Seyyid Ali Sultân’ın Babası Horasan’lı Hasan Hüseyin Atabay’dır. Seyyid Ali Sultân ise kendi adına izâfe edilen Dimetoka Tekyesi’nin ilk postnişinidir. Seyyid Ali Sultân mücerred babalardan olup 1385-1387 yıllarında Kızıldeli Dergâhı postnişinliğinde bulunmuş ve 1387 yılı sonunda Pîrevi postnişinliğine getirilmiştir. 1389 yılında I. Murad dönemi Kosova Savaşı’na katılmıştır. 1402 yılına kadar Pîrevi postnişinliğine Habib Emirci Sultân vekâlet etmiştir. Seyyid Ali Sultân 1402 yılında Hakk’a yürümüş olup, türbesi Kızıldeli Tekyesi’ndedir.
Ahmed Hamdi Zaza Paşa, metinde daha önce ismi geçen Arapça eserinde ve Cezbi Abdal tarafından 17’nci yüzyılda yazılan Velâyetnâmede, Seyyid Ali Sultân’ın asıl isminin Seyyid Hızır Lala olduğu beyan edilmiştir. Diğer yandan Cemâleddin Çelebi’nin “Müdafaâ” isimli kitabında Seyyid Ali Sultân Kadıncık Ana’nın oğlu gösterilerek “Timurtaş” ile ilişkilendirilmektedir. Yine “Veli Baba Menâkıbnâmesi’nde” benzer iddialara başvurulmaktadır. Ancak her iki çalışma da Bektâşîyyeye mensubiyet içeren akademisyenlerce ciddi veriler olarak onay görmezler. Fakîrde manzum “Hac-ı Bektâş Veli Velâyetnâmesi’nde” Seyyid Ali Sultân’dan “Hızır Lâle” olarak söz edilmekte olup, yine kısa bir dönem Pîrevi postnişinliği yapmış olan Habib Emirci Sultân ile buluşmalarından bahisler mevcuttur.
Tescilli bir Bektâşî düşmanı olarak tanınan “Harput’lu İshak Efendi” tarafından 1873 yılında yazılan “Kaşif’ül Esrar ve Da’fiül Eşrar” isimli eserde, Seyyid Ali Sultân’ın, Seyyid Aliy’yül â’lâ olduğuna dair somut beyyine bulunmaktadır.
Mısır’da 1879 yıllarında valilik yapan “Ahmed Hamdi Zaza Paşa” Kahire’de / 1939’da yayınlanan “Musavver-El E’immet’il İsna-i Aşere” isimli eserinde Seyyid Ali Sultân’ın doğum ve vefât tarihlerini 1307 ile 1402 olarak tesbit etmişse de vefâtını 1420 yılına taşıyan kayıtlar da söz konusudur. Aslen Esterabad’lı Fazlullah Hurûfi (Fazl-ı Yezdân) Hazretleri’nin şakirdlerindendir.
Fazlullah Hurûfi tarafından 1398 yılında intişar ettirilen exotoriquie (enfüsi) aritmetik tevil sistem ve metodolojisine kısaca “Hurufilik” adı verilmiştir. Bu görüşün savunucuları daima takibat içinde olmuşlardır.
Fazlullah Hurufi Hazretleri Timur-u Gürkan tarafından Azerbaycan’da öldürülmüştür. Yine halifelerinden ünlü Nesimi Hazretleri ise Halep’te derisi yüzülerek katledilmiştir. Seyyid Aliy’yül Â’lâ olarak bilinen Seyyid Ali Sultân ve yine ünlü Hurufilerden Feriştehzede Hazretleri, Fazlullah Hurufi’nin katli üzerine Kırşehir’e gelerek Hünkâr Hace Bektâş-ı Veli’ye intisab etmişlerdir.
Bazı müverrihler bu teze takılmayarak Bektâşîlik içinde Hurûfiliğe yönelik müstakil bir teknik meylin olmadığı iddiası ile Seyyid Aliyyüy Â’lâ ile Seyyid Ali Sultân’ın ayrı, ayrı şâhıslar olduklarını beyan etmişlerdir. Ancak bu görüş nesnel realite ihtiva etmez; zira özellikle 14’ncü yüzyıldan itibaren Bektâşî tarîkat metaforuna dahil kesif miktarda eser üreten (nesir yada manzum) şair ve yazar görülmüştür. Hatta zaman zaman “Işıklar” adıyla nitelenen bu zümre hukuken, siyaseten ve hatta şeriaten takibata maruz kalmışlardır. Diğer yandan Bursa ilinin Işıklar semtinde bulunan “Ramazan Baba” Dergâhı’nın müntesiplerinin Hurufilik yaptığına dair Osmanlı kovuşturmalarına hâiz fetva ve fermanlar arşivlerde mebzul miktarda mevcuttur. Öte yandan adı geçen Ramazan Baba Dergâhı 1826 yılından sonra Nakşibendi Dergâhı’na çevrilmişse de 1911 yılında İttihat ve Terakki idaresince el konularak uzun yıllar “Işıklar Askeri Mektebi” olarak hizmet vermiştir. Yine Odman Baba Velâyetnâmesi’nde Hurûfi enstrümanlara rastlanıldığı gibi, Faziletnâme adlı eserin de yazarı “Yemini” ve Virâni Abdal’ın Divânı’nda oldukça mufassal ve geniş olarak yer almaktadır.
Tescilli bir Bektâşî düşmanı olarak tanınan “Harput’lu İshak Efendi” tarafından 1873 yılında yazılan “Kaşif’ül Esrar ve Da’fiül Eşrar” isimli eserde, Seyyid Ali Sultân’ın, Seyyid Aliy’yül â’lâ olduğuna dair somut beyyine bulunmaktadır. Yine bir yöntem olarak Hurûfi tandanslı nefesler üreten Bektâşîler gizemil bir takiyye şablonu altına girerek özellikle Mehmed Ali Perişan Dedebaba’nın kadim Bektâşîlik anlayışını benimsemişler ve bunlara “Harâbâtîler” denilmiştir. Diğer yandan 1907 yılında Hakk’a yürüyen Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’nın izleyicilerinin çizgisinde ise Hurufilik müstakilen pek yer bulmamış, ancak edebi ve sanatsal bir telâkkî olarak algılanmıştır. Bunlara da “Müteşerri” denilmiştir.
Bu ciddi ve teknik ayrılım günümüzde dahi Bektâşîlik yortusunda daha değişik bir formata bürünerek zımnen devam etmektedir.
Seyyid Ali Sultân’ın Babası Horasan’lı Hasan Hüseyin Atabay’dır. Seyyid Ali Sultân ise kendi adına izâfe edilen Dimetoka Tekyesi’nin ilk postnişinidir.
1385 yılında meşihate geçmiştir. Mahlâsı “Kızıldeli”dir. Diğer yandan 1480’li yıllardan sonra Haskova (Hasköy) Odman Baba Tekyesi’ne postnişin olan zâtın ismi İbrahim Sâni olup mahlâsı “Akyazılı”dır. Bektâşîlerin rakıya “Akyazılı” ve şaraba “Kızıldeli” ismi mutahharını izâfe ettikleri rivâyet edilse de bu kavramlar tevile muhtaçtır. Bu etimolojik terimler Tasavvuf-u ıtlak’da ve kısaca “Vahdet-i Mevcud” konvensiyonuyla ifâde edilen Vücud ve İrade’nin tekliği ve Allah’tan gayri her şeyin sanal (halogramic) ve nâ vücud olduğunu ön gören düşünsel mantığın ikili karakterini ifâde için remzedilmiş epistomolojik konsepttir.
Akyazılı’dan murad kısaca “kaf” ve Kızıldeli’den murad kısaca “nun” harflerileri olup, Tanrı’nın tekvin determinizmini ihata eden (emrin kaynağı olan) Kaf-u Nun (kün) emrinin gerekleridir. Yani tek bir oluşu değil sürekli oluş halini (irtihal) bir başka deyimle an-ı daim’i ifâde içindir. Mesleki dille yazar isek, cevher’in bir araz ve tesadüfe ihtiyaç duymaksızın bir nevi geometrik astraliteden (bâtından, yani vacib-ül vücuddan) yine bir nevi aritmetik astraliteye (zahir’e-zuhura yani mümkün-ül vücud’a) deplasmanının hikmet karşılıklarıdır.
Hükema’nın sofistik izanına göre aktif ve pasif güçlerin yani kısaca zıtların birliği olarak tanınan dialektik (eytişimsel) gnostik davranışının zorumlu yaşama geçiş postulatıdır. Tekvinin (yaradış ve yaradılış manzumesi) vahye dayanan şer’i izahatı ancak bu mantıkla yapılabilir ve bu sürekli olan Gayb’dır. (İmam-ı Ali’den ravi bir hadiste şu karşılık bulunmaktadır. “Ervahüküm eşbahüküm, Eşbahüküm ervahüküm; yani vücud aynı ruh ve ruh aynı vücuddur.) Bektâşîler bu düşünce dışındaki her yorumu mücerreten tenzih ve müstakilen teşbih’e izâfe ederek inkar veya şirk olarak nitelerler.
Ahmed Hamdi Zaza Paşa, metinde daha önce ismi geçen Arapça eserinde ve Cezbi Abdal tarafından 17’nci yüzyılda yazılan Velâyetnâmede, Seyyid Ali Sultân’ın asıl isminin Seyyid Hızır Lala olduğu beyan edilmiştir. Diğer yandan Cemâleddin Çelebi’nin “Müdafaâ” isimli kitabında Seyyid Ali Sultân Kadıncık Ana’nın oğlu gösterilerek “Timurtaş” ile ilişkilendirilmektedir. Yine “Veli Baba Menâkıbnâmesi’nde” benzer iddialara başvurulmaktadır. Ancak her iki çalışma da Bektâşîyyeye mensubiyet içeren akademisyenlerce ciddi veriler olarak onay görmezler. Fakîrde manzum “Hac-ı Bektâş Veli Velâyetnâmesi’nde” Seyyid Ali Sultân’dan “Hızır Lâle” olarak söz edilmekte olup, yine kısa bir dönem Pîrevi postnişinliği yapmış olan Habib Emirci Sultân ile buluşmalarından bahisler mevcuttur.
Ayrıca burada Kadıncık Ana’nın Mahmud ve Yurdumoğlu isimli iki çocuğu olduğundan bahisle Mahmud isimli çocuğunun çok genç yaşta Hakk’a yürüdüğünü ve Yurdumoğlu isimli çocuğunu ve dergâha dışarıdan gelerek intisab eden Seyyid Ali Sultân’a teslim ettiğini belirtir manzum bir bölüm bulunmakta olup aşağıda bu bölümü arz ediyorum:
Hü Dost
Kardeşim Hızır dahi bunda idi
Bu haberi ol dahi öyle dedi
Hace Bektâş Veli nik-ü nâm
Kendü kendüye didi böyle kelâm
Didi kim Hızır Lale’m gelmişdürür
Yurdumoğlu hem didi olmuşdurur
Didi İsmail Fatıma’ya bunu
İşidûb şâd oldu Fatıma anı
Doğdu üçüncü çün gördüler
Emrider adını Mahmud virdiler
Nefesi geçkün er oldı ol aziz
Çok yaşamadı geçti girü tiz
Kaldı Hızır Lâle ile ol Habib
Yurdumoğlu bunlara oldu nasib
Seyyid Ali Sultân mücerred babalardan olup 1385-1387 yıllarında Kızıldeli Dergâhı postnişinliğinde bulunmuş ve 1387 yılı sonunda Pîrevi postnişinliğine getirilmiştir. 1389 yılında I. Murad dönemi Kosova Savaşı’na katılmıştır. 1402 yılına kadar Pîrevi postnişinliğine Habib Emirci Sultân vekâlet etmiştir. Seyyid Ali Sultân 1402 yılında Hakk’a yürümüş olup, türbesi Kızıldeli Tekyesi’ndedir.
28 Haziran 1363 tarihinde Vezir Çandarlı Kara Halil Paşa, Rüstem Gazi (Rüstem Paşa) ve Seyyid Ali Sultân’ın imzaladığı bir mutabakatnâme ile Osmanlı kara ordusunun profesyonel anlamda örgütlenmesini sağlayan “Pençik” (beşte bir) yasasının metni hükümleri ilk kez ortaya çıkmıştır. Ayrıcı Enfal suresindeki âmir ayet gereğince asr-ı saâdetten beri İslâm ordularınca uygulanmakta olan ve Pîrevi’ne vakfedilmiş bulunan Hams hakkını (savaşlardan edinilen beşte birlik ganimet hakkı), Pîrevi’nden alarak orduya devretmiştir.