ZUHURUNDA PUTLARIN YIKILMASI

1-  Hazret-i Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” tan nakledilmiştir: 
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerinden, Alî bin Ebî Tâlib (as)’in doğumundan soruldu.
Buyurdu ki: “Doğan evlâdın iyiliğinden sorunuz. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, Alî “kerremallahü vecheh” ile beni aynı nûrdan yarattı. Her ikimiz bir nûrdanız. Gökleri ref’ etmeden evvel ve yerleri sermeden  önce, bizi yarattı. Biz, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin huzûrunda tespih ederdik. Yok olmadan bir nesilden bir nesle intikâl ettik. Tâ Abdülmuttalib’e eriştik. Sonra ben, Abdüllah’a intikâlden sonra, Âmine’de vedî’a olundum.
Alî, Ebû Tâlibe intikâlden sonra, Fâtıma binti Esed katına vedi’a olundu. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bizi pâk ve tâhir vücûda getirdi. Sonra hazret-i Alî’yi Fâtıma binti Esed’de karâr tuttu. Melekler müjde verdiler. O zamân bir adam rü’yâsında gördü. Süâl etti: “Bu doğan kimdir?” Dediler: “O, Alî’dir.” O vücûda geldiği vakit, Mekke-i Mükerreme’de zelzele oldu. Putların hepsi yüz üstü düşüp, ehl-i Mekkenin cümlesi korkup, dediler ki: “Bu gece bir yeni hâdise zuhûr etti.” Onlar bu hâlde iken bir nidâ edici nidâ etti. Hâlbuki hiç kimseyi görmediler. Hazret-i Alî anası Fâtıma binti Esed’den doğdu. Gök onun nûru ile ışıklandı. Yıldızlar arttı. Kureyşliler bundan bir acaiplik, hayret edicilik gördüler. Nidâ olundu: “Müjdeler olsun size ki, bu gece, müşrikleri kahredici, münâfıklara gazap edici, âbidlerin süsü, Resûl-i Rabbil âlemînin mührü, imâm-ül Hüdâ, göklerin yıldızı, karanlıkların lâmbası zuhûra geldi”

(Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Otuzüçüncü Menakıp)

SARSINTIYI DURDURMASI

2-   “Yer, o şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı, ağırlıklarını dışarıya çikardigi ve insan: ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman, o gün yer, Rabbinin telkin buyurduğu vahiy ile, bütün haberlerini anlatacaktır.”  (Zilzal Süresi 1-5. Ayetler)

Hz. Fatıma ez-Zehra anamız anlatıyor: Ebu Bekir’in halifeliği zamanında Medine’de bir sarsıntı oldu. Bundan korkan halk, Ebu Bekir ve Ömer’in yanına geldiklerinde, hepsi Hz. Ali’nin evine doğru gittiler. Onlar daha Hz. Ali’nin evine varmadan önce, kendisi onları dışarıda karşiladı ve onlarla yüksek bir yere çikti. Hz. Ali yere oturduktan sonra onlara hitaben buyurdu ki: ‘Şu gördüğünüz mü, sizi korkuttu?’ hepsi dediler ki: ‘Bu gördüğümüz bizleri nasıl korkutmasın ki, şimdiye kadar böyle bir sarsıntı görmedik.’ Hz. Ali, dudaklarını kıpırdatıp, eli ile yere vurduktan sonra şöyle buyurdu: ‘Sana ne oluyor? Sakin ol!’ Yer, bunun üzerine hemen sakin oldu. Orada bulunanların hepsi de olanlara şaşirdılar. Hz. Ali buyurdu ki: ‘Sizler, şimdi yapmış olduğumdan mı şaşirıyorsunuz?’ Dediler ki: ‘Evet’ Hz. Ali buyurdu ki: ‘Şanı Yüce olan Allah’ın: “Yer, o şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı, ağırlıklarını dışarıya çikardigi ve insan: ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman…” buyurmuş olduğu o insan benim. Daha sonra yer bana bütün haberini söyleyecektir.’

(Tefsir’üs Safi C.5, S.357-358)

GÜNEŞ’E SELAM VERİP GÜNEŞIN ONUNLA KONUŞMASI

3- İmam Hasan el-Askeri, babası, dedelerinden naklen, Resulullah (saa) İmamı Ali’ye şöyle buyurdu: “Ey Hasan’ın babası Güneş’e hitap et, o sana cevap verecektir.” Müminlerin Emiri şöyle hitap etti: “Selam olsun sana ey Allah'ın itaatkar kulu.” Güneş şöyle cevap verdi: “Selam senin üzerine de olsun ey Müminlerin Emiri, takva sahibi olan insanların imamı ve ak yüzlülerin komutanı önderi.” (el-Kunduzi el-Hanefi “Yenabi’ül Mevedde” 140 İstanbul Bas.)

4- Resulullah (saa) İmam Ali bin Ebi Talib (as)’ye şöyle buyurdu: “Ey Hasan’ın babası! Güneş ile konuş, kendisi sana cevap verecektir.”
İmam Ali şöyle buyurdu: “Sana selam olsun, ey salih ve Allah'a itaatkar olan kul”
Bunun üzerine güneşten şöyle bir nida geldi: “Sana da selam olsun ey Müminlerin Emiri, takva ehlinin imamı, ak yüzlülerin komutanı. Ey Ali, sen ve şian (yandaşların) cennettesiniz. Ey Ali, toprak ilk olarak Muhammed (saa)’in üzerinden yarılacak, sonra da senin üzerinden, ilk gelecek olan Muhammed’tir, sonra da sen, ilk olarak giydirilecek olan Muhammed’tir, sonra sen.”
Bunun üzerine İmam Ali (as) secdeye kapanır ve ağlamaya başlar. Bunu gören Resulullah (saa) İmam Ali’nin yanına gelip şöyle buyurdu: “Ey kardeşim ve habibim, başinı kaldır, Allah seninle yedi gök ehline övünür.”

(Menakıb-ı Hüvarezmi s.63-64; Enis Emir "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.470-471)

5- Bir gün Resulullah (saa) meclisinde iken İmam Ali (as)’ye buyurdu ki: “Ey Ali! Yarın Baki dağlarına git. Güneş çikinca onu selamla. Allah’ın izniyle sana cevap verecektir.”
Orada bulunan cemaat hayrete düşer. Ertesi gün Emir’ül Müminin Ali, muhacirlerden ve Ansarlardan oluşan büyük bir kalabalıkla Baki dağlarına çikar. Kalabalığın içinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman da vardı. Güneş doğunca İmam Ali ona: “Essalamü aleyki ya halkullahil cedid elmuti” “Sana selam olsun, ey Allah’ın yeni doğan ve ona itaatkar mahluku?”
Hazır olanlar gökten cevap şeklinde şöyle bir nida duydular: “Aleyküm esselâm yâ Evvel, ya Âhir, yâ Zâhir, yâ Bâtin, yâ men hüve bi külli şey’in aliym” “Sana selam olsun ey İlk, ey Son, ey Açık ve ey Gizli olan. Sen her şeyin bilginisin.”

Ebu Bekir, Ömer, Muhacir ve Ansar Güneş’ten bu sesi duyduklarında haykırıp bağırdılar. Sonra bir mühlet sonra oradan ayrıldılar. Resulullah (saa)’ın yanına geldiklerinde ona dediler ki: “Ey Resulullah! Sen bize ‘Ali bizim gibi bir beşerdir’ diyordun.  Oysa Güneş ona Allah’ın kendi nefsine hitap ettiği gibi ona hitap etti.” Resulullah (saa) onlara: “Ondan ne duydunuz?” diye sordu. Onlar dediler ki: Güneş’in ona: “Sana selam olsun, ey İlk, ey Son, ey açık ve ey gizli. Sen her şeyi bilensin.” Şeklinde hitap ettiğini duyduk. Resulullah (saa) onlara buyurdu ki: “Doğru söyledi. O (yani Ali) İlk’tir; bana ilk iman eden kişi demektir. O Son’dur; beni yıkayacak, kefenleyecek ve mezarıma koyacak Son kişi demektir. O Açık’tır; O benim bütün ilmimi açıklayandır. O Gizli’dir; o gizli ilmimin sahibidir. O herşeyin bilginidir. O helal, haram, farz ve sünnetlerde bilgin olandır. Bunda sorun nedir?”  Sonra onların hepsi mescitten çikip mahcup halde oradan ayrıldılar.

(Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.87-88 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.; el-Meclisi “Bihâr’ül Envâr” C.41, S.179-180 Müesseset’ül Vefa 1404 H Beyrut Bas./ Şâzân bin Cibrîl el-Kummi “el-Fedâil” S.69-70 Dar’ür Radiy 1363 H. Kum Bas. /  Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.14-15 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas. / Kitâb Selim bin Kays (Ö. 80 H.) S.933-934, Hadis No: 72 Dâr’ül Hâdi 1415 H.Kum Bas./ Süleyman Daşkapan “Kuran’da Ehl-i Beyt ve Soru-Cevap S.55-56 Onur Ofset-Antakya)

Menakıb sahibi Ebi Cafer el-Bakır’dan, Cabir bin Abdullah’tan nakleder ki: Güneş, İmam Ali'ye yedi kere hitap etti. (Sayfa: 141)

GÜNEŞ’İ BATTIKTAN SONRA GERİ ÇEVIRMESI

6- İmam Muhammed’ül Bâkır’dan, o da babasından, o da dedesi Hüseyin bin Ali’den:

Emir’ül Müminin Hz. Ali (as) Nehrivan ehliyle  yaptığı savaştan  dönerken Babil toprağına geçtiler. İkindi namaz vaktiydi, namaz kılmaları vacip oldu. Müslümanlar nida ettiler: “Ey Emir’ül Müminin, ikindi vakti oldu.” Emir’ül Müminin dedi ki:  “Bu yer lanetlenmiştir, Allah burayı üç kez lanetledi, dördüncü kere de lanet edecektir. Burada ne peygambere ne Vasi’ye  namaz kılması helal olmaz. Sizden burada namaz kılmak isterse kılabilir.” O anda münafıklar Nehrivan ehlini (Hariciler) kastederek dediler ki: “Doğru o namaz kılmaz, ama namaz kılanları öldürür.”
Cüveyriyye bin Mesher el-Abdi dedi ki: “Yüz farisle onu takip ettim. Ve dedim ki: Allah'a ant olsun ki, o namaz kılmadan ben de namaz kılmayacağım. Bugünkü namazımda onu taklit edeceğim. Emir’ül Müminin Babil toprağını geçince güneş batmaya yüz tuttu, sonra battı ve ufuk kızıllaştı. Sonra bana iltifat ederek buyurdu ki: “Ey Cüveyriyye! Suyu ver” Ona malzemeleri takdim edince abdest aldı ve: “Ey Cüveyriyye! Ezan oku” dedi.

 “Gece namazı vakti gelmedi” dedim. İmam Ali: “İkindi vakti  için ezan oku” dedi. Kendi kendime dedim ki: İkindi için ezan oku dedi, halbuki  güneş battı, ama bana ona itaat etmek düşer ve ezan okudum. Bana: “Kalk” dedi, kalktım. Ben ikametteyken anlamadığım kelimelerle dudakları kıpırdadı. O anda hemen güneş ikindi vakti yerini alacak şekilde
geri döndü. Sonra İmam kalktı, tekbir getirdi, namaz kıldı, biz de arkasından namaz kıldık. Namazını bitirdikten sonra güneş sanki leğende ışık kayar gibi kaydı, battı ve yıldızlar dizildi. Sonra bana iltifat ederek:  “Akşam ezanı için ezan oku, ey bilinci zayıf olan” buyurdu.

(Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.77-78 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.;  Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.11-13 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas.; Şazân bin Cibril el-Kummi “el-Fedâil” S.68-69 Dâr’ür Radıy H.1368 Kum Bas.)

Ehlibeyt Şairi El-Himyeri tanınmış el-mezhebe kasidesinde
Hz. Ali hakkında şöyle demiştir:
“Ruddet aleyhişşemsu lemma fatehü
vaktussalati ve kad denet lil mağribi
hatta tebellece nuruha min vaktiha
lil asri sümme hevet heviyel kevkebi
ve aleyhi kad ruddet bi Babil’in merreten
uhra ve ma ruddet lihalkin mağribi
illa li Yuşaa ev lehu velihabsiha
veliraddiha tevilu emrin mu’cibi”

Açıklaması:
“Hz. Ali, ikindi namaz vaktini geçirdiği zaman güneş akşam vaktinden ikindi vaktine geri döndü, döndüğünü de herkes görmüştü. İkindi namazını kılınca güneş, yıldız kayar gibi kayarak akşam vaktine dönüverdi. Babil’de bir kez daha kendisine dönmüştü. (1) Başkasına ise sadece Yuşa’ya dönmüştü. Güneşin geri dönmesine acaip teviller vardır.”

 (Eş-Şerif er-Radıy “Hasâis el-Eimmeh” S.52; Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.11-13 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas.; Şazân bin Cibril el-Kummi “el-Fedâil” S.68-69 Dâr’ür Radıy H.1368 Kum Bas.;; en-Nisaburi “Ravdat’ül Vahizin S.131; eş-Şeyh Müfid “el-İrşad” C.1, S.347; İbn-i Hamzi et-Tusi “es-Sakib fil-Menakıb” S.254-255; Menakıb Âl Ebi Talib C.2, S.144-145; Allamet’ül Hilli “el-Müstecad Min-el İrşad” S.138; eş-Şeyh el-Mâhuzi “el-Erbain” S.424; el-Erbeli “Keşf’ül Gumme” C.1, S.282-283; eş-Şeyh et-Tıbrisi “İlam el-Vera bi A’lam’ül Hüda” C.1, S.351; eş-Şeyh Abbas el-Kummi “el-Künye vel-Elkâb” C.2, S.191; eş-Şeyh Cafer en-Nakdi “Envar el-Aleviyye” S.137)

7- Müminlerin Emiri Hz. Ali Babil toprağına geçtiğinde güneş batıp namaz kılmamıştı. Bunun üzerine dizlerine çöküp uzun bir müddet duada bulundu ve güneş tekrar ikindi makamına geldi. Namaz kılındıktan sonra tıpkı yıldızın kaydığı gibi kayıp, tekrar gece oldu.

(Ali Bin Hüseyn el-Mesudi “İsbât el-Vasiyya Li Ali Bin Ebi Tâlib” S.116 Seyyid Murtada Yayını 1902 Tahran Bas.; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah” S.508)

Güneş’in Onun İçin Geri Dönmesi
8-  Esma bint Amis buyurdu ki: Bir gün Resulullah (saa) Ali (as)'nin kucağında yattığı halde vahiy alıyordu. Bu durum o kadar uzadı ki, ikindi namazını kılmadan güneş battı. Resulullah (saa) vahiyden fariğ olunca İmam Ali’ye şöyle sordu: “Ey Ali, namaz kıldın mı?” İmam Ali: “Hayır, kılmadım” buyurdu. Bunun üzerine Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Ali senin ve Resulünün taati üzere idi. Güneşi ona geri çevir.”
Esma dedi ki: “Battığını gördüğüm gibi yine de doğup, Müminlerin Emiri Ali’nin namaz kıldığını gördüm.”
(Menakıb-ı Lil Hüvarezmi S.217; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah” S.491; Meğazeli s.96

9-  Resulullah (saa)’a vahiy inerken İmam Ali’nin kucağına başinı koymuştu. Vahiy bitince Resulullah İmam Ali’ye: “Namaz kıldın mı, ey Ali?” diye sordu. İmam Ali buyurdu ki: “Hayır kılmadım” Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım, güneşi Ali için geri çevir!” Güneş geri döndü, hatta mescidin ortasına kadar vardı.

(Muhibeddin et-Tabari “Riyad’un Nadara” C.2, S.179-180)

10- Menakıb-ı Muhammed’te diyor ki: Hayber’de Hz. Peygamber (saa)’in duası ile Hz. Ali, Güneş’i battıktan sonra ikindi vaktine geri getirdi.

(Eş-Şeyh Abdurrahman eş-Şafii “Nezhet’ül Mecâlis ve Muthaf’un Nefâis” Cz.2, S.384)

ÖLÜLERİ DİRİLTMESİ

11-   Ebu Cafer Meysem es-Semmar şöyle anlatıyor :

Bir gün Emir’ün Nahıl (Arıların Emiri) Ali’ nin huzurunda idim. Ben ve bir cümle halk kitlesi onun vaazını dinliyorduk. Bir de baktım ki, bir Arap kafilesi geldi. Kapıdan bir adam  içeri girdi. Tam zırh kuşanmıştı. İki tane de kılıcı vardı. Selam vermedi ve sesini çikarmadi. Herkes ona hayretle bakıyordu. Mevlamız Emir’ül Müminin de başinı kaldırıp  adamın yüzüne bakmadı. Gelen adam şöyle söze başladı : Sizin en kahramanınız kimdir,
Cesareti müşteba, fazileti ilim ve cemal ile sargılı olan, kerametlerle vasıflandırılan, Kabe-i Muazzama’da doğan hanginiz? Ebu Talib’in oğlu,  Muhammed’in halifesi ki, kendi  zamanında    onu koruyarak onun  şanını  yükseltip gücünü arttıran, hanginiz 2 Amru’yu öldüren?

O zaman Emir’ül Müminin: Ey Ebu Said Fadıl’ın oğlu, Eş’as’ın oğlu, Samirri’nin oğlu benim. İstediğini sor? Melhuf olan kimselerin kinzi (sığınağı) benim. Marufla vasfedilen benim.  Kâf ve Kuran’il Mecid benim. Nebe’ül Azim benim, Sırat’ul Müstakim benim. Alim benim. Hakim benim, hafiz benim, rafi benim. Faziletimle  bütün kitaplar konuştu ve benim ilmime akıl sahipleri tanıklık ederler. Ben Resulullah’ın kardeşi ve kızının kocasıyım.

O zaman Arap dedi ki : Rumuzlarınla ve isimlerinle değil.
Hz. Ali: Ey Arap kardeş, O yaptıklarından sorulmaz. Onlar hesaba çekilirler.

Arap şöyle dedi: Senin ölüyü diriltebileceğini, dirileri de öldürebilecegini, bir kimseyi zengin ve yoksul yapabileceğini ve her türlü müşkülatı çözebilecegini haber aldık. Ey kavminin genci, bunlar doğru mudur?

Hz. Ali: Ey Arap, maksadın nedir, sor. O zaman Arap dedi ki:

Ben sana altmış bin nüfuslu Akime kabilesi tarafından elçiyim. Benimle bir ölü gönderdiler. Bundan bir müddet evvel öldürüldü. Öldürülme sebebinde büyük bir ihtilaf oldu. Bu yüzden öldürüleni sana getirdik. Şu anda mescidin kapısı önündedir. Eğer onu diriltirsen senin necip asıllı sadık olduğuna inanırız. Senin Allahın yeryüzündeki hucceti olduğundan haber ettiler. Yok eğer diriltemezsen onu kavmine geri götüreceğiz buna gücün yetmediğine kanaat edeceğiz ve gücün olmadığı şeylere nefsinden konuşuyorsun. O zaman Hz.Ali Meysem’e : Ey Meysem, kalk da Kufe sokaklarında,
Kim ki, Muhammed’in damadı ve kardeşi olan Ali’ye Allahın kendisine verdiği fazilet ve ilmi görmek isterse yarın Necef’e buyursun.
Meysem döndüğü zaman Emir'ül Müminin  ona Arabiyi evine konut etmesini emreder. Meysem dedi ki: Arabiyi ve ölüyü…. aldım. Menzilime götürdüm ve ailem ona gereken hizmeti karşiladılar.
Bir sonraki gün Emir'ül Müminin  Sabah namazını kıldıktan sonra onunla gittim, Küfede iyi kötü hiçkimse kalmadı herkes Necef’e geldi.

Bunun üzerine Kufeliler toplandılar. Hz. Ali Arabiye ve bir kısım ahaliye  cenazeyi devenin üzerinden indirmelerini söyledi. Cenazeyi indirdiklerinde üstündeki örtüyü çikarttilar. Hz. Ali  sordu : Kaç günden beri ölmüs?
-1-    Kırk bir gün oldu ey Ali.dediler.
-2-    Peki niçin bu adamı kestiler?
-3-    Bilmiyoruz. Gece sağ salim yattı. Sabahleyin ise kulaktan kulağa kesilmiş vaziyette görüldü, dediler.

Hz. Ali, Araba ve gelen heyete : Bunu kesen kayınbabasıdır. Çünkü kızının üzerine bir daha evlendi. Kızına bakmaz oldu. İşte bundan hiddetlenen kayınbabası gece yatarken kesti. Arap ve gelen heyet : ya Emir’ül Müminin, biz senin söylemene razı olsak bile kabile razı olmaz. Bunu dirit de kabileye gitsin kendisi anlatsın. Yoksa kabile tamamen ayaklanmış, kılıçları çekip birbirine düşecektir. O zaman Hz. Ali, Hz. Muhammed’ül Mustafa (saa)’ya birçok salavatlar getirip ölünün ayağını salladı ve : Kalk dedi, ey Hanzileh oğlu Mudrik, seni Allahın izniyle dirilten Ali’dir. Gülam derhal dirilip oturur ve : Buyurun, ey çürümüs ve dağılmış kemikleri dirilten. Hz. Ali ona : Seni kim öldürdü? Diye sordu. Adam:  Beni öldüren kayınbabamdır. İsmi de Haris’tir, babası da Remat’tır. Hz. Ali yine sordu: Kabileye akrabalarının yanına gider misin?…
Adam: “Hayır, gitmem ey Müminlerin Emiri, çünkü kayınbabamın beni tekrar öldürmesinden korkuyorum. Orada sen de olmazsan beni kim tekrar diriltecek?. O zaman Hz. Ali Araba ve onunla gelen heyete : “Gidin kabileye, gördüğünüz ve işittiğiniz gibi bu durumu anlatın. Gülam benim yanımdan ayrılmıyor. Gelen heyet derhal geri gittiler. Dirilen zat da Hz. Ali’nin yanında Küfe’de kaldı. Nihayet Sıffin Savaşinda şehit edildi. Küfe ehli de Hz. Ali hakkında ve ona olan söylentileri hakkında ihtilafa düştüler.

(Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.100-103 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.; el-Hatip Şeyh Muhammed Ridâ el-Hakîmi “Selûni Kable en-Tefkudûni”  C.2, S.256-259  Mektebet’is Sadr 1415 Tahran Bas./ er-Ravda S.26 / Şâzân bin Cibril el-Kummi “el-Fedâil” S.1-5 / Hüseyn bin Abdülvehhab “Uyûn el-Mucizât” S.28-32 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas. / el-Meclisi “Bihâr ’ül Envâr” C.40, S.274-277)

12-   Birgün, Sultân-ı Enbiyâ ve Resûl-i müctebânın huzûrlarına üç kişi geldi. Biri hazret-i İbrâhîm aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i Îsâ aleyhisselâmın kavminden idi. “Salevâtullahi aleyhim ve alâ nebiyyinâ.” Hazret-i İbrâhîm kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki: Yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerin büyüğü ve efdali benim diyorsun. Nereden bilelim ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin makbûlüsün. Hazret-i İbrâhîme Allahü teâlâ halîlim demişdir. Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdu ki: "Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, hazret-i İbrâhîme halîlim dedi ise, bana habîbim demişdir. Kişinin dostumu yakındır, yoksa mahbûbu mu [sevgilisi mi]" O kimse hayrân olup, cevâba kâdir olamadı. Hemen Resûl-i ekremin mubârek cemâline nazar edip, kalpten: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ şerîkeleh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh” dedi. Ondan sonra hazret-i Mûsâ kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki, yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerden benim mertebem yüksektir. Hepsinin serveri ve sultânı benim, diyorsun. Allahü teâlâ hazretlerinin yanında senin merteben, diğer Enbiyâdan yüksek olduğuna nereden inanalım ki, İşittik ki, Allahü teâlâ , hazret-i Mûsâ’ya kelîmim demiştir. Her zemân onu Tûr-i sînâya çikarip, kelâm söyler idi. Hazret-i Fahr-i âlem ve seyyid-i veled-i Âdem “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdular ki, "Allahü Sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Mûsâya ‘Kelîmim’ dedi ise, bana ‘Habîbim’ demiştir. Eğer hazret-i Mûsâyı Tûr-i sînâya çikardi ise, bana, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmla, Cennet elbiseleri ile burakı donatıp, gökleri, yerleri, arşi ile kürsîyi ve Cennet ve Cehennemi ve kevn-ü mekânı az zemân içinde seyrettirdi. Kabe kavseyn ev ednâ rütbesine varınca, Allahü Teâlâ bana o şekilde ihsânlar ve nihâyetsiz lütuflar eylemiştir ki, hicâbı aramızdan kalkmıştır. Elhamdülillah ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ biz zayıf kullarını o sultânın ümmetinden eyledi. Allahü teâlâ hazretleri bana va’d eyledi ki, benim ümmetimden her kim benim rûh-i pâkime günde yüz kerre Salevât-i şerîfe getirmeyi âdet hâline getirip, terk eylemese, bin kere rahmet eyler. Ve Cennet içinde bin derece verir. Bin günâhı mahvolur. Bin altın sadaka vermişçesine sevap verir." Ebû Hüreyre ve hazret-i Enes bin Mâlik rivâyet etmişlerdir ki, o kimse de birşey söyleyemeyip, cevâba kâdir olmayıp, Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerinin mübârek ayaklarına yüz sürüp, bin zevk ile parmak kaldırıp: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh” dedi. Ondan sonra, hazret-i Îsâ aleyhisselâm kavminden olan, ileri gelip, dedi ki: “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ hazretlerine bütün Peygamberlerden yakınım ve sevgiliyim. İlklerin ve sonların seyyidi benim, dersin. Hazret-i Îsâ aleyhisselâmın Rûhullah olduğunu işitmedin mi? Allahü teâlânın emri ile ölüleri diriltirdi.” Fahr-ül kevneyn ve Resûl-i sekaleyn “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdu ki, “Varın, Alîyi çagirin.” Ashâptan birisi gidip, hazret-i Alîyi çağırdı. Hazret-i Alî geldikden sonra, Resûl-i ekrem hazretleri, o kimseye buyurdu ki: “İmam Ali’ye en eski mezarı git ve göster” O kimse dedi ki:  “Falan yerde bir mezâr vardır. Bin yıllık mezârdır.”  Hazret-i Habîb-i ekrem “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdu ki:  “Yâ Alî! Var o mezârın üzerine üç kere çagir. Bekle ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emri ile ne zuhûr edecekdir.” Hazret-i Alî “Kerremallahu vechehü” o mezârın üzerine varıp, bir kere “yâ Ya’kûb!” diye çağırdı. Allahü tebâreke ve teâlânın emr-i şerîfi ile mezâr orta yerinden yarıldı. Bir def’a: “yâ Ya’kûb” diye çagirdi. Mezâr açıldı. Bir def’a dahâ “yâ Ya’kûb” diye çagirdi. O sırada mezârın içinden bir nûrânî pîr kalktı. Saçları uzamış. Başindan toprağı saça saça ayak üzerine durup, yüksek sesle dedi ki:  (Eşhedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh.) Ondan sonra hazret-i Alî ile hazret-i Habîb-i ekremin “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” huzûruna gitdiler. Bu açık mu’cizeyi görmekle çok kâfirler îmâna geldiler. Hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm” kavminden olan kimse müslimân oldu.

(Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Yirminci Menâkıb)

KAFATASINI DİRİLTMESİ

13-  Ammar es-Sâbiti’den: İmam Ali, Kisra kralının sarayında dolaşirken Kisra Kralının tahtına oturduktan sonra Müneccimi çagirdi. Müneccim Dellaf geldikten sonra orada bulunanlarla birlikte sarayı gezmeye başladı. İmam Ali gördüğü her şeyi sanki Kral Kisra döneminde yaşamış gibi anlattı. Bu anlatımıyla İmam Ali herkesi hayrete düşürdü. Sarayda dolaşmaya devam ederlerken bir kafatası bulurlar. İmam Ali orada bulunanlardan leğen getirmelerini söyler. Leğen gelince İmam Ali içine su döker ve kafatasını leğenin içine koymalarını emreder. Kafatasını leğenin içine koyduklarında
İmam Ali kafatasına: “Ey kafatası! Bana haber ver, ben kimim ve sen kimsin?” diye sorar. Kafatası: “Sen Emir’ül Müminin’sin. Vasilerin seyyidisin. İtaat edenlerin imamısın. Zahiren ve batine seni ne kadar muazzam etseler azdır, sen daha muazzamsın. Ben ise Allah’ın kulu ve Emetillah’ın oğlu Kisra Enü Şirevan’ım.” İmam Ali ile beraber Sâbât ehlinden olan  bir kavim buradan ayrılıp evlerine gittiler ve ailelerine olanları ve kafatasından duyduklarını anlattılar ve Emir’ül Müminin’de ihtilafa düştüler. Sonra İmam Ali’yi bulup Kimileri  onun hakkında Hristiyanların Mesih  (İsa) hakkında dediğini ve Abdullah bin Sebe ve arkadaşlarının dediği gibi (Onun İlâh olduğunu) dediler. Halktan bazıları ona: “Eğer bunları hallerine terk edersen insanlar küfre girecektir” İmam Ali onlardan bu söylediklerini duyunca ashabına: “Onlara ne muamele uygulamamı istersiniz?” Dediler ki: “Onları Abdullah bin Seba ve arkadaşlarını yaktığın gibi ateşte yakmanı istiyoruz” İmam Ali onları topladı ve onlara dedi ki: “Bana niye böyle diyorsunuz?” dedi. Dediler ki: “Kafatasının  konuşmasını ve sana ne dediğini duyduk. Kafatasının bu şekilde konuşması Allah’tan başkasına konuşması caiz değildir, bundan dolayı dediğimizi dedik.” İmam Ali onlara: “Sözünüzden dönün ve Allah’a tövbe edin” dedi.
Onlar: Biz sözümüzden dönmeyeceğiz, bize istediğin muameleyi yap” dediler. Bunun üzerine İmam Ali onların ateşte yakılmasına emir verdi. Ateş hazırlandı ve onları ateşte yaktı. Yandıktan sonra İmam Ali halka: “Onların küllerini havaya uçurun” Halk onların küllerini havaya uçurduktan üç gün sonra Sâbât halkı İmam Ali’nin yanına gelip dediler ki: “Allah Allah Muhammed (saa)’in dinine! Ateşte yaktıkların adamlar eski hallerinden daha güzel bir biçimde evlerine döndüler.” İmam Ali onlara cevaben buyurdu ki: “Ben onları yakıp, siz küllerini havaya uçurmadınız mı?” Onlar: “Evet, öyle oldu” dediler. İmam Ali buyurdu ki: “Ben onları yaktım, Allah da onları diritti”
Bunun üzerine Sâbât halkı şaşirmış halde oradan ayrıldılar.

(Muhaddis en-Nûri ‘Ö.1320 H.’ “Müstedrek’ül Vesâil” C.18, S.168-169 Müesset-i Âl’il Beyt H.1408 Kum-İran Bas.; Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.20-21 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut-Lübnan Bas.; Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.90-91  Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.;Ebi Ali el-Hüseyn bin Himâm “Kitab’ül Envar”)

 

RAHİMDE OLANI BİLMESİ

14- Ammar bin Yasir ve Zeyd bin Erkam dediler ki:

Bir Safar ayının 17’si olan Pazartesi günü idi. Hz. Ali ile sohbet ederken müthiş bir ses duyduk. Hz. Ali: “Ey Ammar, bana Zülfikar’ı getir.” Dedi. Ben de hemen getiriverdim. Hz. Ali Zülfikar’ı kılıfından çikarip bacaklarının üstüne koydu ve “Ey Ammar, bu gün bütün Küfe halkının gammını gidereceğim, müminin imanı daha da artsın, muhalifin nifakı da daha da artsın. Ey Ammar kapıdakilere bir bak” dedi. Ammar: “Kapıyı açtım ve bir baktım ki, genç bir bayanı deveye bindirip getirmişlerdi. Genç bayan da bağırıp duruyordu. Yalvararak: “Ey yalvaranların kurtarıcısı, ey büyük güç sahibi, ey kemikleri dirilten, ey yardımcısı olmayanların koruyucusu, ben sana teveccüh ettim,  senin veline tevessül ettim, Senin Resul'ünün halifesine kasıt ettim.  Yüzümü ak eyle ve beni bu ızdıraptan kurtar!” diye yakınıp duruyordu. Bayanla bir birlikte binlerce kişi gelmişti.  Onların bir kısmı bayanın lehinde, bir kısmı da aleyhinde idiler. Bayanı deveden indirip mescide getirdiler. Bayan Hz. Ali’nin yanına yaklaşip dedi ki: “Ey mevlam! Ey çekinenlerin imamı! Senin yanına geldim ve seni kasıt ettim. Bendeki gammı gider, senin buna gücün yeter. Sen şimdiye kadar olan  ve Kıyamet gününe kadar olacak her şeyi bilensin.”  Bunun üzerine
 Hz. Ali Ammar’a dedi ki: “Küfe’lileri çağır ve onlara de ki: Allah’ın,  Muhammed’in kardeşine verdiğini görmek isteyen mescide gelsin” Ammar çagirinca mescit bir anda dolup taştı.
Hz. Ali: “Ey Şam halkı! Ne isterseniz sorun” dedi.  Anında aralarından ihtiyar birisi ayağa kalkar, selam verir ve “Ey mevlam! Bu bayan benim kızımdır, kendisine Arap kral ve emirlerinden talip oldukları halde beni aşiretimin nezdinde rezil etti. Oysa ben Arapların sayılı eşraflarındanım. Ama ne yazık ki, kızım evimden hamile çikip beni rezil etti. Ben İflis’in oğlu Filis’im, içim ateşle yanıyor. Ne yapacağımı şaşirdım” dedi. Hz. Ali, bayana: “Babanın iddia ettiği şey hakkında sen  ne diyorsun” dedi. Bayan: “Senin hakkın için ey mevlam, ben masumum, asla ihanet etmiş değilim. Evet karnım büyüyor, ama nedenini ben de bilmiyorum.  Ama biliyorum ki bunu benden daha iyi biliyorsun. Ben yalan söylemedim. Ne olur beni kurtar!” der. Bunun üzerine Hz. Ali Zülfikar’ı alır mimbere çikar ve: Allahu Ekber! “Hak geldi, batıl yıkıldı, batıl zaten yıkılacaktı” (İsra 81) buyurdu ve “Bana Küfe’nin ebesini getirin” dedi. Lebna adındaki Küfe’nin ebesi gelince Hz. Ali ona: “Ey Lebna, seninle insanlar arasında bir perde çek ve şu bayanı muayene et ki hamile olup olmadığını ögren” dedi. Ebe, bayanı muayene eder ve Hz. Ali’ye: “Evet, senin hakkın için ey mevlam! Hamiledir” der.  Bunun üzerine Hz. Ali, bayanın babasına: “Sen Şam’ın Asar köyünden değil misin?” diye sorar. Adam: “Evet” der.  Hz. Ali ona: “Sizin oralardan biriniz bana şimdi bir parça kar getirebilir mi?” diye sorar.  Adam: “Bizim orada kar çoktur, ama getirmemiz imkansızdır!” Der. Hz. Ali: “Şehriniz buradan 250 fersah uzaktır” der. Adam: “Evet! Doğrudur ey mevlam” Bunun üzerine Hz. Ali mübarek elini uzatır ve geri çekince istenilen kadar karla dolu eli görünür.  Oradaki insanlar şaşakaldılar. Hayretle birbirlerine bakışıp camiyi gürültüyle doldururlar. Hz. Ali onlara: “Susun!” buyurur. “İsteseydim karı dağlarıyla beraber getirebilirdim” buyurur. Kar parçasını ebeye verir ve “Bayanı al da caminin dışına çikar, bir eve girin, bayanın altına bir leğen koy ve kar parçasını bayanın mahremi altına koy. Göreceksin içinden 75 derhema ve 2 dank ağırlığında bir alaka düşecektir” buyurur. Ebe, Hz. Ali’nin dediğini yapar ve gerçekten alaka düşer, tartılır. Ağırlığı aynen Hz. Ali’nin dediği gibi çikar.

Bayan temize çıkınca, Hz. Ali bayanın babasına döner ve: “Ey ebel ğadab! Kızını al ve git. Allah’a yemin olsun ki hayatında hiçbir erkekle ilişkisi olmamıştır. Ancak 10 yaşindayken bir gün girdiği bir suyun içinden kızın içine farkına varmadan bir alaka girip yerleşerek bu duruma gelene kadar karnında büyümüştür” buyurur. O anda kızın babası Hz. Ali’ye: “Tanıklık ederim ki, sen rahimdekileri ve damarlardakini bilensin. Sen dinin kapısı ve direğisin.”   Bu mucizeyi gören Küfe’liler Hz. Ali’ye: “Ey Emir’ül Müminin, bizde uzun zamandır yağmur yağmadı, bize rahmet olsun diye dua eder misin? Ey Muhammed’in ilminin varisi!” dediler. Hz. Ali ayağa kalkar ve eliyle göğe işaret eder. Anında yağmur yağmaya başlar. Sular taşinca Küfe halkı Hz.Ali’ye: “Bu kadar bize yeterlidir” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali bazı kelimeler söyledi. Yağmur durdu, ardından güneş çiktı. Ali bin Ebi Talib’in faziletinde şüphe edene Allah lanet etsin.

(el-Meclisi “Bihâr ’ül Envâr” C.40, S.277-280 Müesseset’ül Vefa 1404 H Beyrut Bas./ Şâzân bin Cibrîl el-Kummi “el-Fedâil” S.155-158  Dar’ür Radiy 1363 H. Kum Bas. /  Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.25-28 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas.  / El-Hatip Şeyh Muhammed Ridâ el-Hakîmi “Selüni kable en Tefkudûni”  C.2, S.259-262 / er-Ravda S.32-33 / Yunus Ramadân “Buğyet’üt Tâlib Fi Marifeti Ali Bin Ebi Tâlib” S.311-313; Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.264-266  Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.)

SUS!  EY SELFA’!

15-  El Hüseyn bin Ali Deynuri, Muhammed bin el-Hüseyin’den, İbrahim bin Gıyas’tan, Ömer bin Sabit’ten, İbn-i Ebi Habib’ten, el-Haris el-A’var’dan rivayet ederken Hz. Ali, kadılık yaparken yanındaydım. Kocasını şikayet eden bir kadın gelir ve ifadesini verir. Ardından Hz. Ali, kadını haksız bulur. Kadın kabul etmeyip müthiş öfkelenerek  “Ey Emir’ül Müminin, bana zulümle hükmettin. Allah bunu mu sana emretti?” deyince Hz. Ali ona: “Sus ey selfa’, ey muhi’, ey karda’, sana hakkıyla hükmettim” buyurdu. Kadın Hz. Ali’den bu sözleri duyunca huzurundan uzaklaştı. Peşinden Hureys oğlu Amru gitti. Ona yetişir ve: “Bayan! Senden acaip hareketler gördüm, Hz. Ali’nin sana söylediği kelimeler nedir ki, sen onlardan hiçbirine cevap veremedin!” der.
Kadın: “Ey Allah’ın kulu, Ali’nin bana söylediklerini bir Allah bilir bir de ben. Ondan uzaklaşmamın sebebi de bana daha büyük şeyler söylemesinden korktuğum içindir.” Amru dedi ki: “Bana bildir, sana neler söyledi?”  Kadın dedi ki:  “Bana ey selfa’ dedi. Manası ‘sen diğer kadınların adet gördüğü yerden adet görmezsin” Ali yalan söylemedi, doğrudur, ben gerçekten böyleyim. Bana: ey muhi’ dedi. Doğrudur, ben erkeklere eş değilim, kadınlarla görüşürüm. Bana ey karda’ dedi. Doğrudur, ben kocamın evine sadık değilim ve ona bağlı da değilim” dedi. Amru: “Ali bunu nereden bildi, sihirbaz veya kahin midir, sende olan şeyleri sana haber etti. Bu büyük bir ilimdir?” diye sorar. Kadın: “Ey Allah’ın kulu! Ali, asla sihirbaz veya kahin değildir. Ancak nübüvvetin Ehl-i Beyt’indendir. Kendisi Resülullah (saa)’ın vasisi ve varisidir. Kendisi Resulullah’tan gördüğünü insanlara bildirir. O, Allah’ın bu yaratıkları üzerine peygamberimizden sonra onun hüccetidir ” dedi.

Daha sonra Amru meclisine döner.  İmam Ali ona: “Ey Amru! Benim sihirbaz olduğumu nasıl düşünebilirsin?” der.  Amru: “Affet beni ey Emir’ül Müminin” der. Hz. Ali ona: “Bunun hesabını Allah’a vereceksin” buyurur. Hz. Ali: “Benim mucizelerimi garip görmeyin. Çünkü bu Allah’ın resulüne ögretip resulünün de bana ögretmesindendir. Bildiğiniz gibi Yuşa bin Nun, Hz. Musa’nın vasisi, Asaf bin Berhiya da Hz. Süleyman’ın vasisidir. Yuşa Güneş’i durdurdu. Asaf da Belkıs’ın tahtını bir göz kırpmasıyla getirdiği zaman Asaf, kitabın bir ilmini bildiğini söylediyse, ben onlardan çok daha güçlüyüm. Çünkü kitap ilminin tümü bendedir” buyurdu.

(Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyun el-Mucizât” / Şeyh Müfîd “el-İhtisâs” S.305-306 / Muhammed bin el-Hasan bin Furuh es- Saffâr “Besâir’üd Deracât” S.359-360 / el-Meclisi “Bihâr’ül Envâr” C.41, S.291-293 / El-Hatip Şeyh Muhammed Ridâ el-Hakîmi “Selüni Kable en-Tefkudûni”  C.2, S.335-336  Mektebet’is Sadr 1415 Tahran Bas)

PEYGAMBERLERLE BERABER OLUŞU VE ONLARIN YARDIMCISI

16-  Resulullah sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Yâ Ali, kâlellâhu li:  Be’astü Aliyyen me’al enbiyâi bâtinen ve me’ak zâhiren”

Meali: “Ey Ali, Allah bana buyurdu ki: Ben Ali’yi peygamberlerle gizli olarak, seninle de açık olarak beraber gönderdim”

(Nimetullâh el-Cezâiri “Envâr’un Numaniyye” kitabı C.1, S.3; Yunus Ramadân “Buğyet’üt Tâlib Fi Marifeti Ali Bin Ebi Tâlib” S.442 Müesseset’ül A’lemi lil Matbuât H.1413 Beyrut Bas. / Ahmet er-Rahmâni el-Hemedâni “el-İmâm Ali” S.86; Hafız Recep el-Bersi “Meşarik-u Envâr el-Yakin” S.248; Seyyid Haşim el-Behrani “Gâyet’ül Meram”  Dipnotta: S.17 / Kudsiyyât Kitabı.)

17-  Cebrail Peygamber (saa)’e dedi ki: “Allahu Teala Ali’yi peygamberlerle gizli olarak seninle ise açık olarak gönderdi”

(Nimetullâh el-Cezâiri “Kısas’ul Enbiyâ” S.91, Mektebet-i Ayetullah el-Meraşi H.1404 Kum Bas.)

18-   Resulullah (saa): şöyle buyurdu: “Büisa Aliyyen ma külli nebiyyin sirren ve mai cehren”
Meali: “Ali, bütün peygamberlerle gizli olarak, benimle ise açık olarak gönderildi.”

(İbin Ebi Cemhur “el-Meclâ”  S.309; Ahmet er-Rahmâni el-Hemedâni “el-İmâm Ali” S.86
Şerh-i Dua el-Cevşen S.104; Cami’ül Esrar S.382, 401, Hadis No: 763-804; El-Mürâkibât S.259; Seyyid Haşim el-Behrani “Gâyet’ül Meram”  Dipnotta: S.17)

19-  Resulullah (saa): şöyle buyurdu: “Me min nebi illâ ve büisa meahü Ali bâtinen ve mai zâhiren”

Meali: “Hiçbir peygamber yoktur ki, onunla Ali gizli olarak gönderilmiş olmasın, benimle ise açık olarak gönderilmiştir.”

(Ahmet er-Rahmâni el-Hemedâni “el-İmâm Ali” S.86; İbin Ebi Cemhur “el-Meclâ” S.368)

20-  İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “… Allahu Tealanın hiçbir peygamber göndermemiş ki ben onun borcunu ve vad ettiğini yerine getirmiş olmayayım…” 

21-  Hz. Ali Aleyhisselam da şöyle buyurdu: “Enâ künte meal enbiyâi bâtinen ve ma’ Resulullâh zâhiran”

Meali: “Ben peygamberlerle gizli, Resulullah ile açık olarak beraberdim.”
(el-Humeyni “Misbâh ül Hidâye” S.142)

22-  “Buyurdu ki: Senin gücünü kardeşinle arttıracağız. Ayetlerimizle ikinize de öyle bir güç vereceğiz ki onlar, size erişmeyecektir” (Kasas 35. Ayet)

Hafız Şeyh Recep el-Bersi şöyle naklediyor:
Firavn, Allah’ın laneti üzerine olsun, Harun’un Musa’ya katılıp onun huzuruna geldiklerinde Firavn’un kalbine bir korku girdi.  Çünkü ikisinin önünde ata binmiş, elbiseleri ve kılıcı altından olan bir şahısı görmüştü.  Firavn da altını çok seven birisiydi. O süvari Firavn’a dedi ki: Bu iki adama (Musa ve Harun’a) icabet et! Yoksa seni öldürürüm. Bundan korkan ve çekinen Firavn, Musa ve Harun’un dışarı emanet içinde çikmalarina müsaade etti. Onlar çiktiginda kapıcısını yanına çagirtip cezalandırdı. Kapıcıları ise Firavn’un izzeti  üzerine Musa ve Harun’dan başka hiç kimsenin kapıdan içeri girmediğine yemin ettiler. Bu süvari İmam Ali aleyhisselamın misali idi. Onunla şanı yüce olan Allah önceki peygamberlere sırren ve peygamber efendimiz Muhammed (saa)’e ise açık olarak güç vermişti. Nitekim kendisi Allah’ın en büyük ayetlerindendir ki, onunla nice velisine kıldı. O suret ile hep yardımcı olmuştu. Evliyalar da o büyük kelime ile dua ederlerdi ki, duaları kabul olunur ve darlığa düştüklerinde onunla kurtulurlardı. Buna şanı yüce olan Allah şöyle işaret etmiştir: “Ayetlerimizle ikinize de öyle bir güç vereceğiz ki onlar, size erişmeyecektir” Abdullah bin Abbas dedi ki: “Bu en büyük ayet o süvari ve sultan olmuştu”

(Hafız Recep el-Bersi “Meşâriku Envâr’ül Yakîn Fî Esrâr Emir’ül Müminin” S.81 / Yunus Ramadân “Buğyet’üt Tâlib Fi Marifeti Ali Bin Ebi Tâlib” S.442-443 / Enis Emir “Kuran’da Ehl-i Beyt” S. 203)

ALTINDA SU OLAN BÜYÜK TAŞİ KALDIRMASI
23-  Sıffîn harbine giderken askerler çok susamışlar idi. Su aradılar. Rastladıkları bir kilisenin râhibi, falan yerde bir çesme vardır, dedi. Askerler bulundukları yerden o istikâmete gidiyorlardı. Şâh-ı Merdân Alî “kerremallahu vechehü” başka tarafa gitmeyiniz, o tarafda bir taş görüp, işâret edip, bunu kaldırınız buyurdu. Bütün askerler, o taşi kaldırmaktan âciz olup, kaldıramadılar. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” o taşi kaldırdı. Altından, hoş ve güzel, kaynayan su çikti. Bütün asker o sudan içip, kandıkdan sonra, yine o kaynak üzerine o taşi koyup, kapattılar. Rahip, bu kerâmeti görüp, dedi ki, ey azîz! Sen Resûl müsün? Alî “radıyallahü anh”, hâyır, velâkin Resûlün vasîsiyim buyurdu. Râhib ihlâs ile Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerine îmân getirip, Müslüman oldu. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” ona Müslüman olmasının sebebini sorduğunda şöyle cevâb verdi: Yâ Ebâ Hasen [Hasenin babası]. Önceki geçenlerimizden işitmişiz ve kitaplarımızda yazılıdır ki, bu mevkî’de bir çesme var. Onun açığa çikmasi Resûl veyâ Resûlün vasîsi olmadıkça, müyesser olmaz. [Ya’nî ancak onlar açığa çikarir.] Bugün ise sizden bu kerâmet açığa çikti. Anladım ki, siz Resûlün vasîsisiniz! İşittiğim ve gördüğüm muhakkak olup, murâdıma erdim.
Nakl edilmiştir ki, dünyâyı terk edip, Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin hizmetinde bulunup, muhârebeye katılıp, şehit oldu. Hazret-i Mürtezânın “radıyallahü teâlâ anh” güzel ahlâkının vasıflarından yazmak ve anlatmak insan kudretinin dışındadır. Onun hâllerini müşâhede imkânsızdır.
(Kıt’a):
Bir serverin ki, güzelliğini anlatmak kolay değildir,
Vasfı (Hel etâ) ola, medhi (İnnemâ).
Lâyık değil ki, onun zâtını vasf etmek,
Eteğine bulaşan Sühâ yıldızı ile.

(Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab Ellialtıncı Menâkıb; Şevâhid-ün nübüvve)

İŞÂRETİ İLE FIRAT SUYUNUN AZALMASI

24-  Fırat Nehri taşacak kadar coştuğunda, Müminlerin Emiri Ali (as)'nin ashabı huzuruna gelip durumu bildirdiler. Bunun üzerine Emirül Müminin Ali, Fırat’ın kenarına gidip sopasını yere vurduğunda, Fırat iki adım geri gitti. Sonra sopasını bir daha yere vurduğunda Fırat iki adım daha geri gitti.

(Ali Bin Hüseyn el-Mesudi “İsbât el-Vasiyya Li Ali Bin Ebi Tâlib” S.114 Seyyid Murtada Yayını 1902 Tahran Bas.; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah” S.506)

25-  Kûfe ehâlisi dediler ki: Yâ Emîr-el mü’minîn. Fırat suyu bu sene azdı. Çok ekinleri zâyi’ eyledi. Ne olur, Allahü teâlâ hazretlerinden dileyesin ki, su az olsun. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” se’âdethânelerine girdi. Halk kapıda beklerler idi. Sonra dışarı çikti. Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerinin cübbesini üzerine giymiş, mubârek sarığını başina koymuş, asâsını eline almıştı. At istedi. Ata bindi. Orada olanlar ve çocuklar etrâfında olmak üzere, Fıratın kenârına geldiler. Aşağı indi. İki rekat namâz kıldı. Durdu. Asâyı mübârek eline aldı, köprünün üstüne çikti. Hasan ve Hüseyin “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri de berâber çiktilar. O asâ ile sudan tarafa bir defa işâret eyledi. Su bir miktar azaldı. Buyurdu ki, bu kadar yeter m mi? Hepsi dediler ki: Yâ Emîr-el Müminîn, kifâyet eder.
(Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Yetmişsekizinci Menâkıb)

26-   Müminlerin Emiri Hz. Ali insanların arasına oturup, kendine yakın olan bir adama şöyle buyurdu: “Otur da sana anlatayım, sen falan yılda, falan günde ve falan hastalığından dolayı vefat edeceksin.”

(Ali Bin Hüseyn el-Mesudi “İsbât el-Vasiyya Li Ali Bin Ebi Tâlib” S.116 Seyyid Murtada Yayını 1902 Tahran Bas.; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah” S.508)

Hayber’in Fethi ve Hz.Ali

27-  Hz. Muhammed Hayber kalesini fethetmek için yarı yola kadar gitmişti. O zaman Medine’de bulunan Yahudilerin Müslüman ordusunu arkadan vuracaklarını duyar. Bunun üzerine Hz. Ali’yi gönderir. Hz. Ali o Yahudilerin hepsini sürgün edip Şam’a gönderir. Ve Müslüman ordusuna kavuşur. Hayber Kalesi’ne varırlar. Kalenin gayet muhkem yedi tane burcu vardı. Yani yedi duvarla çevrili idi.  Kale yüksek duvarların şekli de aşağıdan yukarıya harman şeklinde az mesafe ile kaleyi çevirmislerdi. Kuran-ı Kerim’de bu duvarlara “Husun” şeklinde geçer. Hz. Muhammed (saa) birinci günü sancağı Ebu Bekir’e teslim eder. Ebu Bekir kaleyi fethetmeden geri kaçar. İkinci günü sancağı Ömer’e teslim eder. Yine fethetmeden geri kaçar, hayatını da zor kurtarır,  suçu askerlerine atar, askerleri de suçu ona atarlar. Bunun üzerine  Peygamber “Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve resulünü sever, Allah ve resulü de onu severler. Allah kaleyi onun eliyle fethedecektir, o kerrardır, firar (geri kaçanlardan) değildir.” buyurdu. Herkes bu şerefe nail olmak istedi. Sonra peygamber sancağı Hz.Ali’ye verir. Hz.Ali kaleye yürür. İlk önce kırk kulaç genişliğinde olan su hendeğini aşar. Fakat Yahudiler, yağmur gibi ok fırlatmaya devam ederler. Hz. Ali’nin karşisına Yahudilerin en büyük yiğidi, bir ordu bedelinde saydıkları “Merhab” Çikar. Merhab Hz. Ali’ye “sen kimsin” diye sorar. Hz. Ali: “Benim o kimseyim ki annem  adımı Haydar koymuştur” dediğinde Merhab’ın kalbine korku düşer. Çünkü Merhab’ın annesine bir falcı kadın: “Senin oğlunu Haydar isimli bir şahıs öldürecektir” demişti. Merhap savaşmaktan çekinip geri döner, bu arada Şeytan insan şeklinde görünüp “Dünyada kim bilir ne kadar Haydar vardır, artı bir kadının sözüne mi inanacaksın” deyip  Merhab’ı Hz. Ali ile savaşmasını ikna eder. Merhab geri döner. Hz. Ali’nin yanına gelip ona kendi kahramanlıklarını anlatan beyitler okur, Hz. Ali de ona cevap olarak beyitler okur.  Hz. Ali’yle çarpisirken Hz. Ali Zülfikarı kaldırıp parlar ve ona öyle bir darbe indirir ki, Merhab’ın başindaki taştan başlığını, kafasını, altındaki atı ikiye böler, o darbeyle kılıcı yere çarpar, yer yarılır, su fışkırır.  Hz. Ali Merhab’ın işini bitirdikten sonra diğer yahudilerle çarpismaya başlar, bu arada yere düşürür, bir Yahudi onun kalkanını alıp kaçar. O anda Hz. Ali 44 kişinin açıp kapatabildiği  demirden olan koca Hayber Kalesi’nin kapısını tutup sallamaya başlar. Kapı sallandıkça tüm kale sarsılmaya başlar. Orada duvar nöbetçilerinden biri Hz. Ali’ye ne yapıyorsun? Diye sordu. Hz. Ali’de: Kalenin kapısını koparacağım, dedi. Nöbetçi şöyle cevap verdi: Yahu sen kapıyı koparacaksın, ama bütün kale duvarları sallanıp yıkılacak. Hz. Ali de: Kale duvarları yıkılırsa bana ne. Dedi. Yahudi, bu büyük kudreti Hz. Ali’den görünce: Ey Kahraman, sen kimsin? Dedi. Hz. Ali: Ben Ebu Talib oğlu Ali’yim, sizin Tevrat’ta ismim “İlya”dır, der. Yahudi: Ya Ali, sana ricam başinı açar mısın? Senin İlya olup olmadığını bileyim, der. Hz.Ali başinı açınca başindan muazzam bir nur semalara kadar yükseldiğini görür,  o anda Yahudi (şükür olarak) secdeye kapanır. İslamiyeti kabul edip: Ey Ali, benim dinim senin dinin üzerindedir, deyip iman eder.
Ardından Hz. Ali kapıyı koparır, onu hendeğin üzerine köprü durumuna getirir. Ancak kapı hendeğin iki ucuna yetişmeyince Hz. Ali  mübarek elini kapı ile  ile tutar ve İslam askeri o kapının ve İmam Ali’nin elinin üzerinden içeri geçerler. Böylece kalenin birinci duvarından içeri girmişlerdi. Hz. Ali kapıyı kalkan olarak kullanıp onunla savaşmaya başlar. Çarpismanin sonunda kapıyı bırakır. İslam askeri altı burcu geçmeğe muvaffak olurlar. Fakat yedinci burcu geçmek mümkün değildi. Çünkü gayet muhkem idi. Yahudilerin hepsi de yedinci burçta kalenin içine yerleşmişlerdi. Müslümanlar düşünüp taşindıktan sonra Resulullah (saa)’a şöyle bir teklifte bulundular: Ya Resulullah, Hz. Ali’yi mancınık vasıtası ile atalım kalenin içine insin. Bu şekilde yedinci duvarı da geçmiş oluruz. Bu karar derhal tatbik edildi. Hz. Ali havanın üzerine basarak yedinci burca yürüdü.  Hz. Ali yedinci burcun üzerinde durup Arap kabileleri arasında meşhur ve korkunç narasını bu Yahudilerin üzerine atmıştı. Onlar Hz. Ali’yi yedinci burcun üstünde ve o korkunç naralarını işitince herkes kaçar ve yükleyebileceği kıymetli eşyaları alır, alamadıklarını da kırmaya başlayıp Müslümanların onlardan yararlanmalarını önlemeye çalisirlar. Sonunda İslam ordusu Hz. Ali’nin vasıtasıyla yedinci burcu geçerler. Yahudilerin evleri basıldı ve kale fetih olunur.

Kuran-ı Kerim bu fetih olayını şöyle anlatır : “Onlar,  husunlarının (Kalelerinin) kendilerini Allah’tan koruyacağını zannetmişlerdi. Halbuki Allah, onlara hesaba katmadıkları yerden gelince kalplerine korku saldı. Kendi evlerini kendi elleriyle yıkmaya başladılar, müminlerde aynı tahribatı yaptılar. İbret alın ey basiret sahipleri. (Haşr – 2-3)

28-  Şair Kumru Hz. Ali’yi şöyle övmüstür: “…Hayber Kalesi’ni yıkmak senin için zor bir iş değil, senin saçının her bir teli isterse bin tane Hayber kalesi yıkar ya Ali. Eğer Cebrail kanadını yeryüzüne açmasa idi, Merciyik savaşinda senin kılıcın ile dünya bölünüp parçalanacaktı. Senin kılıcından çikan kıvılcım eğer şimşek olsaydı, İslam düşmanlarını yakıp kavurur, evlerini harap ederdi…”
(Kumru “Kenz’ül Mesâip” S. 35 Can Yayınları İstanbul 1995 )

29-  Hz. Ali’ye Hayber kalesini nasıl kopardın, diye sorduklarında şöyle buyurdu:  “Allah’a ant olsun ki,  Hayber kapısını cismani kuvvetle değil, Rabbani kuvvetle söktüm.”

(Siret-i Halebi c.3, s.37; Müsned Ahmet bin Hanbel c.6, s.8; İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc' ül Belağa" c.1, s.4; Siret-i Zeyni Dıhlan (Siret-i Halebi kenarında) c.2, s.201; el-Hilli “Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk” s.250)

KAFİRLERİN KORKULU RÜYASI

30- Allame İbn-i Ebi Cumhur el- İhsai şöyle naklediyor:
“Cabir-i Ensari şöyle rivayet etmiştir: Basra’da (Cemel Savaşında) Hz. Ali (a.s)’la birlikte idim. Yetmiş bin kişi bir kadınla (Aişe ile) toplanmışlardı, savaştan kaçan her insanın; “Ali beni hezimete uğrattı”, yaralanan her şahsın; “Ali beni yaraladı”, can veren herkesin; “Ali beni öldürdü” dediklerini gördüm. Ordunun sağ kolunda olduğumda Hz. Ali’nin sesini duyuyordum; sol kolunda olduğumda yine onun sesini duyuyordum. Talha’nın can verdiği an onun yanından geçerken; “Kim bu oku sana attı” dediğimde; “Ali bin Ebi Talib attı” dedi. Bunu duyunca; “Ey Bilkıys ve İblis hizbi! Ali ok atmamıştır, onun elinde sadece kılıç vardır” dedim. Talha dedi ki: “Ey Cabir! Ali’nin göğe çiktigini, yere indiğini, doğudan ve batıdan geldiğini görmüyor musun? Doğu ile batıyı bir şey yapmıştır, süvariye yetiştiğinde onu mızrak vs. şeyle dürtüyor; biriyle karşilaştığında onu öldürüyor, yaralıyor ve yüzüstü yere seriyor veya; “Ey Allah’ın düşmanı öl” dediğin de o adam ölüyor, ondan hiç kimse kurtulamıyor.” 

31- Savaşlardan birinde Hz. Ali (a.s)’ın komutanları İmama: “Eğer yenilgiye uğrarsak sizi nerede bulabiliriz?” diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Beni nerede bıraktıysanız ben  oradayım, oradan başka bir yere ayrılmam.”  
 
Hz. Ali (a.s)’ın Heybeti

32-  Hz. Ali (a.s)’a; “Rakiplerine nasıl galip geldin?” dediklerinde; “Karşılaştığım herkes, bana kendi aleyhine yardım etti.” buyurdular.
Seyyid Radi; “Hz. Ali (a.s) bu sözüyle, heybetinin karşı tarafın kalbine korku düşürdüğüne işaret etmiştir.”  diyor.

ANNESİNİ KURTARAN

33-  Hz. Ali’nin eşinin adı birçoklarınızın bildiği gibi Hz. Peygamber (saa)’in kızı Fatımatüz Zehra’dır. Annesinin adı da Fatıma bint Esed’dir.

      Fatıma bint Esed, çocuklugunda birkaç Arap kızı ile çöle gittiler. Oynuyorlardı. Uzaktan bir aslan onlara doğru geliyordu. Fatıma’dan büyük kızların hepsi kaçtılar, yalnız Fatıma bint Esed, küçük olduğu için kaçamadı, ne yapacağını şaşirdı, hayran kaldı. Bu sırada çölden bir süvari peyda oldu, kılıcını çektigi gibi Arslanı iki parçaya böldü. Fatıma bunu görünce kendini süvarinin ayağına attı, boynunda olan gerdanlığı açarak ona hediye verdi.

Fatıma’nın baba ve annesi kızlardan hadiseyi duyunca ağlayarak çöle düştüler. Fatıma’yı selamette buldular. Onlar da bu sefer süvariyi aramaya başladılar, onu bulup Mekke’ye götüreceklerdi. Fakat onu bulamadılar, bulamayınca Mekke’ye döndüler.

Günlerden bir gün Allah’ın galip aslanı, çocukluk zamanında annesi ile şakalaşiyordu. Annesi ona dedi ki: “Ey oğul, sen henüz çocuksun, çocuklar anneleri ile şaka yapmazlar”
İmam Ali: “Anneciğim, aslanla süvarinin kıssasını ne çabuk unuttun. Seni aslanın elinden kurtaran o süvariyi hatırlayabilir misin?” diye sordu.
Hz. Fatıma sordu: “Benim ile o süvarinin arasında geçen olaya dair bir delilin var mı?”

İmam Ali elini koynuna götürdü, annesinin gerdanlığını çikardi ve dedi ki: “Ey anneciğim, bak gör bakalım, bu gerdanlık aynı gerdanlık mı, değil mi?”

Hz. Fatıma: “Evet, aynı gerdanlık” dedi.

İmam Ali: “Aslanı öldüren ve seni ondan kurtaran ben idim” dedi.

(Op. Dr. Mehmet Ali Derman “Dört Büyük Halife” S.282 Osmanlı Matbaası İstanbul 1977)

ONA DİL UZATANIN MİNBERDEN DÜŞÜP ÖLMESI

34-  Abdüllah rivâyet eyler ki, İbrâhîm bin Sâlim Mahzûmî Medîne-i Münevverede vâlî iken, her Cum’a, halkı minber ayağına toplardı. Kendi minbere çikip, Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine dil uzatır, kötülerdi. Bir Cum’a minber ayağında bana uyku galebe geldi. Rü’yâmda gördüm ki, Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerinin mübârek kabirleri açılıp, kâfurdan elbiseler ile çikip, geldi. Bana hitap edip, buyurdu ki:  “Yâ Abdüllah! Seni bu habîsin kelimeleri üzmez mi?” Dedim ki: “Evet üzer yâ Resûlallah! Ammâ ne çâre, hâkimin hükmüne itâ’at ediyorum.” Buyurdu ki: Yâ Abdüllah! Allahü teâlâ ona ne yapacak, bak, gör!” Gözlerimi açıp, baktığımda, gördüm ki, minberden düşüp, helâk oldu.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Elliikinci Menâkıb; Şevâhid-ün nübüvve)

ONU YALANLAYANIN HALİ
35-  Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bir şahsa dedi ki: “Benim haberimi Mu’âviye’ye niçin götürürsün?” O şahıs inkâr etti. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”: “Yemîn eder misin?” dedi. O şahıs yemîn etti. Hazret-i Alî buyurdu ki: “Eğer yemîninde yalancı isen, Allahü teâlâ senin gözlerini kör eylesin!” Bir hafta geçmeden gözleri kör oldu.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Ellidokuzuncu Menâkıb; Şevâhid-ün nübüvve’den naklen)

36-  Yine Emîr-ül Mü’minîn Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri Ruhbeden bir şahsa, bir şey sordu. Doğru söylemedi. Hazret-i Alî: “Yalan söylüyorsun” buyurdu. O şahıs: “Yalan söylemiyorum” dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: “Senin üzerine duâ ederim, eğer yalan söylemiş isen, Allahü teâlâ seni kör eylesin.” O şahs Ruhbesine gitmeden kör oldu.

          (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Ellidokuzuncu Menâkıb; Şevâhid-ün nübüvve’den naklen)

37-  Yine hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bir gün mescitte hâzır olanlara ant içtirdi: “Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerinden her kim ‘Beni seven, Alîyi de sever’ hadîs-i şerîfini işitmiş ise, şehâdet etsin. Ensârdan on kişi hâzır olup, şahâdet ettiler. Bir kişi de bu hadîs-i şerîfi işitmiş idi ve o mecliste hâzır idi. Şahâdet etmedi. Hazret-i Alî buyurdu ki: “Ey falan, niçin sen şehâdet etmezsin ki, sen de o mecliste olup, hadîs-i şerîfi işitmiş idin!” O kişi dedi ki: “Ben ihtiyârladım; unuttum.” Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” ona şöyle beddua etti: “Yâ Rabbî! Eğer bu şahıs yalan söylüyor ise, onun derisinde bir beyâzlık açığa çikar ki, sarığı onu örtmesin.” Rivâyet eden der ki: “Vallahi ben o şahsı öyle gördüm ki, iki gözünün ortasında beyâzlık meydâna geldi. Hattâ Zeyd bin Erkam “radıyallahü teâlâ anh” demiştir ki, ben de o mecliste veyâ onun gibi bir mecliste hâzır idim. Ben de o hadîs-i şerîfi işitenlerden idim. Ammâ şahâdet etmedim. Allahü teâlâ azze şânühü benim gözlerimin nûrunu giderdi. Her zaman o şahâdet etmemenin pişmânlığını çekerdi. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinden mağfiret talep ederdi.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Ellidokuzuncu Menâkıb; Şevâhid-ün nübüvve’den naklen)

SÖZÜNE İTİRAZ EDENİN DELİ OLMASI
38-  Hazret-i emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü teâlâ anh” bir gün minbere çikti. Buyurdu ki: “Ben Allah’ın kulu, Resûlü’nün kardeşi, Cennet kadınlarının seyyidesinin nikâhlısıyım. Her kim benden gayri bu davâda bulunsa, Allahü teâlâ hazretleri o kimseye belâ verir.” O mecliste olan bir kişi, dedi ki: “Allah’ın kuluyum ve Resûlü’nün kardeşiyim sözü kimseye hoş gelmez, bu söze kimse inanmaz.” O şahıs yerinden kalkmadan, aklını kaybedip, deli oldu. Onu, ayağından yapışıp, mescitten dışarı çikardilar. Komşularından, ona dahâ önceleri böyle bir şey olmuş mu, diye sordular. Dediler ki: “Olmamıştı.” Herkes bildi ki, Emîr-ül Mü’minîn Alî’ “radıyallahü anh” tan dolayı deli oldu.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Altmışıncı Menâkıb; Şevâhid-ün nübüvve’den naklen)

ONU SEVMEYEN HÂRİCÎ’NİN HÂLİ
39-  İmâm-ı Müstagfirî “rahimehullahi teâlâ” (Delâ-il-ün nübüvve) adlı kitâbında, Firâs bin Amrdan “radıyallahü teâlâ anh” nakl eylemişdir. Ona Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretleri zemân-ı şerîflerinde bir baş ağrısı âriz oldu. Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” iki gözü ortasını tutdu. Mubârek parmakları ile tutduğu yerden kirpi kılı gibi kıl çikdi. O ağrı ondan gitdi. Hâricîlerin emîr-ül mü’minîn Alînin “radıyallahü teâlâ anh” üzerine hücûm etdikleri günde, Firâs de onlara uydu. O vakt o kıllar alnından döküldü. O sırada o ağrı tekrâr başladı. Ona dediler ki, bu iş sana hâricîlere uyduğun için hâsıl oldu. Tevbe ve istigfâr etdi ki, o kıl alnında çikip, o ağrı ondan temâmen gitdi.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Altmışyedinci Menâkıb; Şevâhid-ün nübüvve’den naklen)

BİR KİMSEYE, SENİ HACCÂC ÖLDÜRECEK BUYURMASI
         40- Haccâc-ı Yûsüf “Allahü teâlâ müstehâkını versin”, Kümeyl bin Ziyâd’ı “radıyallahü teâlâ anh”, çagirdi. Kümeyl ondan kaçtı. Haccâc-ı zâlim, Kümeyl’in akrâbalarının vazîfelerine son verdi. Kümeyl bunu işitti ve dedi ki: “Benim ömrüm zâten bitmiştir [yaşlandım]. Benim sebebim ile, kavmimin mahrûm olması lâyık değildir. Haccâc’ın yanına vardı. Haccâc ona dedi ki: “Seni öldürmek istiyorum” Kümeyl dedi ki: “Benim ömrüm az kalmıştır. Ne dilersen onu yap. Bizim vademiz yakındır. Benim ölümümden sonra hesap vereceksin. Bana Emîr-ül Mü’minîn Alî “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” haber vermiştir ki, seni Haccâc öldürecektir.” O zâlim onun boynunu vurdu.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, sekseninci Menâkıb)

İmam Ali Nehrivan savaşinda Hariciler’e karşi savaşmadan önce şöyle buyurdu: “Allah'a yemin olsun ki, onlardan on kişi kurtulmayacak ve bizden de on kişi şehit düşmeyecektir”

(Menakıb-ı Meğazeli S.406; Yenabi’ül Mevedde S.407; Menakıb-ı Hüvarezmi S.185; İbn-i Sabbağ el-Maliki “Fusûl’ül Mühimme” S.107)

HACCÂC’IN KANBER’İ ŞEHÎT ETMESİ
41- Haccâc bir gün dedi ki, isterim Ebû Türâb  [Hazret-i Alî]’ın ashâbından birini katledeyim ki, Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine yaklaşayım. Hazret-i Alî’nin “radıyallahü anh”, kölesi Kanber ile sohbet etmiş olduğunu hiç kimse bilmezdi. [Hazret-i Alînin en çok sohbet etdiği kimselerden idi.] Haccâc, Kanber’i çagirtti ve dedi ki: 
“Kanber! sen misin?”
Kanber: “Evet benim” dedi.
Haccâc: “Alî ibni Ebî Tâlib senin Mevlân mıdır?” dedi.
Kanber: “Benim Mevlâm Allahü teâlâ hazretleridir. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî velîm ve sebeb-i ni’metimdir.”
Haccâc dedi ki: “Seni öldürmek istiyorum. İhtiyârınla nasıl öldürülmek istersin?"
Kanber dedi ki: “İhtiyâr senindir, beni nasıl öldürürsen, ben de seni kıyâmetde öyle öldürürüm. Zâten bana Emîr-ül Mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, ‘ey Kanber, seni zulm ile katledecekler’ diye haber vermişti. Sonra Haccâc Kanber’i “radıyallahü teâlâ anh” katletti.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, seksenbirinci Menâkıb)
HAZRET-İ HÜSEYNİN ŞEHİD OLACAĞINI HABER VERMESİ
42- Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” Berâ’ bin Âzib’e dedi ki: “Benim oğlum Hüseyin katledilecektir. Sen o zamanda ona yardım etmeyeceksin.” hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” şehit oldu. Berâ’ bin Âzib, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” doğru söyledi. Hazret-i Hüseyn katletildi. Ona yardım yapamadığıma pişmânım, dedi
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, seksenikinci Menâkıb)

HAZRET-İ ALÎNİN KERBALÂ’DAKİ SÖZLERİ
43-  Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bir seferinde Kerbelâ’ya uğradı. Sağına ve soluna baktı. ağlayarak geçti ve buyurdu ki: “Vallahi onların develerinin çökecegi ve onların katledilecekleri makâm burasıdır.” Eshâbı dediler ki: “Ey Emîr-el Mü’minîn! Bu ne makâmdır?” Buyurdu ki: “Burası Kerbelâ’dır. Bu yerde, bir kavim katledilecektir. Onlar hesapsız Cennete girerler.” Hiç kimse bu sözlerin manâsını hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin vakası oluncaya kadar anlamadı.
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, seksenüçüncü Menâkıb)
KÛFEDEN GELEN ASKERİN SAYISINI ÖNCEDEN BİLMESİ
44- Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” Kûfe’den asker istedi. Bir takım söz ve hareketten sonra, asker gönderdiler. Asker gelmezden evvel hazret-i Alî buyurdu ki: “Kûfe’den iki bin er ve de bir kişi geliyor.” Ashaptan biri: “Bu sözü işittim, o askerleri bir bir saydım, buyurduklarından ne eksik, ne fazla idi, dedi.”
         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, seksendördüncü Menâkıb)

HAZRET-İ ALÎNİN TECHÎZ VE TEKFÎNİ
45-  Rivâyet ederler ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ azze şânühü hazretleri Nûh alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâma: “Gemi yap” diye buyurdu. O da gemiyi yaptı. Tamâmladıktan sonra, üç tahta arttı. Nûh aleyhisselâm buyurdu ki: “Yâ Rabbel Alemîn! Bu üç tahtayı ne yapayım.” Allahü tebâreke ve teâlâ buyurdu ki: “Ey Nûh! Benim bir dostum vardır. Ona Alî derler. Âhir zamânda gelir. Bu tahtalar ona tabut olmaktan gayri işe yaramaz. Bu tahtaları filan yere iletin. Orada bir kabir kazın. Bu tabutu o kabre defnedin. Meleklere emredeyim. O kabri dostum o kabre varıncaya kadar ziyâret etsinler.
Rivâyet ederler ki, Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretleri, Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine buyurdu ki: “Yâ Alî! Benim yanımda bir sır vardır. Bana Cebrâîl aleyhisselâm bildirmiştir. Sana bu sırrı açıklayayım ki, senin kabrin Nûh aleyhisselâm zemânında bir yerde kazılmıştır. Ben o yeri bilmiyorum. Halktan da bir kimse bilmez. Ecelin yaklaştığı sırada, Hasan ve Hüseyin’e vasiyet eyleyip, de ki: ‘Ben öldügüm vakit, yıkayın ve kefene sarın. Tabuta koyup, namâzımı kılınız. Âlem-i gaybdan bir deve gelip önünüzde çöker. Beni o devenin üzerine koyun. Benim ardımca Kûfe kapısına kadar gelin. Ondan sonra beni koyun. Siz geri dönün.’”  O hazret [hazret-i Alî] de, hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin’e bu vasiyeti buyurdular.
Hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin “radıyallahü teâlâ anhümâ” dediler ki: “Eâ babamız bize izin ver. Cenâzenin ardınca varılacak yere kadar gidelim. O hazret [hazret-i Alî], buyurdu ki: İzin yoktur. Böyle varınız ve hemen kapıdan geriye dönünüz. O iki sultân da, o mahalde vasiyeti gözleyip dururken, baktılar, bir deve gelip, huzûrlarında çöktü. Cenâzeyi üzerine yüklediler. Kûfe kapısına kadar vardılar. Deve gitti. Bunlar da geri döndüler.
Sabâh olunca, Kûfe ehli toplandılar: “Emîr-ül mü’minîn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini niçin çikarmazsiniz ki, teçhîz ve tekfîn işini görelim” dediler. Hasan ve Hüseyin “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdular ki: “Bu işler, bu gece yapıldı.” Küfe ehli: “O zaman  bize niçin haber vermediniz?” diye sorduklarında hazret-i Hüseyin buyurdular ki: “Dedemiz, bize öyle vasiyet etmiş idi. Biz de o vasiyeti sakladık.” Kıssayı başlangıcından sonuna kadar haber verdiler.

         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, doksandördüncü Menâkıb)

BABASININ VEFÂTINDA HAZRET-İ HÜSEYNİN DUYDUKLARI
46-  Emîr-ül mü’minîn Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet ederler. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh ve kerremallahü vecheh” vefât etti. “Dışarı gidiniz!” diye bir ses işittik. “Bu Hüdâ’nın kulunu yalnız bırakınız” diyordu. Biz de dışarı çiktik. Evin içinden bir ses geldi: “Muhammed “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretleri vefât etti. Onun vasîsi şehît oldu. Ümmetin hâfızı [koruyucusu] kim olsa gerekir?” dedi. Birisi de cevap verdi: “Her kim onların sırrını tutar ve onların izinden giderse, ümmetin bekçisi olur.” Ses kesildi. İçeri girdik. Onu yıkanmış ve kefen sarılmış bulduk. Namâzını kılıp, defnettik.

         (Seyyid Eyyub bin Sıddık  “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, doksanyedinci Menâkıb)

Kimi rivayetlere göre Hz. Ali’yi yıkayan ve kefenleyen yine kendisiydi.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*