İNKARCI  DİYANETİN TUZAKLARI  ve  CEMEVİ GERÇELİĞİ

İNKARCI DİYANETİN TUZAKLARI ve CEMEVİ GERÇELİĞİ

İsmail Kaygusuz

Diyanet’in Alevilere yeni tuzakları belirginleşiyor

Bir süredir Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Alevilik ve Alevi-Bektaşi toplumuna ilişkin çıkışlarını yardımcısına bırakmış olduğunu gözlemliyoruz. Kendisi bu geleneği bağlı bulunduğu Devlet Bakanı Prof Dr. Mehmet Aydın’dan almıştı. Onun 2002 yılının sonlarında Hürriyet, Milliyet ve Zaman gezetelerinde yayınlanan söyleşi ve demeçlerinde dinsel davranış ve eylemlerde “akıl tutulması” tutulması kavramından sözetmiş; bir İlahiyat Profesör’ünden, İslam Felsefesi hocasından beklenmiyen “İslamın Alevi yorumu üzerinde bilgi yoktur; Alevi dünyasındaki düşünce ve bilgi zenginliğini yeterince bilmiyoruz” demiş; bir Diyanet eylem planının ve kurumun yeniden yapılandırlması hazırlıklarından ve onun içinde “Aleviliğin de görünür olması” gibi birtakım parlak düşünceler (!) de ileri sürmüştü. Devlet Bakanının bu görüş ve düşüncelerini irdelediğimiz ve Alevi-Bektaşi inancı açısından olmazları sergilediğimiz yazının son paragrafında şunları söylemiştik:

“Devlet Bakanının Diyanet İşlerinin yeniden yapılandırılması planlarının eyleme konulduğu; araştırma grupları oluşturularak çalışmalar başlandığını basından izliyoruz. Söyleşilerini İzmir’de bir Alevilik sempozyumu ya da semineri düzenlemek isteğini belirterek bitirmişti. Öyle anlaşılıyor ki, çok övdüğü ve Diyaneti ellerine teslim etmek istediği İlahiyatçı meslekdaşlarının ‘Türk Sünniliğinden, Hanefi mezhebinin bir tarikatı olduğuna’ulaşan Alevilik tanımlamalarını yaşama geçirmeyi hedeflemektedir…”(Yazının tamamı ve Diyanet’e karşı yazılmış diğerleri için bkz. İsmail Kaygusuz, Alevilik Diyanet Siyaset, Alev Yayınları, İstanbul-2004)

Görünen odur ki, bu hedefe ulaşmak üzereler; basında çıkan haberlere göre, Diyanet İşleri Başkanlığını yeniden yapılandırmak için bir yasa tasarısı hazırlanmış ve Devlet Bakanı "Başkanlığımız, yakında çok çağdaş bir yasaya kavuşacak. Ümit ediyorum, kimse bunun üzerinde siyaset yapmaz, yapmamalı"diyormuş. Elbette ki, bunları söylerken bile kendisinin konu “üzerinde”zaten siyaset yapmakta olduğunu görmezlikten-bilmezlikten geliyor sayın Bakan! Öbür yandan “Din Kültürü ve Ahlak Dersleri” adı altında zorunlu din eğitimini dayatıyor, daha doğrusu Sünni İslamın Hanefi yorumu ve inançsal kurallarını, ritüellerini zorla öğretmeyi sürdürüyorsunuz. Bu mudur çağdaşlaşmak? Ya da “Aleviliğin de içinde görünür olması” ile Diyanet İşleri Başkanlığı çağdaşlaşacak öyle mi? Bu sözler tam bir toplumsal ironidir; çoğulcu, laik ve demokrat devlet anlayışına aykırı bu teokratik kurum, zaten mevcut durumuyla çağdaşlığa karşıdır, onu nasıl bir yapılandırma ile çağdaşlığa kavuşturacaksınız? Diyanet İşlerinin ‘post-modern’ Başkanı bir demecinde (Milliyet, 6-7 Mart 2004) “Diyanet’in Cumhuriyet öncesi Osmanlı’daki Şeyhülislamlık ile belli bağlantısı var”diyordu; herhalde bu bağı kesersiniz artık!

Çağdaşlaşmada Diyanet’in yeri olamaz

Bu alanda çağdaşlaşmanın bir tek yolu vardır: Diyanet İşleri Başkanlığını ve ona bağlı yan kuruluşların tümünü devletin resmi yapısı içinden ve eğitim sisteminden çıkartıp, her türlü finans desteğini keserek inananlarının maddi ve manevi yönetimine vermek! Çağdaş devletin üç temel taşı olan “laiklik, çoğulculuk ve demokrasi”yi yıkmaya yönelik dinsel ve inançsal kışkırtıcı siyaset söylemleri ve eylemlerini, ağır yasal yaptırımlarla denetim altında tutarak; her türlü inançlara eşit uzaklıkta durup, inananların inançlarını, bu bağlamda her türlü düşünce açıklamalarını ve tapınmalarını özgürce yapmalarını sağlayıcı önlemler almak.

Yukarıda adı geçen kitabımızda bu bağlamda sunduğumuz bir öneriyi ve gerekçelerini burada yinelemekte yarar görüyoruz:

“Çağdaş devletin gerçek görevi, en başta dinin ve dinsel tapınmalarını düzenlenmesini, kısacası din işlerinin yürütülmesini devlet hizmeti olmaktan çıkartarak, bireyin din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almaktır…Devletin din işlerine müdahalesi yalnızca, dinsel düşünceler ve uygulamaların, devlet ve toplumun yaşamını yoketmeye/yıkmaya yönelik eyleme dönüşmesi sırasında olmalıdır. Ancak, din ve inançsal sorunların bu aşamaya gelmeden çözümü için, Türkiye’de yaşayan tüm din ve inanç topluluklarının, çoğunluğa göre değil eşit bir biçimde, temsil edildiği ve bu temsilcilerin dönüşlü olarak toplantılara başkanlık yaptığı “Din ve İnançlar Yüksek Kurulu” gibi bir hakemlik kurumu oluşturulabilir. Yılda en fazla iki kere ya da gerekli olduğunda toplantılar yaparak sorunların çözümüne katkıda bulunur. Bu çeşit bir kurumun oluşturularak Cumhurbaşkanlığına(?) bağlı olarak çalışması sağlanabilir…” (İsmail Kaygusuz, agy., s.57)

Yine başka bir yazımızda dediğimiz gibi, Diyanet’in yeniden yapılandırılması adına atılan ve atılacak her adımda, Türkiye tipi laikliğin sınırları daha da daralacaktır. Diyanet kurumuna, hangi anlamda ya da hangi bağlamda olursa olsun konulan her taş, laik-demokratik-çağdaş devlet yapısından sökülüp alınmış demektir, böyle biline! Diyanet İşleri Başkanlığını, yarı özerklik vererek yeniden düzenleme dahil, çağdaşlık yorumuyla yeniden yapılandırmayı, devlet içindeki bu teokratik yapılanmanın kat be kat güçlendirilmesi demektir. Biz bu “yeniden yapılandırma”yla çağdaşlaştıma anlayışının ardındaki anlayışları, Alevi toplumuna olduğu kadar, laikliğe ve demokrasiye hazırlanan yeni tuzaklar olarak görüyoruz. Aslında Devlet Bakanı’nın çağdaş bir yasayla Diyanet’i çağdaş yapıya kavuşturalacağı haberi, gerçekte ABD emperyalizminin “Büyük Doğu Projesi” siyaseti çerçevesindeki “Ilımlı İslam”a uyum çalışmalarının bir parçası olduğu gerçeği yatıyor.

Devlet, Sünni İslam anlayışı ve inancını – diğer mezhepleri ve inançları yok sayarak-, Hanefi mezhebi ve ictihatlarıne indirgeyip onu gizli resmi din olarak, denetim altında tuttuğu gibi, Diyanet’in içine göstermelik bir sokuşturmayla, Aleviliği de bu dayatmacı devlet ve siyaset anlayışı çerçevesinde, olasılıkla daha çok Şiilik tanımlama ve değerlendirmesiyle resmileştirmek istemektedir. O zaman İslamın batıni ve Sünniliğe aykırı yorumlarıyla birlikte çeşitli tarihsel din ve inançlardan, felsefi anlayışlardan ödünç alıp özümsediği ögelerle çağlar içinde gelişmiş bir heterodoks inanç sistemi olan Alevi-Bektaşiliğin tapınma ritüelleri de, bunların uygulandığı tapınma mekanı cemevleri de yasaklanıp, inançsal işlevlerinden soyutlandırılacaktır. Mevcut dergahlara da izin verilmeyecek ve hatta ezana ‘Aliyyün Veliyullah’ bile eklenip Aleviler, Ortodoks İslamın resmi tapınağı camilere ısrarla çağrılacaktır. Belki de karşımıza, “çağdaş Diyanet yasasının” örneğin, “sinagog, kilise ve cami dışında herhangi bir mekanda toplanıp ibadet yapmak yasaktır” maddesi çıkacak. Şimdi Başbakan’ından tutunuz Bakanı, Diyanet Başkanı ve yardımcısına kadar herkes Camiyi uzaktan gösteriyor, o zaman kolumuzdan tutulup (!) sürükleneceğiz galiba.

Kuşkunuz olmasın çıkarcı Dedeler,Alevilerden sınıf atlamış toplulmsal kesitler, çıkar bağlarıyla devlete bağlı sermaye grupları içinde bulunanlar, dönek ilahiyatçılar, şiileşmiş bilgin ve tarihçiler peşpeşe ortodokslaşmaktan çekinmeyecek. Kısacası sürekli bölücülük suçlamalarıyla binlerce insanı cezalandırmış devlet, çıkarlarına uygun gördüğü bölücülüğü, “böl ve yönet”(divide et impera) kuralıyla en sıkı biçimde kendisi uygulama sürecini başlatmış bulunuyor.

Diyanet’in Cemevi inkarcılığı

Diyanet ya da Devlet kabul etse de etmese de Cemevi Alevilerin inanç ve kültürünün merkezi olduğu kadar, aynı zamanda tapınma yeridir. Cemevi ya da İsmaili Alevilerin adlandırdığı gibi Jamaat Khana(Cemaat Hane), bir ibadet hanedir. Sultanbeyli ve Çankaya ilçelerinde oturan Alevilerin, Cemevi yaptırma talepleri için, Diyanet İşleri Başkan yardımcısı imzası altında verilen bilirkişi raprorunda

“Anayasanın “ İnkılap Kanunlarının Korunması” başlıklı 174. Maddesinin 3 numaralı bendinde zikredilen 677 sayılı ‘’ Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlık ile Bir Takım Unvanların Men ile Ilgasına Dair Kanun’’ değiştirilmeksizin, kaldırılan tekke ve zaviyelerin ihyası anlamına gelebilecek, ayin-i Cem icra etmek üzere Cemevi tesis edilmesi anılan kanuna uygun düşmemektedir…”deniliyor.

Daha sonra çeşitli gazetelerde bu konuda verdiği demeçlerde ise aynı kişi doğal olarak, bağlı bulunduğu Devlet Bakan’ı ve Başkanın söylediklerini yineliyor; ayrıca bilgiç bir tavır içinde ve birkaç konuyu birbirine karıştırarak şunları söylüyordu:

“Din, tarihi ve bilimsel kabule göre ; Islam’ dan ayrı bir Alevilik- Bektaşilik Dini; cami ve mescitten gayri ‘’Cemevi’’ adında bir Islam mabedi de bulunmamaktadır. Ayrıca Müslüman olan Alevi-Bektaşi vatandaşlarımızın Kur’an dan başka bir kutsal kitabı, Hz. Muhammed’ den gayri bir peygamberi de yoktur.”

Sünni köşe yazarından Alevilerin cemevi talebine dolaylı destek

Diyanetin Alevi-Bektaşi cemevlerine karşı inkarcı tutumuna destek olarak ileri sürdüğü “İnkılap Kanunlarının Korunması” bahanesine ilişkin en güzel karşılığı; Milliyet’ten (03-01-2005) hiç beklenmedik bir köşe yazarı, Güneri Civaoğlu, “Mahcubiyet” başlığı altındaki yazısıyla verdi. Konuya ilişkin başka birşey söylemeden, bu bağlamda altına imza atmaktan çekinmeyeceğimiz bu yazıdan birkaç paragrafı aşağıya almamız yeterli olacak. Ayrıca yazara, büyük Medya’dan kimsenin umursamadığı Alevilerin bu haklı talebine dolaylı destek vermiş olması nedeniyle, kendisine kişisel teşekkürümüzü de söylemekten çekinmeyiz . Civaoğlu şunları yazıyordu:

“Çankaya’da cemevi açılması isteğinin reddi… Üstelik de çok yanlış bir yorumla reddi, talihsiz bir tavırdır. Önce ret süreci ve gerekçesi… Alevi yurttaşların Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği, İmar Planı’nda "ibadethane" olarak gösterilen arazi için başvurur. Kaymakamlık, Valiliğe… Valilik, İçişleri Bakanlığı’na… Bakanlık, Diyanet İşleri’ne gönderir başvuruyu. Ne ilginç rastlantıdır ki, Türkiye’nin AB’den tarih aldığı 17 Aralık’ta Diyanet İşleri "ret" cevabını verir. Gerekçe:‘Tekke ve zaviyelerle Türbelerin İlgasına Dair Yasa’nın 1. maddesi gereği tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. İslam ibadetine mahsus ve usulüne göre açılmış cami ve mescit dışındaki yerlerin ibadet yeri olarak kabulü mümkün değildir…’

“Peki Türkiye’de 10’larca cemevi var.Alevi yurttaşlar burada toplanarak ibadet ediyorlar. Bu cemevleri nasıl açık?Yasaya aykırı (!) bu duruma, Diyanet, devlet, savcılıklar, polis seyirci mi? Elbette değil…”

“Çünkü, cemevleri, tekke ve zaviye değil, ibadet yeri. Öyle ki…1997 yılında, Hacıbektaş’ta devletin tahsis ettiği 43 dönümlük araziye, cemevi inşaatının temelini o dönemin hükümeti adına ve Başbakan’ı temsilen Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit attı.Koalisyon ortağı partilerin genel başkanları törende hazır bulundular. Yaptıkları konuşmalarda, ‘daha önceki yıllarda Alevi yurttaşlara başta cemevleri olmak üzere bazı yanlışların bundan böyle tekrar edilmeyeceği’ güvencesini verdiler. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Hacıbektaş’taki yeni Cemevi ve Külliyesi temel atma törenine ‘hayırlı olsun’ telgrafı gönderdi.”

“Birkaç ‘marjinalin’ dışında kim ‘Alevilik ayrı din’ iddiasında bulunabilir ki? İslamın alt yorumu da olsa, Alevi yurttaşlar ibadet yerlerini özgürce seçerler. AB ilkeleri ve İnsan Hakları Anlaşması da ‘herkesin inançlarını – kamu düzeni, sağlık ve ahlaki sınırlamalar ötesinde – dilediği mekânda, icra ve yayma hakkını’ güvenceye almıştır. Türkiye hukuk sistemi ‘Uluslararası hukukun, iç hukuka hatta Anayasa’ya bile üstünlüğünü’ kabul etmiş bulunmuyor mu?Yani, o yargı kararı ile Tekke ve Zaviyeler Hükmü böyle saptırılmamış, doğru algılanmış varsayılsa bile Uluslararası Hukukla çelişmekte ve geçersiz hale gelmektedir. Teolojik yaklaşıma gelince: Kur’an-ı Kerim’de ‘cami’ kelimesi yoktur.

Kutsal kitabımız, ‘Yeryüzünün tümü sizin mescidiniz’ buyurur. Bu yeryüzü kapsamına elbette cemevleri de girer. Cemevleri uzayda değil ki…Kaldı ki…Cami’nin etimolojisi ‘cem etmek yani toplanmak’ tır.”

Tarikat şeyhlerinin elleri öpülerek siyaset yapıldığı; tarikatçıların başbakan ve bakan olduğu; bir takım tarikat önderlerinin devletin, hükümetin, hatta ordunun içine kadar adamlarına buyruklar verdiği ve de dinci hükümetler tarafından yönetilmekte olan bu ülkede, hem de her fısatta devrim yasalarını çiğnemiş, laikliğe ve Anayasa’nın ruhuna aykırı bu kurumun Başkan yardımcısı, Alevilerin Cemevi istemini engellemek için tekke ve zaviyelerin kaldırılması yasasını işletmeye çalışıyor! Bu ne ikiyüzlülük? Köşe yazarının yazı başlığı“Mahcubiyet”, utanma ve sıkılmayı ifade eder; oysa Diyanet görevlilerinin yaptığı bu ikiyüzlülük, sözcüğün en geniş anlamıyla “utanmazlık”la tanımlanır.

Bilimin yöntemine ve verilerine karşı olup da işine geldiği zaman onu öne çıkaranlara, tarihi hiç bilmeden tarihsel gerçekliklerden sözedenlere ne ad veriliyor doğrusu çok merak ediyoruz. Diyanet İşleri Başkan yardımcısı, benim dinsel görüşüme göre demiyor da “dini, tarihi ve bilimsel kabule göre ; cami ve mescitten gayri “Cemevi’’ adında bir Islam mabedi de bulunmamaktadır” diyor. Bunu da “Islam’ dan ayrı bir Alevilik- Bektaşilik Dini olmadığı” örneklemesiyle sözde kanıtlıyor. Dinler ve inançlar tarihini derinliğine bilen, ortodoks ve heterodoks inançların ayırdına varan ve bilimsel konuştuğunu ileri süren kimse böyle bir kanıt göstermez.

“Alevilik İslam dışıdır” iddiasını koz olarak kullanıp, kendi Alevilik tanımlamalarını dayatarak yaygınlaştırıp benimsetmeye çalışıyorlar

Hiçbir bilimsel ve tarihsel dayanağı olmayan, “Aleviliğin İslamın dışında bir din ya da kendine özgü dinsel inanç olduğunu” ileri sürenler kimler? Güneri Civaoğlu’nun dediği gibi “birkaç marjinal”in de ötesinde, bazı siyasal çıkarcılarla onların peşinden giden öngörüden yoksun ve bilgisiz kişiler. Kuramcıları ise, İslam tarihi içinde baskıcı yönetimlerin kendi sınıfsal çıkarlarına uygun geliştirdikleri Ortodoks/dogmatik dinsel inançları ve onlara aykırı olarak yükselmiş, baskı altında ezilen, yönetilen yığınları ve halk topluluklarını başkaldırıya yönlendirmiş heterodoks/heretic inanç ve düşünce sistemlerini bilmedikleri gibi, öğrenme/tanıma gereksinimi duymamış olan, yakıştırmacı sahte marksist yazarlardır. Diyalektik materyalizmin yöntemlerini incelememiş; bunları tarihsel süreçler, toplumsal ve siyasal gelişimlere uygulamasını bilmeyen kimseler marksist yorum yapamazlar; bu kişilere de ancak işte böyle bir ad verilebilir! Güncelleştiren bu yakıştırmacı sav, Diyanetçileri, ilahiyatçı ve şii propagandistleri, Alevi-Bektaşileri ortodokslaştırmak yönünde, “Aleviliğin İslamın içinde, hatta özü olduğunu”şiddetle savunmaya başlattı. Bu iddiayı koz olarak kullanıp, kendi Alevilik tanımlamalarını dayatarak yaygınlaştırıp benimsetmeye çalışıyorlar.. Yazılı, görsel ve sanal basında Sünni ve Şii İslamcı yazarlar ve diyanetçi, ilahiyatçı ulema makale ve kitaplarıyla -madem Ali’yi çok seviyorsunuz, işte “Ali Müslümanlığı” budur diye-, Aleviliği Alevilere öğretmeğe giriştiler. Diyanetin içinde oluşturulmuş Türkçü ve İslamcı ve dönek (sözde) bilim adamları şimdi birlik olmuşlar; Aleviliğe müdahele etmek için, bilgisizliği, vurdumduymazlığı, dağınıklığı ve kitlenin karşı çıktığı yakıştırmacı “İslam dışılık” savlarıyla yaşanan kaosu fırsat bellediler. Ali ve soyundan gelenleri Tanrısal nurun parçası ve onları Tanrı mazharı gören Alevilere, kendi kafalarındaki “Ali müslümanlığı” benzeri uydurma kavramlarla, Peygamberin ölümünden itibaren geçen yüz elli yıl içerisinde biçimlendirilmiş beş koşullu, beş vakit namazlı vb. ortodoks İslamın dogmalarını zoraki öğretmeğe; 14 yüzyıldır yaşadığımız, Tanrıyı ve Kuran’ı algılayışımız, tapınma anlayışımız onlara tamamıyla aykırı, hatta karşıt biçimde olan batiniliğimizden, yani kendi İslamımızdan uzaklaştırmaya hazırlanıyorlar.

Cemevi’nin Alevilerin tapınma mekanı oluşu tarihsel bir gerçekliktir

Yeniden Diyanetçilerin ve Sünni bilginlerin , iktidardaki yönetimin yadsıdığı, tapınma yeri kabul etmediği Cemevi’ne dönüp, baştan hemen söylüyelim; bu inkarcılığın tarihsel ve bilimsel temeli de, tutarlılığı da yoktur. Hem sonra bir kere, işlev olarak da cami, ne kilisenin ne de sinagogun İslamdaki karşılığıdır, yani o çok kullandıkları ‘alternatif’i filan da değildir. Çünkü bu iki tapınakta aynı zamanda cemaatlarının tapınma dışında çeşitli sosyo-psikolojik, sanat, müzik ve bilgilendirme gereksinimlerini karşılayan etkinlikler de gerçekleştirilir. Bu tapınakların çok iyi yetişmiş çocuk ve yetişkin koroları, müzisyenleri, çağdaş eğitim yapan okulları vardır. İçinde konferanslar verilir, tiyatro oyunları sahnelenir, konserler düzenlenir. Camilerin bünyesinde, çağdaş bilim ve yaşam biçimine karşıt eğitim veren Kur’an kursları ve bazı ticari etkinlikler dışında ne yapılır? Herhangi birinde bir konser ya da bilimsel bir konferans vermek için bir başvuru yapın da görün dünyanın kaç bucak olduğunu! Cami cemaatını oluşturan erkekler birbirini tanımaz, ilşikileri bir “selamun aleykum”dan fazlası değildir; düzgün ahlaklı, gerçek inananlar ve temiz insanlarla birlikte, hırsız, ahlaksız, katil, dolandırıcı vb. müminler(!) de oradadır; camiden çıktıklarında yine soysuzluklarını sürdürürler. Nasıl olsa iki rekat nafile ya da tövbe namazı kılındı mı, Tanrı tüm günahları bağışlıyormuş!! Öyle değil mi??

Cami ve Cemevi’nin kökeni aynı, ama içinde yapılan tapınma ritüelleri farklıdır

Mekke’de ilk İslam topluluğunun tapınma yeri yoktu. İbn Hişam’ın (ö.883) Siyar-ı Nebi’sine (s. 159, 190) göre, İslam Peygamberi yaklaşık 13 yıllık Mekke döneminde, ancak 7.yılında tamamladığı kadınlı erkekli kırk kişilik inananlarıyla kendi evinde, Mekke’nin en dar ve gizli sokaklarında bulabildiği uygun bir mekanda ya da bir mağarada tapınma düzenlemeye başlamıştı. Akşam, gece ve sabah olarak bildirilen bu Tanrıya dua etmeyi/salat’ı, anlaşılıyor ki, putperest Mekkelilerin ağır baskıları yüzünden, kendilerini güvencede hissettikleri ya da güvenceye aldıkları zamanlarda akşamdan başlayarak sabaha kadar toplu tapınma biçiminde yerine getiriyorlardı. Kutsal “Kırklar Meclisi ya da Kırklar Cemi” adıyla yaşatılan ve Alevi-Bektaşi toplu tapınması Görgü Cemi’nin tarihsel kökeni olan olan bu gizli toplantılarda, kuşkusuz sadece ibadet yapılmıyor; topluluğun varlığını sürdürmesine ve İslamın yayılması/propagandasına ilişkin sorunlar konuşulup tartışılıyor çözümler üretiliyor ve hizmetler görülüyordu. İbn Hişam’ın verdiği bilgiler İmam Bakır(ö.734) ve oğlu Cafer Sadık’ın (ö.765) batıni çevresinde hazırlanmış Ummu’l Kitab ve 9.yüzyılın sonlarında yazılmış İkhvan-as Safa Risaleleri tarafından desteklenmektedir.

Muhammed peygamber 622 yılında Medine’ye göçedince, tapınmalarını yapmak ve her türlü toplumsal ve güvenlik sorunlarını konuşmak için geniş bir avlu yaptırdı. Tapınma sırasında, yani dua ederken yüzler Kudüs yönüne çevriliyordu. Muhammed Mekke’den gelen müslümanlarla (muhacir), bir yıl önce Kırklar arasından 12 kişinin nakip olarak gönderdiği kişilerin Medine’de İslama çevirdiği yerlileri (ensar) burada kardeşleştirdi. Tapınma törenlerinin bir parçası olarak, ortak çalışıp, kazancı ortaklaşa kullanmak ve bölüşümcülük temelinde ömür boyu ailecek sürdürülen yol ve inanç kardeşliğiydi bu. Ortodoks tarihçilerin “Muahat Akdi” (Kardeşlik Anlaşması) adını verdikleri bu tören, Alevi toplu tapınması Görgü Cemi’nin en önemli kurumu Müsahipliğin temelidir ve kesintisiz aynı ilkeler bağlamında “ikrar verme, yola girme, yolkardeşi olma” ritüelleriyle günümüze değin sürmüştür. Bu ilk toplanma, “cem”olma yerinin adı cami değil, mescid (secde edilen, ibadet yapılan yer) idi. Alevilerin tapınma yeri olan Cemevi/Meydanevi, bu ilk Kuba mescidinin işlevlerini sürdürmektedir.

Cami, cem sözcüğüyle aynı kökten ve "toplanma yeri" demektir. Hemen anlaşılacağı gibi Cemevi ile aynı anlamı taşıyor. Ancak cami bu gerçek anlamından uzaklaştırılarak ona "Tanrının evi", "Müslümanların tapınağı" vb. biçimde isimlerle kutsal görev yükletilmiştir. Nasıl ki Tanrıya dua etme-yakarma (Arapça salat, Farsça namaz), Muhammed peygamberin ölümünü izleyen yüz-yüzelli yıl içinde biçim ve kurallara, beş vakite bağlanmış ise, camiler de, özellikle Sünni (Hanedan) İmparatorluklarında kutsanıp, İslam tapınağı olarak birer ihtişam simgesi olmuştur.

İki tarihsel ve resmi örnek

Sözü fazla uzatmadan, 13 ve 14.yüzyıl Anadolu’sundan ve hala ayakta olan aşağıda resimlerini de verdiğimiz iki tarihsel örneği, Alevi-Bektaşi Cemevlerinin tapınma yeri kanıtı olarak, inkarcı Diyanetin gözüne sokmak gerekli oldu:

1) Malatya’ya bağlı Arapgir ilçesinin Onar köyünde bulunan, 1224 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin’in Malatya Emiri’nden aldığı “Zaviye Vakıf Belgesi” ile Şeyh Hasan Onar tarafından kurulmuş ve “Şeyh Hasan Oner Zaviyesi”ne ait olan Büyük Ocak ve daha sonra oğlunun kurduğu Şeyh Bahşiş adlarıyla hala yaşayan iki Meydanevi/Cemevi. 300-400 kişiyi içine alan ve kare planlı iki yapının da duvarları penceresiz, çok sayıda direklerle (bunlardan ortada bulunan kutsal Karadirek adı verilmiş olanın dibindeki postta Cemi yöneten Dede oturur) desteklenmiş kirişlerin üzerine küçülen kareler biçiminde oturtulmuş (bu ilkel Selçuklu mimari ev tipinin) kırlangıç ya da bingi çatısının/damının ortasında pencere ve baca görevi yapan, küçük çaplı bir yarım kubbenin altında yandan dışarı dönük 50-60 cm. çapında oyulmuş birer delik taş bulunmaktaydı. İkisi de kutsal mekanlar olarak, ilkel de olsa biçimlerini bozmadan onarıla onarıla 781 yıl boyunca “Cemevi” olarak, bugüne kadar yaşatılmıştır.

2) Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin (ö.1271/3) 1250’nin ilk yarısında yapılandırmaya başlayıp, 360 halifesi aracılığıyla batıni inançlı Alevi Türkmen toplulukların birliğini sağlayarak , 1260’a doğru Selçuklu (bağımsızlık) siyasetinde ağırlığını gösterdiği yıllarda, Dergah külliyesi içinden ibadet yeri olarak bir Meydanevi/Cemevi’ kuşkusuz bulunuyordu. Yüzyıl sonra 1367’de bizzat devlet eliyle yeniden, Büyük Ocak ile aynı plan ve mimari tipte, fakat duvarlarında geniş pencereleri bulunan gelişmiş, kentleştirilmiş biçimde bir Meydanevi yaptırılmıştır. Halen Müze olan Hacı Bektaş Veli Dergahı’nı ziyaret edenler zaten görmüş olmalıdır; www.Hacıbektas.gov web sitesinde şu küçük açıklama vardır:

“Tekkenin en önemli bölümlerinden biri olup, girişindeki kitabesine göre Sultan Murat I Hüdavendigar tarafından 1367 yılında bu Meydanevi yaptırılmıştır. Burada tarikata intisap etme yani ikrar verme ve nasip alma törenleri yapılıyordu. Meydan Odası’nın rekonstrüksiyon olarak bingi tekniğinde inşaa edilen tavanı ilgi çekicidir. …”

Çok daha eskilere gitmeden ve daha sonrakileri araştırmaya girişmeden, bu iki tarihsel belgeli yapı, iki Ortaçağ devletinin, Alevilerin tapınma mekanının cami değil, Cemevi olduğunu kabul ettiğinin resmi kanıtıdır. Demek ki, bu 13., 14. yüzyıl Türk devletleri hangi nedenden olursa olsun, 21.yüzyılın Türkiye Cumhuriyeti’nden Alevilerin inanç ritüelleri ve onların uygulandığı mekana daha saygılı ve onlara o dönemlerde daha hoşgörürlükle davranıyorlardı. Bu durum, kendisini çağdaş, laik ve demokratik gören bir 21.yüzyılın devleti için büyük utançtır. Eğer Avrupa Birliğine girmek için bu ayıbı silmek zorunda kalırsa, kalan lekeleri de katmerli ayıp olarak tarihe geçecektir.

Ankara’ya uzun yürüyüş!

Alevi-Bektaşilerin inanç ritüellerini uyguladığı bir tapınma yeri olan Cemevi tarihsel bir gerçekliktir, bunu kabul etmeyen Diyaneti de, destekçi siyasetleri de kınıyoruz; misyoner tavrı içinde Alevilere yaklaşarak, Sünni-Şii dogmalarını dayatıp onları camiye çağıran devlet ve yönetim anlayışını ise şiddetin son noktasında kınamak hakkımız doğmuştur. Bu hakkı, devlet Alevi-Bektaşi inanç kimliğimizi tanıyarak, Cemevlerimizi tapınma mekanı olarak resmen kabul edinceye ve camilere yapılan devlet yardımlarından yararlanıncaya dek, her türlü hukuksal başvurularla birlikte kitlesel toplu eylemlere gidilmesinin de zamanı çoktan gelmiştir.

Vurdumduymazlık mı yapılıyor, gözardı edilerek dayatmacılık sürdürülüyor mu; o zaman Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan Alevi-Bektaşi toplumunun kitlesel olarak hiç vakit geçirmeden yapacağı tek şey kalıyor: Kuruluşundan bu yana kendisine hizmet vermemiş ve vermeyen Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin, kendisinden alınan üçte bir payın kesilmesi ve bu miktarın Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlığına aktarılmasını sağlamak için her türlü eyleme başvurması. İlki Ankara’ya uzun yürüyüş!

“Kimliğimizi istiyoruz!”, “Tapınma mekanımız Cemevleri yasallaşsın!”, “Diyanet’e artık vergi ödemek istemiyoruz!” “Ya Diyanet, kamu alanından uzaklaştırılsın ya da vergilerimiz derhal bütçesinden düşürülsün!” sloganlarıyla seksen ilden milyonlarca Alevi-Bektaşi Ankara’ya yürümeli ve bu haklı istemleri gerçekleşinceye dek Ankara’yı “mesken” ve meydanlarında ise “Cem” tutmalıdır!

Büyük Ocak Cemevi’nin içten görünüşü
ictengorunus.jpg

Büyük Ocak Cemevi’nin tavandan görünüşü
tavandan.jpg

Haci Bektas Veli Dergahi Meydanevi

ictengorunusveli.jpg

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*