaki Gölpınarlı        Gerçek Yayınevi
11.    Tarihte Araplar                 Bernard Lewis             İ. Ü. Ede. Fak. Yay.
12.    İslam Tarihi                 Prof. Dr. Philip K. Hitti        Boğaziçi Yayınları
13.    Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd         Walther Hınz            Türk Tar. Kur.Yay.
14.    Mezhepler Tarihi             Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra Hisar Yayınları
15.    Ca’feri Mezhebi            Muhammed Huseyn Alu Kâşifil-Gıtâ    Minnetoğlu Yay.
16.    Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik        Prof. Dr. Neşet Çağatay        Türk Tarih Kurumu
17.    Son Göçebeler Baraklar        Cuma Karataş            Bumerang
18.    Topal Osman Olayı            Cemal Şener            Etik Yayınları
19.    Çerkes Ethem Olayı            Cemal Şener            Etik Yayınları
20.    Türk Kimliği                Prof. Dr. Bozkurt Güvenç    Kültür Bakanlığı
21.    Osmanlı’da Seyyidler ve Şerifler    Rüya Kılıç            Kitap Kitapevi
22.    Nasrettin Hoca                M. Sabri Koz            Kitapevi
23.    Din Devlet İlişkileri Sempozyumu                    CEM Vakfı Yayınları
24.    Kent Sosyolojisi            Prof. Dr. Hüseyin Bal        Fakülte Kitapevi
25.    Hukuk Sosyolojisi            Prof. Dr. Hüseyin Bal        Fakülte Kitapevi
26.    Bilginin Felsefi ve Sosyolojik Boyutları    Prof. Dr. Hüseyin Bal        Fakülte Kitapevi
27.    Kentsel Yapı ve Kentlileşme         Prof. Dr. Hüseyin Bal        Fakülte Kitapevi
28.    Esat Korkmaz                 Sözlük Çalışmaları
29.    Pertev Naili Boratav             Tüm Eserleri
30.    Dr. Yaşar Kalafat            Eserleri
31.    Ethem Ruhi Fığlalı             Eserleri

Balkanlarla İlgili Bazı Kitaplar

1.    Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri    Pars Tuğlacı        Cem Yayınları
2.    Bulgaristan’da Türk Kültürü    Prof. Dr. Hüseyin Memişoğlu    Türk Kültürü Araştırma Enist.
3.    Balkan Savaşları            Richard Hall        Homer Kitapevi
4.    Balkan ve Osmanlı Devleti        Sacit Kutlu        İstanbul Bilgi Üni.Yayınları
5.    Şarkı Rumeli ve Buradaki Türkler    Ali Kemal Balkanlı    Elhan Kitap
6.    Rumeli Şairi Priştineli Mesihi        Prof. Dr. İrfan Marina    Bay Yayınları
7.    Balkanlarda Savaş            John Reed        Pencere Yayınları
8.    Tarih ve Memleketim            Abdurahim Dede    Trakya’nın Sesi Yayınları
9.    Balkanlar’da Türk İstiklal Harpleri     Abdurahim Dede    Türk Dünyası Yayınları
10.    Yunanistan’daki Türk Eserleri
Turkısh Monumentsın Greece        Nusret Çam        Türk Tarih Kurumu Yayınları
11.    Üsküp’te Türk Mimarisi            Mustafa Özer        Türk Tarih Kurumu Yayınları
12.    Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri   
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Halkaoğlu    Türk Tarih Kurumu Yayınları
13.    Büyük Mübadele             Kemal Arı        Tarih Vakfı Yurt Yay
14.    Türkler ve Yunanlılar    Vamık D. Volkan-Norman Hzkowitz    Bağlam Yayınları
15.    Makedonya Sorunu            Fikret Adanır        Tarih Vakfı Yurt Yayınları
16.    Balkanlar’da İsyan            Mithat Aydın        Yeditepe Yayınları
17.    Şarki Rumeli Vilayeti            Mahir Aydın        Türk Tarih Kurumu Yayınları
18.    Niğbolu’da Haçlılar            A.S. Atiye        Genelkurmay Basımevi
19.    Batı Trakya Türkleri ve Gerçekler    Aydın Ömeroğlu    Avcı Ofset
20.    Balkanlar                 Mustafa Balbay        Cumhuriyet Kitap
21.    Bulgaristan Türkleri            Bilal N. Şimşir        Bilgi Yayınevi
22.    Balkan Harbi                Mahmut Muhtar        Tercüman 1001 Temel Eser
23.    Sokullu Mehmet Paşa            Radovan Samercıc    Nokta Kitap
24.    Balkanlarda Kaynayan Kazan        Robert D. Kaplan    Yayınevi Yayıncılık
25.    Seyyid Ali Sultan Velayetnamesi    Doç. Dr. Bedri Noyan    Ayyıldız Yayınları
26.    Rumeli Türküleri            Hüseyin Rasim Güler    Bay Yayınları
27.    Yunan Mezalimi            Kadir Mısıroğlu        Sebil Yayınevi
28.    Bosna Tarihi                Hekimoğlu Ali Paşa    Kültür Bakanlığı Yayınları
29.    Sen Benimsin                Ahmet Mehmet        Aydın 2 Sofya 2002
30.    Günümüz Bulgaristan Aleviliği        Doç. Dr. İlyas Üzüm    Horasan Yayınları
31.    Jön Türkler ve Makedonya Sorunu    Mehmet Hacısalihoğlu    Tarih Vakfı Yurt Yayınları
32.    Demet Çocuk Şiirleri             Kazım Memiş        Balon Dergisi-Sofya 1999
33.    Gagauzlar                 Harun Göngür-Mustafa Argunşah Ötüken Yayınları
34.    Şarki Rumeli ve Buradaki Türkler    Ali Kemal Balkanlı    Elhan Yayınları
35.    Batı Trakya Sorunu            H. Bülent Demirbaş    Arbayayıncılık
36.    Trakya’da Milli Mücadele (2 Cilt)    Tevfik Bıyıkoğlu        Türk Tarih Kurumu Yayınları
37.    Bulgaristan’da Çağdaş Türk Edebiyatı Antolojisi (2 Cilt) Prof. Dr. Nimetullah Hafız   
Kültür ve Turizm Bakanlığı
38.    Balkanların Tarihi            Georges Castellen    Milliyet Yayınları
39.    Dimetoka’dan Erzincan’a Bir Alevi Oymağı    Vatan Özgül    Pan Yayınları
40.    Gagauz Halk Kültürü                        Kültür Bakanlığı
41.    Saltık-Name        Yrd. Doç. Dr. Mehmet Dursun Erdem    Destan Yayınları
42.    Docruca Türk Halk Edebiyatı Metinleri     Prof. Dr. Enver Mahmut- Dr. Nedred Mahmut
T.C. Kültür Bakanlığı
43.    Romanya Dobruca  Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum, Evlenme ve Ölüm Adetleri    
T. C. Kültür Bakanlığı
44.    Bulgarlar ve Bulgaristan Üzerine Yüzyıllık Türkçe Kaynakça
M. Türker Acaroğlu    Türk Tarih Kurumu Yayınları
45.    Makedonya ve Kosova Türklerince Kullanılan Atasözleri ve Deyimler
Prof. Dr. Hamdi Hasan    Türk Dil Kurumu Yayınları
46.    Balkanlar El Kitabı    (3 Cilt)        Tarih – Çağdaş Balkanlar- Dil ve Edebiyat
Karadeniz Araştırmaları Merkezi- Vadi Yyn. KaraM
47.    Balkanlar            Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı (OBİV)  Eren Yayınları
48.    Balkanlar                R.J. Crampton        Yayın Adayı
49.    Anadolu ve Rum Göçmenlerinin Kökeni    Georglus Nakracas    Kitabevi
50.    Ege’yi Geçerken 1923 Türk – Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi
Derleyen: Renee Hırschon        Bilgi Üniversitesi Yayınları
51.    Balkanlarda Kimlik ve Egemenlik    Şule Kut        Bilgi Üniversitesi Yayınları
52.    Selanik                Merapı Anastassıadou        Tarih Vakfı Yurt Yayınları
53.    Rodos’taki Türk Eserleri ve Tarihçesi    Zeki Çelikkol        Türk Tarih Kurumu Basımevi
54.    Tuna Velayeti’nin Köy Nüfusları     Slovka Draganova    Türk Tarih Kurumu Yayınları
55.    Osmanlı İmp. Bulgarlar ve Voynuklar      Prof. Dr. Yavuz Ercan    Türk Tarih Kurumu Yayınları
56.    Doğu Trakya Yerli Ağzı            Selahattin Olcay    Türk Dil Kurumu Yayınları
57.    Rumeli’den Türk Göçleri        Yrd. Doç. Dr. Ahmet Halaçoğlu   
Türk Tarih Kurumu Yayınları
58.    Balkanları Tahayyül Etmek         Maria Tudarava     İletişim Yayınları
59.    Ukrayna’da Osmanlılar            Mehmet İnsaşı        Yeditepe Yayınları
60.    Bahçede Bir Türk             Yionnis Xanthavlis    Galata
61.    Yücel Teşkilatı                H. Yıldırım Ağanoğlu    Rum. Türk Kül. ve Day. Dern.
62.    Balkan Savaşları            Rıchard C. Hall        Homer Kitapevi
63.    Tarih Boyunca Balkanlardan Kafkaslara Türk Dünyası Semineri Bildiriler
Edebiyat Fakültesi Basımevi
64.    Balkanlarda Tasavvuf            Metin İzeti        Gelenek
65.    Osmanlı’da Sırp İsyanları        Selim Aslantaş        Kitap Yayınevi
66.    Balkan Harbi Tarihi            Aram Andonyan    Sander Yayınları
67.    Gagauzlar (Hıristiyan Türkler)        Atanas Manov        Türk Tarih Kurumu
68.    Krifçe’den Yeşil burç’a Mübadil Yaşamları    Lütfi Kuzucu           
Lozan Mübadilleri Vakfı Yayınları
69.    Bitmeyen Muhacirlik            Süreyya Aytaş           
Lozan Mübadilleri Vakfı Yayınları
70.    Yugoslavya’da Türk Halk Edebiyatı        Dr. İ. Güven Kaya           
Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
71.    Bulgaristan Türkleri Üzerine Araştırmalar Türker Acaroğlu    T.C. Kültür Bakanlığı
72.    Rıza Mollov                Nimetullah Hafız    T.C. Kültür Bakanlığı
73.    Balkanların Sesi            Akif Atakan        Rodopi-Kırcaali Yayın-Basım
74.    Osman Nuri Peremeci                        Ece Yayınları
75.    Şeyh Safi Buyruğu ve Rumeli Erkanları     Hakkı Saygı        Mert Maatbası
76.    Otman Baba Velayetnamesi        Hakkı Saygı        Saygı Yayınları
77.    Demir Baba Velayetnamesi        Hakkı Saygı        Saygı Yayınları
78.    Rumeli Erenleri             Hüsamettin Aydın    Bayrak Yayınları
79.    20. Yüzyıl Bulgaristan Türkleri Şiiri (Antoloji) Mehmet Çavuş    Yaylacık Matbası
80.    Ali Bayram                 Şiirler
81.    Mustafa Keloğlan            İğneli Heybe
82.    Urumeli’de Zaman            Şerif Baykurt        Ürün Yayınları
83.    Sensiz Olmuyor            Ali Karagöz       
84.    Balcıbük’ten Firüzköy’e            Ali Karagöz        Anadolu Matbaacılık
85.    Conference on Culture ant İdentitiy in The Balkans,         Beykent Üniversitesi
86.    Teqeja Harabatie Tetoves Dhe Roli İsaj Histarit…         Prof. Dr. Ali Vishko            Kulturar Ne Te Kolu
87.    Mapzapuma KapamusraBara npakezkaja OcmaH baba
88.    Bektashizmi Ne Shqiperi Bibliografi            Maks Gjinaj-Petrit Bezhani-Nuri Çınar

Dergiler

1.    Hoşgörü Dergisi
2.    2023 Dergisi        Balkanlar                15 Temmuz 2006
3.    Atlas Dergisi        Farklı Sayılar

Fikret Otyam Eserleri
•    Karasevdam Anadolum             Günizi Yayınları
•    Harran Koçaklaması            Günizi Yayınları
•    Hü Dost                    Pencere Yayınları
•    Şiirli Fotoğraflar                Toplumsal Dönüşüm
•    Ağlama Anam                Gendaş
•    Can Pazarı                    Günizi Yayınları
•    Ceylanlar Suya İndi                Kaynak Yayınları
•    Pavli Kardeş                Günizi Yayınları
•    Cancana                    Günizi Yayınları
•    Dosttan Gelen Selamsın            Günizi Yayınları
•    Gide Gide 1-2-3                Ok Yayınları
•    Fikret Otyam                Halkbank

Ahmet Hezarfen Eserleri
•    Ho Amca (Ho Chi Minh)
Esperanto’dan Çeviri (Muhsin Yürük’le),         Habora Yay.
•    Faşizmin Zindanlarında, Bulgarca’dan Çeviri (“Zad Jeleznite Reşetki – Bulgaristan’da Faşist Cezaevler Tarihi”, Ninko Kosaşki), Bilim Yay.,
•    17.-20. Yüzyıllarında Osmanlı Devletinde Esnaf,
İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odalar Birliği
•    Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi’nin 1. Cildi,     Tarih Vakfı Yayınları
•    Rumeli ve Anadolu Ayan ve Eşkıyası, (2. Cilt)     Kaynak Yayınları
•    Japonya (Tarih Tezi Işığında)             Tarih Bilimi Kitapları
Dr. Hikmet Kıcılcımlı, (Osmanlıca’dan Çeviri)                
•    Osmanlı Arşivi’nde Mühimme ve İrade Defterleri’nde Aleviler-Bektaşiler, (130 Adet Orijinal Belge / Osmanlıca – Türkçe),
Karacaahmet Sultan Kültür Derneği
•    Osmanlı Belgelerinde Dersim Tarihi,         Etik Yayınları
•    Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır Tarihi         Etik Yayınları
•    Tarihi Belgeler Işığında Kızıldeli Sultan (Seyit Ali Sultan) Dergahı,
CEM Vakfı Yayınları

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*