Yaşayan İsmaililiğe Kısa Bir Bakış

İsmail Kaygusuz

Suriyeli İsmaili araştırmacı Dr. Moustapha Ghaleb, Dr. Sheikh Khodr Hamawi'nin Introduction To Ismailism (Beirout 1970) yapıtının önsözünde şunları yazmaktadır.
"Politik ve sosyal görünümünden hareketle İsmaili öğretisini incelemeye çalışan herhangi bir araştırmacı açıkça görebilir ki İsmaililer, tarihlerinin bütün dönemleri boyunca daima ideal bir toplum yapılanmasını hedef aldılar. Peygamberin buyrukları ve Kuran'ın hükümlerinden esinlenip, adalet temelleri üzerinde duran bir insan toplumunun çatısını kurmayı ve bireyi rahat ettirmeyi sağlayacak insancıl ve felsefi kurallara göre bu hedefe yönelmişlerdir."
"İsmaililikte en büyük bölünme 11. yüzyılda oldu. İmam Mustansir'in ölümünden sonra, Mustansir'in gerçek ardılı İmam Nizar'ı, askeri birliklerin kumandanı tahttan indirdi ve kardeşi el-Mustali onun yerine geçirildi. (Fatimide state 1964 p. 170 -176)"
Arif Tamir bölünmelere ve günümüzdeki kolları üzerinde biraz daha geniş açıklamada bulunuyor:
"İsmaililer, diyor, Şiiliğin kollarından olan bir İslam mezhebini oluştururlar. Farklı dönemlerin tarihsel yapıtlarında onlar değişik adlar altında zikredilirler: En eskileri Karamita ve Batiniya (Karmatiler ve Batıniler); daha sonrakiler Sabiya ve Talimiya diye adlandırılırlar. Günümüzde İran’da onlara Muridan-i Aga Han-i Mahallati denilir. Orta Asya’da Mullai, Hindistan’da ise Hocalar (Nizariler) ve Bohoralar ya da Bohralar (Mustaliler) vb. adlarını alırlar."
"Suriye’deki Nizariler Salami, Kadmus, Massiyaf ve Kavabi’de yaşamaktadır; İran’da Horasan ve Kirman eyaletlerinde; Kuzey Afganistan’ın Celalabad ve Bedehşan’da; Batı ve Doğu Türkistan’ın yukarı Oksus, Yarkud vb. kesimlerinde otururlar. Hindistan’ın kuzeyindeki Çitral, Gilcit, Huuza vb.yerleşim alanlarında, Batı Hindistan’da ise Sind, Gucerat, Bombay vb. bölge ve kentlerinde; gerçekte Hindistan’ın her tarafında kalabalık koloniler halinde ve Doğu Afrika’da yaşamaktadırlar.
Bohralar ya da Hindistan Mustalileri genel olarak Gucerat’ta, Orta Hindistan ve Bombay’da çoğunluktadır. Doğu Afrika’da birçok koloniler oluşturmuşlardır. Sadece birkaç yüzü Süleymani, diğer hepsi Davudidirler. Son olarak Yemen’de ve Nigran’da binlerce İsmaili vardır ve çoğunluğu Süleymanidir…" (Arif Tamer, La Qasida Safıya, Texte arabe établi et annoté, Dar el Machreq Editeurs-Emprimerie Catholique, Beyrouth, 1967, "Giriş Bölümü")
Bu yazıyı, Alamut İsmaililiğinin (Nizariliğin) inanç, siyaset ve felsefesini incelemeyi amaçladığımız, tarihsel bağlamda İsmaili çalışmamızın kısa bir girişi olarak sunmaktayız. Bizce, 9. yüzyılın ortalarında Zeydi Aleviliğinin girdiği Anadolu, 12. yüzyılın başlarından itibaren, Batıni inanç olarak Alamut İsmaili-Aleviliğinin yoğun biçimde etki alanına girmiştir. Bu etki, 13. yüzyılın ortalarından sonra da (Post-Alamut dönemde) Anadolu, Azerbaycan, Gilan, Horasan İran ve Hindistan'ın köy, kasaba ve dağlarında açık-gizli, sürekli kılık değiştirerek dolaşan İsmaili İmamları ve Dailerinin olağanüstü çabaları sonucudur. Onların Sufizme İmamolojiyi ve toplumsal yaşam politikasını benimseten İsmaili inanç ve felsefesi tarafından, etki aralıksız sürdürülmüştür. Örneğin, ikinci post-Alamut İsmaili İmamı Kasım Şah'ın (1310-1370) yaşamının bir bölümünü, Anadolu'da Alevi-Bektaşiler arasında geçirdiğini İsmaili kaynakları söylemektedir. Ayrıca Kızılbaş Safevi Devletinini oluşumunda, dönemin İsmaili İmamların, Kızılbaş Türkmen dedebegleri ve Şah İsmail ile kurdukları yakın siyasi ilişkiler ve savaşçı destekleriyle katkıda bulunmuş olduklarını biliyoruz.
Bu nedenlerden dolayı Alamut İsmaililiği (Nizarilik) bizi çok daha yakından ilgilendirdi. Ancak Alamut İsmaililiğine adını veren Nizar'ın (ölm. 1095) kardeşi Mustali billah'ı (ölm. 1101) izleyen İsmaililerin kimler olduğu ve tarihsel süreçlerine de kısaca değinmek gerekiyor. Arif Tamir'in yukarıda kısa alıntı yaptığımız yazısından vermek istediğimiz özet bu gereksinmeyi giderecektir, diye düşünüyoruz. Arif Tamir şunları yazıyor:
"…Mısırlı İsmaililer arasında süren umursamazlık, Mısır Fatımi İmamları çizgisi çökünceye dek Mustali’lere yön verdi. Al-Amir 542/1130’da öldürülünce, genç oğlu ve mirasçısı al-Tayyib (ki onun yaşadığından tarihçiler hep kuşku duymaktadırlar) “sır olmak” kavramında yerini aldı. Son beş Mısır Fatımi halifesi, kendilerini İmam olarak düşünmediler ve son adalet gününde (Kıyamet’te) gelmesi beklenen İmam olan al-Kaim adına hutbe okundu. Fatımi geleneğinin temsilcileri Mustaliler, yine büyük gizlilik içinde herhangi bir yerde yaşayan ve zaman dolduğunda görünüm alanına çıkmaya hazır, al-Tayyib’in halefleri olan imamlara inanmaktadırlar".
"Mustalilerin yönetim merkezi Yemen’e geçti ve yönetimin başına onların Dai al-Mutlak’ı geçti. Mısır’daki ve Kuzey Afrika’daki İsmailizm hayret uyandırıcı bir hızla ortadan kayboldu. Yemen’de aşağı yukarı 500 yıl boyunca belli-belirsiz bir durum içinde tutundu. Fakat olaylar, 17. yüzyılın başlarında ilk sömürgeciliğin oldukça genişlediği Hindistan’da tamamıyla farklı bir gidiş, bir süreç oluştu. Bu süreç İsmaili özgün topluluğu için çok önemliydi; Dailerin bazılarını kendi yerleşim alanlarından Hindistan’a taşınmayı zorunlu kıldı."
"Bu taşınma, birbirine hasım olmuş İmam ailelerinin neden olduğu başka bir anlaşmazlığı birlikte getirdi. 26. Dai olan Davud bin Aga bin Şah’ın ölümünden (999/1591) sonra, Ahmedabad’daki çoğunluk (Davudiler), 27. Dai olarak Davud bin Kutub Şah’ı izledi. Oysaki Yemenli kesim (Süleymaniler) Süleyman bin Hasan’ı tuttular. O zamandan beri Süleymani Daisi Yemen’de, Davudilerin Daisi Bombay’da oturmaktadır. Az önemli de olsa başka bazı anlaşmazlıklar daha vardı. Ancak belirtmek gerekir ki, Davudi ve Süleymaniler arasında gerçekten değişmez inançlar, ayrılıklar mevcut değildir."
"Bir daha yinelersek, son Fatımi imamı olan çocuk-İmam al-Tayyib 526/1131 yılında ortadan kayboluyor; babası da otuzunda. Oniki İmamcı Şiilerin gizli İmamı olan 12. İmamın (Mehdi) babası Hasan al-Askari ile aynı yaşta ölmüştür. Al-Amir’inkine benzemekten uzak pak, soylu ve yumuşak kişilik sahibi olduğuna inanılır Al-Tayyib'in. Bu kayboluşla, İsmailizmin Batı kolu da İmamlığın sır olması dönemine girdi.. Uygulama olarak da, Oniki İmamcı Şiilerinkiyle benzer bir ruhsal durum içinde buluştu. Tıpkı bu Şiiler için, yeryüzünde görünüm alanına çıkan imamlardan onikinci gizli İmam ile tamamlandığı gibi; aynı şekilde 21. İmam olarak Al-Tayyib’in sır olmasıyla, Muhammed peygamberden itibaren İmamların üç yedili dönemi tamamlanmış oluyordu. İmamlığa gelince, Batı İsmaili kolu böylece devr-i satr’a (gizli döneme) girmiştir. İmamın göründüğü (zuhur) ve görünmediği (satr) dönemler arasındaki bu ayrımı, birbirinin ardından (sırayla) büyük kozmik dönüşüme biçimsel değişim kazandıran gizlenme çağları (devr-al satr) ve açığa çıkma çağları (devr-al kaşf) tanımlamasıyla karıştırıp karıştırmamak kuşkusuz önem arzeder. Burada kısa bir açıklama gerekirse; onların bu tanımlaması, insanlığın bağlı bulunduğu statünün, ruhsal (manevi) olduğu kadar fiziksel (maddi) anlamda da bir devirden diğerine tamamıyla farklı bir geçişini hedef almaktaydı. İmam’ın sır olmasının birinci sonucu, Fatımi geleneğini izleyen İsmaililerin pratikte inançsal bağlılıklarını, Nizari İsmaililerin yaptıkları gibi görünür bir İmama değil, görünmeyen İmamın temsilcisi olan Dai al-Mutlak’a gösteriyorlardı. "Batılı İsmaililer" denilen bu kol, eski Fatımi İsmailizmi geleneğini ara vermeden ve yüzyıldan yüzyıla geliştirip yenilemeden sürdürdüler." (Arif Tamir, La Qasida Safıya, Texte arabe établi et annoté, ibid.).
Bugün "Batılı İsmaililer"in Davudi Bohralar kolu Hindistan ve Kaşmir'de yaşamaktadırlar. Sayıları otuzbin kadar olduğu bilinen Bohralar, Arif Tamir'in söylediğinin tersine son yıllarda "bir gelişim ve yenilenme" süreci yaşamaktadırlar. Progressive Davoodi Bohras (İlerici Davudi Bohralar) adı altında reformcu bir hareket, Bohra inançsal önderi (Dai al-Mutlak) ve onun yönetimine karşı mücadele vermektedir. 70'li yılların ortalarından beri bu mücadelenin başında Dr. Asgar Ali Engineer bulunmaktadır. Bohra dailer ailesinden bir Şeyh'in oğlu olan Asgar Ali tıp ve mühendislik okumuş; İslam tarihi, dinsel felsefe ve inançlar, siyaset üzerinde kırktan fazla kitap yazmıştır. Asgar Ali Engineer din, politika ve felsefe alanında çok iyi yetişmiş ve çok tanınan ilerici bir demokrat aydındır. Dai al-Mutlak'ın kendisine bağlı Davudi Bohraları (Mustali İsmaililere) kul-köle gibi görmesi; gerçek İsmaili inanç felsefesi ve siyasetinden uzaklaşıp, kendi özçıkarlarını öne alarak onları sömürmesi üstüne yazıları ve kitaplarıyla yaptığı yoğun eleştirileri yüzünden, 13 Şubat 2000'de Mumbai'deki Santa Cruz hava alanında suikasta uğramıştır. Suikasttan ağır yaralı olarak canını kurtaran Asgar Ali'nin, Progressive Davoodi Bohras reformcu hareketin web sitesinde yayınlanan, 52. Dai al-Mutlak, Seyyidina Muhammad Burhanuddin Sahib'e yazdığı açık mektuptan (Progressive Dawoodi Bohras: An open letter to Sayedna) aşağıya aldığımız bazı paragraflar hareket hakkında açık bilgi vermektedir:
"Sayın Seyyidina Muhammad Burhanuddin Sahib,
Tanrı size uzun ömürler versin,
Bu mektubu size bir birey olarak göndermiyorum. Gerçekte o, görünüşte reformcu olmayanlar dahil binlerce Bohra'nın görüş noktasını sunmaktadır. Bohralar, 52. Dai al-Mutlak önderliğiniz altında hem dinsel hem de sosyal büyük bir karışıklık içine girmiş bulunuyor. Mustali-Tayyibi inancının dinsel hiyerarşisinde Dai al-Mutlak'ın durumu son derece önemlidir. Davudi Bohra topluluğu, bu kutsal makama her zaman yoğun inanış göstermiş ve onların bu inancı geçmişteki Dailer tarafından asla ihanete uğramamıştır…
Bildiğiniz gibi, Bohra topluluğu, özellikle 17. yüzyılın son safhası boyunca çok sıkıntılı zamanlar geçirdi. Bahra Daileri bile zindana atıldı ve şehit edildiler. Fakat onlar, bütün bu düşmanlıklara ve felaketlere büyük bir cesaret ve metanetle dayandı ve cemaatın inançsal önderliğini yürütmeyi sürdürdüler. Hiçbir kuşku vermeksizin, gerçek ve sade bir yaşam örneğini klavuz edindiler. Sabır ve şükür içinde değişmeden kaldılar…
Eğer kurumunuz (Mutlak Dailik) kölelik kültürünü sürdürecek kadar dışarıda kalmışsa, sizden ne beklenebilir? Kurumunuz tarafından asla saygı gösterilmeyen insan hakları ve demokratik haklar gibi yeni bir kültür nasıl bekleyebiliriz? Siz, zamanımızın hayal edilebilen ve edilemeyen tüm lüksünden yararlanmanıza rağmen, düşünsel olarak sadece geçmişte yaşamıyorsunuz, aynı zamanda bütün cemaatı ortaçağ karanlığına itmiş bulunuyorsunuz…
Siz kendinizi sultan al-Bawahir, yani Bohra'ların kıralı olarak görüyor çocuklarınızı prens ve prenses, bu demokratik çağda oturduğunuz evi Saray olarak adlandırıyorsunuz. Kölelik kültürünü yayıyor ve en hafif bir karşıkoyum şiddetli biçimde tarafınızdan cezalandırılıyor… Herşeyi kendiniz ve aileniz için alıp götürüyosunuz, zaten topluluktan zorla topladığınız kapital üzerinde oturuyorsunuz. Zekat olarak ayrılan paraları bile, açlık sınırında yaşayan binlerce Bohra arasında dağıtmayı reddediyorsunuz. Toplanan Zekat, Kuran buyruklarının tersine, kurumunuz tarafından lüks yaşam, dünya tatantanası ve gösteriler için kullanılmaktadır…
Kabul etmek zorundasınız ki, sizin önderliğiniz altında şiddet kültürü Davudi Bohralar arasında yayılmıştır… Kurumunuz tarafından sık sık şiddete başvuruluyor; reformculara-ilericilere saldırılıyor, evleri ve işyerleri dağıtılıyor. Hatta gazeteler ve gazeteciler terörize edilmeye çalışılıyor…
Bohralar asla fanatik ve fundamentalist olmadı. Onlar daima, açık oluşları ve özgür-liberal görüşleriyle tanınıyorlardı. Siz bazı İslam ülkelerini taklit ederek, Bohralar arasında fundamentalizmin en kötü çeşidini yarattınız. Onları gerçek İslamdan saptırıp, size Tanrı gibi tapılmasını sağladınız. Bu İslam değil, bir kişilik (şahsiyet) kültüdür… Daha önce hiçbir Dai, sizin afaroz etme (mezhepten tardetme) işlemi altında yaptığınız gibi, yazdırdıklarını körükörüne izlemeleri için Bohralara zor kullanmamıştır. Zaten 'Davet' dilinde afaroz (ex-communication) kavramı yoktur…
Din uygulanmasında zorlama yoktur (la ikrah fi' al-din) ve siz tüm insan haklarını çiğnemek, Bohralara köleleriniz (`abd-e-Syedna) gibi muamele etmek istiyorsunuz. Biz reformcular diyalog kültürüne inanıyoruz. Siz yazılı buyruklar, fermanlar çıkartma ve itiraz edeni cezalandırmaya inanıyorsunuz. Reformcular entellektüel (düşünsel) kültürü teşvik etmek istiyor, siz onu baskıcı kültürünüze bir araç gibi düşünüyorsunuz. Baskıcı-buyurucu kültür (authoritarian culture), daima düşünsel kültürün karşısındadır… Reformcular, sosyal ve politik olaylarda daima demokratik değerlere inanmış ve sorumluluk ve saydamlık öğretilerini uygulamaya çalışmışlardır. Biz bu değerler için mücadele etmekteyiz ve bunlar için mücadele etmeyi sürdüreceğiz inşallah! Saygılarımla
Asghar Ali Engineer, March 18, 2001
Diğer yandan büyük çoğunluğu oluşturan Nizari İsmailileri Hindistan, Pakistan, İran, Afganistan-Pamir, Suriye ve bazı Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde cemaatler olarak yaşamaktadır. 20 milyonu aşkın olduğu söylenen bu büyük inançsal topluğun önderi Nizar'ın soyundan gelen 49. İmam olarak tanınan Kerim Aga Han'dır. İmamlık kurumuna ya da ailesine dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşamakta olan İsmaili topluluklarından yılda 60 milyon Sterline (yaklaşık 120 trilyon lira) yakın gelir geldiği bilinmektedir. İnanç kimliklerini kabul ettirdikleri ve büyük-küçük topluluklar halinde yaşadıkları ülkeler dahil, İsmaililerin çeşitli Batı ülkelerinde (20 ülke) Üniversiteleri, Araştırma Enstitüleri ve Cemaat Örgütlenmeleri bulunmaktadır. Nizari İsmaililerin bir bayrağı ve anayasası vardır; deyim yerindeyse bu topluluk, başkanı, bayrağı, hazinesi, anayasası ve -belki meclis ve hükümet gibi kabul edilebilecek- Dailerden oluşturulmuş bölgesel ve üst konseyleri olan, fakat kendilerine ait vatanı bulunmayan devlet örgütüne sahiptir.
Günümüz Nizari İsmailiğinde Kuran (Zahiri) İslamı ve Batıni İnanç Sentezi
Günümüz Nizari İsmailiği, Alamut geleneğinden kısmen saparak, Fatımi ortodoksizmine yakınlaşmış. Belki daha doğrusu, kendilerini İsmaili Şiiler olarak tanıtan İsmaili Daileri ve cemaat önderleri, Kuran İslamı ile tarihsel batıni felsefe ve öğretilerinin sentezi biçiminde bir yapılanmaya reforme etmiş görünüyorlar. Batıni Dailer (Baba İlyas-Baba İshak, Hacı Bektaş, Şemseddin Tebrizi; daha sonraları post-Alamut İsmaili İmamları, Fazlullah Hurufi, İmaduddin Nesimi vb.) aracılığıyla taşınan öğretileri ve inanç kurumlarıyla Anadolu'da batıni Aleviliğin kökleşmesinde büyük çapta etkili olmuş Alamut Nizari İsmaililiği, bugün Şiiliğe biraz daha yaklaşmış durumda ya da öyle görünmek zorunluğu duymaktalar yayınlarında. Çünkü çeşitli ülkelerde yaşayan İsmaili inançlı halkları arasında kendimiz araştırma yapamadığımızdan, ancak dünyaya açılan tanıtıcı yayınları yapan İsmaili resmi aydınlar çevresinin bize aktardığı bu bilgilerle yetinmek durumundayız. Gevşek şeriatla da olsa Şiiliğe yakınlaştırılması oranında, Anadolu Aleviliğinden biraz daha uzağa düşmektedirler. Yukarıda İsmaili kollarındaki siyasal, yönetimsel ve reformcu bazı hareketlerden zaten söz etmiştik.
Şimdi günümüz İsmaili din bilgini ve önderlerinin, Kuran ayetlerinin giderek artırılan zahiri (exégéses exotériques) ve -bereket kısıtlanmamış- batıni yorumlarına (exégéses esotériques) dayalı (unutmayalım ki Karaçi'deki İsmaili Üniversitesi ve Kahire'deki El-Ezher'de Kuran'ın Batını ve Zahiri Tefsiri dersleri okutulan bölüm ve kürsüler bulunmaktadır) inançsal yapılanma içinde yenileştirilmiş gibi görülen kuramları ve tapınma kurumları ve de insanı merkez alan öğretilerilerine kısaca değineceğiz. Bu yenileştirmeci ya da geliştirmeciliğin, 1970 yılında Beyrut'ta yayınlanarak Nizar soylu İmam ailesine adanmış Introduction To Ismalisme (İsmaililiğe Giriş) adlı kitapta kristalleştirildiğini görmekteyiz. Ancak Kuran'ı ve İslamı, şeriat bağlamında dahi, Ortodoks İslamdan (Sünnilik ve Oniki İmamcı Şiilikten) çok farklı yorumladıklarını görmezlikten gelemeyiz.
Burada yapabileceğimiz ise, kitabın yazarı Dr. Sheih Khodr Hamawi (Şeyh Hıdır Hamavi), bu kitaba uzunca bir önsöz yazan Dr. Mustapha Ghaleb ve kitap hakkında İsmaili Websitesine genişçe bir yazı yazarak onu tanıtan Abualy A. Aziz'e dayanarak konuyu özetlemek olacak.
İlk iki çağdaş Suriyeli İsmaili yazardan Dr. Khodr Hamavi, 1929 Salamieh doğumlu ve halen Lübnan'da yaşayan tanınmış bir avukattır. İsmaililik üzerinde yaptığı çalışmalarından dolayı Karaçi Üniversitesinden Allame (geniş bilgi sahibi, büyük alim) derecesi almıştır. Çok yetkin bir avukat olduğu kadar Dr. Khodr dinbilimi, tarih ve ekonomi üzerinde birçok araştırmaları vardır. Yazarın yakın dostu ve Tanzania Dar es-Selam (Barış evi) Daisi olan Abualy, yazısının başında kitabın içindekilerinin listesinden sonra Dr. Ghaleb'in önsözünü veriyor.
Abualy, "Dinlerin Karşılaştırmalı İncelenmesi", "İslam ve Bölünmeleri" ve "İsmaili Öğretisi" üç ana bölüm içeren kitaptaki bütün konuları kısa olarak işleyip tanıtmışsa da üçüncü bölümü daha uzun tutmakla kalmamış kitabın yazarının ağzından yazmayı tercih etmiştir. Biz de önce Mustapha Ghaleb'in önsözünden kısa bir alıntı yapacağız. Sonra da Abualy'nin yazısından vereceğimiz sadece üçüncü bölümüne ilişkin çeviri özette de aynı yöntemi kullanacağız.
Dr. Mustapha Ghaleb'in Önsözünde İsmaililik İnanç ve Felsefesi Üzerinde Değinmeler
"Çeşitli çağlarda İsmaili bilgin ve filozofları, İslam düşüncesinin gelişimi; onu daha aktif daha verimli yapmak ve tüm dünyada bilgiyi ve bilimi yaymaya daha uygun hale koymak için çok şey yaptı. Bazı noktalar ve hedefleri paylaştıkları Caferi mezhebinin kuralları ve kökleri üzerindeki inançlarına bağlı kaldılar. İsmaililer ve Caferi Şiilerin üzerinde biraraya geldikleri en önemli nokta İmamlık sorunu ve İmam Ali Bin Abi Talib'in soyundan gelen bir İmam'ın varlığının gerekliliğidir.Bu inanç her iki mezhebin dinsel anlayışının temeli olarak düşünülür. Her ikisi de İmamlığın (İmamat), Peygamberliğin (Nübüvvet) devamı olduğuna inanır. Fakat İsmaililikte Monotheism (Tanrısal birlik) en önemli ögedir…O kendisinden Akl-ı Kull'u (Büyük Akıl, Logos) ya da birincil varlığı yarattı ve onu diğer bütün varlıkların sebebi yaptı. Sonra o, yaşamdaki hareket ve duyguların kaynağı olan ilk varlık-Büyük Akıl/Ruh- aracılığıyla, ondan doğacak bütün insani nitelikleri yarattı."
"İsmaili Öğretisi eylem (iş, amel) ve bilgi, ya da Zahir ve Batın temelleri üzerinde durur. İsmaililere göre dinin temelleri şunlardır: Dua (namaz), temizlik, oruç, hac ve vilayet (velilik). Vilayet hepsinin en önemlisidir. Çünkü, bir mümin Tanrısını bilip, ona saygı gösteriyor, Peygamberin mesajını kabul ediyor ve dinsel görevlerini yerine getiriyor, fakat İmama itaat etmiyor ve onu inkar ediyorsa büyük günah işlemektedir."
"Batıni bilgi olan gerçek ibadete gelince; bu aşağıdaki ve yukarıdaki varlıklara ilişkin derin bilgi ve doğru yorum demektir. Ayrıca, monotheism ve ruhsal dünya içindeki ayırdedicilik hakkında üretilen derin bilgiler ve İsmaililerin ondan çıkarttığı gerçek Nübüvvet nitelikleri, bir dinsel felsefedir: Bu Evrendeki bütün varlıklar Tanrının iradesiyle ikiye bölünmüştür: Zahir ve Batın. Kuran ayetlerinin bile zahiri ve batıni açıklamaları vardır. Batıni açıklamaları İmamlar, büyük Dailer ve Hudud'dan başkaları bilemez."
"Eğer İmam İsmail babası hayattayken de ölseydi, İmamlık onun oğlu Muhammed'e geçecekti mutad olduğu gibi. İsmaililer bugüne dek, İmam İsmailin oğlu Muhammed ve onun soyundan gelenleri izlemektedirler."(1)
"İsmaililer bazı alt bölümlere ayrıldılar. İlk dikkate değer olanı, İmam el Hakim bin Amr Allah'ın ölümünden sonra bir grup İsmaili tarafından tanrısallaştırılmasıdır; bunlar El Hakim'in ölmediğini ve birgün dünyanın sonunu getirmek için ortaya çıkacağı ve Tanrısal adaleti sağlayacağını ileri sürüyorlardı. Bu gruba Druziler adı verilir.(2) ve Lübnan, Suriye ve Filistin'de yaşamaktadırlar. Fakat İsmaililerin büyük çoğunluğu El-Hakim'in oğlu el-Zahir'i ve İmam Mustansir Billah'a kadar onun soyundan gelenleri izlediler. Asıl burada İsmaililikte en büyük bölünme oldu. İmam Mustansir'in ölümünden sonra, Mustansir'in gerçek ardılı İmam Nizar'ı, askeri birliklerin kumandanı tahttan indirdi ve kardeşi el-Mustali onun yerine geçirildi."(3)
"İmam Nizar, Kahire'deki yandaşları ve özellikle İran'daki Daisi Hasan Bin Sabbah'ın yardımıyla hapisten kaçtı; Suriye'ye ve oradan da İran'a gitti. Al-Mustali'yi takibedenler önce Mustaliler olarak tanındılar. Zamanımızda ise Bohralar olarak Yemen'de, Hindistan'da ve Doğu Afrika'da yaşamaktadırlar. Zamanın İmamı H. R. H. Kerim Ağa Han'a kadar İmam Nizar'ı izleyenlere, Nizari İsmaililer, İsmaililer ya da Agahaniler (Hocalar) olarak bilinmektedirler."(4)
İsmaililiğe Giriş: İsmaili Öğretisinde Ku'ran, İmam-Veli, İnsan
Toplumun hizmetinde kutsal metin oluşturan bir inanç; özel bir felsefe ve yaşam veren; insan ile ortaya çıkan ve onu herşeyin ekseni yapan bir inanç hakkında yazmaya çalışacağım. Bunun en güzel tanımlamalarını İkhvan al- Safa'dan yaptığımız alıntılarda bulacaksınız:
"Kocaman evren sizi ilgilendirirken ya da içinize koca bir evren sığarken, siz kendiniz insanın küçük bir şey olduğunu mu düşünüyorsunuz?(5) Kapasitesi içerisinde Tanrı'ya benzeme girişiminde bulunan insandır; en iyi ve en mükemmelliğe erişmekle, tanrısallığın hudutlarını yakalayan da insandır. Bu inançla, bütün dinlerin özde bir olduğu yargısına varılıyor; çünkü tümünde insanın, arınmış yüce ideallere bağlı ve kapasitesinin izin verdigi ölçüde daha fazlaca Tanrı'ya benzeme olan bir hedefi vardır."(6)
İsmaililik öyle bir felsefi inançtır ki, Platonculuk, Aristotelescilik, Pytagoras ve Epikurosculuk arasında birlik oluşturur. Ta başlangıçtan beri bu inanç, tektanrıcı ve hep gerçeği arayan düşünsellik (intellectuel) idi. Bu, Tanrının yeryüzündeki mazharı olan İmamlar tarafından ve bununla yaratıklara yol göstererek korundu.(7)
İsmaililikte Veliler
Tanrı dostları (Veliler) için ayırdedici işaretlerden biri, onların her çağın ve her yerin kendileri için bütün koşullar altında eşit duran halktan olmalarıdır. Onlar için her gün bir Cuma ve her gün bir bayramdır ve her yer bir cami; bütün yönler Kıble'dir, çünkü "her nereye dönerseniz, orada Tanrının yüzü vardır" ayetini anımsayalım. Tanrı dostlarının bütün hareket ve davranışları tapınma ve sessizlikleri ise itaat oldu.(8)
Tanrı İsmaililer için mutlak olarak herşeyin üstünde (transcendent, çünkü eşi ve benzeri yoktur), herşeye gücü yeten (omnipotent, çünkü herşeyin yaratıcısıdır, çünkü hiçbirşey onun iradesi olmaksızın var olamaz), heryerde hazır ve nazır (omnipresent, çünkü o zamanın ve mekânın ötesindedir; onun dışında hiçbir yer ve zaman yoktur) ve herşeyi bilen (omniscient, çünkü herşeyin nedeni odur; zamanın ötesinde mevcut olduğundan onun için geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman yoktur)(9) tek varlıktır.
Eğer Tanrı'ya yakıştırılmış diğer sıfatlardan herhangi birini alıyor ve onları dikkatle deniyorsak biz, bütün bu nitelikler (sıfatlar) için zeminin bu nesnel dünyadaki kendi deneyimimiz olduğunu keşfediyoruz. Bu, insani sıfat ve nitelikleri Tanrı'ya atfetme ve böylece, O'nun hakkındaki İslami vahdet kavramına kesinlikle karşıt olan insan biçimli Tanrı fikri yaratma sonucunu doğuracaktır.
İmam ve Gerçekliğin Bilgisi
İsmaili evrenin yaratılışı (Cosmogony) kuramında, bir hiyerarşi oluşturan mantıksal bir düzen vardır. Bu hiyerarşi içinde daha evrensel ve daha mükemmel ögeler, daha az mükemmel ve daha az evrensel olanları itaat altına alır, onlara egemen olur. Burada, Tanrı'nın birincil iradesi ya da buyruğu (amr), onun altındaki herşeyin üstündedir ve onun hepsine hükmeder.
Kendi içinde bütün evreni ve evrensel oluşumları tutmaktadır. İkincil olan Akl al-Kulli (Tümel Us-Akıl), ise daha az mükemmel ve Amr'den (Buyruk) daha az evrenseldir, böylece ona itaat eder; ancak o, kendi altındaki herşeyden daha mükemmel ve daha evrenseldir. Böylece, onların hepsinden çok üstün ve hükmedicidir, aynı olgu geri kalanın gerçeğidir…
Aynı hiyerarşi, dinsel görünüşlerin Amr'i, ruhsal ülkeleri ya da İmamlık kurumuyla bir tutulan birincil iradeye uygulandı.(10) Bu, tüm evrensel gerçeği içine almaktadır. Bu tanrısal gerçek (Hakikat) peygamberlere, kendi halklarına taşımak ve a anlayabilmelerini sağlamak üzere vahyedildi. Tanrısal gerçeği yaklaştırma-bir noktada birleştirme olayına Davet ve İmam'a da Davet sahibi (Sahib al-Davat) adı verildi.
Bu hiyerarşinin (derecelenmenin) tepesinde Natık (konuşan) adıyla peygamber ve ona Samit (konuşmayan, sessiz) adıyla eşlik eden İmam bulunur. Peygamber varolduğu sürece İmam konuşmaz, yani görevde değildir, onun için Samit denir. Ancak peygamberin ölümünden sonra, tanrısal gerçeği (Hakikat) halka göstermeye-açıklamaya o devam edecektir. Burada o Akl-al Kulli'ye eşitlenmiştir. Bunun için İmamlık, gerçeğin açıklanması için evrensel ilke olarak (as the cosmic principle) devam etmeli. İmamlar arasında fark yoktur, çünkü onlar içlerinde aynı tanrısal gerçeği tutarlar-bulundururlar ve çağdaşlarının anlayışına uygun olarak onu açıklığa kavuştururlar. İmam Hakikat'ın koruyucusudur; burada o sadece, kurtuluşa ve mutluluğu elde etmeğe götüren tek yoldur. O insanın gerçek ruhsal önderidir.(11) İmam'ın kendisi tanrısal gerçeği (Hakikat) halka açıklamaz. O, Huccet'e ve Daiye öğretir ve onlar onu halka dolaşarak va'az eder (anlatırlar). Bu şekilde ruhsal derecelenme (hierarchy) İmam, Huccet, Dai ve Mustacib tarafından izlenecektir.(12)
İsmaililikte Kuran İslamı, İnsan, Tapınmada Dört Aşama ve Boyutları
İslam sadece inanç demek değildir, o aynı zamanda işleri (amelleri) ifade eder. İçinde inancınızı yeteneklerinizi en iyisine göre uygulayabileceğiniz dünyanın yaratılışını o anlatır. Kısacası, inanç ve tapınma törenlerinin, dinsel ögelerinin hepsi araçtır ve kendikendileri içinde son bulmaz; çünkü son iyi ameldir (eylemdir), iyi sözdür; insan toplumunun ve o toplum içindeki bireyin gelişim ve yükselişidir. İşte bunun içindir ki bu araçlar; onlar tarafından insanın sona ulaşması ve gerçekleştirme olasılığı kapsamında, zaman ve yere, insanın ve toplumun gereksinimlerine göre uyum sağlatıp değiştirilebilir. Bizler İsmaili inananlar olarak yaşamımız içerisinde dört aşamada (ya da dört kapı geçerek) yolumuzu sürdürüyoruz:
I- Şeriat (Hukuk)
II- Tarikat (yol)
III- Hakikat (13)
IV- Marifet-İrfan
I- Şeriatı iki boyut içinde algılıyoruz:
1) Teslim olma, teslimiyet (İslam)
2) İnanç (İman)
II- Tarikatı üç boyutta uyguluyoruz:
1) İtaat / kulluk etme
2) Açığa vurma / tebliğ etme
3) Biat etme / el etek tutma (al-bayat)-Mithak
III- Hakikatı iki boyut içinde anlıyoruz:
1) Güven / tevekkül / Emanet-(al-amanat)
2) Tanrı birliği / Tanrısal birlik (al-tavhid)(14)
IV- Marifet-İrfan aşaması tek boyutludur.
Bütün bu boyutları, İsmaililerin dünya üzerinde her gün ezbere okudukları-yaptıkları dua içinde bulabiliriz.(15) Yazılı Dua, sözlü duanınkinden çok daha derin anlama sahiptir.
11.12.1966 tarihli, Cemaat-ı Laşkar için Mübarek Ferman içinde Hazret İmam Efendimiz dedi ki:
"Duanızı öğrenirken, onu sadece ezberlememeli, fakat ne anlama geldiğini de öğrenmelisiniz. Şöyleki, Fatiha'nın ne anlama geldiğini sorarsam, bana anlatabilesiniz. İşte bunun için sadece ezbere bilmekten çok Dua'nın anlamını öğrenmeniz çok önemlidir. Size en sıcak hayırdualarımı veriyorum"
Bu derinlik ve mecazi anlamların dikkatli incelemesi, dinin yedi boyutunu içine alan I- Şeriat, II- Tarikat, III- Hakikat ve IV- Marifet gibi dört aşama içindeki eylemlerle yürütüldüğünü gösterir.
I- Şeriat'taki birinci boyut Teslim Olma (İslam), Kuran'ın özünün Başlangıç'ta (yani Fatiha Suresinde) simgelenen İslamdır: (16)
1) Esirgeyen bağışlayan Tanrı'nın adıyla, 2) Övgü ve övülmeler (Hamd) alemlerin Rabbi olan Tanrı'ya özgüdür, 3) O esirgeyici ve bağışlayıcıdır, 4) O büyük Yargı gününün sahibidir, 5) Yalnız sana tapınırız, yalnız senden yardım umarız, 5) Sen bize doğru yolu göster, 6) Kendilerine lütuf ve sunularda bulunduğun kimselerin yolunu (göster), gazaba uğramışların ve sapmışlarınkini değil. (Kuran 1,1-7)
Tanrı zamanın ve sonsuzluğun ötesindedir, yani zamandan ve mekândan münezehtir. Ancak Tanrı'nın Merhamet ve Şefkat özellikleri (sıfatları) zaman ve boşluk içindedir; Esirgeyici (rahman) ve Bağışlayıcılık (rahim) ise sadece maddi görünüşler için kullanımdadır. Böylece zaman ve mekânın ötesinde olan Tanrı, bu sıfatlarla zamanın ve mekânın içine getirilir.
2) İkinci boyut, İnanç:(17)Kuran, er-Rahman'a (Esirgeyici) şu nitelikleri verir: "Er-Rahman (Esirgeyici) arşta taht üzerinde oturur" (Kuran 20, 5); "Biz sadece seni, alemler için er-Rahim (Bağışlayıcı) olarak gönderdik" (Kuran 21, 107); "(Ey Muhammed) de ki, eğer Rahman'ın (Esirgeyici) bir oğlu olsa, ona tapınanlar arasında birinci ben olurum" (Kuran 43, 81).
İşte bu ayetler, er-Rahman'ın (Esirgeyen) İmam'a simge oluşturduğunu ve er-Rahim'in (Bağışlayıcı) ise Muhammed peygamberin tebliğine (bildirimine) simge olduğunu belirtmektedir. Bundan başka, kutsal Kuran'da, bu simgeciliğe destek oluşturan aşağıdakiler gibi daha pekçok ayetler bulunuyor:
"İmamlarıyla birlikte bütün insanları biraraya çağırdığımız gün…" (Kuran 17, 17) Üstelik Fatiha (başlangıç, giriş) suresi, İnanç (İman) veTeslimiyet (İslam) aşamaları arasında bir geçiş hükmüdür ve Kutsal Kuran'da İslam, Tanrı için daha yüksek durumdadır:
"Onlar İslama girmiş olmalarını sana yaptıkları bir iyilik (yardım) gibi düşünüyorlar. De ki: İslamlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimseler iseniz bilesiniz ki, sizi bu inanca erdirdiği için asıl Tanrı size lütufta bulunmuştur." (Kuran, 49, 17)
Sonra açıktır ki, her Müslim (teslim olmuş, yani müslüman) mutlaka bir Mümin (inanç sahibi, inanmış) kişi değildir. Bu yüzden İnanç (İman) ile(18) biz Şeriattan Tarikata (Yola) geçeriz; Kuran'da buyurulan "eğer onlar doğru yolda olurlarsa, ya da yolu korurlarsa onlara bol miktarda su vereceğim" (Kuran 73, 16) ayetine uyarız.
Burada dikkat edilecek tek şey, ne zaman Tanrıdan bize doğru yolu göstermesini isteyeceğimizdir. Bu bizim, yoldan çıktığımız anlamına gelmez ve biz Tanrı'ya onu kullanmamız için bize rehberlik etmesini rica ediyoruz. Tam tersine, biz Tanrı'ya, zaten İmam tarafından gösterilen bu Yol (Tarikat) üzerinde bizi koruması için yalvarırız. Bunu Tanrının, Peygamberin ve Zamanın İmamının emirlerini bilip onları yerine getirerek yaparız. Bu ilişkiyi kurup, ve inancı (İman) gerçekleştirdikten sonra ancak: "Senin önünde secdeye kapanıyorum ve sana güveniyorum, benim gücüm sendendir. Ve ey bütün yaratıkları koruyucusu olan Sen, beni de korumana al" diye yakarabiliriz. Bizim Zamanın İmamına ve onun buyruklarına teslim olmamız da (19), esas olarak kutsal yasalara itaat ve bilgimizden doğan İnancımızın gerçekleştirilmesi üzerinde temellenir. Dua: "Tanrım, seçmiş olduğun Muhammed'i, sevdiğin Ali'yi ve Kutsal İmamları ve de inancımızın kanıtını yaşatan günümüzün İmamını kutsa ve mübarek kıl!"
Şimdi artık ikinci aşamaya, yani Tanrı'ya ulaşma ve kurtuluşu elde etmeye götüren yolu (Tarikat) anlatmaya geçebiliriz.
II- İkinci aşama, Tarikat'ı (20) üç boyut içerisinde uygulamaktayız:
1) İtaat / kulluk etme (el-taat)
2) Açığa vurma / tebliğ etme (el-tebliğ)
3) Biat etme / el etek tutma (el-bayat) -Mithak.
1) İtaat ya da kulluk etme, üçüncü genel boyuttur(21): Tanrı'nın, onun Peygamberi ve zamanın İmamının emirlerine itaat etme, Kutsal Kuran'da denildiği gibi en baş özelliktir: "Ey inanan Tanrıya, peygamberine ve aranızdaki büyük otoriteye itaat ediniz (Kuran 59, 17: Elimizdeki Kuran nüshalarında bulamadık İ.K.). "Ve İmam'da açığa çıkan herşeyi (yetki ve bilgiyi) biz verdik, onu yetkili kıldık (Kuran 36, 12: Bulamadık İ.K.). Bu ayetler işte bizi hedefimize, yani İmamlık gerçeğine yaklaştırmaktadır. Bunlar bize, yetki ve bilgiyle donatılmış olan zamanın İmamına itaat etmeyi buyurmaktadır. Biz, onun yol gösterici ruhuyla mutluluk ve barış evine gireceğiz. Gerçekte bu ayetler, İmamlığın ebedi yaşayan kanıtı ve onlara itaat bizim ruhsal yükselişimiz için bir açıklamadır. Ayrıca biz zamanın İmamının buyruklarına boyun eğmekle, Dar el-Selam'a (Barış Evi) girmek için seçilmeye çok daha fazla layıkız. Dua: "Yüce Tanrım, barış sensin ve barış senden gelir ve bütün barış senin üzerinde kalır. Ey Tanrım bize ömür boyu barış ver! Bizi, senin yüceliğinle kutsanmış barış evinden içeri sok, Saygıdeğer efendimiz Yüce Sahip"
2) Dördüncü boyut Tebliğ boyutudur.(22) Bu, Kuran'ının aşağıda verdiğimiz ayetinde ifade edilmektedir: "Ey Resulum, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer onun vahiylerini bildirmezsen elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır…" (Kuran 5, 67) Bu vahyin özünün bildirimi (tebliği) ile İslam tamamlandı ve olgunlaştı.(23) Bu tebliğ, Muhammed Peygamberin 632 yılında Mekke'ye yaptığı Son Veda Haccı esnasında yerine getirildi. İşte tam bu Hac sırasında yukarıda zikredilen Kuran ayeti indirildi. Peygamber, derhal halkı Gadirhum adı verilen merkezi bir yerde topladı ve yüksekçe bir yere çıkarak Ali İbn Abi Talib'in elinden tutup yanına aldı. Şöyle söyledi: "Ben kimlerin efendisi isem Ali onların da efendisidir." Ve arkasından bildirdi: "Arkamda iki şey bırakıyorum: Tanrının kitabı ve soyumdan gelenleri. Onlar uzun bir sicimle (bana) bağlıdırlar ve Hüküm Gününe (Kıyamete) kadar ayrılamazlar. Gerçekten, eğer onlara sarılırsanız, asla yolunuzdan sapmazsınız." (Sahih Muslim, vol II, s.230 ve Hanbeli Sünni mezhebinin kurucusu Ahmed İbn Hanbel, Musnad Alkabir..) Sonra Ali'ye dönerek, "ya Ali dedi, sen benim kardeşimsin; sen benim halefim, temsilcim ve soyumdan gelen İmamların babasısın". Bu görev tamamlanınca, Kadiri Mutlak'tan şu ayet geldi: "…Bu gün sizin dininizi mükemmeleştirdim, ve üzerinizde lütuf ve keremlerimi tamamladım, size din olarak İslamı seçtim" (Kuran 5, 3)
Şu halde İslam, Muhammed'in Davet'inin sürekliliğini gerektiren İmamlık olmadan tamamlanmış olmayacaktı.
Böylece tebliğin esasını tanımladıktan sonra, tesbihimizi (duamızı) söyleyebiliriz: "Ölümsüz, Sonsuz olan Allah'tan başka tanrı yoktur…Son gerçek ve kanıt olan Allah'tan başka tanrı yoktur…Ali'den başka yiğit, Zülfikar'dan başka (yetkin, keskin) kılıç yoktur."
Böylece yukarıdaki duadan sonra bu, Ali ve onun soyundan gelenlerin sonsuz yaşayan gerçek; onların kendilerinin sonsuz gerçeklik ve Adalet gününün Efendileri olduklarının kanıtı olacaktır. Öbür yandan Ali, İmamlar tahtına doğrudan atanmış bulunan zamanın İmamını tanımlar, Zülfikar ise üstün gücü olan İmamlığı ifade eder. Yani, Hazreti Ali ve evlatları yaşayan İmamlardır ve İmamın gücü de bundan dolayı üstün güçtür. Büyük güçlükler ve zorlukların hiçbir anlamı yoktur biz, bizimle birlikte olan son zaferle yüz yüzeyiz.
3) Beşinci Boyut: El etek tutma/İkrar verme (el-Bayat) -Mithak. Biat etme kutsal Kuran'ın aşağıdaki ayetinde belirlenmektedir: "Sana biat edenler, böylece Tanrı'ya biat etmiş olurlar; Tanrı'nın eli onların elleri üzerindedir. İkrarını bozan kimse, kendi ruhuna zarar verir. Tanrı'ya verdiği ikrarda duran (ahdine vefa gösteren) kimseye ise, Tanrı büyük bir ödül bağışlayacaktır." (Kuran 48, 10)
İmamlara saygıya gelince, hiçbir koşul altında vaz geçilmeyen Tanrıya tapınma ile ilişkilidir. Onlara ikrarımızın söylemlerle yerine getirilmesi de, önemsiz bazı değişimler olsa bile, ödün vermediğimiz bir çeşit ibadettir. Eğer bir inanan Tanrı'ya tapınır-saygı duyar, ama Peygambere itatsızlık ederse, onun tapınması boşa gidecek ve Peygambere saygısızlığından dolayı cezalandırılacaktır. Daha da fazlası eğer bir kişi Tanrı'ya ve Peygambere saygılı davranıyor, fakat zamanın İmamına itaatsızlık ediyorsa; uygulamada o kimse Tanrı'ya da saygısızdır. Tanrı onun kendisine ve Peygamberine gösterdiği saygı ve tapınmayı, zamanın İmamını inkar ve ona saygısızlığından ötürü, asla kabul etmeyecektir. Ancak, Tanrı'ya, Peygambere ve zamanın İmamına biatını-ikrarını yerine getiren kimse, Tanrı'nın Kuran'da (48, 10) kendilerine "büyük ödüller vadettiği" topluluğa dahil olanlardan sayabilir.
III. Üçüncü Aşama Hakikat'tır. Bu aşamayı iki boyut içinde uygularız:
1) al-Emanat
2) al-Tawhid (Tanrısal Birlik)
1) Emanet altıncı boyuttur:
Bu boyut Kuran'ın aşağıdaki ayeti ile başladı: "Ey inanan, Tanrı ve Resuluna hainlik etme ve bildiğin halde kendi emanetlerine de hiyanet etme." (Kuran 8, 27)
Tanrı, peygamber ve zamanın İmamlarıyla ikrarımızı koruduğumuz zaman, bize verilmiş emaneti korumaya ve emanet aşamasına taşınmaya hazırız demektir.(24) Bundan başka, bizi, ikrarımızın gerekirliklerini yerine getirme ve emaneti korumaya zorunlu kılan Kuran'da birçok ayetler bulunmaktadır:
"Ey inananlar, anlaşmalarınızın gereklerini yerine getiriniz" (Kuran 5, 1) Güvence, emaneti geri ödeyen, adaklarını yerine getiren inananlarındır ve onların dualarına-ibadetlerine ilişkin özelliklerdir. Onlar, içinde sürekli kalacakları, mekân bulacakları Firdevs'in (Cennette altıncı bahçe) varisi olan kişilerdir. (Kuran 23; 8, 9, 10, 11)
Bu ayetler, emanetin geri dönüşü ve verilen ikrarın yerine getirilmesinin müminleri Cennete,(25) Cennet ül Marifet'e (Bilginin, bilgeliğin cenneti) taşıyacağını bize kristal parlaklığında açıklıyor. Bu Cennet, Beytul Hayal (Meditasyon ve aydınlanma toplantısı) içinde yer alan gerçeğin örtüsünün açılmasıdır.
Burada biz, kendisiyle olan ikrarımızı koruyarak Tanrı'dan, zamanın İmamında yansıyan Didar'ı aracılığıyla bize yardım etmesini dilemekteyiz. Tanrı ile ikrarımızın gereklerine sahiplik yerine getirildi ve emanetlerimizi iyi koruduk; biz zamanın İmamıyla doğrudan konuşacak konumda bulunuyoruz. Zira, Kuran şöyle söylüyor: "Tanrı, bir örtünün arkasından ya da vahiy aracılığıyla ancak ölümlülerle konuşur. Kendi arzu ettiklerini, insanlara bildirmek için bir elçi gönderir. O uludur; yüce hakimdir." (Kuran 42, 51)
2) Yedinci genel boyut, al-Tawhid boyutudur.(26) Aşağıda vereceğimiz Tevhid (Tanrısal birlik, Tanrı birliği) kaynaklarıyla bu boyutun içine giriyoruz: "Söyle Allah tektir. Allah mutlaktır, en güvenilir olandır. Onun babası yoktur, doğmadı, ne de doğurdu ve çocuğu vardır. Hiç himse ona benzemez. (Kuran 112; 1, 2, 3, 4) İsmaililer için gerçek Tevhid,(27) özden (cevherden) rastlantı eseri (tesadüfi) hareket ederek oluşur. Tanrı tanımlanan isimlerin ve konuşulan dillerin ötesindedir. Onun ömrünü ya da ölümsüzlüğünü söyleyemeyiz, çünkü yaş-ömür ve sonsuzluk yaratılmıştır; onları yaratan Tanrıdır. Bu, tümdengelim yöntemi (nedenlerden sonuca ulaşma) aracılığıyla anlaşılamıyan ve duyumlardan herhangi biri ile farkedilemiyen tanrısal gerçekliktir. Onu bu denli önemli yapan varlığının yer aldığı sınırların bilinmemesidir. Tamam ya da eksik, mükemmel ya da mükemmel olmayan yaratıklarla onu karşılaştırarak, bir ruha (cana) sahib olduğunu da söyleyemeyiz. Onun bir bedeni, gölgesi ya da imajı yoktur ve aslı ya da tamamlayıcısı da yok; bütün isim ve sıfatların, tanımlamaların ve diğer bütün şeylerin üzerindedir. Fakat Tanrı bize arkasında, her çağ ve her zaman içinde görünebildiği ve varolduğu için tapınılacak mekânları olan örtüsünü gösterir. Hiç bir kimse ile Tanrı vahiysiz ve örtü arkasında, ya da bir elçinin aracılığı olmadan konuşmaz. (Kuran 42, 51) Kuran ayrıca Tanrı'nın Musa peygamber ile nasıl konuştuğunu açıklıyor: "Musa oraya ulaştığında, kutsal topraklar içindeki vadinin sağ tarafından, bir ağaçtan ya Musa diye seselendi; ben dünyaların efendisi Tanrı'yım. (Kuran 28, 30)
Ayrıca Kuran diğer ayetler içinde bu ağacı şöyle tanımlamaktadır: "Gör-bak Tanrı nasıl bir örnek veriyor: Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları göklere ulaşan, Tanrının izniyle her mevsimde meyva veren güzel bir ağaç gibidir. Tanrı, insanlar için, düşünmeleri amacıyla bir darbı mesel söyledi." (Kuran 14, 24)
Bir başka ayette şöyle geçiyor: "Gerçekten Tanrı, birbirini izleyen nesilden gelme Adam, Nuh ve İbrahim soyundan gelenleri, ve de İmran ailesini seçip dünya halkının üstünde kıldı. Allah işiten ve bilendir." (Kuran 3, 33/34) İmran'ın soyundan gelenler, alemlerin üzerinde olan Murtaza Ali İbn Abi Talib'ten inen kutsal ağaçtır.
IV- Dördüncü aşama Marifet-İrfan (Gerçek bilgi): Bu aşamayı, kendi bütünlüğü içinde aşağıdaki Kuran ayetinin ruhunu kabul ettiğimiz takdirde anlayabiliriz.(28) Tanrı yerin göğün ışığıdır, onun ışığı içinde lamba bulunan bir niş gibidir ve lamba bir cam fanus içindedir, fanus sanki parıldayan bir yıldız gibidir; o (ışık) kutsal bir ağaçtan tutuşturulmuştur; ne doğunun ne de batının (olan) tek zeytin ağacıdır ki ondan çıkan yağ, ona ateş dokunmadığı halde kendi içinden ışık üzerine ışık (verir). Allah sevdiği kimseye ışığına götürür ve Tanrı insanlar için (işte böyle) temsiller getirmektedir. Tanrı herşeyi bilir. (Kuran 24, 35) Bu ayet ilgili olarak son İmamımız Sultan Muhammed Şah anılarında (s. 172) şöyle yazmaktadır:
"Kuran'ın bu ayeti, fiziksel olmayan bir anlam için algılanması (anlaşılması) koşuluyla, kendime ve diğer Müslümanlara yardımcı olmuş ve anlayış kazandırmıştır. Bunun için okuyan herkesi uyarmalıyım ki o (ayet), bazı şeyleri sözlü açıklamalarla, kelimesi kelimesine anlatmak için maddeci eleştirel bakışa izin vermez, yani simgeseldir ve mecazi anlamlar yüklüdür.(29)
Marifet sevgi ve mutluluk mertebesidir, yani Cennet el-Maarifa (bilgi cenneti).
İnsan aşkının (sevgisinin) hazları bütün zenginliklere üstün geldiği gibi, bir güç-bir yetenek bir adamı yaratabilir; öyleki, o daha büyük ruhsal aşk ve aydınlanma da yaratır. Tanrı'nın ödülü ve kutsaması olan gerçeği doğrudan görüşün semeresi, en güzel ve gerçek insan sevgisini sunabilir. O armağan için daima dua etmeliyiz. Bu tapınmalar uygulamalı dualarla ve bilgi kazanma aracılığıyla yapılmış dualarla olabilir. Tapınma uygulamalarını, önce açıkladığımız yedi boyutu geçerken yapmış oluyoruz. Bilgi kazanma yoluyla tapınmalar ise aşağıdaki yedi kural yardımıyla uygulanır:
1. Evrenin Birliği: Tanrı dahil tüm evren, birbirinden ayrılmaz (ilişkili) bir varoluş, tek mevcudiyettir. Tanrının varlığı, eylemli varlığı , yani insan varlığı tarafından karşılıklı tamamlanan güç içindeki varoluştur. Var oluşun bu iki bandı arasındaki halkanın kurulması o gücü oluşturur, çünkü bu halkanın saptanması gerçek Tanrısal Birlik, yani Tevhid bilgisidir. Peygamber bunu bir hadisinde, Tanrının sözü olarak açıklanmıştır: "Ben bir gizli hazine idim; bilinmek istedim; varlıkları yarattım. Onlara kendimi bildirdim; ben de onlar tarafından biliniyorum."
2. İnsanın Büyüklüğü: İsmaili öğretisi, yaşamın insanın var oluşuyla başladığına inanır ve onaylar; bu inanç herşeyin eksenini insan yaptı. Bu, daha önce adı sözünü ettiğimiz İhvan as Safa'dan alınan aşağıdaki sözlerde daha iyi vurgulanmaktadır: "Ey insan! İçinde Büyük Evreni (makro kosmos) taşırken, küçük bir şey olduğunu mu düşünüyorsun?" "İnsan, en iyiyi ve en mükemmeli yakalamakla Tanrılığın sınırlarına ulaşır."
3. İnsan Kardeşliği: İsmailizm inancı bütün insanlığa açıktır ve dindarlık bir insanın diğer insanlarla kurabildiği ilişkiler ölçüsü içinde düşünülür. Muhammed Peygamber "Bütün yaratıklar Tanrının halkıdır. Onu sevenler halklarına en yararlı olanlardır" demektedir. İmam Cafer Sadık da şöyle buyurmaktadır: "Mümin müminle kardeştir, çünkü herikisinin babası ışık (İmam), anası şefaattır (Peygamber).
4. Dinin Gelişimi: İsmaili öğretisi, her yerde ve her çağda İnsan toplumuna hizmet etmek için araştırma kurallarına göre, uyumlu metinler hazırlamayı amaçlar. Bir metin ilk hazırlandığı zaman başvurulduğu gibi, bütün zamanlarda aynı başvuru metni görevini yüklenmez ve ne de özel isimler ve tarihler içine onu sokan düşünceye maddi sınırlar koyar. İşte bu, gerçek hoşgörürlük ve evrimdir.
5. Dinler Birliği: Eski ve çağdaş dinsel öğreti ve felsefeler İsmaili inancı içerisinde ortak bir paydada buluşurlar, çünkü bu inancın etkinlik alanında bütün mezhepler, inançları ve fikirler için yer bulunmaktadır. İkhvan as Safa'da denildiği gibi, bütün dinler özde birdir; çünkü onların hepsinin, insan içsel gücünün (kapasitesinin) izin verdiği kadar fazla Tanrıyı taklit etme, ona benzeme ve idealleri yüceleştirmeye bağlı olan bir hedefi vardır.
6. Örnek alınacak Yolgöstericilik (Rehberlik): İsmailizm'de, daha iyi daha mükemmele doğru ulaşma çabası gösterilirken, kuşkusuz iyi örnekler oluşturma yöntemiyle yapılan eğitim-öğretim gerektirir. İsmailik inancının, zararlı olmaktan ya da zarara neden olmaktan kaçınacak yoldaşların ilgi ve çıkarlarını gerçekten korumayı anlatabilecek İsmaililere gereksinimi vardır. Bir bütün olarak onlar (İsmaililer) toplum yararına kendi bireyselliklerini yenmek durumundadırlar.
7. İnsan Sevgisi: Muhammed Peygamber buyurmuştur ki "hiçbir insan, kendisi için arzu ettiklerini başkaları için arzu etmedikçe, gerçek bir mümin değildir". Bu mutlak sevgidir, herhangi bir ödülü ve geri dönüşü olmayan bir sevgi; içinde inancın tamamlandığı bir sevgi. Sevgideki sonsuz mutluluk, yer ve gökler kadar geniş olan cennettir. Bu Cennet, Cennet el Maarifa, yani muhabbet, bilgi, sevgi ve didar cennetidir….
Sonuç olarak
Dr.Hodr Hamavi'nin İsmaili öğretisi, inanç ve tapınmaları üzerindeki açıklamaları burada sona eriyor. Görüldüğü gibi son olarak gelinen Marifet aşamasının yedinci kuralıyla, sevgide tamamlanan inanç bütünlüğünde sonsuz mutluluğa ulaşmak amaçlanmaktadır. Bu sonsuz mutluluk ise yer ve gökler kadar geniş olan muhabbet, bilgi, sevgi ve didar (sevgilinin yüzü) cennetidir. Bu cennet yeryüzüdür, birlik olmaktır; kadın erkek eşitliğinde Cem olmaktır; çünkü Alevi öz inancında "Ceme katılmak cennete girmektir. Cemdeki erkekler gılman, bacılar huridirler…"
Birbirleriyle güncel selamlaşmalarında bile "Ya Ali Meded!" diyerek Ali'yi yardıma çağıran Nizari İsmaililerin yeni Anayasası, 13 Aralık 1986 tarihinde, İmam ailesi üyelerinden oluşan "Anayasa Görüşme Komitesi" tarafından yeni değişikliklerle Cenova'da hazırlanmış. "Şia İmami İsmaili Müslümanları Anayasası" adıyla İmam tarafından imzalanıp onaylanmıştır. Bu arada İsmaili Bayrağı, tanımlanarak resmileştirildi ve yeni Anayasa'ya Alamut İsmaililerin Büyük Kıyamet dönemi kitabı olarak bilinen ve 1200 yılında Kuhistan baş Daisi Abu İshak tarafından yazılmış Haft-ı Bab-ı Baba Seyyidna'dan şu küçük paragraf aktarıldı:
"Bütün İmamlar Mevlana (Efendimiz) Ali'dir ve hepsi de birdir. Eğer o bazan genç, başka bir zaman yaşlı ya da çocuk olarak ortaya çıkıyorsa bu, dünyanın ve insanlığın düzenini sağlamak içindir. Muhammed Mustafa, Ali İbn Abi Talib'in -Tanrı onun yüzünü güzelleştirsin- Kıyamet Gününde, tek eliyle Kıyamet sancağını kaldıracağını söyledi."
Son paragrafın birinci ve ikinci cümlesinde belirlenen ilke, Aleviliğin bütün kollarının, genel adıyla Heterodoks İslamın (Aleviliğin) en önemli inanç ilkesidir. Veliliğin ya da İmamlığın ilk temsilcisi Ali olduğu gibi, onun soyundan gelenler de Ali'nin temsilcisi olarak "Ali donunda zuhur eden" kutsal kişidir ve tanrısal saygı görür. Anadolu Alevileri de Hacı Bektaş Veli'de ve hatta Şah İsmail Hatayi'de Ali'nin zuhur ettiğini, görünüm alanına çıktığına inanmış; zamanın Velisi ya da İmamını Ali'yle eşleştirip, kendilerini de onun (Ali'nin) Salman'ı olarak görmüştür, görmektedirler. (30)
Anadolu Alevi-Bektaşi ozanları gibi İsmaili Dai ve ozanlarının da Ali ve Ali tanrısallığı üzerine yüzlerce şiirleri bulunmaktadır. Hind dilinin (Urduca) çeşitli diyalektlerinde (Pencabi, Gucerati vb.) yazılmış bu şiirlere Ginan adı verilir ve tapınma törenlerinde gucerat üslubunda bestelenmiş bu özel şarkılar (Garbi'ler) çalınıp söylenir. Aşağıda beş ve yedi beyitlik iki Ginan örneği veriyoruz. Birincisi, 14. yüzyılın büyük İsmaili Daisi ve Pencabi halk ozanı, çoğu kez Şemseddin Tebrizi ile karıştırılan Multanlı Pir Şemseddin Sebzavari'ye (ölm. 1356) aittir. İkincisi ise Pir Şemseddin'in torunu post-Alamut pirlerinden Sadraldin (ölm. 1416) tarafından yazılmıştır. İsmaili Web-sitesinden alarak, içinde Arapça ve Farsça sözcüklerin bulunduğu aslı ile birlikte verdiğimiz iki ginan'ı Fransızcasından çevirdik:
1.
Ya Ali, Sen Teksin Ali!
Hak tu(n) paak tu(n) baadshaah
maher baan bee Ya Ali tu(n)hi tu.…………..1
•    Sen Haksın, sen paksın ey Yüce Padişah
•    Şefaatçısın ya Ali, sen teksin Ali!
•  Rab tu(n) rahemaan tu(n)
ya ali aval akhar kazi tu(n)hi tu…………….2
•    Koruyucu sen, bağışlayıcı sen
•    Evvel, ahir hakim sensin ya Ali, sen teksin Ali!
•  Te upaayaa te nipaayaa
sirjann haar ya ali tu(n)hi tu………..…..……3
•    Sen bizi yarattın, biçim verdin
•    Yaratansın sen ya Ali, sen teksin Ali !
•  Jal thal mull mandal haar naa
ya ali hukam teraa bi tu(n)hi tu……….……..4
•    Suları, karaları ve Evreni birbiri ardısıra
•    Buyruk verip yaratan da sensin ya Ali, sen teksin Ali!
•  Teri dostee me boliyaa peer shams
me bandaa teraa bi tu(n)hi tu………………….5
•    Pir Şems dost sevgisini böyle zikretti
•    Senin kulunum ya Ali, sen teksin Ali!
•  2.
Sen Ya Ali, Sen Ya Ali!
taariye tu taaranhaar khudaava(n)d
avar na taare dujaa koi alee tu(n)hee tu(n)hee tu(n)hee………..1
•    Ey ruhlar!
•    Ya kurtarıcı Tanrı kurtar bizi
•    Bizi kurtaracak başka kimse yoktur, sen ya Ali, sen ya Ali!
•   
khann me keenaa ravee ras bhaannaa
dhandhukaar na hoe alee tu(n)hee tu(n)hee tu(n)hee…………….2
•    Zaman diye birşey yokken, kaosdan-karmaşadan
•    Sen yarattın Güneş sistemini, sen ya Ali sen ya Ali!
•  ejee maai keeseekee ne baap keeseekaa
jeevdde sa(n)g na koi alee tu(n)hee tu(n)hee tu(n)hee…………..3
•    Ne anan ne baban seninle birlikte olacak
•    Çünkü yüce Ruhun hiç arkadaşı olmaz, sen ya Ali sen ya Ali!
•  ejee dheea kiseekee ne putra kiseekaa
maayaa mokh na hoe alee tu(n)hee tu(n)hee tu(n)hee…………..4
•    Ne kızın ne de oğulların seninle olacak,
•    Ruh barışa ulaşabilir mi hiç dünya eğilimleriyle Ya Ali, ya Ali!
•  ejee sachejo samarath aago saamee
hathe dinu fal sohee alee tu(n)hee tu(n)hee tu(n)hee……………5
•    Hakikat içinde bulunanların Efendisi,
•    Onlara kendi ellerinle meyvasını verecek sensin ya Ali, sen ya Ali!
•  ejee dul dul ghodde sacho saamee raajo chaddshe
paagdde ratan jaddaae alee tu(n)hee tu(n)hee tu(n)hee…………6
•    Gerçek Padişah Efendimiz,
•    Eyeri mutluluk kaplı Düldül ata binecek olan sen ya Ali, sen ya Ali!
•  bhanne peer sadardeen saaheb tere sharanne
mawlaa binaa mokh na hoe alee tu(n)hee tu(n)hee tu(n)hee……..7
•    Sadraldin der ki Efendimiz beni koruman altına al
•    Sen olmadan hiç barış olmaz, sen ya Ali, sen ya Ali!
•  Hindu Kuş'un Sıcak ve Sevecen İsmaili Halkı (*)
Pakistan'dan şiddet, politik yolsuzluklar, kadınlara baskı ve köktenci İslam mezhepleri hakkında çok şeyler anlatılır. Fotograflar, sloganlar bağıran öfkeli erkek kalabalıklar gösterir. Fakat bunlar sadece gerçeğin tamamı değildir.
Hayber Geçidi ve Afgan göçmen kampları da dahil Pakistan'ın çok yerini ziyaret ettim. Bu erkek dünyasında bir kadın olarak sıkça tacize uğradım, diğer kadınlarla konuşma, bölgesel yolsuzlukları ve yabancılara karşı düşmanlığı açıklama güçlüğü çektim.
Bu arada çok farklı bir Pakistan deneyimi kazandım ve inançlarının gerçek anlamına bağlı bir yaşam süren Müslümanlarla tanıştım. Birkaç yıl önce, kuzeybatı sınır eyaleti içindeki Hindu Kush dağları arasında küçük bir grupla seyahat ederek iki-üç hafta geçirdim. Vadiden vadiye, bu geniş bölge içinde dağ sırtlarından geçen tek yolu öküz arabasıyla katettim.
Bu insanlar Balti, Wakhi, Khowar ya da Barushaki dillerini konuşabiliyordu, fakat çoğunluğun İsmaili Müslümanlar olarak birbirleriyle bağı bulunuyordu. Gilgit ve Hunza'dan, Chitral ve Afganistan sınırına kadar, onların ortak inançsal bağlılığı günlük yaşamlarının çoğunda etkiliydi.
Peşaver ve Rawalpindi'den ayrılırken, bölgeyle ilgili olarak iki şey derhal gözüme çarptı; erkeklerin kibarlığı ve kadınların özgürlüğü. Erkekler hem yabancılar hem de köylülerle olduğu gibi eşit bir biçimde kadınlarla da konuşmakta ve şaka yaparlarken cinsiyet ayrımı yok, gülmece-eğlence vardı. Çeşitli köylerden erkek grupları, katırlar ve takım çantalarını taşımayla ilgili görevler aldılar. Sadece birkaçı biraz İngilizce konuşabiliyordu; fakat onların iyiniyetleri ve inceliklerine, köyleri çevresinde bize gösterdikleri konukseverlik ve bizi ailelerine tanıştırmaları birer kanıt idi.
Köylüler yüksekliğe alışkın oldukları için bizden çok önce zirvelere ulaşıyor ve orada oturup bekliyor ve bizimle şakadan dalga geçiyorlardı. Güvenliğimizle yakından ilgileniyor; her an düşecekmiş gibi sarsılan köprüler üzerinde ve hızlı akan çaylarda bizi tutmaları için kadınları yanımıza veriyorlardı…
Ekonomik nedenlerden dolayı erkekler birçok ayları ticaret ya da rehberlik yaparak geçirirler, böylece kadınlar çiftlik hayvanları, hasat ve ev işleri için sorumluluğun çoğunu üstlerine almakta bağımsızdırlar. Pakistan'ın başka yerlerindeki pek çok kadınların aksine onlar örtünmemektedirler; renkli başbağları ile, genellikle torba gibi sarkan ve uzun etekli kadın donu olan canlı bir biçimde süslenmiş kameez şalvarı giyerek geziyorlar. Köye gelen erkekler ve konuklarla tereddütsüz, hatta defalarca ısrarlı bir biçimde konuşup tartışmaktaydılar.
Köylere girdiğimizde hem erkek hem kadınlar bizi güler yüzle ve yoğurt kaseleriyle karşıladılar. Bizi kendi evlerine çay içmeye çağırdılar. Erkekler çiftlik işleri, hatta yapı yapmayı bile kadınlarla paylaşmaktadırlar. Hepsi de bizim ailelerimiz hakkında bilgi edinmek istiyorlardı. Buralardaki patika yollarda tek başımıza yürürken tamamıyla kendimizi güvende hissetmiştik.
Günümüz İsmaililerin ruhsal önderi Muhammed soyundan Kerim Ağa Han'dır. Onun insansever işleri-girişimleri, ekseriya Aga Han Vakıfı aracılığıyla, Kanada dahil Pakistan'da ve çeşitli hükümetlerle işbirliği içerisinde uygulanarak gerçekleştirilmektedir.
Bu topluluklar içinde gelişmenin bir çok örneklerini gördük: Pek çok köylerin okulları vardı ve öğrenciler kitaplarını gösterip, bir ağızdan bize seslenmişlerdi: "Beni dinle-İngilizce okuyabiliyorum."
Pakistan'ın çoğulunda benzemeyen bir durum olarak Ağa Han etkin biçimde, güven içinde bizimle konuşan kız çocukları için eğitimi teşvik etmiş. Öğretmenler bizi, "lütfen içeri geliniz" diyerek yanlarına çağırdılar. Bize ilk sağlık klinikleri, boşaltım kanalları, ve yerel projeler gösterildi. "Ağa Han bize para verdi, biz de bunları inşa ettik" demeyi ihmal etmediler. Yaşam Hindu Kush'da zordur, fakat İsmaililer başarılarından dolayı gururludur ve Ağa Han'a bir baba gibi bakmaktadırlar.
Her ne zaman Pakistan ya da Afganistan'dan bir yazı okusam, Hindu Kush halkından gördüğüm bu karşılamayı anımsarım….
*İsmaili Website'si güncel sayfasından özetleyerek çevirdiğimiz, adını vermemiş bir İngiliz hanım gazetecinin bu yazısı ilgimizi çekti. Günümüz Hindu Kuş bölgesi İsmaili kırsal topluluklarının güncel yaşamı, kadın erkek, yabancı ilişkileri, uyum ve davranışları hakkında bilgi vermesi bakımından buraya almayı yararlı bulduk. İ.K.
1 The Fatimide state -Dr. H. Ibrahim Cairo 1964. p.30-32)
2The race of Drooze by the prime Judge Amin Talca, p. 31 -62
3Ibd.-Fatimide state 1964 s. 170 -176
4Jannat Al-Amal -1935- Persian Magazine, Published by occasion of Golden Jubilee of Agakan III
5Ibd, Ikhwan -Al-Safa, 1928, v.3. s. 300
6Fakhr-Ul-Din Al-Razi, v. 1, s. 44-Tahran 1966, Lion Library)
7Prof Paul Cranes: Jabir Ibn Hayan and Ismailism- 1930 Berlin, s. 63 -91
8İkhvan-ı Safaa, 3rd volume, s. 397.
9Kitabul Kashf of Jaa'fa B. Mansour Atyaman, edited by Prof Stothman, published for the Islamic Research Association Oxford Press 1952 s. 40.
 
10Dr. Sami Makarem in his thesis for D.H. 1964,Michigan University, it is not published.)
11 Kitabul-Rushd Wal-Hidayat, edited by Dr. M. Kamil Hussein, collected 1948, by the Ismaili Society, published E. J. Brill, Holland, vol. 1, p. 200.
12Prof. Strothmann, Kitabu'l Kashf, 1952, p. 117-121.
13Diwan Khaky Khorasam: edited by Pof. W. Ivanov, No. . 451, m.p./891-35/ American University, chapter III,p. 7-50.
14Madinatul-Assrar, edited by Prof. W, Ivanov, published in part II of the Memoirs of Assio-Bengal Society 1922, s.1-76.
15The Ismaili Religious knowledge, publishd by Shi'a Imami Ismailia Association for Africa.
16The Memoirs of Aga Khan III, London 1954, Ch VIII, s. 169.
17Da'A Mu'l – Islam of Qazi Noa'mun's edited by A Fayzi Cairo 1951, v. 1, s. 3-1
18Daaem Al-islam, of Qadi- Nu'aman, edited by Dr Assef Fayzi Cairo 1951, V. 1. s. 3-14
19Kitab Al-Himma Fi Adbi Atba el-aemma of Qazi Noaman's translated into English by Prof. Jawad Museati and Khan Bahadar, published by the Ismailia Association for Africa 1966, s. 64.
20Ibd. Madinatul Assrar, edited by W. Ivanow, 1922, s. 1-76.
21Kitab -al-Himma, Mombasa 1966, s. 46.
22RAHAT AL-AKL of Al-Karamani, Beirut 1967 XIV ch 7, s. 558.
23Kitab Ul Himma, 1966, ibid.
24Kitabul Kashf 1952, Oxford s. 2,4.
25Diwan Al Mu'ayed edited by Dr. M. Kamal Hussein s. 120-123.
26Kitabul Himma, Mombassa, 1966, s. 25.
27Al- Tawhid -by Quadi al Na'man Ch I, s. 4-50 Manuscript.
28 Memoirs of Aga Khan III, London 1954 p. 169 -175.
29Al- Tawhid -by Quadi al Nu'man Ch I p. 4-50 Manuscript.
30Gerçek durum böyle olmasına rağmen, bir yazar çıkıp "Alisiz Alevilik" diye bir kavram ortaya atarak -neye hizmet ediyorsa- tarihsel olduğu kadar güncel gerçekliği çarpıtıyor. Aynı Faik Bulut, "Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabbah Gerçeği" (İstanbul 2000) adını verdiği İsmailileri ve Hasan Sabbah'ı anlatmak amacıyla kaleme aldığı kitabında yüzeysel bir İsmaili tarihi araştırmasını yeterli görmüş, kitabın yarısından fazlasını farklı konulara ve polemik yazılara ayırmayı tercih etmiştir. İsmaililik inanç ve felsefesi, dönemsel kuram ve öğretileri, İsmaili yapıtları hakkında, inancın temelini oluşturan İsmaili İmamolojisi, dolayısıyla Ali'nin İsmaili öğretileri içindeki yerine ilişkin hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Çünkü eğer bunları incelemeye girseydi, bizce geçerli olmayan "Ali'siz Alevilik" tezini yadsımak, terketmek zorunda kalacaktı. Bu mudur bilimsel bakış? Marksist olduğunu söyleyen kişi bilimsellikten, nesnellikten uzak olur mu? Olur; işine geldiği zaman ben Marksistim deyip, işine gelmediği zaman Marksizme küfreden kişi bunu yapar. Ancak Faik Bulut'un bu kitabında içtenlikle belirttiği ve savunduğu, benimsediğimiz olumlu nokta; bugüne dek ve hala Türkiye'de 'Terörizmin babası' gibi gösterilen Hasan Sabbah'ın büyük bir düşünür; iyi bir yönetici ve örgütçü; özgür düşünceli ve antik felsefeyi, tarihi, astronomiyi çok iyi bilen adil bir devlet adamı olduğunu göstermiş olmasıdır

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*