YERYÜZÜNÜN YAŞAYAN ÖLÜMSÜZ İNSAN TANRISI HIZIR

                               

      HAZIRLAYAN VE SUNAN,  ADNAN CANGÜDER/ münih-21.02.2012

                                        EKSİKLİĞİMİZ KENDİMİZDEDİR

 

YERYÜZÜNÜN  YAŞAYAN  ÖLÜMSÜZ  İNSAN  TANRISI  HIZIR

 

Derviş Yunus söyler sözün, yaş doludur iki gözün
Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun…!

Yunus EMRE

 

 

1         Alevi -Kızılbaş  İnancındaki Hızır ile Tek Tanrılı Dinlerdeki Hızırın Tanımı Ve Farklılıkları

a           Sonuc      b             Yararlandığım Kaynaklar Ve Kaynak Kişiler

2             Hızıra Ait Kısa Deyişler,Sözler ve Örneklemeler

3             Hızıra Ait Terimler,İsimler,Mekanlar ve Ünvanlar

4             Hızırdan İstemler Ve Beklentiler

5             Hıdırellez nedir? Hıdırellez Günü Halk Arasındaki İnançsal Düşünceler,Eylemler,İstemler Ve Beklentiler

6             Ekler

a             Kuran (Osmanı Musaf) ve Tevrat (Ehl Kehf Süresi-Mağara)

b             Gılgamış Destanı

 

Alevi -Kızılbaş  İnancındaki Hızır ile Tek Tanrılı Dinlerdeki Hızırın Tanımı ve Farklılıkları

 

Sembolü yeşil ve yeşilliktir; batıni anlamda, yol süreğinde Hace Bektaşın Yunus emre’ye gösterdiği elindeki yeşil beni sembol olarak inancta ortak kabul edildiğinde zamansal sürekliliğin devamını gösterdiğide  inanctaki yerini bulmaktadır. Aleviliğin yanında Bektaşilikte Hace Bektaşın yoldaşı misafiri ve yardımcısı konumunda peygamberler üstü bir ölümsüz veli konumundadır. Alevi  ve Bektaşilerde ibadet başlangıcı ve sonrasında okunan bütün gülbenglerin sonunda hızır adı  muhakkak geçer ve söylenir. Yörelere ve inanclara  göre hızır değişik şekillerde hızır çağırma günlerinde çağrılır. Insan doğa evren üçlemesinin en kutsalı ve tanrısal gücün taşıyıcısı ve uygulayıcısı konumundadır. Bektaşilikte 12 posttan mihmandar postunu Hızır’ı temsil eder.

Alevi-Bektaşi bilincinde-inancında bu orucu tutmayan Hızır’ı çağıramaz; çağırsa da Hızır onun çığlığını duymaz.

Alevi inancında Hızır adına Cem yürütülür, Oruç tutulur ve Kurban kesilip, Lokması dağıtılırken, Yahudilikte,Zerdüştlükte,Hrıstiyanlıkta ve Islamda ise böyle bir şey asla yoktur. Buda tek tanrılı dinlerdeki (Yahudilik ,Hrıstiyanlık ,Islam  ve Zerdüşt. Tek  tanrılı dinler cümlesi ile bu dört kitablı din anlatıldığından yazımız süresince bu şekilde anlaşılmalıdır.) hızır ile cok tanrılı hızırın farkını yani tek tanrılı dinlerden önceki kadim anadolu ve mezopotamya halklarındaki  Hızırın inanıştaki yerinin ve kutsiyetinin farklı oldugunu gösterir.

Alevilerin inancsal olarak en kutsal bayramlarından ve şükran  günlerinden biridir. Çalışılmaz , işe gidilmez ibadet için yapılması ne gerekiyorsa o yapılır ve tatil günü olarak kabul edilir. Anadoluda, Aşure gününün resmi bayram olması düşüncesinden çok önce Hızır Günü bayram olarak kabul edilmelidir.

Türkiyede  dini bayramlar arasında hızırın olmaması ise bize hızırın sadece Alevilerde ve çok tanrılı inançtaki toplulukların kutsalı olduğunu gösterir. Yaşamdaki pratik  bize doğruyu göstermekte ve hızırın aslında kime ait olduğunu çok iyi anlatmaktadır.

Soru şudur; Hızır özelinde islamda ve tek diğer tek tanrılı dinlerde neden bu kadar basite ve sıradan hale getirilmiştir. Cevabımız çalışma dosyamızda bulunmaktadır.

Alevi inancında Hakk Muhammed Ali üçlemesiyle birlikte  adına en çok söz şiir ve yazı yazılan,tapılan  en kutsal ulusu ve  en önde gelenidir. Yeri geldiğinde tanrı gibi sorgulanır yargılanır sitem edilerek haksızlığa karşı neden bir şey yapmadığı için suçlanabilir. ( Dersim 1937-1938 katliamı)

Alevilerin hızırı ile tek tanrılı dinlerin hızırı birbirinden çok farklı ayrıdır. Çok tanrılı ve tanrıçalı inancların hızırı ile tek tanrılı kitabi dinlerin hızırı aynı değildir. Alevilerin Hakkı ile tek tanrılı dinlerin allahıda aynı değildir.(örnek Nisa süresi 89-90.91 ayetleri) Hızır inancı burada bir ayna görevi görmektedir.

Gözlüye gizli yoktur..

Alevilerin yaşadığı  yerlerde (Dersim,Hatay) hızır tanrılar tanrısı yada baş tanrıdır. Eski tarih öncesi çağlardan beridir vardır şimdide var gelecekte de var olacaktır. Hakk ile görev paylaşımı vardır bölgenin konumuna göre kutsiyet sıraları değişir ama bir diğerini asla küçümsemez ve değersizleştirmez, bilakis birbirlerini değerli kılan ve kutsiyetini güçlendiren konumdadır.

Alevilik inancında var olan reankarnasyon,tenasüh yada yol diliyle don değiştirme, dondan dona göçme ve ölürse tenler ölür canlar ölesi değil ritüelleri ve alevi inanc dili  ile hızır günümüze kadar taşınmış ve bir yerde hızırın ölümsüzlüğünün inanctaki yeri ve kutsallığının devamı sağlanmıştır. Bunun yanında alevi inancındaki sır saklama yani pişmişe çiğ karıştırmama yol ehli olmayana yolun sırrını açmama gizliliği  hızır inancında kendisini göstermiş ve yerine göre sessizce ve içinden kimsenin duymayacağı şekilde  yetiş ya hızır sözüde söylenegelmiştir. Bunda bir diğer önemli etken ise alevilerin katledilmeleri ve can güvenliğinide sayabiliriz.Anadolu ve mezopatamya coğrafyasında  hızır inancının en yüksek noktası Dersim ve Hatay coğrafyası diyebiliriz. Hatayda 51 türbe hızır adınadır buda Hatay alevilerinde(Nusayriler) yani günümüz diliyle arap alevilerinde hızır inancının ne kadar güçlü ve kutsal olduğunu gösterir. Türbelerin iç renginde yeşil tonlar çoğunluktadır. Dışı  ise daha cok beyazdır buda beyazın temizlik ile günahsızlığı yeşilin ise hızırı temsil etmesindendir. Hızır türbeleri ve kutsal mekanları ile bunun yanında kutsal şahsiyet olarak kabul edilen isimler ile yaşadıkları dönemde insanlığa ve halka hizmetleri olmuş ulu kişilerin ve evliya, nebi gibi kutsallık göstermiş olanlarda aynı mekana defnedilmişlerdir.

Alevilerin yaşadığı hatayda 6 mayısta hızır ve aya yorgi kutlamları beraber yapılmakta ve binlerce yıldır bu ibadet devamda etmektedir. Islamın doğduğu topraklarda ise  bu şekilde bir kutlamaya rastlanılmaz. Bunun yanında yine türbelere ve kutsal yerlere gidilip hızırı anma ve hızır ile ölenler için mum yakma olayı tek tanrılı dinler öncesi ateşin kutsallığı ve koruyuculuğunun ile ateşin aydınlığının  ve sıcaklığının insan ruhuna ait  sembol edilme durumunun  günümüze taşınmış halidir. Unutulmasınki  tek tanrılı dinlerde ateş yakıcı ve yok edici haliyle  şeytanın yada kötülüğün sembolü ve gücüdür. Ki alevi inancındaki şeytan tanımı ve anlamı tek tanrılı dinlerdeki şeytan tanımı ve anlamı ile aynı değildir.

Ölmeden evvel ölmek yada yaşarken nefsi öldürmek.

Alevi inancına dışarıdan sokulmak istenilen Osman-ı Musafta (Kuranı kerim) hızırda adının geçtiği anlatımı tamamiyle yalan ve yalnıştır. Hızır adı kuranda(osmanı musaf) asla geçmez ve yazılıda değildir. Tevrat ve ,İncilde ise farklı  anlatılır ama bu kitaplarda bile adı hızır olarak adı gecmez  ve  o şekildede kabul görmez. Tek tanrılı dinlerdeki ve kitaplardaki anlatımlara göre kendisi ölümlü bir canlı ve allahın yerine göre sıradan yerine göre ise kutsal bir kuludur. Oysa alevi inancında ölümsüzdür ve alevi batıni inancı kulluğu kabul etmez kendisini hakkın bir parçası sayar.

Enel hakk; hakk benden,ben hakktanım.

Ehl  kehf suresine dayandırılarak anlatılır ama asla adı kuranda gecmez. Ehl kehf suresine dayanılarak anlatılması zorlama bir hızır tasviri ve sadece sahiplenmedir. Üvey evlat muamelesi görmekte ve asla miras alamaz konumda görülüp bir yerde din dışı noktada tutulmaktadır.

Hızır bu dünyanın yaşayan baş tanrısı iken, cennet,cehennem,ahiret gibi terimleri ile allah öbür dünyanın tanrısıdır.

            Cennet cennet dedikleri bir kaç huri ile bir kaç ev,

            isteyene ver sen onu, bana seni gerek seni, Yunus Emre

Hızır peygamberlerden üstündür çünkü peygamber ölümlü hızır ise ölümsüzdür,ayrıca varlık olarakta üstün ve peygamberlere dahi yol göstericidir. Herhangi bir tek tanrılı dine ait olmazken bütün yaşayan anadolu ve mezopotamya halklarının ortak inancındadır.

Tek tanrılı dinlerin peygamberlerinin yanına yardımcı faktör olarak yerleştirilerek o dine inanılmasını sağlarken diğer taraftanda eski inançları  kurulan o yeni dinin içine almıştır. Bu yerine göre musa olmuş yerine göre ise muhammed olmuştur, insan aklının alabildiği ve daha sonra ortaya çıkabilecek bütün olağanüstü olaylara ve yeteneklere sahiptir. Bilgi ve birikimde zamanın en son noktasıdır. Bu  nedenle gerek ölümsüz olması gerekse olağanüstü  yeteneklere sahip olması nedeniyle gelmiş geçmiş bütün tek tanrılı dinlerin peygamberlerinden çok daha üstündür.

Tek tanrılı dinler olarak bildiğimiz yahudilik,zerdüstlük,hristiyanlık ve islamda bile kendisine  kutsallık   bularak tek tanrılı dinler yoluylada günümüze kadar kutsallıgını koruyarak  ve değişerekte olsa gelebilmiştir.

Kimi efsanalerde ve sonrası osmanı musafta (Kuran-ı Kerim, Alevi uluları muhammed zamanı yazılan kuranın osman tarafından yok edilip yeniden yazıldığı ve düzenlendiğine inandığından inanç dilinde Kurana osmanı musaf derler)  Iskender-i  zulkarneynin yol arkadaşı olarakta tanımlanır ama iskender zulkarneyn ölümlü bir insandır. Tarihteki büyük iskender işte bu zulkarneyndir. Diyanetin tanımı ve anlatımları ile kesinlikle aynı anlamı ve inancı taşımaz ve kabulde görmez. Saat ve dakika gibi uygulamalar yoktur. Doğaya uygun olarak güne, güneşe,aya  göre oruç açmalar vardır. Özellikle yetiş ya hızır sözü ile allahın değilde hızırın çağrılması inancta hızırın çok daha eski ve kutsal oldugunun belirtilerindendir. Kurandaki (osmanı musaf) Ehl kehf süresi zorlama ve dayatma bir hızır süresidir. Yani işin aslı kuranda(osmanı musaf) hızır adı geçmez ve şu anki islam dinin olduğu topraklarda bir hac,kurban yada namaz ibadetleri yapılıp yerine getirilirken hızıra ait hiç bir şey yoktur. Ehl kehf yani mağara suresi ise hristiyanlık zamanı yaşanmış bir olayın kurana(osmanı musaf) alınmasından başka bir şey değildir. Ki bu hikaye bile hrıstiyanlığa ise çok daha eski bir efsanenin taşınması ile girmiştir.

Tek tanrılı dinlerdeki hızır tanımlama ve anlatım günümüz  inancındaki hızıra ve anlama uymamaktadır. Bunun yanında gemiyi batıracağına arkadaki kötü hükümdarı yok edip daha sonraki insanlarada kötülük yapmasını engelleyebilirdi. Ikinci olarak genc bir çocuğu öldürmesi ise tamamen saçma bir tanımlamadır. Çocuga akıl,mantık  ve bilim ile eğiterek çok daha iyi ve topluma yararlı bir insan haline getirebilirdi. Ayrıca alevi inancındaki 14 masumu pak  noktasından bakarsak  çocuk öldüren bir hızırda  asla yer bulmaz. 3. Olarak 2  yetim insana duvardaki hazineyi vereceğine duvarı tamir ederek ters noktadan bakarak yalnış harekette bulunmaktadır. Bunun yanında alevi inancında olmayan kaderciliği öne çıkartıp kadere göre yorumlayarak hızırı anlatmakta ve açıklamaktadır. Bu ise akıl ve mantığa terstir. Buradaki hızır tasviri  zorlama ve dayatmadır. Ne yazik ki bu suredeki olaylar ve açıklamalar inandırıcı olmaktan uzak; tam olarak açıklarsak bu elbise bizim hızıra hiçte uymamakta ve oturmamaktadır.

Tek tanrılı ve kitabi anlayıştaki dinlerde hızır ile alevi inancındaki hızır birbirinden çok farklıdır. Tek tanrılı dinlerde hızır ölümlü bir kul yada bir bilge iken alevi inancında Abu hayat suyunu içmiş ölümsüz kutsal bir kurtarıcı konumundaki tanrıdır. Ademin oğlu ise hiç olamaz, ölümlü olur,kul konumuna yani insan konumuna gelir buda yine alevi inancına terstir. Hızır inancındaki kutsallık ve tanımlaması buradaki tanıma uymamakta ve hızırı basite indirerek sıradan alt bir konumda tutmaktadır. Insanın oğlu insandır, ölümlü ve gidicidir. Oysa hızır ölümsüzdür inanctaki konuma ve halkın hızır inanc ritüeline terstir.

Tek tanrılı dinlerdeki anlatımlar  ve uydurma hadislerin tanımına uymaz, eger öyle olsa idi anlatımdaki kutsallığından çok daha fazlasını tek tanrılı dinlerde bulması gerekirdi oysaki günümüz tek tanrılı dinlerin toplumlarında özellikle Arap toplumunda hiçte öyle değildir.

Tek tanrılı dinlerin hadislerine tek tanrılı dinler öncesi kutsallığı kendi içine alarak taraftar bulma ve tek tanrılı dini kabul ettirme düşüncesi ile zorlama  yorumlardır. Hızır çok tanrılı ve tanrıçalı inanclardan günümüze kadar kutsallığını ve değerini çeşitli isimler ve görüntüler halinde bu güne kadar taşımış ve korumuştur. Çok  tanrılı ve tanrıçalı inancların gizli bir sembolü ve görüntüsüdür. Çok tanrılı inanclarda ve alevilikte hızır ölümsüz ve  her şey iken tek tanrılı dinlerde ise sıradan bir ölümlü konumundadır. Kuranın(osmanı musaf)  22 sene, 2 ay, 22 günde tamamlanmasına rağmen hızırın adının geçmemesi, bunun yanında tevratın(zebur) ile birlikte 300 yıl gibi süre içinde tamamlanması, İncilin ise İsa dan 100 ile 150 yıl sonra yazılı hale gelmesi neticesinde hızır adının hiç geçmemesi anormal bir durumdur. Günümüzde ise zorlama ve dayatma ile hızırın kutsallığı ve olgusu tek tanrılı dinlere sokulmak istenmektedir.

Hızır diye tanimlanan ve anlatılan bir varlığın tek tanrılı dinlerdeki gibi bir gemiyi delmesi, bir bebeği yada çocugu öldürmesi ve rahata kavuşacak bir ailenin bulacağı hazineyi bulmaması için duvarı onarması ve bu emirleri yorumlaması günümüz ve geçmişteki hızır inancına uymaz. Bütün bu zorlamalar ve dayatmalar bizlere tek tanrılı dinlerin hızırı kendi içlerine istemeyerek olsada alarak bir yerde de hızırın kutsallığını kullanarak kendilerine dayanak yaptığını göstermektedir. Bir diğer nokta ise hızırın çok tanrılı ve çok tanrıçalı inanclarda asıl kutsal yerinin bulup alırken tek tanrılı kitabi dinlerde ise üvey evlat muamelesi görüp alması gereken değeri ve kutsallığı almaması ve taşımamasıdır. Anadolu ve Mezopotamya cografyası için daha çok geçerlidir.  Ve  bunun yanında merkezı olarakta Hatay ve Dersimi gösterebiliriz. Öyleki Hatayda hızır inancı ve kültü Dersimdeki hızırı geride bırakabilecek düzeydedir. Toplumların yaşadığı şartlara ve olaylara göre hızırın kutsallığı farklılık gösterebilir. Yaşayan insan tanri konumunda  her insan bir başka insanın kurtarıcısı  ve yardımcısı yani hızırı olabilir.

Hızır gibi yetişmek..

Tek  tanrılı dinler öncesi ibadet ve inanc tapınma şekilleri bir yerde günümüzdeki hızır  inancının geçmişiyle aynı gibidir.

Tek tanrılı dinler sonuçta birbirlerinin devamı ve takipçisidir. Hızır  inancta  Ademden öncede yasamda var olmustur. Tek tanrılı kitabi dinlerde efsanevi bir güç olarak görülürken çok tanrılı ve tanrıçalı inanclarda ise baş tanrı, var edici konumunda ve ölümsüzdür. Bir başka ilginç nokta ise tek tanrılı dinlerde özellikle islamda olduğu gibi bayramlarda  yada dini günlerde yapılan Mevlit,Kuran okutma,Namaz kılma gibi  o dine ait inancsal ritüeller hızır günlerinde yapılmaz ve uygulanmaz. Tek tanrılı dinlerdeki kitaplarda anlatılan ve Musa nın hikayesine konu olan kullardan bir kul veya o kul konumu alevilikteki hızıra uymaz ve kabulde görmez.

Diyanet kendi islami kaynaklarında ademle hızırı başlatır ve insan olarak tanıtır. Oysa  bu günümüz hızır inancına terstir. Günümüzdeki hızırın  inancsal olarak ölümsüz  olması inancını diyanetin insan konumuna indirerek basitleştirmesi sadece hızırı islam ve tek tanrı inancının dışında gördüğündendir. Tanrısal lütuflar sadece allaha aittir düsturu temel ögretisidir. Aksi düşünce ise allaha şirk koşmadır ve islam şeriatında cezası ölümdür.  Günümüz diyanetin hızır tasviri ve tanımı asla halkın hızır inancı ile örtüşmez. Özellikle adının kuranda(osmanı musaf) hiç bir şekilde geçmemesi dinleri açısından basit ve sıradan  olmasına yol açmıştır.

Ehl kehf süresi yapıştırma ve zorlama tanımlamadır belirsiz süre yada ayetlerin hızıra dayanak yapılması işlemidir. Zoraki sahiplenmede diyebiliriz. Hızırı olağanüstü bir şahsiyet olarak kabul etmez ve hızırı sadece iddia yani söylenti,rivayet konumunda değerlendirir. Islam alimleri ve fıkıhçıları yani hukukcuları tek bir ağızdan hızırın öldüğünü ve yaşamadığını, insani bir varlık oldugunu ve bunada Muhammedin sözünü  dayanak  göstererek  uydurma olarak nitelendirirler. Kurandaki (osmanı musaf) ayetlere dayanarak hızırı red ederler. Kuranda(osmanı musaf) hızırın ölümsüz hayatına dair hiç bir şey yazmaz. Buda hızırı kuranın(osmanı musaf) kabul etmediğini daha doğrusu tek tanrılı dinlerin kabul etmediğinin bir başka açıklamasıdır. Islam tasavvufçuları ve alimleri için hızır her sıradan insan gibi yaşamış ve ölmüştür.

Elmalılı Hamdi Atatürk dönemi kuranı(osmanı musaf) türkçeye çevirmis ve bu arada hızırın anadolu halklari arasındaki inancsal gücünüde başka kitaplarında yorumlamıştır. Bunun yanında  islam  alimleri  tasavvufta Musa nın hikayesindeki balığın canlanmasını hızırın kutsallığı ve alakası dışında farklı yorumlamışlardır. Ayrıca arapçadaki elhadr türkçeye çevrildiğinde yeşillik günü anlamına  gelmektedir.

Hızır inancı hakkında tarsus ilçesinde yapılan Ashab-ı kehf törenleri ise çok tanrılı ve çok tanrıçalı inanclar ritüellerin ve kutsallığının Yahudilikten Hristiyanlığa ve devamında islama geçmiş halidir. Özü itibariyle tek tanrılı dinlere ait bir uygulama değil bilakis çok tanrılı ve tanrıçalı inancın tek tanrılı dinler üzerinden günümüze taşınmış halidir.Bunun yanında Ashab-ı kehf ile eski kadim halkların inançları bu ad ile asimile edilip yok edilirken kendi yaşam alanınada yer açmaktadır. Bu durum tek tanrılı dinlerin doğasında var olduğunuda belirtmek zorundayız. Aksi takdirde tek tanrılı kitabı din olmaz. Islam dininde kurana(osmanı musaf) göre  İlyas hızırdan daha değerli ve önemlidir. Bunun nedeni  ise daha önceki tek tanrılı dini kitaplarda ilyas adının geçmesidir. Öyleki  İsadan önce allah katına yükselen peygamber olarak kabul edilir ve öylede  inanılır.

 

Tevratta ise sadece İlyas olarak geçerken , islamda ise hızır ölümlü bir canlıdır yaşamış ve ölmüştür. Bunu peygamber Muhammedin hızır yaşasaydı bizimle buluşurdu anlamlı hadisini örnek göstermişlerdir. Abu hayat kavramı islam literatürüne sonradan girmiş ve yer almıştır, ayrıca Musa hikayesindeki balığın canlanması konusunda bilgi olmamakla birlikte söylenti olarak halk arasında söylene söylene günümüze kadar ulaşmıştır. Bunun yanısıra  İskender Zülkarneyn hikayesi ise hızır olayından tamamen farklı ve ayrıdır.  Ve  hızır ile hiç bir şekilde bağlantısı yoktur. İskender tarihte bilinen büyük iskenderdir. Yani kılıcı ile düğümü kesip daha sonra sıtma hastalığı nedeniyle ölen Makedonyalı Büyük İskenderdir.

 

Tarihe yön vermiş ve etkilemiş bütün önemli kişiler dinsel hikayeleri  ve efsaneleri kendilerine dayanak yaparlar ve bu şekilde  tanrısal güçlere sahip olduklarını ve yenilmez olduklarını halkın arzu ettiği yaşam ortamını sağlayacaklarının güvenini ve inancını verirler. Bu durum zaman içinde o kişilerde tanrısal kutsiyetin  en üst noktaya çıkmasını ve bir sonrakine ise katlanarak devam etmesini sağlar.  Ancak Kuran(osmanı musaf) ayetlerinde İlyas iki kez ismen belirtilmesine karşın, Hızır adından hiç bahsedilmemesi dikkat çekicidir. Arapçadaki İlyas,Grekçede Eliyas, İbranicede Elijah, Batı dillerinde Elie ve Süryanicedeki İliya veya İlya’nın aynı kelimenin farklı imaları olduğu ve Tevrat’ta İlya ve Elişa’nın Kurandakine(osmanı musaf) benzeyen hikâyeleri göz önünde bulundurulduğunda aslında Hızır’ın İlyas yani İlya‘dan başkası olmadığı sonucuna ulaşılabilir gibi görünmektedir.

Tek tanrılı dinlerin merkezlerinde etkisi ve kutsallığı çok az yada hemen hemen hiç yok iken tek tanrılı dinlerin merkezlerinden uzaklaştığı oranda kutsallığı ve değeri artar ve inancta en üst noktaya çıkar. Yani arabistan yada israil topraklarında hızır için oruç, kurban,adak,lokma, cem yada herhangi bir inancsal ritüel yerine getirilmezken bu merkezlerden uzaklaştıkça hızır inanctaki asıl yerini bulur.

Tek tanrılı dinlerden çok daha önce hızır inancı çok tanrılı inancların içinde vardır.

Tek tanrılı dinlerden çok daha önce çok tanrılı inanışlarda ortaya çıkmış ve daha sonra tek tanrılı dinlere yerleşmiş ve o şekilde kabul edilmiştir.

Tek tanrılı dinlerden öncede var oldugu kabul gördügünden tek tanrılı dinlerinde üzerinde bir kutsallığa sahiptir.

Tek tanrılı dinlerdeki ilk anlatılış Nuh peygamber döneminin tufan hikayesindeki geminin batması ve içindeki canlıların ölmemek için insanların yetis ya hizir sözü ile imdat istemesi ve gemidekilerin kurtulması sonucu ortaya çıkmıştır. Oysaki  Sümerlerdeki Gılgamış destanında tufan olayı aynı şekilde geçer. Buda aslında hızırın tek tanrılı dinlerden 3 bin yıl önce  çok tanrılı inanclarda var olduğunu ve adının farklı isimler altında olsada çağrıldığının ispatıdır.

Hızırın sembolü yeşil renk ve yeşilliktir. Tek tanrılı dinlerin kendilerine ait özel renkleri vardır özellikle islamda Ehlibeyt in sembolük rengi ise siyah ve koyu kırmızıdır. Günümüzde bilindiği üzere yeşil renk islam dinin sembolü ve rengi değildir. Burdaki algılama tek tanrılı dinlerin kendinden önceki kutsallıklarıda içine aldığını ve bunu kullandığını göstermektedir.

Tek tanrılı dinlerde çeşitli versiyonlarda konuşulmasına rağmen cok fazla önce çıkmamasının yada çıkartılmamasının sebebi çok tanrılı eski inanclardan alınması ve tek tanrılı dinlerin ortadan kaldıramadığı noktada içine alıp önemsizleştirmesi siyasetini yürütmüş olmalarındandır. Hızır ve Hıdırellez kutlama törenleri eski tarihlerdeki tek tanrılı dinlerdeki törenlerden ve kutlamalardan çok daha fazla kutsal ve görkemli idi.  Günümüzde  ise eski önemini ve görkemini yitirmiş yada yitirme noktasına gelerek farklı biçimlere bürünmüştür.

Çok tanrılı ve tanrıçalı inanctaki konumu ile tek tanrılı dinlerdeki tanrıların  üstü, baş tanrı yada ana yaratıcı veya var edicidir.

Tek tanrılı dinlerin en eski ve ortak peygamberi Mısırdaki Hermestir. Her dinde  farklı adlarla yaşatılarak günümüze kadar getirilmiştir. Kitabı  dinlerde İdris peygamber olarakta anılır. Ve günümüz hızırın tanrısal bütün özelliklerini taşımaktadır. Tek tanrılı dinlerde ve öncesinde araştırılmayı bekleyen belkide en önemli konu Hermescilik, kişi ise Hermestir. 7 ocakta yani 7 azer de Sabii lerce Hermes bayramı olarak kutlanması ve sürdürülmesi ve günümüze ulaşmış inanc ritüellerinden biridir. Bunun yanında güneşin yada ışığın kutsallığının geçmişten günümüze kadar bütün inanclarda,dinlerde ve yeryüzü topluluklarında baş köşeye oturtulması ve onu temsilen bir canlı kutsalın o toplumun dini  inancında yer bularak günümüze kadar gelmesi dinlerin yada inancların fikirsel olarak çıkış noktasınıda bize azda olsa göstermektedir.

Çok  tanrılı inancların kutsalı olduğundan dolayı tek tanrılı dinlerde ve kitaplarda gereken değeri ve kutsiyeti görmemiş ve kabulde edilmemiştir. Olaylara ve zamana göre toplumdaki kutsiyetinden ve gücünden yararlanılarak tek tanrılı dinlere inanılması sağlanmış ve bu görevini yerine getirdikten sonra yine unutulmaya bırakılmıştır. Bir yerde tek tanrılı dinlerin yaşaması ve yerleşmesi için koltuk değneği görevi görmüşde diyebiliriz.

Çok  tanrılı inanclarda hızır olarak anılırken ve kutsanırken tek tanrılı dinlerde yanına İlyas da eklenmiş ve bu şekilde kutsiyetinden yararlanılırken hızırın karada ilyas in ise denizde güç ve söz sahibi olduğu belirtilmiştir. Yaşanıldığı anlatılan  bütün büyük olaylarda hızırın kendisi öne çıkarken nedense ilyasın etkinliği hemen hemen hiç  yok gibidir.

insanın ölümsüzlüğe sahip olma düşüncesi  ve isteği  hızırda gerçekleşmiş ve günümüze kadarda bu düşünceyi taşıyarak yaşatmıştır.

Tanrıdan önce gelir, tanrı olaylara tarafsız iken hızır taraf tutar ödüllendirme ve gerekirse cezada verebilir. Tek  tanrılı dinler ve kitaplardan çok daha önce halkın inancında yer almıştır. Ve bunun sonucunda  tek tanrılı dinlerin içine taşınmış ve yaşatılmıştır bir yerde ilk tanrıda denir  bu nedenle varlığın çıkış noktasında adına oruc tutulan ve ibadet edilen kutsal bir kurtarıcı güçtür.

Alevi inancındaki yeri tek tanrılı dinlerdeki yerinden çok daha fazla ve kıymetlidir, tek tanrılı dinlerde sıradan bir olay gibi anlatılır ve konuşulur. Alevi inancında en üst noktadadır ve bir yerde asimile karşısında kendisini korumuş ve günümüze kadar taşımıştır. Doğada canlı bir kutsiyet olarak yaşamını devam ettirir  ve tek tanrılı dinlerdeki gibi allahın evi yada mekanı denilen ibadet merkezlerinde aranmaz ve o mekanlara sığdırılmaz.  (cami,sinagog,kilise)

Insanın gönlü Hakkın mekanıdır, hiç bir mekana sığmayan Hakk insan gönlüne sığmıştır.

Alevi inancında rüyada hızırın görülmesi durumunda çevresindeki insanlara haber verilir kurban kesilir orucu tutulur ve dilek dilenip lokması yedirilirken mükafat noktasında değerlendirilirken tek tanrılı inanclarda sır olarak saklı tutulur konuşulmaz.

Alevi inancının tersine tek tanrılı dinlerde adı Hz Hızır olarak çağrılıp resmiyet verilip o şekilde algılanırken alevilikte ise bir yoldaş yada sıradan bir insan ile konuşuyormus gibi anlatılır ve davranılır. Böylece aradaki resmiyet sevgi ve muhabbet ile ortadan kalkarken kutsiyeti ise çok daha fazlalaşır. Alevilerin hızır(hıdır) adı çocuklarına vermeleri tek tanrılı dinlerdeki insanların kullanmasından çok daha fazladır ve  bütünleşmişlerdir. Neredeyse her alevi ailesinde bir hıdır adı vardır.

Alevi inancında daha çok hayat kurtarıcı can veren sevginin sahibi ve sembolü ile mutluluğu sağlayan bir kutsallık görevini ve sorumluluğunu taşırken tek tanrılı dinlerde ise tam tersi noktada kutsal orduları olan savaşta zafere taşıyan, ganimet kazandıran ve düşmanı yok eden bir konumdadır. Hızırın barışcı ve iyiliksever olması ve ölüm ile anılmamasını bunun yanında öldürücü ve yıkıcı olmaktan çok can kurtarıcı ve yapıcı olması tektanrılı dinlerin din için savaşa, allah için savaşa gibi insanlık dışı katliamcı, öldürücü ve yok edici gibi terimlerin dışında tutulmuş ve o şekilde de inanılmıştır.

Küçük Çile günleriyle birlikte Hızır erkânı başlar: Hızır Bâtınilikte, simgesel anlamda, doğuran doğanın doktorudur.

Hızır  koruyucu ve iyilik meleğidir. Bunun için  “neden savaşa katılmadı” şeklindeki söylemler ve sorular, barış, dostluk ve sevgiden yana olan kurtarıcı Hızır için doğal karşılanabilir.

Alevi inancında hızır Ali konumunda , Alide can bulmuş olarak kabul görürken tek tanrılı dinlerde ölümlü bir fani olarak algılanır ve Ali ile bir tutulmaz. Alevi inancında olan don değiştirme veya dondan dona geçme ise tek tanrılı dinlerde asla kabul görmez ve yoktur. Alevilerde hızır ve Ali aynı noktada görülmüş hızırın ve Alinin ruhunun aynı olduğundan dolayı Hakk ile bütünleştirmişlerdir. Alevilerde hızır allah ve Muhammetten çok daha fazla çağrılır ve anılır. Hızır daha çok mazlum, fakir,dilenci ve yaşlı bir erkek ihtiyar olarak görülür. Kadınlık yada dişilik hızıra uygun görülmez bunun nedeni ise erkeğin kadından daha güçlü ve kuvvetli olmasıdır. Tek tanrılı dinlerde hızırın adının geçtiği  hiç birşey yok iken alevi inancı hızırsız olmaz. Hızıra söylenen beyitler ve deyişler en kutsal ve en değerli olanıdır. Alevilikte yasayan Ali bir yerde hızırdır. Dondan dona girer ve yardıma koşar

Alevi inancında adı gülbenklerde  muhakkak geçerken tek tanrılı dinlerin dualarında  adı hiç gecmez veya yaşanılan olay sonrasında  gerektiğinde adı pek nadiren geçer. Alevi gülbenkleri kendi ulularının adı ile anılıp biterken asla amin ile bitmez ve bu terim inancta aslada yer bulmadığı gibi kabulde görmez.

Alevi inancındakı hızır ve boz atının kutsallığı tek tanrılı dinlerdeki kutsallığından çok daha fazladır. Ve bu kutsallık günümüze  kadar kendisini koruyarak gelmiştir. Alevlikte boz atlı Hızır bir yardım meleğidir ve tüm bu yardımlarının karşılığında insanlardan sadece kalp temizliği ister. Hızır yolda kalanların yoldaşı, darda kalanların yardımcısı, gençlere kısmet ve kıtlıkta bereket olarak bilinir. En büyük yardımcısı ise boz atıdır, insan yada başka bir kutsal şahsiyet değildir gideceği yada ulaşması gereken noktalara boz atı ile gider. Hızırın boz atı ise kendisi gibi ölümsüzdür, tarihi efsanelerde anlatılan kanatlı uçan at Pegasusu çağrıştırır. Hızırın boz atı uçarak yada sıçrayarak çok uzun mesafeleri alabilmekte zorda ve darda olanlara yetişebilmektedir. Buna verebileceğimiz en güzel örnek ise hızırın Hace Bektaşı ziyaret etmesi esnasında Karadenizde batmakta olan gemiyi kurtarmak için aniden  boz atıyla yola çıkmasıdır

Alevilikte adına yeminler edilir cemler tutulur yemekler yapılır ve özel günlerde eğlence yada şükran günleri yapılır. Alevilerin yoğun yaşadığı Dersimde adına oruç tutulur cem yürütülür kurban kesilir lokma verilir,mezarlar ve kutsal yerler ziyaret edilir. Bayramlık  yeni ve temiz elbiseler giyilir. Bereketi temsil  eder yeniden taze çekilmiş buğdaydan un yemeği (Kavut)yapılarak hızırdan işaret beklenir bu nedenle Dersimdeki en yüce kutsal var edici baş tanrıda denilebilir.

Alevilikte yaşamın başlangıc yada tabiat ananın yeniden yeşermesi nedeniyle cemleri tutulup ibadeti ve anması yapılırken gelen yeni güne ve yeşilliğe bir ön hazırlık olarakta düşünülür. Yaşamda beklentilerin gerçekleşmesi  sonucu genç  erkeklerin   ve kızların dileklerinin ve niyetlerinin zamanını  hızır zamanına göre ayarlar ve o şekilde hızırı beklerler Hızırın yaşam alanı yeşillik ve sulaktır. Ve  insanın kendisinin rahat edebileceği ve yaşayabileceği yerlere bir borç yada şükran olarak ortaya çıkmış olduğu bunun sonucunda yaşamın devamında toplumun bu insansal devamlılığı kutsaması nedeniyle bayramlaştırmasıdır. Unutulmasın ki geçmiş zamanlarda insanın yerleşik hayata geçmesi sonucu yaşanılan güvenli  yerlerin azlığı ve sahiplenilmesi,  coğrafi koşullar nedeniyle deprem yangın, yanardag, savaşlar,vahşi hayvanların av alanı gibi  ekolojik döneme ait dengelerin tam yerine oturmadığı  bir dönemin  sonucu kurtarıcı kılınması ve adına anmaların yapılması hızır inancını ve kutsiyetini ortaya çıkarmışda diyebiliriz.

Aleviliğin batıni anlamında Abu hayat suyu, ledün ilmi, hakikat yada gerçek ilim, bilgi, irfan, feyiz ,aşk ,söz ve akıl olarak inanc içinde algılanır. Alevilikte Abu hayat suyunun batıni anlamı bilim, ilim akıl,mantık ile insanın kendini bilmesidir. Lokman hekimin ölümsüzlük otu ile hızırın ölümsüzlük suyunu yani Abu hayat-ı içmesi aynı coğrafyanın farklı zamanlarda ortaya çıkmış farklı efsaneleridir. Hızırın Abu hayat(bengi su) içerek ölümsüzlüğe ulaştığına inanılır. Tanrısal özellikleri sayesinde insanlara gözükmesi ile yaşayan insan tanrıda diyebiliriz. Insanoğlunun tarih sahnesine  çıkışında yaşamının 40 ile 50 yıl olarak sürmesi abu hayat yani ölümsüzlük suyu efsanesini ortaya çıkarmış olabilir. Ölümsüzlüğün  insan iradesinde ortaya çıkışı ve bunun dile gelişi her toplumda ve inancta ilk ortaya çıkışından sonra farklı varyantlarda degiserek  halk icinde yaşamaya ve taşınmaya  degişik anlamlarda olsa bile devam etmiştir. Bunun yanında tek tanrılı kitabi dinlerin tasavvuf inancında farklı olsada abu hayat suyu değerlendirilir ve yorumlarda bulunulur.

            Alevilikte şubatın 13-14-15 inde hızır orucu tutulur ve devamında cemi yapılır kurbanı kesilir bu nedenle alevilerde tek tanrılı dinlere göre perşembe gününün akşamı kutsal akşamdır. Ertesi  gün Cuma olduğundan Cuma akşamı olarak halk arasında anılır ve o şekilde isimlendirilmiştir. Özellikle islamda olmayan mum yakma ve perşembe günü lokma pişirme gülbeng okuma kutsal yerleri ve mezarların ziyaret edilmesi de aslında aleviliğinde islamdan özgün ayrı bir inanc olduğunun göstergelerinden biridir.Alevilerde bölgelere göre hızır cemini farklı zamanlarda ve farklı yerlerde yapılmasının altında yatan neden cemi yürüten pirin yada mürşidin her yerde aynı anda ve aynı zamanda olamayacağından ve hizmeti yerine getiremeyeceğinden dolayı farklı zaman dilimleri içerisinde ama kış mevsimi süresince yerine getirilir. Alevilerde (Dersim özelinde) hızır günü 1 ay boyunca 4 hafta süre ile  3 er gün ile devam eder aşiretlerin  ve bölgelerin yapısına göre bu zamanlar değişmektedir. Ayrıca 12 İmamlar yas-ı matem orucu 12 gün olarak çift sayı olarak hesaplanıp tutulurken hızır orucu tek sayı üzerinden 1 gün yada 3 gün üzerinden tutularak hesaplanır. 6 mayısta hızır ile ilyas yaşamın başlangıç yeri tabiatın yeniden doğuşu için bir gül ağacı dibinde buluştuğu ve görenlerin ise her dileğe kavuştuguna inanılır. Kimi söylentilerde ise deniz kıyısıda denilmektedir

Takvim yılı olarak rumi 31 ocak ile 2 şubat arası 3 gün oruc tutulurken miladi takvimde ise 13-14-15 subatta oruc tutulur. Anadoluda 6 mayıs- 8 kasım yaz günleri 186 gündür. 8 kasım -6 mayıs ise kış günleridir. 6 mayısta hızır günlerinin başlangıcında bülbülün güle kavuştuğunada inanılır. Hızır inancı anadolu ve mezopotamya eski inanclarında kökleri bulunmakla birlikte bunun yanında orta asya, suriye, balkanlar, ırak,mısır ve iran gibi ülkelere ve coğrafyaya daha sonraki zamanlarda yayılmıış ve kendisine yer bulmuştur.

Doganin şekillenmesi zamansal ve mekansal farklılık gösterdiğinden dolayı hızır inancının farklı zamanlarda ve mekanlarda ama değişik isimlerle yapılması gayet normaldir.

 

Dersim’de Hızır Orucu, bir ay boyunca dönüşümlü olarak devam eder.

 Miladi Takvime göre Ocak ayının ikinci yarısında başlayıp Şubat ayının ortalarında sona ermektedir. Rumi takvime göre ise durum, Ocak ayının başından sonlarına kadar dört hafta sürer demektir. Yaşlılarımızın,  (‘hesavê ma ra’) ya da eski hesapla (‘hesavo khan ra’) dedikleri bu tarihleme aslında Rum-i Takvime göre yapılmaktadır. Rumi takvim ile Miladi takvim arasında ise 13 günlük bir fark vardır.

Bu durumda Rumi 1 Ocak ile Miladi 14 Ocak aynı gün ve tarihe karşılık gelir. Rumi takvime göre Hızır Orucu, Hızır ayı da denilen Ocak (‘Çele’) ayının, tam olan birinci haftasında başlar. Eğer birinci hafta, tam değil de yarım olarak ayın başına tekabül ederse, bu durum da bir hafta sarkma olur ve Oruç ayın ikinci haftasında başlar.Halk takviminde yıl öncelikle soğuk-yarı ve sıcak-yarı olmak üzere ikiye ayrılır.Yılın soğuk yarısı, 8 Kasımda başlar ve 179 gün boyunca devam eder; 21 Martta, yani Nevruz’da, doğanın doğum gününde son bulur. 8 Kasımda başlayıp 22 Aralıkta biten 45 günlük süreye Kasım; 22 Aralıkta başlayıp 5 Şubat’ta biten 45 günlük süreye Zemheri; 5 Şubat’ta başlayıp 21 Mart’ta biten 50 günlük(ya da 45 günlük) süreye de Hamsin adı verilir.
10-20 Kasım arası Koç Katımı’dır. 21 Aralık kışın başlangıcıdır. 21 Aralıkta başlayıp 30 Ocak’ta sona eren 40 günlük süre Büyük Çile(Erbain); 30 Ocak’ta başlayıp 20 Şubat’ta sona eren 20 günlük süre Küçük Çile adıyla anılır.

Büyük Çile karakıştır; 6-9 Ocak arasında Zemheri Fırtınası olur. Küçük Çile günlerinin 13-14 ve 15 Şubat günleri, her şeyden önce Hızır’ı çağırmayı ya da O’na seslenmeyi hak etmek için üç gün oruç tutulur.

17-18-19 Şubat günleri Hızır’ın dünyayı ziyaret günleri olarak algılanır. Hızır orucunu tutanlar artık Hızır’ı çağırabilir: Hızır bu çağrıya ilgisiz kalmayacaktır.Çağrımıza uyup dünyayı ziyaret eden Hızır, kor-ateş anlamında cemre kimliğine bürünür ve 20 Şubat’ta havaya düşer, yani havayı döller; 27 Şubat’ta suya, 6 Mart’ta toprağa düşer, yani onları döller. 20 Şubat’ta hava bayramı, 27 Şubat’ta su bayramı ve 6 Mart’ta toprak bayramı kutlanır. 13 Mart’ta ise sıcaklık yürüyen hava, su ve toprak ısınır ateş olur. Bu nedenle bugün de ateş bayramı olarak kutlanır. 21 Mart’ta, yani Nevruz’da, daha önce ateşle buluşup gebe kalan hava, su ve toprak doğurur.

5-6 mayıs sonrası bahar mevsimine geçişten sonra yapılmaz ve bu zamana kadarda bırakılmaz ve ertelenmez. Hızır cemi yürütülmesinden sonraki  günün başlangıcında uyanıldığında evden çıkıldığında ilk yapılan ibadet güneşe dönüp hızır gülbengi okunduktan sonra devamında yine en yakın ağaca veya taşa niyaz edilip gülbeng okunmasıdır. Tek tanrılı dinlerde ise bu yoktur. Hızır orucu 12 imamlar yas-ı  matem orucu gibi tutulmakta ama yas-ı matemi  içeren davranış  ve uygulamalar yapılmamakla birlikte günü geceyi geçirmeden yani sahur olayı olmadan  ki alevilerin oruçlarında sahur olayı kesinlikle yoktur ve yapılmaz. Ayrıca tek tanrılı dinlerdeki gibi iftar,namaz zekat gibi terimler kullanılmadığı gibi aynı şekilde sadece alevi inancında olan oruç açma terimide islamda asla yoktur ve kullanılmaz.

Cemaat sunni terimdir, alevi inanc dili ise cem-i cümlemiz kelimesini kullanır.

 Güneş battığında gün kararmaya başlayınca oruç açılır, su içilir sadece son gün bekar olan genc erkekler  ve kızlar tuzlu yiyecekler yiyerek hangi evde rüyalarında yemek yerlerse o evden yada o aileden biriyle evleneceklerine inanırlar.

Alevilerde hızır orucu bölgelere göre pazartesi, salı,çarşamba veya perşembe günü olacak şekilde 3 günlük süre ile yerine göre ise 1 gün önceden tutulup beklenilir, varsa kurbanı kesilir ve lokmaları dağıtılır ve cemi yürütülür. Hızır kurbanına  özel bir ilgi ve alaka gösterilir bakımı yapılır. Nevroz gibi hızır günlerindede ateş yakılır ve üzerinden atlanılıp kötülüklerden ve uğursuzluktan kurtulacağı ve o yılın iyi ve uğurlu gececeğine inanılır. Tahtacılar, çepniler,abdallar,hurufiler,kalenderiler,kızılbaşlar,bektaşiler ve nusayriler gibi aleviliği oluşturan topluluklarda bulundukları yerlerde de hızır inancının ritüelleri yerine getirirler.

Alevilerde hızır Ali ile bir tutulmuş islamda ise sadece bir insan,4. Halife  ve allahın kulu iken  Aleviler Ali+Hakk eşittir Hızır+Hakk noktasında tutup aynı konumda yaşatmışlar ve inanmışlardır. Alevilerde  hızır ne ise olaylara göre Alide odur ve her tür birlemesi yani hızır Ali birlemesini değişik beyitlerinde ve deyişlerinde yazıp söylerler.    Anadolu aleviliğinde bozatlı hızır yoldaşın olsun denilmiş ve bu cümle yalnızca aleviler için kullanılmış günümüze kadar gelmiş ve halende geçerliliğini korumuştur. Zor anlarda hızır imdata çağrılır ve yardım beklenir, kendisine teslim edilen emanetlerin kendisinden yine aynı şekilde zarar görmeden  sağ salim istenir. Bir yerde hızır sağlam ve güvenilir bir emanetçidir. Bunun olması içinde hızırı güzel günlerde kutlama, şükran ve borçluluk duyulan ibadetler ve etkinlikler yapılarak adı anılır. Hızır dar günlerde ve zor zamanlarda cağrıldığında yardım etmezse kınanır ve suçlanır. Topluluk tepki göstererek küser ve kızar. Dersim 1937-38 katliamlarında hızır katliama engel olmadığı için kınanmış ve tepkide görmüştür. Alevi Bektaşi ve Nusayri inançlarında hz Ali ile Hızır ve İlya özdeşleştirilmektedir. Batınılikte Ali ile Muhammedin özdeşliğinden dolayı Muhammedte peygamberlik konumundan soyutlanarak kırklar meclisinin bir üyesi noktasında Hızır ve İlya olur.

Alevilerde hızır ve misafir aynı derecede görülmüş ve hızır Ali konumunda misafir kabul  görmüş bunun nedeni ise misafir gitmeyen evin ocağının söneceğine ve bereketin  biteceğine yok olacağına inanılması, uğursuzluk olacağı inancınıda kendilerinde taşırlar. Alevi inancında bulunan kutsallıktaki üçleme Dersim Raa Hakk inancında  Hızıra helas, Hızır nebi ve hızır ilas olması nedeniyle 3 gün tutulan orucun bir yerde buna bağlandığı söylenmektedir. Misafir  için Aleviler Ali derler. Bunu da mihman Ali’dir sözüyle dile getirirler. Arap alevilerinde de misafir çok değerlidir ve misafire Ali gözüyle bakılır. Ötesinde Hızır orucu, doğanın döllenmesi, Hızır ile İlyas’ın buluşması, Hz Hasan ile Hz Hüseyin hastalandığında üç gün yemek yemeyen Hz Fatma ile Hz Ali’nin eylemlerinin hatırlanması anısınada tutulur.

Alevilerin yoğun yaşadığı iki şehir olan Dersim ve Hatayda en cok hızır tapınakları ve yerleri ile hızırın en kutsal olduğu bölgelerdir öyleki önce hızır ve daha sonra yine hızır gelir.

Hızır özüyle,  Anadolu’daki tüm Alevilerde yaşanır. Sadece lokma ve dilek tutma zaman bakımından, bazı yöresel farklılıklar gösterebilir.  Kadirli ve Göksun’da yaşayan alevi toplumunun boz atlı Hızır inancına ek olarak birde Seyyid Hanların Hızır’ı vardır.

Alevi inancında kulluk yoktur. Buda kuranı(osmanı musaf) dışlar ve kabul etmez. Ehl kehf suresinde yaşananlar çok daha önceki Hristıyanlığın bir hikayesi olmakla birlikte inanctaki hızırın tersi karakterde ve yapıdadır. Iki ayrı karakter ve varlık konuşulmaktadır. Inanctaki ve günümüzdeki hızır tarifine uymaz ve aslada kabul görmez nedeni ise hızırı insani bir kul konumunda görmesi ve insani  ölümlü bir canlı  konumuna indirerek yorumlamasıdır. Bu ise inanctaki ve düşüncedeki hızır anlatımına ve tanımına terstir. Ehl kehf suresi ise Hristiyanlık din tarihindeki kutsal 7 uyuyanlar efsanesinin bir başla değişik versiyonudur.  Yani islam dinine Hrıstiyanlıktan girme,öncesinde ise Roma devletinin Hrıstiyanlığı resmi din kabul etmemesi neticesinde mağaraya saklanan 7 kişinin hikayesinin alıntısıdır, zaten ehl kehf in anlamıda mağara demektir.

 Aleviler her kutsallıklarında hızırı kabul etmiş ve beraber anmışlardır, hızırsız hiç bir işleri ve kutsallıkları ve mekanları yoktur, hızır  her dili konuşabilir ve bütün insanları anlayarak yardımlarına koşabilir.

Alevilikte konumu baş tanri iken tek tanrılı dinlerde kul,nebi ve peygamber konumda yani ölümlü bir insan dünyevi bir canlı motifindedir. Alevilikte Doğa tanrının insan tanrı halini alıp  ve insana görünmesine hızır da denilebilir. Doga tanrının ve insan tanrının yaşamdaki sembolü hızırdır, tek tanrı inancına karşı en büyük sembol ve var edici güç hızırdır.

            Bu dönemler içerisinde anadolu ve mezopotamya  alevi kaçar,konar  göçleri geliş ve gidişleri hızır inancının daha çok kökleşmesini ve kendisine ait has özel yerini bulmasını sağlamıştır. Toplulukların zaman içinde göçleri ve yaşamsal coğrafi etkilenmeleri hızır inancınıda bir bölgeden diğer bir bölgeye taşımış ve  taşındığı bölgede yada coğrafyada gücü oranında kendi kutsal inancının hikayesini ve efsanesini  içine almış etkilemiş veya etkilenmiştir.

Barışcıldır savaşcı ve can alıcı, yok edici yada zalim konumunda değildir. Iyilik ve yardım severliği asıl görevidir. Islam inancındaki sunni yorumlardaki  gibi hızır müslümanlığı korumakla görevlendirilmemiştir. Bilakis hızırın varlığı kurana(osmanı musaf) ve islama terstir. Kuranda(osmanı musaf) adı bir kez bile geçmeyen bir varlığın görevi nasıl olurda müslümanlığı korumak olabilir. Bu sadece tek tanrılı dinlerin kendinden önceki kutsallıkları kendi içlerine alma halidir. Bilindiği gibi, insanlar dardayken yardımına koşan birisine, Hızır gibi yetiştin derler.

Hızır, halk inancında darda kalanların, başı sıkışanların yardımına koşan, insanlara bereket ve Iyilik  getiren ölümsüz var eden güçtür, zaman zaman ortaya çıkar, birdenbire gözden kaybolur. İyileri ödüllendirip, bereket ve bolluğa kavuşturur. Sahipsiz bırakma ve yardım etmeme kötüleri cezalandırma yöntemidir.

Hızır ve  Hakk tan sonra tanrının sembolü olarak güneş, ay ve  Alide tanrı olarak kabul edilir ve kutsal ve zor zamanlarda çağrılarak anılırlar. Bunun yanında zamanında yaşamış ve mucize göstermiş kişiler ve ulularda kutsal yerlerde hızır  mekanı yada Hakk mekanı  olarak kabul görür. Yarı tanrı yada hızırın insani şekli veya hızırın yoldaşı olarakta kutsal ocakların kurucularıda hızırın kutsallığı içinde  görülürler. Baba Mansur,Kureyş Baba,Hace Bektaş ve Hubyar Sultan gibi  kutsal yerlerde hızır ile anılır ve gülbenklerle çağrılarak kendisinden yardım ve iyilik istenir. En cok güneş, ışık, aydınlık veya  ateş ile sembolize edilmiş ve bu sembolize edilmeler yaşanılan bölge ve coğrafyalara göre değişmiştir. Anadoluda ve mezopotamyada  hızırı  gören veya hızırla karşılaşan insanlar hızır gibi hürmet ve kutsallık görür. Bir nevi dokunulmazlığa ulaşır ve kendisiden yardım istenilen ve zorluklardan kurtaran bir konuma gelir ve getirilir.

Alevi inancındaki hızır başına buyruk ve özgürdür, herhangi bir canlıya  güce yada tanrıya bağlı değildir. Özellikle Yunus Emrenin hızır üzerine yazdıkları toplum tarafından inanctaki batınilik bazında daha derinlenmesine anlaşılmalı ve araştırılmalıdır. 

Hızır inancı anadolu ve mezopotamyadan uzaklaştıkca hızırın değeri azalır ve önemsizleşmeye başlar bunu Balkanlarda ve Arabistan toprakları ile Hindistan yada uzakdoğu asyadaki müslüman ülkelerde çok rahat biçimde görmekteyiz. Örneğin hızır orucu, kurbanı yada lokması yemeği gibi tapınma ritüellerini göremeyiz. Anadoluda  ise kimi bölgelere göre ocak ayından  21 marta kadar günümüzdeki bahar temizliğide denilen hazırlıklar yapılır.

Ilk  olarak Nuh tufanında, tufandan kurtulmak icin gemidekilerin adını çağırması ile adı anılır. Tek tanrılı dinlere Yetiş ya hızır sözü ile insanların inancsal  ve dinsel  ibadetlerinin içine girmiştir. Nuhun gemisi hikayesi gılgamış destanından alınmadır ki. Hızır çok daha önce vardır ve kurtarıcı olarak anılmaktadır, yoksa gemideki insanlar neden allah değilde hızırı kurtarıcı olarak çağırmışlardır. Insanın ortaya çıkışının devamında peşinden çok tanrılı ve tanrıcalı inancların her yerde ve bütün zamanlardaki sürec içinde daha sonra tek tanrılı dinlere evrilmesi sonucu ilk tanrı yada baş tanrı hızırdır diyebiliriz. Gılgamış  destanındaki ölümsüzlük otu yani ölümsüzlük ilacı arama ve lokman hekimin ölümsüzlük otu  yani ölümsüzlük ilacı arama ve lokman hekimin ölümsüzlük çiceğini bulması ve sonrasında köprü üzerinde rüzgarın ölümsüzlük ilacının reçetesini suya savurması sonucu sele verdim sözünün anlamını bulması ile bir derde deva arama savaşı ölüme karşı mücadele insanın bu mücadeleyi  gerçek yaşamda kazanma isteğinin insan bedeninde ortaya çıkışı ve binlerce yıldır devam etmesinin adıdır hızır.

Ötesinde kendisinden hırka giyilen, yani el alınan, ab-u hayattan içmiş ölümsüz mürşittir; yeniden dirilmenin, canlanmanın, dönüşen zamanın simgesidir.

Umut nasıl en son yok olmaz yada tükenmezse hızırda umudun bir diğer adıdır bir yerde sona ererken  baska bir yerde ve zamanda farklı şekilde yaşamaya  devam eder. Bir yerde bilim ve aklın insanda ortaya çıkışı yani tezahürüdür hızır.

Meleklerden çok daha üstün konumdadır, her meleğin bir görevi  ve görev süresi var iken hızır zamansız ve mekansızdır. Emir alan değil emir veren konumdadır. Kadere karşı eylemde ve harekette bulunan kaderi reddeden değiştiren ve dönüştüren konumdadır. Tek tanrılı dinlerde yer almaması veya sıradanlaşması aslında tek tanrılı dinlerdeki kaderciliğe karşı çıkması ve kabul etmemesininde rolü vardır. Hızır dünyevidir bu dünyada vardır, cennet veya cehennem gibi  tek tanrılı inancların öbür dünya olgusunda yer almaz. Hızır her durumda olayların içinde ve bir noktada hareketi değiştirip dönüştürendir. Tanrı gibi olaylara seyirci kalmaz. Olmuş  ile ölmüş ün işlerine karışır bir yerde tanrıdan farkıda budur. Ölüyü canlandırma, olmuş olanı  ise değiştirme  gücüne sahiptir.

Halk arasında daha çok yaşlı insan görünümünde ortaya çıkar. Olaylara  göre bazen kurtarıcı bir hayvan, bir ağac dalı yada küçük bir çocuk, yani doğa tanrı veya insan tanrı olarak ortaya çıktığı söylenir.

Yaşamin doğuşu ve kutsanması kendisini  doğa tanrı konumunda hızır ile bulur.

Hızır karadaki bitki, bereketin insanların ilyas ise deniz ve hayvanların kurtarıcısıdır.

Hızır daha çok fakirlerin ve zorda kalanların kurtarıcısıdır zenginlerin ve kötülerin yanına uğramaz ve o konumdada kabul görmez

Hızırın özellikleri ve görevleri aslında hızırın tek tanrılı dinlerden çok daha önce çok tanrılı ve tanrıcalı inanclarda var olduğunu gösterir.

Hızır türbelerinin diğer türbelerden daha kutsal ve üstün olması hızırı tanrı katına çıkarmış diğer bütün kutsallıkları gölgeleyerek ikinci plana itmiştir.

Ilyasın giyimi hakkında, mavi giysili deriden kaftan ve elinde değnek ile sembolize edildiği yazılır ve söylenir.

Erkek cinsiyetindedir kadın olarak anlatılmamış ve görülmemiştir. Buda bir yerde hızırın erkek egemen gücün temsili olarak tek tanrılı dinlere geçişinin göstergesidir. Çok  tanrılı inanclarda dişil ve erkeksi tanrıcaların kutsallıkları tek tanrılı dinlere geçişde sadece erkeksi eril tanrıların devamı ile sürmüştür. Bunun nedeni ise bir yerde tek tanrılı dinlerin peygamberlerinin erkek olması ve erkek egemen gücü temsil etmeleridir. Insanı biçimde tasvir edilir ve söylenir daha cok yaşlı aydınlık yüzlü sakallı ve yeşil elbiseli kırmızı ayakkabılıdır. Kadın  olarak kabul görmez. Hızır’ın belirli bir yaşının olmadığı, hangi çağdaysa o çağın yaşı ve görüntüsü içinde olduğu,yani çocuk veya yaşlıda olabilir. Kişilik yapısının temel özelliği, barışseverlik, olgunluk ve aşırı merhamettir. Boz atlı, yeşil giysili,nur yüzlü, ak saçlı, ak sakallı, kırmızı çarıklı bir derviş veya dilenci kılığındadır. Onu tanımak zordur; ancak tanımak için bazı belirtiler de vardır. İşaret parmağı orta parmağıyla aynı boydadır,bir parmağı kemiksizdir.             Sıkıntıdaki kulun imdadına gelenin Hızır olup olmadığını anlamanın tek bir yolu vardır: Hızır’ın sağ elinin başparmağının kemiksiz, her iki elindeki işaret ve orta parmaklarının aynı boyda olduğu ve ayrıca da ayak bastığı yerin yeşerdiği söylenir.  Dolayısıyla Hızır’la karşılaştığına inanan kimse, onun ellerine ve ayağını bastığı yere bakmalıdır. Ama hikayelerde genellikle Hızır kaybolup gittikten sonra kişi onun kim olduğunu anlamaktadır.

Devleti, dini, ırkı, dili yoktur. İktidar  olmak yada yönetmekten, hükmetmekten daha çok hükmedilen ve yönetilene yani bir yerde ezilene ve sömürülene yardım eder.  Umudun  diğer adıda denilebilinir. Devletlerin tek tanrılı dinsel sistemine halkın karşı koyuşunun ve eski çok tanrılı kadim inanclarının değişik adla günümüze gelmiş halide diyebiliriz.

Kırım türkleri 6 mayısı dini bayram olarak kutlarlar. Makedonyada ederlez adında, kosovada hedirles ve zaman içinde hristiyanlarla ortak bir inanç bayramı olarak 6 mayısta kutlanır. Iranda 40 gün önceden hazırlığa  başlanır ve evler temizlenir. Azerbaycanda alevi inancına sahip olanlar tarafindan hızır hazırlığı yapılır ve şiirler okunarak hızır anılır ve yardıma çağrılır. Eski türklerde dede korkut hikayelerinde dirse hanın oğlu boğaçı yine bozatlı hızır ölümden kurtarır. Buda bize eski türklerın tek tanrılı dinlerden önce çok tanrılı inanclarda hızırın olduğunu ve hızıra kutsallık verdiklerinin göstergesidir. Bununla birlikte yine eski türklerin  inanclarındaki  ritüellerde tek tanrılı dinlerin etkisine rağmen kendisini belli oranda korumuş ve günümüze taşımıştır. Havanın ve suyun ısınması yani doğanın tabiatın yaşama geçmesi doğanın kutsanması ve bayram olarak algılanması eski halklardan günümüze taşınmıştır. Eski  türklerde bozatlı  yol tengrisi yada yol iyesi olarak anılırdı. islamdan sonra ise hızır nebi yada hızır ilyas olarak islamda kendisine yer bulmuştur. Eski türklerin at üstündeki göçebe yaşamları gözönüne alınınca boz atlı hızır inancını orta asya göçebe türklerde başka adlarla anılması ve inanılması gayet normaldir. Atalar kültü yani inancı ile mezarların ve kutsal yerlerin ziyaret edilmesi ve anılması ve hızırın öteki dünya ile tabir  edilen yere iyilik ve kolaylık ve yardim etmesinin istenmesi yine çok tanrılı inanclarda karşımıza çıkmaktadır. Tunguzlar ise bu merasimleri her yıl Mayıs ayında yapmaktaydılar. Onlar bu törenler sayesinde atalara, göğe, yeryüzüne takdimler yapar, beyaz kısraklar kurban eder, toprağa taze kımız döker ve ortaklaşa kımız içerlerdi.Uno Harva, eski Çinliler, Moğollar, Kalmuklar ve Buryatlar’ın da böyle bahar veya yaz törenleri yaptığını belirmektedir. Şüphesiz bunlar yüzyıllar boyunca süregelen adetlerdi. Dolayısıyla orta asya kavimlerinin daha Anadolu’ya gelmeden gerek Orta Asya’daki kendi inanç, kültür ve çalışma hayatları içerisinde, gerekse Zerdüştlük ve benzeri yabancı dinleri kabul ettikten sonra bunlardaki bahar ve yaz törenlerini çok iyi tanıdıkları rahatça söylenebilir. Ancak bu törenlerin Mart, Nisan, Mayıs gibi değişik aylara rastladıkları gözden uzak tutulmamalıdır.Kısacası eski kavimler, yaz mevsimi başlangıcına ait inanç, adet ve gelenekleriyle Anadolu’ya yerleştiler. Ve burada da bahar ve yaz başlangıcı törenlerinin Hristiyanlaşmış şekliyle karşılaştılar.

Hızır inancı Hristiyanlıkta hristiyanlığı kabul etmemiş toplumların hristiyanlığı kabul etmesi sonucu  kendi dinlerinde kutlanmış ve daha sonra hristiyanlığa geçişte aya yorgi saint georges adı verilerek aziz kabul edilip hızırın adı değişmiş ama işlevi konumu ve kutsiyetinde  hiç bir şekilde değişiklik olmamıştır. Hristiyanlıkta hızır değişimi ve kendi içine alıp kabul etmesi tipik tek tanrılı kitabi dinlerin karakteristiğidir. Aya Yorgi (Saint Georges) Anadolu’daki Hristiyanlığın çok önem verdiği, adına kilise ve manastır inşa ettikleri bir azizdir. Bununla birlikte Avrupalı ve Doğulu gezginlerin anlattıkları hikayelerden, bu iki şahsiyetin Aya Yorgi’de Hızır-İlyas’ı, özleşleştirdikleri anlaşılmaktadır. 

Hızır yahut Hızır-İlyas ve bu aziz arasındaki söz konusu özdeşleştirmenin, oldukça erken devirlerde Hristiyan yazarlarınca da gözlendiği anlaşılmaktadır. Hristiyan bir yazar olan Wensinck Maracci’nin Hızır kıssasına dair yazdığı bir yazıda şöyle der:

Müslümanlar Hızır’ın, Harun’un torunu Elazarus’un oğlu Phias ile aynı kimse olduğunu rivayet ederler. Onun ruhu ilk önce İlyas’a, ondan Aya Yorgi’ye (Saint George) geçmiştir. Bu azize Müslümanlar bundan dolayı çok saygı gösterirler.

Görüldüğü gibi Maracci, Hızır’ın adını ayrıca açıklamaya gerek görmeden Aya Yorgi (Saint George) koyuvermiştir.Kendisi ile ilgili hikayelerde tıpkı Hızır gibi uğradığı eve bereket ve bolluk getirdiği, kuru tahtaları, ağaçları yeşertip ulu ağaç haline getirdiği, hastaları iyileştirdiği hikaye edilir.

Bazı araştırmacılar Anadolu’da Aya Yorgi diye anılan Saint George’un aslında Hristiyanlık öncesi (Hitit) Anadolu’sunun efsanevi bir Tanrısının Hristiyanlaştırılmış şekli olduğu kanaatindedirler. Bu birleştirmeye önayak olan sebep ise halk inançlarında iki şahsiyet arasındaki benzer fonksiyon ve özellikler olmuştur.

Anlatılan hikayerde Hızır Aleyhisselam’ın dokunduğu şeylerin veya oturduğu yerlerin yeşillendiğinden bahsedilir. Aynı şekilde Aya Yorgi kültü Yunanistan’da da Yeşil Yorgi (yahut Georgevert) adıyla anılır. Her iki kültürde de ortak kutlama tarihi 6 Mayıs olarak belirlenmiştir.

Hızır ayrıca Hristiyanlıkta circus peygambere mahsus bir tanımlamayıda içerir

 

            A                 sonuc

            Hızırın  yaşadığı ve varolduğu bölgeler için anadolu ve mezopotamya bir köprü ise bu köprünün bütün bağlantı ayaklarının olduğu her yerde varlığını  günümüze kadar sürdürmüştür.

Tek tanrılı kitabi dinlerin kaynağı olarak gösterilen gılgamış millattan önce 3 binli yıllarda yaşamış  destanı  ise  yine millattan önce  7. Yüzyılda asur kralı asurbanipal tarafından derlettirilip yazılmıştır. Yazım dili ise akad dılıdır. Burada yahudilerin en eski kavimlerinden biri olan akadlar olduğu dikkate alınırsa gılgamış destanının tevratta yer alması çok daha iyi anlaşılır. Buda bizi Yahudi kavminin bir bölümünün en eski kabile toplumlardan  olan akadlara kadar götürmektedir. En azından anadolu ve mezopotamya coğrafyasında bu şekildedir.  Günümüz tek tanrılı dinlerin allah tanımlamasına uyan ve açıklayan  en önemli tanımlamalar gılgamış destanında bulunmaktadır.

Gılgamış destanının günümüze ulaşmış  anlatımları ve söylemleri ise Ölümsüzlük, ölümden kurtulma,ölümsüzlük otu,  lokman hekim, hızırda ise abu hayat suyu, hızır ilyas karada ve denizde her şeyi bilen, gılgamış ise aynı şekilde karada ve denizde herşeyi bilen gılgamışın insan tanrılığı tanrısal özellikler, tanrıya isyan ve cezalandırma, aşk tanrıcaları ve cennet  ile cehennem olgusu, tufan olayı,tufan sonrası nisir dağında geminin karaya oturması,ölümün yerine göre kurtuluş olması ve öteki dünyanın insanı rahatlatması, şahmat ve satranc oyununda sona eriş ve bitiş, gılgamışın ölümsüzlük otunu yılana kaptırması alevi inancında ise yılanın can olarak olarak kabul edilmesi   ve ölümsüzlüğün sembolünün bir yerde yılan olması ile canların ölümsüzlüğü.

Gılgamışın ,hace bektaştan önce elinde tuttuğu aslanlı kabartma resmi ise bir başka ilginç noktadır. Her devrin ve inanışın ve toplumun ölümsüzlüğü arayan ve bunun uğruna bedel ödeyen kahramanları ve insanları vardır.  Hızır ilyas, lokman hekim,herkül ve gılgamış.

Geminin zift ile kapatılması ve ziftin yani petrolün daha o zamanlar kullanıldığı ve insanlığın kullanım alanına girdiğinin göstergesidir.

Ve yine nevruz bayramının sümerler döneminde kutlandığını bununda nevruz bayramının tek tanrılı dinlerden çok daha önce mezopotamya halkları arasındada  kutlandığını gösterir. Günümüze kadar gelmiş bütün tek tanrılı dinlerin kaynağını gılgamış destanı olarak gösterebiliriz

Gılgamıs destanıda kadını cinsel bir obje olarak görmüş,ikinci sınıf insana ve basite indirmiştir. Cinsel birleşme  olayına dinsel ve inancsal olarak  allahın emri sözü ilk olarak gılgamış destanında  geçmiştir. Gılgamış destanı sonrasının devamındaki halk inanc hikayelerinde anlatılır.Yazılı  tarihi bize sunan Sümerle Mezopotamya’dan başlar, Anadolu’da Hitit, Hurri, Urartuyla devam eder, eski Mısır’dan Grek uygarlığına, İran’dan eski Hint uygarlığına kadar uzanır, gider. Güneş, ay ve yıldızların, su, fırtına, ateş, güzellik ve dağların, vs. gibi daha yüzlercesinin ve hatta binlercesinin tanrısı vardır.

 Daha bundan üç bin yıl önce insanların ‘otuz beş bin’ tanrıya taptıkları var sayılmaktadır. Ya ondan sonrası! Zerdüştlük, Yehovacılık, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve bunların kabulü sürecindeki gelişmeler ve etkiler, yeniden harmanlanma ve şekillenmelere neden olmuştur.Paganizm cok tanrılıcılık iken panteizm doğa tanrıcılığın insani olarak var olması kendisini hızırda bulur hepsinden süzülmüş ve hepsinden kendisini var ederek günümüze ulaşmıştır.Ehlibeytin yaşadığı zorluklar anadoludaki alevilerin inancında hızır ile bütünleştirilerek hızır ali şekline bürünmüş ve islamın asimilesinden bu şekilde  korunma yöntemini uygulamışlardır.

Tarih boyunca farklı kültür ve dinleri benimseyip taşıyıcılığını yapan , pek çok kavimlerin gelip geçtiği Anadolu toprakları üzerinde , İslamlaşma süreci öncesinde yaygınlaşmış ve kökleşmiş inançlar ve ritüeller tamamen yok olmamış , yeni hakim din olarak İslam içerisine nüfuz ederek ona kendi renklerini katmışlardır . Özellikle İslam öncesi Anadolu‘da yaygınlaşmış popüler yahudilik ,zerdüşt, hıristiyan ve  inanç motiflerinin İslam ile karşılaşmasının oldukça özgün senkretizm örneklerini doğurduğu görülmektedir.

Hızır inancı ve ölümsüzlük kökleri ilk olarak mezopotamya ve anadoluda ortaya çıkmış kökleri gılgamış destanına kadar gitmektedir. Böylece hızırın aslında insan inancında ilk tanrı ve kutsal bir olgu olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Tek tanrılı dinler hızır inancınından ve kutsallığından yararlanmış, kullanmış ve değerlendirmişlerdir. Yalnız  bunları yaparken asla kendi yeni dinlerinden üstün görmemiş ve kutsiyetini hep bir noktada tutarak önceliği kendi yeni dinlerine tanımışlardır. Unutulmasinki her yeni din öncekinin devamı vede yenileşmis halide olabildiği gibi bir geri versiyonuda olabilmektedir. Bunun yanında anadolu ve mezopotamya coğrafyasında insanın ortaya çıkışıyla hızır inancı yerini almış ve günümüze kadar dersim ve hatay bölgesi dışında eski değerini yitirmiş  ama bunun yanında günümüze kadar tek tanrılı dinlerin içinde yaşayarak ve kendini var ederek gelebilmiştir. Anadolu ve mezopotamya halkları yaşadığı müddetce hızırda yaşayacak  ve geleceğe taşınacaktır. Bunun aksi bir gelişmeyi ve değişimi tek tanrılı dinlerden beklemek büyük bir saflık ve kandırmaca olur.

Hızır inancı tek tanrılı dinlerdeki bulunan  kutsiyeti  çok tanrılı ve kutsallığı çok olan inanclardaki konumu çok daha fazla üst konumdadır Anadolu ve mezopotamya coğrafyasında günümüz tek tanrılı  dinlerin allahından önce gelir ve coğrafi olarak  anadolu ile mezopotamya cografyasının dışındada geniş bir coğrafyada etkisi vardır. Tek tanrılı   dinler öncesi özellikle islam dini öncesi  güce  ve topluluğa dayanak yaparak kendi dininden pay çıkarma ve tanıtma sonuçta anlatılardan ortaya çıkan olaylar hızırın islamdan çok daha önce yahudilik ve hrıstiyanliktan bile önce anadolu ve mezopotamya coğrafyasında inanılan bir tanrı ve yerine göre tanrılar üstü bir konumda olduğunu göstermektedir. Tek tanrılı dinler ve tek peygamberli kitabi dinlerden çok daha öncede hızır bayramları ve şükran günleride kutlanmış ve halende kutlanmaktadır

 

Bunların beraberinde insanlık tarih sahnesine çıktığı andan itibaren  elde etmek isteyipte kavuşamadığı herşey için  hızır  yada bir başka kutsiyete ihtiyaç duymuştur. Bir bütün olarak insanlık çok daha güzel ve uzun yaşamak için her türlü beklenti ve kendince mücadelesini sürdürmüş ve devamında ise hayati beklentilerini başka güçlerden yardım isteyerek gerçekleştirmek istemistir. 

 

B       Yaralandığım kaynaklar ve kaynak kişiler;

Alevilerin Sesi Dergisi,Hasan kılavuz,Şahin Açıkoğlu,Sarkis Hatspanian,Agos Gazetesi, Güney Dergisi, Cem Erseven,Esat Korkmaz,Cahit Öztelli,Abdülkadir Gölpınarlı,Bedri Noyan Dedebaba, Pertev Nail Boratav,Ahmet Yaşar Ocak, Kuranı Kerim(osmanı musaf) Tevrat(kıtabı mukaddes) İncil,Mehmet Bayrak Refiye Şenesen, Gılgamış Destanı, TC.Diyanet İşleri Başkanlığı,Hasan Sevin,Miskini,Kemter Derviş, Şah Hatayi,Teslim Abdal,Yunus Emre, Harabi,Pir Sultan Abdal,Dede Korkut Hikayeleri,Karacaoğlan,Hace Bektaş Velayetnamesi,Orhan Gökdemir,Fakir Edna,Şükrü Metin Baba,Atheneris,www.anatoliancraft.org,Hüseyin Türk, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi; Yazamadıklarımdan ve unuttuklarımdan ise affımı sunar, özür diler, emekleri karşısında saygıyla eğilirim.

 

Bitirirken atalarımızın ve geçmişimizin kutsalı olan boz atlı hızır yoldaşımız olsun…!

            2     Hızıra ait kısa deyişler , sözler ve örneklemeler.

Hızır gülbengine örnek


Bismişah  Allah Allah
Hak-Muhammet-Ali aşkına; dertlerimize derman, hastalarımıza şifa, borçlarımıza kolaylıklar versin diye çağırdığımız Hızır için, Hızır orucu tutmaya niyet ettim.
Ulu Dergâh kabul etsin.
Gerçeğe Hû! Eyvallah!


Bismişah  Allah Allah

Hızırı çağıranlar aşkına tuttuğum umut orucunu Ulu Dergâh kabul etsin.
Gerçek erenler demine Hû! Eyvallah!

 

Hızır, gülbengle çağrılır:

Bismişah  Allah Allah
Tanrı’dan ruhsat alıp gebe kalan doğaya göz-kulak ya Hızır: Yetiş ya Hızır bizi kurtar.
Gel artık darda olanlarımıza elini uzat. Destur alıp cümle varlık doğurmak üzere; onlara ebelik yap. Girdiğin evlere dert girmesin; bastığın yerlerde güller açsın, ekinler yeşersin, bülbüller ötsün. Dokunduğun canlar dertlerden, uğursuzluklardan ve hastalıklardan arınsın.
Gel artık bir türlü gerçekleştiremediğimiz isteklerimiz, dileklerimiz berekete dönüşsün; özlemlerimiz kırılsın yeni özlemler oluşsun.
Gel artık özlem denen atımıza bindirelim seni, düşlerimizde gezdirelim. Ali ol, Hace Bektaş Veli ol; dondan dona bürün, bize öğretmenlik yap.
Senin için oruç tutuyoruz gel artık: Umudumuzu doğurtalım.
Dil bizden, nefes hizmet pirlerimizden olsun. Gerçek erenler demine Hû!
Eyvallah!

Dersimden   örnekler;

Sen Evlasın sen Hızırsın
Hem hazırsın hem nazırsın
Sen Evlasın sen Hızırsın
Bazen fakir bazen vezirsin
Bugün senin nurlu günündür
Halimiz sana ayandır.

             Neredesiniz


Hey gidi ulu Hızır, Baba Düzgün
Bu ne hal, bu ne vaziyettir?
Hızır, Hızır, Düzgün, Düzgün
Neredeydiniz ?

      Hani Sizler Ulu kişilerdiniz ?
Ayağınıza gelirdi niyazlarımız kurbanlarımız
Kızıl Elma lokmalarımız
Niçin düşman sırtınızda at oynattı?

      Çocuklarımızın, kadınlarımızın kanını akıttı
Derler di ki; Hızır ve Düzgün
Dar günde yetişirler
Hani nerde kaldınız, niye gelmediniz?

 

 Hızıra ait karışık örnek deyişler

 

 

Dua okundu hazıra

Boz-At ile düşmüş yola

Destur verildi Hızır`a

Kara gözlüm cark ederek

Kırkların cemine beraber gelen
Server Muhammed’in bacını alan
Sancağı çekip zülfikar çalan
Yetiş Hızır nebi sen imdat eyle

Senin velayetin hürmetine de ey Ali ey İlya
Ey Hasan ve Hüseyin’in babası ey eba Turab
Müşkillerimi çöz ey veliler velisi
Ey harikuladelikler mazharı, ey Murtaza, ey Ali

Bin bir adı vardır bir adı Hızır
Her nerde çağırsam orada hazır
Ali padişahtır Muhammed vezir
Bu fermanı yazan Ali değil mi

Hızır Ali sultan ya senden medet
Kara donlu sultan vallahi ahad
Cedd-i paki sülale-i Muhammed
Pirim Hacı bektaş değil mi

Hızır İlyas ile içti hayatı
Yezid’e zulfikar zehirden katı
Yine pirden ola er kerameti
Bir ismi Muhammed bir ismi Ali.

Ali söyler Hızır yazar ayeti

Elinde Zülfikar zehirden katı

Aşikare Alinin kerameti

Birisi Muhammed birisi Ali

           

               Zulmet deryasını nur edip gelen
Hızır İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir
Garibin mazlumun halini bilen
Hızır İlyaz Şah-ı Merdan Ali’dir

 

 

 

BOZATLI HIZIR

Elaman Mürvet huzura geldik
Yardım eyle bize bozatlı Hızır
Yüz sürüp yerlere yardım diledik
Yetiş yardım eyle bozatlı Hızır

Toplanmış canlar dua ediyor
Hızır gelir diye herkes bekliyor
Çağıran kişiye yardım ediyor
Yetiş yardım eyle bozatlı Hızır

Mümin olan yüzün hep Hakka döner
İrfan meydanında kaynayıp pişer
Diz çökmüş önünde affını diler
Yetiş yardım eyle bozatlı Hızır

Seni seven canlar elini açmış
Hızır günü diye duaya durmuş
Nebilik velilik tek sana gelmiş
Yetiş yardım eyle bozatlı Hızır

Mümin ikrarına sadık olunca
Kusurunu ele alıp gelince
Ağlayıp sızlayıp af dileyince
Yetiş yardım eyle bozatlı Hızır

Kemter derviş diler özüne himmet
Mahrum etme beni eyle mürüvet
Evliya embiyanın yüzü suyu hürmeti
Yetiş yardım eyle bozatlı Hızır

 

Miskini

 

      Alçaklı yüksekli gaip erenler
Alıver gönlümü zalim elinden
Hızır Nebî isen gerçek er isen
Alıver gönlümü zalim elinden

 Harabi

 

      Mecmau’l – Bahreyn’e vardığım zaman
Hızır’ı Buldum candan gulam oldum
Ledün ilmin bana eyledi ihsan
Sırr-ı sırru’llah’ın tamamı

      Cebrail Musa’ya Hızır’a var dedi
Mürşid-i Kâmile varmadan olamaz

 

Teslim Abdal

 

      Bülbüller gülşende efgana durdu
Hüseyin Hakk’ içün serini verdi
Doldurdu doldurdu bir dolu verdi
Ol Hızır’ın yeşil eli sabakan

 

Şah Hatayi

 

      Azattır fenadan geçen
Ab-ı Hayat’tan içen
Zulmetin kapısun açan
Hızır sıfat veli gerek
Hayati sözünün manisin verdi
Yar ile ettiği ahdinde durdu

 

Mihman Hızır’dır 

 

   Misafir aşk kapusunun dilidir
Hızır’ı sev kim sahibinin gülüdür
Tanrı misafiri pirim Ali’dir
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz

 

   Bir eve kahrola misafir gelmez
Çalınsa çırpınsa ektiği bitmez
Çağırsa bağırsa bir yere yetmez
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz   

 

   Hizmet eyle sen ki daima gele
Yavan yaşık bizim yüzümüze güle
Büyük küçük onu hep Hızır bile
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz

 

   Misafir gelir ki kısmeti bile
Misafir Hızır’dır özrünü dile
Hatayi’m uğruyu tut ver gele ele
Mihmanlar siz bize sefa geldiniz  

 

 

        Men Hızır’ın Guluyam

 

         Hızır Hızır hız getir
Var dereden od getir
Men Hızır’ın neyiyem
Birce bele dayıyam

Ayağının nalıyam
Başının torbasıyam
Hızır’a Hızır deyerler
Hızıra çırağ koyarlar

 

         Hızır Nebî Hızır-İlyas
Bitdi çiçek oldu yaz
Men Hızır’ın guluyam
Boz atının çuluyam

 

 

       Şükrü Metin Baba

 

Zulmet deryasını nur edip gelen
Hızır-İlyas Şâh-ı Merdan Ali’dir
Gariban mazlumun halini bilen
Hızır-İlyas Şâh-ı Merdan Ali’dir

 

Bir anda cevelan eder cihanı
Kalbi saf olanın dest ü damanı
Bir ismi Behrûz’dur lisanı Süryani
Hızır-İlyas Şâh-ı Merdan Ali’dir

 

Merdi meydan eylemektir iyi er
Gafil olma kardeş çerağın söner
Her gördüğün Hızır bilmektir hüner
Hızır-İlyas Şâh-ı Merdan Ali’dir

 

Ehl-i iman eyler ikrar sebatı
Kendinde seyr eder sıfatı zatı
Hızır ile içen Ab-ı Hayat’ı
Hızır-İlyas Şâh-ı Merdan Ali’dir

 

Şükrü Metin baba bu demden içer
Sâk-i kevser’le Sırât’ı geçer
Hızır’ı ademde arayıp seçer
Hızır-İlyas Şâh-ı Merdan Ali’dir

 

 

                                Nebî Hızır

 

     Yalvarması boynumuza farzoldu
Edeb erkân mü’minler arzoldu
Mü’minin secdesi Hak niyaz oldu
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle

 

     Kim kaildir mahşere kalan davaya
Şah Hasan’a ağu vedi Muaviye
İ. Hüseyin mürrüvvet eyle canıma
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle

 

     Musa Kazım ile salayı veren
İmam Rıza ile mescide giren
Takî ile Nakî canıma gelen
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle

 

     Askeri’nin askerine katılan
Kul olup Belh Buhara’da satılan
Çöl Kufe şehrinde nara atılan
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle

 

     Kırklar’ın cemine beraber gelen
Servet Muhammed’in bacını alan
Sancağını çekip Zülfikâr çalan
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle

 

     Fakir Ednâ’m der ki bu sırra eren
Üstadım Hatayi darına duran
Tamuda yanar mı nurunu gören
Yetiş Hızır Nebî sen imdad eyle  

 

                  Yetiş Ya Hızır

 

         Hızır sen dert ve gamların melhemisin
Denizlerin deryaların
Keleklerin gemilerin
Göllerin ırmakların

         Köprü ve çetin geçitlerin başısın, kılavuzusun
Hızır beklenmedik anın misafiridir
Dumanlı-tufanlı günün kavuşanıdır
Hızır çığırını/izini kapatma tez yetiş,

         sakın geç kalma

 

Geldi Geçti Ömrüm Benim


Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi

İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi

Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi

Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi

Bir hastaya vardın ise bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi

Bir miskini gördün ise bir eskice virdün ise
Yarın anda sana gele Hak libâsın biçmiş gibi

Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalur derler
Meğer Hızır İlyas ola abı hayat içmiş gibi

……………….

   

Deryalar üstünde Bozatlı Hızır
Benli Boz’a binmiş o da geliyor

 

…………………


Kul daralmayınca

sıkışmayınca Hızır yetişmez

 

 

          3       Tarihte hızıra ait terimler,isimler,mekanlar ve ünvanlar

 

Hızır                Veli

Hızır                İlya

Hızır                Cebrail

Hızır                Melek

Hızır                Nur

Hızır                Hakkın yansıması

Hızır                Ögretmen egitmen

Hızır                Hz ali şahı merdan

Hızır                Hakkın cismi, maddi görünüşü

Hızır                Hızır makamı aşama, merhale

Hızır                Hızır günleri

Hızır                Kültü

Hızır                İnancı

Hızır                Al hızır,yeşillik

Hızır                El hadır yeşil-Arapca

Hızır                Al hıdır yeşil dal

Hızır                Khezr-İrani-Farsca

Hızır                El ahdar yeşil

Hızır                Eliyas-Grekce

Hızır                Elijah-İbranice

Hızır                Eli

Hızır                İliya süryanice

Hızır                Andreas

Hızır                İdris

Hızır                Hermes

Hızır                Hıdırelles (İlyas-idris)

Hızır                Tammuz-Dumuzi

Hızır                Adonis

Hızır                İanna

Hızır                İştar

Hızır                Zekarya  (adı filiz olan adam)

Hızır                Hasisatra (Gılgamış destanı, Akadca ve daha sonra Sümerce)

Hızır                glaukos (yeşil iskender efsanesinde)

Hızır                Aya yorgi

Hızır                Saint georges

Hızır                Circis

Hızır                Curas

Hızır                Cercis

Hızır                Georgevert (yeşil yorgi)

Hızır                Ali nin Hakk olma hali

Hızır                Hakk

Hızır                Hıdır (hıdır abdal)

Hızır                Mar coras

Hızır                Hacım sultan- Balım sultan

Hızır                Şah ismail

Hızır                Muhammed ve Ali nin Hızır olma durumu

Hızır                Hızr

Hızır                Hızır gibi yetişmek

Hızır                Hızır lokması

Hızır                Hızır cemi

Hızır                Hızır kurbani

Hızır                Hızır eli

Hızır                Hızır ugraması, hızır ile karşılaşma

Hızır                Hızır türbesi evliya mekanı

Hızır                Hızır bereketi

Hızır                Hızır suyu abu hayat ölümsüzlük suyu

Hızır                Hızır orucu

Hızır                Hızır ocağı

Hızır                Hızır dağı

Hızır                Hızır gölü

Hızır                Hızır çeşmesi

Hızır                Hızır yolu

Hızır                Hızır ağacı

Hızır                Hızır bayramı

Hızır                Eren, ermiş,derviş

Hızır                Pir, mürşit

Hızır                Ulu evliya

Hızır                Hızır nebi

Hızır                Hoxe hızır(hızır günü)

Hızır                Emanetci hızır

Hızır                Hızır kökünü kazıya beddua

Hızır                Bizim dilimiz hızır dilidir inancsal terim

Hızır                Hızır misafiri

Hızır                Hızır köprüsü

Hızır                Bozatlı hızır

Hızır                Hozat hızırı

Hızır                Hızır geçidi

Hızır                Kırmızı köprü hızırı

Hızır                Ölümsüz hızır

Hızır                Rüz-i hızır

Hızır                Naze hiziri hızır niyazi

Hızır                Roze hiziri hızır orucu

Hızır                Hızırvo hızır aşkına yemin etmek

Hizir                            Hıdır nebi, hıdır nebi bayramı hızır orucu sonucu tutulan 3 günlük oructan sonra kutlanan bayram

Hızır                Hıdırellez hızır ile ilyasın adlarının ortak çağrısımı

Hızır                Hızır bali, balım sultan bektaşi piri

Hızır                Hızır postu

Hızır                Behrüz

Hızır                Tepreş kırım türklerinde

Hızır                Ederlez,edirlez,hıdırles-Makedonya

Hızır                Hızıra khal, khalo şipe

Hızır                Raa hızırı hızır yolu

Hızır                Bimbarake hızır mübarek hızır

 

 

 

 İran:               Şirvan bölgesinde Bacervan şehri yakınlarında Hızır evi bulunmaktadır.

Suriye:            Şam’da Ümeyye Camisi’nde Hızır makamı vardır.

Lübnan:          Cebel eteklerinde Hz. Hızır Aleyhisselâm makamı olduğu biliniyor.

Kudüs:                        Mescit’i Aksâ’da bir Hızır kapısı vardır. Ayrıca Evliya Çelebi Kudüs yakınlarında Hızır-İlyas makamı olduğunu yazar. Ona göre, İlyas Peygamber burada bir kaya üzerinde ibadet etmiş olup başlarının ve dizlerinin izi çıkmıştır. Evliya Çelebi Ayrıca Çelik üzerinde Mührü İlyas adı ile bir mühürde bulunduğunu yazmaktadır.

Fas:                             Fes şehrinde sidi Harazem’de Hızriyye tarikatı bulunmaktadır. Burada da Hızır makamı vardır.

Cezayir:          Hz. Musa ile birlikteliği yıkılmak üzereyken düzelttiği duvarın telemsen’de olduğu anlatılmaktadır.

Irak:                Bağdat’ta Hızır makamı vardır.

Türkmenistan: Semerkand’da Hızır makamı vardır.

 Mısır:             İskenderiye kalesinin sahil kapısının adı Hızır kapısıdır.

Azerbaycan:   Şirvanlılar Hızır’ı Zinde adında ki bir türbeyi bugün de ziyaret etmektedirler.Söylenceye göre Hızır bu türbede yatmaktadır.

 

 

Öte yandan Türkiye’de  Edirne, Kütahya, Sivas, Afyonkarahisar, Afyon, Merzifon, Samsun, Çorum, Denizli, Erzincan, İzmir Foça, Amasya,Hatay  ve Tunceli’de Hızır’a ait mekânlar bulunmaktadır.

Adını Bingöl’den alan Bingöl şehrinde ki bir gölün Hızır’a ait olduğu biliniyor.

İstanbulda başta Ayasofya camisi olmak üzere bir çok camide Hızır makamı vardır.

Asi nehrinin Kızıldağ, Musadağı ve Harbiye’den dökülen kolları arasında kubbeli, kapılı ziyaret yerleri bulunmaktadır.

Adıyaman’da Karadağ eteklerindeki Nakıplar Havuzu,

Afyonkarahisar’da Hıdırlık, Beşparmak-altı, Taşpınar,

Çorum’da Hıdırlık,

Amasya’da Pirler Parkı,

Priştine çevresinde Karabaş Baba türbesi,

Kuruşaya, Prizren bağlarındaki Toçilla çeşmesi,

Dobruca’da Murfatlar, Azaplar Ovası, Tatlıcak Köprüsü, Acemler Bayırı Hıdrellez törenlerinin yapıldığı mahallerdir.

 

DERSIM`de (Tunceli)

 

Gola Xızıri                   Gola Bağıre (Bağır Gölü)

Gola Xızıri                   Gola Buyere (Buyer Gölü)

Yoğır Gol                    Golê Xızıri (Ağır Göl)

Khalo Sıpe                   Beyaz İhtiyar

Hêniyê Khalê Sıpi       Beyaz İhtiyar Çeşmesi

Kemerê Xızıri              Hızır Kayası

Lınga Xızıri                  Hızır Ayağı

Nisangê Xızıri             Hızır Nişangahı

 

ANTAKYA`da(Hatay)

 

Hızır Türbeleri Listesi

Hz. Hızır Aleyhisselam ve Hasan Sincari, Küçük Dalyan, Antakya,

Hz. Hızır Aleyhisselam, Odabaşı Beldesi, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Affan Mahallesi, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Dörtayak Mahallesi, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Balıkçı Pazarı, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Harbiye (Karye), Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Çağlayan Mahallesi, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Yukarı Döver, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Yeşilpınar Beldesi, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam ve Şıh Dahir, Aşağı Okçular Köyü, Samandağ

Hz. Hızır Aleyhisselam, Dursunlu Beldesi, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam , Dursunlu Beldesi, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam ve Nebi yunus, Çekmece Beldesi, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Hz. Yunus, Hz. Miktad, Çekmece Beldesi, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Mengüllü Köyü / Koçaran Köyü, Samandağ

Hz. Hızır Aleyhisselam, Orhanlı Köyü, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Büyükçat Köyü, Samandağ

Hz. Hızır Aleyhisselam, Ataköy Köyü, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Tomruksuyu Köyü, Samandağ,

Hz. Hızır Aleyhisselam, Fidanlık Köyü, Samandağ

Hz. Hızır Aleyhisselam, Şıh Rislen, Şıh Hasan, Kuşalanı Beldesi, Samandağ

Hz. Hızır Aleyhisselam, Kuşalanı Beldesi, Samandağ

Seyidna El Hıdır, Nebi Yunus, Melik Cafer Tayyar, Tekebaşı Köyü, Samandağ

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Deniz Mahallesi, Samandağ,

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Deniz Mahallesi, Samandağ

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Kılıçtutan Beldesi, Altınözü

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Hz. Miktad, Turfanda Köyü, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, (on iki makam var), Çatbaşı, Şenköy, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Akıllı Köyü, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Güzelburç Beldesi, Antakya,

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Ekinci Beldesi, Antakya,

Seyidna El Hıdır, Nebi Yunus, Şıh Mustafa, Hz. Miktad, Şıh Hasan Davut, Elazı, Antakya,

Hz. Hıdır Aleyhisselam ve Nebi Yunus, Üçgedik, Antakya,

Seyidna El Hıdır, Karaali Beldesi, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Şıh Hasan, Şıh Musa, Serinyol, Antakya,

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Gülsel Mahallesi, Karaağaç, İskenderun

Hz. Hızır Aleyhisselam, Gökmeydan Köyü, Arsuz, İskenderun,

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Gümüşgöze Köyü, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Anayazı Köyü, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Üçgedik Köyü, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Çekmece Beldesi, Antakya

Hz. Hızır Aleyhisselam, Miktat Yemin, Cafer Tayyar, Şıh Muhammed Tavil, Muhammed

El Arabi, Çekmece Beldesi, Antakya

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Şıh Mehmet Libydre, şıh Yusuf Garip, nebi Yahya, Nebi Taha,

Cafer Tayyar, Şıh Abdurrezak, Sultan Habibi Naccar, Çiğdede Mahallesi, Samandağ

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Hatunköy, İskenderun

Hz. Hıdır Aleyhisselam, Harran Köyü, Reyhanlı

Hz. Hızır Aleyhisselam (Hıdır Kayası), Meydan Köyü, Samandağ

Kıbtıl May Hıdrıl Hay (Hıdır Suyu), Gözene Köyü, Samandağ

Yedi Enbiya (Yedi Zuhur Hıdır), Hıdır Aleyhisselam, Hıdır Teht Sindyani, Şıh Muhammed

İzhur, Şıh Muhammed Elbıydri, Şıh Abdurrezak, şıh Hasan Meczun Sincari, Şıh Muhammed

Linguari, + 2, Fidanlı Köyü, Samandağ

Yedi Enbiya, (On sekiz Makam Var) Hıdır Aleyhisselam, Cafer Tayyar, Hz. Miktad,

Nebi Yunus, Yukarı Döver Köyü, Antakya

Yedi Enbiya, Hıdır Aleyhisselam, Cafer Kerim, Cafer Sadık, Cafer İzikir, Nebi Ğizrail,

Nebi Yunus, Habibi Naccar, Kuşalanı Köyü, Samandağ

Dokuz Enbiya, El Hıdır, Nebi Süleyman, Nebi Taha, Habibi Naccar, Miktad Yemin,

Cağfer Tayyar, Şıh Ali Sivari, Şıh Abdullah El Miğaviri, şıh Muhammed Libaydri, Tekebaşı

Köyü, Samandağ

 

 

                               4       Hızırdan istemler  ve beklentiler

 

 

 

1                    Sağlık-şifa arayışları,

2                    Yeşillik-neşv u nema,

3                    Bereket, bolluk

4                    Uğur-şans,

5                    Mucize- keramet

6                    Talih ve kısmet arayış ve beklentileri.

7                    Evlat (çocuk)

8                    Kavuşma(gurbet,askerlik gibi)

9                    Mutluluk

10                Ve yaşamdaki diger beklentiler..

 

5       Hıdırellez ve hıdırellez günü  Günü Halk Arasındaki İnançsal Düşünceler,Eylemler,İstemler Ve Beklentiler

 

 

            Hıdrellez günü, bugün kullanmakta olduğumuz Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs, bizde eski olan ve Rumi tabir edilen Jülyen  takviminde ise 23 Nisan gününe rastlamaktadır.

İlk çağlara bakıldığında, Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz çevresindeki ülkelerde bazı Tanrılar adına, bahar veya yazın gelişiyle ilgili bir takım törenlerin yapıldığı gözlenmektedir.

 

Bu törenlerin en eskilerinden birinin, M.Ö. III. binin sonlarında Mezopotamya’da “Ur” şehrinde yapıldığını anlatan belgeler mevcuttur. Söz konusu tören, kış mevsiminin sonunda, Mezopotamya ovasını sulayarak etrafını yeşilliğe boğan Fırat ve Dicle’nin canlandırıcı gücünü temsil eden “Tammuz” ilahiyeti adına yapılıyordu. “Dumuzi” diye de bilinen bu ilahiyetin, baharın gelişiyle yeniden canlanması ve etrafına bolluk, bereket saçmasını kutlamak için büyük törenlerin yapıldığını belgelerden anlıyoruz.”Tammuz” kültürünün İbraniler kanalıyla Suriye ve Mısır üzerinden eski Yunanistan’a ve Anadolu’ya geçtiği de bilinmektedir. Bu son iki yerde “Tammuz” adı Yunancada “Adonis”e çevrilmiş olup, aynı ilahiyet bu isimle anılmış ve kültü kutlanmıştır.

 

Adonis kültürünün Anadolu’ya girişinden daha önce de, burada Mezopotamya’dakilere benzer bahar törenleri yapıldığını tarihi kayıtlar göstermektedir. Boğazköy’den gitme olup, halen Louvre Müzesi’nde bulunan tabletlerde Hititlerdeki “Purilli” bahar törenlerinden bahsedilmektedir.Bunlar, bitki ve yeşillik Tanrısı “Telipinu” için icra edilmekteydi. Tabletlerdeki kayıtlara göre, bu törenler esnasında özel mihraplar hazırlanıp, ocaklarda ateş yakılmakta, mabetlere yeşil ağaçlar dikilip, kurban edilen koyunların postları asılmakta ve “Telipinu”ya buğday, şarap ve koç etleri sunulmaktaydı.

 

            Öte yandan Sasani’ler devri İran’ında benzer Tanrılara yine benzer törenlerin yapıldığı görülüyor.Zerdüşt’lükteki ikincil ilahiyetler arasında özellikle ikisi “Tammuz” gibi, hem su, hem de yeşillik unsuruyla sıkı sıkıya bağlı bulunmaktadır. Bunlar “Haurvatat” ve “Amoratat” idi. Bahar mevsiminin başlangıcında İran’da yapılan merasimler bunlarla ilgiliydi. İran’da ve Orta Asya Türklerinde halen Nevruz 21 Mart’ta yeni yıl olarak törenlerle kutlanmaktadır. 

Örneğin Uno Harva adlı araştırmacı Yakutlar’da çok eski tarihlerden beri bahar törenleri yapıldığını yazıyor. Onlar bunu Gök Tanrı adına yapıyorlardı. Yeryüzü yeşillendiği zaman, topluca yeşil ağaçların altına gidilip at veya öküz kurban edilir. Sonra daire halinde toplanılıp kımız içilirdi. Ayrıca ortaya yakılan ateşin üzerinden atlanırdı. Yakutlar’da bu merasimler her yıl Nisan ayında uygulanıyordu.

 

Hıdırellez kutlamalarının yapıldığı yerler genellikle günün anlamına uygun olarak sulak, yeşillik bölgelerdir. Geleneğe uygun olarak Anadolunun bir çok bölgesinde Hıdırlık denilen mesire yerleri vardır. Bu bölgelerde mezarlık, yatır vb. gibi çevre halkınca kutsal kabul edilen, adak adanan veya bez, çaput bağlamak gibi bazı geleneklerin sergilendiği yerler de görülmektedir Hıdırellezin bu gibi yerlerde kutlanması bahar ve yaz mevsimiyle ilgili olduğu kadar, Hızır`ın su ve yeşillik unsuruyla bağlantısını da sergilemektedir. Bu yüzden Hıdırellez günü Hızırın bu gibi yerlerde dolaştığına inanılmaktadır. O gün herkesin içinde, buralarda Hızıra rastlamak, onun İlyasla buluştuğunu görmek inancı ve ümidi vardır.

Diğer yandan hıdırellez`in kutlanması için bu yerlerin seçilmesinde belirtilen sebeplerin olduğu kadar, Anadolu ve mezopotamya halkları arasında eskiden var olan tabiat kültlerinin, özellikle ağaç ve su kültünün rolünü de hatırlamak gereklidir. İslam öncesi devirlerde çeşitli  zümreler arasında çok önemli bir yeri olan ağaç ve su kültünün eski kökenin unutulmasına rağmen halen Anadolu’da güçlü bir şekilde yaşadığını, hıdırellez gibi vesilelerle İslamileştirilmiş bir şekilde devam ettiğini gösteren deliller mevcuttur.

 

Yaz bayramı olarakda kabul edilen hıdırellez  tek tanrılı dinlerden önce ilkçag anadoluda,mezopotamyada ve orta asya inanc kültürlerinde görülmekte ve buda bize hızır inancının çok tanrılı inanclardan geldiğini göstermektedir. Tek tanrılı dinlerde hıdırellez günü törenleri ve eglenceleri hakkında hiç bir bilgi yoktur. Buda bize yine aynı şekilde hıdırellez etkinliğinin tek tanrılı dinlerden önce geldiğini gösterir.

 

Hıdırellez Hicri takvim sisteminden tamamen farklı bir takvimi yansıtmaktadır. 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, Güneşin Ülker burcuna girdiği bir zaman parçası olup, bu tarihten itibaren 7-8 Kasım’a kadar artık Ülker burcunu güneşin batışından sonra görmek mümkün değildir. Bu tarihten sonra ise, hıdırellez’e kadar, güneş battıktan kısa bir süre sonra görülür. Bu suretle yılın astronomik olarak ve tabiata uygun bir şekilde yaz ve kış olarak iki ana mevsime bölündüğü görülür. Yani 8 Kasım gerçek anlamda ve bütün özellikleriyle kışın başlangıç tarihi olduğu gibi, 6 Mayıs’a denk gelen hıdırellez de gerçek anlamda yazın başlangıç tarihi olmaktadır.

 

Devamen  tek tanrılı dinlere göre  ise al hazır ilyanın lakabıdır. Zamanla al hazır ilyas yani dünyayı yeşillendiren peygamber hızır ilyas olmus buda zamanla  halk ağzında hıdırelleze dönüşmüş ve zamanla hızır ilyas kelimesi yerine sadece hızır kelimesi kullanılmıştır.

 

Hıdırellez kelimesinin Hızır ve İlyas peygamberin isimlerinin birleşmesinden oluşması nedeniyle,Hızır ve İlyas iki ayrı kişi olarak görülür.Tek tanrılı dinlerde hıdırellez törenleri bayramı ritüeli  bulunmaz ve kitaplarında yazmaz. Buda bize aslında hıdırellez  bayramının dinsel değilde geleneksel ve kültürel olarak bir doğa bayramı olduğunu, çok tanrılı ve çok tanrıçalı dönemlerden günümüze geldiğini gösterir.

 

İlyas hızıra tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışı sonrasında eklenmiş ve hıdırellez adı hızır  ve ilyasın zaman icinde halk ağzında konuşulması sonucu değişmiştir. Bir yerde hızırı kabul etme ve kutsama görevi ilyasin hızırın yanına verilmesi ile başlamıştır diyebiliriz. Buda bize neden yetiş ya hızır denildiğini ama neden yetiş ya ilyas denilmediğini açıklar. Her şeyden önce hızır ilyasdan çok daha eski ve kutsıdır. Ilyasın ortaya çıkışı sadece  tek tanrılı dinlerle olurken hızır tek tanrılı dinlerden çok daha öncede vardır .

 

Hızır inancı anadolu ve mezopotamya halklarının yaşayan tanrısıdır. Asla tek tanrılı dinlerin ibadet mekanlarına girmez yani kilise, camii ,sinagog ve havra gibi ibadet yerlerine girmez orada bulunmaz ve inanan halkların neznindede asla kabul görmez.

Hıdırellezde ateş yakılıp üzerinden atlanılması  ve ateşin yakarak temizleme yok etme inancı kendisini hızır inancında da taşır. Ayrıca ateşten atlama ile şifa ve şans getiriliceğine inanılır.Suyun kutsallığı kendisini ilyasta bulmuş ve ateş  ve su kutsiyeti değişik isimler altında peygamberler üstü kutsallık derecesinde hızır yada hıdırellez adında günümüze ulaşmıştır.Sulu sulak ağaçlı ve yeşillik yerlere gidilerek hızır bayramı kutlanır ve hızırla karşılaşma beklenir. Kırsal yerlerde hıdırellez kutlaması halen yapılmaktadır.

            1980  sonrası uygulanan türk islam sentezi politikasına bağlı sunni hanefi inancının baskısına karşı  azalmakla birilikte  yinede hızır inancı ve hıdırellez kültü devam etmektedir. Zaman  olarak farklı coğrafyada olsada doğanın yaşama geçmesi ve yaz ile kış mevsimlerinin aynı zaman dilimine denk getirilmesi ilginctir.

 

            6 mayıstan 8 kasıma kadar yaz günleri 186 gün olup hızır günleri olarakta anılır. 8 kasımdan 6 mayısa kadar olan günler ise 179 gün olup kasım yani kış günleri olarak anılır.

Hıdırellez; Anadolu’da ve Anadolu dışındaki geleneklerde şifa ve sağlık talebine yönelik inanç ve adetlerle; bereket ve bolluk talebine, uğura yönelik inanç ve adetlerle törenler yapılarak doğadaki kır alanlarında, yeşillik ve su kenarlarında kutlamalarla bahar bayramı olarak kabul görmeye devam etmektedir.

 

Halklar arasındaki hıdırellez günü yapılan yada yapılmayan davranış ve inanışlar

 

Hıdırellez günü ve gecesi havada hiç bulut bulunmaz.

Hıdırellez günü güneş doğmadan yataktan kalkmayanın işleri ters gider, veya hastalanır.

Hıdırellez günü işe gidilmez, uğursuzluk olur.

Hıdırellez günü demir tutmak uğursuzluk getirir.

Hıdırellez’de meyve vermeyen ağaçlar balta ile korkutulursa meyve verir.

Hıdırellez’de ev işi gören hamile kadınların çocukları sakat doğar.

Genç kız ve erkekler akşam yatmadan önce tuzlu yiyecekler yer ve su içmezler. İnanışa göre o gece rüyalarında görecekleri erkek ya da kızla evlenirler
Hıdırellez gecesi bir gül ağacının dibine gidilir.

Niyete göre taşlardan ev, araba, çocuk resimleri çizilir.Ya da bir kağıda çizilen şekiller ağacın dibine gömülür,yüzük konulduğu da olur.

Sabah güneş doğmadan gül ağacının dibinden yüzük ya da kağıt alınır. Ne dilenirse kabul olunacağına inanılır. Bunun için özel olarak gül ekenler bile bulunmaktadır
Hıdırellez sabahı tuzlu çörek yapılıp açıkta bir yere konulur. Çöreği alıp giden kuş takip edilir. Nereye giderse evin kızının oraya gelin gideceğine inanılır

Bir kabın içerisine 41 çeşit ot atılır. Çevredeki genç kızların yüzükleri de bu kaba atılarak hıdırellez gecesi gül ağacının dibine konulur. Sabah kap oradan alınır. Kızlar bir yerde toplanırlar. İçlerinden, evin en son çocuğu olan kız seçilir ve bir çarşafın altına oturtulur. Eline verilen aynaya bakarak yüzükleri çeker. Çevrede toplanan kızlar da mani söylerler. En son yüzük de çekildikten sonra kabın içindeki su, yağmurlar bol olsun diye kızın üzerine dökülür

Hıdırellez gecesi iki tane ekmek mayalanır. Birine varlık hamuru birine yokluk hamuru denir.Sabah hamurdan hangisi kabarmışsa o yılın öyle geçeceğine inanılır
Hıdırellez günü, yılın bereketli geçmesi için ve sağlıklı olmak için çimenlerin üzerinde yuvarlanılır
Bahtı açmak için bir bez parçası üç kere bağlanır, çözülür
Sadece hıdırellez günü değil her gün Hızırla karşılaşılabileceğine inanılır. Hızır her an her yerde olabili 

Hıdırellez kurban kesilir. Mangalda ya da kazanda pişirilen etler hep beraber yenir

Hıdırellez günü bir ağaca salıncak kurulur ve sallanılır. Bu şekilde günahlardan kurtulunacağına inanılır

Hızır bazen rüyaya girer. Kutsal yerleri ziyaret etmek gerekir

Hıdırellez günü fakirlere yemek yedirilir. Bunun evin bereketini, kazancını artıracağına inanılır

Temiz giyimli olarak dolaşmak gerekir. evde genel temizlik yapılır. Çeşitli yiyecekler hazırlanır. Hıdırellez günü için, yumurta kaynatılır. Ağzı açık bükme, katmer, börek, irmik helvası vb. gibi yemekler hazırlanır.

Hıdırellez sahabı erken kalkmak uğurlu kabul edilir.

Dilek ve temennilerde bulunulması, toplu olarak ailece yemek yenilmesi

Ellere ve ayaklara kına yakılır. ( kadınlar )

Akarsuya, dilekler bir kağıda yazılarak bırakılır. Mesela İzmir ve çevresinde dilek kağıtları Hıdırellez sabahı denize bırakılmaktadır.

Nişanlı çiftler arasında karşılıklı hediyeler gönderilir.

Hıdırellez günü evler ilaçlanmaz. Nasip süpürülür inancı ile bazı bölgeler de evler süpürülmez.

Kuru baklagiller bir torba içinde bahçede ağaçlara asılır. Hıdır Baba’nın kamçısıyla bunlara dokunması ve bereket getirmesi dileği tutulur. Buna benzer biçimde ev, araba, çocuk ziynet eşyası resimleri de yapılarak bahçeye muhtelif yerlere asılır.

Evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya genç kızların başları üzerinde Hıdırellez günü yeni kullanılmamış kilit açılır.

Hıdırellez günü, açların doyurulması, dargınların barıştırılması, üzüntülü olanların sevindirilmesine çalışılır.

Hıdırellez’de içki içilmez, kumar oynanmaz.

Yoğurt çalınır. Ancak maya kullanılmaz. Yoğurdun tutması halinde eve Hızır’ın uğradığına inanılır.

Hıdırellez günü kırlara gidildiğinde Hıdırellez azığını çalma adeti yaygındır.

Evlerde mantı, pirinç ve dövme pilavı gibi yemekler yapılır

Hıdırellez’de salıncakta sallanmayanın o yıl çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşabileceğine inanılır. Salıncakta sallanma bir bakıma ateş üzerinden atlama şeklinde o yıl için sağlık ve sıhhat dileği geleneği ile aynıdır. Hastalıkların, dertlerin sallanma sırasında döküleceğine inanılır.

Hıdırellez günü çamaşır yıkanmaz. Yünlü giyecekler güneşe çıkarılır.

Hıdırellez günü un elenmez ve ekmek yapılmaz.

Yeşil ot, dal veya çimen koparılmaz.

Çiçek toplanmaz.

Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez.

Hıdırellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el sürülmez.

Eve kuru çalı-çırpı götürülmez.Evin pencere ve kapıları kapatılmaz.

 

 

                                                               7       ekler

A       osman.ı musaf-kuranı kerim(ehl kehf suresi) ; tevrat

B       gılgamış destanı

a          osman.ı musaf-kuranı kerim(ehl  kehf suresi) ; tevrat

EHL KEHF SURESI

 

  Yine Buhari’nin Ubey İbn Ka’b’tan aktardığı bir hadiste Peygamber şöyle demiştir:

   “Hz. Musa’ya, insanların en bilgini kimdir diye soruldu? O da, ‘benim’ karşılığını verdi. Tanrı, ‘Allah bilir’ demediği için Musa’ya vahyedip şöyle azarladı: ‘Denizlerin birleştiği yerde bir kulum vardır ki o senden bilgilidir.’ Yorumcular bu kulun Hızır olduğu görüşündeler.

El-Kehf sûresinin bu bölümüne kısaca değindikten sonra, Hz. Musa ile, ona kılavuzluk eden esrarengiz (yani Hızır) şâhsiyet arasında geçtiği belirtilen olay ve konuşmaları A. Yaşar Ocak’ın araştırmasından aktarıyoruz. Kur’an-ı Kerim’in 60. ayetinden itibaren 80. ayete kadar olan bölüm şöyledir:
60- Bir zamanlar Musa, genç bir adamına (bazı kaynaklara göre uşağına) şöyle demişti: “Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim, yahut maksadıma erinceye kadar uzun zamanlar geçireceğim.
61- Bunun üzerine onlar, bu iki deniz arasının birleşik yerine ulaşınca balıklarını unuttular. Balık bir denize doğru yolunu tutmuştu.
62- Vaktaki oradan geçip gittiler. Musa genç adamına dedi ki, “Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzda andolsun ki yorgun düştük”
63- Genç adam, “Gördün mü kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Ona söylememmi Şeytan’dan başkası unutturmadı; o, şaşılacak bir suretde denize atıldı, yolunu tutup gitti”.
64- Musa “İşte, dedi, bizim arayacağımız bu idi” Şimdi izlerinin üzerine gerisin geri döndüler.
65- Derken, kullarımızdan öyle bir kul buldularki, biz ona tarafımızdan bir rahmet vermiş, nezdimizden has bir ilim öğretmişdik.
66- Musa ona  “Sana öğretilen ilimden banada öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.
67- O  da Musa’ya “Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin”.
68- “İç yüzünü kavrayamadığın bir bilgeye nasıl sabredebilirsin?”
69- O (Musa) da: “Allah dilerse beni sabredici bulacaksın, sana hiç bir işte karşı gelmiyeceğim” dedi.
70- O da: “Eğer bu suretle bana tabi olacaksan ben sana kendisini anıp söyleyinceye kadar, bana hiç birşey sorma” dedi.
71- Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye bindikleri zaman o , gemiyi deliverdi. Musa dedi ki, “İçindekileri suda boğasın diyemi onu deldin? Andolsunki büyük bir iş yaptın.”
72- O  dedi ki: “Sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?”
73- Musa: “Unuttuğumuzdan dolayı, dedi. Beni muaheze etme. Şu arkadaşlığımızda bana güçlük yükleme.
74- Yine gittiler. Nihayet bir oğlan çocuğuna rast geldileri zaman o, hemen bunu öldürdü. Musa dedi ki: “Tertemiz masum bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha! Andolsun ki sen kötü bir iş yaptın!”
75- O  dedi: “Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?”
76- Musa, “Eğer, dedi, bundan sonra sana birşey sorarsam benimle arkadaşlık etme!”
O taktirde tarafımdan muhakkak bir özre ulaşmışımdır. Benden ayrılmakta mazur sayılırsın.    77- Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, orada ahalisinden yemek istedikleri halde kendilerini misafir etmekten imtina etmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O bunu hemen doğrultu verdi. Musa dedi ki: “Dileseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın.”
78- O  “İşte, bu benimle senin ayrılışımızdır. Sana, üzerinde asla sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.
79- “Gemi denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakda olan bir hükümdar vardı.
80- Oğlana gelince, onun anası da babası da iman etmiş kimselerdi. Bunun için onları azgınlık ve kafirlik bürümesinden endişe ettik.
81- “İstedik ki onların Rabb’i bunun yerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametce daha yakınını versin.
82- “Duvara gelince, bu o şehirde iki yetim oğlanındı. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları iyi bir adamdı. Binaenaleyh Rabb’in diledi ki, ikiside rüştlerine ersinler. Definelerini çıkarsınlar.
Bu Rabb’inden bir merhametti. Ben bunları kendi re’yimle yapmadım. İşte üzerine sabredemediğin şeylerin içyüzü”.

 Hızır’ın peygamberliği ve ebedi yaşadığı konusunda çeşitli rivayetler vardır. Kimilerine göre Hızır, (Al – Hazir yeşillik anlamına gelmektedir) Hz. Âdem’in kendi oğludur. (İslam ve yahudi inançlarına göre ilk insan Adem’dir.

 

İLYAS Aleyhisselam ise Kur’an-ı Kerim’de En’am Sûresi (85-90) ve Saffat Sûresi’nde (123-132) geçer. Hakkında fazla bilgi yoktur. Rivayete göre hükümdar Ahab zamanında yaşamıştır.

Hızır, Hz. Âdem’in çocuklarından Kabil’in oğlu Hazrûn veya Hz. Nuh’un oğlu Sâm’ın torunlarından Belyâ b. Melkân yahut Hz. İshak’ın torunlarından Hazrûn b. Amâyîl’dir. Bunun yanında onun Hz. Harun’un soyundan geldiği, isminin Hadır b. Âmiya veya Hadır b. Fir’avn olduğu yahut Kur’an’da adı geçen İlyâs veya El-yesa’ın Hızır’ın kendisi olduğu öne sürülür (Ebû Hatim es-Sicistânî, s. 3; Makdisî, III, 77; İbn Kesîr, I, 295; Diyarbekrî, I, 106). Bazı kaynaklarda ise annesinin Rum, babasının Fars olduğu kaydedilir (İbn Kesîr, I, 299; Diyarbekrî, I, 106-107). İbn Kesîr, İslâmî kaynaklarda Hızır’ın gerçek adı olarak gösterilen Belyâ b. Melkân’ın aslında Kitâb-ı Mukaddesteki İlya’dan bozma olduğunu belirtmiş [el-Bidâye, I, 299), bu görüşe dayanan A. J. Wensinck ve A. Yaşar Ocak gibi araştırmacılar, Hızır’ın asıl adının İlya’nın Arapçalaşmış şekli olan Belyâ olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere hadis, tefsir ve tarih kitaplarında yer alan Hızır ve İlyâs tasvirlerine göre İlya ile İlyâs aynı, Hızır ile İlyâs farklı kişilerdir; ayrıca bunların birlikte hareket ettiklerine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Buna göre halk kültüründeki Hızır-İlyâs beraberliğini ifade eden Hıdrellez telakkisinin sağlam bir temele dayanmadığı ortaya çıkar.

 

“Hızır” inancı, Hıristiyanlık, Yahudilik, Zerdüştlük, Şamanizm ve Antik Yunan dinlerinde de yer almaktadır. Özellikle de Yahudilikteki “İlya” inancı, Hızır ile tıpatıp aynıdır. Kitab-ı Mukaddes’e göre İlya, Yahudi mistiklerine görünmekte; onlara gizli hikmetleri öğretmektedir.          

Hani Mûsâ beraberindeki gence şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım ya da uzun zaman gideceğim.”
Onlar iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık denizde yolunu tutup kayıp gitti.
Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence “Öğle yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi.
Genç, “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti” dedi.
Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.7
Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.
Adam şöyle dedi: “Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin.”
“İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”
Mûsâ, “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.
O da şöyle dedi: “O halde eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe hiçbir şey hakkında bana soru sormayacaksın.”
Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Mûsâ, “Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın.” dedi.
Adam, “Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.
Mûsâ, “Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.8
Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında adam (hemen) onu öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.
Adam, “Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.
Mûsâ, “Eğer bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme.9 Doğrusu, tarafımdan (dilenecek son) özre ulaştın (bu son özür dileyişim)” dedi.10
Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, “İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın” dedi.
Adam, “İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım.”11
“O gemi, denizde çalışan bir takım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”
“Çocuğa gelince, anası babası mü’min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.”
“Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik.”
“Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.”
Kehf(60-82)

 

Dikkat  çekici olan bu ayetler de Hızır ve ya başka bir isim geçmemesine rağmen ‘kullardan bir kul’ veya ‘o kul’ diye nitelendirilen kişinin bütün tefsir kitapları ve hadisler de Hızır olarak adlandırılmasıdır.

Bazılarına göre de Hızır, Kabil veya El Yasa’nın oğludur. Bazı önemli kaynaklar ise Hızır’ı peygamber mertebesine koyarken, kimileri de; o’nun Velî veya Nebî olduğunu yazarlar.


Hz. Muhammed bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Hızır’a bu adın verilmesinin nedeni, kuru bir yerde post üstünde otururken hemen arkasında yeşil otlar belirmesindendir” Kimi anlatımlara göre ise, Hz. İlyas ile kardeştir. Biri karada diğeride denizde insanların yardımcısı olmaktadır.

 

   Yine Buhari’nin Ubey İbn Ka’b’tan aktardığı bir hadiste Peygamber şöyle demiştir:
“Hz.Musa’ya, insanların en bilgini kimdir diye soruldu? O da, ‘benim’ karşılığını verdi. Tanrı, ‘Allah bilir’ demediği için Musa’ya vahyedip şöyle azarladı: Denizlerin birleştiği yerde bir kulum vardır ki o senden bilgilidir. Yorumcular bu kul’un Hızır olduğu görüşündedirler.

Hızır’ın ebedileştiğini iddia eden bazı kaynakalar ise, Hızır’ın Zu’l –Karneyn’in veziri olduğunu savunarak, şunu ileri sürerler. Zu’l – Karneyn Ab-ı Hayatı bulmak için yola düştükten sonra, Ab-ı Hayatı ilk bulan, ilk içen ve onunla ilk yıkanan Hızır olduğunu savunurlar. Hâttâ bu arada Zu’l – Karneyn’in yolunu kaybederek geri döndüğü de iddialar arasında yer almaktadır.

 

Hızır’ın yaşadığını iddia eden kaynaklar, Ab-ı Hayat suyunu ilk içenin Hızır olduğundan yola çıkarak, Hızır’ın ebedileştiğini savunmaktadırlar.    

  

Bir çok kaynak, Hz. Musa’nın beraberindeki genç adamının uşağı olduğunu yazar. Hz. Musa’nın uşağının adı Yuşa ibn Nün, Bilgin ve Kul olarak ayetlerde ifade edilen kişinin ise Hızır (Arapça telafuzu Hard )’dır. Hızır’ın peygamberliği ve ebedi yaşadığı konusunda çeşitli rivayetler vardır. Kimilerine göre Hızır, (Al – Hazir yeşillik anlamına gelmektedir) Hz. Âdem’in kendi oğludur. (İslam ve yahudi inançlarına göre ilk insan Adem’dir.

Aziz Sarkis, Ermeni dünyasında, en çok popülarite kazanmıș Ermeni azizlerinden biridir. Evlenme çağındaki genç kızların ve genç erkeklerin rüyalarında eș adaylarını görmeleri ile ilgili anlatımlarla çok tanınır. Gerçekte, Aziz Sarkis (Sergius), Roma ordusunda görevli ve Hıristiyanlığa sıkıca inanmıș, imanlı bir komutandı.Geleneklere göre, Ermeni genç kızları veya erkekleri, Aziz Sarkis yortusunun (Genellikle Șubat ayının ikinci hafta sonu, 2012’de 4 şubat tarihine rastlamaktadır) bir gün öncesi tuzlu Pelit (bir nevi buğday yemeği) yerler ve bunu rüyalarında gelin veya damat adaylarını görebilme inancına bağlarlar. Aziz Sarkis yardımseverliği ile de tanınır, oysa kendisinin beyaz atından bașka bir zenginliği yoktu. O devamlı beyaz atı üstünde herkesin yardımına koșardı.

 

Süryanî edebiyatında manzum bir İskender destanı vardır. Orada İskender’in aşçısı ebedî hayat kaynağını arayan İskender’e refakat etmektedir. Yolculukları sırasında bir gün aşçı tuzlu bir balığı suda yıkarken balık canlanır ve kaçıp gider. Andreas balığı yakalamak için suya atlar ama tutamaz. Ama kendisi de ölümsüzlüğe kavuşur. Sonradan bunu farkeden İskender bu menbaı arar, ama bulamaz.

 

Yahudi efsânesine gelince, İlyas ile haham Yeşuş ben Levi’nin birlikte ettikleri seyyahati anlatır. Yeşuş İlyas’a tıpkı Hızır’ın Musa’ya koştuğu gibi şartlar koşar. Benzer davranışlarda bulunur. Yani Efsane’deki Yeşuş, Kur’an’daki Musa’dır. Bir çok kaynak, Hz. Musa’nın beraberindeki genç adamının uşağı olduğunu yazar. Hz. Musa’nın uşağının adı Yuşa ibn Nün, Bilgin ve Kul olarak ayetlerde ifade edilen kişinin ise Hızır (Arapça telafuzu Hard )’dır.

 

b       gılgamış destanı

 

 


 

 GILGAMIS DESTANI

 

Gılgamış , Uruk şehrini o zamana kadar görülmemiş bir duvarla çevirir.Güvenliği artan şehir zenginleşir , insanlar mutlu olur.Bu nedenle Gılgamış destanı yazılmıştır.12 kil tabletten oluşmaktadır. Gılgamış Destanı tablet 1 den alıntı:

1)Savas ve aşk tanrıçası İştar’ın tapınağı.

2-Bu yedi bilge, yerin altında bulunan tatlı su okyanusunun tanrısı Ea’nın öğrencileridir. Bunlar yeryüzüne çıkıp insanoğluna bilim ve bilgelik öğrettiler

3)Güneş tanrısı

https://www.erkanince.com/gilgamis.jpg 

Gılgamış Destanı

Tam Metin

BİRİNCİ TABLET

Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü dinle, yurdum! Dünyada her şeyi bilen adamın adını herkes duysun  : onun görmediği hiçbir şey yoktur. Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip torunlarına bırakan bir adamdır. Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir adamdır . Tufandan önce olanın haberini getirdi. Uzun yoldan gelip yorgun düştü; ama gücünü yitirmedi. Bütün çektiklerini bir anıt taşına kazıdı. Uruk’un dört bir yanına duvar çektirdi. Kutsal E-anna’nın (3) ve temiz hazinenin duvarına bak! O duvar, didilmiş yünden örülen bir urgan gibidir. Onun köse burçlarını da gözden geçir! Onun esini hiç kimse yapamaz. Ta öteden beri orada duran tas merdivenden yol alıp iştar’ın oturduğu E-anna tapınağına yaklaş! Sonradan gelen hiçbir kral onun eşini yapmadı. Uruk duvarının üstüne çık ! İleri  yürü! Temeli gözden geçir! Tuğla duvarı incele. Acaba bunun tuğlaları pismiş  midir,

(4) değil midir? Temeli yedi bilge kurmamış mıdır? (5). ( Burada 25 satır
eksiklik vardır. Bu eksiklik Etice yazmadan aşağıdaki biçimde
tamamlanabilir.)
Ulu Tanrı Gılgamış’ı  en yetkin biçime soktu. Bütün tanrılar, ona en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler. Güneş Tanrısı ona, erdemin en yükseğini, yeraltındaki tatlı su okyanusunun tanrısı Ea, bilgeliği bağışladı (6). Büyük tanrılar Gılgamış’ı  şu ölçüde yarattılar: Boyunun uzunluğu on bir endaze, göğsünün genişliği dokuz karış (7). GIlgamIs’In bedeninin betimlemesini son yeni Babil yazmasında korunmuş olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi tamamlamaya çalışabiliriz.)

 Adımlarının genişliği …… idi. Sakalı yanaklarından aşağı uzamıştı. Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar gürdü. Bedeni her bakımdan ölçülüydü. Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı. Gövdesi pek iriydi.
(Alt satır eksik.)
Bütün ülkeleri dolaştıktan sonra Uruk kentine vardı. Uruk caddelerinde kurumundan kafasını dik tutuyordu. Caddelerde yabancı bir boğa gibi böğürürdü. Eşsizdi. Silâhları kalkıktı. insanlara dirlik vermemek için eli durmazdı. Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe eksildi.Gılgamış, oğlu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola çatardı. Gılgamış ağılı bol (8) Uruk’un ne biçim çobanıdır ?(9) Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral, oğlu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı? Gılgamış’ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları bundan ötürü tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp sızlanmalarını tanrılar dinlediler. Gökyüzünün tanrıları da, Uruk kentinin baş tanrısı Anu’ya başvurarak şöyle dediler: “Sen, ipe gelmez, yabanım ,  vahşi boğayı, Uruk halkını tedirgin etmek için mi yarattın? Eşsizdir. Silâhları kalkıktır. insanlara dirlik vermemek için eli durmaz. Gılgamış oğlu babaya bırakmaz Gece gündüz kudurup sağa sola çatar. Gılgamış ağılı bol Uruk’un ne biçim çobanıdır?” Öylesine güçlü,üstün, bilgiç, bilge olan bir kral oğlu babaya, sevileni sevene,kocayı karıya hiç bırakır mı?Gılgamış’ın savaşçılarının kızları, erlerinin karıları bundan ötürü ağlayıp sızlandılar. Bunların ağlayıp, sızlanmalarını büyük Gök Tanrısı dinledi. (10) Büyük tanrıca Aruru (11) çağırıldı:”Ey Aruru, sen büyük Ahu’yu yarattın. Şimdi onun rakibini yarat! O istediği denli Gılgamış’a karşı dursun. Bu iki yiğitin birbirlerine karşı güçlerini ölçmelerinden Uruk şehri soluk alsın!” Tanrıça Aruru bunu duyar duymaz Gök Tanrısının rakibini kalbinde yarattı. Aruru ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı. Ve yazıda yiğit Engidu’yu yarattı. Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti (12).Bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu. Kadın gibi uzun saçları vardı.Saçının lüleleri tıpkı buğday başağı gibi filizlenmişti. O, insan ve kent yüzü görmemişti. Üzerinde, yazının hayvanları gibi bir giysi vardı. Bu durumda ceylanlarla ot yiyor, yabanIı hayvanlarla itişe kakışa suvata (13) iniyor; suyun kalabalığıyla (14) gönlü açılıyordu. Günün birinde suvatın karşı yakasında bir avcıya, bir tuzak (15)kurana rast geldi. Birinci, gün, ikinci gün ve üçüncü gün suvatın karşısında ona rastladı. Onu gören avcının yüzü döndü; hayvanlarıyla olduğu yerde saklandı; korkudan titremeye tutuldu; sesi soluğu kesildi, içini sıkıntı bastı; çehresini bulut kapladı; gönlünü gam, uzunca sardı; yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne döndü. Avcı,konuşmak için ağzını açıp babasına dedi:”Baba, dağdan bir adam geldi. Bu yörenin en güçlüsüdür. Gökten inen yoğun cevhere (16) benzer. Gücü büyüktür, hep dağda dolaşıyor. Her zaman yabancı hayvanlarla ot yiyor. Ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor. Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları (17) doldurdu. Gerdiğim ağları yerden koparıp çıkardı. Kırın kalabalığını,(18) avı elimden kaçırıyor, kırdaki işime engel oluyor.” Babası konuşmak için ağzını açıp avcıya dedi:”Biliyor musun oğlum, Gılgamış Uruk’ta oturuyor. Onu yenecek kimse yoktur. Gökten inen yoğun cevhere benzer. Gücü büyüktür. Ona, krala yüzünü dön! Güçlü adam hakkında ona bilgi ver. O sana bir fahişe versin. Onu krala götür. O kadın, bu adamı orada, güçlü bir adam gibi yensin. YabanIı hayvanlar suvata yaklaştıklarında, o kadın giysisini atsın ve o da zevke dalsın. Kadını görür görmez, ona yaklaşacaktır:Fakat kırlarda onunla birlikte yürüyen hayvanlar,onu yadsıyacaklardır.” 

Babasının öğüdü üzerine kalkıp, avcı yaya olarak Gılgamış’a gitti.Yolunu tuttu, Uruk’un ortasında durdu:”Gılgamış, beni dinle ve bana öğüt ver! Dağdan bir adam geldi. Bu,ülkenin en güçlü adamıdır. Gökten inen yoğun cevhere benzer; gücü büyüktür. Her zaman dağda dolaşıyor, hep yabanIı hayvanlarla ot yiyor,ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor. Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları doldurdu. Gerdiğim ağları yerden çıkarıp kopardı… Kırın kalabalığını, avı elimden kaçırıyordu. Kırdaki işime engel oluyordu! Gılgamış, ona, avcıya dedi:”Ey avcı, git; yanında bir fahişe, bir orospu görür! Yabanıl  hayvanlar suvata yaklaştıklarında, kadın, giysisini atıp şehvetini kabartsın; kırlarda onunla büyüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır.” Avcı gidip yanına bir fahişe, bir orospu aldı. Bunlar doğru gidecekleri yerin yolunu tuttular. Üçüncü günde belli yere vardılar. Avcı ve fahişe yerlerine oturdular. Bir gün, iki gün suvatın karşısında beklediler.Hayvanlar gelip suvatta su içtiler. Su kalabalığı geldi (19) ve yüreği rahatladı. Ne de olsa Engidu, dağda yaşadığı için, ceylânlarla ot yiyor, su kalabalığıyla yüreği rahatlıyordu. Orospu bunu, bu yabanIı adamı, kırda dolaşan bu cellat (20) herifi görür. “Orospu! işte budur.Göğsünü gevşet, kucağını zevkine aç, dalsın! Korkma!. Onun saldırısını karşıla. Bir kez seni görür görmez sana yaklaşacaktır. Üstünde yatması için giysini aç. O yabanıla kadınlık becerini göster: Kırlarda onunla büyüyen hayvanlar onu yadsıyacaklardır. Onun tutkusu (21) senin üstünde zevke doyamayacaktır.” Orospu, göğsünü gevşetti. Kucağını açtı. Ve o, kadının zevkine daldı. Kadın korkmadı. Onun saldırısını karşıladı. Üstünde yatması için giysisini açtı. YabanIı adama kadınlık becerisini gösterdi. Onun tutkusu kadının üstünde zevke doymadı. Engidu, altı gün, yedi gece uyanık kalarak orospuyla Allah’ın emri oldu.(22)
………………………..(23)

Engidu’yu gören ceylânlar mertleşip (24) kaçtılar. Artık kırın hayvanları onun yanından uzaklaştılar. Hayvanların ondan uzaklaştığı sırada, Engidu, bedeni bağlanmış gibi ürperdi. Dizleri tutmadı. Engidu zayıf düştü. Yürüyüşü eskisi gibi değildi. Sonra aklı başına geldi;işi anladı. Geri dönüp orospunun dizlerine oturdu, onun yüzüne bakarak sözlerine kulak verdi. Orospu ona, Engidu’ya dedi: “Engidu senbilgesin, sen bir tanrı gibisin! Neden bu kalabalıkla kırda dolaşıyorsun? Gel, seni Uruk’a, Anu’nun, istar’ın evi olan görkemli tapınağa götüreyim. Gılgamış’ın olduğu yere, gücü tam olan adamın,yabanIı boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğitin yanına.” Fahişenin bu sözleri Engidu’nun hoşuna gitti; bilge gönlü bir arkadaşa gereksinim duydu. Engidu ona, orospuya dedi:”Gel orospu, beni birlikte götür! Anu’nun, istar’ın evi olan görkemli tapınağa; Gılgamış’ın olduğu yere, gücü tam olan adamın, yabanIı boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğitin yanına. Ben ona meydan okumak istiyorum. Yiğit gibi konuşmak istiyorum. Uruk’a gidince Uruk’un yazgısını değiştiririm. Kırda doğanın gücü yamandır!” “Gel, bırak gidelim. O, senin yüzünü görsün. Sana Gılgamış’ı göstereyim. Onun nerede olduğunu çok iyi biliyorum. Engidu, Uruk’a gel. Süslü kemerler kullanan insanların yanına! Her gün orada bir bayram kutlanır… Neşe yaratan genç oğlanların, görülmeye değer genç kızların oldukları yere:Zevk onlardadır; tam neşe içindedirler.” (Bir satır eksik.) “Engidu, sana yaşamı seven, açıdan zevk alan Gılgamış’ı göstermek isterim. Onu gör, onun yüzüne bak: O, erkek güzelidir. Tam güçlüdür;senden güçlüdür. Gece gündüz dinlenmesi yoktur. Engidu, kıskançlığını bırak! Ona, Gılgamış’a, sevgiyi Samas (25) gösterdi. Onun aklını düşüncesini Anu, Enlil ve Ea (26) genişlettiler; sen o dağdan gelmezden önce, Gılgamış seni düşünde gördü; düşünü yorarak kalktı,anasına anlattı: “Aman ana, ben bu gece bir düş gördüm. Bütün gücümle adamların arasından geçip ileri gittim. Orada gökyüzünün yıldızları birdenbire yere döküldüler. Göktaşı gibi yukardan aşağı üstüme düştü.Onu kaldırmak istedim. Bana ağır geldi, kımıldatmak istedim,kımıldatamadım.Uruk halkı oraya toplandı. Erkekler onun ayaklarını öptüler ve ben, o bir karıymış gibi, üzerinde ondan zevk aldım (27).Orada kendi kendime zorladım. Onlar bana yardım ettiler. Onu kaldırdım ve sana getirdim.” Her şeyi öğrenen Gılgamış’ın anası, Gılgamış’a anlattı:”Gılgamış, bu açık bir şeydir. Kırda sana benzer biri doğmuştur. Onu dağlar yetiştirmiştir. Senin onu görür görmez, bir karıymış gibi üzerinde ondan zevk aldığın adam, senden asla ayrılmayacaktır. Adamlar onun ayaklarını öpecektir. Sen onu kucaklayacaksın. Onu bana getireceksin! O, güçlü Engidu’dur. Dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır. Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer. Gücü büyüktür. Senin, karı gibi, üstünde zevk aldığın o adam, senden hiç ayrılmayacaktır.” Gılgamış uyumak için yattı ve başka bir düş gördü.Anasına anlattı:”Aman ana, başka bir düş gördüm. Karışık şeyler gördüm. Uruk’ta yolun ortasında bir balta yatıyordu. Bunun çevresine toplanmışlar; halk da oraya zorluyordu. Bu baltanın görünüşü şaşırtıcıydı. Ona baktığımda sevindim. Onu severek, bir karıymış gibi, onun üzerinde ondan zevk aldım ve yanıma koydum.” Bilge, bütün bilimleri bilen Ninsun (28),oğluna dedi:”Gılgamış, senin o adamı görmenin, o bir karıymış gibi onun üzerinde ondan zevk almanın anlamı, onu sana denk tutacağımı gösterir. Bu, yine güçlü Engidu’dur, dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır.Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!” Gılgamış bir daha anasına dedi:”Bu, bana büyük bir pay olarak düşsün! Bir arkadaş kazanmak isterim,bir yoldaş!”(Bir satır eksik.)

Ve Gılgamış düşleri yordu.”Gel bakalım,yaş yerden kalk!”Fahişe böylece Engidu’ya anlattı.Hayvanların su içtikleri yerde ikisi yalnız kalmışlardı.

 

İKİNCİ TABLET


Engidu fahişenin karşısına oturdu. O, onun sözcüklerini dinledi ve anlattıklarına kulak verdi. Kadının öğüdü yüreğine işledi. Kadın bir giysi çıkardı: Birini ona giydirdi, öbürünü kendisine alıkoydu; kadın onu bir ana gibi elinden tutup çobanların sofrasına, hayvanların ağırına götürdü. Onun, yurdu dağlar olan Engidu’nun, önceleri ceylânlarla ot yiyen adamın, kalabalığın sütünü emenin, şimdi önüne yemek koydular. O, utanarak gözünü dikiyor, bakıyordu. Engidu ekmek yemesini bilmiyor, içki içmesini anlamıyor! Fahişe ağzını açıp Engidu’ya dedi:”Engidu, ekmek ye! Bu, yaşamın koşuludur! içki iç! Bu, ülkenin göreneğidir!”Engidu, doyuncaya dek ekmek yedi. Yedi kulp içki içti. içi açıldı,neşe buldu. Yüreğine açıklık geldi, yüzü parladı. Kıllı, pis gövdesini sıvadı, kendi kendini yağladı (29), insana döndü. Sonra bir giysi giydi, artık adam oldu. Aslanların üstüne yürümek için silâhını aldı.Çobanlar geceleri uykuya daldı. Kurtları yakaladı, aslanları kovaladı. Eski bekçiler rahat ettiler. O, güçten üstün insan, o erkeklerin bir tanesi Engidu, bunlara bekçi oldu. (14 satırlık boşluk.Engidu fahişeyle birlikte)
Engidu, orospu ile eğlenirken gözlerini kaldırdı ve bir adam gördü.Fahişeye seslendi: “Yosma! Adam buraya gelsin! O ne diye geldi? Söyleyeceğini dinlemek isterim!” Fahişe adamı çağırıp ona yaklaştı, ona dedi:”Adam, nereye acele ediyorsun? Yorulman neye yarar?”Adam ağzını açıp Engidu’ya dedi: “Benimle birlikte kız evine (30) gel! Nişanlı seçmek için herkesin evi Uruk kralına daima açıktır. Nişanlı seçmek için herkesin evi, Uruk kralı olan Gılgamış’a daima açıktır. O, evlenecek olanlarla önce kendisi yatar, sonra da koca (31). Tanrısal yasaya göre bu, tanrının bir buyruğudur. Bu buyruk kendisine öbeğinin bağı kesilir kesilmez verilmiştir” (32).Adamın sözü üzerine benzi sarardı…(Dokuz satırlık boşluk.)Engidu önden gidiyor, orospu onun arkasından.O,Uruk’a girince halk çevresine toplandı. Uruk’ta caddenin ortasında durunca, insanlar başına biriktiler ve ondan şöyle söz ettiler: “O,aşağı yukarı Gılgamış’a benzer. Bedence daha ufaktır; ama, kemikleri onunkinden daha güçlüdür. (Bir satır eksik.)Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. O, kalabalığın sütünü emmiştir.”(Bir satır eksik.) Zayıf yavrucuklar gibi ondan korkmalarına karşın, adamlar rahatladılar, “O yiğite karşı, gösterisi yaman bir yiğit alandadır.Gılgamış’a karşı tanrıya benzer, onun (33) bir eşi alandadır!ishara’ya (34) özgü bir yatak hazırlanmıştır. Gılgamış’ın onun yanında kalması için. Bu gece onunla ‘Allahın emri’ olacaktır” (35) Gılgamış yaklaştığında, Engidu caddenin ortasına dikildi. Gılgamış’a yolu kapamak isteyip, onu yatak odasına bırakmadı.(Yedi satır eksik.)Gılgamış kırda büyüyen, gür saçlı, ele avuca sığmaz Engidu’ya baktı:Kendi kendisine yol açtı ve üstüne yürüdü. Kentin alanında birbirleriyle karsılaştılar. Engidu kapıyı ayağıyla kapayıp Gılgamış’ı içeri bırakmadı. Bunun üzerine boğalar gibi böğürerek kapıştılar:Kapının direklerini paramparça ettiler. Duvar yerinden sarsıldı!Gılgamış ve Engidu, evet, boğalar gibi böğürerek birbiriyle kapıştılar. Kapının direklerini paramparça ettiler. Duvar yerinden sarsıldı! Gılgamış diz üstü yere düşünce, öfkesi indi ve göğsünü geri çekti. Gılgamış göğsünü çeker çekmez, Engidu ona, Gılgamış’a dedi:”Anan olan, ağılın yabanIı ineği, Tanrıca Ninsun (36), seni bir tane doğurdu. Basın adamların tepesini asmıştır! Enlil senin alnına insanların krallığını yazmıştır! Gücün evrenin beylerinden üstündür.”(On satırlık boşluk.)Birbirini öptüler ve arkadaş oldular.
(Görünüşe bakılırsa bundan sonraki 14 satırlık boşluğun sonuna doğru, Gılgamış’ın Engidu’yu, bir oğul olarak kendi anasına götürmüş olmasından söz ediliyor. Gılgamış, Engidu’dan şu biçimde söz ediyor.)
“Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. Gökten inen yoğun cevhere benzer,gücü büyüktür! Kimse karşısında duramaz. Ona lûtfunu göster.”Gılgamış’ın anası oğluna dedi, Ninsun, yabanIı inek, Gılgamış’a dedi:”Oğlum….(üç satır eksik.)(Engidu’nun hep korumakta olduğu biçiminden ötürü, Ninsun’un şaşkınlığını belli ettiği anlaşılıyor. Bundan sonraki beş satırsa,Gılgamış’ın yanıtlarını oluşturabilir.) “Onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti. O, bana karşı pek çok kışkırtıldı.Engidu’nun babası ve anası yoktur. Onun dağınık saçları hiç kesilmemiştir. O,kırda doğduğundan kimse onu eğitmemiştir.” Engidu orada durdu ve onun söylediklerini dinledi. Gözleri yaşla doldu. Söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti. Gılgamış, yüzünü ona çevirip,oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar; âşıklar gibi eller birbirinin üstüne kondu ve Gılgamış, Engidu’ya dedi: “Dostum, neden gözlerin yaşla dolu? Söylenenler sana dokunduğu için mi acı acı içini çektin?”Engidu ağzını açıp Gılgamış’a anlattı:”Dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. Kollarım uyuştu, gücüm azaldı.”Gılgamış, ağzını açıp Engidu’ya dedi:(Altı satır eksik.) “Ejder yapılı Humbaba  ormanda oturuyor. Sen ve ben onu öldürüp şu belâyı ülkeden kaldıralım. Kendimize katran ağaçları devirelim.” (Dört satır eksik.)
Engidu, ağzını açıp Gılgamış’a dedi:”Dostum, ben dağlarda deneyimliyim; yabanIı hayvanlarla oralarda dolaştım. Ormanın uzaklığı iki kez on bin saat çeker. Yukarıya, onun içine dalacak kimdir? Humbaba… onun böğürtüsü tufandır, evet, onun soluğu ateş, saldırısı ölüm. Neden ötürü böyle şeyleri yapmaya yeliyorsun? (37) Humbaba’nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona karsı dayanamaz.” Gılgamış, ağzını açıp Engidu’ya dedi:”Katransa, ben bunun dağına çıkmak istiyorum. Bu dağ geniş ormanın ortasında bulunuyor.(Üç satır eksik.) Humbaba’nın bulunduğu ormana gitmek istiyorum. Savaşta bir balta bana yeter. Sen burada yalnız kal, ben oraya gideceğim.”Engidu, ağzını açıp Gılgamış’a dedi:”Oraya nasıl gidebiliriz… Katran ormanına? Gılgamış, onun bekçisi bir savaşçıdır. Hiçbir zaman ımızganmaz. (38)(iki satır eksik.)
Enlil onu, katranları korusun diye insanların başına belâ kılmıştır.Her kim yukarı, ormana çıkarsa, kötürüm olur.”Gılgamış, ağzını açıp Engidu’ya dedi:”……………………………………………………” (39) “Güneş gökyüzünde durdukça tanrılar sonsuza dek yaşarlar. Ancak,insanın günleri sayılıdır. Onların ettikleri hep havadır. Sen daha buradayken ölümden korkuyorsun. Yiğit ruhundaki gücün sana yararı ne?Öyleyse, seni ben götüreyim de, ağzın bana: “ileri git! Korkma” diye çağırsın. Kendim ölürsem adımı yükseltirim, ‘Ejder yapılı Humbaba’nın düşmanı Gılgamış ölmüştür,’ derler.” (Sekiz satır eksik.)”Katran devirmek için elimi bulaştırmak istiyorum. Kendim için bir ad bırakmak istiyorum. Şimdi dostum, silâhçı ustasına gitmek istiyorum. Silâhlar gözümüzün önünde dövülsün.”Elele verip silâhçı ustasına gittiler. Ustalar oturup birbirleriyle danıştılar. Büyük baltalar dövdüler. Üç okkalık nacaklar dövdüler.Yalımı iki okkalık büyük kılıçlar dövdüler. Kabzaların başı on beş okkalık, kılıçların kını on beşer okkalık; altından. Gılgamış ve Engidu, her biri 300 okkalık silâhlar taşıdılar. Adamlar, Uruk kentinin yedi sürgülü kapısına vardılar; halk bir araya birikti; Uruk sokaklarına neşe saçıldı. Gılgamış, Uruk sokaklarında halkın neşesine tanık oldu. O, karşısında oturan halka seslendi: “Ben, ejder yapılı Humbaba’ya gitmek istiyorum. O söylenen şeyi, ben Gılgamış, görmek istiyorum. Onun adı ülkelere yayılmıştır. Katran ormanına koşmak istiyorum. Uruk çocuğunun nasıl güçlü olduğunu bütün ülkeye anlatayım.Katranları devirmek için elimi bulaştırayım. Kendim için sonsuzlaşacak bir ad yapayım!” Uruk mahallesinin yaşlıları dönüp Gılgamış’a dediler: “Gılgamış, sen genç olduğundan, gönlün seni böylesine ileri götürdü.Sen burada ne yaptı bilmiyorsun. Bizim işittiklerimiz, Humbaba’nın çok acayip olduğudur. Onun silâhının karşısına çıkacak olan kimdir?Orman iki kez on bin saat uzaklık çekiyor. Yukarı çıkıp onun içine girecek olan kimdir? Humbaba, onun böğürtüsü tufandır, evet, onun soluğu ateş, onun saldırısı ölüm. Neden dolayı böyle şeyleri yapmaya heves ediyorsun? Humbaba’nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona dayanamaz.” Gılgamış, öğütçülerinin sözünü dinledikten sonra,gülümseyerek gözlerini arkadaşına dikti (40).(Dokuz satır eksik).”Korucuyu meleğin seni sıkıntılardan kurtarsın; barış içinde Uruk kıyısına (41) dönmen için sana kılavuz olsun!”Gılgamış, diz çöküp elini kaldırdı:”Söyledikleriniz yerini bulsun. Şimdi gidiyorum. Samas! Ellerimi sana kaldırıyorum: oraya varınca canım sağ esen kalsın! Beni Uruk kıyısına geri döndür! Gölgeni üstümden eksik etme!” Bundan sonra Gılgamış,arkadaşını çağırdı, falına onunla birlikte baktı (42).(Yedi satır eksik).
Gılgamış’ın gözlerinden yaşlar boşandı:”Hiç gitmediğim bir yol. Sonu belli olmayan bir yolculuk. Burada sağ esen kalırsam seni gönlüme göre sevmiş olurum. Kendimi senin zevkine kaptırmak isterim, seni tahtlara geçirmek isterim.” Artık köleler silâhlarını getirdiler. Büyük kılıçları, yayı, sadağı eline teslim ettiler. Baltaları aldı, sadağı ve Ansan (43) yayını bir yanına astı,kılıcı kemere taktı. Yolda yürümeye başladılar. insanlar Gılgamış’a sordular: “Sen ne zaman kente geri döneceksin?”



ÜÇÜNCÜ TABLET

 

Yaşlılar Gılgamış’a çok saygı gösterdiler.Yol hakkında ona öğüt verdiler:”Gılgamış, gücüne güvenmemelisin. Onu bırak yoluna gitsin, sen kendi kendini koru. O orada keçi yolunu bilir; arkadaşı kollar; Engidu orada senden önde gitsin. O, yolu gördü, yoldan geçti. Ormana giden yoldan,dağların geçidinden. O, Humbaba’nın bütün gizli yollarından geçti.Böylece önde giden arkadaşını korur. Onu bırak yoluna gitsin,sen kendi kendini koru. Samas seni dileğine kavuştursun.işittiklerini sana gözlerinle göstersin! O, sana kapalı olan yolu açsın! Yolu senin adımına açsın! Dağı senin ayağına açsın! Seni hoşnut eden şeyi, geçen sana getirsin (44). Lugalbanda (45) başarıda sana yardım etsin. Bir çocuk gibi başarına kavuş! Humbaba’nın, kıyısında uğraşacağın Irmağında ayaklarını yıka! Akşam molanda bir kuyu kaz. Kırbanda (46) her zaman temiz su bulunsun. Samas’a soğuk su sun. Her zaman Lugalbanda’yı anımsa! Engidu arkadaşı, yoldaşı korusun. (anlaşılmaz bir sözcük) … kadar kendisi getirsin. Hepimiz birden kralı sana teslim ediyoruz; sen de yurda dönerken kralı bize teslim et!” Engidu ağzını açıp Gılgamış’a dedi:”Sen karar verdin, artık yürü. Yüreğin korkusuz olsun. Yalnızca bana bak!Hasmın oturduğu yeri, Humbaba’nın üzerinde dolaştığı yolları, iyi biliyorum.

Yola çıkmamızı buyur, onlardan (47), buradan ayrıl!”Gılgamış, ağzını açıp Uruk’un yaşlılarına dedi:
(Dört satır eksik).”Size söylediklerimi, benimle gidecek olan Engidu’yla birlikte yapacağım.Öğütlerinizi sevinerek gönülden dinledim.”Yaşlılar onun bu sözlerini dinledikten sonra, yiğitlere yol açtılar;
“Yürü Gılgamış, işin uğurlu olsun! Koruyucu tanrın yanında gitsin, o seni başarıya erdirsin.”Gılgamış, ağzını açıp Engidu’ya dedi:”Gel arkadaşım, büyük saraya gidelim. Büyük kraliçe Ninsun’un huzuruna. Ninsun’un vereceği akıllıca öğüt, ayaklarımıza doğru yolu gösterir.” Gılgamış ‘la Engidu, elele verip büyük saraya, büyük kraliçe Ninsun’un huzuruna cılktılar. Gılgamış çıktı ve Ninsun’un yanına girdi:
“Ninsun ben güçlendim; yeni bir şey başarmak istiyorum: Humbaba’nın yanına, uzak bir yola yürüyeceğim. Bilmediğim bir savaşa atılıyorum,bilmediğim bir yola çıkıyorum. Benim gidip geri dönmem, katran ormanına varmam, ejder Humbaba’yı öldürmem, Samas’ın nefret ettiği o belâyı ülkeden temizlemem için gereken zamanı, benim hesabıma Samas’tan dile. Onu öldürüp katran ağacını ben devirince, ülkenin yukarısında, aşağısında barış olsun.Utku belgisini senin önünde dikeyim.” Kraliçe Ninsun, oğlu Gılgamış ‘ın sözlerini acıyla dinledi:(On dört satırlık boşluk).
Ninsun odasına girdi.(Bir satır eksik).O, bedenine yaraşan bir giysi giydi, göğsüne de yaraşan bir mücevher taktı. O, kemer ve krallık tacını koydu. Merdivene basıp damın üstüne çıktı. Kurban yerine çıkarak tütsü yapıp Samas’In önüne koydu.Tütsüsünü yakıp Saman’ın huzurunda kollarını kaldırdı: “Neden oğlum Gılgamış’a coşkun bir yürek verdin, neden savaşa simdi de o gitsindiye onu ileri ittin? Humbaba’nın yanına, uzak bir yol yürüyecek. O,bilmediği bir savaşa atılıyor,bilmediği yollarda yolculuk ediyor!Onun gidip geri dönmek, katran ormanına varmak, ejder Humbaba’yı yok etmek, senden nefret eden o kötüyü ülkeden temizlemek zamanını Gılgamış’ın yoluna baktığın günde, seni seven o nişanlı, Aya,sana anımsatsın! Onu gecelerin bekçilerine, yıldızlara, akşamları baban Aya da Ismarla.”(48) (On iki satırlık bir boşluktan sonra, aşağıdaki anlaşılması güç sözcükler geliyor):O, tütsüyü söndürüp kötü ruhları dağıtma duasını okudu. Haber vermek için Engidu diye çağırdı.””Benim kucağımda yetişmeyen güçlü Engidu! Simdi seni oğulluğa kabul ettim. Gılgamış’ın armağanları olan, büyük rahipler, tapınak kızları ve tapınım töreni hizmetçileriyle birlikte kabul ettim. Ninsun, Engidu’nun boynuna bir muska astI.
(84 satırlık bir boşluk).Yaşlıların Engidu’ya ikinci seslenişleri:”Engidu, arkadaşını kolla, yoldaşını koru , …… (49) Onu kendin getir! Hepimiz birden kralI sana teslim ediyoruz, sen de yurda dönerek kralI bize teslim et.” (Tabletin gerisi kırıktır).


DÖRDÜNCÜ TABLET



(Bu tabletin ilk dört bucuk sütunu -bütün tablet altI sütundan oluşmaktadır- herhalde kralın ve arkadaşının katran ormanına gidişlerinden söz ediyordu. Ama, bu sütunlardan ancak kırık bir parça kalmıştır. Bu parça, ikisinin başından her gün geçenleri sık sık betimlemektedir.) iki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler. iki kez otuz saatten sonra kendi kendilerini aksam dinlenmesine çektiler. iki kez elli saati bütün bir günde yürüdüler. Bir ay üç günlük yolu üç günde kestirdiler. Aksam dinlenmesine bir kuyu kazdılar (50). (Burada 200’den çok satır yitmiştir. Geri kalan parçada yineleme
vardır. Bu yinelemeden anlaşıldığına göre, Gılgamış’la Engidu ormanın kapısına gelmişlerdir. Bir bekçi, Humbaba’nın diktiği kocaman kapıyı beklemektedir. Gılgamış’la Engidu, onunla basa cıkıp çıkmayacakları konusunda duraksamış olmalılar ki, Engidu ona şunları söylüyor:) “Uruk’ta ne dediğini anımsa! Uruk’un çocuğu Gılgamış, sen öldürmek için yekin, (51) onun üstüne var!”Ağzından çıkan sözleri duyar duymaz tam güveni arttı.(Bundan sonraki belki Gılgamış’ın Engidu’ya söylediği sözlerdir.)
Onun savaşması ve bir de ormana dalıp bizden kaçmaması için hemen üstüne vardı. Hiçbir silâh işlemesin diye, giyinmek için yedi savaş giysisi hazırladı. O anda yalnızca birini giydi, geri kalan altı kat giysiyi soyundu. Bunlar yerde ayaklarının altında kaldı. Ormanın kapısında duran bekçiyi yakalamak için, huysuz,yabanıl bir boğa gibi ileri atıldı. O, birden bire bağırıp korkuya duştu. Ormanların bekçisi
bağırıp çağırdı! Çocuğun babasını çağırması gibi, Humbaba’yı çağırdı.(Buradaki 22 satırlık boşlukta, belki her iki yiğidin bekçiyi zararsız duruma getirmiş olmaları ve Engidu’nun kapıyı nasıl açtığı anlatılmıştır. Bundan sonrası şöyledir:) Engidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış ‘a dedi:
“Biz ormana inmeyelim. Kapıyı acarken elim tutmaz oldu.”Gılgamış konuşmak için ağzını açıp Engidu’ya dedi:”Biz şimdiye dek böyle üzüldük mü? Biz bütün dağları aşarak geldik.Bununla birlikte hedef karşımızda duruyor. Benim savaştan anlayan,savaş deneyimi olan arkadaşım, giysime dokunursan artık ölümden korkmazsın! (iki satır çevrilememiştir.)Elinin tutmazlığı gitsin! Vücudunun ağırlığı yok olsun! Arkadaşım,koluma asıl, birlikte inelim. Gönlün savaşa doysun! Ölümü unut,
korkma! Kendisini koruyan adam, arkadaşını da sağ tutsun! İnsanlar ölünce kendilerine ad yaparlar!” ikisi birden yeşil ormana vardılar.Konulmaları kesildi, sessiz durdular .

 

BEŞİNCİ TABLET

 

Ormana gözlerini dikip baktılar. Katranların yüksekliğine şaştılar.Ormana girilen yola şaştılar. Humbaba’nın geçtiği yerde bir ayak izi vardı . Yollar iyi bir durumdaydı. Büyük yol güzel yapılmıştı. Onlar katran ağacı dağını görüyor, tanrıların oturduğu yeri, irnina’nIn (52)
yüksek tapınağını. Bu dağın önünde bir katran ağacı vardı. Bu, pek gürdü; gölgesi çok hoştu, sevinçle doluydu. Çalılar birbirine girmişti . Büyük ormanın ağaçları da birbirine girmişti. (56 satırlık boşluk.)

iki yiğit Humbaba’yı beklediler, ama o gelmedi…(6 satırlık boşluk.)Engidu ağzını açıp GIlgamIs’a dedi:Humbaba’nIn izini böyle bulabilir miyiz? Bırak bir biri arkasına düşler görelim.(Üç satır eksik.)Düşler üç kez görülmeli.(26 satırlık boşluk. Bu boşlukta, Gılgamış ‘ın gördüğü birinci düş anlatılmıştır.)Engidu, ağzını açıp Gılgamış ‘a dedi: (iki satır eksik.)
“Düşün beni çok sevindirdi!”Aksam dinlenmesine gitmek için birbirleriyle sözleştiler. Gece yarısı onun (53) uykusu kaçtı, düşünü Engidu’ya anlattı:”Arkadaş, nasıl? Sen beni uykumdan ne diye tedirgin ettin? Ben niçin uyanığım? Engidu, arkadaş, ben bir düş gördüm… Sen beni uykumdan tedirgin ettin? Ben niçin uyanığım? Birinci düşümün üstüne, ikinci düşüm göründü; derin dağ diplerinde duruyorduk, hemen dağ devrildi…Beni yere yıktı. Dağ ayaklarımı yakaladı ve onları bırakmadı. Biz onun karşısında küçük saz sinekleri gibi kaldık… Öyle aydınlıktı ki. Bana bir adam göründü. Ülkede en güzel oydu. Pek güzeldi. O beni dağın altından çekti, bana su içirdi (54). Yüreğim ferahladı. Ayaklarımı yere değdirdi.” Kırda doğan Engidu, arkadaşına dedi, Engidu düşüyordu. “Arkadaş, düşün güzeldir, pek iyi bir düştür. Arkadaş, gördüğün dağ Humbaba’dır. Hum baba’yı yakalayacağız; onu öldüreceğiz ve ölüsünü dışarı tarlaya atacağız. Yarın her şey sona erecek.” iki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler. iki kez otuz saatten sonra kendilerini dinlenmeye çektiler. Samas’ın önünde bir kuyu kazdılar.Ancak Gılgamış, dağa tırmandı ve ince ununu dağa serpti (55). “Dağ!Engidu için bana bir düş getir! Ona, Engidu’ya da bir işarette bulun!” Dağ, Engidu için ona bir düş getirdi. Ona, Engidu’ya da bir işarette bulundu. Pek soğuk bir yel esti, bir fırtına gelip geçti. Fırtına Gılgamış’ı uyuttu. Gılgamış uyurken dağların yamaçlarında biten buğdaylar gibi bir yana devrildi ve Gılgamış’ın çenesi baldırına dayandı (56). insanlara gevşeklik veren uyku onun üstüne düştü.Uyandığı uykuyu bırakıp yukarı yürüdü, arkadaşına dedi: “Arkadaş, beni çağırmadın mI? Niçin uyandım? Sen beni sarsmadın mI? Niçin korktum?Buradan bir tanrı gedmedi mi? Organlarım niçin titredi? Arkadaş,üçüncü bir düş gördüm ve gördüğüm düş çok ürkütücüydü; gök haykırdı,yeryüzü gürledi! Hava dinginleşti, karanlık çöktü. Bir yıldırım düştü. Bir yangın yükseldi. Duman koyulaştı. Ölüm yağdı. Yağan koz oldu; ateş söndü ve yukarıdan aşağı dökülen (koz olan ateş), kule döndü. Aşağı gel, tarlada konuşabiliriz.” Orada Engidu, onun kendisine anlattığı düşü duyunca Gılgamış ‘a dedi:(Buradaki boşlukta, belki, Engidu’nun Gılgamış’ın gördüğü düşü övmesi ve sonra iki arkadaşın katranları devirmek için en son karar vermeleri anlatılmaktadır). Ö, eliyle baltayı yakaladı… bir tane de nacakları vardı: Engidu önü eline aldı ve katranları devirdi; ama Humbaba gurultuyu duyunca öfkelendi: “Kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçların Irzına gecen? Kimdir o, katranI deviren?”Bunun üzerine göksel Samas, gökten onlara seslendi: “ileri gidin, korkmayın!” (Yaklaşık 80 satırlık boşluk. Görünüşe göre, Ilgamış ve Engidu,Humbaba’yla yapacakları savaşın için Samas’tan öğüt istediler.Samas’ın verdiği olumsuz yanıt, burada anlatılmış olmalıdır. çünkü metin öyle sürüyor:) …ve ondan sel gibi göz yaşları boşandı. Gılgamış göksel Samas’a dedi: (iki satır eksik.)Ancak ben, göksel Samas’a baş eğiyorum. Benim için gösterilen yoldan yürüdüm.”Göksel Samas, Gılgamış’ın yalvarmasını dinledi ve Humbaba’nIn önüne büyük fırtınalar çıkardı: Büyük fırtına, poyraz, kasırga, kum fırtınası, bora fırtınası, kırağı fırtınası, rüzgâr, cam fırtınası! Ona karşı sekiz fırtına kalktı ve bunlar Humbaba’nIn gözlerine savruldu. ileri gidemedi, geri dönmedi. Humbaba savaştan vazgeçti.Bunun üzerine Humbaba, Gılgamış’a seslendi: ” Gılgamış, beni
bırakmalısın! Sen benim efendim olmalısın, ben senin kölen olmalıyım.Ben sana dağlarımın çocukları olan ağaçları devireyim ve onlardan senin için evler yapayım.” Engidu, Gılgamış ‘a dedi:
“Humbaba’nın dediklerini dinleme! Humbaba’yI öldürmelisin!”(Bunu izleyen boşlukta, Humbaba’nIn öldürülmesi ve iki yiğitin geri dönmesi anlatılmaktadır; tabletin son satırı belki şöyle tamamlanmaktadır:) Gılgamış,Humbaba’nIn kesilen başını sırığa dikti.

 

ALTINCI TABLET

 

Kirini yıkadı, silâhlarını parlattı, başını sallayarak saçının tutamlarını arkaya attı. Kirli giysisini fırlatıp temizini giydi, savaş giysisini giyip beline islemeli kemerini kuşandı. Gılgamış krallık tacını giyince, Gılgamış’ın güzelliği star’ın güzel gözlerini kamaştırdı: “Gel Gılgamış Benim güveyim ol! Bana meyveni armağan et (57), armağan etsene! Sen benim kocam ol, ben senin karın olayım! Sana altından ve lacivert taşından yapılmış koşu arabaları koşturayım!Tekerlekleri altın, boynuzları (58) ayna gibi parlayan madenden olsun!Buna ruhlar, dev gibi katırlar koşulsun! Sen evimize girince seni
katran kokuları (59) karşılasın. Büyük rahipler ve soylular ayaklarını öpsünler! Krallar, büyükler ve beyler ayaklarının altına diz çöksünler! Dağların ve ülkelerin ürünlerini sana vergi olarak getirsinler! Sana keçiler ucuz, koyunlar ikiz yavrulasın! Senin sıpan bir ester yüküyle koşsun! Arabanın önündeki atın, yarışta birinci olsun! Boyunduruktaki öküzlerinin esi olmasın!” Gılgamış, konuşmak için ağzını açıp görkemli istar’a dedi:”Seni ha!…….. Seninle evlenirsem ne kazanacağım? Nasıl olsa kendimi yağlayacak yağım ve üstüme giyecek giysim var. Yiyecek ekmeğim ve azığım vardır, dahası, tanrılara yaraşır yemeğim, krallara özgü içkilerim bulunur! (Bir satır eksik. Bundan sonraki parçada, Gılgamış,Tanrıça’yı su biçimde aşağılıyor:)
………………………………………….. (60) Sen, soğukta Isıtmayan bir örtüsün! Sen rüzgâra ve fırtınaya engel olmayan uydurma bir kapısın! Sen, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin! Sen, içinde toplantı yapan yiğitlerin üstüne çöken bir saraysın, sen taşıyıcısının üstünde eriyen bir ziftsin!Sen,taşıyıcısının üstünde boşalan bir kırbasın!Sen taş duvarı çatlatan bir kireçsin!Sen,düşman ülkesini çeken bir yemişsin (61).Giyeni sıkan bir ayakkabısın!Dostlarından hangisini sonsuz olarak sevdin?Çobanlarından hangisini sürekli olarak beğendin? Haydi sevgililerinin adlarını sayayım!

(Bir satır eksik.)
Senin gençliğinin sevgilisi olan Temmuz’a (62), yıldan yıla ağıtı yazgı kıldın. Sen, renkli çoban kuşunun aşkına düştün; ama ona da vurup kanadını kırdın; simdi o,ormanlarda “kappi” (63) diye bağırıp duruyor! Sen, gücü ustun olan aslanın aşkına düştün; ama sonra ona yedi ve yedi tuzak çukurları kazdın.Sen, savaşa alışkın olan atın askına düştün; ama sonra ona kırbaç,biz  lengic ve kamçıyı yazgı kıldın; iki kez yedi saat koşmayı yazgı kıldın; ona suyu bulandırıp içirmeyi yazgı kıldın; anası Sililiye sürekli yasI yazgı kıldın! Sen, koyun çobanının askına düştün; o,sana durmadan koz yığıp, günü gününe oğlaklar getirdi; ama sonra ona vurup kurda dondurdun, simdi de kendi küçük çobanları onu kovalıyorlar;dahası, kendi köpekleri bacaklarını Isırıyorlar. Sonra sen, babanın
hurma bahçıvanı olan isullanu’nun askına düştün; o, sana durmadan bir sepet hurma getirip günü gününe sofranı donatırdı; ama sonra ona göz atarak yaklaştın: isullanu’cIgIm…. (64) yiyelim dedin. (Bir satır çevrilememiştir.)
isullanu şu yanıtı verdi:”Sen benden ne istiyorsun? Sanki anam benim için pişirmedi mi? Ne diye kokmuş, çürümüş yemekleri yiyecekmişim?.. öyle ekmek ki, kabuğu sazdan ve dikendendir.” (65)

(Bir satır eksik)
Sen onun söylediği bu sözleri duyduktan sonra, ona vurup onu …..(66) dondurdun ve bahçenin içine bıraktın.(Bir satır çevrilememiştir.) Simdi beni seversen, beni de onlar gibi yaparsın.”O, istar, bunu duyar duymaz öfkelendi; yukarıya gökyüzüne cılktı.İstar, babası Anu’nun huzuruna gitti. O, anası Antum’un huzuruna gitti ve dedi: “Babam! Gılgamış bana sövüyordu! Gılgamış bana kokmuş,çürümüş şeyleri saydı. Kokmuş, çürümüş şeyleri!”Anu konuşmak için ağzını açıp görkemli istar’a dedi:”Önce sen kavgaya başlamadın mı ki? O, sana kokmuş şeyleri saydı.Kokmuş, çürümüş şeyleri!”istar, konuşmak için ağzını açıp babası Anu’ya dedi:”Babam, Gılgamış’ı öldürmesi için bana gökyüzünün boğasını ver!(Bir satır eksik) Fakat sen gökyüzünün boğasını bana vermezsen, o zaman ben, cehennemin kapılarını kırar, direklerini fırlatır, kapıları ardına dek acarım.Yasayanları yemeleri için ölüleri kaldırırım. Dirileri yesinler diye. O zaman dünyada ölüler dirilerden çok olur!” Anu, konuşmak için ağzını açıp görkemli istar’a dedi: “KIZIM, benden istediğini yaparsam, yedi kavuz (67) yılları olur.insanlar için buğday biriktirdin mi? Hayvanlar için ot bitirdin mi?”istar, konuşmak için ağzını açıp babası Anu’ya dedi:”Baba, insanlar için buğday yığdım, hayvanlar için de ot sağladım!Onların yedi kavuz yıllarında doymaları için insanlara buğday topladım; hayvanlara ot yetiştirdim.” (Üç satır eksik.)Anu, onun bu sözünü doyunca, gökyüzünün boğasının zincirini istar’ın eline teslim etti. O, boğayı yere indirmek için alıp aşağı götürdü ve onu Uruk ağılına surdu. (Bir satır eksik)Gökyüzünün boğası korku salarak aşağı indi. O, birinci solumasında yüz kişi devirdi; iki yüz devirdi; üç yüz kişi…ikinci solumasında yüz daha devirdi. iki yüz daha, üç yüz kişi daha.O, üçüncü solumasıyla Engidu’ya saldırdı. O, Engidu’yu süseceği anda, Engidu gözetleyip, birdenbire boynuzlarını yakaladı. Hırsından gökyüzünün boğasının ağzından köpükler savruldu. Kuyruğunun kalın tarafıyla Engidu’ya çarpı onu yere attı. Engidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış’a dedi:”Eskiden biz kendi kendimize ovunduk. Simdi bunu gösterelim!”
(Dört satır eksik.)Bunu nasıl yapacağımızı sana öğreteyim: Sen ve ben ayrılmalıyız, ben
bocayı kuyruğundan yakalayayım. Üç satır eksik.)KILICIN, onun boğazıyla boynuzlarının arasına insin.”Engidu, Gökyüzünün boğasını tutmak için, kovalayıp sımsıkı kuyruğundan yakaladı. Engidu, onu iki eliyle tuttu ve Gılgamış, usta bir kasap gibi, kılıcını güçlü ve güvenli bir vuruşla onun boğazıyla boynuzlarının ortasına indirdi… Onlar orada gökyüzünün bocasını öldürdükten sonra, yüreğini çıkarıp Samas’In önüne koydular. Onlar Samas’ın huzurunda saygıyla eğilip geri çekildiler; sonra her iki kardeş oturdular. istar, Uruk duvarının üstüne çıkıp bir çığlık kopardı: “Yuh olsun Gılgamış’a! Beni rezil etti; Gökyüzünün boğasını oldurdu!” Engidu, istar’ın bu sözünü duyunca, gökyüzünün boğasının budunu koparıp ona fırlattı:”Seni elime geçirseydim, seni de böyle yapardım! Onun sakatatını (68) koluna asardım!”istar, kadın sevgililerini, tapınağın hizmetçilerini ve Orospuları basına toplayıp gökyüzünün boğasının budu için ağlayıp yakındı.Gılgamış, bütün silahçı ustalarını çağırdı. Ustalar boynuzların kalınlığına şaştılar. Her boynuzun dokumu altmış okkalık lacivert taşındandı. Bu boynuzların kabuğu iki parmak kalınlığındaydı. Her ikisinin içi yedi kova yağ alıyordu. Gılgamış, bunları yağ koyması için, tanrısı Lugalbanda’ya (69) armağan etti. Bunları içeri götürdü. Tanrı sarayının içindeki kutsal yere astı. Fırat’ta ellerini yıkadıktan sonra el ele verip Uruk kentinin sokaklarından geçtiler.Uruk halkI onları görmek için toplandı. Gılgamış kendi saray cariyelerine şu sözleri söyledi: “Erkekler arasında en görkemli olan kimdir? Yiğitler arasında en güçlü olan kimdir?” “Erkekler arasında en görkemli olan Gılgamış’tır. Gılgamış, yiğitler arasında en güçlü olandır.” (Üç satır eksik) Gılgamış, sarayında bir utku şenliği yaptı. Yiğitler, gece karanlığında rahatça uykuya daldılar. Engidu da uykuya daldı ve bir düş gördü.Sonra düşünü yorarak yukarı yürüdü ve arkadaşına dedi:


YEDİNCİ TABLET

“Arkadaş, neden ötürü yalnızca büyük tanrılar birbirlerine danıştılar? Bu gece gördüğüm bir düşü dinle: Anu, Enlil, Ea ve göksel Samas toplandılar. Anu, Enlil’e dedi: “Gökyüzünün boğasını öldürdüklerinden,Humbaba’yI vurduklarından ve dağın katranını devirdiklerinden içlerinden birisi olsun!” Fakat Enlil dedi:”Engidu olsun, ama Gılgamış ölmesin.” Bundan sonra göksel Samas kahraman Enlil’e dedi: “Onlar gökyüzünün boğasını ve Humbaba’yI senin sözün üzerine (70) öldürmediler mi? Simdi Engidu suçsuz yere mi ölecek?” Enlil göksel Samas’a kızdı: “Çünkü sen, onların dengiymişsin gibi, her gün asasıya, yanlarına gidiyorsun!” Hasta olan Engidu, orada Gılgamış’ın ayaklarının dibine düşüp kaldı. Gözlerinden yaslar bocandı. Gözlerinden yaslar boşanan Engidu’ya Gılgamış dedi: “Kardeş, sevgili kardeş! Neden kardeşimin yerine beni suçsuz saydılar?” Öyleyse: “Simdi ben bir ruh yanında mI oturuyorum? Ruhların yeryüzüne çıktığı kapının dibinde mi oturuyorum (71) ? Benim sevgili kardeşimi bundan böyle gözlerimle göremeyecek miyim?” (Görünüşe göre bunu izleyen 13 satırlık boşlukta, belki Engidu’nun sıtma sabuklaması sırasında (72) kendi hastalığını Humbaba’nın orman önünde duran kapıya yormuş olması anlatılmıştır:) Engidu, gözlerini açıp, kapılarla bir insanla konuşur gibi konuştu; ama ormanın kapılarında akıl ve kavrayış yoktu. “iki kez yirmi saatlik yerden senin kerestenin iyiliğini seçtim. Ben, yüksek katranI görünceye kadar, senin kerestenin esine rasgelemdim. Senin yüksekliğin altI kez on iki endazeye varıyor. Senin enliliğin iki kez on iki endazeye varıyor (73). (Bir satır eksik)
Ben seni yapıp Nipur’a getirdim ve orada taktım. Senden böyle bir iyilik göreceğimi bilseydim, elime bir balta alır, seni paramparça eder ve Fırat üzerinde gitmek için bir sal yapardım.” (Elli satırlık boşluk. Engidu, Samas’tan lânetini avcının üzerine indirmesini diler:) “… Onun kazancını yok et. Onun kollarını güçten düşür. Onun gidişini beğenme .Pesine düştüğü hayvan ondan kaçsın; avcı gönlündekine ermesin!” Fahişeye, orospuya ilenmek için yüreği tutuşuyor: “Senin yazgını orospu, sana ben yazayım. Bir yazgı ki, sonu gelmesin; sonsuza dek sursun! Sana ilencilerin en kötüsünü savurayım. Karanlık
yerin ilenci sabahın erkininde karşına cılksın! Gece yarısına kadar zevkinin evi sana belâ olsun (74)! (Sekiz satırlık boşluk.Anlaşılabildiğine göre Engidu’nun ilençleri fahişeyi tutuyor:) Şehir lağımlarındaki pislikler senin yiyeceğin olsun! Şehirdeki bulaşık suları senin içkin olsun! Yattığın yer sokak olsun, durduğun yer duvar gölgesi olsun! (Bir satır eksik.)
Sarhoş ve susuz, yanağına vursun!” (On satır boşluk) Saman, onun ağzından çıkan sözleri işitince, ona gökten seslendi: “Engidu, niçin fahişeye, orospuya ileniyorsun? O fahişe ki, sana yasamda gereken ekmeği yedirdi. O, sana ülkede içilen içkiyi içirdi. Görkemli giysi giydirip, o şanlı Gılgamış’ı sana yoldaş etti. Simdi senin kardeşin gibi olan arkadaşın Gılgamış seni, rahat yatağına yatıracaktır. O seni görkemli bir yatakta rahat ettirecektir. Esenlik olan bir yerde, solunda bulunan bir yerde seni oturtacaktır. Yeryüzünün bütün hükümdarları ayaklarını öpecektir. O, senin için Uruk halkına ah ettirip onları ağlatacak, mutlu kimselere çevresinde yas tutturacak ve o, senden sonra bedenini pis ve iğrenç bir duruma getirip, senin için kendinden geçerek sırtına bir aslan postu atıp çöllere düşecek.” Bu anda Engidu, Sam as’tan yiğitin sözünü işitince, kükreyen yüreği hemen dinginleşti. (iki satırlık boşluk. Sonra Engidu yeniden fahişeden söz ediyor; ama görünüşe göre, bu kez Engidu, fahişeye alaylı bir dilekte bulunuyor:) “Seni krallar ve beyler sevsin. Kibar delikanlılar senin için çektikleri karasevdadan dizlerini dövsünler ve senin yoluna saçlarını yolsunlar! Asker ve subaylar senin için kemerlerini söksünler! Senin başına lacivert taşı ve altın dökülsün. Hazine bekçisi önceden üzerine islemişken, şimdi onun hazinesi senin için açılsın ve serveti yoluna saçılsın! Seni tanrıların avlusuna ben götüreyim. Yedi çocuklu bir karı sana feda edilsin!” Engidu’nun hasta karnı sancı içindedir. Engidu odasında yalnız başına yatmaktadır. Gece gördüğü düşü  arkadaşına anlatıyor: “Arkadaş, bu gece bir düş gördüm. Gök bağırdı, yeryüzü yanıt verdi. Ben, yalnız başıma kırda kaldım. Orada aşık yüzlü bir adam göründü. Yüzü büyük bir kuşa benziyordu. Kartal pençesi gibi, tırnaklı pençeleri vardı.” (12 satırlık boşluktan sonra, kalan küçük bir parçadan elde edilecek sonuca göre, belki Engidu, bu adamın kendisine bir olumun garip biçimini nasıl gösterdiğini anlatmıştır:) “Sonra o adam, beni tümüyle değiştirdi. Kollarım sanki kuşlar gibi tüylendi. Beni elimden tutarak; karanlığın evine, Irkalla’nIn (75) oturduğu yere, içine ayak basanı bırakmayan eve, dönüşü olmayan yola, içinde oturanın Işıktan yoksun kaldığı eve, tozun besin olduğu, çamurun yemek olduğu yere, insanın kuşlar gibi tüylü giysiler taşıdığı ve karanlık yerde Işığın görünmediği eve götürdü.Girdiğim tozun evinde (76), tahtlar devrilmiş, kral taçları yere atılmıştı. Anu ve Enlil’e vekil olan, en eski zamandan beri ülkeye egemen olan krallık tacI taşıyan beyler, tepelerinde kızarmış et taşıyorlar, çörek taşıyorlar, içmek için kırbalarında soğuk sular taşıyorlardı. Girdiğim tozun evinde,yüksek rahipler ve bakanlar, kutsallık taşıyan kimseler oturuyor. Tanrıların yakınları oturuyor, büyük tanrıların yağladığı rahipler (77) oturuyor, Etana (78) oturuyor, Sumukan (79) oturuyor, YerTanrıcısı Ereskigal oturuyor ve bunun önünde yerin yazmanI Belitseri diz çöküyor. Belitseri, elinde bir yazI levhası tutarak Ereskigal’a okuyor. O, yönünü çevirip bana baktı.” (Bundan sonra, yaklaşık elli satırlık boşluk geliyor. Anlaşıldığına göre Gılgamış anasına sesleniyor:) “Onunla birlikte her güçlüğe katlandım. Onunla birlikte nerelere gittiğimi düşün! Benim arkadaşım iyi şeyler haber vermeyen bir dua gördü.” Onun düşü gördüğü gün, sona ermişti. Bundan sonra Engidu bir gün, iki gün yattı. Olum Engidu’nun yatak odasında oturuyor. Besinci,altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu gün… Engidu’nun hastalığı ağırlaştıkça ağırlaştı. On birinci ve on ikinci gün Engidu olum döşeğine yattı. Bunun üzerine Gılgamış’a bağırıp ona dedi:”Arkadaş, ben bir ilence uğradım! Savaşta ölen bir adam gibi olmuyorum. Savaştan korktuğum için simdi onursuz oluyorum. Arkadaş herkim savaşta ölürse talihlidir; ama ben düşkün bir durumda oluyorum.”

 

SEKİZİNCİ TABLET

 

Gün ağarmaya baslar başlamaz, Gılgamış ağzını açıp arkadaşına dedi:(Yaklaşık 20 satırlık boşlukta, Ilgamış, Engidu’ya gençliğini,birlikte yaptıkları isleri, özellikle Humbaba’nın olumunu anımsatıyor.Tablet çok kırık olduğu için çevirmeye olanak yoktur. 22-50 satır tümüyle kırıktır. Bu satırlarda Gılgamış’ın, Uruk’un ileri gelenlerini Engidu’nun olum döşeğine çağırttığı anlatılmış olabilir.). Bundan sonra Gılgamış şöyle haykırdı:”Beni dinleyin! Siz, yaşlılar, beni dinleyin! Ben Engidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı dokuyorum.Sen belimin satırı, elimin yayI! Kemerimin kılıcı! Önüme siper olan kalkan! Benim bayramlık giysim! Benim biricik sevincim! Kotu bir düşman kalkıp beni soydu (80)! Benim dostum, dağlarda tek başına gezen yaban eşeğini (81) kovalayan katırcığım (82)! Ey çölün parsI! Dostum! Engidu! Yoldaşım! Dağlarda tek başına gezen yaban eşeğini kovalayan katırcığım. Biz istediğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık. Gökyüzünün boğasını yakalamış ve onu öldürmüştük. Kimsenin girmediği yere girmiş, Humbaba’yı yok etmiştik! Simdi seni yakalayan bu uyku nedir?Sen karanlığa gömüldün. Beni dinlemiyorsun!” Gözünü yokladı; ama Engidu artık gözünü açmadı. Yüreğini yokladı; yüreği atmadı… Duyduğu acıdan aslan gibi bir böğürtü kopardı. Tıpkı yavruları astırılan dişi bir aslan gibi. O, Engidu’nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu ve Ortalığı dağıttı. Güzel giysilerini paralayıp yerlere fırlattı..(Yaklaşık 80 satır boşlukta, Gılgamış’ın Engidu’yu yedi gün, yedi gece beklettiği anlatılıyor olmalı. O, acı dolu çığlıklarıyla arkadaşını yaşama geri döndüreceğini umuyordu.) Seni rahat yatakta yatıracağım.Evet, seni görkemli bir yatakta rahat ettireceğim. Evet, bir onur konumunda seni dinlendireceğim. Esenlik olan bir yerde. Solumda bulunan bir yerde seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına yas tutturacağım; mutlu kimselere çevrende acı dolu çığlıklar attıracağım ve ben, senden sonra bedenimi pis bir duruma getirip senin için kendimden geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu alıp çöllere düşeceğim.” (Bundan sonra 137 satırlık bir boşluk geliyor ki, bu boşlukta Engidu’nun gömülmesi anlatılmış olmalıdır. Aşağıdaki dört satırın ne anlattığını bilmiyoruz). Gün ağarır ağarmaz, dışarı, Elemmaku’dan (83) yapılmış büyük bir sofra çıkardı. Akikten bir fincanI balla doldurdu. Lacivert tasından bir fincanı tere yağla doldurdu. (Tabletin geri kalan 25 satırı kırılmıştır).


DOKUZUNCU TABLET


Gılgamış, arkadaşı Engidu için acı gözyaşları döküp kırlara koşarak dedi: “Ben ölmeyecek miyim? Ben de Engidu gibi ölmeyecek miyim?Gönlümü üzüntü kapladı. Bana olum korkusu geldi. Simdi kırlara koşuyorum. Ubar- Tutus’un oğlu Utnapistim’e gitmek için yol aldım.ivedilikle oraya gidiyorum. Dağın geçitlerine gece vardım. Aslanları görüp korkuttum. Başımı yukarı kaldırıp Ay Tanrısı’na yalvardım. Bu yalvarışım bütün tanrılara yöneldi: Korkulu yerde beni sağ bırakın!”Gılgamış sonunda uykuya daldı ve gördüğü bir düşü onu irkiltip uyandırdı. Gılgamış şöyle bir düş gördü: O ayın parlak ışığında yürüyerek bir suru aslana rastladı. Bunları görünce yaşamından zevk aldı; satırını kaldırıp koluna astı ve kemerine takılı kılıcını kınından sıyırıp aslanların arasına daldı. Bunlardan ikisini oldurup
gerisini dağıttı (84). Öldürülen bu iki aslanın yeşim tasından yontularını yaptı. Yontuları boyadı ve üzerlerine aslanların adlarını kazıdı. Birisine …, ötekine de … dedi ve her iki yontuyu, gece kendisini aslanların tehlikesinden koruması için, Ay Tanrısı’na armağan etti (85). (22 satırlık boşluk. Gılgamış bir dağa geldi.) Dağın adI Mâsu’dur (86). Gılgamış bu Mâsu dağına gelince, günü gününe güneşin çıkmasını ve girmesini bekleyen (87), başları gökyüzüne kadar yükselen ve göğüslerine kadar cehenneme batmış bulunan iki akrep insanın, bu dağın kapısını beklediklerini gördü. Bunlar öylesine korku vericiydi ki, korkudan yüzlerine bakılmazdı. Bunların görünüşü olumdur. Bunların korkunç görünümü tüyleri ürpertiyor ve dağları deviriyor.Bunlar,günesin dağdan çıkmasını da ve dağa girmesini de bekliyorlar. Gılgamış, bunları görünce korkudan ve dehşetten gözü karardı ve o, aklını başına toplayıp bunların yanına yaklaştı. Akrep adam karısına seslendi:”Buraya, bize gelenin vücudu tanrı etinden midir?”Akrep adamın karısı ona yanıt verdi:”Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardır!” Akrep adam, insan yüzlü, tanrıların çocuğuna seslenip su sözleri söyledi:”Neden ötürü bu denli uzun yol yürüyüp buraya benim yanıma kadar geldin? Geçit vermez Irmakları geçtin? Başına gelenleri bilmeyi pek isterdim.” (28 satırlık boşluk. Gılgamış yanıt verdi:) Utnapistim için, atam olan Utnapistim’in yolunda! O, tanrıların arasına girdi ve tanrıların toplantısında yasama kavuştu. Ondan oğlum ve yaşamı soracağım!” Akrep adam ağzını açıp Gılgamış’a dedi: “Gılgamış, bunu bilecek insan yoktur! Dağların kapuzuna (88) kimseler girmedi. Dağların içinde iki kez on iki saat uzaklığında bir boğaz vardır; içi koyu karanlıktır. ışık yoktur. Güneş doğduğu zaman dağın kapısı açılır, battığı zaman kapı kapanır.” (73 satırlık boşluk. Görünüşe göre Gılgamış Akrep adama yalvarıp yakararak dağdan geçmek için izin almak gereğini duymuştur.)
Akrep adam konuşmak için ağzını açıp Gılgamış’a su sözleri söyledi:”Yürü Gılgamış, korkma! Sana Mâsu dağlarının yolunu acıyorum. Dağları ve tepeleri güvenerek as! Ayakların seni sağlıkla yurda götürsün! Dağın kapısı önünde açılsın!” Gılgamış bunu duyar duymaz, Akrep adamın sözüne uyup, Samas’ın yolunda dağın kapısından içeri ayak bastı. O, bir kez iki saat ileri gidince koyu karanlığa düştü. Işık görünmedi.Küçük bir Işık sızıntısı, karanlığın arkasında ne olduğunu ona göstermedi. O, iki kez iki saat ileri gidince: koyu karanlığa düştü.ışık görünmedi. Küçük bir Işık sızıntısı, karanlığı arkasında ne olduğunu ona göstermedi. O, iki kez üç saat ileri gidince: koyu karanlığa düştü. Işık görünmedi, küçük bir Işık sızıntısı, karanlığın arkasında ne olduğunu ona göstermedi. O, iki kez dört saat ileri gidince: koyu karanlığa düştü. Işık görünmedi, küçük bir Işık sızıntısı, karanlığın arkasında ne olduğunu ona göstermedi. O, iki kez beş saat ileri gidince: boyu karanlığa düştü. Işık görünmedi. Küçük bir Işık sızıntısı, karanlığın arkasında ne olduğunu ona göstermedi.O, iki kez altı saat ileri gidince: koyu karanlığa düştü. Işık görünmedi. Küçük bir Işık sızıntısı, karanlığın arkasında ne olduğunu ona göstermedi. O, iki kez yedi saat ileri gidince: koyu karanlığa düştü. Işık görünmedi. Küçük bir Işık sızıntısı karanlığın arkasında ne olduğunu ona göstermedi. O, iki kez sekiz saat ileri gidince yorgunluktan soluyordu; fakat karanlık koyuydu, Işık yoktu. O, iki kez dokuz saat ileri gidince: onun alnına kuzey yeli vurdu. O, iki kez on saat ileri gidince: kapıya yaklaştı… (Bir satır eksik) O, iki kez on bir saat ileri gidince: güneş girmeden, o dışarı çıktı (89). O, iki kez on iki saat ileri gidince: aydınlık parlıyordu. O, cins taslarla dolu bir bahçeye girdi. Bunların görkemini görünce rahatladı. Akikten meyveler taşıyan üzüm salkımları (90) dallarda asılıdır. Görünüş çok hoştu. Lacivert taşı goncalar taşıyor, meyveler taşıyor; görünüşü bir zevktir. (6’ncI sütunun küçük kalıntıları cins taşlar bahçesini sonuna dek betimliyor.)


ONUNCU TABLET

Sâkiye Siduri (91), denizin Issız bir kösesine yerleşmiştir. O tahtında oturuyor. Sâkiye için ağaçtan ayaklar yapılmıştır. Bu ayaklar üzerine altından yapılmış sıra fıçıları konmuştur. Tanrıca sık bir duvak örtünmüştür. Yüzü görünmemektedir. Gılgamış koşup onun yanına geldi. Kirle örtülüdür. Bir posta bürünmüştür. Bedeninde tanrı eti vardır. Gönlü üzgündü. Yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne benziyordu. Sâkiye, onu uzaktan görünce içinden düşünerek kendi kendisine şöyle söylendi: “Her halde bu adam bir yabanıl hayvan oldurucusudur; ama yolu neden buraya düştü?”Sâkiye onu görünce, kapıyı dışardan ve içerden sürgüledi. Ancak Gılgamış onun ne yaptığına iyice dikkat etti. O, çenesini kaldırıp bağırmaya başladı Gılgamış ona, Sâkiye’ye seslendi: “Sâkiye, ne gördün de kapını sürgüledin? Kapını sürgüleyip, sürgü üstüne sürgü vurdun. Senin iç kapını döverim ve sürgüsünü kırarım!” (Bundan sonraki boşlukta, olasıdır ki, Samas’In günlük dönüsü sırasında Sâkiye Siduri’ye uğradığı zaman Siduri’nin Gılgamış hakkında Samas’a verdiği bilgi anlatılmıştır). “O, yabanıl hayvanları avlayıp postlarını giyiyor ve etlerini yiyor. Gılgamış şimdiye dek hiç kimsenin varamadığı hedefe ne zaman varacaktır? Ne zaman uygun yeli izleyecektir?” Samas düş kırıklığına uğrayarak ona donup, Gılgamış’a dedi: “Gılgamış, nereye koşuyorsun? Sen aradığın yaşamı bulamayacaksın!”Gılgamış ona, yiğit Samas’a dedi:”Kırlarda şuraya buraya koştuktan ve dolaştıktan sonra, yerin altında başımı dayayıp bütün yıl uyuyacak mıyım? Hayır! Gözlerim güneşi görmek istiyor. Kendimi güneşin Aydınlığına kandırmak istiyorum. Benim için karanlık, aydınlık kadar uzaktır. Fakat ölüm, ne zaman güneşin ışığını görebilmiştir? (Bundan sonraki boşlukta, Samas’ın Gılgamış’a avutucu bir yanıt verip vermediği pek belli değildir. Bu arada Samas gittikten sonra Gılgamış, Sâkiye Siduri’yle yine baş başa kalmıştır). Gılgamış ona, Sâkiye’ye dedi:”Ben gökyüzünden aşağıya inen boğayı yakalayıp yok ettim. Ben katran ormanının bekçisini vurdum. Katran ormanında oturan Humbaba’yı öldürdüm. Dağların geçidindeki aslanları öldürdüm.” Sâkiye ona,Gılgamış:”Eğer sen bekçiyi vuran, katran ormanında oturan Hum baba’yı öldüren,dağların geçidindeki aslanları öldüren, gökyüzünden aşağı boğayı yakalayıp yok eden Gılgamış’san ne diye yanakların erimiş? Ne diye yüzün çarpılmış? Ne diye gönlün hoş değil? Ne diye yüzün arıklamış? Ne diye gönlünde üzünç var? Ne diye yüzün uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş? Ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş? Ne diye krallığı unutup kırlarda dolaşıyorsun?” Gılgamış ona,Sâkiye’ye dedi:”Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım,benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu,
insanlığın yazgısına kavuştu (92). Onun için gece ve gündüz ağladım..Onun gömülmesine razı olmadım. Acaba arkadaşım sesime uyanacak mı diye. Yedi gün yedi gece böyle yaptım. Burnundan kurtlar düşünceye kadar. O, oraya gitti gideli yaşamı bulamadım. Bir haydut gibi kırların ortasında dolaşıyorum. Sâkiye, simdi senin yüzüne bakıyorum.Sonsuz derdim olan olumu görmeyim diye!” Sâkiye ona, Gılgamış’a dedi:”Gılgamış nereye koşuyorsun? Sen aradığın yaşamı bulamayacaksın.
Tanrılar insanları yarattığı zaman, onlar insanlara olumu verip yaşamı kendi ellerinde tuttular. Ey Gılgamış! Karnın dolu olsun, gece gündüz kendini eğlendir! Her gün bir senlik yap! Gece gündüz hora tepip oyna!Üstün temiz olsun. Başın yıkansın. Suyla yıkanmış ol! Elindeki küçüğe bak. Karın kucağında gününü görsün!” (Küçük boşluk).
Gılgamış ona, Sâkiye’ye dedi:”Simdi, Sâkiye, Utnapistim’e giden yol hangisidir? Haydi bana onun ismini (93) ver! Bana simi versene! Olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan geçim gideyim! Sâkiye ona, Gılgamış’a dedi:”Gılgamış, şimdiye dek böyle bir geçit yoktu. Eskiden beri denizi hiç kimse asmamıştır. Denizi asan yalnızca yiğit Samas’tIr. Samas’tan başka, öte geceye kim gider? Geçiş güçtür. Deniz yolu çetindir. Bundan başka orada olum suyu da vardır. Bu, denizin onunu kapar! Gılgamış,şimdi denizi assan bile, ölüm suyuna varsan bile, yine ne yapacaksın?Gılgamış orada bir Ursanabi var. O, Utnapistim’in gemicisidir. Onunla birlikte Tastan kiler (94) var. Ursanabi, orman içinde kertenkeleyi toplar. Onu sen kendin bulmalısın. Olursa onunla birlikte as; olmazsa geri don!” Gılgamış bunu duyar duymaz, satırını kaldırıp koluna astı ve kemerine takılı kılıcını kınından sıyırıp ormanın içine dalarak,Tastan kilerin yanına indi ve bir ok gibi onların arasına duştu. (Belki küçük bir boşluk)
O hırsla onları darmadağın etti. Bu sırada Ursanabi geri dönüp Gılgamış’ın tepesine dikildi ve onun gözlerine baktı. Ursanabi ona,Gılgamış’a dedi: “Söyle bakalım senin adın nedir? Ben uzaktaki Utnapistim’in kölesiyim!”Gılgamış ona, Ursanabi’ye dedi:”Benim adım Gılgamış’tır. Ben, Anu’nun evi olan Uruk’tan gelenim. Ben,dağlarda iz güdenim. Uzun bir yoldan, günesin çıktığı yoldan gelenim. Ursanabi, simdi seninle yüz yüzeyim. Bana uzaktaki Utnapistim’i göster!” Ursanabi ona, Gılgamış’a dedi:”Ne diye yanakların erimiş? Ne diye yüzün çarpılmış? Ne diye gönlün hoş değil? Ne diye yüzün arıklamış? Ne diye gönlün üzgün? Ne diye yüzün uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş? Ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş? Ne diye krallığı unutup kırlara düşüyorsun?” Gılgamış ona, gemici Ursanabi’ye dedi:”Ursanabi, yanaklarım erimesin mi, yüzüm çarpılmasın mı, gönlüm üzgün olmasın mı, yüzüm uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmesin mi,yüzüm ayazdan ve günesin sıcağından çökmesin mi, krallığı unutup kırlara düşmeyim mi? Benim dostum, dağlarda tek başına gezen yaban eşeğini kovalayan katırcığım! Ey çölün parsI! Dostum Engidu! Yoldaşım! Dağlarda tek başına dolasan yaban eşeğini kovalayan katırcığım! Biz isteğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık. Gökyüzünün boğasını yakalamış ve onu öldürmüştük. Kimsenin girmediği yere girmiş,Humbaba’yı yok etmiştik. Dağların yolaklarında aslanlar vurmuştuk!Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım;benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan aşırı sevdiğim Engidu’yu insanlığın yazgısı yakaladı. Onun için altI gün yedi gece ağladım Onun gömülmesine razı olmadım, burnundan kurtlar düşünceye kadar.Arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.Ölümden korktuğumdan kırlara düştüm. Arkadaşımı düşünmek beni daha çok sıktığından, kırlarda uzun yolculuk yapıyorum. Engidu’yu düşünmek beni daha çok sıktığından, kırlarda uzun yollar yürüyorum! Ah, nasıl susayım? Ah, nasıl susayım? Kırlarda şuraya buraya koştuktan sonra,yerin altına başımı dayayıp bütün yıl uyuyacak mıyım? Hayır! Gözlerim güneşi görmek istiyor. Kendimi günesin Aydınlığına kandırmak istiyorum. Benim için karanlık, aydınlık kadar uzaktır. Ama olu, ne zaman güneşin ışığını görmüştür?” Gılgamış ona, gemici Ursanabi’ye dedi:
“Simdi, Ursanabi, Utnapistim’e giden yol hangisidir? Haydi bana onun simini ver! Bana simi versene! Olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan geçim gideyim!” Ursanabi ona, Gılgamış’a dedi:”Ey Gılgamış, kendi ellerin geçişe engel oldular! Sen Tastan kileri darmadağın ettin… sen kürekçileri yok ettin. Tastan kiler darmadağın oldukları için geçit yoktur! Gılgamış, baltayı eline al! Hemen aşağı ormana geri git, karşına çıkacak olan beş kez on iki endaze uzunluğundaki yüz yirmi küreği kes ve sonra onlara meme biçiminde ayna (95) yapıp bana getir!” Gılgamış, bunu duyar duymaz baltayı eline aldı ve belinden kılıcı sıyırıp aşağı, ormana geri gitti. Beş kez on iki endaze uzunluğunda gördüğü yüz yirmi küreği kesti ve onlara meme biçiminde ayna yapıp Ursanabi’ye getirdi. Gılgamış ve Ursanabi gemiye bindiler. Gemiyi dalgaların üzerine oturtup denize açıldılar. Bir ay on beş günlük yol üç günde kestirildi. Ursanabi, böylece olum suyuna dek vardı. Ursanabi ona, Gılgamış’a dedi:”Sakın Gılgamış! Bir kürek al! ölüm suyu eline değmesin. Gılgamış ikinci küreği, üçüncü ve dördüncü küreği al! Gılgamış, besinci küreği al! Altıncı ve yedinci küreği al! Gılgamış, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu küreği al! Gılgamış, on birinci küreği, on ikinci küreği al!” Gılgamış, böylece bu yüz yirmi küreği kullanmıştı. O, bu sırada kemerini çözdü… Gılgamış, üstündeki giysiyi çıkarıp, geminin ambarını (sintine) pençesiyle boşaltarak gemiyi yukarı kaldırdı.Utnapistim, onu uzaktan görünce, içinden kendi kendine şöylece söylendi:”Geminin Tastan kileri niçin kırılmış? Geminin sahibi olmayan biri niçin gemiye bindi? Buraya gelen benim adamlarımdan biri değildir.”(Üç satır eksik)
“…günlün benden ne diliyor?”(20 satırlık boşluk. Gılgamış Utnapistim’e vardı:)Utnapisim ona, Gılgamış’a dedi:”Ne diye yanakların erimiş? Ne diye yüzün çarpılmış? Ne diye gönlün hoş değil? Ne diye yüzün arıklamış? Ne diye gönlün üzgün? Ne diye yüzün, uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş? Ne diye yüzün ayazdan ve günesin sıcağından çökmüş? Ne diye krallığı bırakıp kırlara düşüyorsun?” Gılgamış ona, Utnapistim’e dedi:”Utnapistim, yanaklarım erimesin mi, yüzüm arıklamasın mI, gönlüm üzgün olmasın mI, yüzüm uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmesin mi, yüzüm ayazdan ve güneşin sıcağından çökmesin mi, krallığı unutup kırlara düşmeyim mi? Benim dostum, dağlarda tek başına dolaşan yaban eşeğini kovalayan katırcığım! Ey çölün parsI! Dostum Engidu!Yoldaşım! Dağlarda tek başına dolasan yaban eşeğini kovalayan katırcığım! Biz, isteğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık. Gökyüzünün boğasını yakalamış ve onu öldürmüştük. Kimsenin girmediği yere girmiş,Humbaba’yı yok etmiştik! Dağların yolaklarında aslanları vurmuştuk!Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu’yu,insanlığın yazgısı yakaladı.Onun için altI gün yedi gece ağladım. Onun gömülmesine razı olmadım,burnundan kurtlar düşünceye kadar.Arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.Ölümden korktuğumdan kırlara düştüm. Arkadaşımı düşünmek, beni daha çok sıktığından kırlarda uzun yolculuk yapıyorum! Engidu’yu düşünmek,beni daha çok sıktığından, kırlarda uzun yollar yürüyorum! Ah, nasıl susayım? Ah, nasıl susayım? Sevdiğim arkadaşım toprak oldu! Sevdiğim arkadaşım Engidu toprak oldu!Ben de onun gibi yatmayacak mıyım ve onun gibi sonsuza dek uyumayacak mıyım?” Gılgamış ona, Utnapistim’e dedi:”Hadi gidelim. Herkesin ağzında dolasan, uzaktaki Utnapistim’i görmek istiyorum (96). Bütün ülkeleri yürüyerek geçtim. Sarp dağlar astım.Bütün denizleri gece geldim. Gözlerim tatlı uykuya doymadı. Her zaman gecelemeden özeğim tükendi. Organlarımı sızı kapladı. Daha Sâkiye’nin evine varmadan ustum başım paralandı. Ayı, sırtlan, aslan,pars, kaplan, yağmurca ve dağ keçisi oldurdum. Bunların etlerini yiyip derilerini giyiyordum. Çektiğim bu yıkım, artık önüme kapısını kapasın. Zift ve katran bu kapıyı tıkalı tutsun. Artık bana çocuk sevinci verilsin.” (Bir satır anlaşılmamıştır)Utnapistim ona, Gılgamış’a dedi: “Ey Gılgamış, sen bir tanrı çocuğu olduğun halde niçin yoksulluğa düştün? Niçin tanrıların ve insanların alınyazılarına karşı geliyorsun? Baban ve anan sana hep iyi şeyler gösterdi. Ey Gılgamış,niçin aptala dondun? (30 satırdan çok suren bir boşluktan sonra,Utnapistim’in sözü kesilmiyor gibi görünüyor:)Kızgın olum, insanI sinsi hep arkadan izler. Herhangi bir zamanda bir ev yaparız, herhangi bir zamanda bir belge damgalarız.Herhangi bir zamanda kardeşler arasında miras pay ederler. Herhangi bir günde bu kardeşler arasında kavga çıkar (97). Herhangi bir günde Irmak tasar ve ülkeyi su basar. Balıkçıl kuşları Irmak boyunca uçarlar.Irmağın yüzü güneşin yüzüne bakar; ama, eskiden beri hiçbir şeyde kararlılık görülmez (98). CalInan da, ölen de birdir. Ölümün biçimi çizilmez. Be hey insan oğlu, be hey adam; beni kutsadıktan sonra (99), büyük tanrılar olan Anunnaki (100) toplandı. Yazgıyı oluşturan Ant (101) tanrıçası, onlarla birlikte alınyazısını
belirledi. Olumu ve yaşamı onlarla birlikte saptadı; ama onlar ölümü bildirmediler.”

 

ON BİRİNCİ TABLET

Gılgamış ona, uzaktaki (102) Utnapistim’e dedi:”Utnapistim, sana bakıyorum, biçimin başka değil; benim gibisin. Evet,benden ayrı değilsin, benim gibisin! Senin yüreğin savaş için yaratılmıştır! Nasıl oluyor da böyle sırt üstü yatıyorsun? Anlat! Tanrıların toplantısında yaşamı aramaya nasıl karar verdin?” Utnapistim ona, Gılgamış’a dedi:”Gılgamış, sana gizli bir şey açayım Tanrıların gizini söyleyeyim:Suri pak (103), senin bildiğin bir kent, Fırat’ın kıyısındadır. Bu kent çok eskiden varken, tanrılar bu kentin yanındaydılar. Tanrıların aklına bir tufan yapmak geldi. Bunların babaları soylu Anu,hükümdarları yiğit Enlik,büyük vezirleri Ninurta,su yolcuları Ennagi ve Bilge Ea da onların toplantısında yer aldı. Ea, tanrıların verdikleri kararı, kamıştan bir çite anlattı: “Kamış çit, kamış çit!Duvar, duvar! Kamış çit dinle, duvar anımsa (104)! SurippaklI Ubar-Tutu’nun (105) oğlu (106), evi sok. Bir gemi yap. Serveti bırak.Yaşamı ara! Mülkten nefret et! Canını kurtar! Canlı yaratıkların her türünden geminin içine yükle. Yapacağın geminin her yanI uyumlu bir ölçüde olsun. Onun eni ve boyu bir ölçüde olsun. Yağmura karşı onun her yanına bir çatI kur.” Ben, bunu anlar anlamaz Ea’ya, efendime dedim: “iyi, anlaşıldı efendim. Simdi bana ne dedinse iyi dikkat ettim. Ben yapacağım. Fakat, kent halkı ve yaşlılar sorarsa ne diyeyim?” Ea,konuşmak için ağzını açıp bana, kölesine dedi:”Be adam, insanlara söyle dersin: Sanırım Enlil benden nefret etmeye başladı. Bunun için sizin kentinizde artık kalmayacağım. Enlil’in toprağına artık ayak basmayacağım. Apsu’ya (107) inmek istiyorum. Orada beyim, Ea’nIn yanında kalacağım. Ea, üzerinize bir bereket yağmuru yağdıracaktır. Bundan sonra, tufan, kuşların saklı yuvalarını ve balıkların sığınaklarını size getirecek ve bol urun alacaksınız. Bulutları güden bey, üstünüze gerçek bir buğday yağmuru yağdıracaktır.” Halk çevresine toplandı. (Bundan sonraki 4 satırda yaşlıların ve gençlerin gemiye gerekli gereçleri taşıdıkları anlatılmaktadır.) Küçük yavrular bile gemi için zift taşıyorlardı. Güçlü erkekler gemiye yedek kereste getiriyorlardı. Besinci günde geminin kaburgasını oluşturdum. Geminin temeli (omurgası) bir iki (108)genişliğindeydi. Kenarları (küpeştesi) iki kez on kamış (109) yüksekliğindeydi. Üst güvertesi de alt güverteye tümüyle eşitti. Bunun da her yanI, iki kez on kamış uzunluğundaydı. Bundan sonra geminin dış yüzünü (bordasını)hazırladım ve onları boyadım. Gemiyi altI katlı yaptım. Geminin alt ve üst güvertelerini yedi bölüme ayırdım, ambarını da dokuza boldum.Ortasına da su kazıkları çaktım (110). Güzel kürek seçtim. Ve geminin yedeklerini ambara koydum. Eritmek için kazana 21600 …… zift döktüm). Bunun yarısını saf zift olarak gemiye sakladım.Tekneciler, gemiye 10800 sırlık (112) getirdiler. Bunun üçte biri peksimet kızartmak için harcandı; üçte ikisini de gemici sakladı.isçilere çok sığır kestim. Ve her gün koyun boğazladım. Ustalara,Irmak suyu gibi bira, rakı, sırlık ve şarap akıtıldı. Bunlar, Nevruz bayramına benzer bir bayram kutladılar. Ustayı yağlamak için kendi elimi de bulaştırdım. Gemi yedinci günde tamam oldu. Gemiyi kızaktan indirmek güç oldu. Çünkü, geminin üçte ikisi suya girinceye dek, onu, kızak üzerinde aşağıdan ve yukarıdan itmek zorunluğu vardı. Elime gecen her şeyi içine yükledim. Elime gecen her gümüşü içine yükledim. Elime gecen her altını içine yükledim. Bütün soyumu, sopumu ve kavmimi gemiye bindirdim. Yazının yabanıl, yazının evcil hayvanlarını ve bütün ustaları gemiye aldım. Samas, bana bir sure verdi: bulutları güden, akşamleyin bir buğday yağmuru yağdıracak diye. O zaman gemiye bin ve kapını (lumbar ağzI) kapa diye. Bu sure yaklaştı: bulutları güden, akşamleyin buğday yağmurunu yağdırıyordu. Ben havanın yüzüne baktım. Hava,akılmayacak kadar korkunçtu. Ben geminin içine bindim ve kapımı kapadım. Gemici Pusur-Amurri’ye, gemiyi yaptığından dolayI, sarayI her şeyiyle teslim ettim. Artık gökten kara bulutlar yükseldi. Bulutların içinde Adad (113) gürledi. Sullat ve Hanis (114), tanrıların kafilesini çekiyorlardı. Saray Ulaları, bunların pesi sıra dağları ve ovaları asıyorlardı. Büyük ira (115), bütün bentlerin kazıklarını çekti.Ninurta da ilerleyip büyük havuzun sularını boşandırdı. Anunnaki tanrıları, meşaleleri yukarı kaldırıyorlardı. Tanrıların saçtıkları Işın, ülkeyi kızıla boğuyordu. Fırtına tanrısının saçtığı yalım,gökyüzünü yalıyordu. Bütün güneşin Işıklarını kararttılar. Büyük fırtına, ülkeyi bir çanak gibi parçaladı. Bir gün karayel esip hepsini sildi süpürdü. Sonra birdenbire poyraz esip ülkenin altını üstüne getirdi. Rüzgârlar insanların tepesinde savaş edercesine çarpıştılar. Kimse kimseyi göremiyordu. Ve gökten bakılınca insanlar tanınmıyordu. Tanrılar bile tufandan korkarak geri çekildiler. Ve göğün en yüksek katına kadar cılktılar. Tanrılar, orada bir köpek gibi kıvrılmışlardı.Göğün en son eteklerinde büzülüp yatıyorlardı. istar çocuğuna ağlayan bir ana gibi bağırıyordu. Tanrıların ecesi, güzel sesiyle âh ediyordu:Yazık o güne. O gün çirkef olsun. Benim, tanrılar meclisinde kötülük buyurduğum o gün. Ben nasıl oldu da tanrılar toplantısında kötülük buyurdum? Nasıl oldu da insanları yok etmek için bu savaşsımı buyurdum? Benim sevgili insanlarım, denizi balıklar gibi doldursunlar diye mi doğuyordu? Anunnaki tanrıları onunla birlikte âh ediyorlardı. Onlar, yerlerinde ağlayarak oturuyorlardı. Dudakları çatlamıştı (116). Ve ağızlarından buhar çıkıyordu. Fırtına ve tufan, altI gün, yedi geceyi geçti. Fırtına yurdu silip süpürüyordu. Artık yedinci gün gelince tufan fırtınası savaşımı durdurdu. Önceden dalgaları bir ordu gibi birbiriyle savaşan deniz, simdi dinginleşti. Kotu rüzgâr dindi ve tufan sona erdi. Havaya baktığım zaman ortalıkta sessizlik vardı. Ve bütün insanlık çamur olmuştu. Suyun bastığı yüzey, dümdüzdü. Bunun üzerine hava deliğini açtığım zaman, günesin sıcağı burnumun kanatlarına vurdu. Diz çöküp oturdum ve ağladım. Göz yaşlarım burnumun kanatlarından akıyordu. Sonra ufuklara bakarak denizin kıyısını aradım. Her yana on iki kez on iki defa bakınca denizden bir ada yükseldi. Sonunda gemi Nissir (117) dağına oturdu. Nissir dağI gemiyi tutup onu sallanmaya bırakmadı. Birinci gün, ikinci gün Nissir dağı gemiyi tuttu ve onu sallanmaya bırakmadı. Üçüncü gün, dördüncü gün, Nissir dağI gemiyi tuttu ve onu sallanmaya bırakmadı. Besinci ve altıncı gün Nissir Dağı gemiyi tuttu ve onu sallanmaya bırakmadı. Yedinci gün gelince, dışarı bir güvercin çıkarıp uçurdum. Güvercin gitti, geldi. Onca konacak bir yer belli olmayınca geri dondu. Dışarı bir kırlangıç çıkarıp uçurdum. Kırlangıca gitti, geldi. Onca konacak bir yer belli olmayınca geri dondu. Dışarı bir karga çıkarıp uçurdum. Karga gidip bir kediyi (118) gagaladı. Bundan sonra dört rüzgâr yönüne her şeyi dışarı salıverip bir kurban kestim. Dağın tepesinde bir tütsü süngü hazırladım. Artık yedi ve nice yedi sungu küpleri yerleştirdim.Bu küplerin taslarına güzel kokulu kamış, katran sakızı, ve mersin kokusu (myrte) doktum. Tanrılar bu güzel kokuyu aldılar. Tanrılar, kurban verenin tepesinin üstünde sinekler gibi toplandılar. Büyük tanrıca oraya gelir gelmez kendi zevki için yaptığı büyük gerdanlığı yukarı kaldırdı: “Siz oradaki tanrılar! Ben boynumda taşıdığım bu gerdanlığın taşlarını nasıl unutmuyorsam, bu günleri de sonsuza dek anımsayacağıma ve asla unutmayacağıma ant içerim. Bütün tanrılar bu güzel koku sungusuna gelsinler. Ama, Enlil bu sunguya gelmesin! Çünkü koru körüne tufan yaptı ve insanlarımı yıkıma uğrattı!” Enlil oraya gelir gelmez, gemiyi görünce öfkelendi. igigi tanrılarına son derecede kızdı: “Buradan bir can kurtulmuştur. Bu yıkımdan kimse kurtulmamalıydı!” Ninurta, konuşmak için ağzını açtı ve Enlil’e, yiğite dedi: “Böyle bir şeyi Ea’dan başka kim bulup düşünebilirdi? Her beceriyi, her hileyi yalnızca Ea bilir.” Ea, konuşmak için ağzını açtı ve Enlil’e, yiğite dedi: “Ey tanrıların büyük üstadI, ey yiğit Enlil! Ah, nasıl olur da sen  körükörüne tufan yaptın? Onun sucunu suçluya yüklet! Kelepçesini gevşet ki etini kesmesin. Yine kelepçesini çek ki daha gevsek olmasın (119). Senin yaptığın bu tufan yerine, bir aslan kalkıp insanları azaltsa daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan yerine, bir kurt kalkıp insanları azaltsaydı daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan yerine, veba tanrısı kalkıp insanlara  ulaşsaydı daha iyiydi!. Ben, büyük tanrıların gizini açığa vurmadım! Aklı pek çok olan (120) bir düş gösterdim. O, böylece tanrıların gizini öğrendi. Simdi onun için bir karar vermek sana düşer!” Enlil, geminin içine binip elimden tuttu ve beni karaya çıkardı. Kadınımı da çıkarıp yanında diz çöktürdü. Alınlarımızı elledi ve aramızda durarak bizi kutladı. “Utnapistim, bundan önce bir insandı. Fakat simdi, Utnapistim ve kadını bizim gibi tanrılar olsunlar! Utnapistim otursun! Uzakta. Irmakların denize döküldüğü yerde!” Enlil’in bu sözlerinden sonra, beni aldılar ve uzakta, Irmakların ağzına oturttular. Simdi sana tanrıları kim toplayacak? Aradığın yasamı nasıl bulacaksın? Haydi altI gün ve yedi gece uykusuz kal!” O,dizlerinin üstüne çömeldiği yerde, uyku ona, sis gibi yavaş yavaş soluğunu verdi (121). Utnapistim ona, karısına dedi: “Adama bak! Yaşamı istiyordu. Uyku ona sis gibi, yavaş yavaş soluk verdi!” Karısı ona, Utnapistim’e dedi: “Sen onu elle de, adam uyansın! O, geldiği yoldan esenliğe geri dönsün. O, çıktığı kent kapısından ülkesine varsın!” Utnapistim ona, karısına dedi: “insanoğlu kotudur. Ve o, sana kötülük eder. Haydi onun günlük ekmeklerini pişir ve her gün başucuna koy! Uyuduğu günleri de duvara çiz!” O, onun günlük ekmeklerini pişirdi ve her gün onun başı ucuna  koydu. Uyuduğu günleri de ona imledi. Birinci ekmeği kupkuruydu. ikincisi büzülmüştü. Üçüncüsü yaştı. Dördüncü ekmeğin kabuğu ağarmıştı. Besinci ekmek küflenmişti. Altıncı ekmek pişmişti. Yedinci ¯ bu anda adamI elledi ve o, uykusundan irkilip uyandı. Gılgamış ona, uzaktaki Utnapistim’e dedi: “Beni uyku basar basmaz, sen durmadan beni elledin ve sen beni uyandırdın.” Utnapistim ona, Gılgamış’a dedi: “Haydi Gılgamış, günlük ekmeklerini say! Ve iste su duvar, sana uyuduğun günlerin sayısını göstersin! Birinci ekmeğin kupkurudur. ikincisi büzülmüştür. Üçüncüsü yaştır. Dördüncü ekmeğin kabuğu ağarmıştır.Besinci ekmek küflenmiştir. Altıncısı pişmiştir. Yedinci bu anda sen uykudan irkilip uyandın!” Gılgamış ona, Utnapistim’e dedi: “Bana yardımcı kal! Nereye gideyim? Bütün organlarımı kotu ruhlar kapladı! Yatak odasında olum bekliyor; neye baksam, o, olumdur (122).” Utnapistim ona, gemici Ursanabi’ye dedi:”Ursanabi, denizin rıhtımı seni aldatsın. iki kıyı arasında gidip gelen gemi senden nefret etsin! Her zaman, erişmek istediğin denizin kıyısından her seferinde yoksun kal (123)! Buraya getirdiğin adamın gövdesi kirden kabuk bağlamıştır. Giydiği post, bedeninin güzelliğini bitirmiştir. Ursanabi, onu alıp yıkanacak yere götür. Kutsal bir rahibin yıkanması gibi, onun kabuk bağlayan kirini suyla yıka! O, sırtındaki postu atsın ve deniz onu götürsün. Onun güzel bedeni parlasın! Yepyeni olsun başındaki külâh. Bir kaftan giymiş olsun. Görkemli bir giysi! O, ülkesine giderken, yürüdüğü yol boyunca, yurduna varıncaya dek, kaftanI tiftiklenmeyip yepyeni kalsın (124)”. Ursanabi onu alıp yıkanma yerine götürdü. Kutsal bir rahibin yıkanması gibi, onun kabuk bağlayan kirini suyla yıkadı. O, sırtındaki postu attı ve deniz onu götürdü. Onun güzel bedeni parladı. Yepyeni oldu basındaki külâh, bir kaftan giymiş oldu. Görkemli bir giysi. O, ülkesine giderken, yürüdüğü yol boyunca, yurduna varıncaya dek kaftanI tiftiklenmeyip yepyeni kaldı. Gılgamış ve Ursanabi gemiye bindiler. Gemiyi dalgaya kaptırarak sürüp gittiler. Karısı ona, uzaktaki Utnapistim’e dedi: “Gılgamış geldi, yoruldu, güçlük çekti. Ona ne verdin ki o yurda donuyor?” Fakat o, Gılgamış, geminin küreğini kaldırdı ve gemiyi kıyıya yanaştırdı (125).
Utnapistim ona, Gılgamış’a dedi: “Ey Gılgamış, geldin, yoruldun, güçlük çektin. Sana ne verdim ki yurduna donuyorsun? Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Ve hiç kimsenin bilmediği biricik otun yerini sana söyleyeyim: Bu ot, tıpkı deve dikenine benzer, ama dikenleri gül dikeni gibi keskindir; yaklaşana batar. Sen bu otu eline geçirmek istersen, eline batacağından korkma!” Gılgamış bunu duyar duymaz derin bir kuyu kazdı. Ve ayaklarına ağır taslar bağlayıp kuyuya indi. Ayağına bağladığı taşlar onu yerin altındaki tatlı su denizinin dibine kadar batırdı. Ama o, otu aldı ve dikenleri ellerine battı.
Bundan sonra Gılgamış, ağır taşları kesip yukarı fırladı. Kuyunun suyu onu fırlatıp denizin kıyısına attı. Gılgamış ona, gemici Ursanabi’ye dedi: Ursanabi, bu ot büyülü bir ottur; insan bununla gençliği kazanır. Bu ota, “yaslı genç olur” denir. Bunu Uruk’a yanımda götürmek istiyorum. Onu sevdiklerime yediririm. Ve onu parça doğrayalım. Sonra da kendim yiyip tam çocukluğuma doneyim.” iki kez yirmi saatten sonra biraz yemek yediler. iki kez otuz saatten sonra kendilerini aksam dinlenmesine bıraktılar. Gılgamış burada suyu soğuk bir kuyu gördü. Suda yıkanmak için aşağı indi. Bir yılan otun kokusunu aldı. Ve tasların yarığından yukarı çıkıp otu götürdü (126). Gılgamış geri donduğu sırada yılan gömleğini atmıştı! Bu anda Gılgamış yere oturmuş ağlıyordu. O, gemici Ursanabi’ye dedi:
“Ursanabi kollarım kimin için yoruldu? Kimin için yüreğimden kanlar boşandı? Kendime iyi bir şey kazandım. Yer aslanI (127) için iyilik yapmış oldum. Simdi denizin kabarması, beni iki kez yirmi saat, o yere geri götürse bile, gereçler kuyuyu kazdığım zaman içine düşmüştü. Burada isime yarayacak olan gereçleri nasıl bulabilirim? Olmaz! Yurduma geri dönmeliyim.” Gerçekten Gılgamış gemiyi kıyıda bıraktı. iki kez yirmi saatten sonra biraz yemek yediler. iki kez otuz saatten sonra kendilerini aksam dinlenmesine bıraktılar. Onlar Uruk pazarına geldiklerinde, Gılgamış ona, gemici Ursanabi’ye dedi:
“Ursanabi, Uruk duvarının üstüne çık! ileri yürü! Temeli gözden geçir! Tuğla duvarI gözden geçir! Acaba bunun tuğlaları pişmiş değil midir? Temeli yedi bilge kurmamış mıdır? 3600 donum kent. 3600 donum hurma bahçesi, 3600 donum kerpiç kuyu. Üstelik istar tapınağının çukuru. Bunların topu üç kez 3600 donum. Ve iste bunların hepsi Uruk’tur.”

 

ON İKİNCİ TABLET


Gılgamış destanI 11’inci tablette sona ermiştir. 12’nci tablet ancak bir ektir. Ve destanla hiçbir ilgisi yoktur. 1’inci tabletten 11’ncitablete dek olan bolumu serbest bir koşuktur ki, eski kaynaklardan yararlanılmış olmasına karşın, bunlardan bağımsız olarak değiştirilip yeni bir kalıba sokulmuştur. 12’nci tablet ise, İsa’dan önce yaklaşık 2000 yılında yazılmış olan Sumerce bir metnin aslına bağlı çevirisidir ve bu tabletin çevirmeni, metinde en küçük bir değişiklik yapmamıştır. Bu Sumerce metnin birinci kısmının yarısı, bundan birkaç yıl önce elimize geçmiştir. Bunun nasıl bittiğini bilmiyoruz. Olasılıkla birkaç yüz satırdan oluşan bu Sumerce metnin içinde, Akatlı çevirmen ancak 154 satırı çevirmiştir. Bundan dolayI bu tablette anlatılan olaylar, bütünlüklerini yitirmiş demektir. Görünüşe göre bu çeviri, yer altı dünyasını heyecanlı betimlemesi ve bu dünyanın yaşamının anlatımından oluşmaktadır. Yeraltı dünyasının heyecanlı betimlemesini ve bu dünyanın yaşamını su nedenle veriyor: Gılgamış, gök tanrıçası istar’la barışmak için, ona olağanüstü iyi ve değerli ağaçtan yapılmış bir taht sunmak istiyor. Bu amaçla çok yaşlı ve kalın bedenli bir Huluppu (128) ağacını devirmeye gidiyor. Bu ağacın tepesindeki yaprakların arasında, unlu fırtına kuşunun yuvası bulunuyor. Kimi Sümer söylencelerinde yavrusuyla birlikte gecen bu kus, kartal ve aslanın bileşimi olan bir yaratık olarak betimlenir.Ağacın kökleri arasında, hiçbir büyünün etkileyemediği yılan yuvası bulunuyor.Ağacın gövdesindeyse Bakireler Tanrıçası Lilit’in evi vardır. Gök Tanrıçası, sonraki Babil dininde en korkunç bir gulyabani olan bu Lilit’e, söylencemizde ilgi gösterip iyi davranıyor ve Lilit, Gılgamış’ ın bu ağacı devirmesiyle hemen o anda özgürlüğüne kavuşuyor:Gılgamış, serüvenini başarıyla bitirdikten sonra, bir ganimet olarak bu ulu ağacın hem gövdesini, hem de dallarını Uruk’a getiriyor. Fakat yeraltI dünyasının tanrıçası Ereskigal, istar’a sunulacak bu armağanı kıskanıyor. Ve yeraltından yeryüzüne dek bir çukur acıyor; gerek ağacın gövdesi, gerekse dalları bu çukurdan cehenneme düşüyor. iste bu noktadan sonra 12’nci tabletimizin arkası geliyor.Sümer yazmasına göre Engidu, Gılgamış’ın arkadaşI değil, kölesidir. Efendisinin çukurdan aşağı, cehenneme düsen değerli ağaçlarını geri çıkarması için, bu ise hazır bekliyor. Engidu, efendisine, göreceği hizmetle ilgili olarak, su sözleri söylüyor (129):

 

I


“Ağacın bedeni hemen bugün, Nacar’In evine bırakılmış olacaktır.Ağacın dalları Nacar’In keseri için hazır olacaktır. Efendim, niçin ağlıyorsun? Hemen bugün, senin ağacın bedenini yerin altından çıkaracağım. Dalları cehennemden yukarı getireceğim.””Eğer bugün yeraltı dünyasına gidersen, kutsal şeyler önünde başını eğmemelisin.Temiz bir gömlek giymemelisin. Yoksa hemen senin bir yabancı olduğunu anlarlar. Mermer şişecikten alınmış güzel kokuyu sürünmemelisin. Yoksa onlar güzel kokuyu alınca hemen çevrene toplanırlar. Gürzünü (130) yeraltI dünyasına düşürmemelisin. Yoksa gürzle öldürülmüş olanlar hemen çevrene toplanırlar. Eline sopa almamalısın. Yoksa ruhlar senden titrerler. Ayağına ayakkabı giymemelisin. Yerde gurultu etmemelisin. Sevdiğin karını öpmemelisin. Kendisine kin beslediğin karını dövmemelisin. Sevdiğin çocuğunu öpmemelisin. Kendisine kin beslediğin çocuğunu dövmemelisin. Yoksa cehennem senin için sokurtu, homurtu yapar.” Bu Sumerce şiirin deyiş özelliği; olayların birbirini düzenli olarak izlememesidir. Örneğin, simdi Engidu’nun yeraltına gittiği anlatılıyor; ancak, birdenbire de çıplak bir tanrıçanın betimlemesi yapılıyor. Burada betimlenen Tanrıca Nin-Asu’dur. Bu bitkiler tanrısallığını çok iyi tanıyoruz. Bu tanrısallık, her yerde bir tanrı olarak görüldüğü halde, bizim destanımızda birdenbire tanrıca olarak karşımıza çıkıyor. Simdi burada biz doğrudan doğruya birbirine bağlı olmayan sahneleri birbirine şöylece bağlamayı deneyeceğiz: Engidu yeraltına iner inmez, adI gecen Tanrıca Nin-Asu’nun kutsallığına ayak basıyor. Engidu, çıplak tanrıçanın güzelliğinden ve vücudunun parlaklığından dolayI kendinden öyle geçiyorki, Gılgamış’ın kendisine verdiği bütün öğütleri unutuyor. Böylece o, yer altı dünyasında yakalanıyor ve Gılgamış, değerli ağacından başka, kendisine bağlı olan kölesi Engidu’yu da yitiriyor.        


II


O, yatan bir kadına, yatan bir tanrıçaya, yatan Nin-Asu Ana’ya yaklaşıyor. Onun parlak omuzları açıktı. Örtülmemişti. Onun göğsü mermerden yapılmış yuvarlak bir vazo gibi kırışıksız ve dümdüzdü.

 

III


Engidu, yeraltI dünyasına gidip tanrıçayı görünce, bu tanrısallık önünde başını eğdi. Temiz bir gömlek giydi. Hemen onun bir yabancı olduğunu anladılar. Mermer şişecikten alınmış güzel kokuyu surundu.Onlar güzel kokuyu alınca hemen çevresine toplandılar. Gürzünü yer altı dünyasına düşürdü. Gürzle öldürülmüş olanlar çevresine toplandılar. Eline sopa aldı. Ruhlar ondan titrediler. Ayağına ayakkabı giydi. Yerde gurultu etti.Sevdiği karısını öptü; kendisine kin beslediği karısını dövdü. Sevdiği çocuğunu öptü; kendisine kin beslediği çocuğunu dövdü. Cehennem onun için sokuştu ve homurtu yaptı.


IV

 

O, yatan bir kadına, yatan bir tanrıçaya, yatan Nin-Asu Ana’ya yaklaştı. Onun parlak omuzları açıktı. Örtülmemişti. Onun göğsü mermerden yapılmış yuvarlak bir vazo gibi kırışıksız ve dümdüzdü (131).


V


O zaman Engidu yeryüzüne çıkmak isteyince, onu ne belâ getiren ruh, nede hastalık ifriti yakaladı; onu cehennem kralının amansız bir şeytanı yakaladı.Onu, yeraltının kendisi yakaladı. O, yiğitler alanında düşüp ölmedi; onu, yeraltının kendisi oldurdu.


VI


O zaman Ninsun’un oğlu, kölesi Engidu için ağladı. Ve tek başına kalkıp Enlil’in Ekur evine (132) gitti.”Enlil baba, bugün ağacımın bedeni yerin altına düştü. Ağacımın dalları da yerin altına düştü. Bunları çıkarmak için yerin altına inen Engidu’yu, onu, ne belâ getiren ruh, ne de hastalık ifriti yakaladı; onu, yeraltının kendisi yakaladı. Onu, cehennem kralının amansız bir şeytanı yakalamadı; onu, yeraltının kendisi yakaladı; o, yiğitler alanında düşüp ölmedi; onu, yeraltının kendisi oldurdu.” Bunun üzerine Enlil Baba, Gılgamış’a hiçbir yanıt vermedi. Gılgamış, Sin Baba’ya başvurdu: “Sin Baba bugün ağacımın bedeni yerin altına düştü. Bunları çıkarmak için yerin altına inen Engidu’yu, onu, ne belâ getiren ruh, ne de hastalık ifriti yakaladı; onu, cehennem kralının amansız bir şeytanI yakalamadı; onu, yeraltının kendisi yakaladı. O, yiğitler alanında düşüp ölmedi; onu, yeraltının kendisi oldurdu.” Bunun üzerine Sin Baba, Gılgamış’a hiçbir yanıt vermedi.

 

VII


Gılgamış tek başına kalkıp Ea’nIn E-Apsu evine (133) gitti: “Ea Baba, bugün ağacımın bedeni yerin altına düştü. Ağacımın dalları da yerin altına düştü. Bunları çıkarmak için yerin altına inen Engidu’yu, onu, ne belâ getiren ruh yakaladı ve ne de hastalık ifriti yakaladı; onu, yeraltının kendisi yakaladı. Onu, cehennem kralının amansız bir şeytanI yakalamadı; onu, yeraltının kendisi yakaladı; o, yiğitler alanında düşüp ölmedi; onu, yeraltının kendisi oldurdu.” Ama, Ea Baba ona su yanıtı verdi: “Cehennem kralI yiğit Nergal’a başvur! Ereskigal’In (134) ağabeyi Kral Nergal’a başvur! Eğer cehennemin kralI yiğit Nergal yeraltının hava deliğini açacak olsaydı, o zaman Engidu’nun ruhu hafif bir yel gibi yerin altından çıkardı.”


VIII


(Bu yazınsal deyişe göre, simdi Engidu’nun ruhunun gerçekten yeraltından yeryüzüne çıktığı kendiliğinden anlaşılmış oluyor.) Bunlar birbirleriyle kucaklaştılar. Bir turlu birbirlerinden ayrılmakistemediler. Birbirlerine anlatmaktan usanmadılar. “Arkadaşım (135), söyle bana! Söyle bana, yeraltında gördüklerini anlat bana!” “Söyleyemem arkadaşım! Söyleyemem! Sana yeraltI dünyasında gördüklerimi anlatacak olursam, sen oturup ağlamalısın. Ve ben de oturup ağlayayım. Ellemekle zevk duyduğun benim güzel bedenimi, simdi böcekler, eski bir giysiyi yer gibi yiyor. Ellemekle zevk duyduğun benim güzel başım, bir çamur teknesi gibi toprak doludur.”


IX


Engidu, söyle diyerek büzülüp toprağa çömeldi.”Arkadaşım, yeraltI dünyasında şunları gördüm: (Tablette, Engidu’nun yeraltI dünyasıyla ilgili sözlerinin bulunduğu yer kırıktır. Söylenen bu sözler yaklaşık 30 satırdır.)


X


(Bu sahne, Gılgamış’ın, yer dünyasının ayrıntılarıyla ilgili olarak sorduğu soruları ve Engidu’nun buna verdiği yanıtları içermektedir ki bu bolumun, yaklaşık ilk 15 satırı kırıktır.) “Sehpaya asılmış olanı gördün mu?” – “Evet gördüm. Eğer işlediği günahtan pişman olsaydı, çivinin kopmasıyla kurtulurdu.” – “Eceliyle öleni gördün mu?” – “Evet gördüm. Gece yatağında uyuyup, su, soğuk su içiyor.” – “Savaş alanında öleni gördün mu?” – “Evet gördüm. Ana ve babası onun için uğraşıyorlar. Karısı da onun için çalışıyor.” – “Cesedi kırda bırakılmış (mezara gömülmemiş) olanı gördün mu?” – “Evet, gördüm. Onun
ruhu yeraltI dünyasında uyumuyor.” – “Ruhuyla kimsenin ilgilenmediğini (136) gördün mu?” – Hayvanlara yedirilen tencere kazıntısı ve sokağa atılan yemek artıkları onun besinidir.” (Destan burada sona erdi. Destanın son tableti nasıl tutarsız bağladıysa yine tutarsız olarak böyle biter.)



ACIKLAMALAR


(1) “Bahri recez” Arap şiirinden OsmanlI-Turk şiirine gecen ve divan edebiyatımızda kullanılan aruz biçimlerinden biridir. Gılgamış destanının, binlerce yıl önce aruzla yazıldığını duymak ilk anda garip gelebilir. Ancak, günümüzün Ortadoğu gelenek ve göreneklerinin pek çoğunun kökeninin Sümerlere kadar uzandığının, kazılarda elde edilen bulguların incelenmesiyle bilimsel olarak kanıtlandığını göz önünde tutarak, bu acıkmamayı yazan çevirmenin ya da Prof. Landsberger’in bir bildiği olduğunu düşündük ve açıklamayı  koruduk. (Yayımlayan.)

(2) Nuh adI, Sâmi dillerinde kullanılır. Metinde, Nuh adI yerine Utnapistim denmektedir. Gerek Nuh’un, gerekse Utnapistim’in sözlük anlamları belli değildir.
Sümerler Nuh Peygambere, Zi-UD-SUDDA diyorlardı. Bu addaki ‘Zi’, ‘yasam, can, ruh’ demektir; ‘UD’, ‘zaman’, ‘SUDDA’ da, ‘uzun’ anlamına gelir. Bu üç sözcükten oluşan ad, ‘uzun omurlu’ demektir.

(3) Savaş ve aşk tanrıçası istar’In tapınağı.

(4) Pişmiş tuğla, güneşte kurumuş tuğla olan kerpiçten daha değerliydi. Pismiş tuğla öteki tuğlaların kaplaması olarak kullanılırdı.

(5) Bu yedi bilge, yerin altında bulunan tatlı su okyanusunun tanrısı Ea’nIn öğrencileridir. Bunlar yeryüzüne çıkıp insanoğluna bilim ve bilgelik öğrettiler: Çok eski bir söylenceye göre de Sümer ülkesinin krallarıydılar.

(6) Etice yazmadaki bu yerde, Etilerin iki baş tanrısından biri göğün Güneş Tanrısı, öteki de Fırtına Tanrısıdır. Burayı Babil mitolojisine, Babil anlayışına göre değiştirmeye çalıştık (Prof. Landsberger). (7) Endaze: 60 cm; karış: aşağı yukarı 20 cm.

(8) Bizim hep “ağlıl bol Uruk” diye çevirdiğimiz tümce, daha doğru olarak, “Koyun ağıllarının  kenti olan Uruk” diye çevrilmeliydi. “Bol ağıl” Uruk kentine göndermedir. Bu sıfat, Uruk’un Tanrıçası olan istar’a adanmış kutsal koyun sürülerini anıştırıyor.

(9) Gılgamış’ın taşıdığı yüksek krallık niteliklerinden biri olan çobanlıkla,yaptığı zulüm bağdaşmadığından, burada kendisiyle alay ediliyor.

(10)
Yakınmalar doğrudan doğruya büyük tanrılara yapılmadığından, daha küçük tanrıların aracılığına başvuruluyor, bunların aracılığıyla yapılan yakınmaları, ulu tanrılar dinlemiş oluyor.

(11) Büyük ana tanrıçalardan birinin adıdır.
(12) Aruru, kendisinin eskiden yarattığı Gök Tanrısı Anu’nun biçimini ruhunda canlandırıyor, sonra çamuru yazıya atarak bir buyu yapıp, ruhunda canlandırdığı bu biçimi gerçekleştiriyor (Prof. Landsberger).
(13) Suvat: hayvanların sürekli su içebildikleri bir su kıyısındaki, en çok da Irmak kıyısındaki düzlük yer.
(14) Çok su içiyor olsa gerek (?).
(15) Avcı tuzak ya da kapan kurduğuna göre, yanındaki hayvanların, bu tuzak ya da kapana bağladığı hayvanlar olması gerekir. Çünkü avlanacak hayvanlar ne türdense, o tur ya da başka tur hayvanlardan biri kapanın ve tuzağın yanına bağlanır.

(16) Biz bunu, yoğun bir cevher olan göktaşI olarak yorumluyoruz. Bu, en büyük gücün simgesidir.
(17) Tuzakları.
(18) Yabanıl hayvanları (Prof. Landsberger).
(19) Belki içtiği bol su.
(20) Çevik, yiğit, açıkgöz, yaramaz anlamlarına gelir. Adam boynu vuran cellatla bir ilgisi bulunma olasılığı da vardır.
(21) Burada “addeğişimi ” (metonomasie) vardır (Prof. Landsberger).
(22) “Allah’ın emri olmak” deyimi, cinsel ilişkide bulunmak ve yatmak sözcüklerinin karşılığıdır. Halk dilinde çok kullanıldığından bunu ötekilere yeğledim. Özgün metinde de yasal ilişkide bulunmuşlar gibi görülmektedir.

(23) Dr. Albert Schott’un çevirisine koyduğu eski Babil yazmasına ait 45. satırın, anlam bütünlüğünü bozması nedeniyle çevirmedim. Prof. Landsberger bu satırı çıkarmamamı salık verdi..

(24)Ceylânların, geyiklerin, yagmurcaların  birdenbire sıçramalarına”mertlemek ” denir.
(25) Güneş Tanrısı.
(26) En yüksek tanrılar.
(27) Burada Schott’un çevirisi, özgün metne göre değiştirilmiştir. Bu değişikliğin nedeni, burada eşcinsel ilişkiye değinilmesidir. Çünkü olay yanıltıcıdır. Destanı düzenleyen sanatçının anlattığı düş, sanatta gösterdiği en büyük özelliğidir. Sanatçı, Gılgamış’a  koşnul bir düş gösteriyor; o da bu düşü, bir çocuk saflığıyla anasına anlatıyor. Bu örge, birinci düşte, destanın yalnızca en son yazmasında bulunuyor. Schott’un metniyse, en son yazma olan eski Babilce metinden çevrilmiştir (Prof. Landsberger).

(28) Gılgamış’ın  anası.
(29) O zamanlar insanlar güzel kokulu yağlarla bedenlerini yağlarlardı (Prof. Landsberger).
(30) Ev diye çevirdiğim sözcük, iki yerde geçmektedir, anlaşılması da güçtür.
(31) Burası yeterince açık  değildir. Bazı dilbilimciler bunu “ius primae noctis” (ilk gece hakkI) diye yorumluyorlarsa da, bu yorum genellikle kabul olunmuş değildir. (32) Çocuk doğduktan sonra,göbeğinin bağı üzerinde fal bakılmış olsa gerek.
(33) Gılgamış’ın.
(34) Yerli olmayıp Sümer panteonuna sonradan girmiş bir tanrıça.
(35) Gılgamış’ın  izhara ile evlenme hazırlığı akla geliyor.
(36) Yabanıl inek görünümünde bir tanrıcadır (Prof. Landsberger).

(37) Yelmek, heves etmek anlamına gelir. Bazen bağlanma, kapılanma anlamında da kullanılır.(CN)
(38) Hafif uyumak, şekerleme yapmak. (CN)
(39) Bu satır anlaşılmıyor (Prof. Landsberger).
(40) Gılgamış’ın Engidu’ya söyledikleri, ne yazık ki kaybolmuştur.
(41) Uruk, Fırat kıyısında olduğundan böyle bir dilekte bulunulmuştur.
(42) Faldan, isin uğursuz gideceği anlaşılıyor.
(43) Eski Elâm devletine ait bir yer. Bugünkü Batı İran’da.
(44) Düşte bildirsin.
(45) Gılgamış’ın koruyucu tanrısı (Prof. Landsberger).
(46) Su taşımağa yarar tulum (CN).
(47) Yaslılardan (Çeviren).
(48) Emanet etmek anlamında.(CN)
(49) Anlaşılmaz bir sözcük.
(50) Güneş tanrısına su sunmak için.
(51) Kalk, fırla, sıçra demek.(CN)
(52) irnina, istar’la (Babillilerin Venüs’ü) ilgili bir yakarıda istar’la bir tutuluyor ve kendisine şöyle sesleniliyor: “Sen en güçlüsün, igigilerin (yeryüzü tanrılarının) en büyüğü, sen kraliçesin. Kükreyen aslan, kızgın vahşi boğanın… (Sin’in Tanrısı) güçlü kızı, sana karşı duracak kimse yoktur.” Buna göre, irnina, gezegenlerin tanrıçası Venüs’tür (Schott).

(53) Gılgamış’ın.
(54) Demek, tehlike atlatana su içirmek göreneği o zaman da varmış.

(55) Un, ruhların yerin altından çıkıp düş göstermeleri için serpilir.Bu ruhlar düşte görünürler.
(56) Gılgamış, dağların yamaçlarında biten ve yeğin yellerin etkisiyle devrilip iki kat olan buğdaylara benzetiliyor. Bir buğday eğildiği zaman başağI nasıl köküne kadar dayanırsa Gılgamış’ın o anda büzülerek uyuduğunu anlatıyor (CN).

(57) Cinsel anlamda.
(58) Belki arabanın bir süsü.
(59) Katran ağacı güzel kokar (CN).
(60) Bu dört satır tam olmadığı için çeviride atlanmıştır.
(61) Yesb de denen sert ve değerli bir tas (CN).
(62) istar’In sevgilisi olan Temmuz, yazın ölen bitkilerle birlikte cehenneme gider; bütün ülkede bunun için yas törenleri yapılır. İster iki ay sonra, onu cehennemden çıkarıp yeryüzüne getirir.

(63) Yani “Kanadım” diyor (Prof. Landsberger).
(64) Burada ne olduğu anlaşılmayan bir yemekten söz edilmektedir. Belki istar’In çobana önerdiği aşk eğlenceleri de kaba bir biçimde anılaştırılmış olabilir.

(65) Çobanın  damak tadI olmadığından, istar’In
sofrasındaki yemekleri beğenmeyip anasının yemeklerini arıyor (CN).
(66) Hurma bahçelerinde yasayan ve hurmalara zarar veren adı  bilinmedik bir hayvana döndürmüştür.
(67) içi bos, özsüz buğdaya “kavuz” denir. “Kavuz yılları” sözüyle de kıtlık yılları anlatılıyor (CN).

(69) Herkesin koruyucu bir tanrısı vardı (CN).
(70) Schott, burada yalnızca Boğazköy’de ele gecen metne göre “senin” diyeceği yerde “benim” diye bir değişiklik yapmıştır. Bunun için de su iki nedeni ileri sürmektedir: 1. Gılgamış’ın, Humbaba’nIn üzerine yaptığı sefere Samas neden olmuştur, diyor. Halbuki Samas’In bu sefere neden olduğunu ben, ozanımızda göremiyorum. Gılgamış bu sefere gitmeye kendi karar vermiştir. Ancak Samas, seferde Gılgamış’ı  korumuştur. 2. Schott, Enlil’in Humbaba’yI ormana bekçi olarak koyduğunu ve onun ölümüne neden olduğunu ileri sürüyor. Buna verilecek yanıt su olabilir: Kutsal katran devrildikten sonra, bekçiye gerek yoktur. Hem Gılgamış , katranların kerestesinden Samas için değil, Enlil için bir
kapı yaptırmıştır. Sanatlı olarak yapılan bu kapı, Gılgamış’ın Enlil’e karşı  duyduğu minnet duygusunun bir anlatımıdır (Prof. Landsberger).
(71) Acık olarak anlaşılamayan bu satırlarda, sözü edilen kapıya bir anıştırmada bulunulmuştur. Bu kapı seferin ganimetidir.Ve Enlil’e yapılacak bir sunudur.Sefer de bu ruh coşkunluğu içinde yapılmıştır. Halbuki Enlil için katlanılan bunca özveriye, güçlüğe ve yorgunluğa karşı Enlik değerbilmezlik gösteriyor.iste bu yüzden Engidu hırsından patlıyor,ama doğrudan doğruya tanrıya dil uzatamayıp hırsını bir çocuk gibi kapıdan ve bu dramda ancak bir uşak rolü oynayan fahişeden alıyor (Prof. Landsberger).

(72) Engidu’nun sözleri belki sıtma sabuklamasıyla söylenmiştir. Ancak bu sözler bir düse özgü değildir. Tersine Engidu, büyük bir güçlük ve yorgunluk içerisinde, taşınması
(68) Hayvanların ciğer, barsak, işkembe gibi iç organları. güç olan bir tur keresteyi, Tanrı Enlil’e bir sunuda bulunmak üzere yurda dek sürüklüyor. Bütün bu sefere atılması ve öfkesini kapıya karşı göstermesi en doğal davranıştır (Prof. Landsberger).

(73) Burada söz konusu olan ağaç değil, kapıdır. Kapının yüksekliği 12 metreden artıktır (Prof. Landsberger).
(74) Orospunun kösnül davranışlarının, başına belâ olmasını diliyor (CN).
(75) Yeraltı Tanrıçasının adlarından biridir.
(76) insanlar öldükten sonra toprak ve sonuç olarak toz oldukları için, burası, yani mezar, “tozun evi” diye anlatılmıştır.
(77) Tanrıların sürekli olarak ilgisini gören en yüksek rahip sınıfı belirtiliyor.
(78) Etana, insanlarla hayvanların bir arada yasadığı en eski zamanda, çobanlara krallık etmiştir.
(79) Suru ve çobanların tanrısı (Prof. Landsberg).
(80) Seni elimden aldı demek istiyor.
(81) Yaban eşeği pek cin bas olduğundan avlanması güçtür ve tek basına dolaşmaktadır (CN).
(82) Katır, dağda kolaylıkla gezebilen bir hayvandır. Anlaşılan Engidu, becerili bir dağcı ve becerili bir yaban eşeği avcısı olduğu için, katıra benzetilmiştir (CN).

(83) Bir tur ağaç (CN).
(84) Bu aslan olayI, geriye kalan ve yok denebilecek kadar silik olan izlerden çıkarılmıştır, bununla birlikte tamamladığımız, bu kırık ve belirsiz yer, son zamanlarda ele gecen Etice yazılmış bir metin
parçasıyla doğrulanmış görünüyor.

(85) Gılgamış’ın düşü burada bitmiş gibi görünüyor.
(86) ikizler dağI.
(87) Mâsu dağı  çatal biçimindedir. Güneş bu çatalın arasından çıkıyor (Prof. Landsberger).
(88) Dağlarda bulunan iki yanI dar ve yüksek yarmalar (CN).
(89) Gılgamış, karanlık boğazdan geçerken güneşle karsılaşmamak için adımlarını sıklaştırıyordu.
(90) Uzum salkımı gibi akikler.
(91) Bir tanrıça  olan bu Sâkiye, mitolojik bir kişidir; günlük dönüşü sırasında, yorgunluğuna karşı güneşe taze bir içki sunar (Prof. Landsberger).

(92) Oldu (Prof. Landsberger).
(93) Sim, im ve belirti anlamlarına gelir. Bu sözcüğü bir Türkmen’den duymuştum (CN).
(94) Tastan kilerin ne oldukları belli değildir; ancak, metnin bağlamından bunların kürekçi oldukları çıkarılabilir. Çünkü olum suyunun damlası bir insana sıçrayınca, o insanI olduruyor.Dolayısıyla, böylesine tehlikeli suyu geçsek için belki tastan kürekçiler kullanılmıştır (Prof. Landsberger).

(95) Küreğin suya giren enli bolumu. Destan dönemlerinde bu aynaların turlu biçimlerde
yapıldıklarını, ele gecen resim ve kabartmalardan anlıyoruz. Nuh’un gemisinin kullandığı küreklerin aynasının da meme biçiminde olduğunu, bu destandan öğreniyoruz (CN).

(96) Gılgamış, Utnapistim’i tanımıyor; karşılaştığını  başka biri sanıyor (Prof. Landsberger).
(97) Bu, dünyanın geçici olduğuna bir örnektir. Bir aile ve bir mal kuruluyor, bunlar sonuçta yok oluyor.
(98) Dünyanın gelip geçici olusu, Irmağın akışıyla karsılaştırılmak istenmiyor.
(99) ilerde de göreceğimiz gibi, Utnapistim’e ayrıcalıklı davranıp ona sonsuz dinçliği verdiler; ancak o zamandan beri, tanrıların bu ilgisini bir daha kimse kazanamadı.

(100) Anunnaki: Gök tanrılarının tersine olarak yeraltI tanrılarıdır. (Prof. Landsberger).
(101) And: Değişmeyen yazgının simgesidir. Her kim günah islerse, içtiği andI bozmuş olur. insanlar günahı  olduklarına göre, yazgıları değişir demektir (Prof. Landsberger).

(102) Nuh Peygamber, dağların, denizlerin ve olum suyunun arkasında bulunduğu için, kendisi böyle
niteleniyor. (CN).
(103) Surippak, Uruk’un yaklaşık 30 km. kuzeybatısında, bugün Fara denen bir örendir (CN).
(104) Ozan burada, bir masal örgesinden yararlanmıştır. Yelden sallanan kamışlar, sesi insanlara iletiyor.
(105) Ubar-Turu: Babillilerin geleneğine göre, 18000 yıl saltanat suren Tutan’dan önceki son söylencesel kraldır (Prof. Landsberger).
(106) Nuh Peygamber’i çağırıyor. Tanrılar toplantısında verilen kararI, gevezelik edip Nuh’un kulağına iletiyor (CN).

(107) Apse: yerin altındaki tatlı su okyanusudur; aynı zamanda yerin üstündeki yağmur suyunun da havuzudur. Ea, hem bu havuzun ve hem de bu okyanusun beyidir (Prof. Landsberger).

(108) 3528 metre kare.
(109) Kamış: bir olcudur; yaklaşık üç metre uzunluğundadır.
(110) Geminin bu parçasının ne olduğu açık olarak anlaşılmıyor; “su kazıkları” diye sözcük sözcüğe cevirdik.
(111) Bu olcunun ne olduğu belirtilmiyor (Prof. Landsberger).
(112) Susam yağlıdır. Bu yağla güzel börek kızartılır. Nitekim Nuh peygamber de bununla peksimet kızarttırmış olduğunu söylüyor (CN).
(113) Fırtına Tanrısı.
(114) Sullat ve Hanis: Fırtına Tanrısı’nın yanında olan iki küçük tanrı.
(115) ira: savaşı ve hastalığı insanların başına saran bir tanrıdır (Prof. Landsberger).
(116) Korkularından (Çeviren).
(117) Nissir Dağı: Bugünkü Irak ve İran sınırında, Rumiye Golü’nün güneyinde bulunan yüksek dağlardan biri olsa gerekir. Bu yazma, israil oğulları yazmasından ayrılıyor. israilogullarI yazmasına göre, Nuh’un gemisi, Ağrı Dağı’nın üstüne oturmuştur (Prof. Landsberger).
(118) Keli: Suların, bataklıkların, çamurlu tarlaların ortasındaki kuru yerlere dendiği gibi, su altI olmayan dik tarlalara da “keli tarla” denir (CN).

(119) Ea, insanlara kızıp tufan yapan Enlil’e, bu seslenişiyle adalet yolunu salık veriyor. Herkesi sucuna göre cezalandırmayı anımsatıyor. Ve yaptığı tufanla gösterdiği adaletsizliği Enlil’in yüzüne vuruyor.

(120) Akarcası “Atrahasis” olan sözcüğü böyle cevirdik. Bu sözcük, Nuh Peygamber’in şanlarından biridir.
(121) Uyumak için çömeliyor ve böylece kendi kendini zorluyor; ancak, uyku sis gibi soluğunu ona karsı ufluyor ve uyku, onu soluğuyla boğarak yeniyor (Prof. Landsberger).

(122) Ekmek sahnesinin anlamı şudur: Utnapistim, taşıdığı kan dolayısıyla yarI-tanrı olan
Gılgamış’ı , tanrılık niteliğini göstermesi için, sınava çekiyor. Bu  sınav, Gılgamış’ın bir hafta uykusuz kalmasıdır. Gılgamış, uyumamak için oturmayıp çömeliyor. Fakat son derece yorgun olduğundan, hemen uykuya dalıyor. Utnapistim’in karısı uyuyan Gılgamış’ın sınavı başaramadığını görünce, kocasına onu uyandırıp ülkesine geri göndermeyi salık veriyor. Ancak Utnapistim, onun da her insan gibi kotu huylu olduğundan, uyuduğunu yadsıyarak sonunda bir kavga çıkarmasından çekiniyor ve Gılgamış’ın ne kadar uyuduğunu kendisine göstermek amacıyla ortaya bir kanıt koymak istiyor. iste bundan ötürü, konuğun günlük ekmek payI, uyumasına karşın pişirilip başucuna konuyor. Ve konukevlerinde hep yapıldığı gibi, hesabI da duvara çiziliyor. Gılgamış, kendisine yüklenen bütün görev günlerini uykusuz geçireceği yerde, bastan sona uykuyla geçirdikten sonra, Utnapistim
onu uyandırıyor. Utnapistim’in önceden kestirdiği gibi, Gılgamış gerçekten uyuduğunu yadsıyor; ama, başucuna konan ekmeklerin geçirmiş olduğu değişimler ve çizilen çizgilerle, uyuduğu hemen anlaşılıyor. Bunun üzerine, yaşamı aramaktan vazgeçerek umutsuzluğa kapılıp talihinden yakınıyor (Prof. Landsberger).

(123) Gılgamış’ın acıklı durumu, Nuh Peygamber’i üzdüğünden, gemicisi Ursanabi’ye yukarıdaki
gibi ileniyor. Çünkü gemicisi Gılgamış’a yol göstermekle onu başına belâ ediyor.

(124) Nuh Peygamber, Gılgamış’ın kılığını düzelttikten sonra ülkesine yollamak istediğinden, gemicisine böyle bir buyruk veriyor (CN).

(125) Nuh Peygamber’in karısı, bindir güçlükle sonsuz yaşamı aramak için kocasının yanına gelen ve kocası tarafından sırtına güzel bir giysi giydirilip yine ülkesine geri yollanan Gılgamış’a açıyor ve kocasına böyle sorduktan sonra Gılgamış’a geri çağırtıyor.
(126) Yılan; suyun, yaşamın ve sağlığına tanrısı olan Ningiszida’nIn simgesidir. Yılanın çok yasayan bir hayvan olması bu otu yemiş olmasına yorulur.

(127) Yer aslanI: Yılanın başka bir adıdır (Prof. Landsberger).
(128) Bu ağaçtan, özellikle araba dingili yapılırdı. Nasıl bir ağaç olduğu pek belli değildir (Prof. Landsberger)
(129) Numaralarla gösterilen bölümleme, metnin kıtalara ayrılmış olduğunu göstermektedir. Bu kıta bölümlemesi, genellikle Akan şiirine yabancıdır. Buna karşılık, Sümer koşuğunun bir özelliğidir. Sümerce kıtalar, denebilir ki, ayrı ayrı sahneler halinde hazırlanmış olurlar. Her sahne tam bir birlik oluşturur. Ancak, kıtaların bölümlemesiyle ilgili olayların akışı, kimi zaman kesilir. Yani olayların arasındaki bağlar, çok kez gözardı edilmiş olur.

(130) Bu uygun bir çeviri değildir. Doğrusu, günümüzde ilkellerin kullandığı “bumerang”a
benzeyen, ağaçtan yapılmış bir “atma” silahıdır (Prof. Landsberger).
(131) Okurun da dikkatini çekmiş olduğu gibi, burada II. kıta sözcüğü sözcüğüne yineleniyor. Bunun anlamI ve sanatçının bundan amacI, söyle açıklanabilir: Engidu’nun yazgısının değişmesi, yani onun ruhlara katılması, bir yıldırım hızıyla oluyor. Sanki, hiçbir şey olmamış gibi, yeraltI dünyasında alışılan durum sürüyor ve yine, hiçbir şey olmamış gibi, Tanrıça Nin-Asu kendi tanrısal dinginliğini koruyor.iste böylece, insanın olumluluğu tanrıların değişmeyen ölümsüzlüğüyle bir karşıtlık oluşturuyor (Prof. Landsberger).

(132) Dağ evi.
(133) Yeraltındaki tatlı su okyanusu (Prof. Landsberger).
(134) Doğru bir metin onarımı değildir.
(135) Akatça  yazmada görüldüğü gibi, Engidu burada birdenbire Gılgamış’ın arkadaşI oluyor. Bu bolumun Sümerce özgün metni elimizde olmadığından, değişikliğin nasıl ortaya çıktığını bilemiyoruz. Acaba bu değişiklik Sümerce özgün metinde mi vardı; yoksa Akatlı yazar, her şeye karşın burada, metin üzerinde kesin bir değişiklik mi yaptı? iste, söylediğimiz gibi, bunu anlayamıyoruz (Prof. Landsberger).

(136)
Ruhuyla ilgilenilmeyen kimsenin olusu: Kalırcılarınca, ruhu için adak adanmayan bir olu demektir (CN).




 

 

 

 

 

 

 

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*