A.Yılmaz Soyyer
13.yüzyılda başlayıp 16. yüzyılda en olgun noktasına ulaşan Safevi Aleviliği, İran ve Anadolu’yu yani Türkçe konuşan coğrafyayı derinden etkilemiştir. Safevi geleneği Şeyh Safi ismiyle tanınan Şeyh Safiyyüddin Erdebili (ö: 735/1334) ile başlar. Sufi geleneğin merkezi Şah İsmail dönemine kadar Erdebil’dir. Şah Hatai[1] olarak meşhur olan Şah İsmail tasavvufi hareketin ve bu harekete bağlı olarak kurduğu devletin merkezini Tebrize taşımıştır.[2]
Şeyh Safi’nin mürşid’i İbrahim Zahid-i Gilani’ni Zahidiyesi kendisinden sonra Halvetilik ve Safevilik isimleriyle ikiye ayrılmış, Safevilik Şeyh Safiyyüddin’in halifeleri vasıtasıyla sürdürülmüştür.[3]
Tarikatın bir devlet yapılanmasına dönüşümü Şeyh Safi’den birkaç yüzyıl sonra kardeşi Şeyh Ali’nin öldürülmesiyle çocuk yaşta şeyh olan Şah İsmail zamanında gerçekleşmiştir. “Şeyh”liği ve “Şah”lığı tam anlamıyla ele alıncaya kadar çok iyi bir eğitim dönemi geçiren Şah İsmail Şirvan Şah’ı Ferruh Yesar’ı mağlup ederek ilk zaferini kazanmış, 1501’de de şahlık tacını giymiştir.[4]
Yavuz Sultan Selimle Çaldıranda yapacağı ve mağlubiyetle sonuçlanacak olan savaşa kadar Anadolu Aleviliği üzerinde Şah Hatai mahlasıyla çok büyük bir itikadi etki yaratan Şah İsmail, hem divanı hem de muhtelif Mesnevileriyle Türkçe konuşulan çevrelerde büyük üne sahip olmuştur. Anadolu’da ve İran’da yaşayan Türkmen zümreleri, bu şiirleri okuyarak Osmanlı Devletine karşı hem kültürel hem de silaha dayalı bir mücadelenin içerisine girmişlerdir. Bu coğrafyayı etkilemiş bulunan şiirlerden biride Şah Hatai’nin Meşayıhname adlı mesnevisidir. 1086/1675 yılında Abbas Yazıcı tarafından istinsah edilmiş, Kızıldeli Bektaşi geleneğine ait olan bir elyazmasında[5] yazılı bulunan bu mesnevi’de göze çarpan en önemli husus Şah Hatai’nin bir mürşidin özelliklerini belirtmesidir.
Bütün bir Anadolu Aleviliği tarafından mürşid kabul edilen Şah Hatai’nin mürşidin nasıl olması gerektiğini anlatışı ayrıca bu bakımdan da önemli hale gelmektedir.
Mesnevisine,
Evvel Hakk’ın âdını yâd idelüm
Dilde zikr-i Hakk’ı bünyâd idelüm
mısralarıyla başlayan Şah Hatai, Anadadolu’da yaygın bulunan Muhammediye, Ahmediye, Mevlid gibi mesnevilerin geleneksel başlangıcı olan Tanrı’nın adını zikretme geleneğine uymaktadır. Şah Hatai mesnevinin devamında Hz. Muhammed ve Ali yi methetmektedir
Her ne iş kim duta ma’bûdundur ol
Her işin dârîsi mak’ûdundur ol
Pes andan sonra yâd it Mustafa’yı
Mekân-ı ma’den-i kân-ı vefâyı
Yakîn ol sâhib-i sûr-i lîkâdır
Hüdâdır Mustafâdır Murtazâdır
Bunların arkasından gelen beyit ise şeyhlikle şahlığı birleştirmiş bir kişinin söyleyeceği biçimdedir. Dönemin özellikleriyle On iki imam geleneğinin dini düzene yön vereceğini arzulayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak 16 ve 17. yüzyıllar bir yana bırakılırsa Anadolu Aleviliği, Şah İsmail ‘i bu unvanından soyutlayarak Şah Hatai tanımlamasıyla benimsemiştir. Onlar için Şah Hatai bir devletin şahı değil, gönüllerin sultanıdır.
Teveccüh kıl bu on iki imâma
Yete ta devleti dinin nizâma
söyleyişi tarihin belirli bir döneminin anlayışı olarak kalmıştır. Zaten hemen altındaki beyitte vurgunun birden bire tasavvufi anlayışa kayışı da bu yorumu doğruluyor gibidir.
Bu on yedi kemerbesti imâmın
Ki şeksiz kullarıdır evliyânın
beyitiyle ehl-i beyt soyu evliya kavramıyla, yani tasavvufi literatür çerçevesinde değerlendirilmektedir. Devam eden beyitlerde de Hz. Ali ve ehl-i beyte tasavvufi yolda bağlılığın önemi anlatılmaktadır.
Bu on dört ma’sûmîn kurretü’l-aynîn
Bulardurur murâd-ı her dü kevneyn
Buları sevmişem men cân u dilden
Be-hem cân-ı birle cân u gönülden
Ali’nin düşmanına oku la’net
Gele her dem sana Hüdâ’dan rahmet
Eyvallah eyle evlâd-ı safiyye
Safi oldu ol nakd-i aliyye
Şah Hatai de bütün Alevi kökenli tasavvuf ekollerinin takipçilerinde olduğu gibi tasavvufiterbiyeyi ehl-i beyt ve on iki imam kanalıyla öğrenilen bilgilere dayandırmaktadır. Bu sebeple mersiyenin devamında,
Bulardan alagör irşâd u ta’lîm
Buların dinine gel eyle tazîm
demektedir. Çünkü bu eğitimin alınması gereken ehl-i beyt mensupları talipleri yetiştirebilecek yegane kaynaktır.
Bular tâliblere irşâd elidürür
Kim çok şâkirdleri ustlu aydırır
Halîfe koydular her bir delîle
Ki tâ yol göstere her bir zelîle
Erenler emriyle yola varalar
Bu uzâğ menzile tâ sağ varalar
Gerekdir tâlib içün pir-i kâmil
Tasavvufda hünermend ehl-i te’vîl
Hatai yukarıdaki son beyitte ehl-i beytin günümüzdeki devamı olan mürşidlerin özelliklerini anlatmaya geçmiştir. Mürşid talip için hünerli ve tevil ehli bir pir olmalıdır. Tevil Kızılbaş ocakları ve Bektaşi yolu kadar diğer tasavvuf ekollerinde de önemli bir konudur. Çünkü Kur’an genel karakteri itibarıyla hem zahiri hem de batıni anlamlar taşıyan bir kitaptır. İşe mürşid Kur’an’ın batıni manalarını taliplere anlatacak maharette olmalıdır.
Aşağıdaki beyitler ise tasavvufun dört kapı denilen anlayışını vurgulamaktadır:
Şerîatde hemîşe kâim ola
Tarikatde kadîm ü dâim ola
Ma’riftde hem ola cest ü çalâk
Hakikatde hem ola ehl-i idrâk
Tasavvufta kişinin fiziki gözünün çok fazla önemi yoktur. Asıl önemli olan gönül gözü denilen ve mana alemini idrak edebilecek gönül gözünün açılmasıdır. Talipte bu gözü açtıracak olan mürşidin öncelikle kendisi bu gözle bakabilmelidir. Bu gözün açılmasının yolu da Allah’ın cemalini dileyip ona aşık olmakla olabilir.
Gönül gözüyle baka sâdık ola
Cemâlullah deyüb âşık ola
Tasavvuf yolunda velayet yani Allah’a dost oluş öne çıkan unsurlardandır. Hz. Ali şah-ı velayet yani Allah dostlarının şahı sayılır. Bu yolun takipçisi mürşid de böyle olmalıdır. Hatai aşağıdaki beyitte böyle olabilmek için de vücudun tertemiz olması gerektiğini belirtmektedir.
Velâyet dâim ola anda zâhir
Vücûdu pâk ola Hakk’a mathîr
Şah Hatai mesnevisinde bir mürşidin şu özelliklere sahip olması gerektiğini belirtir. Mürşid fena aleminden beka alemine geçmiş yani “ölmeden önce ölünüz” sırrını gerçekleştirmiş olmalıdır. İslam inancında Hz. Ali cennette müminlere şarab-ı kevser sunacaktır. Mürşid de talibine ölmeden önce ölmeyi öğretip bu şarabı sunmalıdır. O hakikat yolunda insanların değerlendirmelerinin dışına çıkabilmelidir. Tasavvuf yolunda buna namusu arı taşa çalmak da denilir. Namus ve ardan vazgeçmek ahlaksız olmak anlamına gelmez, yalnızca dünyayı önemsememek anlamı taşır. Bir mürşid de bütün varlığını bir pula satacak derecede olmalıdır. Aşağıdaki beyitlerde çok açık bir biçimde görüleceği üzere mürşid tasavvuf yolunu ailesinden ve sahip olduğu maddi birikimlerden üstün tutmalıdır. O sıfatlardan soyunup zata ulaşmış olmalıdır. Onun katında malın Hiçbir değeri olmamalıdır. O atlas kumaşla adi bir şala aynı gözle bakmalıdır.
Fenâyı koya dâim ola bâki
Ola tâliblere kevserde sâki
Elinden sala hem nâmus u ârı
Sata evlâdı hem bir pula varı
İyâl ü mâl ü mülkü yola sata
Sıfâtı değiştire hem vire zâta
Hiç olmaya katında kadri mâlın
Bir ola kıymeti atlas şâlın
Aşağıdaki beyit de tasavvufun bir başka özelliğini anlatır:
Tekebbürlük makâmından arına
Teberrâ eyleye kibr ile kine
Şah Hatai bu beyitle birlikte müridin yani talibin özelliklerini anlatmaya geçer. Tasavvuf talibin yokluk makamına ulaşmasını ister bu da kibirden kinden ve böbürlenmekten sıyrılmakla olur.
Şah Hatai tasavvufun dört kapısı olan şeriatın gerekleri olan ibadetler konusunda da şunları söylemektedir:
Namâz-ı rûze fer’-i şerîat
Gerekdir tâlibe asl-ı şerîat
Dahî hacc u zekât penç erkân
Bulları fer’ ohımış ehl-i irfân
Bu fer'(i) koyuben aslını döngil
Zâtı dut sıfâtı hem unutgil
Yani ona göre gündelik beş vakit namaz şeriatın aslı değil füruu(yan unsuru)dur. Hac ve zekat da aynı biçimdedir. İrfan ehli yani vasıtasız bilgiye ulaşanlar bunları böyle değerlendirirler. Hatai talibin inancın ikincil unsurlarını bırakıp aslına dönmesini, sıfatı (dış özellikleri) bırakıp zata yani Hakk’a ulaşmasını ister.
Özüne sandugun konşuna sangil
Hüdâ’dan Mustafâ’dan hem utangil
Talip komşusunu kendisinden fazla düşünmeli ve önemsemelidir. Tanrıdan ve Peygamberden utanan biri de ancak böyle davranır.
Azabdır didi yalan söylemegil
Terâzünle de güç eylemegil
Talip aynı zamanda yalan söylememeli ve ticarette dürüst olmalıdır.
Şah Hatai mesnevisinde talip olmaya soyunup şeriatın kabuğunda kalmış olanları da şiddetle tenkit etmektedir. Mescide beş vakit gitmek değil kötü huyları terk etmek önemlidir. Eğer talip kötü özelliklerini terk etmezse namazı da niyazı da kabul olunmaz. Hele bir de hile ile mal yığıp halkın vebalini alırsa onun durumu tamamen berbattır. Böyle davrananlar adeta Hakk’ın kendilerini görmediğini sanmaktadırlar.
Girersün mescide her günde beş vakt
Bir fi’lin terk edemazsün ey bedbaht
Sanursun ki kabûl olur namâzın
Eyâ makbul geçer her dem niyâzın
Yığarsın hîleyle özüne mâlîn
Alursun boynuna halkun vebâlin
Sanırsun Hak senün işini görmez
Eyâ tezvîr ile fi’lin bilmez
Mesnevinin devamında Şah Hatai dünya malının önemsizliğini, bu mülkün Hz. Süleyman’a bile kalmadığını anlatmaktadır. Talip bu malın hayalinden kurtulmalıdır. Aksi taktirde din ve imanını parayla değişmiş olacaktır. Böyle davrandığında da hiçbir ibadeti kabul olmayacaktır. Böyle talibin rehberi ve piri şeytan olur, vücudu ise kin dolar.
O mülk virdi Süleymân’a cihânı
Ki mülk kaldı Süleymân emri hani
Sana dahî kalmaya bu dünya malı
Virdinden hayâli eyle hâlî
Satarsın din ü îmânını pula
Anınçün tâatin geçmez kabula
Rehber ü pirin şeytân olubdur
Vücudun küfr ile kinden dolubdur
Tasavvuf talibin insan-ı kamil yani olgun insan olmak için girmiş olduğu yoldur. Buraya mürid olarak girip mürşidliğe ulaşmak için gayret sarfeder. Kendisi de gerek Kızılbaş ocakları gerekse muhtelif Bektaşi guruplarca mürşid kabul edilen Şah Hatai bu mesnevinde hem mürşidin hem de müridin özelliklerini anlatmıştır.
Şah Hatai pek çok şiiri ve bunların bestelenmiş hali olan nefesleriyle tasavvufun büyük kısmında tanınan ve ulu kabul edilen bir kişiliktir. İnsanları yüzyıllardan beri etkilemiş, Türkçe konuşan coğrafyada önemli izler bırakmıştır.
[1] Şah Hatai’nin ismini Hatayi olarak da yazmak mümkün ve doğrudur. Ancak, sondaki “i” uzun okununca “y”yi de telaffuz etmiş oluruz. Bizim tercihimiz “y”nin yazılmaması dğrultusundadır.
[2] Serap Şah, Saffetü’s-Safa’da Safiyyüddin Erdebili’nin Hayatı, Tasavvufi Görüşleri ve Menkıbeleri, Marmara Ü. Sosoyal Bilimler Ens. Basılmamış Doktora tezi, İstanbul, 2007, s.23
[3] S.Şah, a.g.e., s.70
[4] Nevzat Şensizoğlu, Şah İsmail Devrinde Anadolu’da Safevi Alevi Faaliyetleri, Marmara Ü. Sosyl Bilimler Ens. Basılmamış Yüksek Lisans tezi, İstanbul 2005, s.24-27
[5] Şu an İstanbulda yaşayan bir kişde bulunan bu yazma eseri sahibinin ismine hürmeten “Bektaşbey elyazması” olarak adlandırdık.