XI. BÖLÜM EZOTERİZMİN ZAFERİ: HÜMANİZM VE RÖNESANS

İtalya’da Eflatun Akademisinin önderliğindeki akademisyenlerin Yunan klasiklerini gün yüzüne çıkarması tüm yaşamda ve özellikle de bilim ve sanatda yeni bir atılımı beraberinde getirdi. Önde gelen temsilcilerinden birisininin Dante olduğu Ezoterik öğreti, yepyeni bir dönemin başlamasını sağladı. Bu dönem adını dahi Ezoterik öğretiden aldı; Rönesans. "Yeniden Doğuş" anlamına gelen Rönesans düşünürlerinin en büyük hedefi, Yunan-Roma uygarlığı ile Hristiyanlık arasında bir iletişim, bir ilişki kurmak ve iki uygarlığı aynı potada eriterek yepyeni bir dünya kurmaktı (1)

Bizans’dan İtalya’ya göç edenlerin beraberinde getirdikleri Yunanca eserler ile İtalya manastırlarmdaki Roma eserlerinin anlaşılır bir dille İtalyancaya çevirilmesi, ulusal bir edebiyat ve tarih anlayışının doğmasına yol açtı. Aynı dönemde Latince İncil de İtalyanca’ya çevrildi ve eski uygarlıklar ve Hristiyanlık arasında bir süreklilik olduğu ispat edilmeye çalışıldı. Bu arada matbaanın icat edilmiş olması, kitapların çok daha fazla sayıda basılmasını ve daha çok kişinin bunları okumasını sağladı. Böylece yeni düşünceler pekçok ortamda tartışılmaya başlandı ve bu tartışmalar sonucunda da yeni fikirler doğmasına imkan yaratıldı. Toplumdan ziyade birey ön plana çıktı ve giderek insani değerler, bütün diğer değerlerin üstünde tutulmaya başlandı.

Ezoterik doktrinin binlerce yıldan bu yana savunageldiği bu görüşleri kapsayan felsefi akıma "Hümanizm" adı verildi. Petrarca ve Boccacio gibi Ezotorik düşünürler, insanın evrenin merkezinde bulunduğunu, dünyanın insan ruhunu geliştirmek için bir araç olduğunu, ruhun hedefinin Tanrıya ulaşmak olduğunu, kısacası Ezoterik öğretinin içeriğini kapsayan eserler yazdılar. Aynı konuları, kimisi Eflatun Akademisinin, kimisi diğer kardeş akademelerin üyeleri olan, Manetti, Erasmus, Mirandola, Monteign gibi düşünürler de işlediler. İnsanın üstünlüğü ve saygınlığı üzerine çeşitli yapıtlar ortaya koyan bu filozoflar, insanın yeryüzünde ve daha sonraki yaşamında kaderini belirleyecek yegane şeyin Tanrısal aşk olduğunu, insan ile Tanrı arasında bozulmaz bir birlik olduğunu ifade etmekten kaçınmadılar.

Ezoterik doktrinin böyle açıkça ortaya konulması, Rönesans şiir ve sanat eserlerini yaratan hayal gücünün de aynı biçimde serbestçe kendisine yol bulmasını sağladı. Boccacio, şiir ve dinin birbirlerini tamamladıkları iddiasıyla, kutsal kitabın aslında şiirsel bir dille ele alınmış olduğunu öne sürdü. Bu ve benzeri girişlikler neticesinde, din dışı konuları işleyen şair ve yazarlar da, yaratıcılık vasıfları nedeniyle kutsal bir saygınlık kazandılar ve diledikleri konularda daha rahat çalışma olanağı buldular.

Hümanizm akımı ile insana, insan olmaktan gurur duyması öğretildi. Bu düşünce tarzı, Ezoterik öğretiyi bünyesinde barındıran Masonluk ile tüm Avrupa’ya kısa sürede yayıldı. Öğretinin güzellik arayışı tüm sanat dallarına yayıldı ve mükemmelliklerine bugün dahi ulaşılamayan yüzlerce eser doğdu. Leonardo da Vinci, Michelangelo, Rafaello gibi üstadlarla Rönesans doruk noktasına ulaştı.

Tüm bu gelişmelerin neticesinde ortaçağın durağan düşünce sistemi yıkıldı. Yerine, akılcılığı ön plana çıkaran pozitif düşünce geldi. Rönesans felsefi bakımdan akılla inancı uzlaştıran bir sentez oldu.

Hümanizm ve Rönesans’ın etkileri, 15. yüzyıldan itibaren, genişleyerek 18. yüzyıla kadar devam etti. Bu akımların giderek kendi çıkarlarını zedelediğini ve kurulu düzene darbe indirdiğini gören Papalık, 18. yüzyıldan itibaren özgür düşünceye karşı savaş açtı. Bilime büyük darbeler indirildi. Galile Galileo, "yazılı hükümlere aykırı bir öğretiden yana çok etkili kanıtlar taşıyan bir kitap yazdığı" için Engizisyon mahkemesinde yargılandı ve sapkınlık içinde olduğu gerekçesiyle afaroz ve hapis edildi.

Fransa’da Protestanların Katolikler ile barış içinde yaşamalarını öngören Nantes Fermanı yürürlülükten kaldırıldı. 1757’de yayınlanan bir kraliyet fermanı ile, dine saldıran, otoriteye karşı gelen tüm yazar ve yayıncıların ölüm   cezasına  çarptırılacakları duyuruldu (2).

Bu karardan on yıl sonra, sadece dini hoşgörüyü savunan Marmontel, "deizm ve ateizm gibi her çeşit suçu kışkırtıcı öğretilerin yanısıra, Katolik kilisesinin temellerini sarsabilecek her türlü akımın bastırılması" gerekçesiyle ölüme mahkum edildi. Bu karar özellikle Ezoterik doktirini mahkum etmek için alınmış bir karardı. Ancak ortaçağ artık bitmişti ve kilisenin karşısında suskun kitleler değil, dev düşünürler vardı. Protestan liderler Calas ve Sir-ven’in Papalıkça mahkum edilmeleri üzerine Voltaire, kilisenin adaletsizliğine karşı büyük bir kampanya başlattı. Toplumda derin yankılar uyandıran kampanya sonucunda Katolik kilisesi Protestan liderleri serbest bıraktı ve Protestanlara eski itibarları iade edildi.

Buna karşılık Papalık, Deniş Diderot’un, adaleti doğruda, güzelde ve iyide arayan Ezoterik eseri Ansiklopedi’nin yakılmasına karar verdi. Voltaire Bastil’de kapatıldı. Hakkında tutuklama kararı çıkan Rousseau kurtuluşu kaçmakta buldu. Holbach’ın "L’esprit"i (ruh), Felsefe Sözlüğü de yakılan eserler arasındaydı.

Engizisyon, karşısındaki filozofları sindirmek için sık sık şiddete başvurdu. Şövalye La Barre’in, ayin alayını selamlamamak ve Felsefe Sözlüğü gibi sakıncalı eserleri okumakla suçlanıp ölüme mahkum edilmesi, dilinin koparılarak başının kesilmesi, cesedinin yakılması, umulanın tam aksine filozofların birlik oluşturarak tepkilerini göstermelerine yol açtı. Voltaire, Papa için "ezelim alçağı" derken, Montequieu gibi ağırbaşlılığıyla ünlü bir adam dahi, "Papa, alışıldığı için karşısında boyun kırılan, modası geçmiş bir puttur" demekten kendisini alamadı (3).

1738’de Papalığın Masonları afaroz etmesi üzerine Voltaire, 80 yaşında olmasına karşın, kilise aleyhtarı kampanyalarda kendisine büyük destek sağlayan ve kendisiyle aynı inançları paylaşan bu insanlara bu kez kendisi destek vermek için Masonluğa girdi.

Voltaire, "Hoşgörü üstüne" adlı yapıtında, insan haklarını ve bunun uzantısı olan hoşgörme hakkını savunurken, herkesin inançlarında özgür olduğunu, tüm insanların, dinleri ne olursa olsun, kardeş olduklarını savundu. "Bir Türk, bir Çinli, bir Yahudi kardeşim mi oluyor böylece?" diye soran Voltaire, kendi sorusuna kendisi cevap veriyordu; "Elbette. Hepimiz aynı babanın, Tanrının çocukları değil miyiz?"

Voltaie gibi Diderot, Montesquieu, Lafayette, Boucher, Danton ve Pastoren de dönemin ünlü Masonlarıydı. Bu kadar ünlü filozof ve bilim adamının bir çatı altında biraraya gelmiş olmaları, Masonluğun dine karşı laik akımı ne denli desteklediğinin bir göstergesidir. Masonluğun, Papalığa karşı olan tutumu, Roma kilisesinin de Kardeşlik örgütü üyelerini mahkum etmesine neden oldu. Masonluğu mahkum eden ilk emir Papa 12. Clemens tarafından 1738’de yayınlandı. Bu tarihten itibaren 13 değişik papa, 1884’e kadar, Masonları afaroz eden ve Masonluğu yasaklayan emirnameler yayınladılar. Papa 12. Clemens, 28 Nisan 1738 tarihli emrinde, hiç kimsenin Masonluğa veya benzeri bir örgüte üye olmamasını duyurdu ve üyelerin afaroz edileceğini açıkladı. Ardından gelen Papalar da, 13. Leo’ya kadar Masonluğu lanetleyen ve üyeler üzerindeki afarozu her seferinde yineleyen emirnamelerini yayınlamayı sürdürdüler (4).

Papa Clemens, Masonluğu mahkum ederken, bu müessesenin tüm dünyaya fenalıklar getireceği gibi anlamsız suçlamaların ya-nısıra, değişik din ve mezheplerdeki kişilerin bir araya gelmelerinin önüne geçilmez tehlikeler doğuracağı gibi, ancak bağnaz bir kafa yapısının ürünleri olabilecek suçlamalarda bulunuyordu. Clemens’in en önemli gerekçesi de, "kendilerince malum olan doğru ve makul sebepler" idi.

Papalar ve Katolik devletlerin kralları, Masonların birbirlerine ketumiyet yemini ile bağlı olmalarından ve toplantılarının gizli yapılmasından endişe duyuyorlardı. Bu endişelerinin yersiz olmadığını tarihi gelişmeler ortaya koydu.

Fransa’da büyük devrimin gerçekleştirilmesi ve sistemin giderek laikleştirilmesinde, İtalya’da Papalığın ekinliğine son verilmesi, milli birliğin sağlanması ve yine sistemin laikleştirilmesinde hep Masonlar en önemli rolü oynadı.

Devlet yönetiminin Papalığın ve Katolik kilisesinin etkisi altından çıkartılmasında dönüm noktası olan kararlardan birisi 1714 yılında İngiltere’de alındı. Bir yasa çıkartılarak, herhangi bir Katolik hükümdarın İngiltere tahtına çıkması yasaklandı. Böylece İngiltere, Roma’nın yoğun baskılarından kurtulmayı başardı. Yeni kanunla ortaya çıkan bu özgür ortam Masonların kendilerini güvencede hissetmelerini sağladı ve onlar da dış dünyaya kapılarını daha çok açtılar. Bu tarihte Templierler ve diğer Şövalye örgütü üyeleri, Rose Croix’lar, Royal Society yandaşları Mason localarına üye bulunuyorlardı. Bunlara, asli meslekleri Duvarcılık olmadığı ve örgüte sonradan katıldıkları için "Kabul Edilmiş Mason" (Accepted Mason) denilmekteydi.

Öte yandan dünyadaki teknolojik gelişmeler Masonluğun Ope-ratif kolunu olumsuz etkilemekteydi. İnşaat yapımı ile ilgili daha önce birer sır olarak saklanan bilgiler, giderek sır olmaktan çıktılar ve okullarda okutulan bilim dallarının konuları haline geldiler. Bu durum, adlarına sonradan "Operatif Mason" denilen inşaat ustalarına, okul mezunu ve örgüt üyesi olmayan yeni rakiplerin çıkmasına neden oldu. Zamanla bu ustalar iş bulmakta zorlanır oldular. Operatif Masonların son büyük faaliyetleri Londra’da oldu. 1666 yılında Londra’da meydana gelen büyük yangın sonrası inşaat sektörünün canlanması ile tüm Avrupa kıtasındaki Mason ustalara iş bulma imkanı doğdu. Ancak şehrin yeniden imarından sonra yine yapılacak iş kalmadı ve Masonluğun el emeğine dayalı Operatif kolu giderek yok olmaya başladı. Bu aşamada devreye Kabul Edilmiş Masonlar girdi. Locaların fikri çalışmalarına katılan bu Masonlar önceleri azınlıktaydılarsa da, giderek sayıca çoğaldılar. Mesailerinin kol işçiliğine değil, kafa işçiliğine yani fikri çalışmaya dayanması nedeniyle kendilerine "Spekülatif Masonlar" adını uygun gören Kabul Edilmiş Masonlar, 1703 yılında bir karar yayınlayarak, bundan böyle Masonluk ayrıcalıklarının yalnızca yapı işçilerine özgü olmayacağını, dileyen herkesin localara üye olarak bu ayrıcalıklardan yararlanabileceğini duyurdular.

İngiltere’de Protestanlığın ağır basması ve Katolik kilisesinin baskılarının yok olmasından sonra Anglikan Masonlar, locaların düzenliliği hakkında karar verebilecek ve yeni localar açabilecek yüksek bir merci kurmaya karar verdiler. Böylece 1717 yılında dört Londra locası, İngilitere Büyük Locası’nı kurdular (5).

Büyük Loca’nın yeni yasasını, bir Protestan rahibi olan James Anderson yazdı. Bu yasanın yazılmasına bir başka Protestan rahip, Desagulier de yardımcı oldu. Royal Society üyesi olan bu rahip, ünlü bilgin Newton ile de yakın arkadaştı. Anderson Yasaları adıyla anılan bu yasanın ilk bölümünde, "Bir Mason, taşıdığı sıfatlar nedeniyle ahlak kurallarına boyun eğmek zorundadır ve hiçbir zaman bir Tanrıtanımaz (Ateist) ya da Dinsiz (Deist) olamaz" denilmektedir.

1815 yılında İngiltere’de yeni bir Büyük Loca Yasası yayınlandı ve Tanrı ve din hakkındaki ilk bölüm şöyle değiştirildi;

"Sıfatı dolayısla bir Mason ahlak kurallarına uymakla görevlidir. Eğer mesleği iyi anlamışsa, hiçbir zaman bir Tanrıtanımaz ya da Dinsiz olmayacaktır. Tanrının herşeyi insanlardan daha başka türlü gördüğünü o, herkesten daha iyi anlamak durumundadır. Çünkü insan dış görünüşü görür, Tanrı ise gönülleri. Bir insan, dini tapınış tarzı ne olursa olsun tarikatten çıkarılmaz. Yeter ki, yerle göğün Yüce Mimarına inansın ve ahlakın kutsal görevlerini yerine getirsin" (6)

Bu yasa ile, Hristiyanların yanısıra Yahudi ve Müslümanların da örgüte katılmaları mümkün oldu. Böylece Masonluk, özgür düşüncenin filizlendiği her ülkede varlığını gösterdi ve tüm dünyaya yayıldı.

17. yüzyılda Masonluk, Fransa, İtalya, İspanya ve Almanya’da Katolik kilisesinin yoğun baskıları ile teknolojik ilerlemenin getirdiği işsizlik gibi nedenlerle son derece zayıflamış bulunuyordu. İngiltere ve İskoçya’da ise durum daha farklıydı. Her iki ülkede de Kabul Edilmiş Masonların fazlalığı örgütün varlığını ve gücünü sürdürmesini sağlamıştı. 1649 yılında İngiltere Kralı I. Charles’ın kafasının kesilerek idam edilmesinden sonra, dul eşi Kraliçe Hen-rietta doğduğu ülke olan Fransa’ya döndü. Kısa bir süre sonra çok sayıda İskoç soylusu da onun yanına geldi. Bu soyluların büyük bölümü Kabul Edilmiş Masondu (7). Bunlar, Stuart hanedanının İngiltere tahtını yeniden eline geçirmesi için faaliyetlerini, Fransa’da kurdukları Mason localarında gerçekleştirdiler. Bu locaların bir kısmı askeri nitelikliydi ve Stuartların İngiltere tahtına dönüş şansı kalmayınca bu askeri localar Fransız ordusuna katıldılar. Böylece Fransız ordusunda Masonluk yayılmaya başladı. Askeri İskoç localarının yanısıra sivil localar da, Fransa’da önceden var olan localar ile birleşerek, mesleğin tüm ülkede yayılmasını sağladılar. Eski geleneklere ve yüzlerce yıldır uygulanagelen ritüellere dayanan bu Masonluğa, Avrupa kıtasındaki yeni yayıcılarına atfen, "İskoç Masonluğu" denildi. İngilterede 1717’den itibaren uygulanmaya başlanan Masonluk üç derece üzerinden çalışmaktaydı. Buna karşılık İskoç Masonluğunda derece sayısı 25’di. Bir diğer farklılık da, İngiliz Masonluğu yanlısı localar, İngiltere Büyük Locasından berat alarak, düzen içinde kurulurken, İskoç locaları eski gelenekler uyarınca, herhangi bir merciye dayanmadan, kendiliğinden kuruluyorlardı.

İngiltere Büyük Locası’na karşılık Fransız locaları aynı statüde bir merciye kavuşmak için 1736 yılında Fransız Büyük Locası ayarında, "Grand Orient" adını verdikleri bir üst kuruluş oluşturdular. Fransa’da, bu bağımsız Fransız kuruluşunun yanısıra, İngiltere Büyük Locası’ndan berat alan bir Fransız Büyük Locası da kuruldu.

İskoç Masonluğu 1761 yılında Amerika’da yayılmaya başladı. Bu kıtada İskoç Riti’ne sekiz derece daha ilave edildi ve tüm dünyanın da kabulü ile İskoç Riti Masonluğu 33 derece olarak benimsendi (8).

O dönemde, Masonluğun kökenleri hakkında en önemli konuşma, Şövalye Ramsay tarafından gerçekleştirildi. Bir İskoç soylusu olan ve Stuartlarla birlikte Fransa’ya geçen Ramsay, 1737 yılında Grand Orient’de, Masonluğun geçmişi hakkında aydınlatıcı bir konuşma yaptı. Masonluğun Templierler’e dayandığını ve onların sayesinde kardeşlik örgütünün tüm Avrupa’ya yayılmış olduğunu söyleyen Ramsay, "Tarikatımızın kökleri, Kudüs Sen Jan Şovalyelerindedir. O gün bu gündür localarımız, Sen Jan Locaları adını taşırlar" dedi. Ramsay, ünlü konuşması sırasında, birçok Avrupa ülkesinde gerilemiş olan Masonluğun, Templierler sayesinde İskoçya’da canlılığını korumuş olduğunu da hatırlattı.

Fransız devrimi öncesi Masonluk bu ülkede son derece yaygınlaşmış durumdaydı. Birçok aristokratın yanısıra, burjuva önde gelenleri ve fikir adamları da localara devam etmekteydiler. Localarda yürütülen fikri çalışmalar sayesinde, Masonluğun temel ilkeleri olan insanların özgürlüğü, kardeşliği ve eşitliği, Fransız ihtilalinin de bayrağı haline geldiler. Devrimin fikir babaları Bailly, Talleyrand, Brissot, La Payette, Mirabeau, Condorcet, birer Masondular. Bazı kaynaklar Danton ve Robespier’in de Mason olduklarını savunmaktadır. 1789 ihtilalinde Masonluğun örgüt olarak bir etkinliği görülmediyse de, ihtilalin oluşumu için ana kadrolar dahi localarda hazırlanmıştı (9). Devrimciler, locaların gizliliği içinde biraraya gelerek, ihtilalin alt yapısını oluşturdular. Ayrıca, localarda yapılan aralıksız laiklik propagandası da, insanları dini her türlü reformu gerçekleştirmeye hazırladı. Nitekim 1793’de, ülkedeki tüm kilise ve tapınakların kapatılması, bütün dini inançların önlenmesi gibi aşırı bir karar dahi alınabildi. Kilise açılmasını isteyenlerin tutuklanması, rahiplerin her türlü kamu görev ve haklarından men edilmesi öngörüldüyse de, Danton ve Robespier’in girişimleri ile bu sert tedbirlerden vaz geçildi. İnanç özgürlüğüne karşı her türlü şiddet hareketinin ve baskının yasaklanması ile yerinildi. 1794’de devrim konvansiyonu devletle kiliseyi ayırdı. Bir yıl sonra, isteyenlerin kiliselerden fayadalanabilmeleri, dileyenlerin de her türlü dini ibadetten uzak yaşayabilmelerini öngören inanç özgürlüğü, kanuna bağlandı.

Fransa’da Katolik kilisesi karşıtı güçlü lobi, devrim sonrasında gelen direktuvarlık dönemi boyunca da etkinliğini sürdürdü. Bu dönemde Jakobinler’in kiliseye ağır bastıkları görüldü. Napolyon’un gelişi ile durum tersine döndü. Katolikler imparatorluk süresince ağırlıklarını hissettirdiler. İmparatorluk sonrasında ise, taraflar arasındaki mücadele, herhangi birisinin kesin üstünlüğü olmaksızın sürüp gitti. Bu arada Mason localarındaki Katoliklerin sayısı giderek afaldı. 1877 yılında Grand Orient, locaların "Evrenin Ulu Mimarı" onuruna çalışmaları zorunluluğunu kaldırdığını açıkladı. Bu karar üzerine İngiltere Büyük Locası, Fransız Grand Orient’i ile tüm ilişkilerini derhal kesti ve bu kuruluşu düzenli olarak tanımadığını dünyaya duyurdu. Böylece Fransız Masonluğu, evrensel Mason topluluğu ile ayrı düşmüş oldu (10).

Fransız Masonluğunun 1877 kararında, 1848 devriminin etkisi büyük olmuştur. 3. Napolyon’un düşüşünden sonra kurulan üçüncü cumhuriyette ülkeyi yönetenlerin büyük çoğunluğu Masondur ve Katolik kilisesinin baskılarından bıkıp usanmış durumdadırlar. Fransa’da basın özgürlüğü Masonlar sayesinde mümkün olur. Victor Hugo, cumhuriyet parlementosunda verdiği ünlü söylevinde tüm gücüyle ruhban sınıfına yüklenir ve, "Yıldızların düşmediğini söylediği için Prinelli’yi dövdürten, kanın vücutta dolaştığını ispatladığı için Harvey’e işkence eden onlardır. Galile’yi, Kristof Colomb’u zindana attıran, Pascal’ı, Monteigne’i, Molier’i din ve ahlak adına afaroz eden onlardır. Fransa’nın üçyüz yıldır yaydığı büyük ışık onları rahatsız ediyor. O ışık akıldan müteşekkildir. Gerçek mümin benim ey rahipler, sizler dinsizsiniz" der.

İşte Fransız Masonları, bu ruh hali içinde, aralarına Deist inançta olanların da katılmasını sağlamak amacıyla, Evrenin Ulu Mimarı’na inanma zaruretini kaldıran bir kararı onaylamışlar ve Ezoterik öğretiye ters düşmüşlerdir.

Tüm bu çabalara karşın Fransa’da ilk öğretimin laikleştirilmesi ancak 1879’da mümkün oldu. Kilise’nin öğretim yapması 1904’de yasaklandı ve devlet ile din işleri de 1905’de ayrılabildi. Nihayet 1907’de de laik yasaların dokunulmazlığı kanuna bağlandı.

İtalya’da Masonluk, Fransa’dakine benzer bir yol izledi. Dante’nin, Boccacio’nun ve diğer Ezoterik doktrin yanlısı düşünürlerin yurdu İtalya’da, sırlar öğretisi, bir geleneksel miras olarak Pisagor’dan bu yana varlığını sürdürüyordu. Ancak, Katolik kilisesinin merkezinin Roma olması dolayısıyla Papalığın yoğun baskıları kendisini en çok İtalya’da hissettirdi. Rönesans’ın beşiği olan bu ülkede 17. yüzyıla gelindiğinde Masonluk neredeyse tamamen silinmiş durumdaydı. Masonluğun canlanışı, Fransa’da olduğu gibi İtalya’da da Stuart hanedanı yandaşlarının bu ülkeye gelmeleri ile başladı. İskoç Ritine bağlı ilk loca bu yüzyılın ikinci yarısı içinde kuruldu. Geleneksel alt yapısı hazır olan Masonluk İtalya’da hızla yayıldı ve Katolik kilisesinin karşısındaki doğal yerini aldı (11).

İtalya üzerinde 1713 yılına kadar süren İspanyol egemenliği Katolik kilisesinin güçlenmesini, Engizisyonun kurumlaşmasını ve Rönesans’ın hızını yitirmesini sağlamıştı. Avusturya ve Fransa hakimiyetlerinin ardından 1814 yılında, Napolyon’un devrilmesi üzerine İtalyan devletleri yeniden ortaya çıktılar. Napoli krallığı, Sardunya krallığı ve Papalık devleti bağımsızlaştı. Ancak Toscana, Parma ve Modena Avusturya’ya bağlı hanedanlar tarafından, Lombardia-Venedik krallığı da doğrudan Avusturya tarafından yönetiliyordu. Trentino, İştira ve Trieste gibi İtalyan toprakları ise, Avusturya İmparatorluğu topraklarına dahil edilmişti.

Avusturya işgaline ve müdahalesine karşı İtalyan aydınlarının kurduğu Carboneria teşkilatı ile, ülkede oldukça güçlenmiş bulunan Masonlar bir ittifak meydana getirdiler ve İtalya’nın birliği ve bağımsızlığı için mücadeleye başladılar. Bu mücadele 1848 yılına kadar sürdü. Papalık, karşımdakilerin özgür düşünceli ve laik olduklarının, kendi emirlerini kesinlikle dinlemeyeceklerinin bilinciyle İtalyan Birliği fikrinin karşısında yer aldı. Papaların en büyük korkusu, egemenlikleri altında bulunan son toprakların da ellerinden gitmesiydi.

Papalığın yoğun baskılarının yanısıra, Avusturya orduları ile yapılan savaşlar neticesinde Carboneria teşkilatı giderek zayıfladı ve 1831 yılında yokoldu. Örgüt mensuplarından hayatta kalanlar, dava arkadaşları olan Masonlara katıldılar ve bundan sonra birlik için kiliseye karşı mücadeleyi tek başına Masonlar verdi.

1848’de Paris’deki Şubat devrimi, yine aynı yıl Viyana’daki Mart devrimi, İtalya’da da ulusal birlik devriminin başlamasına yol açtı. Birlik için savaşlar 1861 yılına kadar devam etti. Bu tarihte, Fransa himayesindeki Roma-Papa devleti toprakları hariç tüm İtalyan devletleri birleştirildi ve İtalya krallığı doğdu.

Garibaldi, Cavour, Emanuel I, Mazzini gibi birlik için savaşan liderler hep Mason’dular. Bu aydınlar, birleşmeye karşı çıkan kilisenin karşısına Masonluk ilkeleri ile çıktılar. 1786’da, Papanın da desteği ile Avusturya kraliçesi Maria Teresa İtalya’da Masonluğu yasaklamaya kalkıştı. Ancak bu ülkede Masonluk geleneğinin temelleri çok derindeydi. Pisagor Akademisi, Roma Col-legiaları, Gilde’ler, ilk Mason locaları, Eflatun Akademisi, Röneans hep bu topraklarda doğmuştu. Bu nedenle Masonluk, Katoliklerin yoğunluğuna rağmen halk arasında da belli bir sempatiyle karşılanıyor ve milli duygulara hitap etmeleri yüzünden de büyük destek buluyordu. Fransız Masonlarının da yardımı ile Avusturya kraliçesinin girişimi başarısız kaldı.

1848 yılında Papa 9. Pius, İtalya’nın bağımsızlığı için Avusturya’ya savaş ilanını reddedince, Masonlar Roma’da bir ayaklanma başlattılar. Papa Roma’dan kaçmak zorunda kaldı. Ancak Fransız kuvvetlerinin Roma’yı ele geçirmelerinden sonra Pius kente geri dönebildi. 1870 yılında Fransa, Almanya ile savaşa girince Fransız kuvvetleri Roma’dan çekildi. O tarihte kurulmuş bulunan İtalyan krallığına ait birlikler kente girdi. Roma’nın kraliyet birliklerince alınması üzerine Papa Vatikan şehri surlarının arkasına çekildi ancak, yenilgiyi içine sindiremedi ve Masonluğu lanetleme kampanyasını sürdürdü. Pius’dan sonra Papalığa gelen 10. Leo da, yeni rejimi onaylamadığını göstermek için İtalya Katoliklerine kraliyet parlamentosu seçimlerine katılmalarını yasakladı. Ancak, bu karar neticesinde Katoliklerin politik zeminde hiçbir etkinlikleri kalmamış oldu.

İtalyan birliğini sağlayan ve iktidarı ellerine alan Masonlar, başta laik bir devlet sistemi olmak üzere birçok alanda Masonik inançları yaşama uyguladılar. Örneğin, ilk demokratik ceza kanunu olarak kabul edilen İtalyan Ceza Kanunu’nu hazırlayan Zanardelli bir Masondu ve hayata geçirdiği kanun birçok Masonik ilkeyi kapsıyordu. Zanardelli, bu kanunla dinler arasında hiçbir ayrım gözetmeyerek, din özgürlüğünü kabul etmesinin yanısıra, bu özgürlüğe karşı çıkacakların da cezalandırılmalarını öngörmüştür.

Amerika Birleşik Devletleri’nde Masonluk, kuruluş gününden itibaren etkili olmuştur. Bağımsızlık için mücadele eden liderlerin ve Amerika anayasasına imza atanların neredeyse tamamı Masondur. Bugüne kadar işbaşına gelen Başkanların büyük çoğunluğu da Masondur ve Mason olmak büyük bir onur ve sorumluluğu da beraberinde getirmektedir. Bu ülkede halen, her eyalette birer tane olmak üzere 50 Büyük Loca ve 4 milyona yakın Mason bulunmaktadır. Masonluk Amerika’da o denli yaygındır ki, Iowa eyaletinde bir kentin adı dahi "Mason City" dir. Bu ülkeyle ilgili bir diğer ilginç Masonik bilgi de, astronot Edvvin Aldrin’in Ay’a bir Masonik plaket yerleştirmiş olmasıdır. Aldrin 1969 yılında, Masonluğun evrenselliğinin sembolü olarak, Teksas Büyük Locası tarafından hazırlanmış ve Ay’ın, bu locanın Juridiksiyonu içine alındığını belirten bir levhayı dünyanın uydusuna bırakmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da Masonlar oldukça önemli rol oynamışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ilk Mason locasının kuruluş yılı’olarak 1738 tarihi verilmektedir. Bu tarihten, ilk ulusal Yüksek Şura’nın kuruluş yılı olan 1909’a kadar Osmanlı topraklarında yabancı Büyük Loca veya Yüksek Şura’lara bağlı 23 locanın çeşitli dönemlerde faaliyette bulundukları bilinmektedir. Yabancı obediyanslara bağlı bu localarda, başta Sultan 5. Murat olmak üzere, şehzade Nurettin ve Kemalettin efendiler, Namık Kemal, Mithat Paşa, Fuat Paşa, Talat Paşa, Ahmet Vefik Paşa gibi ünlü kişiler ve sadrazamlar Masonluğa katılmışlardır (12). Başta Mithat Paşa olmak üzere bu kişilerin yoğun çabaları sonucunda 1876’da Meşruti idare kurulmuştur. Ancak Sultan Abdülhamit, iki yıl sonra, 1878 yılında meclisi feshederek Meşrutiyeti yürürlülükten kaldırmış, önde gelen liderlerini, bu arada Mason ileri gelenlerini sürgün etmiştir.

Padişahın mutlak egemenliğine karşı çıkan aydınlar, 1899 yılından itibaren yurt içinde ve yurt dışında örgütlenerek, Jön Türkler adı altında muhalefete başladılar. Masonların gücünü arkasına alarak tahta çıkmış olan Abdülhamit, tüm yetkileri eline almasının hemen ardından tam bir Mason düşmanı kesildi. Masonları dinsizlik ve Tanrıtanımazlıkla suçlama konusunda Katolik kilisesi ile özdeşleşen Abdülhamit yine de yönetimi süresinde Mason localarının faaliyet göstermelerine ses çıkartmadı. Bunda iki neden etken olmuştu. Öncelikle Sultan Abdülhamit çok kuşkucu ve kurnaz bir kişiliğe sahipti ve Mason localarını kapatması halinde tüm Masonların yeraltına çekilerek, kendisi aleyhinde daha yoğun çaba harcayabileceklerini hesaplamıştı. Bunun yerine locaların açık kalmasını ve hafiyeleri vasıtasıyla sürekli denetim altında olmalarını sağladı. Abdülhamit’in bu yöntemi özellikle istanbul’da son derece etkili oldu ve İstanbul Masonları istibdat dönemi boyunca hiçbir varlık gösteremediler. İkincil olarak Osmanlı yönetimi ekonomik açıdan dışa tamamiyle bağımlı hale gelmişti. Abdülhamit, Mason localarını kapatması halinde, yabancı ülkeler Masonlarının büyük baskıları altında kalabileceğini, bunun da alınacak ekonomik yardımları etkileyeceğini hesaplamıştı (13).

İstanbul Masonlarının pasifliğine karşın, Balkan yarımadasında ve özellikle de Makedonya’da Mason locaları son derece etkili bir konumdaydılar.

Balkanlardaki karışık durum ve ulusal nitelikli ayaklanmalar nedeniyle Sultan’ın hükmü Makedonya’da geçmiyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında Makedonya’da biraraya gelen Jön Türkler, Fransız devrimcileri ve İtalyan birlikçi eri örnek alarak, toplantılarını Mason localarında yapmayı, gizliliklerinin korunması açısından daha uygun buldular. İttihat ve Terakki’nini öngördüğü program ile Masonik ilkeler arasında bir noktaya kadar uyum olması, birleşmeyi daha kolaylaştırdı. İttihat Terakki’nin önde gelenleri, başta Talat Paşa olmak üzere localarda örgütlendiler ve yönetime karşı yürütecekleri stratejiyi saptadılar (14).

ittihat ve Terakki liderlerinin en yoğun biçimde üyesi oldukları loca, Selanik’te çalışmakta olan, İtalyan Obediyansına bağlı Makedonya Rizorta (Yeniden Doğan Makedonya) locasıydı. Kurucusu, Voltarie’ci, özgür düşünceli bir Yahudi olan Baruh Kohen’di. Yahudiler, diğer Balkan milletlerinin aksine, Osmanlı uyruğunda kalmayı kendi çıkarları açısından daha uygun buldukları için, Türk aydınları ile birlikte çalışıyorlardı. Bu nedenle de, Makedonya Rizorta locasında İttihat Terakki üyelerinin yanısıra, çok sayıda Yahudi de vardı.

Yahudi Masonların İttihat Terakki’cilerle bu denli yakın olmaları, dinci çevrelerin tepkisine yol açtı ve Masonluğun Yahudi amaçlarına hizmet etmekte olduğu gibi ciddiyetten uzak bir iddia öne sürüldü. Musevi dininde kullanılan bazı sembollerin, aynı kökenden alınmış olması sebebiyle Masonlukta’da kullanılıyor olması, bu çevreler için yeterli bir kanıttı.

Böylece, İslamiyet’in Sünni kolu ile Hristiyan Katolikleri Masonluğu suçlama kampanyasında aynı noktaya gelmiş oldular.

Osmanlı Masonları ile, Batıni doktrinlerin bir diğer savunucusu olan Bektaşiler arasında Abdülhamit döneminde gözle görülür bir dayanışma vardı. Selanik’teki Masonlar toplantıları için Bektaşi tekkelerinden yararlanırlarken, Tevfik Bey gibi bir Bektaşi Babası da Masonluğu katılarak, iki örgüt arasındaki iletişimi sağladı (15).

İttihat ve Terakki, ordu subayları arasında hızla yaygınlaştı. İttihatçılarla yakın temas içinde olan Mustafa Kemal’in de Selanik’te bir Mason locasına katılmış olduğu bilinmekte, ancak devamsızlık nedeniyle bir süre sonra üyelikten çıktığı sanılmaktadır. İttihat Terakki’nin yoğun çabaları neticesinde Sultan Abdülhamit, 1908 yılında Meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kaldı. Cemiyet, aynı yıl yapılan seçimlerde mecliste büyük çoğunluğu sağladı. Buna karşılık dinciler bir yıl sonra, 1909’da İstanbul’da bir ayaklanma başlattılar. Ayaklanmayı bastırmak için Selanik Hareket Ordusu birlikleri İstanbul’a girdi ve dinci çevrelerle sıkı ilişkide bulunan Abdülhamit tahttan indirildi. Bu arada, aynı yıl ilk ulusal Mason Yüksek Şurası kuruldu ve ülkedeki bütün localar bu Yüksek Şura’ya bağlandı (16).

1. Dünya Savaşı sonrasında imparatorluğun dağılma süreci içerisinde Mustafa Kemal Paşa tarafından başlatılan Kurtuluş savaşında İttihat Terakkicilerin, cemiyet olarak önemli bir fonksiyonları olmadı. Ancak, savaşın başındaki Kuvayı Milliyeci lider kadro, İttihat Terakki ve Mason ocaklarında yetişmiş kişilerdi ve aynı inancı paylaşıyorlardı; Özgürlük.

Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi ilk Başbakanı Rauf Orbay, yine Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanlarından Ali Fethi Okyar, General Kazım Karabekir, General Kazım Özalp, Cumhuriyet Halk Partisi genel sekreteri Şükrü Kaya, ilk hükümetin İçişleri Bakam General Refet Bele, yine Atatürk dönemi Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Araş, bir diğer İçişleri bakanı Mehmet Cemil Uybadın, Türkiye’nin ilk Washington Büyükelçisi Muhtar Tahsin ve Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından Milletvekili Cevat Abbas Gürür’ün birer Mason olmaları, Masonik inançların Kurtuluş savaşı ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde ne denli etkin olduğunu göstermektedir. Atatürk ve kadrosu, Rönesans ve Reform neticesinde Hristiyan dünyasında gerçekleştirilen aydınlanmayı bir Müslüman ülkede, Türkiye’de gerçekleştiren ve laik sistemi başarıyla uygulamaya koyan ilk kadro olmuşlardı. Saltanat ve Hilafet kaldırılmış, Türkiye çağdaş uygarlığı ve gerçek demokrasiyi yakalayabilen yegane Müslüman ülke konumuna ulaşmıştır. Masonluk bugün, özgür düşünceye dayalı diğer demokrasilerde olduğu gibi Türkiye’de de laik ve demokratik sistemi korumak için üzerine düşeni yapmaktadır.

Kaynakça

l- BAYET Albert – "Dine Karşı Düşünce Tarihi" – Broy Yayınları-İstanbul 1991-Sf. 45
2- Bayet A. -İe- Sf. 74
3- Bayet A. -İe- Sf. 65
4- ÜLKÜ Faruk, YAZICIOĞLU A. Semih – "Dünyada ve Türkiye’de Masonluk" – Başak Yayınevi – İstanbul 1965 – Sf.55
5- NAUDON Paul – "Tarihte ve Günümüzde Masonluk" – Varlık Yayınları -İstanbul 1968-Sf. 50
6- Naudon P. -İe- Sf. 52
7- BOUCHER Jules, NAUDON Paul – "Masonluk Bu Meçhul" – Okat Yayınevi – İstanbul 1966 – Sf. 21
8- Naudon P. İe- Sf. 76
9- Ülkü F. – Yazıcıoğlu A.S. -İe- Sf. 47
10- Naudon P.-İe-Sf. 95
11- Ülkü F. – Yazıcıoğlu A.S. -İe- Sf. 43
12- SOYSAL İlhami – "Türkiye’de ve Dünyada Masonluk ve Masonlar" – Der Yayınları- İstanbul 1978 – Sf. 382
13- KOLOĞLU Orhan – "İttihatçılar ve Masonlar" – Gür Yayınları İstanbul 1991-Sf. 72
14- Koloğlu O. -İe- Sf. 26
15- KoloğluO. -İe-Sf. 41
16- Ülkü F. – Yazıcıoğlu A.S.-İe-Sf. 294

Cihangir Gener
16.12.2001

Kaynak: www.historicalsense.com

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*