Ummü’l – Kitab’da Muhammed’in Mi’râcı Ali’nin Zülfikâr’ı

İsmail Kaygusu 

İmam Bakır’ın adını koyduğu; onun sözleri ve öğretilerini içeren, ayrıca da saklanmasını, gizli okunmasını sık sık vurguladığı Ummü’l Kitab’da Tanrı dahil altı büyük şeriat sahibi peygamberin ve velâyet sahibi Ali’nin simgelerinden sözedilmekte onların bâtini yorumları yapılmaktadır. Ancak Bakır, daha çok Muhammad’in simgesi Mirâc ile Ali’nin simgesi olan çatal ağızlı Zülfikâr üzerinde genişçe durmakta. Diğer simgeler üzerinde açıklama ve yorumlar daha sonraki, örneğin Hafti Baba Baba Seyyidna gibi İsmaili kitaplarında ve risalelerinde çokca bulunmaktadır. Ancak öyle görülüyor ki, bunlar da Ummü’l-Kitab’dan kaynaklanıp geliştirilmiş ve ayrıntılanmıştır.

İmam Bakır, Ebu’l Hattab’ın,

 

[265]ey benim Tanrım, mümkünse yüce Tanrı’nın arşını, Âdem’in bayındır evini (beytü’l-mamur), Nuh’un gemisini, İbrahim’in kuşlarını, Musa’nın Tûr-ı Sînâ’sını, İsa’nın doğumunu, Muhammed’in  göğe yükselişini (mi’râcını) ve Ali’nin Zülfikâr’ını ben güçsüz kuluna açıkla ve gönlümü aydınlat ki senin âzât ettiğin kulun olayım ve sana dua edeyim”

 isteğini burada açıklamayıp, bir başka bölüme bırakıyor. Sadece

[266]. bunlar, yedi zuhurdaki yedi dönemdir. Yüce Tanrı, onları Muhammed dışında hiç kimseye açıklamamıştır….Çok sayıda rabbani ve nurani bilgin, bu bilgiyi bilmez. Aman, sakın ha, bu sözü hiçbir kitapta okumamış ve hiçbir kitapta yazmamışız. Bu söz hiçbir peygambere açıklanmamıştır…[267] demekle yetiniyor. Buna karşılık Ebû Halid Kabuli’ninEy benim Tanrım! Muhammed’i ve onun mi’râcını nasıl görmemiz gerekir?

sorusuna aşağıdaki geniş açıklamayı vermektedir:

 

“Muhammed’in mi’râcı; yüce Tanrı önce Cebrail’i yeryüzüne gönderdi. Muhammed uyuyordu. ‘Kalk, bu gece [280] başına örtü çekmenin zamanı değil’ dedi. ‘Ey örtüsüne bürünen! Geceleyin kalk!’ [K. 73, 1-2]. Muhammed, Burak’a bindi, Beytü’l-makdis’e gitti. Kaya parçasının üzerine bastı. Oradan yedi göğe yükseldi, iki yay arası kadar mesafeye ulaştı.  Oradan arşa, arştan kürsüye, kürsüden levhe, levhten kaleme, kalemden beş yüz bin örtüyü geçti ve yüce Tanrı’ya ulaştı. Doksan bin söz söyledi ve dinledi. Geri dönüp evine gitti. Yatağı hâlâ sıcaktı. Bu haber, Araplar arasında [281] yayıldı. İnanmadılar.”

“ (Tanrı) en yüce vahiy ruhunu Muhammed’in kalbine gönderdi. Yani inanan kişinin ve Muhammed’in kalbinde temiz rüzgâr evinde kalbin sağ yarısında bulunan ruhu olan Burak, şimşek nurudur. Mi’râc, bu kalpten beyne bağlı olan ve yedi dal halinde bulunan afet rüzgârı damarıdır. Bu damarla yağ arasında hiç kan yoktur. Sadece temiz rüzgâr (hava) vardır, nurun geçiş yolu ve en yüce ruhun yansıma yerdir. Bu kalbin içinde bir merdiven (mi’râc) gibi yeryüzünden gökyüzüne bağlanmıştır. Bu yedi [282] organın yaptıkları görme, işitme, koku alma, tutma (dokunma) ve konuşmayı göz açıp kapatmaktan daha kısa bir süre içinde bu kalbe ‘Ol! Oluver’ (buyruğuyla) ile bildirirler. Bu damara şah damarı (hablü’l-verid) derler. Yüce Tanrı’nın buyurduğu gibi: [K. 50, 16 “Biz ona şah damarından daha yakınız”]. Bu damar renk bakımından süt gibi beyazdır. Aydınlık ruhunun zuhuru Cebrail olup bu damarın içinden bu kalbe, bu tatmin olmuş nefse girer, bu ruhu gaflet uykusundan uyandırır, imân ruhunun zuhurunu [283] kabul edince Burak’a binmiş olur. Bu damarın içine girince, mi’râca çıkmış olur. Dudak, ağız ve dile ulaşınca, Beytü’l-Makdis’e ulaşmış olur. Dişlerin ucuna gelince, kaya parçasının üzerine ayak basmış olur. İnsanların çehresinde bulunan yedi nura ulaşınca, yedi göğü kat etmiş olur. Yüce Tanrı’nın buyurduğu gibi: [K. 53, 6-7: “O, üstün akıl sahibidir. Doğruldu. Kendisi en yüksek ufukta iken.”]. İki kaşın arasına gelince iki yay arası kadar mesafeye ulaşmış olur. [K. 53, 9: “Aradaki mesafe iki yay arası kadar hatta daha da yakın oldu.”]. [284] Alındaki beyinde bulunan hayat ruhuna ulaşınca, arşa ulaşmış olur. İman ruhuna ulaşınca, kürsüye ulaşmış olur. Koruma ruhuna ulaşınca, levhe ulaşmış olur. Düşünce ruhuna ulaşınca, kaleme ulaşmış olur. Ceberut ruhu, ilim ruhu, akıl ruhu, kutsal ruh ve en büyük ruha ulaşınca, beş yüz bin örtüyü kat etmiş olur. En yüce ruha ulaşınca, on sekiz bin evrenin Tanrı’sına ulaşmış olur. Tatmin olmuş ruhtan dindarlık-bağlılık (vera), [285] huşu, korku, reca/niyaz, tevekkül, yakin ve sevgi ortaya çıkınca, yetmiş bin söz (yukarıda doksan bin sözdü?) söylemiş olur. Sonsuzluk mizacı, tanrısal nefes, güneş parıltısı, tanrısal kavuşma, inançsal bakış ve İsrafil’in suru, imtihan edilmiş ruhtan kalplerin ruhuna yansıyınca, yetmiş bin söz dinlemiş olur. Bu kalbin içine girince, yeri hâlâ sıcaktır… Muhammed’in –selâm O’nun üzerine olsun- mi’râcı budur.” [286]

 

“Ali’nin Zülfikar’ının anlamı, nurdan olan konuşan hayat ruhudur (ruhu’l-hayat-ı nâtıka-i nurani). Zülfikar; inananların (müminân), güçsüzlerin (mutaza’ifân), hak edenlerin (müstehakkân) ve yoksulların (fakirân) Tanrısının imân ruhudur. Samsâm, koruyucu ruhtur (ruhu’l-hıfz). Kakmâm, düşünce ruhudur (ruhu’l-fikr). Zırğâm, ilim ruhudur (ruhu’l-ilm). İslam ve Müslümanlık, Ali’nin bu dört kılcıyla tamamlanmış [287] idi.Peygamber –Selâm Onun üzerine olsun- şöyle buyurdu: ‘Kuşkusuz İslam, Ali’nin dört kılıcıyla tamamlandı’. İslam dedikleri [şey] Müslüman(lık)dır. Hasan, Hüseyin ve Muhammed ibn Hanefiyye’nin dört kılıcı, Kâim’in anlamı ve Kâim’in mucizeleri de beynin hayat ruhudur (ruhu’l-hayât-ı meğz). Onun mucizeleri, imânın zuhurudur. ‘Kızıl sancağı vardır’, yani kutsal ruh (ruhu’l-kuds) demektir. ‘Beyaz kılıcı vardır’, yani Kâim’in ordusu olan üç yüz on üç peygamberin nutku demektir. İman ruhunun (ruhu’l-imân) üzerindeki bu yedi ruh, birkaç yerde sözü edilen [288] üç yüz [on] üçtür. On üç ve üç kendi yerinde ve on, bir olur. Bunlar toplam yedi olurlar. Peygamberlerin yedi zuhurunun anlamı budur.”

 

[1]  Kuran’ın sadece iki ayetinde birkaç sözcükle geçen ve 618-20 arasında Mekke’de gerçekleştiği söylenen miraç olayının yeni bir anlatımını görüyoruz burada; göz açıp kapayıncaya dek beş yüz bin örtüyü aşıp Tanrıya ulaşıyor. Arkasından mi’racı, insan bedeninin organlarıyla ilişkilendirerek batıni yorumuna girişiyor; “Mi’rac, kalpten beyne bağlı olan ve yedi dal halinde bulunan afet rüzgârı damarıdır. (Damar) bu kalbin içinde bir mi’rac gibi yeryüzünden gökyüzüne bağlanmıştır.” Şii kaynaklarında Muhammed’in Mekke’de ve Medine’de bir değil çok sayıda (yüzün üzerinde) miraca çıktığı, Tanrı ile konuştuğundan sözedilir. 

[2] Kur’an’da Tanrının insana yakınlığının şah damarına benzetilmesi miraç, olayıyla eşleştirilip, inanan insanın kendi vücudunda miraç yaşayabileceği ilginç yakıştırmalar ve akılcı yaklaşımlarla vurgulanıyor. Bu yorum aynı zamanda evrenle birlikte Tanrının da insanda oluşu (vahdet el-vücut) ve vahdet el mevcut inancının bir başka türlü ifadesidir. Ayrıca anımsatalım Alevi-Bektaşi görgü cemlerinde Pir huzurunda özünü dâr’a çekmek de miraca çıkmaktır.

[3] Zülfikâr’a çok önemli nitelikler ve güçler yüklenmiştir. Konuşan hayat ruhu olarak tanımlanan Ali’nin Zülfikâr’ı, aynı zamanda inananların, güçsüzlerin-mazlumların, hak edenlerin ve yoksulların, yani bu birbiriyle uyumlu dört katagorideki insan topluluklarının Tanrısının iman ruhu olarak gösteriliyor ki, ki bu tanrı da Yüce Tanrı’nın zuhuru Zülfikâr’ın sahibi olan Ali’dir. Öbür yandan birbirine yakın dört toplumsal sınıfın dışındaki inançsızların, hak etmeyenlerin, güçlüler-zalimlerin ve zenginlerin Tanrısının bir başka tanrı olduğu düşüncesi ortaya çıkıyor; bu da hem Manikheizm’in hem de Mazdekizm’in ikilemci, yani İyilik ve Kötülük tanrısının varlığı inancıyla uyuşmaktadır. Bu Kötülük Tanrısı da Azazil, yani Şeytan’dır ve zamanın İmam’ının karşısındaki bulunan Şeytan’ın zuhuru olan kişidir. Onun içindir ki, İkhvanu’s Safa’da “Abbasi Halifeleri Şeytan’ın zuhuru-vekilleri (Halifat al-İblis)” olarak nitelendirilir.(Risale II, 303)

[4] Bizce buradaki “Ali’nin dört kılıcı”, Zülfikâr üzerinden onun dört kişisel özelliği, yani kılıcının keskinliği kadar yüksek erdemlere ve cesarete (kamkâm ve samsâm), aynı zamanda bir aslan gücüne (zırğâm) sahip oluşudur. Ancak bu güçler koruyucu, düşünce ve bilim ruhlarını simgelemektedir. Kaim olarak Ali’yi temsil eden üç oğlu da onun bu dört kılıcına sahiptir. Kızıl sancağı onlar kaldırır.

[5] Bu çetrefilli hesaplamaların sonucunda üç yüz on üç’ün asal sayılarının toplamı olan (3+1+3=7) yedi sayısı elde edilir.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*