(XIII-XV. y.y.) Anadolu’nun İskânı ve İslamlaşmasında Dervişlerin Rolü

Giriş

Nazif VELİKAHYAOĞLU

XIII ve XV. yüzyıllar arası, bir makale için oldukça geniş bir zaman dilimidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışı, Beylikler döneminin istikrarsızlığı, Osmanlıların uç beyliğinden cihanşümul bir devlet haline dönüşü bu dönemde meydana gelmiştir. Anadolu’da büyük tahribatlara yol açan ve Selçukluları metbu’ bir devlet haline getiren Moğol istilası ile Timur- Yıldırım çatışması da belirtilen yüzyıllar arasında cereyan etmiştir; Ekonomik ve sosyal sebeplerinin yanında, dini ve siyasi yönü de bulunan Babailik İsyanı (1240) ile Şeyh Bedreddin ayaklanması (1420) yine aynı döneme rastlamaktadır. Bu kadar yoğun siyasi ve toplumsal olaylara sahne olan Anadolu’nun iskân ve İslamlaşmasının, bir makalenin sınırları içerisinde anlatmanın güçlüğü ortadadır. Tetkike alınan sürenin uzunluğu ve bu süre içerisinde cereyan eden olayların fazlalığına rağmen, biz bu çalışmamızda, mümkün olduğu kadar olayların detayına girmeksizin, sadece Anadolu’nun iskânı ve İslamlaşmasında dervişlerin etkileri ile bunların devletle olan münasebetleri üzerinde duracağız.

XIII ile XV Yüzyıllarda Anadolu’nun Genel Durumu:

a) Siyasi Durum

1040 yılında yapılan Dandanakan Savaşından sonra Türk toplulukları, bir direnme ile karşılaştıklarında, elde silah çarpışmışlar, savaşı kazandıktan sonra oralara yerleşmişlerdir. Büyük Selçuklu İmparatorluğunu oluşturan Oğuz Türkleri, bu metotla kısa bir sürede İran’ı ele geçirmiştir. Buradan doğuya hareketle Malazgirt’te görkemli Bizans askeri gücünü çökerterek, Anadolu topraklarına girmişlerdir. 1 Malazgirt Zaferinden sonra, Sultan Alparslan (1063-1072); Erzurum bölgesini Saltuk Gazi’ye, Mardin ve Harput taraflarını Artuk Gazi’ye, Sivas, Tokat, Niksar, Amasya ve Kayseri havalisini Danişment Gazi’ye vererek, Anadolu’nun iskânı ve İslamlaşmasını sistematik bir şekilde başlatmıştır2. Akıncı Türk Beyliklerini sınır boylarına yerleştirerek çevre emniyetini sağlayan Selçuklu hükümdarları, imar faaliyetlerine yönelmişler, şehirler birer mamure haline getirilmiştir. XII. yüzyılın son yarısına doğru kuvvetli rakipleri Danişmentlileri ortadan kaldırmışlar, Mengüçler, Saltuklar, Artuklar gibi hanedanları ya büsbütün yok etmişler yahut kendilerine bağlı bir prenslik haline getirmişl’erdir.3 XIII. yüzyılın ilk yarısı ve bilhassa I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) dönemi, Selçuklu İmparatorluğu’nun en kuvvetli ve parlak devri olmuştur. Fakat dirayetli hükümdarların sağladığı bu huzur ve istikrar ortamı uzun sürmemiştir. 1220’den sonra yakın doğuda etkilerini hissettiren Moğol baskısı, gerek Selçuklu devletinin gerekse uçların bünyesinde birçok değişikliklere sebep olmuştur. Nihayet Sivas yakınlarında 1243 yılında Selçukluların yenilgisi ile sonuçlanan Kösedağ savaşı ile sağlanan huzur ortamı ortadan kalkmış, 1277’de Selçuklu devletinin yıkılmasıyla bu bozulma daha da hızlanmıştır 4. Bu tarihten itibaren Anadolu toprakları Moğol Valileri tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Artık, Anadolu Selçukluları metbu’ bir devlet haline gelmiş ve Moğollara vergi ödemektedir. 5 Beylikler, Anadolu’yu tamamen ellerine almış olan Batı Moğolların, yani İlhanilerin yüksek hâkimiyetini kabul ile senede muayyen bir vergi vererek bir zaman onların taarruzlarından emin olmuşlardır. Bu süreç Selçukluların batı hududunda Germiyan, Eşref, Hamid, Menteşe beylikleri ile Osmanlı beyliği ve yine bu arada Batı Anadolu’ya doğru Karesi, Saruhan ve daha sonra Aydın beylikleri kurulmuştur. Bunlara Kilikya toprakları üzerinde kurulan Karamanoğulları beyliği ile Güney Anadolu’da XIV. yüzyılda ortaya çıkan Dulkadir ve Ramazanoğulları beyliklerini de ilave etmek lazımdır. Coğrafi bakımdan Moğol istila bölgesi ile diğer güçlü Türk beyliklerinden uzakta yer alması ve her zaman batıya doğru genişleme şansı tanıyan Bizans topraklarıyla karşı karşıya bulunması 6, Osmanlı Beyliğini diğerlerine göre daha avantajlı hale getirmiştir. Nitekim bunun sonucu olarak, kısa zamanda Söğüt, Yenişehir, Bilecik, Eskişehir, Bursa, İznik ve İzmit şehirlerini kendi topraklarına katarak, diğer Anadolu Türk beylikleri arasında Osmanlılar birinci sıraya yükselmiştir.

b) İçtima ve İktisadi Durum

Türklerin Anadolu kapılarına dayandıkları dönemde, Bizans’ın elinde bulunan bu topraklar İran ve Araplara karşı yapılan, sürekli savaşların yol açtığı yıkıntılara hedef olmuştu. Uzun zamandan beri devam eden taht kavgaları yüzünden Bizans’ın Türk akınlarına karşı koyması imkânsızdı. XII. yüzyıl Anadolu’sunda, Türk-Bizans mücadelesi, Türk hükümdarları ve komutanları arasında cereyan eden dâhili savaşlar yüzünden nüfus bir hayli zayıflamıştı. Gayri müslimler arasında birlik ve tesanüt mevcut değildi. Müslümanların ayak bastığı Anadolu toprakları, yerli halk tarafından daha önceden kısmen terkedilmişti 7. Harp ve anarşi yılları, müdafaasız köy halkını kalelere ve koruma altına alınan şehirlere kaçırmıştı. Horasan’da Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurulması ile başlayan hicretin Anadolu’ya getirdiği unsurlar, yalnız göçebe unsurlar değildi. Anadolu’ya gelen Türkler arasında Orta Asya’da, çok eski zamanlardan beri köy hayatına, hatta şehir hayatına geçmiş her çeşit halk mevcuttu 8. Bunlar geldikleri yerlerde aynı hayat şartlarını devam ettiriyorlardı. Köylüler derhal köy kurmaya ve tarımsal üretime başlıyorlar, şehirlerin yeni mensupları olarak cemiyete katılıyorlardı. XIII ve XV. yüzyıl Anadolu’sunda köyün toplumsal bünyesi, tarım ya da hayvancılıkla uğraşan ve yaşayışları birbirinden farklı bulunmayan çiftçi ailelerden oluşuyordu. Bir cami etrafında toplanan köyü, dini görevleri itibariyle imam temsil ediyordu. Ayrıca kimi köylerde zaviye ve tekkelere de rastlamak kabildi. Gerektiği zamanlarda yiğitbaşı gibi bazı liderler aracılığı ile kendilerini temsil ettirebilmekteydiler 9.  Anadolu Selçuklu İmparatorluğunun sağladığı istikrar yıllarında, Anadolu şehirleri birer mamure haline gelmiştir. XIII. yüzyılın ilk yarısında, büyük ticaret yolları üzerinde bulunan Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum gibi merkezlerde büyük bir refah göze çarpmaktadır. Kıtalar arası ticaret kervanları, Anadolu topraklarının bir uçundan diğer ucuna güvenle seyahat etmektedir. Teb’a sosyal ve iktisadi yönden huzurlu bir ortamda yaşamaktadır. Her nevi dokuma, kumaş, ince yün, ipek Kastamonu sahtiyanı, her türlü madenler mamul veya yarı mamul olarak Antalya ve batı Anadolu limanlarından dış memleketlere ihraç edilmektedir.10 Bu huzur ortamında Selçuklu Anadolusu, manevi kültür bakımından da oldukça yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Fikri seviyenin süratle yükselmesinde, Moğol istilası önünden Anadolu topraklarına kaçan âlimlerin etkisi büyük olmuştur. Bu gelişmeleri İbni Bibi şu ifadelerle anlatmaktadır: "Dâhilde sulh yerleşmiş, yollar iyice tanzim edilmiş her tarafta kervansaraylar inşa edilmişti. Güzel sanatların her türlüsü, özellikle mimari yapılar teşvik görüyordu. Âlimler, münevverler, sultan’ın yanında hüsnü kabule mazhar oluyorlardı"11. Devlet büyükleri bilgi ve tecrübe sahibi idiler. Meclisleri büyük âlimlerin, şeyhlerin huzurlarıyla şeref bulur, işler intizam içinde görülür, hiç kimsenin haklı dileği geri çevrilmezdi. Hele şeyhlere bilginlere karşı çok hürmet ve riayet gösterilirdi. Bu dürüst ve adaletli idare sayesinde, müslümanların canları, malları, namusları korunmakta vilayetlerde yerli ve yabancı halk adalet ve refah görmekte idi 12.
Aksarayi, Moğol istilasını kaderin bir cilvesi kabul ederek "vefasız zamane nihayet bu bahtiyarlığı kıskandı. Fazilet ve saadet bahçelerinde gül yerine dikenler bitti" 13. demektedir.

Anadolu Selçuklularını 1277’de ortadan kaldırarak Anadolu’yu atadığı genel valilerle yönetmeye başlayan Moğollar, büyük bir itina  ile sağlanan istikrarı altüst etmişlerdir. Ülkeyi parçalamışlar, halkın altından kalkamayacağı vergiler yüklemişlerdir. Bu da yetmiyormuş gibi, Anadolu toprakları üzerinde bırakılan ordular ortalığı kasıp kavurmuşlardır. Aksarayi bu orduyu, "Müslümanların derisini soymakla geçinen Moğol Çeriler"14 i olarak nitelemektedir.

C) Dini Hayat

Anadolu kapılarının Türklere açıldığı 1071 Malazgirt Zaferine kadar, Anadolu topraklarına Bizans hâkimdi. İslam devletlerinin etki alanında bulunan Güney Doğu Anadolu Bölgesi haricinde diğer Anadolu toprakları üzerinde yaşayan halk, genelde Hıristiyandı. XII. yüzyıldan itibaren Anadolu şehirlerinde Müslümanlarla Hıristiyanlar bir arada yaşıyorlardı. Mevlana (1207-1273) vefat ettiği zaman, Konya’nın yalnız Müslümanları değil Hıristiyan, hatta Yahudileri de cenaze merasimine iştirak etmişlerdi. Zira Mevlana (1207-1273) hayatta iken Konya ve civarında, hatta uzaklarda oturan Hıristiyan ve Yahudi’ler, O nun manevi etkisiyle tek tek veya kalabalık guruplar halinde ihtida ederek Mevlevi dervişleri arasına katılmışlardı 15. Selçuklu şehirlerindeki halk, maddi kültür bakımından hemen hiçbir ayrılık göstermediği gibi, Müslüman ve Hıristiyanlar arasında dini sebeplerden doğmuş husumet ve mücadeleler de olmamıştır 16. "Dinde zorlama yoktur" 17, prensibine sıkı sıkıya bağlı kalan ecdadımız, ne Selçuklu ne Beylikler ve ne de Osmanlı imparatorluğu döneminde fethettikleri yerlerde halkın inançları üzerinde en ufak bir baskı uygulamamışlardır 18. Dileyen eski dininde devam etmiş dile- yen kendi rızası ile İslamı kabul etmiştir. XII. yüzyıl Anadolu’sunda Müslümanlar açısından dini hayat iki yönlü gelişme göstermiştir. Bunlardan ilki, istikrarın sağlanarak şehir hayatına geçilmesiyle birlikte tesis edilen medreselerde, ana kaynaklara dayalı olarak yapılan eğitim. Bu eğitim sonucu özellikle yerleşik düzene geçmiş kesimde İslamiyet Ehl-i sünnet kurallarına uygun bir şekilde öğretilmiş ve günlük hayata tatbik edilmiştir Diğeri ise, Orta Asya’dan kalkarak, Anadolu’ya gelen ve medreselere göre daha toleranslı Türkmen Babalarının telkin ettiği tasavvuf anlayışıdır. Anadolu’da ve hatta Balkanlarda İslamiyetin geniş halk yığınlarına ulaştırılmasında bu Türkmen Babalarının çok büyük etkileri olmuştur.19

XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu topraklarına akın eden Türkler fütuhata paralel bir şekilde; cami, medrese, mektep… gibi dini yapıları inşa ederek, İslam Dini’nin Ehl-i sünnet akaidine uygun bir şekilde Öğrenilmesine ve bu yoldan geniş halk kitleleri tarafından dinin en doğru bir şekilde anlaşılmasına imkan sağlamışlardır. Ancak; XIII. yüzyılda, Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) zamanında l240’da Babailerin; XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde Çelebi Sultan Mehmet (1402-1421) zamanında Şeyh Bedreddin (?-1420) ve adamlarının isyanları, ‘ehl-i sünnet itikadına aykırı bazı sapmaların meydana gelmesine yol açmıştır. Özellikle bunlardan birincisi olan Babailik isyanı, siyasi ve dini bakımdan önemle üzerinde durulması gereken bir yapıya sahiptir. Siyasi bakımdan, Duduoglu komutasında 70.000 kişilik bir Türkmen kuvvetinin iltihakı (1241-42) ile 20 güçlenen ve Güney Doğu Anadolu’da bir takım yağmalama hareketlerinde bulunan Harzemlilerle iş birliği içerisinde olma ihtimali 21 dini bakımdan ise, Müslümanlığı kabul etmekle birlikte İslamiyeti içine sindiremeyen ve Şamanizm üzerine İslam cilası sürülmüş Baba İlyas (?-l240)’ın fikirlerini benimseyen yüz binlerle ifade edilecek göçebe Türklerden oluşan bir topluluğun mevcudiyetidir. Bu isyan, doğurduğu sonuç bakımından da önemlidir. Babailik isyanı, Moğollara Anadolu’nun kapısını açmış; Anadolu Selçuklu Devletinin Moğol boyunduruğu altına girmesine yol açmıştır 22. Baba İlyas’ın aksine Şeyh Bedreddin’in adamları, Türklerden ziyade, Şeyh’in bol kazanç ve rahat bir hayat yaadlerini benimseyen, Yahudi ve Hıristiyanlardan meydana gelmektedir. Bunlara, mevkilerinden düşmüş gayr-i memnunlar ile Şeyh’in Kadı-askerliği zamanında maaş ve tımar elde etmiş olanlar da katılmıştır.23 Babailik isyanına göre Şeyh Bedreddin isyanının toplum üzerindeki olumsuz etkileri daha az olmuştur. Her iki isyancı da kuvvet kullanılarak bastırılmış ve isyanlarının bedellerini hayatlarıyla ödemişlerdir.

Anadolu’nun İskânı ve İslamlaşmasında Devlet Siyaseti

a) Devlet-Müslüman Tebaa İlişkileri ve İslam’ın Anlaşılmasına Devlet Eliyle Yapılan Katkılar

"İlayı kelimetullahı Allah’ın kullarına ulaştırmayı" kendisine kutsal bir görev bilen devlet ile İslamı Hak din olarak kabul etmiş tebaa arasında nihai hedeflerde büyük bir uyumluluk mevcuttur. Devlet İslam’ın gereklerini yerine getirmesi için müslümanların ihtiyaç duyduğu dini ve sosyal kurumları oluşturmakta; tebaa ise, devletin hâkim olması için ona her türlü desteği sağlamaktadır. İslam cemaat dinidir. Bu bakımdan ibadetlerin toplu yapılması teşvik edilmiş, haftada bir eda edilen cuma namazının merkezi bir yerde toplu olarak kılınması mecburi tutulmuştur. İslami devletin görevlileri ile tebaanın en az haftada bir, bir araya gelmelerini sağlayacak cuma camii’nin İslam şehir hayatında büyük bir değeri vardır. Fethedilen yerlerde istikrarın sağlanması için oraya müslüman tebaadan bir gurup iskân edilmekte ve devlet hacim itibariyle yeterli bir kiliseyi camiye çevirmektedir. İslam şehir anlayışının bazı temel öğeleri vardır. Devlet gücünü temsil eden vali, adaleti sağlayan kadı, birliği temin eden Cuma camii ve ticari hayatı canlı tutacak pazaryerleri bunlardan bazılarıdır. Ecdadımız Anadolu’nun fethi yıllarında bu hususu dikkatle uygulamışlardır. Osman Gazi ilk fethettiği Karacahisar’da bu söylediklerimizi aynen tatbik etmiştir. 24 Bundan sonra da fethedilen şehirlere kadı, imam, müezzin gibi görevlilerin tayin edilmesi, minber ve mihrap konulması asla ihmal edilmemiştir.25 Bunlardan sonra, dinin doğru anlaşılması için gerekli olan medreseler 26, ibadet için ön şart olarak kabul edilen temizliğin sağlanması açısından hamamlar, yolcuların misafir edilmesi ve yoksulların doyurulması için imaret binalarının inşası ve hizmete açılması sağlanmıştır. Böylece, müslüman tebaanın inandığı dinin gereklerini yerine getirmesine imkân sağlanmış. Hazırlanan bu ortam içerisinde Bizans’ın Hıristiyan dini yerine, Akdeniz ve Karadeniz kıyıları haricinde kalan Tüm Anadolu Toprakları üzerinde İslam dini hâkim olmuştur. 27 Diğer taraftan da İslam’ın benimsenmesinin ortamı hazırlanmıştır.  Müslüman bir toplum için, cuma camiine sahip olmak ve orada hükümdar adına hutbe okunmasını sağlamak, bağımsızlığın temel kurallarından sayılmaktadır. Medreselerin görevi dini bilgileri öğretmekten ibaret değildir. Hiç şüphesiz kuruluşunun ana gayelerinden biri müslüman tebaayı mezhep dışı ideolojik görüş ve düşüncelerden korumaktır. Medreseler, vakıf eliyle tesis edilmiş, fakat eğitim programı devletin temel dünya görüşüne uygun olarak hazırlanmış ve bulunduğu yerin kadısı tarafından sıkı bir kontrole tabi tutulmuştur. 28 Selçuklular, İslam dünyasını iç buhranlardan ve dış tehlikelerden korumak için sadece siyasi ve askeri kuvvetin kâfi gelmeyeceğini, tebaanın manevi nifaka, dini ve siyasi suikastlara karşı ilim, fikir ve mefkûre ile takviye edilmesi gerektiği kanaatinde idiler. Bu sebeple devlet için yıkıcı faaliyetlerde bulunan, mezhep dışı cereyanlara karşı, Alparslan (1063-1072) ve oğlu Melikşah (1072-1092)’a vezirlik yapan Nizam’ül- Mülk (1063-1092) tarafından, Ehl-i sünnet ilkelerine göre eğitim yapan Nizamiye medreseleri kurulmuştur. Bu sayede, her türlü sapık ideolojilere karşı, büyük bir fikir ve irfan ordusu yetiştirilmiştir 29. Büyük Selçuklularla başlayan bu uygulama, Anadolu Selçukluları 30, Beylikler 31 ve Osmanlı dönemi 32 Anadolu’sunda gelişerek devam etmiştir.  XIII-XV. yüzyıllar arasında Anadolu’nun iskânında devlet, çok hassas davranmıştır. Ortaasya içlerinden gelen savaşçı göçebeler, günün birinde devlete problem olmayacak ve aynı zamanda düşmana karşı bir tampon görevi ifa edecek şekilde sınır boylarına yerleştirmiştir. 33. Müslüman tebaayı ise yeni fethettiği şehirlerin müslüman nüfusunu artırmak, ticaret ve kültür hayatını canlandırmak, ayrıca gayri müslim yerli halka, İslamın hayata tatbik şeklini göstermek amacıyla iskâna tabi tutmuştur. 34. Ayrıca devletin baskı unsuru olarak kullanmak üzere fethetmeyi kafasına koyduğu bölgelerin çevresine müslüman nüfusu iskân ettiği de görülmektedir. 35. Bütün bunlar gösteriyor ki, devlet gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde Anadolu’nun iskânı ve İslamlaşması konusunda iskân metodundan fazlasıyla yararlanmıştır 36.

b) Devlet-Gayri Müslim Tebaa İlişkileri

Devlet bu konuda büyük bir adalet örneği sergilemiştir. İslamiyeti benimsetme ve özendirmenin ötesinde, yerli Hıristiyan halkın inançlarına en ufak bir baskı uygulamamış ve hatta saygı duymuştur. Devletin hâkimiyetini kabul eden ve İslam Hukuku’nun öngördüğü vergileri veren her belde halkının can emniyeti sağlanmış, mabetleri açık tutulmuştur. Devletin bağlı olduğu İslam sistemin öngörmediği hiçbir yükümlülük zimmî tebaadan istenmemiştir. Bizans, İran ve Arap unsurların çatışma alanı haline gelen Anadolu’ya Türklerin gelmesiyle huzur ve istikrar sağlanmıştır. Bu siyasi huzur ortamına, İslam öğretilere dayalı, adil bir yönetimin hakim olması, Müslüman-Türk idaresine karşı Hıristiyanları sempatizan yapmıştır 37. Hatta "keşke bu idare tarzına daha önce kavuşsaydık" diyenler ve kendi istekleriyle İslamiyeti kabul eden gruplar olmuştur 38. Osman Gazi komşusu bulunan ve henüz İslami kabul etmeyen Bilecik halkına karşı çok saygılı davranıyordu. Bunun sebebini soranlara; "Komşularımızdır. Biz bu vilayete garip geldik. Bunlar bizi hoş tuttular. Imdi bize vaciptir, kim bunlara hürmet idelim." 39 şeklinde cevap vermiştir. İnsanlara karşı merhametle muamele eden ecdadımız, haksızlığı yapan Müslüman dahi olsa Hıristiyan’ın hakkını savunmada asla tereddüt göstermemiştir. Eskişehir pazarında, Bilecikli bir Hıristiyan’ın çömleklerini alan ve bedelini ödemeyen Germiyan’lı kişiyi Osman Gazi huzuruna getirterek, Hıristiyan’ın hakkını almış ve haksızlık yapan kişiyi cezalandırmıştır. 40. Kaynağını İslam’ın adalet kavramından alan bu ve benzeri adil davranışlar, Hıristiyan halkın gönlünü İslam’a ısındırmıştır. Müslüman Gazilerin yerli halkın kızlarıyla evlenmesi 41, değişik inançlara sahip iki topluluğu daha da kaynaştırmıştır. Kısa zamanda, Anadolu’da yaşayan Rum ve Ermeni ahali Türkçeyi öğrenmiş, Türkler arasında da özellikle Rumcayı bilenlerin sayısı az değildi. 42 Müslüman olan kişi için dini merasim düzenleniyor, eğer bu kişi yoksulsa zenginler tarafından giydiriliyor, yeteri kadar sermaye veriliyordu. Müslüman olan kişinin birden yoksulluktan kurtulması ve toplumda saygı değer bir yer bulması, diğer gayri müslim unsurların İslamı kabul etmesini cazip hale getiriyordu 43. Gayri müslimlerden İslamı kabul edenlere, bazı kolaylıklar sağlanıyordu. Hatta bunların dini bilgileri öğrenmeleri için bazı Vakıf gelirlerinden fonlar ayrılıyordu. Vakıf Altun-aba, Konya şehrinin dış kısmında bulunan ve ons ekiz odası olan hanın gelirinden l/5’ini; yerli ve yabancı olup da İslam dinini kabul eden Hıristiyan, Yahudi ve Mecusilerin sünnet edilmesini, namaz kılacak kadar Kur’an öğrenmelerini temin etmek ve yemek, elbise, ayakkabı ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla vakfedilmiştir. 44. Osman Turan, Vakfiye’nin bu bölümünü zikrettikten sonra "Maalesef pek mahdut olan Selçuklu kaynaklarında bu türlü içtimai hadiselere ait bilgilerimiz yok denecek durumdadır. Bununla beraber, vakfiye örneğinde olduğu gibi, Anadolu’da pek çok İslamlaşma ve İslamlaştırma faaliyetlerinin olduğunda şüphe yoktur." 45 demektir. Yakınlarda tetkik etme fırsatını bulduğum yazma "Melik Ahmet Danişmend Gazi Tarihi"nde, yeni müslüman olanların kalplerini İslama ısındırma konusunda, Melik Ahmet Gazi’nin yaptığı bağışlar şu ifadelerle anlatılmaktadır: "Pes ol kavim müslüman oldular. Melik’in hayli katına geldiler. Melik Danişmend onlara hayma ve barigah verdi. Saz-ı seleb bağışladı. Andan sonra malu hazine verüp cümlesini gani kıldı" 46. Bizim vakfiye ve yazmalar üzerinde yaptığımız tetkiklere göre, gayri müslimlere İslamı sevdirip benimsetmek için gerekli tedbirler alınmış, İslam’ın öngördüğü "müellefet’il-kulub" 47 vakıf sisteminden de yararlanılarak çalıştırılmış, fakat zorlayıcı hiçbir davranışta bulunulmamıştır. Bu konuda Gibbons "Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi altında ahenk ve uyum içerisin de yaşıyorlardı" 48 demektedir.  İslam’ın benimsenmesi için hazırlanmış bu ortamdan yararlanarak toplumun çeşitli kesimlerinden pek çok kimse müslüman olmuştur 49. Osman Gazi’nin yakın silah arkadaşları arasında yer alan ve Harmankaya Rum Beyi olan Köse Mihal 50’da bunlardan bir tanesidir. Fakat bu gelişmelerin yanında Haçlı zihniyetiyle hareket eden ve Padişahları kendi örf ve adetleri yönünde içki ve eğlenceye alıştırmak isteyen, hatta onları inançları doğrultusunda yönlendirmeye çalışanlar da yok değildi. Sultan İzzeddin (1204-1220)’in hassa kölelerinden ve yakın adamlarından olan Rum "Kont Istabi" bunlardan bir tanesidir. Aksarayi bu şahsın olumsuzluklarını şöyle dile getirmektedir. "Bu adam Hıristiyanlık taassubu dolayısıyla… Sultanı içkiye, hayal şeylere teşvik ediyor, Onu müslümanlık vazifesini yapmaktan alıkoyarak uygunsuz işlerle oyalıyordu. Sırf kendi sözünü yürütmek için saltanat merkezini, Konya’dan Antalya ya kaldırmaya çalıştı. Çünkü Sultan, Konya’dan ayrılırsa etrafını çeviren şeyhlerin, bilginlerin öğütlerini dinlemeyecekti" 51. Zira o dönemde yapılan gezilerde bile büyük İslam âlimlerinden Kadı Bediüddin gibi bilginler sultanın yanında at başı beraber yürüyor, ona değerli öğütler veriyordu 52. Yine aynı yazar; 129l’de divan Veziri olan Yahudi asıllı Sadüdevle hakkında da şu bilgileri vermektedir; "Vezirlik ve emirlik yetkileri mutlak onun eline geçtikten sonra, yüreğinde gizlediği müslüman düşmanlığı yolunu tuttu. Müslümanlara karşı şiddet göstermeye ve zulüm yapmaya başladı. Anadolu halkının fikirlerini bozmak için her tarafa elçiler ulaklar gönderdi" 53. Aşıkpaşazade Tarihinde "Yıldırım Bayezid’in sohbet esbabın Las kızı elinden öğrendiği, Ali Paşa’nın yardımı ile şarap ve kebap meclislerinin kurulduğu"anlatılmaktadır 54. Las kızı’nın davranışını, İmparatorluk süresince Osmanlı saraylarında cereyan eden Valide Sultan entrikalarının bir başlangıcı kabul etmek mümkündür. Yukarıda anlatılanlar birlikte değerlendirildiğinde, İslamiyeti kabul etsin etmesin, Hıristiyan tebaa ile devletin bir problemi olmadığı, ancak devşirmelerden ve saraya alınan sultan kadınlardan bazılarının fırsat buldukça kendi milliyet ve inançları doğrultusunda hareket ettikleri anlaşılmaktadır.

Anadolu’nun İskânı ve İslamlaşmasında Dervişlerin Rolü

a) Tarikatların İskân ve İslamlaşma Alanındaki Faaliyetleri ve Devletle Olan İlişkileri

XI. yüzyılın ilk yarısından itibaren Türkler, "daru’l-cihad" olan Anadolu kapılarını zorlamaya başlamışlardır. Bunların başında, İslamiyetin Orta Asya bozkırlarına yayılmasında büyük rolü olan Yesevi tarikatına mensup dervişler geliyordu 56. Maveraünnehir’deki medreselerde yetişen ilim ve tasavvuf erbabı bu dervişler, ticaret kervanlarına karışarak Anadolu içlerine akıyorlardı. Ulaştıkları topraklarda, bilhassa yollar üzerinde tehlikeli geçitleri koruyan, güç geçilen boğazlarda yolculara yardımcı olan ıssız ve kurak arazilerde dinlenecek bir sığınak teşkil eden ve o çağın diliyle "ayende ve revende"ye bir takım sosyal müesseseler kuran hep bu esrarengiz dervişlerdi 57. Kurulan bu sosyal müesseseler, ribat, hankh, tekke ve zaviye gibi isimlerle anılıyordu 58. İslamiyeti, geniş ve yumuşak bir ruh ve mana ile anlayarak göçebelere telkin eden mutasavvıf Türk dervişleri Anadolu’nun İslamlaştırılmasında büyük faaliyet göstermişlerdir 59. Anadolu kapılarının Türklere açılmasından önce, Anadolu içlerine sızan dervişler tarafından kurulan tekke ve zaviyelerle yerli halk ruhen İslam’a ısındırılmış; göçebe Türklerin toprağa yerleşmesi ve yerleşik bir düzen kurarak, bir şehir medeniyeti meydana getirilmesinde önemli görevler icra etmişlerdir 60. Yeni bir sosyal nizam ve adalet telakkisi taşıyan bu esrarengiz Türk dervişleri, ordularla birlikte ve hatta ordulardan evvel fütuhata çıkmış ve karşı tarafı daha önceden manen fethetmişlerdir 61. Bu erenlerin bir kısmı gazilerle birlikte fütuhata çıkarken 62, bir kısmı da tamamen tenha ve boş yerlere yerleşerek, orada ziraat yapıyor ve hayvan yetiştiriyordu. Bunlar her yerde, giderleri bağlı bulundukları vakıf gelirlerinden karşılanan bir zaviyeye sahiptiler.

Aynı misyonla faaliyet gösteren ve Malazgirt zaferinden 23 yıl önce Doğu Anadolu toprakları üzerinde, Pasinler İlçesi’nin Yeğenpaşa köyünde kurulan Halil Divan zaviyesi, tesis tarihi itibariyle çok dikkat çekicidir. Bu zaviye ile ilgili biri Evasıt-ı recep H.440/24 Aralık 1048, diğeri Evahir-i recep H.440/9 Ocak 1409 tarihli olmak üzere Arapça iki vakfiye mevcuttur. 63. 1049 tarihli vakfiye’ye göre, Pulur Bihak (Yeğen Paşa) köyünde Uzbey meşhurlarından Seyyid Şerif Halil Divani, 14 köyü Gürcü taifesi ve Nuşirevan ailesine mensup Melik Misail den 40.000 dirheme; 15 köyü de Melik Bisail’den 60.000 dirheme olmak üzere toplam 29 köyü 100.000 dirheme satın alarak tümünü cizye, haraç gibi rüsumatı ve zimmîlerin öşrü ve koyunları ile birlikte vakfetmiştir. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde, aynı metotla tesis edilen ve bugün bile halen kurucusunun ismiyle anılan birçok köy ve kasaba bulunmaktadır 65. Zaviyelerde; yoksullar, kimsesizler, rind dervişler doyurulmakta, İslamı yeni kabul eden kölelere ücret karşılığında iş verilmekte 66, böylece sosyal bünyede tesanüd sağlanarak hiç kimse aç ve açık bırakılmamaktadır. Müslüman Arap orduları, Anadolu’nun fethi için bir çok defa bu topraklara geldikleri halde; organize misyoner Türk dervişleri teşkilatına 67 ve halkı sosyal, kültürel, ekonomik yönlerden destekleyen camii, medrese, imaret, zaviye, kervansaray.., gibi müesseselere sahip olmadıkları için muvaffak olamamışlardır. Türkler vakıf sisteminden yararlanarak kurdukları bu müesseseler vasıtasıyla halka refah getirmişler, bu da, müslüman olmak için Hıristiyanları cezbetmiştir 68. Zaviyeler, fiziki planda gösterdiği imar ve ihya faaliyetleri ile sosyal bünyede sağladığı dayanışmanın yanında; medeniyetin temel göstergelerinden olan beşeri münasebetlerin gelişmesi ve toplumda temizlik kavramının yerleşmesi gibi konularda da özel gayret göstermişlerdir. XIII. yüzyıla ait Kırşehir Emin Cacaoğlu Nureddin’in vakfiyesinde, zaviyede görevli bulunan personel ile misafirlerin kullanması için fazla miktarda sabun tahsis edilmesi 69 çok dikkat çekicidir. Doğudan itibaren Anadolu topraklarına dalgalar halinde akın eden Türkler, kendilerini toprağa bağlayan bu zaviyeler vasıtası ile süratle yeni vatanları ile kaynaşmışlardır. Türkler, mevcut şehir ve köylere yerleştikleri gibi, terkedilmiş köylere gelerek kiliseleri camiye çevirmişler, bazen yol kenarlarında boş ve hali toprak parçalarını iskana açarak 70, kendilerine has fiziki ve sosyal alt yapılarını tesis etmek suretiyle bu yerleri şenlendirmişlerdir. Hıristiyanlarca da kutsal sayılan eski merkezler üzerine, çoğu zaman aynı yapı malzemesini kullanarak tekkelerin inşa edilmesi, yeni dinin yerli halk arasında benimsenmesinde müspet bir rol oynamıştır 71. Müsamahacı ve telifçi olmaları sebebiyle bu merkezlerde çevrelerine birçok gayri müslimi cezbeden şeyhler, müslümanlığı kolayca kabul ettiriyorlardı. Gayri müslimler ya ateşli ve coşkun dini ayinlerin veya din farkı gözetilmeden hastalara ve yoksullara yapılan yardımın etkisiyle müslümanlığı kabul ediyorlardı 72. XII. yüzyılda Kuşeyri ve Gazali’den sonra, Ehl-i sünnet esaslarıyla iyice telif edilmiş olan tasavvuf cereyanları ve bunlara dayalı tarikatlar, XIII. asır başlarından itibaren Anadolu’ya iyice yerleşmişlerdir. 73. Bunların başında yer alan Rufailik, Kalenderilik, Halvetilik, Nakşibendîlik ve emsali Sünni tarikatlar, gayri müslimlerden ziyade, müslüman halk ile ilişki içerisinde idiler. Tabir caizse, misyonerlik faaliyetleri ile pek uğraşmıyorlardı 74. Buna karşılık eski kam-ozan’ların durumunu hatırlatan akidelere sahip Türkmen Babaları, yarı göçebe oymaklar arasında süratle yayılıyordu 75. Heterodoks tasavvuf akımlarına mensup şeyhler ve dervişler, şehirlerdeki tekkelerde toplanmak yerine, daha XIII. yüzyıldan itibaren sınırlardaki fetih hareketlerine katılıyorlar, yeni fethedilen topraklardaki gayri müslimlerle temasa geçerek, onları ihtida ettirmeye çalışıyorlardı. XV. yüzyılda Rumeli’de yapılan fetihlerin hikâyelerinde Sarı Saltuk, Otman Baba ve Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan) gibi Bektaşilik’e mal olmuş kimselerin adlarının bulunması 76, Anadolu’da başlatılan bir faaliyetin Balkanlarda devamından başka bir şey değildir.

Hacı Bektaş’ın nazarlarıyla irşad edilen ve O’nun emriyle Balkanlara gönderilen Sarı Saltuk, Balkanlarda, büyük çapta İslamlaştırma faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu çabaların sonucu, Gürcistan Beyi adamlarıyla birlikte müslüman olmuş ve Sarı Saltuk’un elini öpmüştür 77.

İslamlaştırma faaliyetlerinin yürütülmesinde, Hacı Bektaş-ı Veli halifelerinin kendi aralarında görev bölümü yaptıkları anlaşılmaktadır. Bir bölümü Rumeli’de bulunurken, Karadonlu, Can Baba, Hoy Ata ve Barak Baba Moğollar arasında görülmektedir. Bu heterodoks Türkmen Babalarının Şamanist Moğollar üzerinde uyguladıkları yoğun faaliyetler sonucu, birçok Moğol kabileleri müslümanlığı kabul ederek Orta Anadolu’ya yerleşip kalmışlar ve tekrar İran’a dönmüşlerdir. 78. XIII. yüzyıl başlarında Anadolu, Türk ve İslam dünyasının her tarafından gelmiş, değişik tasavvuf mekteplerine bağlı, Sünni veya batıni derviş grupları ile doludur. Bilhassa Moğol istilasından sonra; Maveraünnehir, Horasan, Azerbaycan ve Suriye’den göç eden bu derviş ve şeyhler, İslamiyeti ve tarikatlarını yaymak aşkıyla göçebe Türklerin arasına geliyorlar ve yeni mefkûreyi onların anlayacakları bir lisan ve zevk alabilecekleri bedii bir şekil ile yaymaya çalışıyorlardı. 79.  Duygularını sade bir Türkçe ile yazan Yunus Emre’nin (1240-1320) İlahileri, dilden dile dolaşıyor 80 ve Anadolu topraklarına Türkçeyi yerleştiriyordu. Dervişler, geçtikleri yollar üzerinde rastladıkları dağlara, nehirlere, Orta Asya da bıraktıkları coğrafi yer isimlerini veriyorlar, böylece bu toprak parçalarını vatanlaştırıyorlardı 81. Bunların yanında, şehir merkezlerinde yüksek zümreye hitap eden Kübrevilik, Sühreverdilik ve Mevlevilik faaliyet halindedir 82. Uzak İslam ülkelerinden gelen "Hanefıy’ül- mezhep" âlimlerin başında bulunduğu medreseler eğitimlerini sürdürmektedir. 83. Dervişler grubunun yararlı çalışmalarını gören Sultanlar ve yüksek mevkilerde bulunan devlet adamları kurdukları zengin gelir kaynaklarına sahip vakıflarla bunları desteklemişlerdir. Yüksek zümrelere hitap eden Kübrevilik, Sühreverdilik ve Mevlevilik tarikatlarının temsilcisi şeyhlere, Anadolu Selçuklu Sultanlarından İzzeddin Keykavus (1211-1220), Alâeddin Keykubat (1220-1237) ve Selçuklu vezir ve devlet adamları vakıflar tahsis ederek zaviyeler yaptırmışlardır.84. Bu, karşılıklı bir etkileşimdir. Büyük çapta halkın sevgi ve saygısını kazanmış, şeyhlere temlikler yapmak suretiyle Büyük Selçuklu İmparatorluğundan beri Türk Sultanlar, toplumu kendilerine bağlamışlardır. Bağdat’ın istikrarını sağlamak isteyen Abbasi halifesi en-Nasr li-Dinillah (1180-l225)’in Futuvva teşkilatının başına geçmesi 85 Anadolu’da bir güç olarak beliren Ahilik 86’i devlet ve millet yararına organize etmeyi amaçlayan Selçuklu Sultanı I. Keykavus (1211-1220)’un kendi arzusu ile Abbasi halifesi Nazır elinden şalvar giyip kuşak kuşanması 87 Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Bey’in Şeyh Edibali ile olan ilişkileri 88, aynı düşüncenin bir sonucudur. Osman Bey’in uç beyi olarak harekete geçtiği dönemlerde Anadolu’da Ahilik ve Babailik olarak iki mühim tarikat vardı. Her iki tarikatla da ilgisi olduğu sanılan ve Eskişehir’in İtburnu mevkiinde tekkesi bulunan Şeyh Edibali, o havalinin en itibarlı ve sözü geçen ulularındandı. Bir ara Mısır’a kadar giderek dini bilgilerini artırmış olan Edibali’nin kızı ile evlenen Osman Bey, tarikat mensuplarının desteğini sağlamıştır. Nitekim Şeyh Mahmut, Ahi Şemseddin ve oğlu Ahi Hasan sonradan vezirliğe kadar yükselen ve bir Ahi olan Çandarlı Kara Halil, Osmanlı Beyliğinin kurulmasında ve gelişmesinde büyük hizmet etmişlerdir. 89 Osmanlı Beyliği topraklarında tarikat mensuplarının artması, kendisi de bir Ahi 90 ve tasavvufa karşı büyük bir eğilimi bulunan Orhan Bey zamanında olmuştur. Bursa’nın fethinde, Geyikli Baba’nın müridleriyle birlikte yer aldığı 91 ve omzunda taşıdığı kavak ağacını devamlılık sembolü olarak sarayın önüne diktiği 92 Orhan Bey’in Vakfiyesinden Geyikli Baba’ya zaviye tesis ettiği ve giderlerini karşılamak üzere mallar bıraktığı anlaşılmaktadır.93 Osman ve Orhan Beylerin en yakın adamları Geyikli babanın müridleriydi 94 Kardeşi Alâeddin Paşa da dervişlik yolunu tutmuştur. 95. Gaza ruhunu taşıyan dervişleri Orhan Bey’in Bizans topraklarına yaptığı akınlar cezbediyor, Moğol istilası önünden hicret edenlerden başka, Anadolu’nun diğer beyliklerinde bulunan tarikat mensupları da buraya akıyordu. Osmanlı Beyliğinde büyüme istidadı seziliyordu. Zira Osmanlı Beyliği, diğer hiçbir Anadolu beyliğinde  bulunmayan,  Moğolların  istila  bölgesinden  ve  güçlü  beyliklerden  uzak  olmak  ve  sürekli genişleyebileceği Bizans topraklarıyla karşı karşıya bulunmak 96 gibi, üç önemli şansa sahipti.

Aşıkpaşazade’nin Ahiyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum diye isimlendirdiği 97 erenler, yığınlar halinde Anadolu’nun bu kesimine akıyordu. Bunlar Bizanslılara karşı yürütülen gazalara katılıyor, müridleriyle birlikte fethettikleri topraklarda zaviyeler kurarak bölge halkını İslama ısındırıyor, hatta onları müslüman yapıyorlardı. Osmanlı Devletinin kuruluşunda büyük hizmeti geçen bu Rum baba ve abdalları 98 Anadolu’nun Türkleşmesi, iskânı ve İslamlaşmasında önemli görevler ifa etmişlerdir. 99. Cihad ruhunu taşıyan Rum abdalları, Şeyh’lerinin gösterdiği yolda hareketle ordularla birlikte, hatta ordulardan önce Balkanlara geçmişler ve orada yaptıkları yoğun dini propagandalarla yerli halkı manen fethetmişlerdir. 100. Gönüllerini İslam fütuhatının cazibesine kaptıran ve eli silah tutan işsiz güçsüz bir yığın insan evlerini, köylerini bırakarak akıncılığa başlamışlardır. Ellerinde kılıç gönüllerinde zafer aşkı ile yürüyen bu akıncılar Balkanlara geçerek, fethedilen kale ve hisarlara yerleşmişlerdir. Bu yolla Rumeli’nde "Şevket-i İslam" günden güne nusret ve kuvvet bulmuştur 101. Balkanların manevi fatihi olarak bilinen Sarı Saltuk’un türbesi halen Varna’ya bağlı Kaliğre kalesi içerisindedir.

b) Devletin Tarikatlar Karşısındaki Tavrı

Tarikatlar, toplum düzenini bozacak faaliyetlerde bulunmadıkları ve Ehl-i sünnete aykırı davranışları tespit edilmediği sürece devletin himaye ve desteğini görmüştür. Hatta devlet kırsal kesimlere inşa ettikleri zaviyeler vasıtası ile boş sahaları tarıma elverişli hale getirmeleri, göçebe halkın bir toprak parçasına iskân edilerek, yerleşik düzene kavuşturulması, Orta Asya içlerinden kopup gelen Türklerle bu topraklar üzerinde yaşayan yerli halk arasında bir kaynaşmanın sağlanması konularında, tarikatların gösterdikleri olumlu faaliyetlerini görerek, yaptıkları temliklerle bunları teşvik etmiştir. 102 Hükümdarlar ve devlet büyükleri inançlarından dolayı tarikatlara ilgi duymalarını yanında; bunların halkın üzerinde mevcut manevi nüfuzlarından yararlanarak, toplumun destek ve bağlılığını sağlamak gayesi ile de tarikat mensuplarını hoş tutmuşlardır.103. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey (1281-1324)’ın Şeyh Edibali’yi kendisine kayınpeder seçmesinde 104, Orhan Gazi (1324-1362)’nin Geyikli Baba ile olan münasebetinde 105, Yıldırım Bayezid (1389-1402)’in Emir Sultan’a kızını vermesinde ve H.Murad (l421-1451)’ın aynı kişiden kılıç kuşanmasında 106, Fatih Sultan Mehmet (1451-1481)’in Akşemseddin’i İstanbul’un fethinde hiç yanından ayırmamasında aynı düşünceler hâkimdir. Tarikatlara gösterilen bu derece büyük ihtimama rağmen, bunlar başıboş bırakılmamışlardır. Bursa’nın fethinden sonra, Orhan Gazi, o havalide mevcut tarikat ve dervişleri denetlemiş, davranışları İslamiyet’e ve Ehl-i sünnet itikadına uygun olmayanların "Çerağların ve alemlerin ellerinden alarak" bunları Bursa ve çevresinden uzaklaştırmıştır 107. Devlet tarafından alınan tedbirler, bu ve benzeri kişilerin İslami gerçek manada öğrenmeleri için medreseler açılması, camiiler de ders halkaları ihdas edilmesi, zaviyelere alim ve fazıl insanlar tayin edilmesi suretiyle sürdürülmüştür.108 Orhan Gazi Bursa’da inşa ettirdiği zaviyenin şeyhliğine "Mevlana-yı İmam ve sadrü’l-humam, şeyh-u meşayıhı’l-İslam salik-i mesaliki tarikat kaşif-i esrarı’l-hakikat nuru’l-milleti ve’l-hakkı v’ed-din" 109, vasıflarına sahip bir kimseyi tayin etmiştir. Bununla da yetinmeyerek, "zaviye-i mezburiye nüzulden hiç kimse men olunmaya, İlla meğerki fasık olup fıskını ilam ve izhar eyleye. Ve- yahut bînamaz ve tarik’üs-salat veya bid’at ehli olup bid’at ve dalaletini izhar eyleye..’110, dedikten sonra, bunların zaviyeye alınmamasını vakfiyesinde şart etmiştir.  Yine tarikat mensuplarının ibadet konusunda ihmalkâr olmamaları için vakıf Emir Ahmet bini Mehmet Buhari, "…camiin yanına yaptırdığı 10 hücreli zaviyede sakin olan sofiyyenin bitişikte bulunan camide beş vakit namazı cemaatle eda etmelerini 111 vakfiyesinde istemiştir. Devlet büyükleri aldıkları bu tedbirlerle kaynağını İslam’dan alan otoriteye dayalı bir adalet kavramı çerçevesinde, tebaa ile bütünleşmeyi ve bu yoldan içtimai istikrarı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu amacın sonunda, güçlü bir devlete ve huzurlu bir topluma kavuşma arzusu yatmaktadır. Devlet kendini istediği bu hedefe götürecek her meşru vasıtaya başvurmuş; nihai hedeflerde sapmaya yol açan veya açacak davranışları sürekli kontrol ederek, gereken tedbirleri almakta hiç tereddüt göstermemiştir. Yıldırım Bayezid (1389-1402), davranışlarıyla devletin ön gördüğü adalet anlayışına ters düşen kadıları, toplatarak hapsettirmekten çekinmemiştir. 112.  Batıni görüşlerle ayaklanan Baba İlyas ve Şeyh Bedreddin, kuvvet kullanılarak bastırılmıştır. Ancak devlet, her şeyin bununla bitmeyeceğinin farkındadır.

Din ve mezhep ayrılıklarını ortadan kaldırmayı ve insanları mistik bir Tanrı sevgisi etrafında toplamayı amaçlayan Şeyh Bedreddin isyanının peşinden, Hacı Bayram Veli’nin temsil ettiği Ehl-i sünnete uygun Bayramiye tarikatının kurulması ve özellikle II. Murad’la (l42l-145l) Edirne’de yapılan görüşmelerden sonra devletçe sağlanan temlikler ve devlet büyükleri tarafından bu tarikat adına kurulan vakıflar 113, devlet-tarikat ikilisinin nihai hedefler için bütünleşmesine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Siyasi amaçlarla devlet-tarikat iş birliğine bir başka misal de, II. Bayezid (l48l-15l2)’in, Mevlana (1207-1273) ile birlikte Hacı Bektaş-ı Veli’nin (l209-1270) türbelerini onartarak 114, Bektaşilerin gönlünü alması ve Şah İsmail (1502-1524)’in Doğu Anadolu’da başlattığı alevi ayaklanmasına bir karşı tedbir alarak, Balum Sultan (?-l516)’ı Diyarbakır ve havalisine göndermesi 115, Bektaşilerin Şah İsmail ile birlik olmasını önlemiş, böylece Yavuz Sultan Selim’in (15l2-1520) başarılı olması zeminini hazırlamıştır. Bektaşi babalarının Yeniçeri ordusuna pir seçilmesi de sebepsiz değildir. Bu kararın alınmasında Bektaşi tarikatı prensipleri arasında gaza fikriyatının zikredilmesi 116’nin yanında; zannediyorum devşirmelerden meydana gelen Yeniçerilerin Türkleştirilip İslamlaştırılması gayesi de vardır. Devlet büyük halk kitlelerini her türlü sapmalardan korumak ve sağlıklı bir toplum meydana getirmek amacıyla İslami esaslara uygun faaliyet gösteren tarikat şeyhleri ile sürekli iyi ilişkiler içerisinde bulunmuş ve bu yolla tebaanın nabzını elinde tutmuştur. Bir zamanlar, aynı sistemden yararlanılarak Konya ve çevresinin Mevlana, Kırşehir ve çevresinin Hacı Bektaş-ı Veli, Ankara ve çevresinin de Hacı Bayram-ı Veli vasıtasıyla bir tek güvenlik görevlisine hacet kalmaksızın asayişi temin edilmiş, yöre halkının devlete bağlılığı sağlanmıştır.

Sonuç

Bizans, İran ve Arapların çatışma alanı halinde bulunan Anadolu, Türklerin bu topraklara ayak bastığı XI. yüzyılda, nüfus yoğunluğu, istikrar ve ekonomi bakımından en elverişsiz günlerini yaşıyordu. İskân ve istikrar için olumsuz bu şartlar; 107l’den itibaren Türkmen Babalarının öncülüğünde Anadolu’nun iç kısımlarına akın eden soydaşlarımızın kurduğu zaviyelerin çevresinde meydana getirilen köy ve kasabalarla ortadan kaldırılmıştır.

Kaynağını İslamiyet’ten alan, otoriteye dayalı adalet kavramı ile devlet tarafından sağlanan istikrar ortamı içerisinde, tarikat şeyhlerinin öncülüğünde Anadolu toprakları imar ve ihya edilmiştir. Hem mutasavvıf, hem savaşçı olan bu dervişler gurubu, yol kenarları ve boş topraklar üzerinde zaviyeler inşa ettikleri gibi, terkedilmiş, köy ve mahallelere de yerleşerek, eski dini yapıların yerine kendi dergâhlarını kurmuşlar ve sağlanan bu ortak noktadan hareketle yerli halkın İslamlaşmasını sağlamışlardır. Kaynaklara dayalı olarak anlatmaya çalıştığımız hususlardan, devletleriyle bir bütünlük içerisinde XIII-XV. yüzyıllar arasında, dervişler eliyle Anadolu’nun iskânı ve İslamlaşmasında büyük çapta hizmet verildiği anlaşılmıştır. Ayrıca, ilk iskân ve İslamlaşma faaliyetlerinin ardından, nihai hedefler için, devlet- millet bütünleşmesinde, tarikat mensuplarının toplum üzerindeki manevi nüfuzundan fazlasıyla yararlanılmıştır. Devlet, işletilen bu sistem sayesinde toplumun nabzını elinde tutmuş ve tebaanın bağlılığını sağlamıştır. Esasen bu sistem, bir bütün olarak, kendi dönemi içerisinde, nev-i şahsına mahsus orijinal metotlarla çalışarak,
önemli bir görev icra etmiştir.

1- TOĞAN, Zeki Velidî Umumi Türk Tarihine Giriş. İst. 1946. s.182

2- TURAN Osman: Selçuklular Zamanında Türkiye, sf.1971 s.1l2.

3- KÖPRÜLÜ. Fuad Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Ankara I972, 2.bs. s.69

4- TURAN, Osman: Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, sf.1969, c.II. s.3

5. UZUNÇARŞILI, Hakkı; Osmanlı Tarihi, Ankara 1928, C.l, 4.bs, s.11

6- COLES. Paul: Avrupa’da Osmanlı Tesirleri, (Terc. Vecdi Bürün), sf.1975, s.16

7. BABINGER, F; "Anadolu’da İslamiyet. İslam Teşkilatının Yeni Yolları" E.F.M.II, İst.1922 s.189; Ocak, Ahmet Yaşar. Bazı Menakıbnamelere Göre XIII-XV Yüzyıllardaki ihtidalarda Hetorodoks Şeyh ve Dervişlerin Rolü" O.A.II, İst. 1981, s.31

8- KÖPRÜLÜ. s.99

9- YÜCEL Yaşar XIII-XV. Yüzyıllar Kuzey Batı Anadolu Tarihi Çoban Oğulları, Candaroğulları Beylikleri, Ankara, s.131

10- UZUNÇARŞILI, Hakkı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1984, 3.bs.s.247

11- İBNI Bibi: Anadolu Selçuki Devleti Tarihi (Terc. M. Nuri Gençosman) Ankara 1941, s.13

12- Aksarayi: Selçuklu Devletleri Tarihi (terc.M.Nuri Gençosman) Ankara 1943, s.179

13- Aynı eser s.175

14- Aynı eser s.137

15- OCAK, Ahmet Yaşar: Agm. S.35

16- KÖPRÜLÜ s.110

17. Kuran-ı Kerim 2/256

18- OCAK, Ahmet Yaşar Agm,s.34

19-  TEKİNDAĞ:  Şehabeddin  ‘Osmanlı  Devletinin  Kuruluşu  Hakkında  Yeni  Görüşler"  Atatürk Konferansları, s.Vll.-1975, Ankara 1980, s.67

20- KOPRÜLÜ, s.97

21- OCAK, Ahmet Yaşar: Babailer isyanı, İst. 1980, s.77

22- Aynı eser, s.135; KÖPRÜLÜ, Fuad: "Anadolu’da İslamiyet, Türk istilasından sonra Anadolu’nun Tarihi Dinisine Bir Nazar ve Bu Tarihin Menbaları" E.F.M.II, sf.1922, s.288

23-YALTIKAYA. M. Şerafetfin: "Şeyh Bedreddin md" IA. İst.1979. c.II.s.446

24- Aşıkpaşa Tarihinde bu husus şu ifadelerle anlatılmaktadır: "Osman Gazi Karacahisarı aldı. Şehrin evleri boş kaldı ve Germiyen vilayetinden ve gayri vilayetlerden hayli halk geldi. Osman Gaziden evleri dilediler, Osman Gazi verdi. Sehl (kolay) zamanda (şehir) mamur oldu, Bir nice kiliseler vardı rnescid ittiler, Ve pazar dahi kurdular Ve bu kavim ittifak ettiler kim cuma namazın olalım ve hem bir kadı dahi dileyelim dediler. Osman Gazi, kadılık ve hatipliği Dursun Fakih’e verdi Cuma hutbesi Karacahisar’da okundu. Bayram hutbesi de Eskişehir de okundu. "Aşıkpaşazade. Tevarıh-ı Ali Osman), İst. ‘1332, s.18

25- İbni Bibı, s.45

26- ORUÇ bin Adil el Kazzaz, Katib’ül Edirnevi: Tevarih-ı Ali Osman (Naşiri, Dr.F.Babinger). Hanufer 1343, s.15. Aşıkpaşazade s.42-43

27- BAlNGER: .Agm, s 191

28- TURAN, Osman Cihan Hâkimiyeti C.I, s.175

29- BALTACI Cahid XV ve XVI Asırlarda Osmanlı Medreseleri. İst.1976, s.61 7

30- KURAN, Abdullah: Anadolu Medreseleri, Ank,1969, C.I. s.41-113

31- UZUNÇARŞILI: Anadolu Beylikleri s.229-234, YUCEL s.11-14, KURAN. s.115-148

32- UZUNÇARŞILI Osmanlı Tarihi C.II, s.583-588

33- KÖPRÜLÜ. s.86

34-Ayverdi, Ekrem Hakkı İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nüfusu, Ank 1958. s.5

35-ORUÇ Bey, s.28, SHAW. Stanford J1 Osmanlı imparatorluğu ve Modern Türkiye(terc.Mehmet Harmancı) 1982, C.l, s.58

36- BARKAN Ö.Lütfi: ‘Osmanlı İmparatorluğunda Bir iskan ve Kolonizasyon ve Metodu olarak Vakıflar ve Temlikler -II" VDS. İst. 1974, 2.bs. s.279-386

37- VRYONIS, Speros: The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Proce of Islamization from the Eleventh through the Fitteenth Century, London, 1971, s.356

38- İznik’in fethinden sonra Orhan Gazi burasının idaresini oğlu Süleyman Paşa’ya verdi. Taraklı Yeniçeri ve Göynük’ün halkı bu yerleri kendi istekleriyle Süleyman Paşa’ya teslim ettiler. "Süleyman Paşa ol kadar adl etti kim, ol vilayetin halk iderlerdi kim, nolavdı, bunlar bize kadim zamandan beg olaydı. Çok köyler bu müslümanları gördüler ve müslüman oldular (Aşıkpaşazade: s.43

39- Asıkpaşazade: s.14

40- A/nı eser. S.12

41- Aynı eser, s.42, BABİNGER Agm, s.194

42. KÖPRÜLÜ, s.110

43- VRYONIS Speros Age, s.357-358

44- TURAN Osman "Şemseddin Altun-aba Vakfiyesi ve Hayatı" Belleten, CXI, Ank.1947,211-212

45- TURAN, Agm. S.212

46- Melik Ahmed Danişmend Gazi Tarihi Ahmed İbn-ı Muhammed tarafından yazılmıştır Bu nüsha H 1240 tarihini taşımaktadır Şimdilik başka nüshalarının bulunup bulunmadığı bilinmemektedir. Eser halen halk arasında Tekkeşin Ahmed Efendi adıyla bilinenen Niksar’da mukim Ahmed Ünal Bey’in e1indedir. Kitabın başında 20 sayfa Arapça mukaddime bulunmaktadır Mukaddimeden sonra 251 varak olan kitap, 22 s.17 cm ebadındadır.’

47- Kur’an ı Kerim Xl/60

45. GİBBONS: Osmanlı, İmparatorluğunun Kuruluşu (Terc. Ragıp Hulusi), İst. 1928, s.63

49. TURAN: A.g.v. s.215

50. ORUÇ Bey: s.9-1O

5l. Aksarayi s.145

52. Aksarayi s.145

53. Aksarayi: s.232

54. Aşıkpaşazade 69, Benzer açıklamalar için bkz. (ÇORUH. Şinasi: Emir Sultan Tercüman 1001 Temel Eser, Tarihsiz, s.138-139

55. SHAW. CI, s.53-66-147

56.KÖPRÜLÜ, Anadolu da İslamiyet, s.296

57. BABINGER: Ag.m. s.197

58- EVICE, Semavi: "Kırşehir de Karakari Kalender Baba ılıcası İ.Ü.Ed. Fak, Tarih Enstitüsü Dergisi, s.2 İst.1971, s.229-254

59. TURAN. Osman: "Türkler ve İslamiyet AU. D.ve Tarih Coğrafya Fok. Dergisi, Mayıs-Haziran 1946, C.VI s.4, s.467; KÖPRÜLÜ; Anadolu’da İslamiyet. S.403

6O. ÖZTÜRK Nazif: "Doğu Anadolu’da Vakıf Hizmetler Tebliği, Bu tebliğ, 13-15 Mayıs 1985 tarihleri arasında Tunceli’de, yapılan "Doğu Anadolu’nun (sosyal. Kültürel ve iktisadi) Meseleleri Sempozyumunda sunulmuştur s.9

61- BARKAN, Ömer Lütfi: "İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler" VD,İst.1974, C.II, 2.bs, s.283

62. HASLUCK, Ferederik W: Christianity And İslam Under The Sultans, Oxford, 1929, Volume II s.501: Rum Gazileri denen zümre, fütüvvetin seyfi kolunu temsil ediyordu Bu bakımdan Anadolu eserleri, derviş oldukları kadar da savaşçı idile. (GÖLPINARLI Abdulbaki "İslam ve Türk illerinde Fütüvvet Teşkilatı ve Kaynakları" İ.Ü.İk. Fak,Mec.İst,1950, C.XI, s.80)

63- İbrahim Hakkı KONYAL Vakfiyede yazılış itibariyle kelime hatalarının bulunması ve III. Sultan Murat zamanında yapılan tahrirlerde Yeğenpaşa zaviyesinin 5 vakıf köyü gösterildiği halde, belgelerde köy sayısının 29’a çıkartılması hususlarında bahisle, vakfiye hakkında fiyatla karar verilmesini belirtmektedir. (Abideleri ve kitabeleri ile Erzurum tarihi İst.1960, s481-487) Bu durum rnevcut vakfiyenin orijinal vakfiye olmadığını, belki de kaybolduğu için sonradan kaleme alındığını göstermektedir. Ancak, Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey (1040 1063)’in Pasinler ve Deveboynunu geçerek Erzurum’a kadar gelmesi (Konyalı A.g.e. s.25) III. Sultan Murad (1574-1595) döneminde yapılan Doğu Anadolu Tahrir Defterinde Pasinler Yeğen Paşa köyünde aynı isimde bir zaviyenin mevcudiyeti (Konyalı a.g,e. s.482), ayrıca vakfiyede "Gürcü" ve "Fors" isimlerinin geçmesi, o tarihlerde Pasinlerin bu toplulukların etki alanında bulunması gibi hususlar, belirtilen tarihlerde söz konusu köyde böyle bir zaviye tesis edilmiş olmasını kabul edilmez olarak göstermemektedir.

64.  Halil  Divani’nin  440 1048  Tarihli  Vakfiyesi- VGM. Arşivi Def. No 606/20 s.103,  s74-77

65. II. Kılıç Arslan’ın saltanatı döneminde Dediği Dede tarafından H.576/M 1180 tarihinde yaptırılan tekke etrafında kurulan ve bu tekkeye izafeten bugün bile "Tekke" köyü diye anılan Konya-Doğanhisar’a bağlı köy, söylemeye çalıştığımız hususa tipik bir örnektir. (BAKIRER Ömer ‘Dediği Dede ve tekkeleri’ Belleten, CXXXIX Ankara 1975, s.455); yöreye adını veren bir başka tekke de Abdal Musa tekkesidir. (AKÇAY İlhan: "Abdal Musa Tekkesi" VII. TT.Kongresi Bildirileri, Ankara 1972, C.l, s360 373)
66- TEMİR Ahmet: Kırşehir Emin Cacaoğlu Nur el-Din’in 1272 tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ank. 1959, s133

67- VRYONlS- a.g.e, s.356

68- Aynı eser, s.351-352

69- TEMİR: s.134

70- OCAK, Ahmet Yaşar: "Zaviyeler’ VDS XII. Ank 1978, s.262

72- HOLUCK- A.g.e, s.572-573

72- TURAN: Cihan Hâkimiyeti, C.II, s.166 167- OCAK, "Zaviyeler’ s.267

73- KÖPRÜLÜ, M,Fuad: ‘Abdal Mad." Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, İst, 1935, C.1. s.37

74- OCAK: A.g.m., s.36

75- KÖPRÜLÜ: "Abdal’ m.37

76- OCAK A.g.m., s.37

77- GÖLPINARLI. Abdulbaki:Yunus Emre ve Tasavvuf, İst.1961, s.30

78. OCAK: A.g.rn., s.42

79-KÖPPÜLÜ Fuad: Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ank. 1976, 3. bs., s.2

80- BABİNGER: A.g.m. s.205

84. KÖPPÜLÜ; Anadolu’da İslamiyet, s.289

82- Aynı eser. s.388

83- Aynı eser s.404

84- OCAK, Zaviyeler, s.254, KÖPRÜLÜ, Anadolu’da İslamiyet, s.293

85- TAESCHMER, Franz: "İslam Ortaçağında Futuvva (Fütüvvet Teşkilatı)’ İ.Ü.İ.F.K, C.XV, İst. 1955, s.12

86- XIV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu şehirlerinde dolaşan İbn Batuta, Ahi’ler Bilad-ı Rum’da sakin Türkmen akvamının her vilayet, belde ve karyesinde mevcuttur. Ecanibee ibrazı re’fet ve fütüvvet, it’amına ve ifayı havayicine musara’at cebabireyi tenkil ve imha ve a’van-ı zulm ve teaddi ile bunlara iltihak eden eşiraayı katl ve ifna hususunda bunların dünyada misli yoktur. Oraca Ahi, gayri müteehhil ve mücerred gençlerden ehl-i sanat ve sairenin bi’l-içtima kendilerine reis intihap ettikleri adama itlak ve bu cemiyete dahi Fütüvvet tesmiye edilir" (İbni Batuta Seyahatnamesi, (terc.M.Şerif. Paşa), sf.1330, s.312, Ahi’lik hakkında geniş bilgi için bkz. ÇAĞATAY, Neş’et: "Bir Türk Kurumu olan Ahi’lik". Ank. 1972; ÇAĞATAY, Neş’et "Fütüvvetçilikle Ahiliğin Ayrıntıları" Belleten, C.XL, Ank. 1976, s.423-438

87- TAESCMNER: S.17, KÖPRÜLÜ: İlk mutasavvıflar, .211-215

88- Aşık paşazade s.6-7

89- UZUNÇARŞILI; s.105-106

90- TAESCHNER: s.21

94- TEKİNDAĞ: A.g,m. s.68

92- İbn-i Kemal: Tevarih-i Al-i Osman D.II, (rıeşreden Şerafettin Turan), Ank.1983, s.9-91

93. Aşıkpaşazade: s.46-47 Tekindağ, Şehabeddin, A.g.m., s.68 vakfiyede Orhan Gazi’nin Bursa’da yaptırdığı zaviyenin şeyhliğini Yakup İbn’il-merhum el-Hac Mehmet Damat Bereketuhu Hazretlerine verdiği belirtilmektedir. (VGM. Arşivi 761/1359 tarihi Orhan Gazi Vakfiyesi Def. No: 574, s.99)

94- İbni- Kemal. s91

95- Aynı eser, 5.73

96- COLES: s,16

97- Aşıkpaşazade.205

96- XlV. yüzyılda Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Abdal lakabını taşıyan tanınmış Türk dervişlerinin yaşadığını gördüğümüz gibi ; XV. asırda Rum Abdalları ismini taşıyan bir dervişler zümresinin mevcudiyetini de tarihi menbaalar bize haber vermektedir.. (KOPRÜLU, Abdal, s.28)

99- OCAK: Babailer İsyanı 5.169

100- BARKAN: A,g,m., s,294

101- İbn-i Kemal: s.155-156-157 lO2. BABİNGER: s.198
103- KOPRÜLÜ: Anadolu da İslamiyet, s.293

IO4- Aşıkpaşazade s.6

105- İbn-l Kemal: s.93-95

106- ÇORUH: s.129-133

107- Aşıkpaşazade: s.46: İbn-i Kemal s,90

108- KÖPRÜLÜ: Anadolu’da İslamiyet, s.404-405

109- Sultan, Orhan Gazi’nin 761/1359 tarihli vakfiyesi, VGM. Arşivi, Def,No.574 s.99

110- Sultan Orhan Gazi: A.g.v. s.99 s.58

111- Emir Ahmet bin Mehmet Buhari’nin 918/1512 tarihli Arapça Vakfiyesi, VGM. Arşivi, Def- No633,

112- Aşıkpaşazade: s.70, Oruç bey: s.29

113- BAYRAMOĞLU: Fuat  Hacı  Bayram-ı  Veli,  Yaşamı,  Soyu  Vakfı,  Cil,  Ank.  1983,  s.27

114- BAHA. Said: "Bektaşiler, Balum Sultan Erkânı" Türk Yurdu, c.V, İst. 1927, s.314

115. Aynı eser, s.314

I16- COŞAN M. Esad Hacı Bektaş-ı Veli MAKALAT, İst. 1986, s.1/28

Kaynak: http://anadolutarihi.googlepages.com

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*