Suriye İsmailileri ve Raşidüddin Sinan

İsmail Kaygusuz

1. Suriye'de İlk Dai'ler ve İsmaili Topluluklarının Konumu
Fatimi öncesi bir Suriye kenti olan Salami’de İsmaili propagandası çok önceden başlamıştı. Fatimi döneminde Suriye’de İsmaili misyon daha da genişledi. Daha sonra Suriyeli İsmaililer Alamut yönetiminin Nizari imamlığını kabul ettiler. Bir fizikçi astrolog olan El Hakim el Müneccim Esad bin Kasım el Acem, Alamut’tan Halep’e gönderilen ilk Suriye daisi oldu. Bernard Lewis’in yazdığına göre,
“bize tanıtıldıkları kadar baş Dai'lerin tümü Alamut’tan gönderilmiş İranlı ve Hasan Sabbah ve ardıllarının buyruklarıyla çalışmalar yapıyorlardı”1
El Kasım el Müneccim, Halep’te Nizari İsmaili propagandasına izin veren Selçuklu yöneticisi Tutuş oğlu Rıdvan ile dostluk kurmaya muktedir oldu. Birkaç yıl önce 490 / 1097’de Fatımi veziri El Efdal, Rıdvan’a bol armağanlı bir haberci göndermiş ve bağlılığını Bağdad’daki Sünni Halife’den Mısır’ın Şii Halifesi için değiştirdiği takdirde, ordusunu büyütme, donatma ve zorunlu gereksinimlerini sağlamayı önermişti.
Robert W. Crawford, “Ridvan the Maligned” (London 1960: 138) adlı yapıtında şöyle yazar:
“Rıdvan ilke olarak kabul etti ve Halep’te, 18 Ağustos 1097 Cuma günü hutbe değiştirildi ve El Efdal, Rıdvan isimleriyle birlikte Fatımi halifesi el Mustali’nin adına okundu.”
Bununla birlikte o, Fatımilerin hükümdarlığını sadece dört hafta için tanıdı. Hemen arkasından, Nizari İsmaili Dai’lerinin, etkinlikleri için Halep’i üs olarak kullanmalarıne izin verdi ve bir dava evi (Dar-al dava) kurmalarına yardım bile etti. Özet olarak, Rıdvan kendine uygun geldiği gibi, kısa bir zaman için Fatımilere bağlılığını ilan etmekte tereddüt etmemiş. Dönemin gevşek dinsel ortamı içinde, uygun görüldüğü zaman İsmailileri desteklemekte duraksama göstermemişti. Başka bir gelenek, 496 / 1103’te ölmüş olan dai El Müneccim’in İsmaililiği, Alamut İmamlarının hutbesini verdiği yer olan Halep’te kabul etmiş olduğunu anlatır.
Bir sonraki Dai, kuyumcu (sarraf) Abu Tahir el Saigh idi; dai El Müneccim zamanında Alamut’tan atanmıştı. O da Rıdvan’la kurulmuş yakın bağları sağlamlaştırdı ve Haçlı seferleri sırasında ona yardım etti. 499 / 3 Şubat 1106’da Halep’in güneyindeki Afamiya kalesini ele geçirdi. Afamiya, Suriye’de ilk Nizari İsmaili kalesiydi, fakat kısa ömürlü oldu. Aynı yıl Musbih bin Mulaib adlı biri, Antakya’nın Frank prensi Tancred’i Afamiya kalesini muhasara etmeye teşvik etti. Tancred zaten çevresindeki beldeleri işgal etmişti. Bunun üzerine oraya doğru ilerledi, kentin önünde karargah kurdu ve onu kuşattı. İsmaililerin vergi ödemesiyle ilk kuşatmasını kaldırdı. Antiokhia (Antakya) Frank prensi Tancred yeniden döndü ve Afamiya’yı 500 / 14 Eylül 1106’da teslim olmaya zorladı. Abu Tahir ve dostlarının birçoğu kendilerini esaretten fidye vererek kurtuldu ve Halep’e döndüler. Bu olay, en büyük olasılıkla Suriye İsmailileri ile Haçlılar arasındaki ilk karşılaşmadır.
504 / 1110 yılında İsmaililer, Summak Cebel’indeki Kafarlatha’yı Tancred’e bıraktılar. Abu Tahir Halep’te uygun bir garnizon araştırmaktaydı. Ertesi yıl Musul’un Selçuk yöneticisi Mawdud ordusuyla Haçlılar ile savaşmaya geldi, Rıdvan Halep’in kapılarını kapadı ve silahlı İsmaili grupları Rıdvan’ın saflarına katıldı. Bununla birlikte Rıdvan’ın, son yıllarında ön-İsmali pozisyonundan (davranışından) kendini geri çektiği görülür. 505 / 1111’de, Transoksian’dan İsmaililerin düşmanı ve zengin bir tacir olan Abu Harb İsa bin Zaid adında birine başarısız bir suikast girişimi, Rıdvan’ın gözyummak zorunda kaldığı İsmaililere karşı genel bir patlayışa yöneltti. Rıdvan 1113’te öldü ve 16 yaşındaki oğlu Alp Arslan yerine geçti. O henüz olgun değildi, İsmaililerin düşmanlarına alet oldu. Artık İsmaililerin talihi tersine dönmüştü. İçlerinde Abu Tahir ve oğlu, El Müneccim'in kardeşi Dai İsmail’in de bulunduğu 200 kadar İsmailiyi öldürttü. Böylece Suriye’deki İsmaili etkinliklerinin ilk döneminde, ülke içinde ayak basacak (yerleşecek) sağlam bir yeri güvenceye alamamak yüzünden büyük acılar yaşandı. Ancak Summak Cebel’inde, Cezire ve Shayzar ile Sarmin arasındaki Banu Ulaym topraklarında çok çabuk yandaş kazandılar.
Herşeye rağmen nüfuzlarını yeniden elde ettiler; 512 / 1118’de Halep’i bile işgal etmiş olan Mayyafarikin (Silvan) ve Mardin’in Artuklu yöneticisi Necmeddin İlgazi ile dostluk ilişkileri kurdular. Öyleki İsmaililer, 514 / 1120 yılında İlgazi’den küçük bir kale ola olan Kalat el Şerif’i (El Şerif Kalesi) isteyecek-talep edecek güce kavuştular. Kaleyi onlara bırakmaya isteksiz, fakat reddetmekten de korktuğu için telaş içinde oranın yıkılmış ve bu kararı daha önceden almış olduğu bahanesini ileri sürdü. İlgazi’nin yeğeni Balak, yeni Dai şef Bahram’ın ikinci dereceki yerel Dai’lerini tutuklayınca, Halep’deki İsmaili nüfuzunun 517 / 1124’de kesildiği görülür. O ayrıca İsmailileri kentten sürgün etti ve onların mülklerine el koyup satışa çıkarttı.
El Cezire olarak tanınan Mezopotamya’nın yukarı kısmı, Diyar Rabiah, Diyar Mudar ve Diyar Bakr gibi üç bölgeye yayılmış büyük bir eyaletti. Dicle’nin yukarı yatağı üzerindeki Amid (Romalıların Amida’sı), pek çok İsmaililerin oturduğu Diyar-ı Bakr’ın (bölgesinin) baş kentiydi. 1124 yılında Diyar Bakr bölgesindeki Amid sakinleri İsmaili katliamları yaptılar ve onların mallarını-mülklerini yakıp yıktılar.
Suriye için Abu Tahir’in yerine başka bir İranlı Dai olan Bahram geçti. Bu kişi 520 / 1126 yılında Halep yerine Damascus’u (Şam) İsmaili merkezi yaptı. Başlangıçtan beri olan misyonerlik etkinliklerini gizlice sürdürdü, ve Şam yöneticisi Zahiruddin Atabeg Tughtigin ve veziri Abu Ali Tahir bin Sa’d el Mazdagani ile dostluk oluşturdu. Ayrıca Halep içinde de yeni vali İlgazi ile yakın ilişki kurup davayı başlattı. Damascus 520 / 1126’da Franklar tarafından tehdit edildiğiinden, güçlendirilme gereksinmesi içinde bulunuyordu. İsmaililerden daha savaşçı kimse yoktu, bundan dolayı Tughtigin onlarla haçlı savaşları esnasında bağlantı kurdu. İbni Kalanisi (ölm. 555 / 1160) adlı yapıtında şöyle yazar:
“Bahram aşırı gizlilik içinde saklanarak yaşadı ve sürekli kılık değiştirdi; öyleki Şam’da ortaya çıkıncaya kadar, şehirden şehire, kaleden kaleye sıradan bir kimse gibi kimliğini saklayarak taşındı.”2
Böylece, barışın kurulmasından sonra Bahram Şam’a Necmeddin İlgazi’nin izinnameleri yardımıyla girdi. Onurla kabul edildi ve koruma güvencesi verildi. Kent içinde hemen güçlü bir konum kazandı. Müstahkem bir yer (garnizon) olarak güçlendirebileceği bir kale elde etmek için de araştırmaya girişti. Tughtigin ona Baniyas sınır kalesini bıraktı.
İsmaililer kendi şehrinde bile "propaganda evi" (dar el-dava) olarak kullanmak için bir bina yapımı başlattılar. O zaman Baniyas’da, (Bahram’ın) bizzat kendisi çalışmalara katılmıştı; binayı yaptı ve kaleyi onartıp sağlamlaştırdı. Çevre bölgede propaganda (dava) yapılmasını yoluna koydu. Halkın büyük çoğunluğunu etkileyen Dai’lerini her yana gönderdi. Baniyas’ın kuzeyine düşen ve Hermon Dağı’nın batı tarafındaki Hasbaya bölgesinde El Taym Vadisi (Wadi al-Taym), İsmaililiğin resmen yürürlüğe konulması çin (for the promulgation of İsmailism) verimli bir ortam önerdi. Drüziler ve Nusayrilerin yoğun olarak yerleşmiş oldukları bu bölge Bahram’ın dikkatini çekti. 522 / 1128’de, El Taym Vadisi’ni ele geçirmek için İsmaili kuvvetleriyle Baniyas’tan yola çıktı. Nevarki orada, El Taym Vadisi’nin başında bulunan Dahhak bin Jandal’ın meydan okumasıyla karşı karşıya geldi. Onu çok şiddetli bir meydan savaşına zorladı ve aynı yıl Bahram’ın ölümüne neden oldu. Suriye’de Bahram’ın arkasında gelen, Baniyas kalesinini sahipliğini elinde tutan ve aynı yolu izleyen Dai İsmail (ölm. 524 / 1129) idi. O da 1128 yılının sonunda ölen Tughtigin ile yakın ilişki sağladı. Bununla birlikte, Tac al Mulk ve Majd ad-din olarak tanınan, Tughtigin’n oğlu ve halefi Abu Said Buri, İsmaililerin en azılı düşmanı oldu ve 1129 yılının 4 Eylül’ünde onların katletledilmeleri emrini vermişti. Bu katliamda öldürülen İsmaili sayısı, İbn Athir’e (ölm. 630 / 1234) göre 6000, İbni Cezvi’ye göre (ölm. 597 / 1200) 10 000 ve “Bustan al-Jami”nin yazarına göre ise 20 000 kişidir. Dai İsmail Baniyas kalesini, Şam’a doğru ilerlemekte olan Franklara teslim etti. Misillemelerden korkan Abu Said Buri, zırhsız ve yanına ağır muhafız kıtası almadan asla sarayından çıkamadı. Buna rağmen Buri, Alamut’tan gelen gizlice onun ağır muhafız kıtasına katılmış olan iki İsmaili fedaisi tarafından suikasta uğradı. 7 Mayıs 1131 yılında Şam hisarı içindeki sarayının kapısında kılıçla saldırarak onu boynundan ve kalçasından ağır yaraladılar. Buri can çekişe çekişe (acılar içinde) bir yıl sonra öldü. Dai İsmail ise Franklar arasında sürgün yaşarken 1130’da ölmüştü.
Yukarıdaki ayrıntılara, Nizari İsmaililerin zaman zaman Suriye’de düşmanlarının katilleri olarak kullanıldığı fikrini vermektedir. Ağır baskılar ve yenilgilere rağmen, İsmaililerin talihi çalkantılı yıllar esnasında yükselmeyi sürdürdü. Buri’nin katliamından sonra, onlar yine de cesaretlerini yitirmediler, fakat Şam’daki pozisyonlarını yeniden ele geçirmekte başarısız kaldılar. Özet olarak, garnizonlar-istihkamlar kazanma çabası üç ana mücadele içinde görülür: Birincisi, Halep’ten çıkıp, Abu Tahir tarafından yönlendirilerek Sumak Cebel’inde (dağında) toplanma-yoğunlaşma ve bunun 1113’te Tahir’in ölümüyle sona ermesi. İkincisi, Bahram ve İsmail tarafından Şam’dan götürülüp Baniyas El Taym Vadisi hedef alındı ve 1130’da başarısızlıkla sonuçlandı. Üçüncüsünde, bilinmeyen bir karargah üssünden 1132 il3 1151 arasında çok sayıda dai şefler tarafından harekete geçirilip, Bahra Cebeli’nde bir bölük kale kazanıldı. 1132-3 yılında Bahra Cebeli’ndeki Kadmus kalesi Seyfül Mül bin Amrun’dan alındı. Hemen ondan sonra, Musa bin Saiful Mulk, Kahf (kalesini) İsmaililere sattı. 1136 yılı içinde, Khariba kalesi Frank işgalcileri yerel İsmaililer tarafından geri çektirildi. 1140’da, çok önemli olan Masiyaf kalesi, Shayzar’lı Banu Munqidh namına onu işgal eden Sungur öldürürlünce İsmaililerin eline geçti.
Masiyaf, Nusairia Cebeli’nin doğu yanı üzerinde orta Suriye’de, Baniyas’ın 33 mil doğusunda ve Hammah’ın da 28 mil doğusunda bir kenttir. Masyad, Masyaf, Mayat, Masyath, Masyah, Masyab ve Merssiyat gibi çeşitli biçimlerde yazılır ve telaffuz edilir. Masiyaf kalesi, Bahra Cebel’inin eteklerindeki yerleşme alanının kuzeydoğusuna doğru uzanır. O büyük bir kireç bloğundan kayalık üzerine yerleştirilmiş bir Arap kalesi idi.
Tıpkı zaptedilmez Alamut kalesi gibi Masiyaf da hemen hemen dimdik yükselen bir kayanın doruğu üzerindeydi. İsmaili kale yerleşmeleri arasında Masiyaf, nadiren ulaşılabilir ve ıssız bir boğaza (koyağa) hakim gerçek bir kartal yuvasıydı. İsmaili davası önderliği sonunda Raşidüddin Sinan’ın güçlü ellerine geçti. Onun zamanında İsmaililik çok hızlı bir biçimde yayılıp güçlendi; ömrü uzadı ve soluğu tam anlamıyla genişledi.(3) Bu konu, İsmaili Web sitesinden, özetleyerek İngilizceden Türkçeye çevirdiğimiz Dr. Naseeh Ahmed Mirza'nın (Melbourne) aşağıdaki makalesinde makalesinde genişçe işlendiği açıkça görülecektir:
2. Rashid al-Din Sinan (Raşidüddin Sinan)
İsmaili hareket, Ortaçağ İslam dünyası içindeki Şii hareketlerinin en dinamik ve en etkin olanıydı. Kuzey Afrika ve Mısır’daki Fatımi Halifeliği (909-1171) ve İran’daki Alamut Nizari İmamlığı aracılığıyla İsmailizm, ortodoks Sünni egemenliğine, Abbasi halifeleri ve Selçuklu Sultanları gibi çağdaşları Sünni önderler ve hanedanlara karşı örneği olmayan siyasal ve inançsal meydan okumayı temsil etti. Eski suçlayıcı görüş noktasından baksalar da, hem doğulu hem batılı tarihçi ya da bilim adamları, Ortaçağ İsmaililerine ve özellikle “Assassins” adını koydukları Alamut ve Misyaf İsmaililerine önemle dikkat çekmişlerdi. Batılı yazarlar ayrıca “Dağların Yaşlı Adamı” (Shaik al-Jabal) tarafından yönlendirilmiş Suriye İsmaililerine, ya da Haclıların onlarla ilişkileri üzerindeki hikayelere yoğun ilgi göstermişlerdir. Bu makale 12. yüzyılın Suriye İsmaili Dai’lerinin en yiğit ve en büyüklerinden biri olan Rashid al-Din Sinan’ın (ölm. 1193-1194) kariyerindeki, yani Dai'lik görevindeki başarılarını ve yaşamını işlemektedir.
2.1 Sinan’ın Yaşamının İlk Dönemleri ve Dai'liği
Sinan’ın erken yaşamı ve baş Dai olarak, önce Irak ve daha sonra Suriye’ye atanmasına ilişkin koşullar hakkında kesin ayrıntılara rağmen, hâlâ doğru saptama güçlükleri vardır. Bununla birlikte, çeşitli kaynaklardan parça parça edinilen bilgilerin biraraya getirilişinden itibaren tam bir gizem olmaktan çıkmıştır. Alamut üzerine yazılmış edebiyatı okuyan bir kimse, İran'daki İsmaililer hakkında geniş bilgi bulur, fakat Sinan ve Suriye İsmailileri hakkında, Arab kroniklerindeki kısa pasajlar ve Batılı Haçlı kroniklerinde gelişigüzel göndermeler, dolaylı belirlemeler ışığında çok az bilgi vardır.
Suriye İsmaili kaynakları, Sinan’ın (Dai’lik öncesi) ilk yaşamı ve genel olarak Suriye İsmailileri hakkında bazı yararlı tarihsel malzeme vermektedir, ancak verilen tarihler doğru değildir. Bu alanda çalışan herhangi bir araştırmacı, İsmaili ve İsmaili olmayan kaynaklar tarafından anlatılan farklı versiyonları uzlaştırmayı denemeli. Bununla birlikte, Bernard Lewis’in son araştırmaları bu problem üzerine biraz ışık saçmıştır.(4)
W. Ivanow, Encyclopaedia of Islam’daki (1.basım) makalesinde, Abu al-Hasan Sinan İbn Süleyman İbn Muhammed’in Basra yakınlarında bir yerde doğduğu, İran’da eğitildiği ve İmam Hasan Ala Zikrih es-Selam tarafından, 1163 yılında Suriye’deki İsmaili topluluğunun başı olarak atandığını anlatmaktadır. Ancak mevcut İsmaili ve İsmaili olmayan kaynak bu nokta üzerinde uyuşmamaktadır. Tanınmış tarihçi Kemaleddin İbn el-Adim, Sinan’ın yaşamı üzerinde biraz kısa, ama değerli bilgi sağlıyor. Bu konuda onun Suriye yolculuğunu betimleyen inandırıcı ve bizzat Sinan'ın kendisi tarafından anlatılan bir öyküyü zikretmektedir.(5)
Sinan’ın doğum tarihi ve onun Suriye’ye görevli ‘vekil’, yani baş Dai olarak atanmasının Suriye’ye gelmeden önce mi yoksa sonra mı yapıldığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Bununla birlikte, bereket versin çok sayıda Suriye İsmaili elyazmaları son zamanlarda günışığına çıkarıldı ve Sinan’ın öldüğü zaman 58 veya 60 yaşlarında olduğunu bildiriyor. Bunlar aynı zamanda onun 1133 veya 1135 yıllarında doğduğunu göstermektedir.(6)
Zira geleneksel İsmaili kuralına göre, “daha yüksek derecelere” (Al- maratib ulya) atanmalarda, kırk yaşından aşağı olmayanlar arasından yapılması tercih nedeniydi. Bu geleneksel kural, sadece önderin olgunluk ve deneyim sahibi olması gerektiği düşüncesi üzerinde temel değildi, fakat ayrıca İsmaililerin, bazı simgesel anlamlara sahip oldukları için dört, beş, yedi, oniki ve kırk rakamlarına saygı gösterdikleri olayı üzerinde de temel oluşturmuştur.
Sina’ın doğum yeri ve ana-babası hakkında bilgi çok azdır. Coğrafyacı Yakut (İbn Abd Allah el-Rumi) onun doğum yerinin, özellikle aşırı Şiilerin yerleşip yaşadığı Basra ile Wasit arasında bir köy olan Akr el-Sunden7 olduğuna inanır.
İsmaili olmayan kaynaklarda, Sinan’ın yaşadığı çevre ve ana-babasının Oniki imamcı Şii oldukları hakkında ifadeler bulunmaktadır. Suriye İsmaili kaynakları Sinan’ın, Suriye’de Alamut İmamının vekili olarak atanıncaya kadar, Irak’da İsmaili Davasını yaymakla görevli olduğunu onaylamakta, fakat kökeninin Oniki İmamcı Şii olduğuna dair bir ipucu vermemektedir. Bu kaynaklardan bazıları onun, İsmaili imamlarla aile bağlarının bulunduğunu ve daha da ileri giderek kendisinin gerçek İmam olduğunu ileri sürmektedir.8
Irak’taki Basra bölgesine Dai olarak birinci atanmasından önce Sinan’ın, Alamut’taki Hasan İbn Muhammed İbn Ali el-Kahir (Fatih) Medrese’sinde İsmaili felsefesi ve teolojisi üzerinde tam bir eğitim almış olduğu bildirilir.9 Sinan’ın Alamut’ta İsmaili öğretileri üzerinde çalışmasından başka neler yaptığı ve o büyük İsmaililiğin kalbi olan bu kalede o zaman gerçekten neler olduğu anlaşılamıyor. Hemen hemen kesin olan tek şey, o Alamut’ta kaldığı sırada, geleceğin İmamı Hasan II (Ala Zikr es-Selam) ile tanışmış olmasıdır. Daha sonra bu İmam, kendisini baş Dai Abu Muhammed’in halefi olarak Suriye’ye göndermişti.10
Sinan, Basra bölgesine baş Dai olarak ilk atanmasının ardından çok geçmeden Suriye’ye nakledildi. Bu atamanın 1160’ta gerçekleştirildiğine inanılır. Kamal al-Din, Sinan’ın Suriye’ye gezisinin çeşitli aşamalarının ilginç bir betimlemesini verir. Onun Musul yoluyla Kuzey Irak’a ve sonra Nur al-Din (Nureddin) Mahmud İbn Zengi’nin (1146-1174) yönetimine girmiş olan Halep’e ulaşmak amacıyla Suriye ve Irak arasındaki sınır üzerinde bulunan Rakka’ya da gitmiş olduğu bildirilir.
Halep o zaman İsmaili dai’leri için hala girilebilir bir kent idi; onlar bu kente ekseriya tacir kılığı içinde girerlerdi. Sinan, Zengi’ler hanedanının başkentinde temaslar kurmada güçlük çekmedi. Eğer 1162 onun gerçek geliş tarihi idiyse; Nur al-Din’in Franklara karşı savaşmakta olduğu için kentte bulunmadığı zamanda gelmekle, olasılıkla iyi bir şans yakalamıştı. Zira Sinan, Merkezi Suriye’deki İsmaili kalelerine hareket etmesi için Alamut’tan yeni emirle ulaşıncaya kadar, Kuzey Suriye’de İsmaili olaylarıyla bizzat yakınlaşacak bir süre yakalamış.11
724 / 1324’lerde yazan Maynaka doğumlu12 Abu Firas İbni Kadı Nasr İbn Jawshan, Sinan’nın Misyaf’a gelip orada gerçek kimliğini açıklamadan bir süre için kaldığını; sonra İsmaili baş Dai Abu Muhammed’in oturduğu kale olan el- Kahf’e yakın Bastiryun köyüne gittiğini anlatır. Abu Firas’a göre Sinan, yedi yıl beklemek zorunda kaldı ve sonunda Abu Muhammed ölüm döşeğindeyken ona yeni önder olarak vekâletnâmesini sundu.
Abu Firas’ın Sinan’ın Misyaf’a gelişi üzerine söyledikleri ve onu son varsayımına götüren olaylar önderlik konusunda doğruysa, Sinan’ın, Hasan II’nin babası tarafından Suriye’ye gönderildiği olasılığı yükselir; sonuçta onaylamış ya da oğlu tarafından atanmıştı. Bu bizi, Sinan’ın Suriye’ye 1161-2’den daha önce geldiği varsayımına götürecektir; üstelik, bir depremin Sinan’ı yaraladığı tarih de 1156-7 civarında bir zamana rastlar. Bu dönem için birçok kaynaklar Suriye’de ana kentleri yıkan ağır bir depremin bu tarihlerde olduğunu bildirir. Fakat Alamut İmamlarının 1162’den önce güçlerini ne kadar denediklerini gösterecek kanıt olmadığı için, biz Sinan’ın Hasan II’nin 1161-2’de İmamlığa geçmesinden sonra atandığını kabul etmek eğilimindeyiz. Mamafih deprem de, Arap kaynakları tarafından belirtildiği gibi 1157’de meydana gelmemiş olabilir, fakat Sinan’ın önderliği üzerine almış bulunduğu zamandan sonraya rastlayabilir.
Abu Firas, Sinan’ın gerçek misyonunu belirtmeden önce Suriye’de yedi yıl kaldığını söylemekle bir hesap yanlışlığı yapmış olması mümkündür.
Sinan’ın, oraya gelmeden önce Suriye’de beklenen baş Dai olarak atanıp atanmadığından doğan bir sorun var. Onun İsmaili grupları ziyaretleri sırasında Abu Muhammed’e haber vermediği olayı kuşkuludur. Acaba o, Alamut’taki öteki gelişmeler yüzünden mi bekliyordu? Yoksa o, Suriye’deki durumun akıllıca bir gizli hazırlık araştırması mı yapıyordu? Her nasıl olursa olsun, Sinan’ın Suriye’ye 558 / 1162 tarihinde geldiği ve hazırlık soruşturmalarından sonra, 1164’de Abu Muhammed’den (görevi) teslim aldığı olası gözükmektedir.13
2.1.1 Abu Muhammed’in Ölümü ve Sinan’ın Yerine Geçmesi
Abu Muhammed’in ölümü, Suriye İsmaililerin tarihinde adı ve etkinlikleri karanlıkta kalan bir önderin yaşamının sonuydu. Tahminen o, Halep ve Sumak Cebeli’nde kendi konumlarını sağlamlaştırmak için İsmaililerin mücadeleleri içinde bir rehberlik rolü oynadı.14
Ancak bu çabalar, onun hakkında herhangi bir yerden gelen bilginin yokluğundan ötürü dikkate değer başarılar olmadı; güçlü karakteri ve enerjisiyle Sinan’ın başarılı bir Dai olmasından ötürü, İmam bu görevi (Alamut'un vekili baş Dai'lik) kendisine emanet etmişti. 1129 yılında Şam’daki İsmaili kırımından sonra, İsmaililerin orta Suriye’de kaleler elde etmek için başarılı girişimde bulundukları zaman bile, sadece genç İsmaili Dai’lerinin açık isimleri kaynaklar tarafından zikredilmişti. Oysa Abu Muhammed’in adı bu sahnelerin gerisinde kaldığı görülüyor. 15
Abu Muhammed’in liderliğinin son on yılı esnasında zayıflık, örgütsüzlük ve uyumsuzluk kendisini gösterdi Suriye İsmaili topluluğu içerisinde. Birçok İsmaililer sadece davalarını güçlendirmek amacıyla değil, fakat ayrıca geçimlerini sağlamak için Halep, Hama ve Hims (Humus) gibi komşu kentlere göç ettiler; zira İsmaili toprakları verimli değildi, geçimlerini en fazla sığır sürüleri üzerinden sağlıyorlardı. Onların durumu 1151 yılında daha da kötüleşti. Çünkü bu tarihte, Tripoli Frank kontu Raymond II’yi, 1117’de bir Hıristiyan inanç örgütü olarak kurulmuş olan Templier şövalyeleri öldürmüş. İsmaililerin topraklarını yağmalamış ve sakinlerini haraç ödemeye zorlamışlardı.16 İsmaili dava’sını zayıflatan diğer bir faktör, Abu Muhammed’in halefi tarafından yüzyüze getirilen problem karmaşıklığına eklenen, İsmaililer arasındaki kişisel kavgalar oldu.17
Sinan’ın önderliği üstlenmesinden sonra, İsmaililerin durumunu sağlamlaştırmak ve üstüste yığılmış iç sorunları çözmek için yapılan çalışmalardan çok önemli olaylar gelişti. Onun dış siyasetinin ana hedefi, İsmaili topraklarını komşuları ve düşmanları olan (Sünni) Müslümanlara ve Franklara karşı savunmaktı. Gözönünde bulundurulması gerekli olan diğer bir sorun, özellikle 1164’de Hasan II’nin Büyük Kıyamet Çağrısı’ndan sonra Alamut ile Sinan’ın ilişkilerinden çıkıyordu; bunlarla Kuzey Suriye’de “Sufat” (saflar, temizler) adını taşıyan bir bölük aşırı sayılan İsmailileri kuşatan bir dönem arasındaki bazı bağlar olabilir.
2.1.2 İsmaililerin Durumunu sağlamlaştırmak için Sinan’ın Çabaları
Önderliği aldıktan sonra, Sinan kendisini çok ağır sorunlarla yüzyüze buldu. Halkını korumak için, onların sevgilerini ve Suriye'deki ilk yılları esnasında duydukları hayranlığı yeniden kazannmak kolay değildi. Dünün inançlı Irak Şeyhi (al-Shayh al-Iraqi), çocukların öğretmeni, acıların dindirilmesi için ilaç dağıtan, ve dua ederek, inzivaya çekilerek dindarca yaşayan sofu ve zahit görünümlü bir adam şimdi, halkının gereksinimleri üzerinde yoğunlaşmak ve onları düşmanları için kolay bir av olmaktan kurtarmak zorundaydı. Dış tehlikeleri karşılamak maksadıyla, Sinan adamlarının en uygununu ve fedailerin özüne biçim vermeğe sadık olanları seçerek, onları yeniden örgütlemeye başladı. 12. yüzyılın ikinci yarısı başlarında İsmaili birlikteliğini tehlikeye atmış olan iç çekişmelerden kurtarmayı başarmasını, onun keskin zekası ve güçlü kişiliğine borçlu olduğumuzu unutmamalıyız.
Hemen hemen bütün bu nesnel gerçeklikler içinde ve kendi kişilik pozisyonuna güvenen Sinan yönetimde çok başarılıydı; kısa sürede çeşitli dillerde eğitim görmüş ve kralların, prenslerin saraylarından gizli bilgiler toplama sanatını öğrenmiş fedailere sahip oldu. Çok miktarda güvercin kullandırarak mükemmel bir haberleşme ağı örgütledi. Çeşitli İsmaili müstahkem yerlerinin (garnizonların) kumandanları, geniş bir biçimde yayılmış İsmaili kalerinden herhangi birine ulaştırılacak uygulama planları hakkındaki bilgilerin saklanmasında kodlanmış mesajlar kullandılar.18 Çeşitli fedai bölüklerini yetiştirmesi ve örgütlemesinden başka Sinan, ya düşman saldırıları ya da doğal afetlerle yıkılmış bulunan birkaç İsmaili kalesini de yeniden inşa etti. Bunlar Misyaf’ın yaklaşık 4 mil güneyindeki el-Rasafaj ve el-Kahf, yine aşağı yukarı dört mil güneyde bulunan el-Khawabi kaleleriydi. Sonra Sinan Kuzeye döndü ve Frank kalesi olarak bilinen fethedilmez el-Markab’ın19 sekiz mile kadar kuzeyine düşen al-Ullayka’yı bir strategem ile, yani bir savaş oyunuyla ele geçirdi.
Sinan’a mükemmel bir askeri pozisyon veren anahtar müstahkem kaleler Misyaf, el-Kahf, el-Kadmus ve el-Ullayka idi. Misyaf, Cebel Bahra’nın20 doğu eteklerinde bulunan Misyaf, Hama ve Hims (Humus) gibi (Sünni) Müslüman prensliklerin (meliklik) üzerinde bir pencere olarak hizmet etti. Önceki baş Dai'nin merkezi olan al-Kahf’a gelince; burası Sinan’ın Tartus (Tortosa ya da Antartus) üzerinden gözünü hiç ayırmadığı bir kale oldu. Öbür Frank kaleleriyle birlikte ülkenin güney batısına da egemen oldu. Al-Kadmus batıdaki ileri ve al-Ullayka ise kuzeybatıdaki karakoluydu.21
2.1.3 Sinan'ın Alamut ile İlişkileri Üzerine
Sinan’ın yönetimindeki Suriye İsmaililerinin ne içsel problemlerinde, ne de Selahattin ve Franklarla olan ilişkilerde, Alamut herhangi bir önemli rol oynadığı mevcut kanıtlarda gözükmüyor. Sinan’ın, Alamut İmamı tarafından atanmaksızın Abu Muhammed’e halef olarak önderliği almaya uğraşırken, Khawaja (Hoca) Ali’nin durumu hakkında Alamut’tan doğrudan almış olduğu bir rapor vardır. Sonuçta topluluğun iki önemli üyesi olan Abu Mansur İbn Ahmed İbn el Şeyh ve el- Rais Fahd’ın kışkırtması altındaki Khawaja Ali öldürülmüştür. Sözü edilen rapor, Hasan II’nin Kıyamet kurallarına Sinan’ın uymasını ve (Sünni) İslam Meliklerinin etkinliklerini izleyip gözlemesini emrettiği rapordur.22
Sinan’ın Ortodoks Müslümanlar ve Franklarla ilişkilerinde Alamut’un rolü hakkında kaynaklar pratik hiçbirşey söylemiyor, ama bu sessizlikten, Suriye İsmailileri kesiminde Alamut’a karşı ciddi bir ayrılık hareketi var olduğu sonucu da çıkarılamaz. Bu sessizlik türlü yöntemler içinde yorumlanabilir. Örneğin, Alamut’taki otoriteler, Sinan’ın Suriye İsmaili sorunlarının üstesinden gelme yeteneğine fazla güven duymuş; böylece sonuç olarak araya girmeye gereksinim olmadığı görülmüştür. Ancak çözülemeyen, kronikçiler ve hatta İsmaililerin kendilerinin karşılaştıkları sorun, Sinan’ın Alamut’la olan politik ilişkilerinden değil, Suriyeli yandaşlarının arasındaki inançsal durumlarından kaynaklanmaktadır. İçinde Sinan’ın kahramanlığı, telepatik gücü ve aklı üzerinde bol övgülerin bulunduğu Abu Firas’ın Menakıbnâmesi’nde, Sinan’ın bir İmam olarak görüldüğü çıkarsaması doğrulanmıyor.23
Gerçekten Abu Firas onu Alamut İmamı’nın vekili (naib) olarak sunuyor ve eğer Sinan’a bazı mucizevi olaylar yüklüyorsa bu, İmam’ın kanıtı (Hüccet) olarak duran güvendiği hizmetçisine, İmam’ın kendisinin doğaüstü güçlerinden bazılarını ona emanet ettiği (ve al-ta’yid) İsmaili inancı tarafından açıklanabilir. Sinan’a atfedilen vecizeler (aphorisms) ya da “soylu söylemler” içeren İsmaili kaynaklara gelince, 14.ve 15. yüzyıllar içinde derlenmiş bütün bunlar pratikte zihinlerden doğmuş olmalı. Bu yüzyıllarda Suriyeli İsmaililer, İran İsmaililerin izlediği İmamlar çizgisinden farklı çizgi takip etmiş ve Muhyiddin Arabi (ölm. 638 / 1240), Celaleddin Rumi (ölm. 672 / 1273), İbn al-Farid (ölm. 632 / 1235) gibi sufi yazarlar tarafından etkilenmiş durumdaydılar. Gerçi bazı sufi düşünceler İsmaili yazarlar tarafından eleştirilmişlerdir. Bununla birlikte Sufi deyimleri ve cümleleri Suriyeli İsmaililer tarafından genişçe kullanılmıştır. Abu Firis (Firas?) Sullam al-Sti’ud ila Dar al-Khulud kitabında “Sufileri, Peygamberin ‘ışığı’nın alıcıları ve akıllı insanlar olarak kabul etmek gerektiğini” yazmaktadır.24
Sinan’ın statüsüne dair karışıklığa eklenmiş olan başka bir görüş, yalnızca İmamlara verilmesi gereken (?) Mevla (efendi, sahip..) sıfatıdır. Mevlana Celaleddin gibi büyük ozan ve filozoflar, ayrıca Sinan’dan sonra gelmiş olan diğer Dai’ler de bu onurlu sıfatla çağrılmışlardır.25 Sinan’ın Mevla olarak tanıtılması olayı, onun bir İmam olduğunun mutlak bir göstergesi değildir.
Bununla birlikte son yıllarda İsmaili tarihçisi Arif Tamir, Sinan’ın bir İmam olduğu, ve hatta Fatımi İmamı al-Mu’iz (952-976) ile başlayan İmamlar dizisinin “Yedinci İmamı” olarak ardılları tarafından düşünüldüğü görüşünü destekleyici birkaç makale yayınladı26 Arif Tamir, ondördüncü ve onbeşinci yüzyıl İsmaili yazılarından başka, Mazyad el-Hilli el-Asad adında bir ozanın yapıtlarını da bu makalelerde kullanarak yayınlamış bulunmaktadır. Bu ozan, Sinan’ın (övgücü) baş ozanı ve arkadaşı olduğuna inanılan ve övgü şiirlerinde (panegyric) aslında İmamlar için korunmuş sıfatlarla Sinan’a hitap etmiş olan bir kimsedir. Arif Tamir aktarma yoluyla şunları yazıyor:
“Sinan, Suriye’de yaşayan ve Misyaf’ı ‘Göçmenler evi’ (dar el -Hijra-tihim) olarak alan İmamlardan biri olduğu düşünülür. O, Abu el-Hasan Muhammed İbn al-Hasan el-Nizari, Rashid el-Din, Sinan ya da Rais al-Umur gibi çeşitli adlarla çağrılırdı; o, İran’daki Talikan kalelerinin efendisi olan İmam Hasan al-Alamut’un oğlu idi.”
Ve Arif Tamir sürdürüyor: “Sinan, İmamlık görevini Hasan’dan devraldığını ve onu Hasan’a teslim edeceğini söyledi.”
Bu, Arif Tamir’in fikrince, Büyük Kıyamet’in İmamı Hasan II (Ala Zikrih is Salam, 1162-1166) ve onun ardılı Muhammed II’nin (diğer adlarıyla Ala Muhammed ya da Nureddin Muhammed 1166-1210) sadece Gizli İmamlar dönemindeki Maymun el-Kaddah ve oğlu Abdullah gibi İmam’ların “mütevellisi-vekili” (A’immah Mustawda’un) oldukları anlamına geliyor. Arif Tamir’e göre, İmamlık sırasında Sinan’ın ardılı Hasan III (Celaleddin Hasan 1210-1220) idi.27 İsmaili olmayan kaynaklar, Sinan’ın bir İmam olarak düşünülüp düşünülmediği sorunu üzerinde herhangi bir yardım sağlamıyor. Ancak (destekleyici) bazı istisnalar bulunmaktadır: Müslüman İspanyol gezgin İbn Cübeyr, Sinan’ın bir Tanrı gibi muamele gördüğünü ileri sürmekte. Yaşam öykücü (biyoğrafi yazarı) İbn Khallikan, Suriyeli İsmailileri “Sinaniler” adıyla çağırırken, başka Arap kaynakları ona Haşişiye ya da Dava’nın Mukaddam’ı (kumandan), Reis’i (başkan) yahut Sahip’i (efendi) demektedirler28
Genel olarak hem Arap hem de Batılı kaynaklar, Suriyeli İsmaililerin Alamut’dan bağımsız kaldıkları fikrini paylaşırlar. Teoride, yani kuramsal olarak Sinan, Alamut’un vekiliydi. Pratikte, yani uygulamada ise hemen hemen tamamıyla bağımsızdı. 1176 yılı boyunca Sinan dış sorunlarla uğraştı. Ancak o, herhangi bir dış güçle ilişkiye girmeden önce, bu iç İsmaili kavgasını yatıştırmak istemiş olmalıdır. Olasıyla Sinan’ın talebi üzerine, İsmaililer ile dost olan Halep valisi Sadeddin Gümüştigin, Nureddin Zengi’nin genç oğlu ve Al- Malik al-Salih’in halefinin, İsmaililere karşı düzenlediği cezalandırma seferine önceden çıkarmış olduğu ordusunu geri çekmeye ikna etti. Böylece Sinan bir dış müdahele olmaksızın sorunu çözümleyebildi.
2.2 Sinan’ın Yönetiminde Suriye İsmaili Davası’nın Bağımsızlığı
Rashid al-Din (Raşidüddin) Sinan dönemine kadar, Suriye İsmaili Davası El-Hakim el-Munaccim, Abu Tahir, Bahram ve Abu Muhammed gibi eyalet Dai’leri tarafından yürütüldü. Bu Dai’lerin hepsinin tamamıyla Alamut’a bağımlı oldukları görülmektedir. Örneğin, 1129 yılında Şam’da yapılan İsmaili kırımının öcünü almak için, bir önder ve örgütçü olarak göze çarpan önemli yeteneklere sahibolan Sinan, kendisini Suriye İsmaililerini yönetmeğe göndermiş olan Kıyamet İmam’nın hücceti (kanıtı) oldu .29 O, Suriye İsmaili Davası’nı zayıflıktan, asıl Alamut’un yardımı ve bir bölge yöneticisini koruması altına alma (patronage) fırsatına bağlı olarak kuvvetli bir vekilliğe-naibliğe çevirdi. Böylece Alamut Suriye vekilliği, yeni elegeçirilmiş İsmaili kalesi el-Kahf’ta konuşlandırılıp, bu özel bir merkezde yetiştirilen kendi Fedai birlikleri ve kendi kalelerinin sahibi oldu.30 Sinan’ın kendisine yardımcı olacak Dai’leri ve çeşitli İsmaili kalelerini ziyaretleri sırasında ona eşlik etmekte olan çok sayıda Refik’leri de vardı. Onun önderliği altında Suriye İsmaili Davası, artık sadece bir Alamut kolu değildi. O, arazisi, garnizonları ve Sinan tarafından başkanlık edilen bir makamsal dereceleriyle ile gerçekten bağımsız (özerk) bir Suriye Davası olarak sınıflandırılabilir.31
Sinan’ın ardıllarının, Suriye’de kendisini sağlamca yerleştirdiği iyi örgütlenmiş bir Dava’yı ondan miras aldıkları halde Alamut’a dönmüş oldukları görülüyor. Onlar, 1256’ya kadar Alamut İmamı tarafından atandılar ve İmam’ınkine göre ikinci derecede olan Hüccet sırasını tuttuklarını telkin eden ona karşı doğrudan sorumlu oldular. Bu Hüccetler ya da baş Dai’lere, Nakib (memur), Cenah (kanat) ve Nazir (korucu ya da müfettiş) sıfatlarını taşıyan çok sayıda Dai’ler yardımcı olmaktaydılar; Sinan sonrası dönemde bir kale kumandanı olarak atanan Dai’lere vali denilecektir.32
2.3 Sinan’ın Salahaddin İle İlişkileri
1146 yılında Jabar’ın33 bir kuşatması sırasında Musul ve Halep’in Türk yöneticisi İmadeddin Zengi, köle birlikler (Memlükler) tarafından öldürülmüş ve Haçlılara karşı Suriye’yi savunmak için babasının gücünü elde etmiş olan oğul Nureddin Mahmud Zengi yerine geçmişti. 1144’te Edessa’nın (Urfa) İmadeddin Zengi’nin eline düşmesinden sonra, Haçlı kuvvetleri, tam bir başarısızlıkla sonuçlanan ikinci Haçlı Seferini (1146-1149) düzenlemişlerdi.
Mart 1154’de, Nureddin (Nur al-Din) Şam’ı elegeçirdi. Oradan ilerlerken Mısır, Haçlılarla ilişkilerinde kesin unsur olmuştu. Mısır’da sallanan Fatimi rejimi son sahnesine ulaşmış bulunuyordu. Fatimi Halifesi El Faiz’in 556 / 1160’da ölümünü vezirlik çatışmalarından doğan felaket getirici bir mücadele izledi; Fatimi kumandanı Şavar Nurreddin’den yardım istemiş, o da birinci Mısır seferine, Hims’n Kürt valisi Şirkuh’u göndermişti. Salahaddin’in amcası olan Şirkuh, Şavar’ı yeniden iktidara getirmiş (Mayıs 1164), fakat Şavar sözverdiği haracı ödemeyi reddetmiş. Üstelik Frankları yardıma çağırmıştı. Şirkuh kararsız politikasını birkaç yıl sürdürdü, fakat 1167’de Nur al-Din Mısır olaylarıyla ilgili ikinci bir aracılık yaptı ve bunu 1168 yılında üçüncüsü izledi. Bu fırsatlar dolayısıyla, Fatimi toprakları Şirkuh tarafından işgal edilmişti. O, yeğeni Salahaddin’i (Saladin-Salah al-Din) Mısır veziri yaptıktan hemen sonra öldü.
Nur al-Din hayattayken, Salahaddin Mısır’ı tamamıyla işgal ederek, Fatimi iktidarını yokedip kontrolu ele geçirmiş ve Haçlılara karşı planlı bir savaşa girmişti. Sinan ile Nureddin’in arasındaki ilişkilerde gerginlik olmasına rağmen, hem Suriye İsmaililerinin Haçlılarla işbirliği yapmalarından Nur al-Din'in kuşkuları dolayısıyla, hem de onları Halep’teki dostça olmayan ekinlikleri ve daha fazla müstahkem mevziler (kaleler) elde etmek için aralıksız çabalarından dolayı, Nur al-Din (Nureddin) İsmaililere karşı herhangi bir büyük saldırı hareketi üstlenmedi. Oysa onunla Sina arasında tehdit mektuplar gidip geldiğine dair bilgiler ve ölümünden kısa bir süre önce İsmaili topraklarını istila etme planı yaptığı söylentileri vardır.34
Nur al-Din ve Kudüs Kralı, Fuik oğlu Amalrik I’in 1174’de ölmüş olmaları Salahaddin’e fırsat verdi: Şam’daki kumandandan gelen ivedi çağrı üzerine, 27 Kasım 1174 Salı günü Nureddin 11 yaşındaki oğlu ve halefi el-Malik el-Salih’i, Musul’u (al Mawsil) yöneten kuzenlerinin baskısına karşı korumak için gelmiş olduğunu bahane ederek Şam’a girdi.35
2.3.1 Salahaddin’e Yapılan İki Başarısız Suikast Girişimi
Salahaddin Şam’dan kuzeye doğru Hims üzerine yürüdü, kalesi bulunmadığından onu ele geçirdi. İlk defa olarak Halep kuşatmasına öncelik verdi. Bu kuşatma esnasında Sinan, Halep naibi Sadeddin (Sad al-Din) Gümüştigin’in çağrısına yanıt olarak fedailerini Salahaddin’i öldürmeye gönderdi. 1174-5 Aralık-Ocak aylarından bir Cuma gününe rastlayan bu girişim, sahibi olduğu kale Abu Kubays’ın İsmaili toprakları yakınında bulunan ve Fedaileri tanımaya muktedir olan Nasih al-Din Khumartakin adında bir Emir tarafından suikast boşa çıkartıldı. İkinci girişim bir yıl sonra 22 Mayıs 1176’da, Salahaddin Halep’in kuzeyindeki Azaz’ı işgal ederken gerçekleşti. Zincirli zırh donanımı sayesinde Salahaddin sadece hafif yaralarla canını kurtardı.36
Doğrudan Salahaddin’in ortadan kaldırılmasını hedef alan bu iki girişimin nedeni bir takım sorular çağrıştırıyor. Genel Arap kaynaklarından çoğunun yorumuna göre; acaba Gümüştigin, Salahaddin’e karşı eyleme geçirmek için Sinan’ı ikna mı etmişti ya da kışkırtmış mıydı? Ama Sinan’ın, sadece Halep yöneticilerinin koruyucusu gibi, kendi halkının tüm güvenliğini tehlikeye atmış olan bir anlaşma yapmak için rüşvetlerini kabul edip, onların emirlerine uyarak Salahaddin’e karşı harekete geçtiği olası gözükmüyor. Diğer taraftan Sinan’ın halkı zaten, Fatımi Halifeliğini devirdiği zamandan beri -en büyük olasılıkla- İsmaililere karşı olan Salahaddin’in genel politikası nedeniyle fazlasıyla etkilenmiş bulunuyordu.
Sinan’a bağlı olan Nizari İsmaililerin, al-Mustansir’den (ölm. 1094) sonraki Fatımi Halifelerinin gasıpçılar (zorbalar) olduklarını düşünmelerine rağmen, Salahaddin’in Fatımi ailesine çok ağır ve haksız muamelesi, hem Nizari hem de Mustali İsmailileri arasında öfke ve kızgınlığa neden oldu. Ayrıca Salahaddin, zengin Fatımi kitaplıklarını yıkmak; İsmaili inanç sistemini imha ederek ve Sünni kurumlarını oraya sokup Mısır’daki İsmailizmi ezmek için sistematik bir sefer bile düzenlemişti. Bundan başka asıl, kendi yönetimi altında bir Suriye-Mısır devleti yaratmak için Salahaddin’in ortaya çıkma tutkusu sözkonusu ve kuşkusuz Suriye’de güçlü bir İsmaili karşıtı yöneticinin çıkışı, Suriye İsmailileri için bir sıkıntı kaynağı olmuştu. Bayt al-Dawa’nın adı bilinmeyen yazarı, Sinan’ın daha önce, fedailerinden Hasan el-Ikrimi el-Iraki adında birini Mısır’a gönderdiği ve onun Salahaddin’in yatağının başucuna bir tehdit mektubuyla bir hançer bıraktığını ifade etmektedir.37 İsmaili kaynaklarında Salahaddin’i tehdit için gönderilmiş olan fedailer hakkındaki bu tür bilgiler, Salahaddin’den Nureddin’e, 1173 yılında, Mısır’da kendisine karşı bir Fatımi suikastına ilşkin gönderdiği bir mektup üzerine ışık tutmaktadır. Bu suikaste katılanların Sinan’ı yardıma çağırdıkları da mektupta belirtilmektedir.38
Bernard Lewis, Sinan’ın Salahaddin’ini öldürtme girişiminin, 1174-5 içinde İsmaililere karşı olan saldırganlığıyla kışkırtıldığını ileri sürmektedir.39 O yıl içinde, Sibt-İbn-el-Cevzi’ye göre, bir militan Sünni inançlı olan Nebeviler (Nabawiya), al-Bab ve Buza’a İsmaili merkezlerini talan etmişler ve Salahaddin, Jabal al-Summaq, Ma’arrat, Masrin ve Sarmi’in İsmaili köylerine karşı talan için bir çapulcu bölüğü göndererek onun karmaşık sonucundan yarar sağladı.
Bu eylemin Sinan’ı, Salahaddin'i öldürtme girişimi için harekete geçirdiği olası gözükmüyor. Çünkü Sinan’ın kararı bu girişimler (Birincisi 1174 Aralık-1175 Ocak) uygulanmadan önce alınmış olmalıdır. Kuşkusuz olaylar, Salahaddin’in Suriye’deki İsmaili varlığı için bir tehdit olduğu yönündeki Sinan’ın inancını onaylıyor. Fedailer 2.suikast girişimini 22 Mayıs 1176’da yaptılar. Abu Firas Nebeviler’in İsmailileri üzerine talan saldırısından sözediyor, ama arkasından hepsinin tamamıyla yenildiklerini ekliyordu.40 Bu nedenlerden ötürü, Sinan’ın Salahaddin’e karşı Halep ve Musul yöneticileriyle elbirliği etmeleri için sağlam motifleri varolacaktır.
2.3.2 Misyaf’ın Kuşatılması
Musul yöneticilerini iki kez yenmiş ve Halep önderlerini bir barış anlaşmasına zorlamış olan Salahaddin, 24 Haziran 1176 yılında Azaz'ı ele geçirdikten sonra İsmaili toprakları üzerine yürüdü. Misyaf yolu üzerinde, Nur al-Din’in kızının onu görmeye geldiği yerde, Halep yakınında karargahını kurdu. Kızın ricası üzerine Azaz kasabasını ona bağışladı. Salahaddin, aşılması güç yerlere hücum etmenin en iyi zamanı olan yaz mevsiminde, İsmaili topraklarına girdi. Misyaf’ın fiili kuşatması en büyük olasılıkla Temmuz 1176’da gerçekleşti, fakat bir haftadan daha fazla sürmediği görülüyor. Görünüşe göre Sinan, kuşatma esnasında Misyaf’ın dışında bulunuyordu. Bu yüzden savunma önderinin yokluğu, saldırganın işini kolaylaştıracağı beklenmiş olabilirdi; fakat Salahaddin, İsmaililerle sadece birkaç küçük çarpışmalardan sonra şaşırtıcı bir biçimde geri çekildi.
Salahaddin’in Misyaf’tan kuşatmayı kaldırmasının nedenleri, kaynaklar tarafından farklı biçimlerde açıklanmaktadır. Fakat uygulamada tüm kronikerler (tarihyazıcılar), bu geri çekilmenin, Salahaddin’in dayısı Hama prensi Şihabeddin Mahmud İbn Takaş’ın bazı üst dereceli başarılı memurları aracılığıyla sağlandığında anlaşıyorlar. Ne varki, Salahaddin’in mi yoksa Sinan’ın mı Hama Prensi’nin araya girmesini rica ettiği açık değildir. İsmaili yazar Abu Firas
“Salahaddin birden uyandı diyor, yatağının üzerinde tehdit mektubuyla bir hançer buldu; kısmen korkusundan, kısmen yapabileceği halde onu öldürtmediği için Sinan’a olan şükran duygusundan, kısmen de dayısı Taku al-Din’in (Şihabeddin) öğüdüne uyarak, Sinan’la barış”
yolu araştırdı.41
Salahaddin’in İsmaili topraklarından çekilmesini işleyen diğer kaynaklar arasında, Abu Şama tarafından zikredilen İbn Abi Tayy, Salahaddin’in Misyaf’tan çekilmesine en önemli neden olabilen açıklamada bulunuyor. İbn Tayy’a göre, BeKa vadisindeki Baiabak’ın güney yanında gerçekleşen Frank askeri hareketleri, Sünni önderi Salahaddin'i Frank’lardan gelen tehdidin daha acil ve önemli olduğuna inandırdı. Aynı zamanda Hama prensi Şihabeddin el-Harimi’nin, batıdaki İsmaili komşularının düşmanlığı ve öfkesinden kaçınmak gibi haklı nedenleri de olmuş olması gerekir; Sinan ve Salahaddin arasında bir barış anlaşması için çağrı yapılmasına nitelik kazandırabilen bir tür birlikte yaşama duygusu, Salahaddin’in davranışına yön vermiş olmalıdır.42
Geri çekilmenin gerçek nedenlerı ne olursa olsun, Salahaddin’in dayısı Şihabeddin’in etkisi altında kaldığı açıktır ve İbn al-Athir'in (Esir) söylediği gibi birliklerinin yıpranmasından dolayı anlaşarak, İsmaililerle bir çeşit birarada yaşama kararı aldı. Kaynakların birarada oturma söylemlerini kayıtlamış olmamalarına rağmen, iki önderin de “barış içinde birlikte yaşamanın” (of Peaceful-co-Exintence) bir biçiminde anlaşmış oldukları kesin görülüyor.
İsmaili kaynakları, bu anlaşmadan sonra, Salahaddin’in Franklar üzerinde en tanınmış zaferini kazanmış olduğu 1187’deki Tabarayya (Tiberias yakınında) ve Hittin meydan savaşlarında, İsmaili fedailerinin onurlu ve tarihsel rol oynadıklarını gururla söylemekten çekinmemişlerdir.
Bu büyük yenginin arkasından Kudüs ve diğer önemli Frank kaleleri teslim oldular. Hittin savaşında İsmaililerin hangi güç kapsamında yer aldıkları bilinmiyor, fakat 17.yüzyıl Hristiyan episkoposu ve kroniker al-Duwayhi, 1095-1699 dönemlerin içine alan Tarikh al-Azminah adlı yapıtında, Jabat Hittin’de (savaşında) tutsak alınan Frank önderlerinin İsmaili kalelerine kapatıldıklarını yazmaktadır. 43
Sinan ile Salahaddin arasındaki düşmanlıkların, sonuncusunu Misyaf’tan çekilmesiyle son bulduğu ortaya çıkmasına rağmen, İsmaililer ile Halep önderleri arasındaki ilişkiler güç bir döneme girdi. Shihab al-Din Abu Salih İbn el-Acemi adını taşıyan el-Malik el-Salih’in bir veziri , 31 Ağustos 1177’de öldürüldü ve bu cinayet İsmaililere yüklendi. Zira el-Malik el-Salih için de Sadeddin Gümüştigin’in Salih adına, bir cinayet işlemeleri için, İsmaililere onları kışkırtan sahte mektuplar gönderdiği iddia edilen bir soruşturma yaptırmıştı. Gümüştigin suçlu bulundu ve sonuçta düşmanları tarafından yokedildi. Halep yöneticileriyle Sinan arasındaki ilişkileri etkileyen bir diğer ana olay 1179-80’de Halep’teki çarşı yangını oldu. Yangın birçok yerleri yıktı ve aynı yıl el-Malik el-Salih tarafından al-Hajirah kalesinin ele geçirilmesinin öcünü almak için İsmaililer tarafından çarşının kundaklandığı düşünülmüştü.44
2.3.3 Sinan ve Haçlılar
İsmaililerin Cebel Bahra’da satın aldıkları ya da elegeçirdikleri kalelerin çoğu daha önce Haçlıların ellerinde bulunuyordu ve en önemli Frank kalelerinin çoğu İsmaili kalelerine çok yakın konumdaydılar.1142 ya da 1145 yılında Tripoli lordu, ortaçağ Arab kaynaklarının Hisn al-Akrad veya Qalat al-Hisn (Hisn Kalesi, Krak de Chevaliers) adı verdikleri ve Misyaf’ın 25 mil güneyinde bulunan kaleyi Hospitalier Şövalyeleri’ne vermişti. Birkaç yıl sonra da İsmaililer ile Franklar arasında Mayhaka kalesi üzerinde savaş yapıldığı bilgileri vardır.45
Defremery, İsmaili toprakları üzerinde Frank yağmacılarının 1151’de Tripoli kontunun öldürülmesine misilleme yaptıklarını ve İsmaililerin, Templier Şövalyelerine yıllık vergi ödemeyi kabul etmelerinden sonra saldırıları kestiklerini ileri sürüyor; çok olasıdır ki bu, Sinan’ın Abu Muhammed’in yerine geçtiği zaman İsmaililerin Tripoli topraklarının herhangi bir yerinde Franklarla yaptıkları savaştır.46
Hem Sünni İslam hem de Frank düşman güçleri tarafından neredeyse çevrilmiş olma tehlikesi gerçekleşirken, Sinan Franklarla birleşme girişiminde bulundu. Onun bu çabaları, iki Frank İnanç Topluluğu, özellikle Templier’lerin, kendi eylemlerini Kudüs Krallığından bağımsız olarak daha sık yönlendiremedikleri olaylar yüzünden güçleştirildi.
2.3.4 Amalrik I ile Görüşmeler
Sinan’ın asıl araştırdığı, Templier’lere yıllık vergi ödemekten kurtulmayı umarak Kudüs’teki Frank Krallığı’na yaklaşma oldu. Jerusalem (Kudüs) Kralı, Fuik oğlu Amalrik I (1163-1174) ile görüşmeler 1172 ya da 1173’te bir tarihte başladı ve başarılı oldu. Amalrik, Templier’lere ödenen verginin kaldırılmasını uygun buldu. Ancak bu, Templier’leri memnun etmedi ve Kudüs’ten geri dönmekte olan Sinan’ın öldürülmesine neden oldu.47
Templier’lerin (Tapınak Şövalyeleri) Frankları, güçlü bir müttefiğinden ayırmak için saldırıya girişirken, Tyre’li kroniker William, Sinan’ın elçisinin Hristiyanlığı kabul etmeyi önerdiğini anlatmaktadır. 48 Olasıdır ki İsmaili elçisi Kral’a, Hıristiyanlık inançları ve kendilerinin dinsel görüşleri arasındaki ilişkiler hakkında bazı şeyler açıklamıştı. Onlar, hem bir Peygamber hem de Natık (konuşan, bildirici) olarak İsa’ya kendilerinin yüksek saygılarını şiddetle vurgulamış olacaklardır.49
Zira İsmaililer, insanlık dünyasının başlangıcından beri Tanrı’nın, rehberliğe daima gereksinimi olan insanoğluna yolgösterici olarak bir dizi peygamber göndermekte olduğuna inanırlar. Onlara göre, dinler bir sonraki din üzerinde köpüklerini bırakır ve herbiri zamansal evrim içinde bir aşamayı gösterir.
Amalrik I’in 1174’te ölümünden ve Salahaddin’in ordusunu onların topraklarından çekildikten sonra, Suriyeli İsmaililerin ağırlıklarını, Franklara karşı savaşlarda Salahaddin’in yanında koymuş oldukları görülüyor. Buna neden, Templier’lerin düşmanca davranışı ve Hospitaller’in İsmaililere karşı, Kudüs’ün resmi politikasından memnuniyetsizliği oldu. Ayrıca Hospitalia şövalyelerinin 1186’da, el-Kadmus’un 13 mile yakın kuzeybatısındaki el-Markab’daki askeri garnizonlarına düzenledikleri saldırı, Sinan’a Salahaddin ile anlaşma yapıp birleşmeden başka bir seçenek bırakmadı.50
Sinan’ın ölümünden sonra, İsmaililerle Franklar arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine doğru yeni bir hareket yapıldı. Kudüs Kralının ardılı ve Montferrat’lı Conrad’ın dul karısının yeni kocası Champagne’lı Henry, Acre’den (Akka'dan) Antakya’ya giderken İsmailileri ziyaret etti.51
2.3.5 Sinan’ın Ölümü
1193’te ölen büyük İsmaili önderi ‘Dağlı Şeyh’(Shayh al-Jabal) takma adıyla Raşidüddin Sinan’ın, kral ve prenslerin saraylarındaki dedikodu ve fısıltılardan korktuğunun anlatılması adet olmuştur. Tanınmış Sünni yazar Sibt İbn el- Cezvi, onun ölüm tarihi olarak 1192’yi vermekte. Sinan’ı, insanların kalblerini kazanmada usta, devlet adamı ve bilgili bir kişi olarak tanımlamaktadır. Bustan al-Cami, İsmaililerin önderi Sinan 1193’te öldüğünü ve yerine Nasr el-Acami adında “okuma yazma bilmeyen bir kişi” geçtiğini yazar. Bar Hebraeus de Sinan’ın 1193’te öldüğü ve yerini Nasr isimli birinin aldığını söylüyor ve arkasından Sinan’ın izleyicilerinin, onun gerçekte öldüğüne inanmadıklarını ekliyordu. Başka kaynaklar da Sinan’ın yandaşlarının onu bir Tanrı olarak nitelediklerini anlatıyor. Önceden açıklandığı gibi, İbn Khallikan bu mezhebi onun adıyla, yani al-Sinaniya diye çağırmaktadır.52
İsmaili kaynakların daha fazla kuramsal olmalarına rağmen, eylemlerin tarihine ilişkin bazı ipuçları da içerirler; bu kaynaklardan bazıları Sinan’ı İmam’ın soyağacı içinde gösterir.53 Suriye İsmaili dai’si Nureddin Ahmed (ölm. 749 / 1384), içinde Sinan’ın günlerini ve fiziksel özelliklerini harcadığı yolun bir betimlemesini verdikten sonra sürdürüyor:
“O orta boylu, büyük siyah gözlere sahip, yay kaşları (‘u’ biçimli) pembe yüzüne dönük yakışıklı biriydi. Tartışmada güçlü, ifadesi açık, görüşü keskin; beklenmedik anlarda tepki ve davranışları tatlı, felsefe ve allegorik yorumlar (tavil) biliminin ilkelerine bağlı, şiir ve astronomide (al-falak) eşi bulunmaz ve yarışılmaz bir kimseydi”54
İsmaili olmayan kaynaklarda, Sinan’ın el-Kahr veya el-Kadmus’da gömülü olduğune dair belirtiler vardır; fakat Arif Tamir bir makalesinde, onun mezarının Jabal Maşhad’da, yani Sinan’ın dua ederek ve yıldızları inceleyerek ömrünün çoğunu geçirdiği yerde bulunduğunu anlatmaktadır.55
3. Sinan Sonrası Kont Henry'nin İsmalilileri Ziyareti ve Batılılar Kurulan İlişkiler
Suriye'de, Raşiduddin Sinan'ın 1193'te ölümüyle yerine İranlı Dai Abu Mansur bin Muhammed geçti. Tyre'li William, 1186 yılında Jerusalem (Kudüs) yöneticisi olan Champagne Kontu Henry'nin bu ziyaretinin 1194'te gerçekleştiğini yazmaktadır:
Abu Mansur bin Muhammad onu karşılamak ve dönüşte Kahf kalesini ziyarete davet için elçilerini gönderdi. Kont Henry daveti kabul etti. Abu Mansur da onu büyük onurla huzuruna aldı. Onu birkaç kale ve hisarı gezdirdi, sonunda onu çok yüksek kulelere sahip olan birine götürdü. Herbiri üzerinde beyazlar giymiş İsmaili gözcü-korumalar bulunuyordu. Abu Mansur Kont'a o fedailerin, Hıristiyanların perenslerine gösterdiklerinden daha fazla bağlı ve itaatkar olduklarını söyledi ve bir işaret verince onlardan ikisi hemen kendilerini kulenin tepesinden aşağı fırlattı ve kulenin dibinde parçalandılar. "Eğer arzu ederseniz, dedi, Abu Mansur şaşıran Konta'a; "bütün fedailerim kendilerini aynı biçimde siperlerden de aşağı fırlatacaklardır."
Kont geri çekildi ve hizmetçilerinden-kölelerinden böyle birşey bekleyemediğini itiraf etti. Kont Henry'nin önünde kendini kurban etme ruhu gösterisi, onu İsmaililere karşı herhangi bir kötü niyet tasarlamasından caydırmak anlamına geliyordu.
Ancak bu olayın tarihsel gerçekliği kuşkuludur. Bununla birlikte o, 13. yüzyılın sonuna kadar batı kaynaklarında çok meşhur oldu; Marino Sanudo Torsello ve Bologna'lı Francesco Pipino'nun Latin(ce) Tarihinde zikredilir. Lubeck'li Arnold da bu olayı İsmailizmde sadakatin bir geleneksel gösterisi olarak sunmaktadır. Ayrıca Georgius Elmacin (ölm. 671/1273) olayı yanlışlıkla Hasan Bin Sabbah'ın İranlı İsmaililerine maletmiştir.
Suriye İsmaililerini yönlendiren birkaş İsmaili baş daisinin adları, Masiyaf, Kahf ve diğer kalelerde bulunmuş yazıtlardan (Max van Berchem (1863-1903), "Epigraphie des Assassins de Syrie" JA, 9 series, ix, 1897: 453-501) bilinmektedir. kalenin iç giriş kapısındaki bir yazıta göre, bir bina Kemaleddin Hasan bin Masud tarafından onarılmış. Başka bir yazıttan, 1227 yılında dai Majduddin'in 80 000 dinarlık hediye armağan getiren Frederrick II'nın elçisini kabul ettiğini okuyoruz. Dai Sirajuddin Muzaffar bin el-Hüseyin'e ait yazıtlar 1228 ile 1238 arasındaki yıllara aittir. 1240'da Alamut'tan atanmış bir İranlı Dai olan Tajuddin Abul Futuh bin Muhammed Masiyaf'ın şehir duvarını ve güney kapısını 1249 yılında inşa etmiştir. Bu tarih Abdullah bin Abil Fazal bin Abdullah'ın kale kumandanı olduğu zamana rastlar. "Mufarrid al-Kurub"ın yazarı Orta Suriye doğumlu Ibn Wasil (ö.1298) de Abul Futuh ile şahsan tanışıyorlardı.
Bu dönemdeki önemli olay, Suriye'de baş dai olan Tajuddin Abul Futuh bin Muhammed ve 7. Haçlı Seferini(1249-1250) yöneten Fransa Kralı Louis IX (1226-1270) arasındaki andlaşmalarla ilgilidir. Kralın yaşamını yazan Jean de Joinville (1224-1317), 1305'te tamamladığı "Histoire de Saint Louis" adlı yapında, 1250 yılı içinde Akka'ya geldiği ve Mısır'daki yenilgisinden sonra Filistin'e geçip orada dört yıl kaldığı kaydı vardır ve İsmaili baş Dai Fransız kralına "hepsi kristalden olan çok iyi işlenmiş bir fil figürü, birbaşka hayvan, zürafa heykelciği ve birkaç çeşit elma" göndermişti. Bunlarla birlikte o tavla oyunu tahtası ve satranç takımı da yolladı. Bütün bu objeler, şekil verilmiş saf altından kliplerle zarif bir biçimde kristale tutturulmuş olan amberden yapılma çiçeklerle bolca süslenmiş bulunuyordu. Ayrıca bir gömlek ve bir de yüzük vardır. İsmaili elçileri krala şunları söyler:
"Efendimiz, biz baş Daimiz tarafından gönderildik. O, kendi vücuduna en yakın giysi parçası gömlek olduğu için, gömleğini bir armağan ya da simge olarak size gönderdiğini, bununla çok büyük muhabbet duyduğu bir kral olduğunuzu bildiriyor. Kendisinin en arzu ettiği şey incelik ve terbiyedir; ve buna ilişkin daha fazla güven için, işte size gönderdiği saf altından kendi yüzüğü! Onun üzerine ismi kazınmıştır. Şefimiz bu yüzükle size değer veriyor, kabul ediyor ve anlamalısınız ki, bununla onun elinin parmaklarından biri oluyorsunuz…"
İsmaili elçileri kraldan ya kendilerine vergi ödemesini ya da hiç olmazsa, Templier ve Hospitalier şövalyelerine vergi ödememeleri için onları rahat bırakmalarını rica ettiler. Ancak Fransız kralı, Templier ve Hospitaller'e vergi ödemeye devam eden Suriyeli İsmaililere kendisi vergi vermedi.
İsmaililerle yakın bağlar kurmayı arzu eden Kral Saint Louis onların barış girişimine, İsmaili baş daisine armağanlarla birlikte kendi elçilik heyetini göndererek yanıt verdi. Bu Frank heyette aynı zamanda Arapça konuşan, Yves de Breton isminde bir rahip vardı. İsmaili baş Dai'si Tajuddin Abul Futuh ile Masiyaf'ta toplantıları esnasında, Yves İsmaili inancı üzerinde uzun söyleşiler yaptı ve anladığı kadarıyla krala rapor verdi. Hayrettir ki, Breton'lu Yves krala İsmaili inançlarını saçma, inanılmaz ve temelsiz renklilik içinde yalan ve yanlışlar dolu rapor vermişti.

 
 
1 Bernard Lewis, A History of the Crusades Vol.I, ed. Kenneth M. Setton, London, s. 111.
2 İbni Kalanisi, Tarikh-i Dimashq–Şam Tarihi”,Çev. H.A.R. Gibb, london, 1932, s. 179.
3 Bu yaznın büyük bölümünü İsmaili Web Site'ından Türkçe'ye çevirerek özetledik.
4 Bernard Lewis Suriye İsmailileriyle ilgili dört makale yayınlamıştır: "Sources for the History of the Syrian Assassins" SPECULUM, (Ekim 1952); Three Biographies (Istanbul, 1953); "Saladin and the Assassins" BSOAS, XV/2 (1953) s. 239-245; A History of the Crusades, Vol. 1, ed. K.M. Setton (Phil. 1955), s. 99-132.
5 W. Ivanow, "Rashid al-Din Sinan" in the EI, (lst ed.): A History of Crusades, ed. K.M. Setton. .. Vol. 1, p. 121.
6 Füsul ve Akhbar başlığını taşıyan basılmamış bir manuskript ve diğer Suriye manuskriptlere güvenen Arif Tamir Sinan'ın 58 yaşından öldüğü yargısına varıyor. Bu elyazmasının Nur al-Din (Nureddin) Ahmet isimli bir İsmaili yazar tarafından 13 ya da 14. yüzyılda derlenip yazıldığı sanılmaktadır. Arif Tamir tarafından yayınlanacak olan bu elyazmasının çok dikkate değer bir tarihsel değeri olduğu görülüyor. Ayrıca onun "Sinan ve Selahaddin" (Beirut 1956, s.32-33) romanına bakılabilir.Bundan başka Mustafa Ghalib, "Tarikh al-Dava al-İsmailiya" (Damascus, 1953, s.210) adlı kitabında Sinan'ın doğum tarihini, özel bir kaynak göstermeden 1133 olarak vermektedir. Bununla birlikte onu, şu üç İsmaili manuskriptinde (elyazmasında) bulunan Sinan hakkındaki malzemeden çıkardığı anlaşılıyor: Dai Hasan İbn Shams al-Din'in "Kitab al-Bustan" (s.263-264); Suriye Dai'si 'Abd al-Malik'in, "Kitab al-Mithaq" (s. 14-16) ve "Kilab Bayt al-Da'wa" (s. 102-103) yapıtları.
7 4. Yaqut (Ibn 'Abdallah al-Rumi) al-Hamawi, Mu-jam Al-Buldan , Beirut 1374-1955, Vol. 4, s. 137 ; M.G.S. Hodgson, The Order of Assassins… Vol. 1. s. 120.
8 A.Tamir."Mazyadal-Hillial-Asadi."(b.In Hillah Al .H.d.in Misyal) al-Machriq içinde, 1956, s. 449-455 and 466-484, "Sinan Rashid al-Din or Shaykh al-Jabal" al-Adib'de (August 1953); Mustafa Ghalib, Tarikh al.Da'wa…. (Damascus 1953) s. 210- 214.
9 Al-Qahir genellikle Hasan I, yani Hasan Sabbah olarak gösterir. Daha sonra soyağacı üzerindeki ayrıntıları için bkz. Mustafa Ghalib'in Tarikh al-Dawa…(s. 203-208); Asami Khulefa 'Fatima Ridwan Allah' Alayhim başlıklı Apendix 1'deki Suriye İsmaili Manuskripti No.1..(s. 249); ayrıca Medrese hakkında bkz. Ernest Diez'in The New Encyclopaedia of Islam'daki (s. 383-388) "Masid" makalesi.
10 Sinan'ın Hasan I tarafından atanmış olması ve daha sonra Hasan II (Ala Zikr es-Selam), İmamlık makamına geçince, bu atamayı onaylaması olasılığı vardır. Sibt İbn Cevzi(1199-1267), Mirat az-Zaman'da (J.R. Jewet, 1907, s.269), Sinan'ın İmam Nureddin Muhammed II (1166-1210) zamanında, Suriye'te geldiğini yazmaktadır.
11 B. Lewis, "Three Biographies" s. 327-328 ve 336-344; S.Guyard,"Un Grand Maitre des Assassins au temps de Saladin", JA, Paris,1877, s. 353-356; Mustafa Ghalib Tarikh al-Dawa…s. 210.
12 Al- Laynaka, al-Minika olarak da telafuz edilir. Okuyucu Arapça yazıyı karıştırır, çünkü (n) harfi (i)'nin yerine dahi geçebilir. Aynı şekilde Mahika da Maynaka olur. Şimdi bile Suriye İsmailileri isim hakkında uyumlu değillerdir. Misyaf ve Kadmus'lular onu ( 'n' üzerinde şedde ile) al-Mannika; Salamiya ve al-Khawabi İsmailileri ise al-Maynaka gibi telaffuz ediyorlar. Sözcüklerle ilgli daha fazla açıklamalar için, S. Guyard, "Un Grand Maitre", JA' Ser.IV, s. 489, 493.
13 Bkz. Abu Firas'ın kitapları üzerinde notlar; appendix 1 içindeki Sillam al-Su'ud ila Dar al- Khulud ; S. Guyard, "Un Grand Maitre des Assassins", JA, 1877, s.357-358; M.C. Defremery. "Nouvelles Recherches sur les Ismaeliens de Syrie", JA, Seri V, 1855. s. 5-7.
14 Jabal al-Summaq hakkında bkz. Yaqut (b. 'Abd Allah al-Rume) Mujam al-Buldan, yayım. Wustenfeld, 1278/1866, Vol. 4. s. 816.
15 İsmaili olmayan kaynakların İsmaili baş Dai'lerinin etkinliklerini bilmiş olması olaslığı yoktur. İsmaililer tarafından ya satın alınmış ya da zapdedilmiş dört ana kalenin adını aşağıda veriyoruz:
(a) Al-Kadmus kalesi, Sayf al-Din İbn Amrun tarafından 1132 yılında İsmaili Dai'si Abu al-Fath'a satıldı
(b) Kharibah, Kadmus'un takriben 12 mil kuzeydoğusunda bulunmakta ve ve 1136 yılında Franklar tarafından elegeçirildi.
(c) Al- Kahf, en önemli İsmaili kalelerinden biridir ve 1356 yılı içinde alındı..
d) Misyaf kalesi, 1140 yılında Banu Munqidh (Münkic?) tarafından atanmış bir validen savaşla alındı(fethedildi). Diğer İsmaili kaleleri için bkz.: S.Guyard, "Un Grand Maitre"…. J.A. 1877, s. 350-351; M.C. Defremery, "Nouvelles Recherches sur les Ismaeliens"..J.A. (Mayıs-Haziran 1854), s. 411-417; C. Cahen, La Syrie de Nord a l'epoque des Croisades, Paris, 1940,.s. 353-354; Abdul'Aziz al-Khowayter, A Critical edition of an unknown source for the life of al-Malik al- Zahir Baibars (Ph.D. Thesis London 1960), Vol. 3, s. 1217.
16 Templier Şövalyeleri tarafından İsmaililerden zorla alınan yıllık haracın 2000 altın olduğu tahmin edilmektedir. Raymond II'nin öldürülmesiyle ilgilenen kaynaklar için bkz. A History of the Crusades, ed. K.M. Setton. (Phil. 1955). s. 120.
17 Bölge İsmailileri, Abu Muhammed'in mezarının, al-Kadmus'un 5 mil kadar doğusunda olduğuna inanmaktadırlar.
18 Hem ivedi hem de alelade haberleri ulaştırmak için Fatımiler geniş bir biçimde güvercin kullanıyorlardı. Bu konuda bkz. Hasan İbrahim Hasan, Tarikh al Dawla al Fatimiya, Cairo, 1958, s.295.
19 Al-Marqab, Hospitalia Şövalyelerinin elindeydi ve Franklar tarafından Müslüman prenslikleri üzerine saldırıları için bir anahtar nokta olarak kullanılmaktaydı.
 
20 Jabal Bahra hakkında bkz. Réné Dussaud, Topographie Historique, Paris, s. 146 vd.
21 Suriyeli İsmaili Dai Nur al-Din Ahmet (1317-1348) Fusul wa Akhbar'da (s.164) bildirdiğine göre Sinan, haftanın günlerini al-Kahf, Misyaf, al-Qadmus ve al-Ullayqa adlarındaki dört kale arasında geçirir; ayrıca Syaysar, Hama, Humus ve diğer Suriye bölgelerine gizli ziyaretler yapardı. Yine bkz. Arif Tamir, Sinan wa Salah al-Din, (1956). s. 33 ve al-Machriq'teki (Mart-Nisan 1957, s.132-133) "Haqiqat lkhwan al-Safa" makalesi.
22 19. Sinan'ın Suriye'deki görevinin (career) başlangıcınden itibaren bu raporlar gerçekten olasıdır: M.C. Defremery, " Recherches sur les Ismaeliens". J.A. (Ocak 1955), s. 7, 11, 38.
23 İsmaililere göre İmam, bu topluluğun tek ruhsal ve dünyasal başkanıdır ve genellikle sadece o Kuran'ı ve Şeriatı yorumlayabilir. O, Platon'un filozof kral ve al-Farabi'nin 'Erdem Kenti' Başkanının tüm niteliklerini kendinde birleştirmiştir.
24 Suriye İsmaili elyazmalarında üç aphorizm ya da fasıl şu başlıkları taşır: Sinan'ın sözleri olduğu açıkça belirtilen "Soylu Sözler"(Vecizeler) ve diğerleri ise Sinan'a gönderme yapılmamaktadır. Bu birinci fasıl için bkz. S. Guyard, Fragment Relatifs…XXII (1874) s.17-19; "Un grand maitre". J.A. 1877; Anecdotes 7. 12. 14. 17. 19. 20. 21,22 ve 23 Burada Abu Firas'ın Sinan üzerine görüşleri incelenir; Shihab al-Din Abu Firas, Sullam al-Suud…Fasıl 1, 3, s.208-213.
25 Kendisini ululayarak saygı gösterdikleri (kendilerinden saydıkları) büyük sufi Celaleddin Rumi'ye (1207-1273) İsmaililer tarafından Mevla sıfatı verildi; bkz. Arif Temir. "Jalai al-Din al-Rumi", al-Adib, (March 1,956) s.
26 Yediimamcı öğretisi ve onun özel durumu Fatimi öncesi döneme aittir. İsmaililer dünyasal yaşamımızın yedi çağa bölündüğü, her birinin bir peygamber ve onun vasi'si (base-foundation/temel) ile başladığına inanırlar. Bir çağ ile diğeri arasında yedi İmam vardır ve çağın kayıp İmamının Büyük Kıyamet'i ilan eden kimse olduğuna inanılır.
27 Arif Tamir'in makaleleri articles: "Sinan Rashid al-Din", al-Adib (August 1953), s. 5-56; Mazyad af-Hilli al-Asadi'ye ilişkin diğer iki makale için bkz. Al-Machriq (1956), s. 449-455 ve 466-484. 19.yüzyılın ikinci yarısına kadar İsmaili soyağaçlarını geniş bir biçimde temsil eden Soyağacı B içinde Hasan II ve Muhammed II'nin adları görülmemektedir. O sadece Celaleddin Hasan III'ün zamanındaki soyağacıdır ki o Mumini ve Kasım Şahi İsmaililerini yine biraraya getirmektedir.
28 26.-The Travels of Ibn Jubayr, (İngilizce Çeviri: R.J.C. Broadhurst), London 1952, s.264-265; Ibn Khalikan's Biographical Dictionary, (İng.Çev. Baron MacGuckin de Siane), Vol. 3, s. 239. B; Sinan'a verilmiş sıfatlara ilişkin bkz., Sibt Ibn ai-Jawzi, Mir'at az-Zarnan, edit. J.h. Jewet, Chicago, 1907. p. 269; "Bustan al-Jami". edit. C. Cahen, in B.E, De I.F.D.. Vol. VII-VIII. 1937-1938, s. 151; Ibn al-Athir ('Ali Ibn Muhammad), al-Kamil…. Cairo, 1884-5. Vol. 12, s. 31; Abu Shama, Kitab al-Rawdatayn, Cairo, 1287/1870. Vol. 1. s. 258.
29 Bu, Sinan'ın ruhsal statüsünün yüceltilmesi yönünde bir düşünce olabilir. Burada onun, Fatimi halifesi al-Hakim'in beş Daisi olarak, al-Hakim en yüksek dereceye yükseltildiği al-akl (intellect) sıfatını üzerine almış olan Hamza İbn Ali gibi çağrılması ilginçtir.
30 Michael Labbad, al-Isma'iliyun, s. 61. 62.
31 Suriye İsmaili kaynakları içinde verilmiş Dava'nın örgütlenmesi hakkında yetersiz malzeme, genellikle Arapça kaynaklarda bulunan zayıf bilgiler de olsa, onların yanına sadece küçük bir eklenti yapmaktadır. Bununla birlikte, organizasyonun genel biçimi, Alamut'taki ana örgütlenme üzerinde temellendirildiği açıktır. Bkz. S.Guyard, "Un Maitre… s. 358, 366. 370; 'Arif Tamir, Sinan… s. 25, 33.
32 S. Guyard, Fragments…. s. 37-38; M. Max van Berchern. "Epigraphie.. .. " s. 456. 488. 495: Baş Dai'lerin adları, al-Mevla al-Sahib sıfatları ve Tac al-Din (Dinin tacı) ve Maid al-Din (Dini şanı)vb… gibi onursal sıfatları önde gelen yazıtlar üzerinde görülmektedir. Ayrıca bugün hala -belki rastlantı da olsa- Suriyeli İsmaililer hiyerarşisinde kullanılan Mazir deyimine ilişkin bkz. text, s. 1, 25.
33 Ja'bar Suriye'de Fırat üzerindedir ve Ukaylid Salim İbn Malik'e aittir. Bkz. İbn Athir(Esir), Receil des Historiens de Croisades-Historiens Orientaux, Paris, 1872, Tome 1, s. 451: Yaqut, Mu'jam al-Buldan, edit. Wustenfeld, Vol. 11. s. 84.
34 Ibn Khallikan, (Biographical Dictionary …. Vol. 3, s. 340-341) Sinan'dan Nur al-Din'e gönderilmiş bir mektubu ve Nur al-Din'den birinci mektuba yanıtını verir. Ancak bu mektubun Salahaddin'e gönderilmiş olması daha olasıdır. Buna rağmen iki lider arasında mektup alışverişi yapıldığı olasılığı gözden kaçırılmamalı. Arapça kaynaklar, Nur al-Din'in ölümünden önce Salahaddin'e karşı bir sefere hazırlandığını ifade etmektedir; bkz. Ibn al Adim .. Zubdat al Talab..(edit. Sami Dahhan)..1954, s.340; Abu Shama (Shihab al-Din), Kitab al Rawdatayn.. Cairo 1287\1870-71, Vol 1.s. 228-230; B.Lewis, Three Biographies, s.338.
35 Ibn Shaddad (Baha' al-Din), "al-Nawadir at-Sultaniya," Rec. Des.Hist.Des Croisades,Historiens Orientaux,. 1884, Tome 3, s. 58; "Ibn al-Athir" in Rec. Hist. Des. Croisades, Hist. Orientaux. 1872, s.615.
36 Abu Qubays için bkz. Yaqut, ed. Wustendeld. Vol. 1. p. 102. 35. Suikast girişimleri hakkında daha fazla ayrıntı için bkz. Abu Shama (Shihab al-Din …. ) Kitab al Rawdatayn…. Cairo, 1287/1870-71. Vol. 1. s. 239-240, 258; "Ibn al-Athir", Rec. Des. Hist. Des. Croisades, Hist. Or. Paris 1872, Tome 1, s. 673; "al-'Bustan al- Jami" edit. C.Cahen….s. 141: Bustan iki girişimi birbirine karıştırıyor. Bkz. B. Lewis "Saladin and the Assassins," in BSOAS, XV. 1953. s. 239-240: Burada her iki girişimin de kaynakları veriliyor.
37 Bkz. Mustafa Ghalib; Ta'rikh al-Da'wa,…. s. 211.
38 Abu Shama, Kitab al-Rawdatayn in …. Vol, 1 s. 221; Ibn al-Athir ('Ali Ibn Muhaddad), al-Kamil, Cairo 1884-85. Vol. II s. 149- 150. lbn Khallikan, wafayat al-A'Van-Arabic text, (3 vols.) Cairo 1299/1881. Vol. 2. s. 89.
39 B. lewis, "Saladin and the Assassins", (BSOAS. 1953, XV/2). s. 241-2.
40 S. Guyard, "Un grand maitre"….J.A. 1877, anecdote X.s. 418-419.
41 Abu Firas, Sinan'ın telepatik güçlerini göstererk, Salahaddin'in güçleri tarafından yakalanmaktan nasıl mucizevi bir biçimde kaçıp kurtulabildiği üzerine öyküler anlatmaktadır. Bkz. S. Guyard, "Un grand maitre…." J.A. . (1877), s. 458-62. Daha önce Hasan al-Sabbah da benzer biçimde bir hançeri Selçuk Sultanı Sancar'ın yatağının yanına koydurmuştu. Bkz. M. Defremery, "Histoire des Seldjoukides. Ext. du Tarikh-Guzidehl ", J. A, 4e ser. T 13, s. 32-34; M. Ghalib, Ta'rikh al-Da'wa…, s. 213.
42 Abu Shama, Kitab al-Rawdatayn…. Vol. 1, s. 261; Ibn al-Athir, al-Kamil…. edit. J.C. Tornberg, Leiden-Uppsala, 1851-1876, Vols. (10-11). s. 289; B. Lewis, "Saladin and the Assassins,"…. s. 240-241.
43 Başpiskopos al -Duwayhi, "Ta'rikh al-Azminah (C.E. 1095-1699)" Arapçaya çeviren : Ferdinand Taoutel, S.J., al- Machriq. 44. (1950) s. 88; Mustafa Ghalib, Ta'rikh al-Da'wa…, s..213: Burada yazar, Hitin savaşına katılmış olan İsmaili birliğine Salahaddin'in yeğeni Muhammed'in (fırka) kumanda ettiğini yazmaktadır.
44 C. Cahen, La Syrie du Nord. … pp. 179. 511.
45 M. Defremery, "Recherches sur les Ismaeliens."…. J.A. May June 1854, pp. 420-21 : The Itinery of Rabbi Benjamin of Tudela, by A. Asher, London 1840-1. p. 50.
46 "Ta'rikh al-Azminah", Arapçaya çeviren: Ferdinand Taoutel S.J., al-Machriq 44. 1950, s. 67; Thomas Keightley, The Crusaders (London 1833), Vol, 11, s. 140-141: Burada yazar Amalric'in kendi gelirlerinden Templiers (Templars) şövalyelerinin harcamalarını ödemeyi üzerine aldığını anlatır.
47 Guillaume de Tyr,"Histoire des Croisades", Collection memoires relatifs a l'histoire de France, edit N. Guizot, 31 Vols. (Paris 1823-1835), I ll, . 296-299; Jacques de Vitry, "Histoire de France, Vol XXII, s.50; Charle E. Nowell, The Old Man of the Mountain, Speculum-October 1947. s. 505-506: Burada yazar, Hasan II Ala Zikri his-Selam tarafından İsmaili inançlarına sokulan reformlarla Hristiyanlığı kucaklamaya doğru bir İsmaili hareket iddiasına bağ kurmaya çalışmaktadır.
 
48 İsma'ililere göre, Muhammad, Jesus and Moses birer Natik (konuşan) idi ve her biri birer Asas'a (wasi) sahiptir.
49 C. Cahen, La Syfie du Nord…. s. 514 vd..
50 49. R. Grousset, Histoire des Croisades…, Paris 1934. Vol. I ll s.91, 133.
51 Sibt Ibn al-Jawzi.., s. 269; Le "Chronicon Syriacum" de Barhebraeus, (Arapça Çeviri), al-Machriq (Temmuz-Aralık 1949), s. 461-62; The Travels of Ibn Jubayr ( İngilizce Çeviri: R.J.C. Broadhurst), 1952, s, 264-65; Ibn Khallikan…. Wafayt al-Al'Ayan – Arabic text, Cairo 1299/1881, Vol. II. s. 251; Jannat al-Amal, s. 61: Burada Sinan'ın, 4 Mart 1193'te ölen Salaaddin'den 6 ay sonra öldüğü ifade edilmektedir.
52 Manuscript 2. s. 96, Appendix 1; 'Arif Tamir, "Sinan Rashid al-Din", al-Adib (Mayıs 1953), s. 43-46.
53 Arif Tamir, Sinan wa Salah al-Din…., s. 23: İsmaili elyazmalarından Fusul wa Akhbar s. 164'den alınmadır.
54 M.C. Defremery "Recherches sur les Ismaeliens"… s. 9, 31-33; S. Guyard, "Un grand maitre…., s. 372.
55 Arif Tamir, "al-Amir Masyad al-Hilli al-Asad.", al-Adib, August 1953, s. 55.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*