İki Büyük Post – Alamut İsmaili Hücceti

İsmail Kaygusuz

İki Büyük Post-Alamut İsmaili Huccet’i

1. Pir Şemseddin Sebzevari: Hind ve Sind’de İsmaili Davasının Yayılması

Pir Şemseddin, diğer adlarıyla Şemseddin Sebzevari, Şemseddin Multani ve Şems Taparez, çok büyük olasılıkla, Horasan'da Nişabur'un 64 mil batısına düşen Sebzevar kasabasında doğdu. Babası Seyyid Selahaddin, İmam Kasım Şah tarafından Bedehşan'daki Baltistan'a vekil (huccet) olarak atanmıştı. Sebzevarlı Kemaluddin Mucahri “Mahfuz-i Kamalia” yapıtında, 1165 yılında, Sebzevarlı Pir Seyyid Muinuddin Hasan'ın Sebzevar'da Seyyid Selahaddin ile toplantı yaptığını yazmaktadır. Pir Şemseddin'in de 19 yaşlarındayken babasıyla birlikte Bedehşan'a gitmiş olduğu ve oradan Tibet'e kadar ilerlediği ve sonra Sebzevar'a döndüğü anlatılır.

Seyyid Selahaddin'in ölümünden sonra, İmam Kasım Şah, Pir Şemseddin'i Daylam'da, Hind ve Sind'in Huccet'i olarak Hindistan davası (mission) için görevlendirdiği bilinmektedir. Pir Şems de ginan'larından birinde (Garbi, 5:17) İmam'a "Zamanın İmamı-Efendisi Kasım Şah'ın kişiliğinde zuhur etmiş olan gerçek yolgösterici ışığa ciddi bir biçimde tapınmalısın" diye atıf yapmaktadır. Ayrıca aşağıda tamamını verdiğimiz ginan’ın ilk beyitinde kendisinin İmam Kasım Şah’ın fermanıyla “meydanlara şarkı söyleyip oyun oynamaya, -ya da mecazi anlamıyla?- görev yapmaya çıktığını” söylemektedir

Pir Şemseddin hakkında en eski tanımlama, İran'ın son klasik şairi Nureddin Abdurrahman Cami'nin (1414-1492) "Nafahat al-Uns" (yayım tarihi: 1478) başlıklı sufi yaşam öyküleri risalesindedir. Nurullah bin Şerif Şuştari ise (d. 1019/1610) "Majalis al-Mominin"de (yayım tarihi: 1604) soyağacını İsmaili İmam soyuna bağlar.1 Bazı ayrıntılar da “Tarikh-i Firishta”da (yayım tarihi: 1606) bulunur. Çağdaş kaynaklarda, Pir Şems'in ne zaman doğduğu belirlenemiyen bir noktadır. Zengin malzemeler bile insanı kesin bir sonuca götürmeye izin vermiyor. Bununla birlikte ölüm tarihi, Multan'daki türbesinde yazılı olan 1356 yılı tartışmasızdır.

En fazla karıştırılan ve çözülmemiş nokta, doğum tarihini belirlemektir. Bilginlerin büyük çoğunluğu onun 115 yıl yaşadığı üzerinde uyuşurlar, fakat bununla birlikte Pir Şems'in 115 yılından çok daha fazla yaşadığı ileri sürülüyor. Örneğin Sayed Bawa Ahmad Ali Khaki eski bir el yazmasını temel alarak yazdığı "Dar-i Khuld-i Bari" (Ahmadabad 1905: 123) kitabında Şems'in 171 yıl ömür sürdüğü belirtilmektedir. Eğer Onun ölüm tarihi 1356 yılının gerçekliği düşünülüyorsa, doğum tarihi İmam Alaaddin Muhammed III (1221-1256) döneminde, 1241 civarında olmalıdır. Daha da ileri gidilerek, Multan'daki türbesinde bulunan -ne zaman yazıldığı belli olmayan- Pir Şems seceresinde ise doğum tarihi 1165 gösterilir, yani tam 191 yıl yaşamış oluyor.

Bizce burada iki Şems'in ömrü karıştırılmış; Şemseddin Tebrizi’ninki de eklenip tek Şems'te, yani Pir Şemseddin Sebzevari'de birleştirilmiştir. Pir Şems Sebzevari'nin 171 ya da 191 yıl yaşadığına inanan bazı çağdaş yazarlar; Desmond kontesinin (ölm. 1604) 140 yıl, Thomas Parr'ın (ölm. 1635) 152, Henry Jenkins'in (ölm. 1670) 169 yıl ömür sürdüklerini ve çok tanınmış biyolog Prof. E. Metchinkoff'un da Glaskow'lu St. Mungo'nun 185 yıl yaşadığının bilinmesini ve de 150 yıl üzerinde yaşamış uzun ömürlü bazı Şeyh-Seyyid vb. örneklerini ("The New Encyclopaedia Britannica" (1990, 15. basım, 20. Vol.: 428) ve "Encyclopaedia of Religion and Ethics" (1959, 4.basım, 1. Vol.: 182; "Akhbar al-Akhayar" (basım tarihi: 1590) göstererek doğruluğunu kanıtlama peşindedirler. Ama nedense, bu istisna kişilerden hiçbirinin yaşamının, bir başkasıyla karışmamış olduğunu akıllarına getirmiyorlar.

Şimdi Pir Şems'in çağdaş dava etkinliklerine göz atalım: O ilk önce Daylam'dan Bedehşan'a gitti. Orada pek çok Mumin Şahi ayrılıkçılarını İsmaili inanç topumuna geri kazandırmış olduğu söylenir. Gilgit'i ziyaret ettikten sonra Tibet'e ve Himalaya sıradağları kadar uzaklara gitti. Sonra Gazne'ya geri döndü. Orada davaya döndürmüş olduğu yerel prensi Bedehşan'da kendisine vekil olarak atadı.

Pir Şems, bir festival esnasında Analvad adını taşıyan köydeki bir Hindu tapınağında, biribirini izleyen on gece boyunca 28 garbi (bestelenmiş ginanlar, şarkılar) söyledikten sonra, Hindulardan kalabalık bir halk topluluğunu İsmaililiğe çevirdi. W.İnanow o yeri, Gucerat'ta, Ahmedabad'dan uzakta olmayan Anilvad olarak belirler. Bazıları, bu parlak Dasera festivalinin Pencap'ta meşhur olduğu, Multan'da Jat Anval kabilesinin Anvalda adını aldığını söylerler. Garbiler, Gucerat kültürünü yansıtan Gucerat üslubunda bestelenmiştir. Bu nedenle köyün yeri Multan'da olamaz

Pir Şemseddin Sebzevari 1316'da Kaşmir'i ziyaret etti; Çak ve Çangad kabilelerini İsmaililiğe döndürdü ve oradan da 1326 yılında ilk kez olarak Multan'a geçti. Zekeriya Kazvini “Asar al-Bilad wa Akhbar al-Ibad” (basım tarihi: 1263) şunları yazıyor:

“Multan büyük, surlarla sağlamlaştırılmış ve zaptedilemez bir kenttir. Tapınağıyla Hindular için bir tapınma yeri olduğu kadar, Müslümanlar için de Mekke gibi hacı olmak için ziyaret edilir. Kentin sakinleri Müslüman ve Hindulardan oluşur, fakat yönetim Hinduların elinde bulunmaktadır. Büyük cami, tapınağa yakınında kurulmuştur.”

Multan'da Pir Şems'in pek çok mucizelerinden söz edilir, fakat bunların fazla tarihsel değeri yoktur. Bunun için, Pir Şemseddin'in yaşamı süresince biçimlenen ve ölümünden sonra hızla yoğunlaşan söylencelerin arasına dalıp, gerçeği bulmak zordur. Bunlardan en tanınmışı ve Şemsi Tebrizi ile karıştırılmasına neden olduğu sanılan, güneşi yeryüzüne indirdiği keramet söylencesidir. Bu Pencab'da ona taparez (yanan, alev saçan) sıfatını kazandırmıştı. Taparez sözcüğünün, Tabriz ile fonetik yakınlığı yüzünden, tıpkı o kentin adı gibi telafuz edilmeye başlanır. Bu da, ikisini birbirine karıştıracak bir yanlış teorinin üretilmesine neden oldu. Olasıdır ki bu yüzden, Şems Taprez olarak da tanınan Pir Şems, Mevlana'nın ruhsal öğretmeni ve 1247-8'de Konya'da öldürülmüş olan Şems-i Tabriz ile karıştırılmıştır.

Pir Şems'in aşağı Sind'i ziyaret ettiği ve İndus nehrinin kıvrımları boyunca seyahat ettiği, büyük olasıyla 1328'de, davanın merkezi olan Uçh Şerif'e ulaştığı anlaşılıyor. O ayrıca Çin, Tibet, Bedehşan’da, Kaşmir ve Gujerat'ta birçok dai'ler görevlendirdi. Onun dava çalışmaları bir merkezde değil, hareket halindeydi; kendisinin kuzey Hindistan’a, Çin'in bir parçası gibi gösterilen ve Hindli Budistleri arasında Chinab-Nagari olarak tanınan Nepal'a kadar gitmiş olduğu söylenir.

Pir Şems Racastani'yi de ziyaret etti ve ginan’larından birine (No. 70) göre, iki öğrencisi-müridi Vimras and Surbhan ile birlikte geziye Uçh'tan başladı. Gucerat yakınında Gudi Vilod'da konakladı, oradan da bir ormana girdi ve dokunulması yasak halklardan (parya) bir kalabalığa vaazda bulundu. O kendisini, davasına uyum ve tutarlılık sağlayacak olan Satgur Şems ve Pir Satgur'un ışığı olarak tanıttı. Orada çok tutulan Pir Satgur adı (ile) yakından tanınmış oldu. Sonra çıplak ve çorak bir ülkeye vardı; Malva'nın ortalarına kadar ilerledi. Oradaki köleler kastından (sınıfından) Abhera ve Bhilleri inancına çevirdi. Pir Şems Hindu inançlı Bhambi bölgesini de İsmaililiğe döndürdü ve davayı Ganj'a kadar yaydı.

Sözlü geleneğin bize anlattığına göre, ailesi Pir Satgur'a akraba olan Ransi adlı biri de Pir Şems'in müridi oldu. Onun oğlu Ajmal ( ya da Ajay Singh) ve Pir Ramdeo’nun babası Pir Şems'e inanmayı sürdürdüler. Junjala, Jaithgarh ve Karel ziyaret ettikten sonra Pir Şemseddin Sebzevari, Japur-Ajmer bölgesindeki Bichun ve Sakhun'a kadar ilerledi. Khiwan ve Ransi'yi inancına soktuktan sonra Multan'a geri döndü. Rajastan Nyariya'sı (belki Nizaria) hala köklerinin Multan'dan geldiğini ileri sürmekte ve Pir Şems'e bir guru (evliya, sahip) olarak saygı göstermektedirler.

15. yüzyılda Pali bölgesi, Bilara, Jaitaran'lı Sirvi kastı, Pir Şems'in müridlerinden biri olan ve Jiji Devi olarak tanınan kadın evliyanın (azize) öğretilerini kabul etmişlerdi. Daha birçok bölgelerin, Pir Şems ve torununun oğlu Pir Sadruddin'in İsmaili risaleleri ve onların damgaları vurulmuş bir inanç edebiyatı vardır.

Racastan'da davanın yayılmasının üstü hemen hemen sisle örtülüdür. Bununla birlikte Fransız bilgini Dr. Dominique Sila Khan de Jaipur, Rajastan'daki İsmaili dava üzerine çalışıyor ve çok yararlı tarihsel ipuçları topladı. Umut edilmektedir ki, onun çalışması değerli bilgiler kazandıracak ve olasılıkla bir ışık demeti saçacaktır. Bu arada onun şu çalışmalarına başvurabilirler: “Ramdeo Pir and the Kamadiya Panth” (krş. “Folk, Faith and Feudalism” ed. by N. K. Singhi, Jaipur 1995: 295-327), ve “L'Origine Ismaelienne du culte Hindou de Ramdeo Pir” (krş. “Revue de L'Histoire des Religions”, Paris 1993, ccx-1: 27-47).

Onların arasında en gözeçarpan kişi Ramdeo idi. İsmaili Pirlerinin öğretilerinden etkilenmiş olarak, Gucerat'ta Sat path (doğru yol) öğretilerini anlattı, fakat dava içinde bir aksilik yüzünden Ramdeo'nun izleyicileri, eski inançlarına geri adım geri attılar; Hindistan'da bir çeşit farklı kült yarattılar. (Ayrıntılar için bkz: Mumtaz Ali Tajeddin S. Ali, “ Ramdeo Pir: A Forgotten Ismaili Saint” (Sind Review, Hyderabad, vol. 32, April 1995: 24-29).

İslam dünyası üzerine düşen Mogol istilaları belasının sonucu olarak, Hindistan'a İslam göçmenleri akını alabildiğine artmıştı. Bu göçmenlerin farklı alanlarda geniş koloniler kurduğunu görüyoruz. Hindistan'da Müslüman yerleşmeleriyle uzlaşma ve farklı kültür grupları arasındaki uyuşum, sadece bir ahlak ve intellektüel istek değil, aynı zamanda ivedi bir toplumsal gereksinimdi. Müslüman fatihler kendi siyasal üstünlüklerini kurmuşlardı, ama din, dil, ırk ve kültürel yönden onlardan fazlasıyla farklıyken yönetimi sürdüremezlerdi. Ulema sınıfı, zaman bağlantıları içindeki değişimin çok az farkına varmış ve nadir olarak günün gereksimimlerine göre dinsel eğilimlerini yeniden yapılandırmayı denemişti. Buna karşılık, İslam mistikleri fırsatlardan yararlandı ve Hindistan'daki çeşitli kültür grupları arasındaki dilsel, ideolojik ve toplumsal engelleri ortadan kaldıran syncretic (değişik inançsal) güçleri serbest bıraktı. Mutasavvıflar, bütün din ve inançlar arasında bir anlayış ve sevgi köprüsü kurulmasını hareketini benimsedi. Bu geniş bakış açısı, değişik kültür grupları arasındaki ilişkilerde gedikler açmış olan tecrit (soyutlama) ve güvensizlik ruhunun kırılmasına yardımcı oldu ve her düzeyde yeniden yaklaşım için yollar döşedi. Mutasavvıflar bütün dinlere, aynı hedefe, aynı varış noktasına götüren farklı yollar olarak baktı ve onlar tek bir organizmanın, insan toplumu içerisinde herhangi bir farklılık ve ayırım yaratmasını asla onaylamadılar.

Çok sayıda Hintçe sözcükler, cümleler, deyimlerin kullanılışı ve dönemsel edebiyattaki teşbihler (benzetmeler), gelişmiş toplumsal ilişkilerin genişliğini belirlemektedir. Prof. Gibb “An Interpretation of Islamic History” (krş. “Journal of World History”, 1. vol., no. 1: 59) makalesinde,

“13. yüzyıldan itibaren Sufism, giderek artan biçimde toplumun içindeki yaratıcı sosyal ve düşünsel enerjiyi, bir sosyal ve kültürel devrimin aracı ve taşıyıcısı olmaya yönlendirdi”

diye yazmaktadır.

Belki de başka hiçbir ülkede, Hindistan'daki gibi uzaklara ulaşan ve böylesine belirgin bu tür sosyal ve kültürel devrim olayları yoktur.

İlk Hindo-Müslüman mutasavvıflar, insan toplumunun bütün sorunlarına karşı, içinde şiddet bulunmayan ve barışçıl bir yaklaşıma inandılar. Onlar, zorlamaların çözümden çok daha fazla sorun yarattığını söylüyorlardı. Ayrıca gerçek tasavvufun, insanların kalplerinde etki bırakma ve sevgi yaratmak için çaba göstermesi gerektiği olgusunu, inananlarının zihinleri üzerinde, hem örneklemeler hem de ahlaksal kurallarla baskı yapmayı da denediler. Örneğin, “düşmanlarınızı teskin ediniz” sözü, Şeyh Farid'in kendi yandaşlarına verdiği önemli öğütlerden biriydi. O, “bana bıçak vermeyin" demişti bir keresinde konuğuna, "bana bir iğne veriniz. Bıçak kesmek içindir; iğne ise birleştirip dikme aracıdır.”

Ziyauddin Barani “Tarikh-i Firuz Shahi” (s. 344) kitabında çok dikkat çekici biçimde, bu mistik öğretilerin sonucu olarak, “vekillerin (temsilcilerin) insanlar arasında azaltılmış olduğuna” işaret etmektedir. Böylece, İslam mutasavvıflarının Hindularla daha yakın ilişkiler kurma istekliliği, Hindistan'da İsmaili dai’lerinin kendi inançlarının propagandası için verimli zeminin sağlanmasına kolaylık kazandırmıştı.

Hindistan'da sufiler arasında, Çisti, Kadari, Suhravardi ve Nakşibendi dört farklı ana tarikat mevcuttu. Pir Şems dönemi böylece, Sufi düşüncesinin birkaç usta temsilcisi olarak önemsendi; Pir Şems, Pencab'da Sufi çevresinin gelişme arifesinde kendi kapsamlı ve canlı davasını başlattı. Pencab'ın güneybatısındaki köylerde, beş nehrin ulaştığı aşağı kesimler ve Bahavahur arasından Sind'in içlerinde uzanıp dirsek yaptığı bölgeye kadar yol gösteren Aror ya da Rohra kastını İsmaililiğe çevirdi. Çoğu ekip biçen çiftçilerdi ve onların aşağı Çiab'daki büyük bölümü tarımla uğraşıyorlardı. Batı Pencap'takiler ise hasır ve sepet örücü; bakır ve piriçten kab-kacak ustaları ve sarraf idiler. Pir Şemseddin değişik bölgelerde dinsel alacakları (the religious dues: Hakkullah?) toplamak için musafir (gezi yapan, dolaşan) atadı ve de tapınma-evleri (khana: ev, cemevi) yaptırdı. Ayrıca aralarına mukhi'ler (sözcük, 'en önde bulunan' anlamında, mulhia'dan çekilmekte) ve bazı ritüeller (tapınma törenleri) de soktu; onun Pencab ve Kaşmir'deki yandaşlarının büyük çoğunluğu kendilerini gupti (sır tutanlar) diye tanıtıyorlardı.

Pir Şems 1356'da dünyadan göçtü ve Multan'da gömüldü. Torunu tarfından yaptırılan türbesi, kalenin bir mil kadar doğusundaki Ravi ırmağının eski yatağının yüksek bankı üzerinde bulunmaktadır. 1718 yılında bir İsmaili tarafından yeniden inşa edilen türbe, kare planlı ve üstündeki yarımküre kubbesiyle yaklaşık 10 m. yüksekliğinde bir anıtsal mezardır. Süslü parlak duvar çinileriyle kaplanmış durumdadır. Pir Şems büyük bir hatip olarak alkışlanmaktadır. O, farklı Hind dilayelektlerinde pek çok ginanlar besteledi. Olasıdır ki, onun yerel öğrencileri, birçok yerden onun öğretilerinin özünü birinci elden aldılar ve onları yaratıcı bir biçimde ginan formuna transforme ettiler. Bunlar dinsel ve inançsal öğretilerin zengin anbarı ve Sufi simgeciliğinin bolluğu üzerinde çok geniş fikir veren Sufi düşüncesinin büyük hazinesidir. Pir Şems, kırsal halk dillerini üstün bir ustalıkla kullanıyor ve dinsel felsefe ve doğal güzellik idelerini yorumlamak için onları araç yapıyordu. Gerçekten o, İslamın tasavvuf öğretisi anlayışında çok bilgili bir insandı. Son titiz bir araştırma, onun en erken, daha doğrusu ilk Pencabi (dilinin) ozanı olduğu ve de (başlangıç döneminde) Urdu dilinin gelişimine zengin katkıda bulunduğunu gün ışığına çıkardı. Gerçekten kendisi, renkli mecaz ve deyimlerin uygun dönüşümüyle yerel diller içindeki gerçeği ifade etme yeteneğine sahipti.

Pir Şems'in ölümünden sonra, oğlu Pir Nasiruddin (ölm. 1362) daha çok Pencab'da davayı sürdürdü ve Uçh'da öldü. Onu da oğlu Pir Sahib'din (1252-1373) izledi ve o bir Hindu evliyası olarak yaşadı. Aynı zaman o geniş bir proselytizm (din değiştirme) sağladı. Pir Sahib'din'in yedi oğlu vardı:

*

1) Pir Sadruddin
*

2) Sayed (Seyyid) Ruknuddin
*

3) Sayed Badruddin
*

4) Sayed Shamsuddin
*

5) Sayed Nasiruddin
*

6) Sayed Ghiasuddin
*

7) Sayed Nasiruddin Kalandar Şah

 Pir Şems’ten iki ginan:

1. İmam Kasım Şah’ın Fermanı…

nar kaasam shaah naa farmaan thee gur shamsh peer

ramavaa neesareeyaare maa…………………………………..1

Zamanın İmamı Kasım Şah'ın fermanıyla yolgösterici Pir Şems,

Oynamak için meydanlara çıktı (*)

te to faryaa mulak chovees maa(n)he

aape shree var meer ramavaa neesareeyaare maa…….2

Yirmi dört ülke dolaşan Büyük Pir'in bizzat kendisi

Bir damat gibi oynamak için meydanlara çıktı

pelee cheennab nagareeye paravareeyaa

tyaa(n) bodhyaa surjaade naar ramavaa neesareeyaare maa…..3

O ilkönce Çinab kentinde göründü

Orada kraliçe Surjaa-De'de konuşmalar yaptı, öğütler verdi

Oynamak için meydanlara çıktı

pachhee meru-e deetthaa khel ghannaa

teno nahee koi paar ramavaa neesareeyaare maa…………………4

Sonra Meru'ya gitti

Şimdi kendisinin gösterdiği sınırsız mucizelere

İlk kez orada tanık oldu

Oynamak için meydanlara çıktı

pachhee aavyaa te u(n)ch nagarmaa(n)he

paygambar naa pareevaar ramavaa neesareeyaare maa……………5

Sonra Unç kentine geldi

Peygamber soylu yolgöstericinin kendisi

Oynamak için meydanlara çıktı

tyaa baavadeen ne bhu(n)ddo karee

see(n)gaddaa keedhaa prakaash ramavaa neesareeyaare maa……6

Ona karşı yaptığı yanlış hareketlerinin cezası olarak

Bahauddin'in başı üzerinde boynuzlar çıkardı Pir Şems

Şimdi oynamak için meydanlara çıktı

taare mu-o jeevaaddyo gurjee-e

keedhaa khel anat apaar ramavaa neesareeyaare maa……………..7

Sonra orada bir ölü adamı yaşama döndürdü

Sayısız mucizeler gösterdi ve şimdi

Oynamak için meydanlara çıktı

taare suraj ma(n)gaavyo satguru-e

te deettho sarave sa(n)saar ramavaa neesareeyaare maa………….8

Gerçek Veli-Satguru (Şems) göklerden güneşi yere indirdi

Oradaki bütün halk buna tanık oldu ve şimdi

Oynamak için meydanlara çıktı

evee kudarat gure aape karee

te aapo aap moraar ramavaa neesareeyaare maa…………………….9

O kudretli Veli bu mucizeleri kendiliğinden gösterdi

Çünkü Övgülerüstü Yücelik(Tanrı),

Şems'in kişiliğinde yeniden doğmuştu ve artık

Oynamak için meydanlara çıktı

tyaa(n)thee aavyaa analavaddamaa(n)he

naachyaa garbeemaa(n)he ramavaa neesareeyaare maa…………10

Daha sonra Analavad köyüne geldi

Orada garbi'ler söyleyerek dansetti ve

Çalgı çalmak için meydanlara çıktı

te to murakh maram na bujtaa

te bhulaa fare gemaar ramavaa neesareeyaare maa………………11

Doğru yolu budalaca yitirmiş,

Avare avare gezip dolaşan

Cahil kalabalık bu gizemi anlamıyordu ve o

Çalgı çalmak için meydanlara çıktı

gur geenaan katheene sarve ne kahe

saathe anat apaar ramavaa neesareeyaare maa……………………12

O herşeyi açığa vuran bu dizeleri (ginan) terennüm etti

Onların içinde sınırsız Gerçek Bilgi bulunmaktadır

Ve ulu Pir (Şems) işte bunlarla

Oyun oynamak için meydanlara çıktı

evaa chaarei ved bataavtaa(n)

kathe chaare keetaab ramavaa neesareeyaare maa……………….13

O, dört (kutsal) Kitabın ve dört (Hindu) Veda'sının sırlarını

şiirlerinde zikrederek gösterdi ve

Oyun oynamak için meydanlara çıktı

evee shaakhaa sarave sat tannee

maarag satpa(n)th dharam ramavaa neesareeyaa maa…………..14

O Sat Panth, yani Doğru Yolu,

Tüm kanıtları zikrederek ortaya koydu ve

Oyun oynamak için meydanlara çıktı

evaa chhellaa te ved kuraan

gur kahe chhe vaann anek ramavaa neesareeyaare maa…………15

O yine birçok dizelerinde Kuran’ı son Veda olarak tanımladı

Oyun oynamak için meydanlara çıktı

e to puraa purav pun tannaa

samaje je koi jan ramavaa neesareeyaare maa……………………….16

Sadece önceki yaşamlarında doğru biçimde davranmış olanlar

onun inanç kurallarını izler

Çünkü o oyun oynamak için meydanlara çıktı

te gur kahe amar huvaa

te aaj kal chhellee sa(n)dh ramavaa neesareeyaare maa…………17

Guru (Veli) “işte böyle insanlar ölümsüzlüğe ulaşır

Şimd bunu yapmak için son fırsattır” dedi ve hemen

Oyun oynamak için meydanlara çıktı

evo gur shamse bhaakheeyaa

saacho ehee geenaan ramavaa neesareeyaare maa………………..18

Yolgösterici veli Şems böyle söylüyor

İşte gerçek bilgi budur ve kendisi

Oyun oynamak için meydanlara çıktı

2. Sen Varsın ve Sonsuzsun Tanrım!

ejee kaayam daayam tu(n) saamee

tere naame bi koi koi………………………………….1

Ey Ruhlar !Yüce Tanrım sen varsın ve sonsuzsun

Adın da sadece bazıları tarafından bilinir

ejee aj sachaa kol patijannaa

aj sacho mahammad sohee sohee………………..2

Gerçek Peygamber Muhammed tarafından

İnananlara bağışlanmış Gerçek Sözü izle

ejee peeran ba(n)daa tolannaa

gur vachan aa(n)daa bi ddhoi ddhoi……………3

İnananlarPirlerini yargılamazlar

Fakat onlar Efendilerinin sözünü saygıyla ve tevazuyla Kabul edecekler

ejee saadhu lage saadh thiaa

tiyaa(n) gaaphal vetthaa roi roi……………………4

Gerçek inanan (kendi iyidavranışlarını)yeniden düzenleyecek

Oysa cahillergözyaşı dökecekler

ejee soho vareh ki jivannaa

ba(n)daa aakhar marannaa bi hoi hoi…………..5

Yüzyıl yaşamak gerekse bile

Sonunda ölmek zorunluğu vardır

peer shamsh kahe dil dariyaa chaandrunnaa

je kare kirataar so hoi hoi…………………………….6

Pir Şems işte böyle söyler:

Aydınlanmış hayırsever bir gönül/kalb taşıyınız

Sadece yaratıcının iradesiyle doldurunuz

(Fransızcasından Türkçeleştiren: İsmail Kaygusuz)

2. Pir Sadruddin ve Hindistan İsmaili Davasının Ulaştığı Son Nokta

Hindistan gelenenekleri içinde en tanınmış ve saygı duyulan huccetlerden biri olan Pir Sadruddin 2, olasılıkla 1300’ün ilk çeyreği içinde Sebzevar’da doğdu. Onun adı, Pir Şemseddin oğlu Pir Nasuriddin oğlu Pir Sahibdin oğlu Muhammed idi. İlk eğitimini evdeki geleneksel çizgiyi izleyerek aldı. O İslami tevil bilimi ve sufi öğretisini çok iyi kavramış bilgin bir kişiydi. Hacılık için birkaç kez Mekke’yi de ziyaret etmişti ve kendisinin Arapça’yı rahat konuşabilecek bir eğitim aldığı görülmektedir. Pir Sadruddin’in 1335 yılında Hindistan’a geldiği ve Pir Şemseddin’in misyonuna katıldığı söylenir. O, çeşitli dinsel gelenekleri ve yerli halkların toplumsal âdetlerini, farklı inanç eğilimlerini inceledi ve yerel dilleri çok iyi öğrendi. Sonuçta, Hind geleneğinin içine dalıverdi.

Hindistan’da 18. yüzyıla kadar İsmaili davasının merkezi Sind olmuştur. 1361’de Sumra hanedanı sona erdi ve Sind’in sahipliğini ele geçirmiş bulunan Sammah’lar için alan açıldı. Onların şefleri Unar Jam (Cem) sıfatıyla tahta oturdu. 1367 yılında o ölünce, yeğeni Cem Tamachi yerine geçti. Onu da Cem Hayreddin ve arkasından Babinah izledi. Kısa bir sure sonar Gucerat’ı ve Hindistan’ın diğer bölümlerini boyunduruğu altına alan Firuz Han Tughlak (1320-1388) Sind’i istila etti. Cem Babinah’ı yenen Firuz Han Sind’e egemen oldu. 1519 yılında Şah Beg Argun (ölm. 1521) Cem Firuz Han’a üstün gelince Sind’de Argun hanedanı kurulmuş oldu.

Yeniden konumuza dönersek, geleneklerin dikkatle incelenmesi Pir Sadruddin’in inancını yayma davasına Pir Şems’in yönetiminde 1356’da, yani onun dünyadan göçtüğü yıl ile başladığını gösteriyor.

Ulaşılabilen geleneksel söylencelerin bölük-pörçük parçalarından bir hükme varılırsa onun, davada kendisine yardım etmeleri için farklı kabilelerden 12 yetenekli vekil seçtiği bilinir. Yine onun, Uçh’tan başlayarak, Hind okyanusuyla birleşen bölgeler gibi uzak, aşağı Sind kısımlarına ve bugünkü Karaçi çevresine kadar seyahat etmiş olduğu görülür. Gelenek, Pir Sadruddin’in Sind’in iç bölgelerinde seyahat etmek için bir deve kiraladığı ve ilk önce de devenini sahibini inancına döndürdüğünü söylemektedir. Pir Sadruddin davasını Thatta bölgesinde canlı bir biçimde başlatmış ve Lohana ve Bhatia kastlarındanın büyük bir kısmını İsmaililiğe çevirmiştir. Daha sonra aşağı Sind’den merkeze doğru ilerledi ve bir grup dai ile Kutçh’u da ziyaret etti. Davasını Gucerat ve kuzey Hindistan ve Deccan’a da soktu. Aynı zamanda aşağı kastları da İsmaili inancına çevirmeye çalıştı; o, Ramdeo’nun yandaşları arasında bilinen bir deyimi- Nizar adını yakıştırarak onun kimliğine büründürdüğü Ramdeo’ya saygı gösterdi. Ramdeo’nun izleyicileri için Pir Sadruddin’in Nizar adını taşıyan bazı ginanlar yazdığı ve okuduğu bilinmelidir.. Onun dava etkinlikleri Gucerat ve Kathiawar’ın diğer kesimlerini de tümüyle etkisi altına aldı.

Pir Sadruddin 1396 yılında, kırk yıllık çalışmalarının sonucunu İmam İslam Şah’a bildirmek (rapor etmek) için İran’ı ziyaret etti.3 O, Hind ve Sind hucceti ya da Hind geleneğine göre pir olarak atandı. Yeni hedeflediği yönlerle o Hindistan’a döndü ve tapınma evleri (khana, hane) kurdu; Sind’de ‘başadam, başkan’ olan mukhi (‘baştaki-öndeki adam’ anlamına gelen mukhia’dan çekilme) atamaları yaptı. Her topluluk, uygulamacı yetkisine sahip bir başkan, yani mukhi tarafından yönetilirdi. Bu kişinin makamı, dönemsel seçildiği için artık kalıtımsal değil, yani babadan oğula geçmezdi. Başkanın yetkileri ve görevleri ginanlarda açıkça belirtilmiştir. Küçük köylerde yürütme güçleri mukhi’nin yetkisine verilmişti ve yalnız önemli olaylarda bir yaşlılar meclisi toplantıya çağırırdı.

Pir Sadruddin, Pir Şemseddin’nin müridlerine tapınma evleri (khana) inşa etmek için Puncab ve Kaşmir’i de ziyaret etti ve Multan’da Pir Şemseddin için bir türbe yaptırdı. Bundan sonraki ziyaretini Putan’a yaptı; Hinduizmi terk ettiği zamandan beri durumu henüz değişmemiş olan Pir Satgur tarafından İsmaililiğe çevrilmiş, ama tanınmayan eski Khoja’lara (Hocalar) Gucerat’ta yeni bir hayat vermeğe önem gösterdi. O, bu durgun-edilgen Khojalar sınıfının içine yeni bir canlanma soluğu verdi ve onları yeni gelişmekte olan Khoja topluluğunun inancı içine soktu. Bilinmelidir ki Pir Satgur dönemi süresince yeni inanç değiştirmiş olanlar İsmaililik ve İslamlık üzerindeki bilgilerinde henüz acemiydiler. Gucerat’ta İslam öncesi dönemde onun (Pir Sangur) arkasından, İsmaili olmayan dai’lerin davayı sürdürmüş olduğu bildirilmektedir. Arka planda, iki yüzyıldan daha fazla zamandan beri Hindistan davasının bilinmezlikle sonuçlanması Mısır’daki Nizari ve Mustalilerin bölünmesine dayalıydı.

Pir Sadruddin, Pir Satgur’un ilk İsmaili yaptığı kişilerden ikinci kuşaktan üçüncüsüne geçilirken Gucerat’ta yeni davayı başlatan bir sonraki dai oldu; üçüncü kuşağın hemen hemen çoğunluğu Hindu, pek azı İslamdı. Onlar eski söylenceler (mitolojik) ve mucizeler(in)den Sat panth’ın esin ve telkinini elde ediyorlardı. Pir Sadruddin Gucerat’ta değişik köyleri ziyaret etti; onları kendi yöntemiyle yenilemeye girişti ve onları, bu sıkıntılardan kurtarıp yeniden yaşama başlattı ve yeni doğup gelişen Khoja (Hoca) topluluğunun içine dahil etti. Uzun bir geziden sonra Pir Sadruddin Sind’e geri döndü. Onun asıl eylem ve etkinlik alanları, dava çalışmalarını yönettiği yer olan Uçh’taki karargahından) ışık saçılıp aydınlanıyordu.

2.1 Pir Sadruddin'in İsmaili Davasını Yayma Yöntemi

Muhammad Umar "Islam in Northern India" (Aligarh 1993: 371) kitabında şöyle bir genelleme yapıyor:

“Hindular arasında İslamın yayılmasına büyük yardımı olan önemli bir faktör belki de İslam sufilerinin, yeni dine dönmüş Hindulardan, kendi eski geleneksel alışkanlıkları ve inanç törenlerinden vazgeçmelerini istememeleriydi. Onlar, yeni dine dönenlerin zamanı geldiğinde İslamdışı tapınmalarından kendiliklerinden vazgeçeceklerini sandılar. Oysa biz, İslamı kabul etmiş, fakat din değiştirdikten sonra bile hala geleneksel inanç ve âdetlerini sürdüren Hindular hakkında referanslar bulmaktayız.”

Pir Sadruddin’in dava sınırtaşı (yolgösterici işaretinin), en azından üç süreç içinde derece derece dindeğişimi geleneklerinden çıkıyor. Yine ginanların özünden de benzer biçimde sonuç alınıyor. Kullanılan yöntemde, dava özel bir iskelet üzerinde temellendirildi.

Henüz başlangıç aşamasında, müritlere, sade bir Sat panth (doğru yol, tarık-i mustakim) anlayışıyla ahlaki ve ruhsal öğretilere ilişkin dersler verilirdi. Konuşmalarda ve ginanlarda, ana dillerindeki yerli simgesel deyimler kullanıldı; örneğin alakh nirinjan (tanımlanamaz, tarifsiz Tanrı), guru bharma (Muhammad), nar naklank (Ali), nar (İmam), guru (Pir, veli), harijan (müminler, inananlar), gat (meclis, topluluk), gat ganga (toplantı yeri, cem evi), gatpat ( kutsal su), jaap (yakarış, dua) vb.

Sözlük, benzerlikler ve teknik deyimler yaygın toplumsal alışkanlıklarla sınırlandırıldı. Onlarda bhajan (şarkı) geleneğinin tadını bulan yeni müritler için kırsal-ülke halkının dillerin üstün bir beceriyle özel ginanlar düzenlendi. Bu şarkılarda Pir Sadruddin kendisini Gur Sahodeva ve Gur Harichandra unvanları-takma adlarıyla tanımlıyordu, yani onların kimliğine giriyordu. Bu destansı ilahiler, mitololojik-söylencesel düşünceler, toplumsal âdetler ve halk bilgileriyle (folklorla) renklendirilmişti. Böylece bu ginanlar, birçok düşünce ve hesaplar üzerinden son derecede hayırlı denemeler yapan bir işlem olarak Hind dillerinde paragraflara ayrıldı.

Yoğunlaşma ve önemli vurgulama, Hinduizmden İslama olabildiğince yumuşak ve kolay geçiş yapılması üzerinde yapıldı. O, her durumda yeni inananlara yabancı dille, yani Arapça olarak öğretilen İslam tapınmalarının geleneksel biçimlerine uymaları konusundan ısrarlı olmadı. Böylece Pir Sadruddin onlar üzerinde sert ve hızlı yönetim uygulamadı.

Buna karşılık, yeni din değiştirmiş olanlarını, incelmemiş ilkel meditasyon fikirleri, fakat dar kapsam içerisinde kısıtlanmış olan marifet (gnostik) uygulamalarına sahip olduklarını belirtmek gerekir. Onlara, zikir uygulaması (zikir çekme), jaap (yakarış, dua) dedikleri kesin bir Sufi üslubu içinde derece derece öğretilir ve müritlerin ruhsal gelişiminin her anı izlenip gözlenirdi. Müritlerin, kendi gelenekleri, sosyal alışkanlıkları ve kültürlerini korumakta özgür kalmaları da işlerine geliyordu. Ali Ahmad Brohi “History on Tombstones” (Hyderabad 1987: 132) kitabında,

“İsmaili inancının asıl çekiciliği, eski toplumsal düzenden herhangibir kopmaya neden olmaksızın, önceki yerel inançları ve âdetleri sürdürme özgürlüğü tanımasıydı”

diye yazıyor.

İkinci aşamada müritlere, her gece yarısı özel olarak mırıldanmaları için sadece bir-iki sözcük (guru mantra veya sat shabada) emanet edilirdi. Pir Sadruddin, Hinduizm ve İslam’dan benzer ögeleri ayıklayıp ortaya çıkararak tebliğ etti. O ayrıca kendi felsefi düşünceleri içinde benzerlikler buldu; batıni görüşler üzerine çok büyük değerler ekledi ve dışsal (zahiri) şekilciliği (formalism) bir kenara koydu. Sayyid Athar Abbas Rizvi “History of Sufism in India” da (New Delhi 1978, 1. vol.: 109),

“İsmaili daileri, kendi batıni sistemlerini, inançlarına döndürdüklerine uyacak biçime sokmakta tereddüt etmeyecek kadar gayretli ve coşkulu kişiler olduğunu”

yazıyor.

Böylece bu aşamada, müritlere Das Avatara kuramı altında, sert olmayan Arap kabuklu İslami özde birleştirilen incelmiş öğretileri uygulamalı öğrenmeyi gösterdi. Din değiştirmiş müritlere, Vishnu’nun, salmal deep’te (Arabistan’da) naklank (Ali) -ki o zaman Irak Khand’a (İran) oturan Şri Salam Şah,yani İmam İslam Şah donunda yaşıyordu- olarak onuncu kez dünyaya gelişi-yeniden doğuşu olduğu tebliğ edildi. Pir Sadruddin bu yöntemle, Tanrısal açınım-mazhar (Divine Epiphany) üzerine Şii İmamlık öğretisini Hindu iskeleti içinde yeniden formüle etti. İmamlık doktrini bu şekilde, kuzey Hindistan’da Hinduizmin egemen bir akımı olan Vaishnavita fikirleri çerçevesi içinde davaya uyduruldu. Özet olarak, yeni din değiştirenler, kendi eski inançlarının tamamını Sat panth’da (doğru yolda) gördüler ve bu yönlendirme sırasında onlar da kendi gelenekleri içinde Peygamber Muhammed ve İmam Ali uyumunu buldular. Ancak doğrusu şudur ki, daha özlü biçimde Das Avatara kuramını ilk ortaya koyan Pir Şems oldu, fakat Pir Sadruddin “Das Avatara” adını taşıyan kendi küçük risalesiyle onu özenli bir biçimde başlattı. Kaydetmek gerekir ki, Seyyid İmam Şah da onun üzerinde, genişletilmiş açıklayıcı bir versiyon üretti.

İkinci aşamada birkaç başka ginan dahi düzenlendi ve bunlar önceki dönemin düzenlemeleriyle biraz farklılık gösteriyordu. Bu andan itibaren, Arap ve Fars dillerinden alınmış sözcükler ve sözlük artık ginanlara nüfuz etmiştir. Onların içinde Pir Sadruddin kendisini, Pir Sahodeva, Pir Harichandra olarak tanımlamıştır Pir Sadruddin’in yanısıra.

İyice eğitildikten sonra müritlere, üçüncü aşamada Şii modeli üzerinden basit olarak bazı inanç törenleriyle saf Sufi öğretileri veriliyordu. Vurgu ve yoğunlaşma, daha önce tartışdığımız gibi Pir Satgur dönemindeki aynı tarz içine sindirilmiş ve sonuçta Khoja unvanını taşıyan onların meditasyona (inzivaya, çileciliğe, yani nefs ile savaşıma) çekilmelerini sağlamanın sürdürülmesi oldu. Bununla birlikte görülmektedir ki, Sind’de Lohanalı ticaret yapan sınıf, dışarıdaki çevrelerle onların alışveriş ilişkilerinden dolayı halk tarafından Khoja olarak ilk kez öne çıkarıldı. Sonuçta, yaşamın akışından halk, aslında açık bir biçimde ilgisizce “soylu adam” ya da “tüccar” anlamı vermişti. Bu unvan giderek, “hoca, efendi, sahip, öğretmen” anlamına gelen orijinal Hindu-Lohana unvanı thakur veya thakkar ın yerini aldı.

Pir Sadruddin doğrusu halkın inancını yumuşak bir biçimde İslamlaştırdı ve asla onların kültürlerine engel olmadı. Hindular kitleler halinde, özellikle yabancıdan daha fazla Hindli olan İslami düşüncenin en iyisini içine sindirdi. Pir Sadruddin daha sonra yeni İsmaili inancına dönmüş olanları, kendi Hindu ibadetleri için, törensel yıkanma, heykelciklere tapınma ve kastlara (sınıflara) ayrışma üzerinde mantıksal anlatımlarla suçlamalar getirerek kınama ve tenkide başladı. Altı Hindu felsefe okulu, dünyadan kendini soyutlama ve çilecilik geleneklerini de eleştirdi. Onun Ginanlar kitabından alınmış birkaç örneği aşağıda veriyoruz:

*

· Çakıllar ve taşlara tapınarak kurtuluşu asla bekleyemezsiniz. (142:2)
*

· Çakıl ve taşları yaktıktan sonra kireçle üzerlerine heykelcik-put çiziyordunuz. Onu nasıl Krişna Efendimiz diye çağırılabilirsiniz? (142:3)
*

· Ganj ırmağında yıkanmak için Kasi’ye gidiyorsunuz. Bu su hacılığı ziyareti de nedir? Eğer kurtuluş yıkanmakla elde ediliyorsa, o zaman suyun içindeki balık ebedi kurtuluşa ulaşabilir. Oysa Ganj’daki balıklar, suya garkolmuş zaman içinde ölüp gidiyor. (183:4-6)
*

· Ey dikkatsiz, düşüncesiz insanlar! Neden taşa tapınıyorsunuz? Neden onu tanrınız olarak seçiyorsunuz ki, o kendiliğinden ne eğilir-hareket eder ne de konuşur. (203:2)
*

· Veda’ları bir amaçtan yoksun olarak dinliyorsunuz. Nasıl onu dinlerken günahlar yok olabilir ki? (167:8)
*

· Pandit ‘ben et yemiyorum’diyor. Ey Pandit, süt ve lor peyniri nereden elde ediliyor? Söyle de bileyim. (123:5)
*

· Yogi Gorakh-Nath’a tapınır; Brahmin Şiva’ya ve Çileci (Fakir) aras-Nath’a ibadetini yapar. Bu üç insan, bu dünyada yanlış-köyün yoluna gitmektedir. (96:3)

 Böylece o, bilinçli biçimde yandaşlarının İslami kökleri ve tanımlarını korumuş oldu. Gerçekten Müslümanlar ve Hidular arasındaki sınırlar ginanlarda çok iyi belirlenmişti. O, İslam ve Hinduizm arasında karşılaştırmacı yöntemle, davasının belirleyici bir sınırtaşı olan simgesel bir köprü kurdu.

Pir Sadruddin’in özel dava yöntemini özetleyen Ishtiaq Husain Qureshi, “The Muslim Community of the Indo-Pakistan Subcontinent” (Karachi 1977: 41-2) kitabında şöyle konuşuyor:

“Açıkça inanç öğretilerini yalanlayarak, karşıtını koyma yerine ve bir Brahmin ya da Hindu rahibi gibi bir İsmaili davasının sunulduğuna dair kayıtlar üzerinde birçok örnekler vardır; o altüst etmeyi araştırdı, ana varsayımları saptadı-belirledi ve İsmaili inançlarından bazılarını kılık değiştirmiş biçime, yani yeni bir kılığa soktu ve böylece derece derece tam bir din değiştirme için hazırlık yaptı. Tamamıyla bitişmenin eksikliği İsmailileri asla endişelendirmedi, çünkü onlar sonuçta din değiştiren kimsenin inançlarını tümüyle kabul edeceğinden tam anlamıyla emindiler. Bu çeşit din değişimi özel bir biçimde başarılı olur. Başlangıçta, çağrı (davet) inanç ve doğmalar temeli üzerinde değildir, fakat bazı kişilerin ruhsal büyüklüğünün inanç değiştirtme içgücüne inandırma girişiminde bulunulur. İlk zamanlarda davanın kendisi, örnek karakter taşıyan bir kişilikti. Çok sık olarak Ali, Vaishnavite’ler arasında Vişnu’nun bir yeniden doğuşu (incarnation) olarak tanımlandı. Kısacası sadık bir kişilik yaratıldıktan sonra mürit, İsmaili İslamın öğretimi sırasında, tam olgunlaşmış inanç içine çeşitli aşamalar aracılığıyla alınırdı.”

Ayrıca, Sind’de, Kutch, Gucerat ve Kathiawar’da Pir Sadruddin’in İsmaililiği yayma davasında, kitlesel din değiştirme yaşandığını ileri sürmek akla uygun olasılığa çok daha yakındır. Onun, daha önceki davalara sokulmuş eski törenleri çıkarıp attığı ve onlara daha somut, elle dokunulabilir biçimler verdiği görülür.

“Bu yöntemle”, diyor Ansar Zahid Khan "History and Culture of Sind" (Karachi 1980: 275) kitabında, "Sadr al-Din Nizari İsmaili koluna, son tamamlayıcı dokunuşları ve düzeltmeleri sağlamaktan sorumluydu.”

O ayni zamanda Utçh’taki ana hazineye konulmak üzere inanç vergisi toplamaları için farklı yerlere vekiller atadı. Yine o, Kuran ayetleriyle süslenmiş Hind dillerinde günde üç kere duaya (namaza) başlattı. Hindli Khoja İsmaililer arasında Topluluk (cemaat) bağını onun açık bir biçimde beyan ettiği kabul edilmektedir. Daha önce, iletişim yokluğu nedeniyle farklı yerlerde oturan birbirinden soyutlanmış İsmaili mensupları, kendi dindaşlarını güçlükle tanıyabiliyorlardı. Bu topluluk bağı, İsmaili dünyasında canlı bir güç olarak şimdi de ses çıkarmaktadır.

Pir Sadruddin Khoja İsmailileri Sind ve Khathiawar’da, bir topluluk bağı altında onları biraraya getirip birbirine bağlamak için yerel ve komşu taraftarları katılmaya çağırarak birçok kere büyük toplantılar yaptı. O zamandan beri onların bağlılığı sadece bir kardeşlik değil, fakat aynı zamanda bir topluluk görevi olarak yerine getirildi.

Böyle fırsatlarda farklı diyalektlerde ifade edilmiş olan özel ginanlar düzenlenirdi. Pir Sadruddin’in dava etkinlikleri üzerinde yazan Ali Ahmad Brohi “History of Tombstones” (Hyderabad 1987: 133-4) kitabında şunları söylüyor:

“İsmaili davasını benimseyen herhangi bir kimse, kendi geleneksel inancının uygulamalarını yapmak ve hatta önceki isimlerini, kastlarını, kimliğini; İmam’a inanma tebliği, Pirler ve Ali soylulara saygıyı ekleyerek korudular. Böylesine özgür tutum ve davranışın kabul edilmesi sayesinde, Langah, Soomra ve Lohana gibi pek çok güçlü kabileler, İsmaili Satpanth’ına (doğru yoluna) çekilmiş oldular.”

Pir Sadruddin yaşamının son dönemini Utçh civarındaki Jetpur’da geçirdi. Burası Satlaj ırmağının güney kıyısında kurulmuş, Bahawalpar devletine bağlı bir kasabaydı. Aynı zamanda Uçha, Osa, Askalinda, Deogarh ya da Chachpur gibi adlarla çağrılıyor ve Araplar ise ona Basmad adını takmışlardı.

Geleneneksel söylentilere gore; Raja Caç, Utçh yakınında bir tank, yani su sarnıcı yaptırmıştı ve Rani Tank olarak tanınıyordu. Raja aynı yere bir şehir kurulması ve ona Catç adı verilmesini buyurdu. Bu isim daha sonra bozularak Utçh oldu. Burası eski bir İslam öğrenimi merkeziydi, Mezarlığı ve evliya türbeleri, bu yerin İslam yönetimi döneminde çok tanınmış olması gerektiğini sessizce yansıtmaktadır. Görülür ki, Utçh İslam velilerine barış ve büyük saygı sağlamıştır.

Pir Sadruddin de burasını kendisine karargah yaptı ve Sadarhu (Sadar Şah) adında yakın bir köyde yaşadı. O, Jetpur’da ailesi için küçük bir ev yaptırdı. Utçh’ta oturduğu sırada yerel seçkin kişilerle yakın bir ilişki kurmuştu. Bahawalpur’dan Niyab bin Kemal adında ileri gelen biri gerçekten onun müridi oldu. Söylentiye göre, o Niyab bin Kemal’ın evinde son hastalığının acıları içindeydi; Niyap yanına yaklaşıp, Pirinin dünyadan göçmekte olduğunu anlayınca hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Pir Sadruddin, cesedini onun evine gömmesini vasiyet etti. Böylece Pir Sadruddin’n 1416 yılında öldüğü ev 1648 yılında bölge halkı tarafından bir türbeye çevrildi. Onun, Sayed Zahir al-Din, Sayed Salauddin, Pir Tajuddin, Sayed Jamaluddin ve Pir Hasan Kabiruddin adlarında beş oğlu vardı.

Pir Sadruddin büyük bir İsmaili daisi, düşünür ve mantık bilgini (lehçeci) idi. Doğrusu o Alp sıraları gibi değil, Himalya sıradağlarındaki Everest gibi yüksekti, Ginanlarından onun ilk Gucerat ve Sindhi dillerinin ozanı olduğu sonucu çıkmaktadır. Ginanlar hakkında yazan Prof. Annemarie Schimmel “Pearls from the Indus” (Hyderabad 1986: 14) kitabında,

“Olasıdır ki, mistik renklerle boyanmış şarkılar (ginanlar) ve dinsel öğretiler, Sindhi edebiyatının en eski mevcut örneklerini yaratmış olan İsmaili daileri tarafından kullanıldı”

diye işaret ettikten sonra daha ileride ekliyor:

“Sindhi dinsel edebiyatının en eski mevcut belgeleri, Khojki alfabesiyle yazılmış 14. yüzyıl bazı İsmaili metinleri içinde bulunduğu görülmektedir.” (Agy. s.55)

Sarah F. D. Ansari “Sufi Saints and State Power” (Cambridge 1992: 17) kitabında ise,

“Ginanlar ya da İsmaililerin mistik yazıları, Hindu Bhakti geleneği kadar Sufizmle dikkate değer bir düşünce koşutluğu sergilemekte; aynı tema ve motifler belirgin olarak paylaşılmaktadır”

diye işaret ediyor,

Pir Sadruddin, Astronomi, astroloji ve psikoloji bilgileriyle de çok ilgiliydi. O aynı zamanda Hind eczacılığında da çok üstündü ve bölge halkını tedavi ederdi. O Utçh’taki yoksula yardımcı oldu; hastalara ve yolculara hizmet eder, bu şekilde o büyük alkış-övgü alırdı.

Pir Sadruddin’den üç Ginan:

1.Tanrı Dünyayı Yarattıktan Sonra

ejee duneeyaa seerjeene shaahaa more an-na upaayaajee

pavan paannee paydaa keedhaajee…………………………..1

Ey canlar,Tanrımız dünyayı yarattıktan sonra

Yiyecek hava ve su meydana getirdi

ejee kahore jeev tame kees kaarann aayaajee

na keedhee saahebjeenee srevaajee………………………….2

Söyleyiniz ey canlar,hangi nedenden ötürü buraya geldiniz?

Sen ise Tanrıya karşı görevinde yanıldın

ejee duneeyaano lobh jeevddo karavaane laagojee duneeyaane lobhe

bharame bhulojee…………………………………………………..3

Ruh dünya işleriyle uğraşmaktan usandı

Ve dünya uğraşları içerisinde o kendi yaşamunın hedefini unuttu

ejee bhulo te maathaano bhejo kaane neesarashejee

teel teelnaa lekhaa saaheb leshejee………………………….4

Beyninin hatası yüzünden unuttun ve sen ondan acı çekeceksin

(Kelimesi kelimesine: Beynin seni kulaklarından çıkaracak)

Tanrı eylem ve davranışlarından herbirinin hesabını soracaktır

ejee sohosoho karannee-e teeyaa(n) suraj tapashejee

maai na kaheve putra meraajee……………………………….5

Güneş bin kez daha güçlü ısıtacak

Ve ana oğlunu bir daha tanımayacak

ejee jumlojee puchhe aapannaa jeevu(n)naa peerne

amaraapureenaa ghar chhe kevaajee……………………….6

Topluluk Efendisine ruhuyla ricada bulunacak:

Cennet sarayını bize tanımlayınız

ejee sonaanee i(n)ttaddee ne rupaanaa tha(m)bhajee

saav kasturee keraa gaaraajee…………………………………7

Bu sarayın tuğlaları altından direkleri gümüştendir

Harcı ise misk ü amberden

ejee evaa evaa mohol apanne saahebe upaayaajee

karannee kamaavo to e ghar paamojee……………………..8

Ey ruhlar,Tanrımız tarafından işte böyle saraylar kurulmuştur

Hayırlı işleriniz ve iyiliklerinzle onlara layık olunuz

ejee bhanne peer sadardeen sunno gatee-u momano

karannee kamaavo to evaa fal paamojee……………………9

Pir Sadardin böyle konuşuyor:duyunuz ey biraraya toplanmış inananlar

Hayırlı işler yapınız, o zaman bu(Cennet) meyvalarından toplarsınız

2. Cemevindeki Kardeşler Ellerinizi Birleştiriniz

ejee gat maa(n)he aaveene veeraabhaai kar joddi raheeye

gur naa vachan aapnnaa sir par dhareeye………………….1

Ey canlar, Cem-cemaat evindeki (gat maan) kardeşler ellerinizi birleştirerek tutunuz

Tanrının sözünü de kafanızda tutunuz

ejee gat maa(n)he aaveene veeraa bhaai sanmukh raheeye

nee(n)daa thaae tyaa(n) thee uttheene jaee-e……………..2

Cem evindeki kardeşler düşünüp-taşınınız

Dedikodu-çekiştirme yapılan yerleri terkediniz

ejee gat maa(n)he aaveene veeraa bhaai amee ras peeje

daso(n)d sukreet aapnnaa gur mukhe deeje…………………3

Ey Cemevindeki kardeşler niyaz suyu (dualı su?) alınız

Aşar vergisini (Dassond;hakkullah?) Efendimize veriniz ve hayırlı işler yapınız

ejee eso ginaan peer bhannaave sadardeen

aapnnee naat chhoddeene parnaat vahevaar na keeje…..4

Pir Sadardin’in bize bu ginanda öğrettiği bilgi ve öğüt böyledir:

Topluluğumuzu bir başkası için terketmeyiniz

3. Susam tanesi kadar küçük de olsa…

Eji, tilbhar tulna khaneki dhar tchalena

ya shah til til ka lekha diyana mere jiwakou(n),

to me kya karou(n) jiwa apana,

ap sawarath bhay rat ka sapna,

pind sawarath bhay raya(n) ka sapna………………………1

Ey ruhlar! Susam tanesi kadar küçük de olsa bir işin ağırlığı

O terazide tartılacak, gergin bir telin üstünde yürümek gerekecek

Ya Şah, ruhum Sana en küçük işlerinin hesabını mutlaka verecek

Ey benim ruhum

O halde ey kardeş,ruhum için ne yapmalıyım?

Benim bencilliğim artık sadece bir gece düşünden fazlası değildir

açgözlülüğüm de öyle

Eji, Agal hat na pat na wora,

Tiya(n) sat ka samar sathe liana mere jiwakoun to me………2

Ey ruhlar,yine herşey çok uzak; ne mağazalar, ne pazarlar ne de müşteriler var olacak

Oraya sadece gerçek taşınacak, ey ruhum!

Eji, Tiya so so karani souraj tapashe,

tiya tiya tchipna kiya dhoundhna mere jiwakou(n) to me…..3

Ey ruhlar! Orada güneşin bin kere daha kuvvetli ısıtacak

Orada (kendi fiillerimden) neyi saklayabilirim ve ne araştırabilirim ki ey ruhum?

Eji, Esso ginan Pir bhanawe Sadaradin,

Ya Shah fazal karo to jiwa choutana mere jiwakou(n) to me….4

Ey ruhlar! Pir Sadardin’nin bize öğrettiği bilgi budur

Ya Şah, ruhların ve benim ruhumun kurtuluşu için bize Senin merhametini layık gör

(Ginan’ları Fransızcasından çeviren: İsmail Kaygusuz)

1 Birçok İsmail yazar tarafından kabul gören bu tanım ve açıklamalar bizce aslında Şemseddin Tebriz’ye (ölm. 1247/8) ait bulunmaktadır. Geniş açıklama için “Şemseddin Tebrizi …” incelememize bkz)

* Nakarat dize, İngilizce'ye “He(himself) has appeared to dance-to play!” olarak çevrilmiş. Biz de "dans etmek, oyun oynamak, çalgı çalmak için meydanlara çıktı" biçiminde Türkçeleştirdik. Ancak belki bu dans ya da oyunu, bir inancın yayılması-propagandası için kullanılmış olması dolayısıyla "semah dönmek" anlamında algılamak daha doğru olabilir. Yerel dilde bu nakaratın ( ramavaa neesaree yaare maa) olasıdırki, “görev yapmak, hizmeti tamamlamak için gözüktü-ortaya çıktı” gibi bir mecazi anlamı vardır (!)

2 Pir Şems’in torununun oğlu ve büyük İsmaili başdailerinden (huccet) biri olan bu Hind ve Sind Pirinin adının, çeşitli dillerde Sadr al-din, Sadardin, Sadraddin, Sadruddin, Sadreldin, Sadreddin… söylenişlerinden biz Sadruddin’i kullandık.

3 Bu buluşmaya ilişkin olarak geniş bilgi ve Pir Sadruddin’in İmam İslam Şah üzerine yazmış olduğu iki ginan için “Post-Alamut Dönemi İmamları I” bölümüne bakılabilir.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*